@kitap__gezegeni1
|
Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayalım🦋
Keyifli okumalar✨️
6.Bölüm "Nezarethane"
Görkem'le birlikte sokaklarda gezerken aklıma yine Pars geldi. O günün üzerinden tam üç gün geçmişti ve ben henüz onun gizemli halleriyle ilgili bir şey bulamamıştım. Hatta bu üç gün içinde benden kaçıyormuş gibiydi. Ne zaman yanına gitsem bir bahaneyle yanımdan uzaklaşıyordu ve bu da ondan şüphelenmemi giderek arttırıyordu.
Bugün ise hepimiz izinliydik ve herkes bir yerlere dağılmıştı, biz de Görkem'le birlikte biraz hava almak için dışarıya çıkmıştık. Çıkmadan önce yine Pars'la konuşmaya çalıştım ama kardeşimi arayacağım diyerek anında yanımdan uzaklaşmıştı.
Revirde konuşmamızın ardından gidip Enes'le konuşmuştu. Enes'in düşürdüğü künyenin zinciri kırıldığı için düşmüştü ve onu da özür telafisi olarak Pars yaptırmıştı. Şimdilik hiçbirimizin arasından bir sorun yoktu. Pars'ın benden kaçması dışında.
Bu üç gün içinde benden hep kaçmıştı ama nereye kadar kaçacaktı? Eninde sonunda benimle konuşmak zorundaydı, çünkü aynı timdeydik.
Ben düşüncelere dalmışken omzumun sarsılmasıyla irkildim, yanımda yürüyen Görkem'e baktım. "İki saattir size sesleniyorum komutanım, iyi misiniz?" Sanırım düşüncelere fazla dalmıştım.
"İyiyim, dalmışım."
"Şu sıralar çok düşüncelisiniz, bir şey mi oldu?" Acaba ona Pars'ın gizemli hallerini anlatsam mı? Belki bu hallerini çözmem için bana yardım edebilirdi.
"Aslında değilim, Pars'ı düşünüyordum." deyince yüzünde muzip bir ifade oluştu. Hemen omzuna vurup konuştum. "O aklından geçeni sil Görkem, düşündüğün gibi değil. Pars'ın gizemli hallerini düşünüyordum."
"Nasıl yani, Pars komutanımın gizemli halleri mi varmış?" Başımı sallayıp onayladım onu.
"Evet var, mesela en son çıktığımız görevde bize bağırması." dedim. "Tamam kendince haklı olabilir ama bizim neden öyle yaptığımızı sormadan büyük bir tepki gösterdi. Bize bir şey olma korkusundan öyle yaptı desem bana göre biraz fazla bir tepkiydi. Emrine itaatsizlik yaptık diye desem yine biraz fazlaydı." diye açıkladım.
"Peki gizemli halleriyle bunun ne ilgisi var? Neden böyle davrandığını sordunuz mu?" Sorusunu başımı sallayarak onayladım.
"Tabii ki de sordum ama hiçbir şey demedi. Onun ardından elinin üstünde bir kesik izi gördüm. Çok önceden yaralanmış ve izi kalmış kesin. Kesik izine dokunup nasıl olduğunu sorunca ise hemen elini çekip bir operasyonda oldu diye geçiştirdi beni." Görkem anlattıklarımdan sonra düşünceli bir şekilde önüne döndü. Ben de ona bakarak ilerlemeye başladım. "Hadi ben bunlarda paranoyak davrandım desem bu son üç günde ne zaman Pars'ın yanına gitsem hep bir bahaneyle benden uzaklaştı. Anlattıklarının hepsi benim kuruntum desem adam niye sürekli benden uzaklaştı peki?"
"Son üç günde sizden uzaklaştığını ben de fark ettim ama bunu operasyon sırasında size bağırmasına bağladığım için çok takılmamıştım." dedi düşünceli bir sesle. Görkem'i kısa süredir tanıyorum ama ilk defa onunla böyle ciddi konuşuyordum. "Şimdi anlattıklarınızı düşünce hepimiz geçmişimizi anlattık ama Pars komutanımın anlatamadığı da gözüme çarptı. O zaman çok üstelememiştim anlatmak istemiyor diye ama nedense şu anda gözüme çarptı." Ona hak verdim, son zamanlarda benim de gözüme çarpıyordu ama adamın karşısına da geçip geçmişini anlat diye üsteleyemezdim. İster anlatır ister anlatmazdı ama gizemli halleri gözüme çok batıyordu.
"Büyük ihtimalle her şeyi içine atıyor ama neden? Bize güvenmediği için mi yoksa başka bir sebebi mi var?" dedim.
"Bence biz bir kahvaltı yapalım çünkü benim beynim çalışmamaya başladı. Protein toplamam lazım." deyince güldüm. Kahvaltı yapmadan kendimizi karargahtan dışarıya atmıştık ve ben de çok acıkmıştım.
Görkem'le birlikte yollarda ilerlemeye devam ederken az ilerideki kafe dikkatimi çekti. "Bak şurada kahvaltı yapabiliriz." dedim orayı göstererek.
"Umarım kahvaltılıkları güzeldir." diyerek oraya ilerledi. Sanki kötü olsa yemeyecekti.
Birlikte kafeye girip serpme kahvaltı söyledik kedimize. Kahvaltımızı beklerken Pars hakkında konuştuk biraz ama bu gizemli halleriyle ne yapacağımızla ilgili bir karar veremedik. Sonuçta adamı zorla konuşturamazdık ama gözüm hep üstünde olacaktı. En ufak bir açıkta bu gizemli hallerini çözecektim.
Kahvaltımız gelince sessiz bir şekilde yemeye başladık. Portakal suyumdan bir yudum içerken az ilerideki masada oturan orta yaşlardaki adamlar dikkatimi çekti. Gülerek onların karşısındaki masaya bakıyorlardı. Bakışlarım yavaşça o masaya döndü, iki tane genç kız vardı.
Başımı yana yatarıp portakal suyumu masaya koydum. İçimden bir ses belanın yine beni bulduğunu söylüyordu. Geç bile kalmıştı aslında.
Kahvaltımız bitene kadar gözlerimi o masadan ayırmadım. Kahvaltımız bitince ise Görkem doymadığı için kendine bir tane daha serpme kahvaltı söyledi. O tekrardan önündekileri yerken ben gözlerimi diktiğim masadan ayaklanan bir adama baktım.
