@kitap__gezegeni1
|
Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayalım🦋
Keyifli okumalar✨️
12.Bölüm "Silah Sevkiyatı"
Hayalet'in Gölge'si...
Araf'la birlikte sorguya girmişiz gibi karşımızdaki adamlara bakıyorduk. Tıpkı sorgularda olduğu gibi bizimkilerin başında duruyorduk ve sinir bozucu bir sessizlikle onları izliyorduk. Onlar ise bu sessizlikten rahatsız olduklarını belli edercesine gergince oturup kıpırdanıyordu.
Yaklaşık yarım saat önce Meriç baygın taklidi yapmayı kesmişti, Fatih ve Soner ise Araf'ın onları araması üzerine mecbur buraya gelmek zorunda kalmıştı, Eren de bir şey yoktu, o pencerede oturuyordu zaten. Bir ara kaçmaya çalışsa da buna cesaret edememişti. Ozan ise... Ona değinmek bile istemiyorum.
Elif'in çığlığı üzerine yanına gidince yerde baygın bir şekilde yatan Ozan'ı bulmuştuk. Elif ise kendisiyle gurur duyar gibi yerde yatan Ozan'a bakıyordu. Ozan gizlice eve girince yanlışlıkla Elif'in odasına girmişti. Elif de onu hırsız sandığı için kafasına başucunda duran sürahiyi geçirmişti. Neyse ki çok sert vurmadığı için sürahi başında kırılmamıştı. Sadece vurmanın etsiyle birkaç dakika sersemlemişti o kadar.
"Beyler konuşmayı düşünüyor musunuz?" Araf tıpkı ortamdaki sinir bozucu sessizlik gibi sinir bozucu bir sakinlikle sordu. Tıpkı fırtına öncesi sessizlik gibiydi.
"Komutanım ben beyin sarsıntısı geçirdiğim için son bir saatte olan her şeyi unuttum. İstesenizde konuşamam." dedi Ozan başına buz tutmaya devam ederek. Bu şekilde bundan yırtacağını falan sanıyordu herhalde ama Araf buna izin vermezdi.
"Merak etme Ozan ben de küçük çaplı bir beyin sarsıntısı yaşatarak hatırlamana yardımcı olurum." dedi Araf dişlerinin arasından.
"Vallahi benim bir suçum yok komutanım, hepsi Fedai yüzünden oldu. O aklıma soktu." Hemen Meriç'i satmasına güldüm. Çok bile dayanmıştı. Hâlbuki az önce her şeyi unutmuştu.
"Bunu buraya getirmeyecektim ben ya!" Araf'la aynı anda ağzının içinden söylenen Meriç'e baktık. Araf'ın bakışlarını görünce ondan bakışlarını kaçırarak etrafına bakmaya başladı.
"Seni dinliyoruz Fedai. Umarım eve hırsız gibi girmenizin geçerli bir sebebi vardır." diyerek Meriç'e sordu Araf. Meriç hiç ona sorulmamış gibi etrafına bakmaya devam etti. "Başçavuş! Bir soru sordum." İşte şimdi cevap vermeme gibi bir hakkı kalmamıştı çünkü Araf rütbeyi katmıştı araya.
"Komutanım Başçavuş demeyin ya, vallahi korkudan öteki tarafa gideceğim şimdi." Bu dediğine gülmemek için alt dudağımı ısırdım. Mağarada Araf ne zaman kızsa rütbemle sesleniyor diyordu ve ondan korktuğunu da açıkça belli etmişti o gün. Bunu bugün daha iyi anlıyordum.
"Son kez soruyum Başçavuş, buraya niye hırsız gibi girdiniz?" Sırf Meriç'e inat rütbesiyle seslenmeye devam etti Araf.
"Vallahi benim suçum yok, hepsi bunların suçu." dedi zorlukla. Bu cümleyi zor kurmuştu ve yalan söylediği fazlasıyla anlaşılmıştı. İlk aldıkları cezada yalan söyleyemediğini öğrenmiştim ve gerçekten de berbat bir yalancıydı.
