@kitap__gezegeni1
|
Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayalım🦋
Keyifli okumalar✨️
10.Bölüm "Gizemli Kadın
Arkamdaki duvara yaslanıp önümüzden geçen arabaları izlemeye başladım. Dün erkenden uyumama rağmen hâlâ uykum vardı. Bunun sebebi de Yusuf'un hâlâ gelmemesi ve etrafımızda olup bitenleri anlamamamdan kaynaklanıyordu. Yusuf'un gelmemesi beni düşüncelere itiyordu, etrafımızda olup biten her şeyi bilen kadını bilmemek ve bize bıraktığı notlar da beni düşüncelere itiyordu. Bu düşünceler yüzünden de gece uyuyamamıştım ve şu anda acısı çıkıyordu.
Önüme uzatılan bardakla bakışlarımı yoldan çekip karton bardakla çay uzatan Araf'a baktım. "Teşekkür ederim." diyerek bardağı elinden alıp bir yudum içtim. Şu anda karakolun önünde, çocukları okula götürecek olan servisi bekliyorduk. Buraya kadar bütün çocukları almış olacaklardı. Buraya gelene kadar yolun her bir yanında trafik polisleri ve jandarmalar bekliyordu. Asıl sorun karakolu geçtikten sonra başlıyordu.
Okul bir köy okuluydu ve pek işlek bir yerde değildi. Karakolu geçtikten sonra yollar ıssızlaşıyordu. Bizim tahminimizce de kağıtta yazanlar doğruysa çocukları kaçıracakları yer karakolu geçtikten sonra başlıyordu. Biz tam burada devreye girecektik. Okul taşıtı gelince buradan binip çocuklarla birlikte okula gidecektik ve onların güvenliğini sağlayacaktık.
"Uykusuz görünüyorsun, gece uyumadın mı?" Araf'ın sorusuyla ona bakıp başımı iki yana salladım.
"Pek uyuyamadım. Hem Yusuf'u hem bu yazıları yazan kişiyi düşündüm." dedim düşünceli bir sesle. Çayımdan bir yudum daha alıp önüne döndüm. "Sanırım Yusuf gelemeyecek." diye de ekledim.
"Anladığım kadarıyla Yusuf zeki bir çocuk. Elif'in bizim yanımızda güvende olduğunu biliyor ve içi rahat. Ama buraya gelince teröristlerin peşine takılacağını ve bizim yanımızda ne kadar da güvende olduğunu bilse bile kardeşine bir zarar gelmesinden korkuyor olabilir." Sanırım haklıydı. Kardeşi için dağa çıkan ve terörist olan biri kardeşinin güvenliği için geri gelmek istemezdi.
"Haklısın ama kardeşini seven biri onu görmek de ister. Kardeşi için dağa çıktı, aynı zamanda onunla da görüşüyordu ve şimdi onun geri gelmesi için kardeşiyle görüşmesine izin vermiyoruz. Eninde sonunda pes edip gelecek buraya. Ya erken ya geç hiç fark etmez o buraya illaki gelecek."
"Sen de haklısın ama nasıl gelcek?" Araf'ın sorusuyla tekrardan ona döndüm.
"Nasıl yani?" Anlamayacak sordum.
"Dediğim gibi Yusuf zeki çocuk. Belki de bu kağıtları yazan, bize getiren Yusuf'tur. Tamam kameralardan bir kadın olduğunu anladık ama elimizde sadece bu var. Belki birine para verip bu işi yaptırdı ve kendisi de uzaktan izliyordur." deyince düşündüm. Olabilir miydi? Tabii ki olabilir. Yusuf'tan her şeyi beklerdim.
"Olabilir ama elimizde bir kanıt yok. Ya gerçekten bu kağıda yazılan bilgileri bize Yusuf değilde bir kadın gönderiyorsa? Bundan nasıl emin olacağız?"
"İşte o kişiyi kanlı canlı görmediğimiz sürece inanamayacağız sanırım. Aslında bizim en büyük sorunumuz bunu kimin yaptığı değilde neden yaptığı. Bugün ilk öğrenmemiz gereken şey doğru mu söylüyor yoksa bizi bir tuzağa mı çekiyor olacak. Bunu öğrendikten sonra da neden yardım ettiğini ve o kadının kim olduğunu öğrenmek kalıyor." Yine haklıydı, ilk öğrenmemiz gereken şeyi öğrendikten sonra sırayla olayları çözmemiz gerekiyordu. Acele etmeden yavaş yavaş. Acele edersek hiçbir bilgi öğrenemezdik.
"Peki neden yardım ettiğine dair bir fikrin var mı?"
Çayından bir yudum alıp yeşil gözlerini mavi gözlerime sabitledi. "Eğer bize yardım ediyorsa onların yanında zorla kalan biri olabilir ama bize bir tuzak kuruyorsa hepimizin de bildiği gibi bir teröristtir." Başımı sallayıp onayladım onu. Benim düşündüğüm gibi düşünüyordu o da.
