@kitap__gezegeni1
|
Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayalım🦋
Keyifli okumalar✨️
5.Bölüm "Pars Karadağlı'nın Gizemli Halleri"
Duygulara yer yok...
"Batuhan bomba ne durumda?" Pars'ın Batuhan'a sorduğu sorudan sonra saklandığım kayadan hafif başımı kaldırıp etrafa bakcaktım ki yine beni hedef alan keskin nişancı ateş etti. Olduğum yere sırtımı dayayıp soluklandım. Nefes almama dahi izin vermiyordu it. Burnumu çıkarsam ateş ediyordu.
"Yarım saate halletmiş olurum komutanım." Kulaklıktan yanıt verdi Batuhan.
"15 dakika Batuhan, yarım saat çok." diye diretti Pars.
Birbirimize içimizi döktükten sonra karargaha gidip yatmıştık ama gecenin bir yarısı gelen ihbar üzerine buradaydık.
İhbarda köylüleri esir aldıkları söylenmişti ama tam tersiydi, sanırım biz esir olacaktık. Çünkü köylüler teröristlere yardım edip bizim tuzağa düşmemizi sağlamıştı. Batuhan ise uzun süredir köye kurulan bombayı halletmeye çalışıyordu ama bomba çok karmaşık bir şekilde düzenlendiği için onun da işini bir hayli zorlaştırıyordu.
Köylüler teröristlere yardım etmişti ama onlar da bizim gibi tuzağa düşmüştü. Çünkü köyün her yerinde bomba vardı ve bu sadece bir düzeneğe kurulmuştu. Patladığı anda köyle birlikte içindeki herkes havaya uçacaktı ve kimsenin parçası bile toplanamayacak hale gelecekti. Yani köylüler teröristlere yardım ederken kendileri de bizimle birlikte tuzağa düşmüştü. Ava giderken avlanmak misali desem doğru olurdu sanırım.
Kaç saattir buradaydık bilmiyorum ama gece saat 3 de buradaydık ve şu anda hava çoktan aydınlanmıştı. Sonbaharda olmamıza rağmen yaz ayındaymışız gibi terlemeye başlamıştım aksiyondan dolayı.
Mühimmatımız neredeyse bitmek üzereydi ama o itler pes etmek nedir bilmiyordu. Biz onları vurdukça parçalara ayrılıp tekrardan birleşiyor gibiydi şerefsizler. Bir türlü bitmek bilmemişlerdi.
Ben ise son on dakikadır şu kayadan başımı kaldıramıyordum. Çünkü keskin nişancının hedefi tam olarak bendim. Saç telin dahi gözükse ateş ediyordu. Tabiri caizse nefes almama bile izin vermiyordu.
Bu plan çok önceden kurulmuştu anlaşılan, çoğu şey kusursuz işliyordu onlar için ama biz de pes etmeyecektik. Son Nefesimize Kadar savaşmaya devam edecektik. Çünkü biz tekrardan buralara dönmeyi başarmıştık. Pes edersek geri dönmemizin bir anlamı kalmazdı. Boşuna da bize Alfa timi ismini vermediler herhalde. Geri döneminin ve tim ismimizin hakkını vererek savaşmaya devam edecektik. Alt tarafı bizi biraz zorluyorlardı o kadar. En fazla bir saate bununda hakkından gelmeyi başarırdık.
Çünkü biz ortak geçmişi olan yedi kişiydik. Acıların en büyüğünü yaşamış bu yedi kişi pes etmek nedir bilmezdi. Bilmeyecektik de.
"Mühimmat ne durumda?" Pars'ın sorduğu soruyla onları dinledim. Bende şu anda baya vardı, çünkü on dakikadır çatışamadığım için onlara göre mühimmatım fazlaydı.
"Bende sadece el bombası kaldı." dedi Enes.
"Beni de en fazla birkaç dakika idare eder mühimmat." dedi Anıl.
"Beni bir süre daha idare edebilir komutanım." dedi Barış.
"Valla benim bitti, yanımda sadece bıçaklar kaldı." dedi Görkem de.
Herkesden aldığı cevapla Pars bir kez daha konuştu. "Bombalar ne durumda Batuhan?"
"Neredeyse hallettim komutanım, bana sadece birkaç dakika verin." diye cevapladı onu.
"Anlaşıldı, Barış şu keskin nişancıyı bul ve hallet hemen."
"Emredersiniz komutanım."
Benim çaprazımdaki kayanın arkasındaki Pars'a baktım, sırtını kayaya yaslamış soluklanıyordu. Sanırım mermisi bitmişti. Kendi mermilerimi çıkarıp ona doğru attım, nasıl olsa keskin nişancı yüzünden ben burnumu bile çıkaramıyordum.
Pars mermileri görünce bakışları bana kaydı, vakit kaybetmeden mermileri silaha takıp ateş etmeye devam etti. Ben ise hâlâ olduğum yerde durmaya devam ettim.