Umarım düşündüğüm şeyi yapmazsınız, çünkü sizin sonunuzu hiç iyi görmüyorum.
Adamlardan biri yarım saattir gözlerini diktiği iki kızın olduğu masaya gidip izin almadan yüzündeki sırıtışla oturdu. Kızlar bu durumdan rahatsız olurken ben Görkem'in önündeki zeytinden bir tane alıp ağzıma attım. Ellerim kaşınmaya başlamıştı nedensizce. Sanırım dayak atma zamanım gelmişti.
O adamın arkasından diğer adamlarda kalkıp kızların olduğu masaya giderken ağzımdaki zeytinin çekirdeğini çıkardım. Kızlar bu sırada iyice rahatsız olurken masadan kalkmaya çalıştılar ama adamlar omuzlarından tutarak izin vermedi.
Hâlâ kahvaltısını yapmaya devam eden Görkem'in kavasına elimdeki zeytin çekirdeğini attım. Kaşlarını çatarak etrafına baktıktan sonra bakışları bana. "Doymadın mı hâlâ oğlum?" dedim.
"Ne acelemiz var komutanım, yavaş yavaş yiyorum işte." diyerek ağzına peynir soktu.
"Benim canım sıkıldı, senin de sıkıldı mı?" O masaya bakarak kurdum bu cümleyi.
"Bilmem sıkılmıştır herhalde." deyip ağzına zeytin attı. "Niye böyle bir soru sordunuz? Aksiyon mu var yoksa?" Heyecanlı bir şekilde kurduğu cümleyle gülerek başımı salladım.
"Karnını doyurursan evet var ama hâlâ tıkınmaya devam edersem bu aksiyonu sadece ben yaşayacağım." dedim bakışlarımı o masadan ayırmadan.
"Doydum ben, hadi kendimizi aksiyonun güvenli kollarına bırakalım." dediği şeye kıkırdadım. Ben ayağa kalkınca Görkem de kalktı.
"Bak şu masayı görüyor musun?" Bakışlarımı ayırmadığım masayı gösterdim. Bir süre o masaya baktı ve konuştu.
"Anladım ben, hiç kendinizi yormayın anlatmak için." Kendim gibi birini daha bulmak beni gülümsetti. "Komutanımla birlikte adam dövmedim demem artık." Bu cümleyi kurduktan sonra hiç vakit kaybetmeden masaya ilerledi.
Peşinden giderken söylendim. "Hay ben senin Görkem ya! Aksiyonu ben buluyorum ama beni beklemeden gidiyorsun! Hani kadınların önceliği?" Ben daha masaya varamadan Görkem gidip kızlardan birinin saçına parmağını dolayan adamın kolunu tuttuğu gibi sandalyeden kaldırdı.
"N'oluyor lan! Kimsiniz siz?" Kolunu tuttuğu adam sinirle konuştu. Ben de vakit kaybetmeden diğer kızın omzuna kolunu atan adamın kolunu tutup çektim. O ve onun yanındaki iki kişi de ayağa kalktı.
"Kimsiniz siz? Ne oluyor?" dedi içlerinde biri.
"Müessesemizin güzel bir hediyesi var size." dedi Görkem sırıtarak.
"Ne hediyesi? Ne saçmalıyorsun sen? Defolun gidin şuradan!" diyerek kolunu Görkem'in elinden kurtarmaya çalıştı ama Görkem nasıl tutuyorsa artık kolunu kımıldatamadı bile.
"Nereye defoluyoruz ya? Daha hediyenizi vermedim." diyerek adamın yüzüne sert bir kafa geçirdi. Kızlar çığlık atarken diğer adamlardan birine de ben yumruğumu geçirdim. Adam sendeleyerek sandalyeye tutununca sırıttım. "Güzel bir dayak seansına hoş geldiniz." diye ekledi Görkem
Geriye kalan iki kişiden biri benim üstüme diğeri de Görkem'in üstüne gelince bacağımı kaldırıp karnına sert bir tekme geçirdim. Adam tekmenin etkisiyle öksürerek yere yığıldı.
"Ulan sizin gibi şerefsizler şu dünyada olduğu sürece hiç kimse doğru düzgün dışarıya çıkamıyor!" diyen Görkem'e baktım bir anlığına. Bir tane adamın üstüne çıkmış art arda yumrukları geçiriyordu.
Görkem'in yanındaki diğer adam atağa geçince bunu Görkem fark etmedi, çünkü hâlâ üstüne çıktığı adamı yumruklamakla meşguldü. İlk başta yumruk attığım adam da benim üstüme gelirken önümdeki sandalyeyi alıp Görkem'in üstüne doğru giden adama attım. Hemen ardından da bana doğru gelen adamın bacak arasına tüm gücümle vurdum. Adam acıyla bağırırken karnına tekme attığım adam ayaklanmaya başladı.
Kafede çok az insan ardı ve onlarda korkularından kafeyi terk etmişti, çalışanlar ise korkularından bizi ayırmaya bile çalışmamışlardı. Sonuçta böyle kavgalarda araya kaynadığın zaman illaki dayaktan nasibini alabilirdin.
Ayağa kalkan adamla etrafıma baktım, masanın üstünde saksının içine olan yapay çiçeği görünce elime aldım, adam yanıma gelince elindeki saksının içinde olan çiçeği kafasına geçirdim. Saksı parçalara ayrılırken yapay çiçeklerde adamın üstüne düştü.
"Siktir! Plastik değilmiş ya bu saksı!" dedim yere kanlar içinde yığılan adama bakarak. Umarım o anki adrenalinle fazla hızlı vurmamışımdır. Çünkü haklıyken haksız durumuna düşmeyi hiç istemiyordum ama ben hep haklıyken haksız durumuna düştüğüm için takmadım. Umarım hızlı vurmuşumdur diye geçirdim içimden.
"Komutanım bu az oldu, belinizden silahınızı çıkarıp üstüne kurşun yağdırsaydınız keşke." diyen Görkem'e baktım, az önce yumrukladığı adamın üstünden kalmıştı ve şaşkınca kafasında saksı kırdığım adama bakıyordu.
Diğer adamlara baktım, bacak arasına vurduğum adam hâlâ yerde kıvranıyordu, sandalye fırlattığım adam ise sanırım bayılmıştı. Ölmesi imkansızdı, sandalyeyi yavaş atmıştım. Saksıyla yere serdiğim adam zaten kanlar içinde yerdeydi. Son olarak Görkem'in yurmukladığı adama baktım, gördüğüm görüntüye gülmemek için kendimi sıktım. Bana laf söylüyordu ama o adam benim kafasında saksı parçaladım adamdan daha beter durumdaydı.
