@kitap__gezegeni1
|
Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayalım🦋
Keyifli okumalar✨️
9.Bölüm "Geçmişin Tebessümü"
Ben istemediğim taktirde hiçbir şey öğrenemez...
PARS KARADAĞLI
Elimdeki künyeye bakıp güldüm, eminim ki henüz künyeyi aldığımın bile farkında değildi, olsaydı şimdiye üstüme çıkıp zorla onu benden alırdı. Farkına varınca da kendi kendine sinir krizlerine girip bana saydırıyordur kesin. Bu düşünce beni gülümsetti. Onu tanımaya başlamak hoşuma gidiyordu.
Bu kısacık zamanda onu yavaş yavaş çözmeye başlamıştım artık. Keşke daha önceden bu huylarını bilseydim...
Bazen beni, hatta her zaman beni deli ediyordu ama her gün farklı bir huyunu tanımak sevindiriyordu. Çok yakında onu kendisinden daha iyi tanıyacaktım. İşte o zaman ben mutlu olmazdı herhalde.
En çok sevdiğim huyu da bana diklenmesiydi. Sinir falan ediyordu ama benim dediklerimi yapmaması da nedensizce hoşuma gidiyordu çünkü o zaman onunla daha fazla konuşmuş oluyordum. Ya da kavga etmiş oluyordum. Ve onu daha yakından izleme fırsatına sahip oluyordum.
"Abi kıza ne zaman söyleyeceksin? Künyenin kendisine ait olduğunu öğrendi, kesin seni sıkıştırıp öğrenmeye çalışılır." Bakışlarım bunları diyen Aras'a kaydı. Haklıydı, şimdi bile beni sıkıştırmaya başlamıştı. Bundan sonra neler olur hiç bilmiyorum.
"Sıkıştırsın, ben konuşmadığım takdirde hiçbir şey öğrenemez." deyip onun adının yazdığı künyede parmağımı gezdirdim.
"Ya beni sıkıştırıp öğrenise? Deli dolu biri olduğunu ve aklına koyduğu şeyi illaki yapar diyen sensin. Kesin ben buradan gidene kadar beni on kere sıkıştırıp öğrenmeye çalışır." dedi, biraz düşünüp devam etti. "Gelir gelmez bir imada bulunduğum için benim de bir şeyler bildiğimi sanıyordur." Sanmaz mı, zehir gibiydi. Her şeyi anında görüp anlıyordu ve bu huya da hışma gidiyordu. Sanırım her şeyi hoşuma gidiyordu.
"Sansın Aras, sen de hiçbir şey demeyeceksin. Ben ne zaman istersem o zaman anlatacağım." dedim ona bakmadan. "Ben istemediğim takdirde hiçbir şey öğrenemez, öğrenmeyecek!" Net ve kesin bir dille sonlandırdım cümlemi.
"Off abi, anlat gitsin işte. Ne uzatıyorsun anlamıyorum ki!" Bakışlarım ona kayarken kaşlarım çatıldı. Ne diyecektim acaba? Her şeyi pat diye söylesem yüzüme bakar mıydı belli değil. Zaten öyle pat diye söylenecek konu da değildi.
"Ne diyeceğim Aras? Ben sana aşığım Gece mi diyeceğim? Sen beni hiç görmedin ama ben seneler önce seni gördüm ve ilk görüşte aşık oldum mu diyeceğim? Yıllardır bu künyeyi aşkımdan dolayı boynumda taşıyorum mu diyeceğim? Ne diyeyim Aras?" dedim sinirle, sesim sert ve yüksek çıkıyordu. "Kız onunla dalga geçiyorum sanar ve bir tane geçirir suratıma." Son dediğim şeye kahkaha atınca göz devirip önüme döndüm. Anca gülsün, bir şeyi de ciddiye alsa şaşırırım zaten! Zevzek herif!
"De gitsin abi, vurmaz bence."
"Zevzek zevzek konuşma Aras!" dedim dişlerimin arasından. Tabii kendisine eğlence çıktığı için gazı verir sonra olan bana olur.
Aklıma onu ilk gördüğüm zaman geldi, kalbim sıkıştı, onun canı o gün nasıl yandıysa o günü hatırlayarak benim de canım yandı. Kim bir o gün nasıl acı çekmişti. Eğer ki biz gelmeseydik... Kim bilir ne durumda olurdu.
4 YIL ÖNCE
"Lan yorgunluktan öleceğim şimdi. Kaç gündür yemek yemiyoruz biz? Benim şimdiye açlıktan öbür tarafa gitmem gerekiyordu." Bakışlarım bunu diyen Ahmet'e kaydı. Ömrü hayatı yemek yemekle geçmiştir herhalde, geri kalan hayatı ise operasyonlarla.
"Bakın yılan gidiyor, onu kesip yiyelim." diyen Arda'ya baktım, bakışlarını takip ederek yılanın yerini buldum. Yavru bir yılandı, az ileride hızla gidiyordu.
"Salak salak konuşma Oğlum küçücük yılanı mı yiyeceğiz? Hem o daha yavru anası musallat olur." Tolga komutanın dediğine güldüm. Yılan ortalama üç karış ya vardı ya da yoktu. Ayrıca yavru yıllarıno öldürünce Tolga'nın dediği gibi bir efsane duymuştum. Gerçek mi değil mi bilmiyorum ama duymuştum işte.