"Geri zekalı ya! Yalan söylemeyi beceremiyor ama hâlâ söyleyeceğim diye uğraşıyor!" diye söylendi Soner.
"Sen konuşma aç Yarasa! Bizi satıp Fatih'le kaçtığını unutmadım." diye kızdı ona. "İnsan Fedai kardeşimi de yanıma alayım da öyle kaçayım der." Gülerek Araf'a baktım. Tepkisini merak ediyordum. Baygın bakışlarla tek tek onlara bakıyordu. Bu sefer de Elif'e baktım, gözlerini Ozan'ın başından ayırmıyordu. Ona vurduğu için pişmandı ve bu da net bir şekilde anlaşılıyordu. İlk başta pişman değildi ama kim olduklarını öğrendikten sonra pişmanlık duygusu bütün bedenini sarmıştı.
"Sen bir öteki tarafa gidince rahatsız etmek istemedim, yoksa arkamızda adam bırakacak adamlar değiliz." Sonlara doğru böbürlenerek konuştu Soner.
Meriç yüzünü buruşturup "Hıhı, gördüm arkanızda adam bırakmadığınızı." dedi. Fatih anında araya girdi.
"Bizim ne suçumuz var lan? Bombacı kaç dedi kaçtık biz de." diyerek suçu Eren'e attı. Acaba şu anda cidden tartışıyorlar mıydı yoksa bu konuyu dağıtmak için mi yapıyorlardı? Merak ettim doğrusu.
Suç Eren'in üstüne kalınca hemen savunmaya geçti. "Ulan size iyilik de yaramıyor! Böyle yapacağınızı bilseydim aşağıya atlar kendi ellerimle Cemre komutanım ve Araf komutanıma verirdim sizi." Evet kavgaya Eren de dahil olduktan sonra bi' eksik Ozan kaldı. Ama onunda tartışacak hali yoktu, sanırım başı hâlâ acıyordu.
Araf her zamanki gibi araya girmeden bunların tartışmasının bitmeyeceğini bildiği için mecbur konuştu. "Tek kelime daha ederseniz sabaha kadar size eğitim yaptırırım!" Tıpkı benim gibi tehdit etmesine bir anlığına gülecek gibi oldum ama kendimi tuttum. Ya ben ona beziyordum ya da o bana benziyordu.
"Bunlarda iyi çift oldu ya, ikiside aynı şekilde tehdit ediyor." Kaşlarım havaya kalkarken bu cümleyi kuran Fatih'e baktım. Benim ona baktığımı görünce hemen susup önüne döndü. Araf'ın bakışlarının bana döndüğünü hissederken göz ucuyla ona baktım. Göz göze gelmemizle hemen bakışlarımı kaçırdım.
"Anlaşılan kaçan kovalanır oynayacağız." Araf'ın ağzının içinden söylediği şeye kaşlarım çatıldı ama fazla üstünde durmadan bizimkilere baktım.
"Komutanım biz gidelim bence, baksanıza Elif'in çok uykusu gelmiş gibi. Kızı uykusundan etmeyelim." İlk önce bunu diyen Eren'e sonra da Elif'e baktım. Hiç de uykusu varmış gibi değildi. Eren paçayı kurtarmak için yalan söylüyordu yani.
"Elif uykun geldi mi güzelim?" Araf'ın sorusuyla kıkırdadım. Bakışlarım Eren'e kaydı, ağzının içinden bir şeyler söylüyordu. Herhalde kendisine küfür falan ediyordu.
"Aslında var gibi ama yok gibi de." Elif hem bizimkilere hem de Araf'a bakarak değişik bir cümle kurdu. Ne diyeceğine emin olamadı sanırım.
"Yokmuş Eren."
Eren hemen "Ama var gibiymişte komutanım." dedi.
"Ama yok gibiymişte Eren." diye diretti Araf.