"Sen bana laf atacağına yumrukladığın adamı ne hale getirdiğine bak." dedim. Adamın yüzü kandan görünmüyordu bile. Tanınmayacak durumdaydı.
Bakışlarını adama çevirip bir süre inceledi. "Hak etti ama." deyince güldüm. Ben de kafasında saksı parçaladığım adama baktım, tıpkı onun gibi "Hak etti ama." dedim. Bu dediğimden sonra ikimizde bir süre birbirimize baktık ve daha fazla kendimizi tutamadan kahkaha atmaya başladık.
Eminim ki bizi gören biri psikopat olduğumuzu düşünürdü, çünkü önümüzde baygın yatan, acıyla kıvranan ve kanlar içinde duran adamlar vardı. Bu görüntüyü gören ve onların karşında deli gibi kahkaha atan birini ben de görsem psikopat olduğunu düşünürdüm. Hatta akıl hastanesini bile arardım.
Gülmemizi zar zor durdurup arkamızdaki kızlara döndük, ikisi de şaşkınca bir bize bir de yerde yatan adamlara bakıyordu. Bu sefer de bakışlarım kafedeki çalışanlara kaydı, korkuyla bize baktıklarını görünce göz devirdim. Niye korkuyorlar ki? Alt tarafı adam dövmüştük, tabii az önce psikopat gibi gülmemizi saymazsak bir sorun yoktu.
Tam konuşmak için ağzımı açmıştım ki duyduğum siren sesiyle sırıttım. "Aksiyonlu hayatıma hoş geldin Görkem, suçsuz yere mapuslara düşmek nasılmış sen de göreceksin." dedim.
"Bir nezarethane havası almak iyi gelir. Sıradan hayatımıza ekşın katmış olur." deyince güldüm, sanki çok sıradan hayatımız vardı da.
Dakikalar içinde polis ekipleri gelince bizleri karakola o adamları ise hastaneye götürdüler. O adamlardan ikimizde şikayetçi olduğumuz için hastaneden sonra onlar da nezarethaneye düşecekti.
Başımı duvara yaslayıp son on dakikadır söylenen Görkem'e kulak verdim. "Ororspu çocukları bir de şikayetçi olmuş ya! Hem suçlu hem güçlü hepsi!" dedi sinirle. "Ama ben az yaptım onlara biraz daha dövmem gerekiyordu. Buradan bir çıkayım bunların hesabını da sorarım." Kıkırdadım. Ben bunlara alışık olduğum için artık normal karşılıyordum ama o alışık değildi. Daha çok söylenip ağzını bozacaktı, ta ki bu duruma alışana kadar.
"Maşallah komutanım, sizin de keyfinize diyecek yok." Bana laf atmasıyla ona baktım, bir sağa bir sola dolanıp duruyordu.
"Ben alışığım böyle şeylere." dedim. "Hani ilk operasyonumuzda ben suçsuz yere nezarethaneye giriyorum dediğimde hepiniz benimle dalga geçmişiniz ya, bak gör nasıl oluyormuş." Olduğu yerde durdu, bana baktı.
"Keşka Allah benim belamı verseymişte ağzımı açmasaydım o gün. Şu anda sizi çok iyi anlıyorum komutanım." Güldüm ve tekrardan arkama yaslandım. O ise deli danalar gibi küçücük yerde dolanmaya devam etti.
Görkem bir süre sustuktan sonra tekrardan konuşmaya başladı. "Ben hâlâ açım ya." Bakışlarım onu buldu, karnını ovuyordu. Oysa ki adamları dövmeden önce kahvaltısının ikincisini yiyordu. "Memur bey." Görkem'in masa başındaki polise seslenmesiyle tekrardan ona döndüm, ellerini demir parmaklıklara koyup başının yarısını parmaklıklar arasına sokmuştu.
"Açım ben, acaba yemek servisi yapılıyor mu?" Sorduğu soruya kıkırdadım, ilk defa nezarethaneye düştüğü o kadar belliydi ki. Ama alışırdı, benimle takılmaya devam ederse daha çok mapuslara düşerdi çünkü.
Polis memuru yukarı bakıp sabır diledi, kaç dakikadır Görkem'in söylenmesinden dolayı adam bıkmıştı. Bunu sürekli ağzının içinden bir şeyler söylenmesiyle anlamıştım. "Otel mi burası kardeşim? Ayrıca buraya geleli sadece bir saat oldu, günlerdir burada olsan yemek vermesek dediğini anlayacağım." dedi polis memuru.
"Bak kardeşim belki bilmiyorsunuz diye söylüyorum, ben ve komutanım suçlu değiliz. Üstelik biz askeriz." deyince kaşlarım çatıldı, mesleği üzerinden istediklerini mi yaptırmaya çalışıyordu yoksa ben mi yanlış anlamıştım.
Ayağa kalkıp onunla aramızdaki demir parmaklıkların yanına ilerledim. "Oğlum sen torpil mi kullanmaya çalışıyorsun yoksa ben mi yanlış anladım?" Bakışları bana döndü.
"Ne yapmayıp komutanım çok açım." deyince bu sefer sabır dileyen ben oldum.
"Geç şuraya otur Görkem, seninle kahvaltı yapmasak bu dediğini inanacağım." diyerek az önce kalktığım yere geri oturdum. "Bir de torpil için içeride tutacaklar bize. Sonra uğraş işin gücün yoksa!"
"Yalan söylemiyorum ki, gerçekten çok açım." dedi, kollarını kaldırıp kaslarına vurdu. "Bu kaslara o kadarcık yemek yeter mi sizce?"
"Yeter Görkem yeter, sen sadece sus." dedim ve oturduğum yere uzandım. "Mümkünse o sesini hiç duymak istemiyorum, çünkü uyuyacağım." diye ekledim.
"Vay amına koyayım ya, kadın komutanım değil de sanki sabıkalı bir suçlu gibi davranıyor. Bu rahatlık o suçlularda bile yoktur." Görkem'in söylenmesine sessizce güldüm. Üç ay içinde bu nezarethaneleri benimsemiştim artık. Tabii hep babamın çalıştığı nezarethaneye düşüyordum ve beni tanıdıkları için daha rahattım. Yakında buradaki memurlarda tanırdı beni nasıl olsa. Sadece birkaç ay veriyorum, birkaç ay sonra her şeyimi bilmiş olurlardı ve benim sürekli buraya gelmeme alışırlardı.