"Beyler çeneniz değil de ayaklarınız çalışsın. Bu gidişle karargaha zor varacağız." En sonunda Özgür komutan bu konuşmaya el attı. Özgür komutan timin komutanıydı ve Tolga komutan da komutan yardımcısıydı. Aslında bir yıl öncesine kadar bendim komutan yardımcısı ama Tolga komutan gelince o olmuştu, benden rütbe olarak üstündü.
Bu sefer daha sessiz bir şekilde yola devam ettik. Bir ara Arda yılanı yakalamaya çalışada vazgeçip yoluna devam etmişti. Yaklaşık on beş gündür görevdeydik ve birkaç gündür doğru düzgün hiçbir şey yiyememiştik. Yiyeceğimiz bitmişti ve biz etraftan bulduklarımızla idare ettiğimiz için bir hayli acıkmıştık. En çok da Ahmet acıktımıştı sanırım. Gördüğü her şeyi yemeye çalışıyordu çünkü. Birazdan yere oturup taş, toprak yiyecek diye korkmuyor değildim hani.
"Komutanım buraya yakın bir köy var oraya gidip karargahla irtibata geçebiliriz." dedim etrafıma bakarak. Az çok biliyordum buraları.
"Köy güvenilir mi Pars?" Başımı sallayıp Özgür komutanı onayladım.
"Güvenilir komutanım." demiştim ki az ileride bir şey dikkatimi çekti. Daha dikkatli bakınca yerde yatan biri olduğunu anladım.
"Orada bir var." dedim adımlarımı o yöne yöneltirken. Tedbirsiz hareket etmezdim ama ayaklarım beni direkt oraya yönlendirmişti. Beni oraya çeken bir şey vardı sanki.
"Pars dikkat et! Tuzak olabilir." Arkamdan Tolga komutan ve Özgür komutan aynı anda seslendi bana ama adımlarımı o tarafa atmaktan vazgeçmedim. Yerde yatan bedene yaklaştıkça bu kişinin bir kadın olduğunu anladım. Uzun kahverengi saçları vardı ve yüzünü kapatmıştı saçları.
"Ölmüş mü?" Arkamdan Arda'nın sorduğu soruyla kadına yaklaşıp baktıp, saçları yüzünü kapattığı için yüzünü göremiyordum ama darp edildiği apaçık ortadaydı. Üstündeki kıyafeti toz, toprak içindeydi, bazı yerleri yırtılmıştı ve kollarının bazı yerleri morken bazı yerlerinde de kurumuş kanlar vardı. Darp değil bildiğin işkence görmüştü. Çok kötü görünüyordu.
Elimi yavaşça kaldırıp yüzündeki saçları çektim, kadının yüzü görüş açıma girerken yutkundum. Yüzü çok kötü durumdaydı. İki elmacık kemiğide mosmor olmuştu. Bir kaşı yarılmıştı, alnında da kurumuş kan vardı, dudağı patlamıştı ve burnundan da kan gelmiş ama kurumuştu. Kim bilir kaç gündür bu haldeydi, veya kaç gündür işkence edilmişti.
Elimi yavaşça elmacık kemiğine götürdüm. Dokununca inledi. Bilinci kapalı değildi. "Uyanıyor." dedim bizimkilere. Kız birkaç defa gözlerini açmaya çalıştı ama geri kapattı, en sonunda hafif gözlerini araladı. "Duyuyor musun beni?" Sordum ama cevap vermedi, hatta şu anda bilinci açık mı ondan bile emin değildim. Gözleri aralıktı ama bomboş bakıyormuş gibiydi. Beni gördüğünden bile şüpheliydim.
"İyi misin? Duyuyor musun beni?" Bir kez daha sordum. Dudaklarını aralayıp konuştu, onu daha iyi duyabilmek için üzerine doğru eğildim.
"Su..." Su istiyordu ama ben burnuma gelen portakal çiçeği kokusuyla kadının dediği şeyi çoktan unutmuştum bile. Toz toprak içindeydi, eminim ki günlerdir bu haldeydi, bu kirli haline rağmen o portakal çiçeği burnuma net bir şekilde geliyordu. Onun yanında birazda barut kokusu vardı. Hem portakal çiçeği hem de barut kokuyordu ve bu koku çoktan beni gerçek dünyadan uzaklaştırmıştı. Kokusu beni kendine çekip hapsetmişti sanki. Ta ki kadın bir kez daha su isteyene kadar.
Silkenelip hızla kendime geldim. Ne olmultu birden bire bana? Hiç böyle olmamıştım daha önce. Başımı iki yana sallayıp düşünmemeye çalıştım yoksa yine gerçek dünyadan kopup gidecektim. Çantamdan son kalan suyumu çıkarıp kadına içirdim. Bu kadın kimdi bilmiyorum. Belki bir terörist belki de sıradan bir vatandaş, bilmiyorum ama ben kadının kokusundan bile etkilenmiştim. Bu yüzden içimden kendime kızdım, ya kadın teröristse? Bir teröristin kokusundan mı etkinmiştim? Belki de değildi ama dağ başında, teröristlerin cirit attığı bir yerde, işkenceye uğramış biri vardı ve ben bu kişinin ilk defa soluduğum kokusundan etkilenmiştim. Bu yüzden kendime kızıyordum.
İçimden umarım terörist değildir diye geçirmeden edemedim. Bir de bu yüzden kendime kızdım. İyice saçmalamaya başlamıştım. Bir an önce silkelenip kendime gelmem gerekiyordu. Alt tarafı bir kokuydu, beni kendisine böyle çekmemeliydi. Lanet olsun ki çekiyordu! Açlık bana yaramamıştı sanırım, sağlıklı düşünemiyordum çünkü.