"Ama..." Eren cümlesini devam ettirmeden sustu çünkü gözleri Araf'ın gözleriyle kesişti. "Sanırım yokmuş, ben yanlış şey etmişim." diye ekledi.
"Güzel, başka sorunumuz yoksa asıl konumuza geçelim isterseniz?" dedi herkese tek tek bakarak. "Bu kimin fikriydi Ozan?"
Ozan yutkunup etrafına baktı. "Sanırım Fedai'nin fikri olabilir komutanım. Ucundan bizi gaza getirmiş olabilir." Bakışlarım Meriç'e kaydı, ters ters Ozan'a bakıyordu.
"Hain Doktor! Umarım hemşire seni daha çok süründürür de doktorcuklarınız olmaz!" diye beddua etti.
"Lan it tövbe de hemen!" diye bağırdı Ozan. Meriç çocuk gibi omuz silkip başını başka tarafa çevirdi. "Demezsen deme lan! Beddua dönüp dolaşıp sahibi bulurmuş nasıl olsa." diyerek kendisini avuttu ama hâlâ Meriç'e ters ters bakmaya da devam etti.
"Bu kimin fikiriydi Eren?" Araf bu sefer de Eren'e sordu.
"Doktor'un dediklerine katılıyorum komutanım ama aç Yarasa da işin içinde olabilir."
"Ulan Bombacı, seni bombalarla bağlamazsam bana da Yarasa demesinler." Bu sefer de Soner tehdit savurdu.
Araf onları takmadan konuştu. "Fatih, sen ne diyorsun?" Sıra Fatih'e gelmişti.
"Eren ve Ozan'a katılıyorum komutanım." Ve o da tıpkı onlar gibi suçlunun Meriç ve Soner olduğunu söyledi.
"Sizi dinliyorum beyler. Söyleyecek bir şeyiniz vardır umarım." Soner ve Meriç'e bakarak konuştu bu sefer de. İkiside bir süre birbirlerine baktıktan sonra Soner konuşmaya başladı.
"Meriç aklıma girdi komutanım, yoksa asla böyle bir şey yapmazdım." Tam da tahmin ettiğim gibi suçu Meriç'in üstüne attı.
Meric yukarıya bakarak söylendi. "Ulan ya ben de neymişim anlamadım gitti!" Sessizce güldüm. Günah keçisi olarak hep onu seçiyorlardı. Biraz haklıydı o da, bütün suçlar hep onun üstüne kalıyordu.
Araf Meriç'in söylenmesini hiç umursamadı ve konuştu. "Seni dinliyorum Meriç ama yalan söylemeye kalkışma. Zaten beceremiyorsun."
"Komutanım şimdi..." deyip sustu, sanırım yalan söylemeye çalışacaktı ama aklına bir yalan gelmediği için ve söyleyemeyeceği için susmak zorunda kaldı. Pes ederek omuzlarını düşürüp konuştu. "Siz bizi arayıp tabura gelmeyeceğinizi söyleyince beni de bir merak sardı. Son zamanlarda yıkınlığınız falan derken meraklandım işte." Son zamanlardaki yakınlık? Yani birkaç saat önceki yakınlığımızı saymazsak abartılacak bir yakınlığımız olmamıştı. Ki o yakınlığı da onlar görmedi zaten
"Ne yakınlığı ya? Biraz daha abart istersen." diye söylendim.
"Ya komutanım siz abartmayın isterseniz, yakınlığınızı fark etmeyen kimse yok." dedi Fatih. Öyle miydi cidden?
Yok ya, onlar abartıyor bence.
Aklıma Elif'in de bizi sevgili sandığı gelince abartmadıklarını anladım. Ama abartılacak bir yakınlığınımız hiç olmamıştı ki. Araf bana yeni lakap bulduğunda onlar bu şekilde imalarda bulunmuştu ve sanırım lakabımdan dolayı bizi yakın bulmuşlardı. Ama Elif niye sevgili olduğumuzu düşündü? Demek ki ben fark etmesemde Araf'la yakındık.