Tam önüme dönüyordum ki gözümün önüne bir kar tanesi düştü. Tam burnumla gözümün arasına düşmüştü. Araf'ın eli gözümün yanına düşen kar tanesine gidince bakışlarım ona kaydı. İşaret parmağıyla karı gözümün önünden aldı. Elinde eriyen karla bana baktı. Birden bire yanaklarımın yandığını hissettim. Niye durduk yere utanmıştım ki? Şu huyumu hiç sevmiyordum. Oysa ki durduk yere utanan biri de değildim. Utanılacak şeylerde tabii ki utanıyorum ama durduk yere utanmazdım, şu anı görmezsek tabii. Utanılacak bir şey yokken utanmıştım şimdi. Emin ki yanaklarım çoktan kızarmıştı.
Kar şiddetini arttırırken etrafıma baktım. Dün gece baya kar yağmıştı ve etraf bembeyazdı. Karlı havaları seviyordum ama evde otururken seviyordum. Operasyonlarda bizi bir hayli zorluyordu aslıda bu karlı hava. Çünkü koşmakta zorlanırdık ve bemebeyaz karda gizlenmek zor olurdu ama yine de seviyordum karlı havaları.
Bakışlarım az ileride duran time kaydı. Fatih tüfeğini namlusunu karşıya doğrultmuş bizimkilere bir şeyler anlatıyordu. Araf da onları görmüş olacak ki "Ne yapıyorsunuz oğlum siz orada?" diye sordu. Araf'ın sorusuyla bütün bakışlar ona döndü.
"Bunlara keskin nişancı olmayı öğretmeye çalışıyorum ama hepsi kör bunların. Acilen çürüğe çıkmaları gerekiyor." dedi Fatih. İçimden bir ses bu cümlelerin kavgaya yol açacağını söylüyordu. Her zaman olduğu gibi.
Öyle de oldu zaten. Eren hemen savunmaya geçerek Fatih'i azarladı. "Ya gelmişsin beş yüz metreyi geçik yeri bizim görmemizi bekliyorsun. Biz keskin nişancı eğitimi alamadık ki o kadar mesafeyi görelim." Haklıydı şimdi çocuk. Fatih sekiz yüz metreye kadar hedefini vurmak zorundaydı ama onlar bu eğitimi almadığı için vurmaları imkansızdı.
Fatih böbürlenerek "Beş yüz metre çok mu lan? Ben sekiz yüz metreye kadar bütün hedefleri vuruyorum." dedi.
Ozan Fatih'e doğru bir adım atıp ensesine bir tane geçirdi. "Bir zahmet vur oğlum. O kadar eğitim aldın, buralara kadar boşuna gelmedin herhalde salak!" Çayımdan bir yudum daha alıp onların atışmalarını dinlemeye devam ettim.
"Bir de böbürleniyor it!" Meriç de söylenerek araya girdi.
"Tamam ben bu eğitimi aldım ama siz de askersiniz oğlum. İki yüz metreyi bile göremiyorsunuz." diye savunmaya geçti Fatih.
"Lan iki yüz metrelik bir yer göstermedin ki bize! Hep iki yüzün üstünü gösterdin." dedi Soner.
Fatih sinirle "Sen herhalde yemeklerle birlikte beynini de yedin." dedi. "Amına koduğum az önce iki yüz metrelik yeri gösterdim de yine görmediniz ya!"
"Bunların bu kavgaları ne zaman bitecek çok merak ediyorum." diyen Araf'a baktım. "En ufak şeyden bile kendilerine kavga çıkarıyorlar ama birbirlerini de seviyorlar."
Gülümseyerek "Onların birbirlerini sevme şekilde bu bence." dedim. Ne kadar biz birbirimizi sevmiyoruz dersler de sevdikleri aşikârdı.
"Hani lan? Göster iki yüz metreyi?" dedi Soner.
Fatih elini Soner'in omzuna koyup bir noktayı gösterdi. "İşte orası. Net görebiliyor musun?"
Soner kaşlarını çatıp Fatih'e kızdı. "Salak herif orası en az üç yüz metre var, sallama!"
"Hadi lan, senin gözlerin bozulmuş." Onlar inatlaşmaya devam ederken ben de hem çayımı içtim hem de onları izledim. Yaklaşık beş dakika sonra da servis yolun karşısında görünmüştü.
Araf da servisi görmüş olacak ki araya girerek "Beyler kavgayı biraz erteleyin." dedi. Elimdeki karton bardağı karakolun duvarına bıraktım. O sırada da okul taşıtı karakolun önünde durmuştu. Servisi kullanan şöfer de polislerden biriydi. Her şeyi planlamıştık yani. Çocukları riske atmamak için elimizden ne geliyorsa yapacaktık.
Herkes sırayla servise binince en son ben ve Araf da bindik. Gözüm çocuklara takıldı. Hepsi heyecanla bize bakıyordu. Bu hallerine gülümseyip arkalara doğru ilerledim. En arkada boş olan yerlere Araf'la birlikte oturdum.
Çocuklar kendi aralarında fısıldaşırken servis tekrardan yola çıkmıştı. Bakalım bizi neler bekliyordu. Bugün o kağıtta yazanların doğru mu yoksa yalan mı olduğu ortaya çıkacaktı. Umarım çocukları tehlikeye atmadan bu olayı da çözerdik. Tabii kadının doğru söyleyip söylemediğini de çözerdik. Sonra da bu kadını bulup neden bize bunları söylediğini öğrenirdik. Umarım anlattığım kadar kolay olurdu olayları çözmek. Pek ümitli değildim ama, bakalım neler bekliyordu bizi.