Kadın zorlukla birkaç yudum içtikten sonra kollarımın arasına yığıldı. Kaşlarım çatılırken kadının nabzını kontrol ettim. Atıyordu. Bayılmıştı sanırım. Bu kadar yarayla ayık durması zordu zaten.
"Komutanım ileride hareketlilik var." dedi Ahmet, bakışlarım onlara kaydı, hepsi başımıza toplanmış kadına bakıyordu.
"Komutanım mühimmatımız yok, eğer bize yaklaşırlarsa hiç iyi olmaz." dedi Arda. "Üstelik bu kadın ne olacak? Kimdir nedir bilmiyoruz. Ya teröristse?" İşte bu son ihtimal beni sinir ediyordu, bir teröristin kokusundan etkilenme düşüncesi kendimden nefret etmeme yetiyordu.
"Kim olduğunu bilmiyorum, bu yüzden burada bırakmamız bize yakışmaz. Kadınıda alıp buradan hemen uzaklaşıyoruz." dedi Özgür komutan ilerideki hareketliliğe bakarak.
Hiç vakit kaybetmeden kucağıma yığılan kadını kucaklayıp ayağa kalktım. Bir kez daha barutla karışık portakal çiçeği kokusu burnuma dolarken sinirle soludum. Sakin ol Pars, şu anda görevdesin, unut şu kokuyu! Kendi kendime telkinler vererek ilerlemeye başladım. Birkaç adım atmıştık ki nereden çıktığını anlamadığım bir adam önümü kesti, elindeki bıçağı bana doğru sallayınca ağzımdan bir küfür çıktı. Dişlerimi sıkıp inledim.
"Siktir!" Acıyla soludum, elimi kesmişti Piç! "Orospu çocuğu!" Kucağımdaki kızın mırıltılarını duyarken önümdeki adama sert bir tekme geçirip kızı daha sıkı tuttum. Adam yere yığılırken bıçak tutan eline tekme atıp bıçağı uzağa savurdum.
"İyi misiniz? Bir şey oldu mu?" Tolga komutanın sesini duydum, elimdeki acıyı görmezden gelmeye çalışarak cevap verdim.
"İyiyiz, küçük bir kesik." dedim zorlukla. Sanırım küçük bir kesik değildi. Canım inanılmaz yanıyordu, üstelik kucağındaki kızı da tuttuğum için acım giderek artıyordu. Görmezden gelmeye çalıştım yoksa bu acı bu şekilde geçmezdi.
"Sen kızı uzaklaştır, burası bizde." diyen Özgür komutanla bir anlığına etrafıma baktım ama kucağımdaki kızın güvenliği için mecbur uzaklaştım.
Onlardan yeterince uzaklaştıktan sonra bir kayanın dibine oturup kıza baktım, gözleri hafif açıktı ama bilinci açık mıydı emin değildim. "Duyuruyor musun beni?" Sordum ama cevap vermedi, tahmin ettiğim gibi bilinci açık değildi.
Boynumdaki yüz atkısını alıp çantamdaki matarada kalan birkaç damla suyu damlattım. Hafif ıslanan atkıyı kızın yüzündeki kurumuş kanlarda gezidirip temizledim. Bu sayede yüzü biraz daha açılmış oldu. Ortalama benden birkaç yaş küçük gibi duruyordu ve bu yaralı haliyle bile güzeldi.
"Saçmalama Pars! Kim olduğu belli olmayan bir kızdan etkilenmen çok saçma!" Kendi kendime kızdım. Kızı birkaç dakikadır görmeme rağmen kokusundan etkilenmiştim, şimdi de bu yaralı haliyle bile güzel diyorum! Acilen kendime gelmem lazımdı. Bugün hiç iyi değildim. "Üstelik kızı birkaç dakikadır tanıyorsun!" Tabii buna tanımak denirse. Alt tarafı su vermiştim ve onu kurtarmıştım, bence hâlâ tanımıyordum. Kimdir nedir bilmiyordum. "Acil kendine gel!" Ben kendi kendime konuşurken kız kıpırdandı, gözlerini açmaya çalıştı ama bir süre sonra hareketleri kesildi.
Yüzündeki saçları çekip nabzını kontrol ettim, atıyordu hâlâ. Görünürde açık bir yarası yoktu, sadece darp edilmişti, ya da işkence görmüştü. Onların yaraları dışında ciddi bir yara göremiyordum.
Omuzumda hissettiğim dokunuşla irkildim, hızla bakışlarım sağ tarafıma dönerken Arda'yla göz göze geldim. Yanıma geldiğini bile fark edemeyecek kadar dalmıştım anlaşılan. "Hayırdır lan, yanına geliyorum ama ruhun bile duymuyor." deyip kucağımdaki kıza baktı, yüzünde bir sırıtış belirirken benim kaşlarım çatıldı. "Yoksa ilk görüşte aşık mı oldun?" Alayla kurduğu cümleden sonra kucağımdaki kızla ayağa kalkıp ters ters ona baktım. Aferin Pars! Kendime geleyim diye kendime kızıyorum ama kendime gelemediğim yetmiyormuş gibi bir de bunların dillerine düşüyorum.
"Saçmalama! Diğerleri nerede?"
"Az ileride bizi bekliyorlar." dedi sırıtarak. Ters ters yüzüne bakarak yanından ayrıldım. Uzun bir süre bunu dillendirecek gibiydi.