Yok ya bence onlar bizi yakıştırdığı için böyle düşünmüştü. Yoksa ben herkese yakın olduğum gibi yakındım Araf'a. Yani ben öyle düşünüyordum.
Araf'ın tepkisini merak ettiğim için ona baktım ve göz göze geldik. O zaten bana bakıyordu. Bakışlarım bir anlığına dudağına kayınca utandığımı hissedip hemen bakışlarımı kaçırdım. O yakınlığımız gözlerimin önüne gelirken daha çok utandığımı ve yanaklarımın yandığını hissediyordum.
"Oha! Siz utandınız mı?" Meriç'in bağırarak konuşmasıyla ona baktım, bana baktığını görünce kaşlarım çatıldı. "Yoksa biz gelmeden önce bir şeyler mi oldu?" Sorusuyla bakışlarımı kaçırıp kendimi bir koltuğa attım. "Ulan ya daha erken gelmeliydik. İşte o zaman sizi basardık ve birbirinizden etkilendiğinizi itiraf ederdiniz." diye bitirdi cümlesini.
"Alakası bile yok Meriç." dedim bakışlarımı kaçırarak. Araf da gülerek karşımdaki koltuğa oturup keyifli bir şekilde bana bakmaya başladı. Ben ise onun dışındaki her yere bakıyordum.
"Hadi komutanım ya, yemeyin beni. Benim gözümden hiçbir şey kaçmaz. Kesin aranızda bir şey var sizin." diye diretince derin bir nefes aldım.
Dişlerimin arasından "Yok dedim Meriç!" dedim ama beni takmadı bile.
"Hıhı ben de salaktım zaten." Vallahi sinir etmek için uğraşıyordu. "Bu arada bence bu utangaçlığınıza bir çözüm yolu bulun. Bu yüzden bizim dilimize çok düşersiniz." Arkamdaki yastığı alıp ona fırlattım. Bir de açık açık söylüyordu ya!
"Sen bence bu çenene bir çözüm bul, bu yüzden benden çok ceza alabilirsin." dedim tıpkı onun gibi.
"Ceza ala ala arsızlaştık, sorun etmiyorum artık." Allah'ım ya bir de övünüyordu bununla. Ceza alınca da bir daha yapmayacağım falan diyordu ama yapıyordu işte.
Benim konuşmama fırsat vermeden Araf araya girdi. "Madem cezalardan dolayı arsızlaştın bir ceza daha vereyim ben." Hepsinin gözleri şaşkınlıkla açılırken Meriç ağzının içinden bir şeyler geveledi. Sanırım kendisine küfür etmişti. "Hadi beyler bu kadar oturduğunuz yeter biraz da ayaklarınız çalışsın. Buradan tabura kadar koşun." Gülmemek için kendimi sıktım, güzel bir cezaydı. Üstelik taburla lojmanların arası ne çok yakındı ne de çok uzak. İdeal bir mesafesi vardı diyebilirim.
"Komutanım bizim bir suçunuz yok ki, hepsi Meriç'in suçu." dedi Eren cezadan yırtmaya çalışarak.
"Ulan ben sizi yolda uçurumdan aşağıya yuvarlamaz mıyım! Bugün hepiniz bir olup sattınız beni!" Meriç söylenerek ayağa kalktı. "Ben şimdiden gideyim o zaman komutanım. Biraz daha burada kalırsam Başçavuş Fedai değilde de katil Fedai olarak ayrılacağım. İki taraf için de benim önden gitmem daha sağlıklı." diyerek kapıya ilerledi.
"O zaman biz de gidelim, çocuğun kalbini kırdık yolda çikolata alarak gönlünü alırız belki." dedi Fatih.
"Dikkat edin de o çikolatayla sizi boğarak öldürmesin." dedim arkalarından. Ozan hariç hepsi Meriç'in peşinden evden çıktı, Ozan ise hâlâ elinde buzla oturmaya devam ediyordu.
"Sen neyi bekliyorsunuz Ozan?" Araf'ın sorusuyla ona baktı.