Bunları dedikten sonra yarım saat ya yattım ya da yatmadım. Çünkü Görkem sağ olsun uykumu mahvetmişti. Hangi akla bununla gidip kavgaya karıştım ki ben? Yok tövbe, bir daha asla bununla birlikte kavgaya karışmayı geçtim şuradan şuraya tek adım bile atmam.
"Ah benim çileli başım ah! Aç kaldığım yetmiyormuş gibi ömrümün yarısı bu parmaklıklar ardında geçecek sanırım. Bir Allahın kulu da gelip bunlar asker, hiç suç işler mi demiyor. Tamam işleyenler vardır ama benim şu muhteşem sıfatım nasıl suç işlesin? Tamam Gece komutanım bir sabıkalı ama ben değilim." Son dediğine kaşlarım çatıldı, benim nerem sabıkalı ya? Hayır hanım hanımcık, masum bir suratım var benim. Hiç sabıkalı birine benzemiyorum ki.
Yattığım yerden başımı kaldırıp ona baktım. "Oğlum bana niye suç atıyorsun? Nerem sabıkalı benim?"
"Yalan mı komutanım? Üç ay boyunca evden daha çok mapuslara düşmüşsünüz. Şu polisler bile bu parmaklıkları sizden daha az görmüştür. Çünkü sizin girdiğiniz kadar buraya suçlu getirmiyorlar ama siz hobi edinmişsiniz." Benim kaşlarım iyice çatılırken masa başındaki memurun güldüğünü duydum. Bu deli yüzünden adama da eğlence çıkmıştı. Daha yarım saat önce söylenip sabır dilerken şimdi utanmasa oturup kahkaha atacak duruma geldi.
"Kes sesini Görkem! Sabahtan beri başımı şişirdin." deyip tekrardan uzandım.
"Allahım şu anda Gece komutanımın rahatlığından bana da verir misin? Çok değil, bunun çeğreği bile olsa razıyım." Vallahi sabrımı sınamıyorsa ben de bir şey bilmiyorum. Şimdi aramızdaki demirleri umursamadan yakasına yapışıp iki tokat atacağım!
"Görkem biraz daha konuşursan ben bu sinirle aramızdaki bu parmaklıkları ikiye ayırıp seni boğacağım." dedim dişlerimin arasından.
"Hulk musunuz komutanım siz?" Bu dediğine daha fazla dayanamayıp çığlık attım. Evet evet, bildiğin çığlığı bastım. Beni buradan alıp akıl hastanesine yaptırabilirler artık.
Uzandığım yerden doğrulup söylendim. "Vallahi şuradan bir çıkalım o zaman benden çekeğin var!"
"Ben buradan çıkma umutlarımı buraya girdiğim de kimliğimle, telefonumla ve silahımla birlikte geride bıraktım komutanım. Yani boşa hayal kurmayın, üzülürsünüz." Ömür törpüsü yemin ediyorum ya!
Sinirle ayağa kalkıp parmaklıkların yanına gittim. "Memur bey, acaba telefon hakkımı kullanabilir miyim?" dedim, göz ucuyla Görkem'e baktım. "Eğer şu anda o telefon görüşmesini yapmazsam ya burada delireceğim ya da tünel kazarak buradan kaçacağım."
"Komutanım madem telefon hakkımız vardı niye şimdiye kadar kullanmadınız?" Görkem'in sorduğu soruyla ona baktım, bakışlarımı görünce devam etti. "Yani merak ettiğim için sordum ama söylemek istemiyorsanız söylemeyin." En azından bakışlarımdan sinirli olduğumu öğrenmişti, geç olmuştu ama öğrenmişti. Artık bir süre susar diye umut ediyorum.
"Sence neden Görkem?" dedim, cevap vermesini beklemeden sorduğum soruyu kendim yanıtladım. "Acaba Pars'ın gazabına uğramamak için olabilir mi?"
"Ama eninde sonunda öğrenecekti, siz erkenden söyleseydiniz gelip bizi buradan çıkarırdı ama siz aramadınız. Aramadığınız içinde ben konuştum ve olan sizin zıplayan sinirlerinize oldu." Maalesef ki haklıydı. Keşke Pars'ın gazabına uğrasaydım da sinirlerim zıplamasaydı.
"Böyle olacağını bilseydim buraya girdiğimiz ilk dakika Pars'ı arar saatlerce onun bizi azarlamasını dinlerdim. Ama bana da ders oldu, seninle bir daha bir yere gelmem de gitmem de." dedim.
"Bu kırdı işte." diyerek duvarın kenarına gitti ve oturdu. Bir bacağını uzattı, diğerini ise kendine doğru çekti. Vallahi Batuhan'a açımıştım şu anda, hayat bununla çok zor olmalıydı. Bir de trip atıyor ya, işin yoksa tribini çek bakalım.
"Sen trip atmaya devam et Görkem ben de gider Pars'la konuşur kendimi buradan çıkarttırırım. Seni de triplerinle baş başa bırakırım." dedim, anında ayağa kalkıp aramızdaki parmaklıklara geldi ama onu dinlemeden memura baktım. Bıkkın bir şekilde bize bakıyordu. Adam iki gün üst üste hiç uyumadan çalışsa bu kadar yorulmazdı herhalde. Az bile, az önce bana gülerken iyiydi tabii.
Polis memuru yanıma gelirken Görkem gerçekten onu burada bırakacağımı sandığı için yalvarmaya başladı. "Komutanım etmeyin, ben ne yaparım buralarda. Vallahi kafayı yerim, akıl hastanesine kapatırlar beni. Siz de vicdan azabından kahrolursunuz. Sırf sizi düşündüğüm için diyorum. Ben kafayı yersem siz çok üzülürsünüz, ben buna katlanamam. Yanlış anlamayın asla kendimi düşünmüyorum." Hiç kendisini düşünür mü ya? Asla.
Polis memuru kapıyı açınca gülerek dışarıya çıktım. "Bay bay Görkem, on dakika içinde gelmezsem bil ki senin çenen yüzünden firar etmişimdir." diyerek polisle birlikte buradan çıktık. Masa başındaki polislerden birinin yanına gelince masanın üstündeki telefonla bir kişiyi arayabileceğimi söyledi.