"N'oldu hallettiniz mi adamları?" Konuyu dağıtmak için sordum. Halletmeseler benim yanımda ne işi olurdu zaten. Sırf az önceki imasını tekrarlamasın diye sordum.
"Hı hı hallettik." diyerek yanıma geldi. Birlikte diğerlerinin yanına gelince bahsettiğim köye doğru yola çıktık. Köye gelince ise bir vatandaşın arabasıyla şehirdeki hastaneye gittik. Karargaha çoktan haber verilmişti ama kızı hastaneye götürmemiz gerektiği için önce hastaneye gittik.
Kızı yoğun bakıma alırlarken ben elimin üstündeki kesiğe baktım, baya derin kesilmişti ve kan az da olsa hâlâ akıyordu. "Git bir yarana baktır Pars ben de o sırada albayla konuşacağım." deyip yanımdan ayrıldı Özgür komutan. Az önce kızın yüzündeki kanları sildiğim atkımla elimdeki yarayı sardım. Hiç dikişle falan uğraşamazdım. Karargaha gidince revirde hallederlerdi. Şu anda kızın durumunu merak ediyordum ben ve tabii bir de kim olduğunu. Hâlâ içimden terörist olmaması için dua etmiyor değildim.
"Pardon?" Bir ses duyunca bakışlarım sol tarafıma kaydı, bir hemşire bize sesleniyordu. "Gece Sayer'in yakınları siz misiniz?" O kimdi?
"O kim?" Benden önce Ahmet sordu.
"Az önce getirdiğiniz hanımefendi." dedi. "Bunlar üstünden çıktı." deyip şeffaf poşetin içindeki eşyaları bana verip yanımızdan ayrıldı. Elimdeki eşyalara bakarken dudaklarım iki yana kıvrıldı.
Demek adı Gece.
İçimden adını tekrar ederken poşeti açtım. İlk defa kendimi bu kadar meraklı hissediyordum ve içimdeki meraka engel olamadan eşyalarına bakacaktım. Bakalım kimmişsin Gece Hanım.
"Oğlum ne yapıyorsun? Karıştımasana kızın eşyalarını." Bakışlarım bunu diyen Tolga komutana kaydı.
"Ya kız teröristse komutanım? Kendi ellerimizle hastaneye getirip sonra iyileşince tekrardan bu topraklarda rahatça gezmesini mi sağlayacağız." Dışımdan bunu söylerken kızın terörist olmaması için de içimden dua ediyordum.
Tolga komutan bir şey demezken ben poşetin içindeki eşyaları çıkardım. Bir tane kağıt vardı. Kağıdı açıp bakınca bunun bir harita olduğunu ve bazı yerlerinin yuvarlak içine alındığını gördüm. Kaşlarım çatılırken diğer kağıdı açıp baktım, bunda da büyük harflerle eylem planı yazıyordu ve altında da ayrıntılı bir şekilde planın detayları yazıyordu.
"Oha amına koyayım! Kız terörist çıktı!" Arda'nın dedikleriyle sinirle soludum, haklıydı kız terörist çıktımıştı. En önemlisi ben bir teröristten etkilenmiştim. Lanet olsun!
Sinir bütün vücuduma yayılırken poşetin içinden metal bir cisim yere düştü. Çıkan sesle kaşlarım çatılırken metal cisimi alıp baktım. Bu bir künyeydi, hem de asker künyesi. Künyenin önünü çevirip baktım. Bu sefer de gördüğüm isimle kaşlarım havaya kalktı.
Gece Sayer yazıyordu.
O hemşirede bu ismi söylemişti. Kız terörist değildi, sadece onlardan önemli belgeleri almıştı. Yüzümde bir gülümseme oluşurken künyeye bakarak konuştum. Mutluluğuma engel olamıyordum.
"Kız terörist değil askermiş." Hepsinin bakışlarının bana döndüğünü hissederken ben yüzümdeki gülümseyle künyede yazan isime bakıyordum.
"Şu mutluluğa baksanıza oğlum, bizimki ilk görüşte aşık oldu anlaşılan." Göz ucuyla Arda'yla baktım ama bir şey demedim. Adımlarım Gece'nin kaldığı odaya doğru ilerledi, camdan onun kaldığı odaya baktım. Yaralarına çoktan pansuman yapmışlardı, yüzü biraz daha açılmıştı. Kızın kim olduğunu bilmediğim için kendime itiraf edemiyordum ama sanırım gerçekten de kızdan etkilenmiştim, hatta hoşlanmıştım, hem de fazlasıyla.
Yalan yok kız bu haliyle bile çok güzeldi, kokusu... Kokusu beni görev esnasında bile etkilemişti. Ömrüm boyunca bu yüzü ve kokuyu unutabileceğimi pek sanmıyordum... _____
Yüzümde bir tebessüm oluştu. Geçmişin tebessümü, ondan etkilenmemin tebessümü, onu ilk defa görmenin tebessümü... Ona aşık olmamın tebessümü. Ve yıllar sonra onu görmenin, yanımda olmasının tebessümü.
O gün o künyeyi geri vermemiştim, zaten o uyanmadan geri dönmüştük. Yani o bizi hiç görmemişti. O günden sonra bir daha hiç çıkarmamak üzere o künye hep boynumdaydı. Uyanınca onu boynumda göremeyince telaş yapmamın ve sinirlenmemin nedeni de bu. Künye onun bile olsa dört yıldır bendeydi ve hiç çıkarmamıştım boynumdan. Artık benden bir parçaydı, beni ona bağlayan bir parça, hasretime ortak olan bir parça. Bu künye artık bana aitti. Gece künyenin sahibi olsun veya olmasın vermezdim çünkü benimdi.