Yol giderek ıssızlaşmaya başladı ama herhangi bir hareketlilik yoktu. Neredeyse okula gelmek üzereydik ama ne terörist vardı ne de otobüse saldırmaya çalışan biri. Kimse yoktu buralarda.
"Sanırım kağıtta yazanların yalan olduğunu öğrendik." dedim yanımda otoran Araf'a bakarak. Bakışları yavaşça bana döndü ve kaşlarını hayır anlamında kaldırdı.
"Kağıtta yazanların yalan olduğunu değil de doğru olduğunu anladık." Kaşlarım çatıldı, herhangi bir hareketlilik yokken nasıl doğru olduğunu anladık acaba? Konuşmak için ağzımı açmıştım ki işaret parmağıyla ön camı işaret etti. "Bak." Gösterdiği yere baktım, gördüklerimle dudaklarım iki yana kıvrıldı. Teröstler yolu kesmişti.
Bize bu bilgiyi veren kadın doğru söylüyordu o zaman. Ama neden böyle bir iyilik yaptı? Ve en önemlisi kimdi o kadın? Ve tabii ki neden sadece zarfın üstünde Cemre Komutan'a yazıyordu. İşte bu üç soru beynimi çok kurcalıyor, cevap bulamamak ise sinirlendiriyordu. Ama en çok merak ettiğim de o zarfın sadece bana gönderilmiş olmasıydı.
"Sessizce hallediyoruz tim. Unutmayalım ki bir servis dolusu çocuk var ve mümkünse o silahlar hiç ateşlenmeyecek. Elinizden gelenin daha fazlasını yapın bugün." dedi Araf.
Servis giderek yavaşlarken biz de görünmeyecek şekilde koltukların arasına girdik. Bizi görürlerse çocuk falan dinlemezler ateş ederledi, bu da çocukların güvenliğini sıfıra indirirdi. Bizim öncelikli amacımız teröristleri yakalamak değil çocukların güvenliğini sağlamaktı. Çünkü siviller her şeyden önce geliyordu bizim için.
Servis durunca kapıların açıldığını duydum. Bir tane adamın bozuk Türkçe'siyle bir şeyler dediğini işittim. "İnin çabuk aşağıya, sen de yanlış bir şey yapayım deme. Sıkarım kafana." Son dediğini sanırım şöföre demişti.
Çocuklardan korku dolu uğultular yükselirken adım seslerinden aşağıya indiklerini anladım. Az önce konuşan adam bağıra bağıra bütün çocukları aşağıya indirdi. Sesler kesilince Araf'la koltukların arasından çıktık. Başımı hafif uzatıp ön camdan dışarıya baktım, çocukları arabalara bindirmeye başlamışlardı.
Dizlerimizin üstünde emekleyerek kapıya doğru ilerledim. "Komutanım kapıdan çıkarsanız kimse sizi görmez, hepsi ön tarafta." Servis şöförünün konuşmasıyla ona baktım, kendisi polisdi zaten.
"Bizi yönlendir Emir." diyerek Araf dizlerinin üstünde ilerlemeye devam etti. Diğerleri de peşimizden gelirken kapıya ulaştık.
"Komutanım çocukları arabaya bindirmeye başladılar, acele edin." dedi Emir.
"Eren, Meriç ve ben önden diğeri de arkadan dolansın. Mümkünse silah kullanmadan adamları etkisiz hale getirin." diyerek servisten indi Araf. Biz de sırayla inip servisin arkasına dolandık. Yan tarafa geçmeden önce etrafı kontrol edip şöförün olduğu yan tarafa doğru ilerledik. Birkaç adım atmıştık ki bir tane adam bu tarafa doğru geldi. Daha bizi fark edemeden Ozan hızlı ve çevik bir hareketle adamı tuttuğu gibi yüzünü asfalta gömdü.
Adam kanlar içinde yerde baygın bir şekilde yatarken biz biraz daha yaklaştık. Şöför kapısına gelince hafif başımı uzatıp baktım. Çocukların neredeyse hepsini arabaya bindirmişlerdi. Sağ elimi yumruk yaparak havaya kaldırdım, ilk önce işaret parmağımı açarak bir yaptım. Ardından ortama parmağımı da çıkarıp iki yaptım ve son olarak yüzük parmağımla üç yaptım ce ileriyi işaret etmemle aynı anda adamların yanına gidip yakaladık. Araf'larda bizimle aynı anda çıkıp adamları yakalamışlardı ama bizden sayıca üstün oldukları için birkaç tanesini yakalayamamıştık.
Biri keleşini bize doğrultunca tuttuğum adamın boynuna kolumu dolayıp keleşini bize doğrultan adamın eline tekme attım. Silahı yere düşmesiyle adamın bir anlık dikkatsizliğinden yararlanıp tuttuğum adamı ona doğru fırlattım. İkisi çarpışıp yere düşmüştü.
Arkamda bir hareketlilik oluştuğunu hissettim. Tam arkama dönecektim ki arkamdaki kişinin acıyla bağırdığını duydum. Hızla arkama dönüp baktım ve gördüğüm şeyle gülmemek için kendimi sıktım. İki tane çocuk adamın yanına gitmiş biri onu tekmeliyordu, diğeride kolunu tutumuş ısırıyordu.