Telefonu elime alıp bekledim. Acaba babamı mı arasam. Sonuçta o da bir emniyet müdürüydü ve eli kolu uzundu. Tek bir telefonda bizi buradan çıkartırdı. Ah doğru ya, babamın torpille işi olmaz. Sırf torpil kullanmasını istedim diye beni günlerce burada bile tutar. O zaman babam elendi. Geriye bir tek seçenek kaldı, o da Pars ama numarasını ezbere bilmiyordum ki.
Masanın başındaki polisten telefonumu istedim, numarayı ezbere bilmediğim için sorun etmedi ama kendi telefonumdan aramama da izin vermedi. Telefondan numaraya bakıp tuşladım. Telefonumu uzatırken diğer telefonu da kulağıma götürdüm. Saniyeler içinde telefon açıldı ve Pars'ın o kalın sesini duydum. "Efendim." Derin bir nefes alıp yutkundum, umarım fazla kızmazdı.
"Benim komutanım, Gece." dememle birlikte hemen telaşlı bir şekilde konuştu.
"Neredesiniz Gece siz? Kaç saattir size ulaşmaya çalışıyoruz ama ikinizin de telefonu kapalı. Adamı delirtmeye mi çalışıyorsunuz." Yine ve yine çok sinirliydi.
"Şey komutanım biz..." deyip sustum, etrafıma baktım. Ne olacaksa olsun diyerek konuşmaya başladım. "Biz Görkem'le nezarethanedeyiz." dedim kısık bir sesle. Kendi sesimi ben bile zor duymuştum, umarım Pars duymamıştır.
"Ne dedin? Nezarethane mi?" Çok geç duymuş.
"Hıhı" diyebildim sadece. Şu anda yüzünü görmesemde o kaşlarının çatıldığını anlayabiliyordum. Eminim ki çehresi sinirden gerilmeye bile başlamıştır.
Aldığı solukarla sinirlendiğini anladım ve onun gazabına kendimi hazırlamaya çalıştım. "Yine ne bok yediniz de nezarethaneye düştünüz Gece?" Yine mi? Buraya geldiğimden beri hiç soruna bulaşmamıştım ki. Bu adam da her şeyi abartıyor ya. Hep günahımı alıyor benim.
"Yine derken? Ben burada ilk defa bir soruna karşıyorum." diyerek üste çıkmaya çalıştım. "Boşuna günahımı almayın."
"Nedense içimden bir ses bu ilkin devamı gelecek diyor." Sanırım içindeki ses doğru söylüyordu. Çünkü benim içimdeki ses de aynısını diyordu.
"Şey komutanım, acaba bunu sonra mı konuşsak. Bizi buradan çıkarmaya gelseniz çok güzel olur."
"Nasıl girdiyseniz öyle çıkın Gece." deyince göz devirdim, keşke babamı arasaydım.
"Tamam komutanım ya sizi arayanda kabahat, ben bizi çıkartacak birini bulur ararım." diyerek ajitasyon yapmaya çalıştım.
"Tamam Gece tamam, geliyorum yarım saate." deyince sırıttım, en fazla yarım saat sonra buradan kurtuluyordum.
"Bu arada komutanım şunu söyleyeyim, buraya düşmemizin tek suçlusu Görkem. Benim hiçbir suçum yok. Gitti durduk yere bir kavgaya karıştı ve kurunun yanında yana yaş gibi beni de attılar mapuslara." diyerek yalan söyledim. O Görkem'den başımın etini yemesinin intikamını almalıydım sonuçta. Bunları da hiç susmadan konuşmasına saysın.
Benim kurduğum cümleden sonra masanın başındaki polis memurunun güldüğünü duyum. Şimdi neden gülüyorsun derdim ama maalesef burası babamın çalıştığı karakol değildi. Vallahi görev başındaki memuru meşgul etmekten beni tekrardan içeriye atardı. En iyisi susmak.
"Bu dediğine nedense hiç inanasım gelmedi Gece." Pars'ın dediğine dudak büzdüm, her önüne gelen de bana inanmıyor arkadaş. Bunların dediklerini duyanda yalancı olduğumu sanacaktı.
Sanki daha şimdi yalan söylememişim gibi söylendim. "Bu dediğinize de ben alınmadım nedense." dedim. "Çünkü kimse dediğime inanmıyor." Telefonun diğer ucundan güldüğünü duydum. Benim dediğimi umursamadan konuştu.
"Batuhan bir taksi çağır. İki saattir aradığımız kaçaklar karakoldaymış." Sanırım timin yanına gitmişti çünkü az önce sessiz bir yerdeyken şimdi sesler artmıştı.
"Ben dedim ama Gece komutanım varsa bela illaki vardır. Bir de mayına basmayı seven Görkem'de eklenince dünyayı yakmadıklarına şükretmeliyiz." Barış'ın dediklerine göz devirdim. Yemin ediyorum insanın adı çıkacağına canı çıksın diye boşuna dememişler.
Ben içimden söylenirken memurun telefonu kapatmam gerektiğine dair el kol yaptığını gördüm. "Beni bu kadar çok sevmeniz gözlerimi yaşarttı doğrusu ama kapatmam gerekiyor." dedim. "Bir de biraz acele ederseniz sevinirim. Eğer geç kalırsanız buradan hiç çıkamam çünkü Görkem'i boğarak öldürebilirim. Ya da ömrümün geri kalanını firari olarak geçiririm. Aklımda tünel kazarak kaçma planları var da." Pars'ın bir yandan söylendiğini bir yandan da güldüğünü duydum.
"Emriniz olur Gece Hanım." Kinayeli sesini duyunca sırttım. Daha fazla konuşmadan telefonu kapatıp beni buraya getiren polisle nezarethaneye geri gittim.
Nezarethaneye girince Görkem'in demir parmaklıklarla bir bütün olduğunu gördüm. Elinde olsa başını o parmaklıklar arasına sokup öyle bakmaya çalışacaktı.
Beni görünce derin bir nefes aldığını işittim. "Bir an gerçekten kaçtığınızı düşündüm komutanım." deyince güldüm. Kendi kaldığım nezarethaneye girince Görkem hemen aramızdaki parmaklıklara geldi. Gördüğüm şeyle kıkırdadım. Ne zamandır başını oraya koyup kapıya bakıyordu bilmiyorum ama başının iki yanında demirlerin izi çıkmıştı ve gerçekten de çok tuhaf görünüyordu.