Onun bunları hatırlamaması da normaldi, o gün kendinde bile değildi. Arada bir şeyler söyleyip gözlerini açıyordu ama etrafını görüp olan biteni anlıyor muydu emin değilim. Anlıyor olsaydı zaten tanırdı beni.
Bakışlarım elimdeki kesik izine kaydı, o gün olmuştu bu iz. Doktora gösterdiğimde iz kalacağını söylemişti. Ne zaman bu ize baksam onun o yaralı hali aklıma geliyordu. Keşke daha erken orada olsaydımda onu koruyabilseydim. Ama artık ben vardım, yaralanmaması için, saçının bir teline bile zarar gelmemesi için elimden gelini yapacaktım.
"Bence geç karşısına biz şu kadar zamandır tanışıyoruz, ben ilk görüşte vuruldum sana de." Bakışlarım bunu diyen Aras'a kaydı, biraz düşünüp başını salladı. "Kesinlikle bunu demelisin, kadınlar yıllardır onu seven erkeklerden etkilenir. Bu kadar yıl beni sevdiyse gözü başkalarına kaymaz diye düşünür. Gece'ye de bunları anlatırsan boynuna atlar direkt." Ben de ciddi ciddi bunu dinliyorum. Bildiğin alay ediyor beyefendi!
"Tabii kesin boynuma atlar. Bir de üstüne dalga geçiyorum bir tane geçirir bana." deyip elimdeki künyeyi boynuma taktım. "Sence kız buna inanır mı? Hem inandı desem daha beni ne kadar zamandır tanıyor ki? Bunları desem aramıza sadece mesafe girer. Zaten o kadar da yakın değiliz, bir de bunları söyleyerek daha da mesafe girmesini sağlayamam. Aradan biraz zaman geçsin öyle söyleyeceğim." diye açıkladım. "Sen de tek kelime etmeyeceksin, ben zamanı gelince anlatacağım. O zamana kadar ben istemedim süre boyunca hiçbir şey öğrenmeyecek." diye onu uyarmayı da ihmal etmedim.
"Eee sen zaman geçsin diye beklerken kızın kalbini beyaz atlı bir prens çalarsa ne olacak?" Alay ederek sordu. Kaşlarım çatıldı, elim yumruk oldu. Olmaz öyle bir şey! Olmaz değil mi? Yok ya, şimdi hayatında biri yokken tam dört yıl sonra ben onunla tekrardan karşılaşınca mı olacak? Olmaz ya. Olmasın.
"Olmaz öyle bir şey!" dedim net bir şekilde, sesim hafif sert çıkmıştı.
"Tabii abiciğim sen böyle demeye devam et. Kıza gerçekleri anlatma sonra uzaktan beyaz atlı prensiyle flörtleşmesini izlersin." Kaşlarım iyice çatılırken ters ters ona baktım.
"Şimdi ben seni o beyaz atlı prensin beyaz atı yapacağım biraz daha konuşursan!" Dişlerimin arasından konuştum ama susmaz beyefendi! Anca alay etsin, beni sinir etsin.
"Zaten doğruları söyledim diye kız, ben burada senin iyiliğini düşünüyorum ama senin yaptığına bak. Hiç yakışmadı bu sana Pars Karadağlı." deyip ayağa kalktı, kapıya doğru ilerlerken konuştum.
"Nereye?"
"Çişim var, işemeye!" deyip çıktı odadan. Geri zekalı! Sanki odada tuvalet yok!
Piç herif aklıma kurt düşürüp gitmişti!
Birine aşık olmazdı değil mi?
Yok bence olmazdı, geri zekalı Aras'ın aklıyla hareket edersem vay halime.
Ya olursa?
"Salaklık bende seni adam yerine koyup söylediklerini dinlememem gerekiyordu!" Kendi kendime söylendim. "Bir de aşk doktoruymuş gibi bilmiş bilmiş konuşuyor mal! Bir bok bildiği yok. Hem Gece'yi tanımıyor ki, nasıl tepki vereceğini bilmiyor bunları bilmiyorken onun aklına uyup dediklerini yaparsam kızı kendimden iyice uzaklaştırırdım. En iyisi bildiğim yoldan hareket etmeye devam."
Aras'ın dediklerini düşünmeden arkama yaslandım, gözlerimi kapattım, anında gözlerimin önünde Gece'nin yüzü belirdi. Alışmıştım artık buna, ne zaman onu düşünsem anında gözlerimin önünde yüzü beliriyordu. Tabii eskiden sadece o yaralı halini görüyordum çünkü o günden sonra hiç görmemiştim. Son zamanlarda ise şimdiki halini görüyordum ve bu beni mutlu ediyordu.
Deli dolu biriydi, buna karşısında komutanı varken bildiğini okumasından anlamıştım. Bu huyunu da daha buraya gelmeden onların bilgileri bana ulaşınca anlamıştım. Çünkü sabıkası bir hayli kabarıktı. Sonrada Enes ve ona bağırınca anlamıştım. Bana inat her şeyi yapıyordu o günden sonra. Orada sonuna kadar haklıydı aslında, sorgulamadan bağırmam doğru değildi ama nedenlerim vardı, Aras dışında kimsenin bilmediği nedenler...
Benimle inatlaşması hoşuma gitmiyor desem yalan olur. Sırf bana inat dediklerimin tam tersini yapıyor ve bunun üstüne bir de imalı imalı konuşuyor, işte tam o anda sabaha kadar oturup onu dinlemek ve izlemek istiyorum. Aslında bunu her dakika yapmak istiyordum.