"Komutanım köylüler köyden kaçıyor." Kulaklıktan Batuhan'ın sesini duydum. Tuzağa düştüklerini anlayınca kaçmaları gayet normaldi. Bizi tuzağa düşürmek istemişlerdi ama bizimle birlikte kendileri de tuzağa düşmüştü. Zaten bu itlere güvenmeleri hataydı. Bunlar herkesi kolayca satardı, şimdi olduğu gibi.
Ne diyeyim, umarım hatalarını anlayıp da bu ülkeye sırtlarını bir daha çevirmezlerdi. Yoksa bu şerefsizlere güvendikleri sürece zararlı çıkan kendileri olacaktı.
"Bomba ne durumda?" Pars köylüleri es gecerek bombayı bir kez daha sordu.
"Neredeyse halletmek üzereyim komutanım, en fazla on dakika sonra hallolmuş olur."
Pars Batuhan'dan aldığı yanıtla hemen konuştu. "Halletme Batuhan, git köyde sivil kalmış mı diye bak." Kaşlarım çatıldı, niye böyle demişti ki?
Onlar çatışmaya devam ederken Batuhan da köyde sivil kalmış diye bakmaya gitti. Ben ise hâlâ Barış'ın keskin nişancıyı halletmesini bekledim.
Yaklaşık beş dakika boyunca çatıştılar ve el bombası haricinde hiçbirimizin mühimmatı kalmamıştı. "Batuhan sivil var mı?" Pars bir kez daha sordu. Biz öylece dururken teröristler hâlâ ateş etmeye devam ediyordu. Yakında mühimmatımızın bittiğini anlarlardı.
"Yok komutanım, bu itlerden ve bizden başka kimse kalmamış."
"Güzel, geri çekiliyoruz Alfa timi." dedi, ilk başta kaşlarım çatıldı ama sonra ne yapmaya çalıştığını anladım. "Turan taktiğini uygulama zamanı." diye ekledi.
"Gece benim yanıma doğru yaklaş, Barış sen de o sırada sis bombasını at ki keskin nişancı Gece'yi görmesin." deyince derin bir nefes alıp ona doğru yaklaştım. Tam o sırada Barış da sis bombasını attı. Hızlı adımlarla Pars'ın yanına gittim. Ben gelince hep birlikte buradan uzaklaştık. Bir yandan da birbirimizden ayrılıp hilal şeklini almaya başladık.
Sis bombasından dolayı teröristler henüz bizim geri çekildiğimizi görmemişti ve rastgele ateş ediyorlardı.
"Batuhan köyden uzaklaş. Köye kurulan bombalara yakın olanlara işaretimle el bombalarını atıyoruz." deyince sırıttım. Bu sayede köyle birlikte o teröristlerde patlayacaktı. Köylülerin korkudan bir daha köye geleceklerini hiç sanmıyordum ve köyde de sivil kalmadığı için bu planı uygulamaktan çekinmedik.
Sis bombası etrafdan dağılırken bizim geri çekildiğimizi gördüler. Ateş etmeye devam ederek köyün içine doğru girdiler. Köşelerde Pars ve Görkem vardı, onlar el bombalarını teröristlerin düzenlediği bombalara atacaktı ve bu sayede köyle birlikte onlar havaya uçacaktı. Biz ise o sırada çoktan köyden çıkmış olacaktık.
Biz hızlı adımlarla geriye gitmeye devam ederken birden sağ tarafa doğru çekildim, onunla eş zamanlı olarak az önce benim olduğum yerden kurşun geçti. Bakışlarım beni çeken Pars'a kaydı, endişeli bir şekilde bakıyordu. Sanırım beni çekmeseydi vurulacaktım ve o da ondan endişelenmişti.
"Dikkat et." deyip benden uzaklaştı. "Dikkat edin hâlâ ateş ediyorlar, buradan yaralanmadan çıkacağız." diye bizimkilere hitaben konuştu.
Pars'dan hemen sonra Batuhan'ın sesini duydum. "Köyden çıktım komutanım."
"Emrimle bombaları düzeneklere atıyoruz." Ben atmıyordum çünkü hem ortayadım hem de bombamı kullanmıştım. Yani kasaturam dışında elimde hiçbir şey kalmamıştı. Tabii bir de mermisi olmayan silahım vardı.
Biz geri geri gitmeye devam ederken ve köyden neredeyse çıkmak üzereyken Pars konuştu. "Şimdi." demesiyle Pars ve Görkem bombları düzeneklere attı, Enes ve Barış ise adamlar bize daha fazla yaklaşmasın diye onlara attı. El bombalarını düzeneklere atar atmaz köye kurdukları bombalar ve el bombaları aynı anda patmaya başladı. Bu görüntü bana havai fişekleri andırdı, bizim de havai fişeğimiz tam olarak buydu işte.
Henüz köyden yeterince uzaklalmadığımız için patlamanın etkisiyle o sıcak hava dalgası yüzümüze doğru geldi. Sıcaklıktan dolayı gözlerim kısılırken etrafıma baktım, gördüğüm şeyle kaşlarım çatıldı. Enes'in, hâlâ patlamaya devam eden köye doğru koştuğunu gördüm.