Soner gururlu bir sesle "İşte Türk'ün gücü." dedi. "Küçük bir çocuk da olsa güzel bir dayak yersin." Omzumun üstünden time baktım. Hepsi teröristleri halletmişti ve yere yatırmıştı.
"Eren taburu arayıp Erdem Yarbayla konuş. Kağıtta yazanların doğru olduğunu ve operasyonu halletiğimizi söyle." dedi Araf ve çocukların yanına ilerleyip onları adamdan uzaklaştırdı. Adamı Fatih'e doğru ittirip çocukların önünde diz çöktü.
İki elini de havaya kaldırıp "Çakın bakalım, sizinle güzel bir iş çıkardık." dedi.
"Kızmadın mı bize? Biz sadece yardım etmek istemiştik." dedi içlerinden biri. Kızma ihtimalimize karşı mahçup bir şekilde başını önüne eğip dudaklarını büzmüştü ve bu da onun bu hareketine gülümsememi sağlamıştı.
"Niye kızayım ki? Dediğin gibi bize yardım ettiniz." deyip bana baktı. "En çokta askerime yardım ettiniz, siz olmasaydınız belki de yaralanabilirdi." Gülümsedim, çocuklarla nasıl konuşması gerektiğini iyi biliyordu.
"O zaman biz de büyüyünce asker olabilir miyiz?" İkisinin aynı anda ve hevesle sorduğu soruya kıkırdadım. Bu küçük çocukların bile bu yaşta, bu kadar hevesli asker olmak istemeleri beni ister istemez gururlandırıyordu. Eminim ki ileride ülkemizi de bu küçük çocuklar gururlandırırdı.
"Tabii ki, hatta siz o zamana büyüyünce ben de yaşlanmış olurum. Görevlere çıkmak yerine yeni nesil askerleri, yani size eğitim veriyor bile olurum." Sırf onları mutlu etmek için böyle söylüyordu. İstese şimdi de eğitim verirdi askerlere.
Polisler gelip teröristleri alana kadar çocuklarla sohbet ettik. Buraya en yakın yer karakol olduğu için oradan bir ekip gelecekti. Ekipler gelince hepsini tek tek alıp götürdüler. Biz de çocukların güvenliğinden emin olabilmek için yine servise binip onlarla birlikte okula gittik. Onları okula bırakıp, etrafı kontrol ettikten sonra tabura geri dönecektik. Ondan sonra da birkaç gün jandarma ekipleri etrafta dolanırdı zaten.
Servis tekrardan yola çıkarken Ozan konuşmaya başladı. "Bizim gizemli kadının dedikleri de doğru çıktı." Valla doğru çıkmıştı, hiç ihtimal vermiyordum oysa ki.
"Gizemli kadın değil, gizemli hayranımız o bizim." dedi Meriç. "Hayranımız olmasa bize mektup göndermezdi." diye dalga geçti.
"Hoş geldin zevzek Meriç." dedi Fatih. "Hadi dediğin gibi gizemli hayranımız diyelim ama kadın bize değil Cemre komutanıma zarf gönderdi. Yani bizim değil Cemre komutanımın hayranı oluyor."
Meriç omuz silkip cevap verdi. "Ben inanıyorum, bir sonraki zarfı bana gönderecek ve o zaman benim hayranım olacak." Kendisinden baya emin konuşmuştu.
"Hayırdır lan? Sen bu kadını görmeden, kim olduğunu bilmeden aşık mı oldun?" dedi Soner. Ben de merakla Meriç'e baktım. Değildir herhalde.
"Alakası bile yok ama bir merak uyandırmadı değil. Hem kadın hain değilmiş, bize yardım etti. Bir de sarışınlara karşı ayrı bir zaafım var, bilirsiniz." dedi sonlara doğru çapkınca gülerek.
"Kadın bir de sarı peruk takmıyormuş ne gülerim ama." diyerek Eren araya girdi. Öyle olursa Meriç büyük bir hayal kırıklığına uğrardı herhalde. Ama eğer öyle olursa Meriç'in o anki yüz ifadesini görmeyi de çok isterdim.
"Bir de bu it sarışın seviyorum diyorda gider bir esmere, kumrala aşık olur işte ben buna daha çok günlere ve bir ömür dalga geçerim." dedi Ozan.
Meriç ters ters kendisiyle dalga geçenlere baktı ve homurdandı. "Hay amına koyayım ya, iyi ki bir şey dedim hepinizin çenesi açıldı!"
Araf uyarı barındıran sesiyle araya girdi. "Küfür etme Meriç, çocuklar var içeride."
Araf'ın sözünden sonra tabii ki Meriç anında savunmaya geçti ve çocuk gibi timi şikayet etti. "Hepsi bunların suçu komutanım. Hepsi piçlik yaparak benimle dalga geçiryor." Gülmeden edemedim. Gerçekten çocuk gibiydi.
Araf sabır çekip bu sefer o söylendi. "İyi ki küfür etme dedim, bir de uyarmasam ne olurdu hiç düşünmek daha istemiyorum."
"Bunlar sizi çabuk yaşlandırır komutanım. Bu kadar sinir olmayın, akışına bırakın gitsin." dedim gülmeye devam ederek. Bakışları bana kaydı, tek kaşı kalktı.