Aklıma az önceki yakınlığımız gelirken sırıttım. Onu uzun zamandır görmüyordum ve bu uzun zaman sonra ikinci defa bu kadar yakından görebilmiştim. İlki onu yaralı bulduğumuz andı. Şimdi ise ben yaralıydım. Kokusu hâlâ hatırladığım gibiydi. Portak çiçeği gibi kokuyor, o günden tek farkı barut kokusu yoktu, sadece buram buram portakal çiçeği kokusu vardı. Hiç hereket etmeden o şekilde dursa sabaha kadar onu izler kokusunu çiğerlerime dolururdum.
Karakoldan çıkınca o saldırıda yaralanacak diye korkmuştum, bir kez daha onu yaralı görmek istemiyordum. O sapasağlam yanımda olsun ben onun yerine yaralanırdım. Tabii bu sadece onun içinde geçerli değil, diğerleri içinde geçerli. Hepimiz çok kayıp vermiştik ve artık vermek istemiyorduk. En ufak yaralanma hepimizi kötü etkiliyordu.
Gözlerimin önüne birkaç dakika önce olan şey geldi, ufaçık bir kanda bile telaş yapmıştı. Uzun zaman sonra göreve geri dönüyordu ve ondan önce de arkadaşlarını kaybetmişti, bir de üstüne ben gözlerinin önünde yaralanmıştım. Acaba bu yüzden mi o küçük kanı abarttı, yoksa ciddi bir sebebi mi var?
Bunu araştıracaktım. Araştırıp ona yardım edeceğim. İlk önce o kanı abartma sebebini öğrenmeliydim.
Düşüncelere dalmışken kapı büyük bir gürültüyle açıldı, bakışlarım oraya kaydı. Aras nefes nefese içeriye girip arkasından kayıp kapattı, kendisi de kapıya yaslanıp soluklandı. "N'oldu oğlum? Ne bu telaş?" Onu incelerken sordum. Birinden kaçıyor gibiydi, gögsü hızla inip kalıyordu.
"Bir manyak peşime takıldı abi ondan kaçıyorum." Kaşlarım çatıldı, düşündüm, aklıma gelen kişiyle güldüm. Tek bir manyak tanıyordum ben.
"Bu manyak Gece mi oluyor?"
"Ta kendisi. Zaten ondan başka manyak yok bu hastanede." deyip derin bir nefes aldı. Kim bilir ne yapmıştı? Ama Aras da az değildir, belki de o kızı kışkırttı.
"N'oldu, ne yaptı da nefes nefese ondan kaçtın sen?"
"Ne mi yaptı?" dedi, o anlar aklına gelmiş gibi gözleri irileşti ve anlatmaya başladı. "Ne yapmadı diye sorsana sen. Bir tuvalete gireyim dedim kız Azrail gibi peşime takılıp gelmiş. Ben tuvalete girince arkamdan o da girip içerideki herkesi dışarıya çıkardı ve beni de köşeye sıkıştırdı." Duraksadı, sesini inceltip onu taklit etmeye çalıştı. "Yok abin niye boynunda benim adımın yazdığı künyeyi taşıyor, o künyeyi nereden buldu, beynimin içinde garip sesler duyuyorum kesin bunun altından o gizemli abin çıkacak deyip durdu." Soluklandı, ben ise onun taklidine güldüm. "Kız beyninin içinde duyduğu seslerden bile seni sorumlu tutuyor abi, manyak bu kız, uzak dur bak." dedi, ağlamaklı bir sesle devam etti. "En kötüsü de ne biliyorsun musun? Bana doğruları anlatmazsan kafanı klozete sokarım dedi. En son eli enseme değmişti, işte o anda gerçekten sokacağını anladım ve yanından tüydüm." Ben anlattıklarına gülerken dışarıdan bir bağırma sesi duyduk.
"ARAS! HANGİ CEHENMMEDEYSEN BEN GELMEDEN ÇIK, YOKSA ZEBANİ OLUR ÇIKARIM BAŞINA!" Gülmemek için kendimi sıktım ama Aras'ın bakışlarını görünce tekrardan gülmeye başladım. Gülmekten başımdaki yara ağrısada kendimi alıkoyamadım. Aras'ın bu haline hiç şahit olmamıştım, Gece onu bir hayli korkutmuş gibiydi.
"Vallahi manyak!" deyip kendini odadaki tuvalete attı. "O manyak yüzünden çişimide yapamadım, yolda az kalsın altıma yapacaktım." dedi ve eş zamanlı olarak kapı bir kez daha büyük bir gürültüyle açıldı, siniri buradan bile belli olan Gece içeriye girdi. Bir süre etrafına baktıktan sonra benimle göz göze geldi.
"Şey acaba burada bir kaçak saklanıyor mu?" Etrafına bakarak sordu.
"Nasıl bir kaçak?" Onu incelerken sordum.
"Ortalama sizin boylarınızda, size benzeyen, sizin gibi konuşan ama sizden daha eğlenceli olan ve adının baş harfi Aras olan bir kaçak olabilir." diye açıkladı.
"Görmedim öyle bir kaçacak." dedim, kaşları anında çatıldı.
"Niye görmediniz?"
"Görmem mi gerekiyordu?"
"Evet." deyip son kez etrafına baktı. "Neyse belli ki buraya saklanmamış, ben en iyisi başka yerlerde arayayım o kaçacak Aras efendiyi." deyip arkasını dönüyordu ki tuvaletten Aras'ın sesi geldi.