Kaşlarım çatılırken "Enes dur!" Arkasından bağırdım ama beni umursamadan koşmaya devam ettim. Hiç düşünmeden ben de peşinden gittim. Durduk yere niye köye koşuyordu şimdi? Kendini öldürmeye falan mı çalışıyordu bu çocuk!
"Enes, Gece durun hemen!" Arkamızdan Pars bağırırken ben Enes'in peşinden koşmaya devam ettim, onu bırakıp duramazdım. Bir yandan da dursun diye bağırdım.
"Enes dur! Patlama hâlâ devam ediyor!"
"Duramam komutanım, onu bulmam lazım!" Telaşlı ve bir o kadar da korkmuş sesini duyunca afalladım. Neyi kaybetmişti ki?
"Gece, Enes emrediyorum hemen geri dönün!" Pars bir kez daha batırdı ama ikimizde onu duymazlıktan gelip koşmaya devam ettik. Enes ne için koştu bilmiyorum ama ben askerimi geride bırakmamak için koştum. Onu tek başına buraya girerken görüp hiçbir şey olmamış gibi bekleyemem.
Hiç düşünmeden Enes'in peşinden gitmeye devam ettim. Bizim arkamızdan da Pars durmamız için bağırdı ama ikimiz de durmadık. Patlama hâlâ devam ettiği için ve patlamanın içinde olduğumuz için o gürültüden dolayı kulağımın çınladığını hissediyordum.
Hem sıcaklıktan hem de patlamanın etkisiyle yükselen tozlardan önümü görmem giderek güçleşiyordu ama durmadan Enes'in peşinden koşmaya devam ettim. Kulağım giderek daha çok çınlarken bu çok rahatsız edici olmaya başlamıştı.
"Enes ne kaybettin? Daha fazla ilerleme, patlamadan dolayı bir hasar alacaksın." diye bağırsamda beni umursamadan patlamanın daha da içine girmeye devam etti. En sonunda geri çekilmeden önce olduğumuz yere gelince durup telaşla etrafına baktı. Nefes nefese yanına gelip durdum.
"Ne arıyorsun?" Öksürerek sordum. Patlamanın tam ortasındayım ve patlama hâlâ devam ediyordu. Ağzımızdan burnumuzdan tozlar girdiği için hem konuşmakta hem nefes almakta hem de görmekte iyice zorlanmaya başlamıştım. Ama Enes bunları umursamadan telaşla etrafına bakınıyordu.
"Künye, babamın künyesini düşürdüm. Ondan bana kalan bir hatıraydı. Onu bulmam lazım." Telaşlı bir sesle konuşmasıyla etrafıma baktım. Şu anda samanlıkta iğne aramak değimi buraya tam uyuyordu. Çünkü burası cehennem yerine dönmüştü ve patlamadan dolayı kalkan toprak ve tozlar etrafa dağıldı için o künyeyi örtmüştü kesin.
Kulaklıktan bizimkilerin bir şeyler dediğini duyuyordum ama hem kulağımın çınlamasından hem de bu gürültüden pek bir şey anladığım söylenemezdi. İki elimide kaldırıp kulaklarımı kapattım. Bu çınlama cidden çok sinir bozucu olmaya başlamıştı. Fazla oyalanmadan ben de Enes'le birlikte yerde künyeyi aramaya başladım.
Her yer toz bulutuydu, her yer patmadan dolayı kapkara olmuştu ve yine her yer patmadan dolayı tozun toprağın altında kalmıştı ve bunlar yetmiyormuş gibi patlama sesi kesilmesine rağmen kulaklarım hâlâ çınlıyordu. Çınlaması da normaldi aslında. Tam o gürültülü patlamanın içine girmiştik.
Patlamadan önce durduğumuz her yeri aradık ama hiçbir yerde yoktu künye. Ya burada düşürmemişti ya da etrafımıza daha dikkatli bakmamıştık derken az ileride patlayan bir cisim gördüm. Koşarak oraya gidince bunun metal bir cisim olduğunu gördüm. Yere eğilip birazı kumun altında kalmış metal cisimi elime almıştım ki hissettiğim sıcaklıkla hemen bıraktım. Sanırım patlamanın etkisiyle o da ısınmıştı ve bu yüzden elimi yakmıştı.
Bakışlarım parmaklarıma kaydı, kıpkırmızı olmuştu. Elimi ve o cisimin sıcaklığını umursamadan tekrardan elime alıp baktım. Gördüğüm künyeyle gülümsedim, bulmuştum.
"Enes buldum." deyip eğildim yerden kalktım. Künyeyi elimde tutarken biraz soğumuştu. En azından tutarken elim yanmıyordu ama yanacağı kadar yanmıştı zaten.
Enes koşarak yanıma gelip künyeyi aldı, künyeye bakınca gülümsedi. "Teşekkür ederim komutanım, babamdan kalan son hatıraydı bu." Minnet dolu gözlerle bana bakınca gülümsedim. Gelip sıkıca bana sarıldı. Dün babasının şehit olduğunu söylemişti ve ondan kalan son hatırayıda korumak istemesi çok doğaldı.