"Sen ne güne duruyorsun Cemre? Ben yaşlanıyorsam sen de yaşlanacaksın, sonuçta sen de komutan yardımcısısın." Dediklerine omuz silktim.
"Ben sizin kadar takmıyorum ki. Hem bence tartışmaları eğlenceli, düşüncelerden uzaklaştırıyor bizi."
Alaylı bir şekilde güldü. "Sen hâlâ yeni sayıldığın için sana eğlenceli gelir. Aradan birkaç ay geçince göreceğim ben seni." deyip arkasına yaslandı.
Bir kez daha omuz silktim ve ben de onun gibi arkama yaslandım. "Birkaç ay geçince ne olacak ki? Bence hiç şikayetçi olmam. Tıpkı bugünkü gibi gülerek onları dinlerim." Doğruydu valla, hiç onların kavgasından şikayetçi olmazdım.
Yüzündeki alaylı ifade dediklerimden sonra biraz daha arttı. "Onlarla birkaç ay daha geçirdikten sonra taburun bahçesine çıkıp sinirden bunları kovalarken seni bulabilirim mesela. Tam bir işe odaklanmışken bizimkiler kavgaya tutuşur ve senin sinirlerini zıplatır, sen de avazın çıktığı kadar onlara bağırıp azarlarsın. Tam ciddi bir şey anlatırken yine bir kavgaya tutuşarak seni sinir ederler ve işte o zaman iplerin koptu nokta olur." Anlattıklarını düşündüm, bence bir değişiklik olmazdı bende.
Başımı iki yana salladım ve "Hiç sanmıyorum, yine normal karşılarım ben." dedim.
Sadece "Göreceğiz." demekle yetindi. Görelim bakalım. Eminim ki yine bu şekilde onları sakin karşılar, gülerdim.
Yol akıp giderken aramızda başka konuşma geçmedi, çocuklarla birlikte okula geldik. Servis okula gelince çocuklar koşarak aşağıya inmeye başladı. Hepsi inince biz de indik. Etrafıma bakındım. Kar çok fazlaydı ve okula giden yolu kapatmıştı, bir öğretmen ve iki tane adam da okula giden yoldaki karları temizliyordu.
Araf da bunu görmüş olacak ki "Hadi bakalım Gökbörü timi biraz da kar temizleyelim." dedi ve okula doğru gitti. Biz de peşine düşünce dışarıdan birer kürek alıp okula giden yoldaki karları temizlemeye başladık. Çocuklar ise bu sırada oyun oynaya başlamıştı. Karın tadını çıkarın sadece çocuklardı bence. Onları mutlu etmek çok kolaydı. Hatta en ufak şeyden bile kendi kendilerine mutlu olmayı başarabiliyorlardı.
Bir kürek alıp çocukların rahatça geçebilmesi için yoldaki karları temizlemeye başladım. Yoldaki karları ne kadar temizlesek de karın altı buz tutmuştu. Bu yüzden de öğretmen bizim temizlediğimiz yerlere çocuklar kayıp düşmesin diye tuz döküyordu. Şahsen böyle öğretmenler az kalmıştı. Çoğu öğretmen dersini anlatır arkasına bile bakmadan giderdi. Ama Doğu'ya gelen öğretmenlerin çoğu da bu şekilde çocukları çok düşünüyordu. Tabii düşünmeyenler de vardı.
Araf'la birlikte aynı yerdeki karları temizlerken öğretmene yardım eden adamlardan biri okula girip sobayı yakmaya başladı. Karları temizlerken sırtıma bir şeyin çarptığını hissettim. Hemen ardından da kıkırdama sesleri kulağıma ilişti. Omzumun üstünden seslerin geldiği yere bakınca bir çocuğu ve yanındaki Meriç'i gördüm. İkisinin de elinde birer kartopu vardı ve gülerek bana bakıyorlardı. Sanırım sırtıma atılan bir kartopuydu ve bunu onlar atmıştı.
"Mevzi al asker düşman bizi gördü." diyerek koşmaya başladı Meriç, onun arkasından da küçük erkek çocuğu koştu. Sanırım burada düşman ben oluyordum.
"Neden düşman ben oluyorum? Haine benzer bir yanım mı var?" Mızıkçı çocuklar gibi itiraz ettim hemen.
"Komutanım mızıkçılık yapmayın ya." diyerek itiraz etti Meriç de. Bir süre onlara bakıp pes ettim. Yerden biraz kar alıp ellerimin arasında sıkıştırdım. Tam onlara doğru atıyordum ki sol tarafımdan biri daha bana kar attı. Bakışlarım bu sefer de oraya döndü, Eren de yanına bir kız çocuğu almış bana kar atıyordu.
Bu duruma bir kez daha itiraz ettim. "Bu ne ya? Dört kişiye karşı bir kişi. Hiç adil değil ama!"
"Komutanım acaba küçükken o hiç sevilmeyen mızıkçı çocuk siz miydiniz?" Meriç'in soruyla kaşlarım çatıldı. Bir kere ben bunda haklıydım ama bir şey demedim. Elimdeki kartopunu havaya kaldırıp hızla Meriç'e attım. Tam alnına isabet edince hepimiz kahkaha attık.
"Bir şey mi dedin Meriç? O sırada geveze bir arkadaşa haddini bildirdiğim için ne dediğini duyamadım." dedim sırıtarak.