"Aras değil komutanım diyeceksin, ben senden rütbe olarak üstsünüm." Geri zekalı bu çocuk!
"Yedim seni Aras!" deyip hızla tuvalete doğru ilerledi Gece. Ben daha içeriye girmemesi gerektiğini söyleyemeden kapıyı açtı, eş zamanlı olarak çığlık atarak kapıyı kapatıp uzaklaştı, elleriylede kendi gözlerini kapattı. "Vallahi bir şey görmedim." diye bağırdı. Bu haline gülmemek için kendimi sıktım.
"Lan manyak tuvalete bu şekilde girilir mi?" Diye bağırdı Aras.
"Sensin manyak!" diye bağırdı hemen Gece. Aras tuvaletten çıkınca ona baktım, pantolonunun kemerini takıyordu. Elleriyle gözlerini kapatan Gece'ye bakıp ellerine bir tane vurdu. "Ne vuruyorsun ya?" Gece bağırarak ellerini çekti gözlerinden.
"Senin yüzünden rahat rahat çişimi yapamadım, mahremiyet diye bir şey var ama hem erkekler tuvaletine giriyorsun hem de buraya. Bela mısın kızım sen benim başıma?" Yatakta biraz doğrulup hiç sesimi çıkarmadan onları dinledim. İçimden bir ses bunların daha başlangıç olduğunu söylüyordu.
"Sen de düzgünce sorularıma cevap verseydin Aras efendi!"
"Düzgünce sordun mu sen bana? Azrail gibi peşime takılıp hiç olmadık yerde sıkıştırdın." Böyle bir şey yapacağını tahmin etmiştim zaten. Gece meraklı biriydi, benim konuşmayacağımı anlayınca kardeşime sarmıştı. Bu olayları çözmeden de ne beni ne de Aras'ı rahat bırakmazdı.
"Sorsam cevap verecek miydin bay çok bilmiş?"
"Tabii ki de hayır!" Aras'ın cevabıyla Gece biliyordum der gibi baktı. "Vermezdim çünkü ben bir şey bilmiyorum. Abimin anlattıkları kadar biliyorum. Ne öğreneceksen git ona sor, beni rahat bırak!" Doğru söylüyordu, sadece benim anlattıklarım kadar biliyordu. Ha bir de onunla ilgili küçük çaplı bir araştırma yapmıştı. Ufak tefek şeyler dışında pek bir şey bilmiyordu.
"Söylüyor sanki! Adamda öyle bir inat var ki ölse söylemez!" Sanki ben burada yokmuşum gibi konuşmasına güldüm, eminim ki benim varlığımı bile unutmuştu. Konu tartışma olunca etrafındakileri hep unutuyordu. Bu bilgileri hep bu kısacık sürede öğrenmiştim. "Hayır bir insan der bu karşıdaki çok merak etti meraktan çatlamazsın der ama yok Pars efendi anca meraklandırır, sonrada onunla inatlaşıyorum diye bana kızar. Sanki kendisi çok masum! Beni düşünmeden meraklandırıyor adam bir de üstüne bana kızıyor!" Tek nefeste kurdu bu cümleleri. Varlığımı belli etmek için hafif öksürdüm ve yüzümü sabit tuttum. İkisininde bakışları bana döndü.
"Arkamdan konuşmak daha rahat olur, istersen ben çıkayım." dedim, Aras gülerken Gece ters ters ona bakıp tekrardan bana döndü.
"Unutmuşum senin burada olduğunu Pars, salak kardeşine laf anlatacağım diye oldu. Kusura bakma. O olmasaydı hayatta böyle bir şey demezdim. Biliyorsun beni, çok saygılı biriyimdir." Onu tanımıyor olsam kesin bu dediğine inanırdım. Sırf bana inat dediklerimin tam tersini yapan kız saygılıyım diyerek kendini övüyor.
Tam konuşmak için ağzımı açıyordum ki akılma onu sinirlendirmek gelince diyeceklerimi vazgeçip farklı bir şey dedim. Aslında Gece'nin benden çok sık duyuduğu o cümleyi kurdum. "Pars değil komutanım diyeceksin." Benim hemen arkamdan da Aras konuştu.
"Bana da Aras değil komutanım diyeceksin." Gülmemek için kendimi sıktım, kesin bize kızacaktı çünkü hep böyle yapıyordu. Bir de ikimiz aynı şeyi söyleyince sinir tepesine çıkmıştır.
Bir bana bir de Aras'a baktı. "Sen ne zaman gidiyorsun ya? Defol git şuradan! Bak abin de iyi!" Konunun dışında bir şey söyleyince kaşlarım çatıldı, niye durduk yere Aras'a böyle dedi ki?
"Niye be? Ne güzel tartışıyoruz işte, ne acelem varda gidiyorum ben?" Şaşkın bir şekilde sordu Aras.
"Bu resmi konuş, konuşma olayı birken iki oldu. Abinle bu durum yüzünden tartışıyorum bir de promosyon olarak sen ekelendin. Ben ona zor laf yetiştirirken bir de promosyonuyla uğraşamam. Zaten seninle tartışacağız diye başım ağrıdı, git artık!" Bakışlarım alnındaki sargı bezine kaydı, ben onu korumaya çalışmıştım ama bilincimi kaybedince yaralanmıştı, eğer bilincim yerinde olsaydı yaralanmasına asla izin vermezdim.