"Bu ne lan, kaç dakikadır orada duruyorsun? Demirlerin izi çıkmış." dedim yüzüne dokunarak.
"Komutanım bırakın siz izi de buradan çıkacakmıyız onu söyleyin." Biraz korkutmaktan zarar gelmezdi sanırım.
"Maalesef çıkamıyoruz Görkem, dövdüğümüz adamlar bizden şikayetçi olduğu yetmiyormuş gibi kafe çalışanları ve çevredeki insanlarda şikayetçi olmuş. Sanırım uzun bir süre buradayız. Belki iş savcılığa kadar gider." dedim ciddi bir şekilde.
"Ne demek şikayetçi olmuşlar ya? Peki Pars komutanım gelip çıkarmayacak mı bizi?" Düşünceli bir şekilde kurduğu cümleye gülmemek için kendimi sıktım.
"Aradım onu da, anlattım işte ama adam ne bok yerseniz yiyin dedi. Hatta inanmayacaksın ama bütün suç benim, Görkem'in hiçbir suçu yok dedim, onu bari çıkarın dedim ama dinlemedi beni." Ciddi bir şekilde kurdum bu cümleyi, beni tanımayan biri kesin bu dediğime inanırdı. Görkem gibi. "Yani biz burada kalmaya alışmalıyız kader ortağım." Kaşları çatıldı, biraz düşündükten sonra konuştu.
"Pars komutanım niye böyle diyor ki?" Ah be Görkem sorgulama da inan işte.
"Sanırım son günlerde onu baya sinir etmişim. Bir de şu birkaç saat içinde bize ulaşmaya çalışmış ve telefonlarımız kapalı olduğu için sinir iyice tepesine çıkmış. Ben de nezarethanede olduğumuzu söyleyince bağırıp çağırıp yüzüme kapattı telefonu." diye açıkladım.
"Kaldık mı şimdi burada?" Gülmemek için yanağımın içini ısırıp başımı salladım.
"Sanırım kaldık."
Bir süre öylece etrafa baktı, sanırım söylediğim yalanlara inanmıştı. Başımın etini az yememişti o, bu yaptıklarım az bile kaldı.
"Bir dakika ya, sizin babanız emniyet müdürü değil mi?" Heyecanla sordu. "Arayın onu, eli kolunu uzundur tek bir telefonla çıkatırır bizi buradan."
"Maalesef Görkem babam torpillerden nefret eder. Böyle bir şey için onu ararsam o burada kalmamız için elinden geleni yapar." İşte bu dediğim yalan değili. Bir kere denemiştim bunu ve iki günümü nezarethanede geçirmiştim. Neyse ki dersimi aldım diye sadece iki gün kalmıştım orada. Bir daha asla o hataya düşüp de babamın mevkisini kullanmaya çalışmam.
"Eee ne yapmacağız biz? Acaba şu tünel kazma işini mi düşünsek?" Ciddi ciddi dediği şeyle kendimi olabildiğince sıktım. Gerçekten de inanmıştı yalanlarıma.
"Ben de öyle düşünüyorum aslında. Tünel kazmak en iyisi. Suçsuz yere yatmayalım içeride." dedim.
"Eee neyle kazacağız tüneli?" Allahım bir de ciddi ciddi soruyor. Sanırım bu nezarethane çocuğun bünyesinde ters tepki yaratmıştı. Bir daha buraya düşerse kesin delirirdi.
"Valla şu anda elimizde bir malzeme yok ama gelirken bir memurun bardağından çay kaşığını aldım. Artık kaşıkla kazacağız." dedim zorlukla, artık kendimi zor tutuyorum. Her an gülebilirdim.
"Kaşıkla tünel mi kazılır komutanım ya? Sanırım çok fazla film izlediniz." Daha fazla kendimi tutamayarak kahkaha attım. Bir yandan da Görkem'in kafasına vurdum.
"Geri zekalı, tünel kazmamız çok normal sanki de kaşıkla kazamamıza laf ediyorsun." Benim gülmemle ve söylediğim şeylerle bir aydınlanma yaşadı.
"Siz şaka mı yaptınız?" Sorusunu duyunca karnımı tutarak yere oturdum. Başımın etini yedi diye söyleniyordum ama o da olmasa can sıkıntısından patlardım burada.
"Biraz geç oldu ama olsun. Ne demişler geç olsun da güç olmasın." dedim gülmelerimin arasında.
"Aşk olsun komutanım ya, ben de ciddi ciddi sizi dinliyorum sabahtan beri." diyerek uzaklaştı benden. "Burası bana yaramadı, kendimi geri zekalı gibi hissettim."
"Geri zekalı gibi hissetme bence. Bu konuşmaları duyan direkt geri zekalı olduğunu anlar." dedim ve yine gülmeye başladım.
"Gülün siz komutanım gülün. Birazdan Pars komutanımın gazabına uğrayınca da böyle gülebilecek misin merak ediyorum."
"Gülerim çünkü bütün suçu senin üstüne attım." dedim sırıtarak. Gözleri şaşkınlıkla açıldı, hemen yanıma gelip ellerini demirlere koydu.
"Lütfen yine şaka yaptım deyin." Korku dolu sesini duyunca yine güldüm. "Hani Görkem'in bir suçu yok demiştiniz siz? Hep kandırıyorsunuz beni bari şimdi kandırmayın."
"Tabii ki de şaka yapmadım, açık açık burada olmamızın suçlusu Görkem dedim." Mümkünmüş gibi gözleri daha da büyüdü. "Ama inanmadığını açık açık belli etti." Bu sefer de derin bir nefes aldı.
"Bir an yüreğime iniyordu ya." dedi rahatlamış bir sesle.
Tekrardan konuşmak için ağzımı açmıştım ki bir boğaz temizleme sesi duydum. İkimizin de bakışları anında sesin geldiği yere döndü ve yine aynı adan gördüğümüz yüzlerle şaşkınca birbirimize baktık. "Sıçtık!" dedik aynı anda.
Bu kadar erken gelceklerini tahmin etmemiştim doğrusu.
Şu anda nezarethanenin çıkışında timin geri kalanları vardı, onlar bize gülerek bakarken benim bakışlarım kaşlarını çatmış bir şekilde bize bakan Pars'a kaydı ama onda da fazla oyalanmadan Serhat albaya baktım. Onunda Pars'tan kalır yanı yoktu, sinirli bir şekilde bize bakıyordu.