Elimi sırtına koyup sıvazladım. "Hadi gidelim, bizi daha fazla merak etmesinler." diyerek köyün çıkışına ilerledik. Daha çıkışa gelmeden bize doğru koşarak gelen Pars ve timi gördük. Bizleri görünce hepsi gözle görülür bir şekilde rahatladı. Enes telaştan ben ise kulağımın çınlamasından dolayı kulaklıktan dedikleri şeyleri anlamamıştık, bu yüzden de cevap verememiştik ve bir hayli merak ettirmiştik onları.
Yanımıza gelince Pars bağırarak konuşmaya başladı. "Ne yaptığınızı sanıyorsunuz siz? Arkanızdan bağırıyoruz bir cevap verme tenezzülünde bile bulunmadan gidiyorsunuz! Kulağınızdaki kulaklıklara değinmiyorum bile! Canınız bu kadar mı önemsiz!" Bağırmasını beklemediğim için irkildim. Emrine itaatsizlik ettiğimiz için mi bağıyorydu yoksa bize bir şey olacak diye mi?
Ben şaşkınlıkla kalırken Enes suçlulukla başını eğdi. "Oyun oynamıyoruz burada, aptalca hareket edecek bir meslekte de değiliz! Sanki komutanınız yokmuş gibi patlamanın içine giriyorsuz! Biz de burada bostan korktuğu olduğumuz için arkanızdan bağırsakta cevap vermiyorsunuz! Emre itaatsizliğinizi söylemiyorum bile!" Biraz ağır konuşuyordu ve sanırım bunun farkında bile değildi. Biz de aptalca hareket etmemiştik zaten. Neden böyle yaptığımızı sormak yerine bağırmasını hiç anlamıyordum.
"Komutanım bağırmak yerine neden böyle bir şey yaptığımızı mı sorsanız?" Araya girerek konuştum. Eğer araya girmeseydim daha kırıcı şeyler söylecekti. Sonuçta buradaki herkesin işin ciddiyetinin farkındaydı ve ona göre hareket ediyordu.
"Saçma bahanelerinizi mi sorayım Gece? Hangi gerekçe sizin görev esnasında komutanınızın emrini umursamadan patlamanın olduğu alana gitmenizi haklı çıkarır?" Sorusuyla Enes'e baktım, elindeki künyeyi sıkıca tutuyordu ve başını da önüne eğmişti.
"Dik tut başını asteğmen!" Pars bir kez daha bağırınca yine irkildim. Ne olmuştu bu adama durduk yere? Niye böyle sinirlenmişti? "Türk askerisin sen! Başın eğilmeyecek!"
Pars bağırınca Enes hemen başını dikleştirdi. "Ne gerekçen var da o patlamanın içine, kendi canını bile düşünmeden giriyorsun?" Pars sorusunu sorsa da Enes cevap veremedi. Ben de olsam ben de vermezdim. İlk önce gel bağır çağır kalbini kır sonra soru sor.
"Cevap versene oğlum!" Pars bir kez daha bağırınca sabır diledim. Enes zaten babasından kalan son hatırayı kaybetti sandığı için bir korku yaşamıştı az önce ve şimdi de Pars'ın bağırması hiç olmamıştı.
"Komutanım ses tonunuza dikkat edin. Karşınızdakini kırıyorsunuz." Bir kez daha araya girdim. Kızgın bakışları beni buldu.
"Şu anda derdimiz kırılıp kırlmamamız mı Gece?" Buz gibi bir sesle sordu. "Burada duygulara yer yok Gece." dedi sinirle. Gerçekten şu anda bu adama ne olduğunu çok merak ediyorum. Bize bir şey olma korkusundan böyle konuşuyor desem kırıcı sözler söylemezdi o zaman. Tamam kırıcı söz söylememişti ama bağırması bile karşısındakini kırıyordu bence. Üstelik işimizi ciddi yapmadığımıza dair bir şeyler demişti ve bence bu da kırıcıydı.
"Evet derdimiz kırılıp kırlmamamız!" dedim ben de onun gibi bağırarak. "Karşınızdakine düzgünce, bağırmadan soru sorarsanız cevap alabilirsiz!"
"Öyle mi? İyi o zaman dediğin gibi sorayım. Niye emrime itaatsizlik edip o patlamanın içine girdiğinizi sorabilir miydim Gece Hanım ve Enes Bey?" Alay barındıran sesini duyunca daha fazla sakin kalmadım. Bu adama birden ne olmuştu bilmiyorum ama benim sinirlerimi yetirince bozmuştu.
Daha fazla sakin kalamayıp Pars'ın kolundan tuttuğum gibi peşimden gelmesini sağladım. Eminim ki şu anda bu yaptığıma anlam veremiyordu ve bir o kadar da şaşkındı. Şaşkınlığını onu kolayca çekiştirmemden anlamıştım. Sonuçta bana göre fazlasıyla heybetli biriydi ve onu peşimden sürüklemem imkansızdı ama şaşkınlığından faydalandığım için kolayca peşimden gelmesini sağlıyordum.