"Vallahi siz kaşındınız komutanım, günah benden gitti." diyerek çocuklara baktı. "Düşmana saldırın askerler. Yaşatmayın o haini!" diye bağırdı. Bütün çocuklar aynı anda bana kartopu atmaya başlayınca arkamı dönüp koşacaktım ki bir bedene çarptım. Çarpmanın etkisiyle geriye doğru düşerken çarptığım kişinin kolları belime dolandı. Başımı kaldırıp çarptığım kişiye baktım, Araf'ın yeşil gözleriyle gözlerim kesişti.
"Normalde düşmanlara acımayı sevmem ama sanki bu düşmana çok adaletsiz davrandılar. Bir kerelik de olsa düşmandan yana olabilirim." dedi gözlerimin içine bakarak. Yüzümde bir gülümseme belirdi. Bu sözünden sonra kalbimin hızlandığını hissettim.
"Hiç hayır diyemem, çünkü çok kalabalıklar." dedim gözlerine bakmaya devam ederken. Gözleri bana yemyeşil ormanları anımsatıyordu ve orman bana huzur veriyordu. Onun gözlerine bakınca nedensizce huzurla dolduğumu hissediyordum. Ve bu hiç normal değildi benim için.
"Sanırım ilk defa bir düşmanla iş birliği yapacağım ve bundan hiç pişman olmayacağım." dedi o da gözlerini gözlerimden ayırmayarak. Şu anda ben Araf'ın kollarının arasında hafif arkaya doğru eğilmiş bir haldeydim ve Araf da üzerime eğilmiş durumda beni tutuyordu. Bunun üstüne de çocuklar bize kartopu atmaya devam ediyordu. Ama biz bu değişik konuşmayı yapıyorduk. Değişik bir ortamda, değişik bir şekilde, değişik bir konuşma yaparak değişik duygular yaşıyordum. Evet değişik bir gündü. Bunu iliklerime kadar hissediyordum şu anda.
Araf tam bir elini belimden çekip gözümün önüne gelen birkaç tel saçı kulağımın arkasına sıkıştıracaktı ki bir tane kartopu Araf'ın havaya kalkan eline çarptı ve parçaları da benim üstüne dağıldı. Bunun hemen ardından da Ozan'ın sesini işittik. "Pardon komutanım, umarım romantik anınızı bölmemişimdir?"
Onun dediği şeyden sonra toparlanıp doğruldum. Neden hâlâ Araf'ın kollarında durmaya devam etmiştim ki? Umarım onların diline düşmezdim.
Göz ucuyla Araf'a baktım. Kaşlarını çatarak Ozan'a bakıyordu. Benim de bakışlarım Ozan'a kaydı, Araf'ın bakışlarını görünce ellerini teslim oluyormuş gibi kaldırıp güldü. "Keskin kadar olmasa da benim de nişancılığım iyi olduğu için tam on ikiden vurdum. İyi nişan alıyorum diye kızmazsınız herhalde?" dedi, Araf hâlâ aynı şekilde bakınca devam etti. "O zaman şey yapalım, siz yine Ateş Parçanızın belinden tutun biz de biraz uzaklaşalım. Biz hiç görmemiş gibi yaparız. Siz de romantik anlarınıza kaldığınız yerden devam edersiniz." Dediği şeyle gözlerim dehşetle açıldı. Ne demişti o öyle?
Araf ona doğru bir adım atmıştı ki Ozan arkasına doğru gidip konuştu. "Nişan alın askerimlerim, bu düşmanları bize yaklaştırmayın. Emrimle ateş edeceksiniz." Çocukların hepsi onun konuşmasıyla ellerindeki kartoplarını havaya kaldırdı. Araf'la aynı anda birbirimize baktık.
"Bizi çiğ çiğ yer bunlar, bence kaçalım." diye mırıldandım.
"Katılıyorum. Üç deyince arkamıza bakmadan kaçıyoruz." Başımı sallayıp onu onayladım.
Onun birden başlayıp üçe kadar saymasını beklerken hiç beklemediğim anda elimi tuttu. "Üç!" deyip koşmaya başladı. Tabii elimi tuttuğu için ben de peşinden koştum.
Bizim koşmamızla Eren arkamızdan bağırdı. "Lan kaçıyor bunlar! İt Ozan emir verene kadar düşmanı kaçıracağız elimizden. İyi ki bu komutan falan değil." Kendimi tutamayıp koşarken kahkaha attım. "Hücum askerler, yaşatmayın o hainleri!" Aynı anda bağırdılar ve çocuklar da aynı anda bağırarak peşimizden gelmeye başladı.
Sırtımıza kartopları çarparken biz Araf'la el ele koşmaya devam ettik. Kaçıyorduk ama ikimiz de kahkahalara boğulmuştuk. Karda yürümek zordu ama biz yürümüyorduk, koşuyorduk ve bu daha da zordu. Birazdan kayıp düşersek hiç şaşırmazdım.
Bu arada şom ağızlı biri olduğumu söylemiş miydim? Söylemediysem şimdi öğreneceksiniz zaten. Düşeceğiz dememle eş zamanlı olarak Araf'la birlikte kaydık. Yere doğru düşerken Araf elimi bırakıp belimden tuttu. O sırtı üstü düşerken ben de onun üstüne düştüm. Başım gögsüne çarpınca acıyla gözlerimi kapandı. Gerçekten de şom ağızlının tekiydim.