"Komutanım ben hâlâ kendime gelemedim, bence ben bugün burada kalayım, cezamı da yarın çekerim." deyip Elif'e baktı. "Hem bakın Elif de bana vurduğu için çok üzgün. Kızın aklı bende kalmasın." Elif'i düşünüyor gibiydi ama daha çok kendini düşünüyordu sanırım.
"Üzüntüsü geçer birkaç saate. Hem baksana kız ne güzel kendini koruyabiliyor. Ben yakında ona dövüş dersleri de veririm. Sizin gibiler bir daha eve girecek olursa sürahiyle falan uğraşmaz direkt malum bölgeye tekmeyi geçirir." Ozan şaşkınca Araf'a bakarken ben kahkaha attım. Bence iyi fikirdi. Ayrıca bizimkiler asla cezadan ve laftan anlamayacağı için bu durumun daha değişik versiyonlarıyla bile karşılaşırdık.
"Ne yani günah keçisi ben mi oldum? Olan benim kafama oldu ya." Ozan'ın böyle konuşmasıyla Elif dudaklarını büzerek onun boştaki elini tuttu.
"Özür dilerim, ben seni hırsız sandığım için vurdum. Bilseydim asla vurmazdım."
"Elif gel abiciğim buraya. Ayrıca bu dingilden de özür dileme, az bile yaptın sen ona." diyerek Elif'i yanına çağırdı Araf.
"Sizi duyanda karşınızda askeriniz değil düşmanınız var sanacak komutanım." Ozan söylenirken Araf ona göz ucuyla bakıp arkasına yaslandı.
"Düşmanımdan bir farkınız kalmayacak yakında Doktor. Bir hırsız gibi eve girmediğiniz kalmıştı onu da yapınız. Sıradaki vukuatınızı hiç merak etmiyorum."
"Fedai'in suçu ama, o bizi gaza getirdi." Bu Meriç de olmasa kimi günah keçisi olarak seçeceklerdi acaba? Yazık valla çocuğa.
"Siz de dünden razıymışsınız Doktor. Hemen gazı alıp buraya geldiniz. Fedai'den bir farkınız yok. O fikiri öne atıyor, siz de hiç itiraz etmeden peşine takılıyorsunuz." Haklıydı, çocuğa suç atıyorlardı ama onlarında Meriç'ten bir farkları yoktu. "Ayrıca hadi git artık, uykum var benim uyuyacağım. Daha yarın şu sevkiyat işini konuşacağız." Açık bir şekilde kovdu Ozan'ı.
"Bugünlük burada kalayım komutanım, vallahi ayağa kalkınca başım dönüyor. Yolda bayılırım sabah bulursunuz beni. Hem ben bu koltukta bile yatmaya razıyım."
"Son yarım saattir ayağa kalmadın ki oğlum, nasıl başının döndüğünü düşünüyorsun? Ayrıca git gece gece Yasemin'le uğraş. Bak yaralısın yanına gitmen için bir bahane çıktı. Bahaneye pek ihtiyacın yok ama olsun." Araf'ın son kurduğu cümlelerden sonra biraz düşüp ayağa kalktı. Az önce başım dönüyor diyordu ama benden sağlamdı şu anda.
"Bencede Yasemin'in yanına gideyim ben. Burada kalma işinide başka zaman düşünürüz artık." dedi ve koşarak kapıya gitti. Cidden benden daha sağlamdı, bunu şu anda daha net anlamıştım.
"Hadi fıstığım sen de uyu, bizimkiler yüzünden uyuyamadın ve çoktan gece yarısı oldu bile." Araf'ın konuşmasıyla ona baktım, Elif'i başından öpüyordu.
"Araf abi valla ben bilerek vurmadım ona, bir an karşımda görünce korkum." Biz bir şey demeden olayı anlatınca güldüm. Sanırım kızmamızdan korkuyordu.