Timden yeterince uzaklaştıktan sonra durup ona baktım. "Ne yaptığını sanıyorsun sen?" Saygı çerçevesini bırakıp sert bir dille sordum. Sorduğum sorundan sonra şaşkın ifadesi yok olup onun yerine sinirli bir hale büründü.
"Ben mi ne yapıyormuşum?" dedi. "Askerlerime ne yapması gerektiğini söylüyorum." deyince sinirle güldüm.
"Az önce yaptığın şey ne yapıp ne yapmamasını söylemek değil! Bildiğin çocuk azarlar gibi azarlamak!" Bu sefer sinirle gülen kendisi oldu.
"Ne yapayım Gece? İlkokul öğretmeni gibi karşına geçip bu yaptığın doğru değil, bu şekilde yapman gerekiyor mu diyeyim?" Alayla sorduğu şeyden sonra iyice sinirlendim.
"Az önce söylediğin şeye bunu yeğelerim Pars!" Bu sefer alayla konuşan da ben oldum.
"Karşında komutanın var Gece ve biz şu anda operasyondayız!" Hey Allahım ya, ben ne diyorum adam bana ne diyor!
"Tek sorunumuz benim komutanım dememem mi? Bundan daha büyük bir sorunumuz var Pars." deyip ona yaklaştım. "Senin karşındakiyle nasıl konuşman gerektiğini bilmemen gibi çok önemli sorunlarımız var." dedim. Üstüne basa basa da "Pars." diye ekledim.
O da bana doğru bir adım atıp tam karşımda durdu. "Sen ilk önce komutanınla nasıl konuşman gerektiğini öğren sonra gel komutanının konuşma tarzını eleştir." dedi komutan kelimelerine baskı uygulayarak. Az önce attığı bir adımı geriye atarak benden uzaklaştı. "Umarım senin kadar açık konuşabilmişimdir üsteğmenim. Şimdi tim arkadaşlarınızın yanına dönebilirsiniz." deyince gözlerimi kapattım, sakin olmaya çalıştım. Acaba karşısındakinin kalbini kırdığının farkında mıydı?
Bence değildi ve bunu ben öğretecektim! Şimdi.
Gözlerimi açıp onun aramızı açtığı mesafeyi kapatıp ona yaklaştım. "Karşındakilerinde insan olduğunun farkına var. Bizler askeriz, dışarıdaki insanlara göre duygusuzuz ama içimizde ne duygular beslediğimizi en iyi bizim gibiler bilir. Sen de bir askersin ben de. Ne kadar duygularımızı saklasakta sözlerinle karşındakinin kalbini kırıyorsun. Laflarına daha dikkat edersen işimizi de o şekilde dikkatle yaparız."
"Dediğin gibi biz askeriz Gece, duygularla, kalp kırıklıklarıyla işimiz olmaz. Bizim işimiz bu topraklara çöreklenmeye çalışan itleri Son Nefesimize Kadar öldürmek." dedi üstüne basa basa.
Uygun bir dille izah etmiştim ama anlamadı.
Bir adım daha atıp ona iyice yaklaştım. "Biz askeriz Pars, en önemlisi bizler de birer insanız ve her insan gibi..." deyip sustum. İşaret parmağımla onun sol tarafına dokundum. Şu anda kalbi işaret parmağımın altında atıyordu. "Her insan gibi, senin gibi bizim de bir kalbimiz var ve bu kalpler çok çabuk kırılıyor. Belki seninki kırılmıyor olabilir ama bizlerinki kırılıyor. Onun için laflarına dikkat et!" Elimi kalbinden çekip ondan uzaklaştım.
"Umarım yeterince açık konuşabilmişimdir." dedim. "Komutanım." diye de ekleyip arkamı döndüm. Onun bir şey demesine izin vermeden diğerlerinin yanına geri döndüm
Göz ucuyla Pars'ın olduğu yere bakıp konuştum. "Pars komutanım pek iyi değilmiş, komutayı bana devretti." diyerek yalan söyledim. "Gidebiliriz." deyip önden ilerledim. Eminim bu yaptığım şey onu iyice sinir etmişti ama umrumda değildi. O da arkamızdan gelerek hatasının farkına varsın bir an önce.
Köy karargaha yakın olduğu için zırhlı araçlarla gelmiştik ve şimdi de aracın yanına gidiyorduk. Yürürken arada bir Pars'a baktım. Düşünceli bir şekilde arkadan bizi takip ediyordu. Umarım az önce yaptığı şeyin farkına varabilirdi bir an önce. Yoksa insanların kalbini kırmaya devam edecekti bu gidişle.
Tamam biz onu dinlemeden gitmiştik ama neden böyle yaptığımızı sormadan direkt bağırmıştı? Bize bir şey olacak diye korkup bağırdı desem sanki biraz fazla tepki vermişti. Hatta biraz değil baya tepki vermişti. Düşünememeye çalışarak yoluma devam ettim. Düşünsem de bir çıkar yol bulamıyordum.
Aracın yanına gelince Barış sürücü koltuğuna geçince biz de kendi yerlerimize dağılıp oturduk. Pars ise ön tarafta Barış'ın yanına oturdu. Sessiz bir şekilde karargahın yolunu tuttuk. Tabii içimdeki sesler hiç de sessiz değildi. Yol boyunca Pars'ın neden böyle davrandığını düşünüp durdum ama henüz kendisini tanımadığım için bir şey bulamadım.