"Allah mutluluğunuzu daim etsin çocuklar." dedi albay. "Çocuklara söyliyeyim de size çay kahve bir şeyler getirsin, kuru kuru sohbet etmek olmaz." Acaba ne zamandır oradaydılar? Niye bu kadar erken geldiler? Karakolun kapısında mı bekliyordunuz mübarek!
Yavaşça oturduğum yerden kalktım. Aynı yavaşlıkla parmaklıkların yanına gittim. "Siz ne zaman geldiniz komutanım?" Merakla ve biraz da çekinerek sordum.
"Eğlencenizin başını kaçırsakta sanırım ortalarına doğru geldik üsteğmenim." dedi albay. "Yani kaşıkla tünel kazma planlarınızı duyduk diyebilirim." Görkem'in de dediği gibi Allah keşke benim belamı verseydi de ağzımı açmasaydım.
"Biz buraya sizi çıkarmaya geliyoruz ama sandığımızdan daha çok eğleniyorsunuz. Bir süre daha burada kalabilirsiniz bence." diyen Pars'a baktım, sırf bana inat demiyorsa ben de bir şey bilmiyordum. Üç gündür adamın peşini bırakmadan onu sıkıştırıp ağzından bir laf almaya çalışıyordum ve şimdi de sıra ona gelmişti. Tek fark o beni sıkıştırmak yerine burada tutmakla tehdit edip benden intikam olmaya çalışıyordu.
"Keşke sizi arayacağıma tünel kazsaydım komutanım. Bence daha şanslı olurdum." dedim, bir an gülecek gibi oldu ama hemen kendini toparladı.
"Neyle? Kaşıkla mı?" Başımı sallayıp onayladım onu.
"Sizi aramaktansa kaşıkla tünel kazabileceğimi düşünmek daha cazip geldi şu anda."
Diğerleri kıkırdarken albay yanımızdan ayrıldı. "Komutanım bizi bırakmıyorsunuz değil mi?" Görkem albayın arasından bağırınca güldüm ama Pars'la göz göze gelince hemen gülmemi kestim.
"Gönül isterdi ki sizi burada bırakayım ama siz iki deliyi bir dedilik yapmadan çıkarmak daha iyi." diyerek buradan çıktı. Albay çıkar çıkmaz Görkem tekrardan konuşmaya başladı.
"Memur bey az önce gelen bizim albayımızdı, yani eli kolu uzun. Tek bir kelimesiyle bizi buradan çıkaracak. Bence sen şimdiden bizi çıkar. Ha erken çıkmışız ha geç, pek bir fark yok sanki." Batuhan başını iki yana sallayarak onun yanına gidip parmaklılardan elini soktu, başına bir tane geçirip konuştu.
"İçimden bir ses burada olduğun süre boyunca adamı delirtmişsindir diyor. Beş dakika çeneni kapalı tutarsan bir şey olmaz." Onlar tartışırken bakışlarını benden ayırmayan Pars'a baktım.
"Bir şey mi oldu komutanım?" dedim ben de gözlerimi ondan ayırmadan.
"Umarım bu saçmalık sondur Gece. Sürekli gelip sizi buralardan toplamak istemiyorum." Bunu görende keyfimizden giriyoruz sanacak ya.
"Biz de keyfimizden girmiyoruz herhalde komutanım. Adamlar kızları taciz ediyordu ve biz de insanlık vazifesi olarak biraz dövdük." diyerek üste çıkmaya çalıştım.
"Tamam böyle şeylere göz yummayın ama bu işler böyle yürümüz. Tamam bu olaylar sıklaşıyor ve görünce insan kendini tutamayor ama adamları da öldüresiye dövmek sizleri haklıyken haksız durumuna düşürüyor. Polisi arayıp adalete teslim etmek zor değil." diye açıkladı, haklıydı ama kendimize hâkim olamamıştık. Dediği gibi birkaç yumruk atıp polisler gelene kadar bekleyebilirdik ama... Ama ben bekleyemem, normal insanlar beklesin.
"Haklısınız komutanım, bir dahakine böyle yaparım." İçimden geçenler ve ona söylediğim tamamen farklıydı. Pars'ın tek kaşını kaldırdığını görünce omuz silktim. "Gerçekten bir dahakine böyle yaparım."
"Hiç inandırıcı gelmiyor ama neyse." dedi. Aramızda başka konuşma geçmezken Görkem'in de dediği gibi beş dakika sonra polis memuru gelip bizi dışarı çıkardı. Serhat albay hâlâ emniyet müdürüyle konuşurken biz gerekli yerlere imzamızı atıp içeriye girmeden önce alınan eşyalarımızı aldık. Serhat albay gelene kadar hepimiz dışarıya çıkıp onu bekledik.
Dışarıya çıkınca Pars'ın telefonu çaldı. "Bir yere ayrılmayın, birine bulaşıp kavga çıkarmayın hemen geliyorum." diyerek yanımızdan uzaklaştı. Bir ebeveynin çocuğunu okula yollarken tembihlediği gibi tembihlemesine göz devirdim ama bizi az önce karakoldan çıkardığı aklıma gelince hak verdim. O küçük ergen çocuklardan bir farkımız yoktu maalesef.
"Bir şeyi çok merak ediyorum adamın kafasında saksı kıran hanginiz?" Anıl'ın sorduğu sorudan sonra gögsüm gururla kabardı.
"Ben tabii ki de."
"Tabii bunu Gece komutanımdan başkası yapamaz." dedi Görkem. "Bir de adamın kafasında saksıyı kırdıktan sonra bu saksı niye plastik değilmiş deyip şaşkınca etrafına bakması var." Herkes onun dediğine gülerken hemen savunmaya geçtim.
"Adamın kafasında saksı kırmak gibi bir niyetim yoktu, sonuçta ben bir cani değilim." dedim, aklıma bu şehire gelmeden önce adamın kafasını elektrik direğine geçirdiğim geldi. Gerçekten de canı değilmişim. "Sadece adamı birkaç saniye afallatacaktım ama hesaba sakının plastik olmadığını katamamışım." diye açıkladım.
"Dedi adamın üstüne sandalye atan kadın." Sinirle Görkem'e baktım, bu da bugün benimle uğraşıp durmuştu.