Araf'ın gögsünden başımı kaldırıp ona baktım, gözlerini gökyüzüne dikmiş gülüyordu. Sanırım saniyeler içinde yaşadığımız olaya gülüyordu.
Araf gökyüzüne bakıp gülerken ben ise ona bakıyordum ve bu ortama dahil olmal isteyen Ozan ise hemen konuşarak araya girmişti. "Komutanım yalnız bırakalım mı? Ortalık çok kalabalık, delice bir cesaretle öpüşmek isterseniz bu ortamda olmaz. İsterseniz herkesi hemen uzaklaştırayım." Bunlar bugün bizden ne istiyordu? İlk başta Ateş Parcanız şimdi de öpüşmek diyorlardı. Hepsi beni utandırma peşindeydi herhalde.
Kaşlarımı çatarak omzumun üstünden Soner'e baktım. Bakışlarımı görünce güldü. "Hiç öyle bakmayın komutanım, kim olsa bu pozisyonda sizi yanlış anlardı." Önüme dönüp Araf'a bakmamla gözlerimiz kesişti. Bir de olduğumuz posizyona baktım ve Soner'e hak verdim. İkidir adamın üstüne düşüp duruyordum. Neyse ki bunda sadece üstüne düşmüştüm, ilkinde olduğu gibi bir temas gerçekleşmemişti. Eğer ilkinde olduğu gibi öpüşmenin kıyısından dönseydik işte o zaman bizimkilerin diline tam düşmüş olurduk.
Kalkmak için yeltenmiştim ki ilerideki ağaçın arkasında bir şey gördüm. Aynı posizyonda durmaya devam ederek ağaça baktım. Kapüşonlu biri vardı ve kapüşonun altından sarı saçları gözüküyordu. "Komutanım gizemli kadını buldum." dedim kadına bakmaya devam ederek. Henüz onu gördüğümün farkına varmamıştı sanırım, eğer fark etseydi kaçardı şimdiye.
"Tam karşımdaki ağaçın arkasından bize bakıyor." dedim Araf'ın üstünden kalkarken.
Araf da doğrulduktan sonra çaktırmadan arkasına bakacaktı ki Meriç'in sesini duyduk. "Oha lan! Gizemli hayranımız bizi gözetliyor!" diye bağırdı. Bu çocuk niye böyleydi ya? Niye böyle bağırır ki bir insan? Gördün maden sessizce söyle bize.
Kadın Meriç'in bağırmasıyla saklandığı ağaçın arkasından çıkıp koşmaya başladı. "Hay senin çeneni Meriç!" Araf da Meriç'e bağırarak kadının peşinden koştu. Biz de daha fazla olduğumuz yerde durmayı kesip peşlerine düştük.
"Oğlum sen niye bağırıyorsun lan? Kadın senin yüzünden kaçtı?" dedi Ozan.
"Nereden bileyim ya! Bir anda onu görünce bağırıverdim işte." Meriç'in dediğine gülüp Araf'a yetişmeye çalıştım.
"Meriç'in çenesini yine bizim ayaklar çekiyor ya! Bu çocuk niye bizim timde? Başka bir time postalayamıyor muyuz?" diye sordu Soner. "Komutanım Meriç'i başka time verelim, biz yeterince bunun çenesinin cezasını çektik zaten." Araf'a doğru bağırdı.
"Senin de son zamanlarda çenen çok çalışıyor Yarasa, seni de Meriç'le birlikte başka time verebilirim istersen." Araf'ın tehditine güldüm. Kadın sağ tarafa, evlerin arasına girince Araf da hemen o tarafa döndü. Biz de peşlerinden koşmaya devam ettik. Buralarda evler çok az vardı ama ileride evler giderek daha çok artıyordu.
"Ben en iyisi susayım, yoksa ben fırça yiyeceğim." diye mırıldandı Soner.
"Ne demişler kardeşim; her lafa atlama zararlı çıkan sen olursun sonra." Koşmaya devam ederken Meriç'in dediği şeyle kaşlarım çatıldı, kim demiş bunu?
Fatih aklımdan geçen soruyu duymuş gibi dile getirdi. "Kim demiş bunu? İlk defa senden duyuyorum."
"Kim diyerek bendeniz Fedai kardeşiniz dedi şimdi." Yukarıya bakarak güldüm. Hepsi ayrı bir manyaktı bunların ama Meriç bunların başında geliyordu kesinlikle.
"Salaklık biz de deliyi ciddiye alıp soru sorarsan böyle olur." Eren'in söylenmesine hak verdim nedense.
Onların kavgasını boş verip hızımı arttırmaya çalıştım ama bu karda koşmak gerçekten zordu. Bizi yavaşlatıyordu ama aynı zamanda kadını da yavaşlatıyordu. Kadın evlerin sık olduğu yerlere doğru koşuyordu, bu sayede gözden çabuk kaybolmayı hedefliyor olmalıydı.