Karargaha gelince Pars görev bilgilerini vermek için albayın odasına giderken ben de üzerimi değiştirmek için odama gittim. Duş almam gerekiyordu ama çok üşendiğim için sadece üzerimi değiştirip yatağa uzandım. Tavanı izlerken yine düşüncelere daldım.
Acaba gidip açık açık neden böyle yaptığını mı sorsam? Az önceki gibi sinirliyse pek söyleyeceğini sanmıyordum ama sormadan da içim rahat etmeyecekti.
Aldığım ani kararla uzandığım yataktan kalkıp dışarıya çıktım. Belki odasındadır diye ilk önce odasının yanına gidip kapıyı çaldım ama açan olmadı. Bu sefer de yönümü dışarıya çevirdim. Bahçeye gelince etrafıma baktım ama görünürde yoktu. Karargahın yan taraflarına da baktım ama burada da yoktu. Son olarak karargahın arkasına gittim. Bir ağaçın altındaki bankta otururken görünce oraya ilerledim. Ona yaklaştıkça kucağındaki kediyi fark ettim. Kucağında kedi vardı ve bir kabın içinde de et vardı. Anlaşılan kedinin karnını doyuruyordu.
Bu görüntüye gülümseyerek yanına ilerledim. Ona yaklaştıkça boştaki elinin boynunda olduğunu gördüm. Daha dikkatli bakınca künyesine dokunduğunu anladım. Bir eliyle yemeğini yiyen kediyi seviyordu bir eliyle de künyesini avuçlarının arasına almıştı.
Sonunda yanına gelince beni fark etsin diye hafif boğazımı temizledim. Anında bakışları bana kaydı. "Oturabilir miyim komutanım?" Özellikle komutanım kelimesine vurgu yaptım. O da bunu fark etti ama bir şey demedi. Künyesindeki elini çekip karşısını gösterdi.
"Buyurun üsteğmenim, hiç sormanıza bile gerek yok." Kinayeli sesini duyunca dudaklarım iki yana kıvrıldı. Gösterdiği yere oturunca devam etti. "Ne için gelmiştiniz? Operasyon sırasında söyleyemediğiniz sözleriniz mi kaldı?" Sanırım kendisinin haklı olduğunu düşünüyordu.
Dirseklerimi aramızdaki masaya koyup ona yaklaştım. "Siz hâlâ hatanızın varkında değil misiniz?" Kaşlarını hayır anlamında kaldırıp indirdi.
"Hayır çünkü hatalı olan ben değil sen ve Enes." deyince sabır diledim.
"Biz hatalı değiliz Pars! Bize bağırmak yerine ne için öyle davrandığımızı sormak zor değildir bence." dedim sinirle. Az önce sakin bir şekilde gelmiştim buraya ama iki dakika içinde sinirlendirmişti beni.
"Sorduğumda suçlu benmişim gibi bağıran sen değil miydin Gece?" Hâlâ hatasını fark etmiyordu ya!
"İşte bundan bahsediyorum Pars. Sormak yerine karşındakini yargılıyorsun." dedim sinirle. "Biz de patlamanın olduğu bir yere koşacak kadar deli değiliz ama Enes babasından kalan son hatırası olan künyeyi düşürmüş. Hatıraların ne kadar önemli olduğunu biliyorsundur umarım." Dediklerimden sonra öylece kaldı. Böyle bir nedenden dolayı gittiğimizi tahmin etmiyordu anlaşılan. Hoş, tahmin etse bu şekilde konuşmazdı zaten.
Bir süre kucağında karnını doyurmuş ve uyuyan kediye baktı. Ben de bakışlarımı onda gezdirdim. Şu anda net bir şekilde pişman olduğunu anlayabilmiştim. Onu tanımayan biri bile bir bakışta pişman olduğunu görebilirdi. Bakışlarım bir anlığına boynunda sallanan künyeye takıldı, daha doğrusu künyelere. Boynunda iki tane künye vardı. Biri büyük ihtimalle kendisinin ama diğeri kimindi acaba?
Ben künyelere bakmaya devam ederken birden künyeyi tutup üniformasının altına soktu. İstemsizce tek kaşım kalktı, benim bakmamdan mı rahatsız olmuştu?
Düşünmemeye çalışarak bakışlarımı yüzüne çevirdim. Bir süre gözlerimin içine bakıp konuştu. "Böyle bir nedenden gittiğinizi bilmiyordum ama bunu bana da söyleseydiniz sizden önce ben gider o künyeyi arardım." Haklıydı ama ben Enes'in patlamanın içine girdiğini görür görmez hiçbir şeyi düşünmeden peşinden gitmiştim. Ben de ne için gittiğini bilmiyordum.
"Haklısınız ama bunu ben de bilmiyordum ve bilmediğim halde Enes'in o şekilde davranmasına sizin gibi tepki vermedim." diyerek ona laf çarptım. Laf çarptığımı anlayınca güldü.