"İyi yaptın güzellik. Karşında tanımadığın birini, özellikte de gecenin bir yarısı ve odanda ise bu kişi aynen böyle yap. Ben sana yakında dövüş dersleri de veririm. Belki bizimkileri döversin. Hatta maket olarak onları kullanırız." Vallahi yapardı, hele ki o gün Araf'ı kızdırırlarsa kesin yapardı. Hatta beni de kızdırırlarsa ben de yaparım böyle bir şey.
Bu düşüncemle Fatih'in az önce söylediği şey aklıma geldi. 'Bunlarda iyi çift oldu ya, ikiside aynı şekilde tehdit ediyor.' Demişti, çift kısmı hariç tehditlerimiz birbirine benziyordu.
"Cemre." Araf'ın bana seslenmesiyle düşüncelerimden sıyrılıp ona baktım. Elif yoktu yanında, çoktan gitmişti anlaşılan. "Bizimkiler gelmeden önce bir şey konuşuyorduk yarım kaldı." dedi ayağa kalkıp yanıma gelirken.
Gözlerim irice açıldı. Unutmadı mı o onu ya? "Öyle mi? Ben hatırlamıyorum, bence siz karıştırdınız." diyerek yalan söyledim. Bal gibi de hatırlıyordum. Hem de her şeyi. Dudaklarımızın birbirine değişini, onlar gelmesiyle öpüşecek olmamızı, her şeyi hatırlıyordum.
Yanıma oturup bana baktı. "Doğru ben yanlış hatırlıyorum çünkü biz konuşma faslını çoktan geçmiştik." Bakışlarımı kaçırdım. O zaman her şeyin bir anda olmasından dolayı bir tepki vermemiştim ve şimdi aynı tepkiyi verip sessiz kalabileceğimi pek sanmıyordum. Üstelik utanç duygum öne geçmişken.
"Bence bunu da yanlış hatırlıyorsunuz. Bunların hepsi uykusuzluktan kaynaklı. Biz de yatıp uyuyalım ki kendimizi toparlayalım, yorgunluktan dolayı her şeyi yanlış hatırlıyoruz." dedim ayağa kalkarak.
Yüzünseki muzip ifadeyle "İyi uyuyalım o zaman." dedi. Kaşlarım çatılırken az önce kurduğum cümleyi düşündüm. Uyuyalım derken birlikte uyuyalım dediğimi sanmadı herhalde, değil mi? Tekrardan yüzüne baktım. Yoo, baya baya öyle sanmıştı.
"Siz yanlış anladınız, uyuyalım derken ayrı ayrı uyuyalım demeyi kastettim." diye açıkladım ama benim açıklamamdan sonra gülünce bile bile öyle dediğini anladım. Sırf beni utandırmak için demişti.
"Yanakların kıpkırmızı oldu." dedi gülerek. Ellerim yanaklarıma giderken mümkünmüş gibi daha çok yandığımı hissettim. Bence ben bir an önce buradan gitmeliydim yoksa baştan sona bütün vücudum kıpkırmızı olacaktı.
"Bence ben gidip yatayım." dedim aklıma başka bir bahane gelmezken. Onun bir şey demesine fırsat vermeden kendimi boş odalardan birine attım. Sırtımı kapıya yaslayıp soluklandım. Ellerim yine yanaklarıma gitti, alev alev yanıyordu. Bir işe yaramayacağını bildiğim halde ellerimle kendime yelpaze yaptım. Kalbimin atışları çok hızlıydı ve gözlerimin önüne sürekli Araf'la olan yakınlığımız geliyordu.
Kendime yelpaze yapmayı kesip odadaki boy aynasına gittim ve kendime baktım. Yanaklarım bildiğin domates gibi kıpkırmızı olmuştu, hatta yüzümün her yeri kıpkırmızıydı. Bu kadar utanmamam gerekiyordu. Üstelik Araf'ın yanında da bu kadar kırmızydı yüzüm. Rezil olmuştum!