Araf'ın yavaşladığını görünce kaşlarım çatıldı, neden yavaşlıyor ki? O yavaşlayınca ona iyice yaklaşmış olduk. "Cemre ve Fatih siz kadını takip etmeye devam edin." dedi bizimle koşmaya devam ederken. "Biz de farklı yönlere dağılarak kadının önünü keseceğiz. Bu şekilde hepimiz kadının peşinden koşuyoruz ve bizim hepimizi aynı anda atlatabilir. En azından birimizi atlatınca diğerleri bir yerde onun karşısına çıkar." Mantıklıydı.
"Emredersiniz komutanım." dedik aynı anda. Biz Fatih'le kadının peşinden koşmaya devam ederken diğeride farklı yönlere dağıldı.
Biz konuşurken kadın arayı epey bir açmıştı. "Hey! Dur! Hem bize yardım ediyorsun hem de kaçıyorsun amacın ne acaba?" diye bağırdım arkasından. Yardım eden biri niye o kişilerden kaçmaya çalışır ki? Kesin bu kadında bir şey vardı ama ne?
"Kızım dursana! Belli ki bize yardım etmek istiyorsun. Bizi uğraştırmadan dur ve yardım et." dedi Fatih.
Kadın bize cevap verme tenezzülünde bile bulunmadan koşmaya devam etti. "Hay böyle işi ya! Hem yardım ediyor hem de kaçıyor, bu nasıl iş anlamdım ben!" Fatih'in söylenmesine hak verdim. Ya yardım et kaçma, ya da bize tuzak kur kaç. Kadın bize yardım etti, çocukların kılına zarar gelmeden yakaladık adamları ama sanki suçluymuş gibi kaçıyordu. Kesinlikle bu işte bir terslik vardı. Değişik bir gün değişik bir şekilde devam ediyordu şu anda.
Birazdan yine kayıp düşersem hiç şaşırmazdın bu duruma. Karlar çok fazlaydı ve içine bata çıka koşuyorduk. Hem ayağımız kayıyordu hem de ayaklarımız kara battığı için koşmamız iyice güçleşiyordu.
Fatih'le birlikte son gücümüze kadar kadının peşinden koşmaya devam ettik. Tabii bir yandan da söylendik. Kadının bir evin yan tarafına gittiğini görünce hızlanıp biz de o tarafa koştuk. Kadının döndüğü yerden biz de dönüyorduk ki üstümüze doğru beyaz bir şeyin geldiğini gördüğüm. Biz daha ne olduğunu anlayamadan o beyaz cisim bizim alnımıza çarptı. Bir anlık dikkatsizliğimizden dolayı kayıp sırt üstü karların üstüne düştük.
Köşeyi döndüğümüz için, önümüze doğru düzgün bakamadığımız için ve üstümüze gelen şeyin ne olduğunu bilmediğimiz için bir anlık dikkatimiz dağılmıştı. Ve hop yerde bulmuştuk kendimizi. Üstelik otobüse bindiğimizden beri az da olsa kar yağıyordu ve henüz durmamıştı. Yerde boylu boyunca yatarken yağan kardan da üstümüz bembeyaz olmuştu.
Elim alnıma giderken Fatih'le bana çarpan şey kucağımıza düştü. Gözlerimi açıp neyin çarptığına baktım ve gördüğüm şeyle kahkaha attım. Bir tane kova yüzünden ikimizde yere düşüp kadını kaçırmıştık bildiğin.
"Hay amına koyayım ya! Bir Kova bizi alt etti iyi mi!" Fatih'in söylenmesiyle daha çok güldüm. Güldükçe alnım acıdı ama az önce yaşadığımız saçma şey aklıma geldiği için gülmemi durdumadım.
"Ulan, Meriç bunu duyarsa kırk yıl bizimle dalga geçer." dedi Fatih doğrulurken. "Hele o aç Soner de işin içine girerse vay bizim halimize." deyip alnını ovdu. Alnımız gerçekten çok açıyordu çünkü kova sert çarpmıştı. Davul gibi şişerse hiç şaşırmazdım.
Ben de olduğum yerde doğrulup bağdaş kurdum. "Sen Soner ve Meriç'i bırak da hepsi bir olunca bizimle nasıl alay edeceklerini düşün." dedim, bir süre birbirimize bakıp kahkaha attık. Gerçekten bir kova bizi alt etmişti ya. Büyük ihtimalle o kovayı da o kadın atmıştı bizi yavaşlatmak için ama sanırım biraz fazla işe yaratmıştı. Böyle bir şeyi beklemediğimiz için bildin nevrimiz dönmüştü. Kurşun yesem bu hale gelmezdim herhalde
"Lan bunlar burada gülüyor ya!" Arkamızdan Meriç'in sesini duyunca ikimizde aynı anda omzumuzun üstünden oraya baktık. Hepsi nefes nefese yanımıza geliyordu. "Lan kadın nerede? Siz niye yere oturup kahkaha atıyorsunuz?" Meriç sorularını sıralarken biz yutkunarak birbirimize baktık, işte şimdi dillerine düşmüştüm.
Değişik bir günümüz değişik bir şekilde sonlanmıştı. Ve bir kadın yüzünden değişik bir şekilde alt edilip herkesin diline de düşmüştük sanırım.
Selam nasılsınız?
Bölüm nasıldı?
Gizemli kadının dedikleri de doğru çıktı. Doğru söylediğini tahmin etmiş miydiniz?
En sevdiğiniz sahne?
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere kendinize iyi bakın🤍
|
0% |