"Uzun bir süre bununla ilgili laf çarpacaksın değil mi?" Sorusunu başımı iki yana sallayarak yanıtladım.
"Yok estağfurullah benim ne haddime komutanıma laf çarpmak." Ve bir kez daha laf çarptım.
O gülerek başını iki yana sallarken ben kucağında keyif çatan kediye uzanıp başını sevdim. Mırıltılar çıkararak Pars'ın kucağına iyice sokuldu.
"Senin eline ne oldu?" Pars'ın sorusuyla ona baktım, kediyi sevdiğim elime bakıyordu. Elimi çekip baktım, küçük bir yanık izi vardı. Enes'in künyesini alırken sıcaklıktan yanmıştı ve küçük bir iz kalmıştı anlaşılan.
"Künye sıcakmış ondan oldu." deyip kediyi sevmeye devam ettim.
"İz kalmasın diye krem sürdün mü?" Başımı iki yana salladım, aklıma bile gelmemişti. "Kalk hadi revire gidip krem sürelim." deyince reddecektim ama kucağındaki kediyi masaya koyup benim konuşmama bile izin vermeden elimden tuttu. Mecbur ona ayak uydurarak peşine takıldım.
Revire gelince hemşirenin içeride olmadığını gördüm, sanırım hava almak için dışarıya çıkmıştı. Pars dolaplara gidip bir tane yanık kremi aldı. Yanıma gelince ben de sedyeye oturdum. Kremi biraz parmaklarına sıkıp yavaşça elimdeki yanık izine sürmeye başladı.
"Enes'den özür dilemelisiniz." O kremi parmaklarıma sürerken konuştum. "Çocuğun kalbini kırdınız."
"Biliyorum, birazdan konuşacağım onunla." deyip bana baktı. "Sen de operasyonda değilken resmi konuşma." deyip parmaklarıma kremi sürmeye devam etti. Dudaklarım iki yana kıvrıldı. Daha birkaç saat önce resmi konuş diyen adam şimdi de resmi konuşma diyordu.
İşte şimdi elime düştün Pars. Hiç kusura bakma, o dediklerinin acısını çıkartırdım ben senden.
"Yok komutanım, görevde olmasakta karargahtayız ve siz benim komutanımsınız. Resmi konuşmadan olmaz. Hem ben öyle senli benli konuşamam, tuhaf hissederim kendimi." dedim ciddi bir şekilde, bir yandan da gülmemek için kendimi sıkıyordum.
Dediklerimden sonra başını kaldırıp bana baktı. "Bana inat böyle söylüyorsun değil mi?" Tabii ki.
"İnsanın iyi ki zeki bir komutanı var ya, eğer aptal olsaydınız işim daha da zorlaşırdı." dedim sırıtarak.
Gülerek başını salladı. "Hem komutanına aptal diyorsun hem de saygını bozmadan sizli bizli konuşuyorsun." deyip kremin kapağını kapattı. "Değişik doğrusu." Bence de değişik ama olsun.
"Aslında aptal demedim, iyi ki aptal değilmişsiniz dedim. Bence arada büyük fark var."
"Haklısın aradada büyük fark var, Allah korusun bir de direkt aptal diyebilirdin ama sen dolaylı yoldan demeyi seçtin." deyince kahkaha attım. Bir birkaç saat önceki adama bakın bir de şimdi ki adama, arada ne kadar fark var.
O hali aklıma gelince hemen gülmeyi kesip ona baktım. "Komutanım siz niye orada öyle tepki verdiniz?" Merakla sordum. O da gülmeyi kesip benim gibi ciddi bir hale büründü. "Yani emre itaatsizlik yaptığımız için desem sanki biraz fazla bir tepkiydi. Bize bir şey olma korkusundan o tepkileri verdiniz desem yine fazlaydı sanki o tepkiler." diye açıkladım.
Bir şey demeden ayağa kalktı. Gitmesine izin vermeden sağ elinden tutup onu durdurdum. "Dün herkes içini döküp geçmişini anlatırken siz bir şey anlatmamıştınız, anlatmak istemiyorsunuz diye kimse ısrar etmemişti. Şimdi de birkaç saat önceki davranışlarınızın sebebini soruyorum ama yine bir şey demiyorsunuz. Sorunlarınızı içinize atarsanız bir çıkar yol bulamazsınız." dedim hâlâ elini tutmaya devam ederken.
Bir birleşen ellerimize bir de bana baktı ama bir şey demedi. Konuşmaya devam ettim ben de. "Hepimiz zor şeyler yaşadık ve bunları içimize attık ama dün anlatarak rahatladık. Yaşadığımız zor şeylerin üstüne tuzu biberi olur gibi hepimizi mesleğimizden uzaklaştırdılar ama biz tekrardan buralara geldik. Birbirini tanımayan ama ortak geçmişleri olan yedi kişi olarak toplandık ve uzun bir süre de bu yedi kişi bir arada olacak." dedim. "Hatta Son Nefesimize Kadar bir arada olacağımıza inanıyorum ben. Birbirini anlayan çok az insan olur, aynı şeyleri veya benzer şeyleri yaşamadıkları için insanlar karşıdakini anlamaz ama biz ortak bir geçmiş yaşadık. Acı bir geçmiş ve bizi bizden başka kimse anlamadı." Dikkatle beni dinlemesine gülümsedi ve devam ettim.