Bakışlarım yüzümden dudaklarıma indi. Elim istemsizce alt dudağımda gezindi. Yine gözlerimin önüne o yakınlığımız gelirken biraz daha utandığımı hissettim. Daha fazla düşünmemek için üzerimdeki kıyafetleri bile çıkarmadan kendimi yatağa attım. Bir an önce uyuyup düşünmek istemiyordum. Çünkü düşündükçe daha çok utanıyordum.
* * *
"Araf komutanımın Ateş Parçası komutanım." Meriç'in kulaklıktan bana seslenmesiyle karanlık gecede ileride mevzi aldığı yere baktım.
"Bu cümleyi kurmak seni yormuyor mu Meriç?" dedim kulaklıktan.
"Yoo, hatta size sürekli bu şekilde seslenmek istiyorum. Seslenebilir miyim?" Seslenme desem kesin yine seslenirdi.
"Seslenme!"
"Ben de öyle tahmin etmiştim Araf komutanımın Ateş Parçası komutanım. Hiç merak etmeyin her fırsatta bu şekilde sesleneceğim." Ben ne dersem tam tersini söyleyeceğine adım kadar emindim. Sırf bana inat böyle yapıyordu.
"Ne söyleyeceksen söyle Meriç." dedim etrafıma bakarak. Şu anda hepimiz sevkiyatın yapılacağı yerdeydik ve verilen saati çoktan geçmişti ama ne gelen vardı ne de giden. İn cin top oynuyordu bu boş arazide.
"Bu kadın bizi kandırmış olabilir mi diye soracaktım ben." dedi Meriç.
"Sadece bana niye soruyorsun oğlum? Ortaya sor işte. Sanki sadece ikimiz varız bu operasyonda." Söylenmemle güldü.
"Kadın sadece size zarf gönderdiği için ve bir de size Araf komutanımın Ateş Parçası komutanım demek istediğim için sadece size sordum." dedi keyfli bir ses tonuyla. O oldukça keyifliydi ama maalesef ben değildim.
"Ben de bu operasyon sonlanınca seni buradan tabura kadar yürütesim var Meriç. Ne dersin, iyi fikir değil mi?" dedim tıpkı onun gibi.
"Cani misiniz komutanım siz? Biz Kars'ın çıkışındayız neredeyse. Buradan tabura kadar yürürsem yolda ayaklarımı bırakmak zorunda kalırım." Sanki görebilecekmiş gibi omuz silktim.
"Beni ilgilendirmiyor Fedai."
"Anlaşıldı, ben en iyisi susayım." En azından susmayı biliyordu. Umarım bu susma kısa sürmez.
Bakışlarımı etrafımda gezdirdim, hâlâ gelen giden yoktu. Kağıtta bize söylenen saati de çoktan geçmişti. Acaba kandırdı mı? Ama kandırmış olsa şimdiye bir hareketlilik olup bizi yakalarlardı.
Bakışlarım yanımdaki Araf'a kaydı. "Tuzağa mı düştük komutanım?" Bakışları bana kaydı.
"Sanmıyorum, böyle işleri aceleye getirmezler. Saatinden önce etrafı kontrol ederler. Büyük ihtimalle bir yerlerde buranın temiz olup olmadığını inceliyorlar. Temiz olduklarından emin olunca sevkiyatı yaparlar." Bir şey demeden önüme döndüm. Haklı olabilirdi ama olmayabilirdide. İçime bir kurt düşmüştü.
"Şu dünkü olayı bir türlü konuşmadık." dedi Araf. Dünkü olay? Umarım Yakınlaşmadan söz etmiyordur. "Sürekli kaçıp durdun benden." deyince yakınlaşmadan bahsettiğini anladım.
"Şu anda operasyondayız komutanım, bence pek sırası değil." diyerek önüme döndüm. Dediği gibi bütün gün ondan kaçmıştım, baş başa kalmamıza izin vermemiştim. Aslında bu konuyu konuşmak en iyisiydi ama utanç duygum ön planda olunca konuşamıyordum ve ister istemez ondan kaçarken buluyordum kendimi.