"Ben orada seni kurtardım ahmak, beni gömmekten vazgeç." Sinirle söylendim.
"Siz bakmayın buna komutanım, kendisininde sizden kalır yanı yok maşallah. Adamın yüzü tanınmayacak hale gelmiş." dedi Enes. Beni mi savundu yoksa Görkem'le birlikte beni mi gömdü tam anlayamadım. Sormak için ağzımı açmıştım ki bir ses duydum.
"Bu şerefsizler nasıl serbest kaldı lan? Bizi hastanelik ediyorlar ama elini kolunu sallayarak çıkıyorlar." Sesin geldiği yere baktım ve bizim dövdüğümüz adamlarla göz göze geldim. Asıl bunlar nasıl serbest kalmıştı? Ayrıca biz haklıydık ama kendilerini haklı sanıyordu pezevenkler!
Bir dakika o bize şerefsiz mi demişti?
İşte bu sefer bu adamları kimse elimden alamazdı.
Tam onlara doğru gidiyordum ki Barış'ın konuşmasıyla durmak zorunda kaldım. "Düzgün konuş lan!" diye bağırdı adama, en az benim kadar sinirlenmişti o da.
"Ne o onların avukatı mısın sen?" Bacak arasına vurdum adam konuştu. Bizim üstümüzde zaten üniforma yoktu ve onların da olmadığı için bizimle bu şekilde rahatça konuşmaları normaldi. Yani hiçbiri asker olduğumuzu bilmiyordu. Eminim ki bilseler bu kadar rahat olmayı geçtim götleri bile tutuşurdu.
"Hayır değilim, bir avukata ihtiyaçları da yok onların." dedi Barış. "Ayırca benim fikrimce size az bile davranmışlar ama karşılarındaki kişiler bi' bok yapamadığı için bu size bile fazla olmuş." deyince sırıttım.
Sanırım yeni bir kavganın fitilini ateşliyordu ve ben buna hiç hayır diyemezdim. Çünkü hâlâ bize şerefsiz demesindeydim ben.
"Bekle sen bekle, ne senin ne de şu korkak gibi arkana saklanan iki aptalın yakasını bırakmayacağım." dedi sandalye fırlattığım adam.
İlk başta şerefsiz şimdi de aptal. Üstüne bir de korkak ha! Vallahi kaşınıyordu ve ben de, hatta biz de kaşıyacaktık bence. Ama iki kişi değil, bir tık fazla olacaktık sanırım. İki kişiyken hastanelik ettiğimiz adamlara bu sefer mezar kazmasak iyiydi bari.
"Bak kaşınma da siktir git şuradan. Zaten nasıl çıktınız bilmiyorum ama ben de sizin yakanızı bırakmayacağım." diyerek Görkem araya girdi.
"Siktir git bir şuradan, yanındaki avukatlarını ve sürtüğü de alıp defol!" Bir dakika, sürtük diye bana mı dedi?
"Yedim oğlum seni! Çükünü koparıp eline vermezsem bana da Gece demesinler!" diyerek adamın üstüne adeta uçtum. Benim hemen ardımdan yerinde zor duran Görkem de geldi. Biz ikimiz birer tane adam alırken arkamızdan Allah Allah diye bir ses duyduk.
"Yettim Komutanlarım." diyen Batuhan'ın sesini duydum, sanırım Allah Allah diye bağıran oydu.
Ben bana sürtük diyen adama kafayı geçirirken diğerlerinin de geldiğini gördüm. Hepimiz adamları döverken bir anlığına bakışlarım telefonla konuşan Pars'a kaydı. Elinde telefonla şaşkın bir şekilde bize bakıyordu. Bir de çocuk gibi bizi tembihlemesine kızıyordum ama adam sonuna kadar haklıydı. Çocuklardan bir farkımız yoktu. Tabii bunda da biz haklıydık. Onlar kaşınmıştı.
Daha fazla Pars'a bakmadan önüme döndüm, en ufak dikkatsizlikte yüzüme gelen yumrukla yere serilebilirdim çünkü.
Kafede bacak arasına vurduğum adamın bacak arasına bir kez daha vurdum. Sanırım artık pek bir işlevi olamayacaktı.
Bu sefer de Batuhan'la birlikte kafasında saksı kırdığım adama geçerken havaya birkaç kere ateş edildi. Anında hepimiz olduğumuz yerde durduk ve etrafımıza baktım. Polislerden biri ateş etmişti ve yanında da emniyet müdürüyle emniyet amiri olararak düşündüğüm adamlar vardı. Onların da yanında albay tabii. Bize bunlar adam olamaz der gibi bakıyordu. Bir hafta olmadan albaya da rezil olduğumuza göre tam gaz ileri.
"İyi tarafında bakalım, bu sefer sadece Gece komutanımın değil sizlerin de başını şişireceğim." dedi Görkem keyifli bir sesle.
"Acaba yakalanmadan kaçsak kaç yıl yeriz ve askerliğimize etki eder mi?" dedim, çünkü Görkem'le bir daha nezarethaneye girmeyi kaldıramazdım.
"Hayatınızı karartmayın komutanım, sayılı gün çabuk geçermiş. Hem Görkem çok konuşursa ağzını bağlarız." diyen Enes'le başımı salladım. Bu iyi fikirdi işte.
"Atın bunların hepsini içeriye!" Albayın yanındaki adamın bağırmasıyla Serhat albaya baktım, hiç bu taraf bakmadan bakışlarını kaçırdı. Bu sefer Pars'a baktım, göz göze gelince hayırdır masasında göz kırptı. Başımı yana yatırıp ona bakmaya devam ettim. Bu sefer kaşlarını hayır anlamında kaldırdı. Kaderime maalesef boyun eğecektim. Kimseden hayır gelmezdi bize.
"Gençler içeriye girmeden önce masalardaki bardakların içinden kaşık alında tünel kazalım." dedim. "Bu saatten sonra bizi bizden başkası kurtarmaz." diye de ekledim.
"Komutanım bu sefer ciddi misiniz?" Görkem'in sorduğu soruya güldüm. "Size pek inanasım gelmiyorda." Sanırım ciddiydim çünkü kimse bizi dışarıya çıkarmazdı.
Selam nasılsınız?
Bölüm nasıldı?
Hepsinin birden içeri gireceğini tahmin etmiş miydiniz?
En sevdiğiniz sahne?
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, kendinize iyi bakın🤍
|
0% |