"Yani demem o ki bizi bizden başka kimse alamazken içinize atmayın. Bizler sizi yargılamayız veya o bir işe yaramayan teselli cümlelerini kurmayız, biz sizi anlar yanınızda oluruz." diye bitirdim cümlelerimi.
Bir süre bana baktıktan sonra bakışlarını kaçırdı. "Anlatacak bir şeyim yok benim. O acıları yaşamamız gerekiyormuş ve ben de yaşadım bitti. Geçmişe takılı kalıp o acıları hatırlamam, içime atmam, yaşadım ve bitti der önüme bakarım." deyip elini elimden yavaşça çekti.
Elini çekerken hissettiğim şeyle oraya baktım, sağ elinin üstünde kesik izi vardı. Hatta küçük falan değildi, baya büyük bir iz vardı. Elini tekrardan tutup baktım. "Buraya ne oldu?" Merakla sordum. Kesiğin çok önceden olduğu belliydi ve sadece iz kalmıştı. Kesik izine dokununca Pars birden irkildi. Eş zamanlı olarak beynimin içinde bir ses duydum.
"Siktir!" Acı dolu bir sesle küfür etmişti. "Orospu çocuğu!"
Yine o aynı sesi duymuştum ama bu sefer diğerlerinden farklıydı, kendi duygumu da hissetmiştim ve o duyduğum kişinin acısını net bir şekilde hissetmiştim.
"Sen kızı uzaklaştır bunlar bizde."
Bu sefer de hiç duymadığım bir ses daha duydum. Yine mi başlamıştı bu sesler. Tam bitti derken bir daha duymaya başlamıştım.
Bir psikolağa mı gitsem acaba? Artık delirdiğimi düşünmeye başlamıştım çünkü.
Bu sesleri duymamak ve düşünmemek için silkenlendim, Pars'a odaklandım. Hâlâ elini tutuyordum
İşaret parmağımı kesiğin üstünde gezdirirken birden elini çekip uzaklaştı benden. "Önemli bir şey değil, operasyon sırasında oldu." diyerek odadan çıktı. Arkasından şaşkınca baktım. Ne olmuştu ki birden bire?
Şaşkın bir şekilde kapıya bakmayı kesip sedyenin üstüne oturdum. İlk önce boynundaki künyeye bakıyorum diye telaş yapmıştı şimdi ise elindeki kesik izini fark ettim diye telaş yapıyordu. "Neden bu ikisinde telaş yaptın Pars?" Kendi kendime konuştum.
Peki ya bugün operasyonda olan şey neydi? Niye aşarı bir tepki vermişti? Peki sorduğumda niye açıklamadı?
Ya geçmişini anlatmaması? Tamam anlatmayabilir ama bir şeyler gizliyormuş gibiydi, ya da içini dökmek istemiyordu ama neden? Bize güvenmediği için mi?
"Ah Pars bu gizemli hallerin kısa sürer inşallah, çünkü ben bir çözüm yolu bulamıyorum buna ve bulamadıkça düşünüp duruyorum." Yine kendi kendime konuştum. "Ama bu gizemli hallerin kısa sürecek çünkü bu işin peşini bırakmaya niyetli değilim."
Ah bir de bu olaylar yetmiyormuş gibi beyinimin içinde duyduğum sesler var. Ama bugün hiç duymadığım bir ses daha duymuştum ve tabii ki bu seslerin yanında kendi düşüncemi de hissetmiştim.
O acıyla küfür eden adamın çektiği acıyı hissetmiştim. Acıyla küfür ettiğini anlamıştım.
Pars Karadağlı'nın gizemli halleri, elindeki kesik izinde ve boynundaki künyelerde panik yaşaması ve sanki bunca derdim yokmuş gibi bu sesler. Yakında kafayı yersem hiç şaşırmazdım.
Ama bu seslerin sırrı yakında çözülecekti bence, çünkü ilk başta sadece birinin sesini duyuyordum ama bugün hem farlı birinin sesini daha duymuştum hem de kendi duygumu hissetmiştim. Eminim ki çok yakında çözülecekti bu seslerin kaynağı.
Ve sonra da Pars Karadağlı'nın bu gizemli halleri çözülecekti. Bu işin peşini bırakmaya hiç niyetli değildim.
"Sırrını çok yakında çözeceğim Pars Karadağlı. Çünkü ben meraklı bir insanım ve biz artık birer aile olmuştuk. Aileler birbirinden bir şey gizlemezdi."
Selam nasılsınız?
Bölüm nasıldı?
Pars'ın boynundaki ikinci künye kimin sizce?
Peki ya kesik izi? Nasıl olmuştur? Neden Gece kesik izine dokununca panik yaptı?
Gece bu sefer de başka bir ses duydu. O kim sizce?
En sevdiğiniz sahne?
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, kendinize iyi bakın🤍
|
0% |