"Sana çok sevineceğin bir haberim var Gececiğim. Ben üç günlüğüne izin aldım ve üç gün boyunca buradayım." dedi Aras gülerek. "Ayrıca ben senden rütbe olarak üstsünüm komutanım diye hitap edeceksin." diye ekledi. Gece gözlerini kısarak ona baktı, bakışları bir anlığına bana kaydı, bakışlarım ela gözleriyle kesişince iç çektim. Göz rengini bile buraya gelince öğrenmiştim, ilk gördüğümde gözleri kapalı olduğu için görmemiştim ve dört yıl o gözlere hasret kalmıştım.
"Sizi şikayet edeceğim." Herkesi tehdit ettiği şekilde bizi de etti. Büyük ihtimalle sivilken komutanım de dediğimiz için böyle diyordu.
"Ne alaka kızım? Ne yaptık biz?" Aras'ın şaşkın sesini duyarken bakışlarımı Gece'nin elalarından ayırmadım.
"Ne mi yaptınız? Abin rütbesini kullanır beni nezarethaneye sokar, sen sivilken rütbeni kullanıp bana komutanım de dersin. Bunlar hiç etik şeyler değil. Benim babam torpilden de mesleğini yanlış yerlerde kullananlardan da nefret eder ve beni de o şekilde büyüttü, siz de mesleğinizi yanlış yerlerde kullandığınız için şikayet edeceğim." Tek kaşım kalktı, nezarethanede babası onları çıkarsın diye Barış'ı onunla görüştürmese kesin inanırdım.
"Tabii Aras, Gece torpilden de mesleğini yanlış yerde kullananlardan da nefret eder. Mesela dün nezarethaneden çıkabilmek için Barış aracılığıyla babasının torpil kullanmasını bile istemedi." Gülerek konuşmamla Aras gülüp sırtını duvara yasladı.
"Torpil değil o, sadece küçük bir yardım istedik." diye savundu hemen kendini.
"Valla abim demese kesin inanırdım ya. Sanırım Gece Hanım yalan söylemeden duramıyor." diye dalga geçti."
"Sensin yalancı." deyip Aras'ın omuzuna bir tane geçirdi. "Gidiyorum ben!" deyip kapıya ilerleyince hemen konuştum.
"Nereye?"
"Açım! Bizimkilerin yanına gidip yemek yiyeceğim." Bana bakmadan cevap verdi.
"Nasıl açsın ya? Daha deminden beri başımın etini yedin, doyman gerekiyordu senin." Aras yine onunla dalga geçince merakla Gece'ye baktım, sabrının son demlerindeydi kesin.
"Kaşınıyorsun Aras ve ben bu üç günde seni çok güzel kaşıyacağım. Arkana bile bakmadan koşarak kaçacaksın bu şehirden." deyip kapıyı açtı, bir anlığına durup bana baktı. "O künye olayını kapatmış değilim, bana doğruları söylemediğin takdirde her gün, her saat, her dakika başının etini yiyeceğim. Çünkü o benim künyem ve gerçekleri bilmeye hakkım var." dedi. "Ayrıca onu senden alacağım!" deyip çıktı odadan.
"Sanki normalde başımın etini yemiyorda söylemediğin takdirde yerim diyor." Aras söylenerek yanıma gelip kendini sandalyeye attı. "Valla manyak bu kız, abi yol yakından bırak sen bunu. Yazık sana iki günde deli eder bu seni. Bir de sen sinirlisin, o da geveze bir araya geldiğinizde birinizin ölüsü çıkar kesin."
"Ben onun bu hallerinden şikayetçi değilim Aras." dedim kapalı kapıya bakarak.
"Ah ah, aşk kör etmiş seni." dedi. "Valla ikinize de acıdım, ikinizde birbirinizi yersiniz. Biriniz siniriyle diğeriniz çenesiyle."
Onu umursamadan yatağa uzandım. Aslında o da Gece'yi sevmişti, sevmese tek kelime bile etmezdi ama o sevdiği için direkt onu sinir ediyordu. Bize laf söylüyor ama bu üç gün içinde ya Gece ya da kendisi delirirdi. Dediği gibi Gece geveze ama kendisininde ondan bir farkı yoktu. Aras'la aramızdaki tek fark bu aslında, o geveze biri ben ise sessiz. Tabii o da sessiz ama sevdiği insanların yanında çenesi açılıyordu. Az önce olduğu gibi.
Bu künye olayını Gece öğrenmeden ne beni ne de Aras'ı asla rahat bırakmazdı. Bir de az önce Aras; Gece beyninin içinde sesler duyuyormuş ve sorumlusu olarak seni tutuyor demişti. Demek ki o gün bilinci açıktı ve seslerimizi duymuştu ama bizi görmemişti. Görse zaten tanırdı. Bir de o yanımdayken uyuyor numarası yaptığımda konuşurken bahsetmişti bu seslerden. Kesinlikle o gün bizim seslerimizi duymuştu.
Zamanı gelince bunların hepsini ona tek tek anlatacağım ama şu anda erken. Kız beni doğru düzgün tanımıyorken ben sana aşığım demem doğru olmazdı. Onu nasıl tanıdığımı da şu anda söylemeyeceğim, hepsini aynı anda söyleyeğim ve bunun için beni biraz daha tanıyıp alışması lazımdı.
Selam nasılsınız?
Bölüm nasıldı?
Pars'ın künyeyi nasıl bulduğunu ve elindeki kesik izinin nasıl olduğunu öğrendik.
En sevdiğiniz sahne?
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, kendinize iyi bakın🤍
|
0% |