"Ben iki işi birden yapabiliyorum Cemre. Hem seninle konuşur hem de etrafı kolaçan edebilirim." dedi, konuşma konusunda baya ısrarcıydı. Ama ben değildim.
"Ama ben iki işi birden yapamıyorum. Konsantrasyonum bozuluyor." Tabii ki de yalan.
"İyi ben senin yerine de kolaçan ederim etrafı." Sanırım kaçış yolum yoktu. Tek kaçış yolum adamların gelip sevkiyatı yapmasıydı ama onlarda bir türlü gelmiyordu.
"Lan duyuyor musunuz?" Kulaklıktan duyduğum Meriç'in sesiyle kaşlarım çatıldı. "Kesin dün biz gelmeden önce aralarında bir şey oldu." Ah kulaklığı tamamen unutmuştuk, tabii onlarda fırsattan istifade sessizce bizi dinlemiştim. Tabii Meriç konuşana kadar.
"Oğlum sus lan! İki dakika kapalı tut şu çeneni." Bu da Soner'in sesiydi. "Ama haklısın kesin aralarında bir şey oldu." diye ekledi. Hem çocuğa kızıyordu hem de ona hak veriyordu.
"Düşük çeneliler." diye kızdı Fatih.
Araf "Bu kadar dinlediğiniz yeter beyler." dedi ve kendi kulaklığını kapattı.
Benim kulaklığım açık olduğu için Meriç'in sssini hâlâ duyuyordum. "Komutanım durun vallahi dinlemezsem çatlarım..." Araf uzanıp benim kulağımdaki kulaklığı da kapatınca Meriç'in cümlesi yarım kaldı. Artık ne biz onları ne de onlar bizi duyamazdı.
"Bu yaptığınız da doğru değil komutanım. Ya biz konuşurken adamlar gelirse? Bizim yüzümüzden adamları kaçırabiliriz." dedim.
"Merak etme Cemre, dediğim gibi hem konuşur hem de etrafa bakarım ben." Vallahi kaçış yolum yoktu, illaki o konuyu konuşacaktı benimle.
Tam konuşmak için ağzını açmıştı ki onun arkasında gördüğüm ışık hüzmesiyle kaşlarım çatıldı. Bir araba farıydı, sanırım sevkiyat başlayacaktı. Işık hüzmesine bakarak "Bence konuşmayı sonraya erteleyelim komutanım, çünkü adamlar geliyor." dedim. Bakışları omzunun üstünden arkasına döndü. Eli kulaklığına giderken ben de kulaklığa basıp aktif hale getirdim.
"Adamlar geliyor Gökbörü timi. Sevkiyat yapıldığı anda adamları sağ bir şekilde ele geçiriyoruz." dedi Araf.
"Anlaşıldı komutanım."
Araba gelip boş arazinin ortasında durdu. İçinden altı tane adam çıktı. Üç tanesi etrafı kolaçan ederken diğerleri de arabanın yanında durup konuşuyordu. Adamlardan biri sigara yakıp biraz uzaklaştı ve telefonunu çıkarıp birini aradı. Bir süre telefonla konuştuktan sonra etrafına baktı. Arabanın farı tam adamın yüzüne geldiği için yüzü net bir şekilde seçiliyordu. Gözlerimi kısarak tanıdık gelen adama daha dikkatli baktım. Tanıdığım yüzle kaşlarım çatıldı.
"Bu o." dedim adama bakarak. "Buraya ilk geldiğimde beni kaçıran adam. Yusuf bu teröriste çalışıyor işte."
"Emin misin Cemre?" Araf'ın sorusuyla ona bakmadan başımı salladım.
"Evet, eminim. Kesinlikle bu o adam." Eğer bu adamı yakalarsak belki Yusuf da geri gelirdi. Düşük bir ihtimaldi ama gelirdi belki.
"Komutanım o adamı yakalarsak Yusuf geri gelir belki." dedim düşüncelerimi dile getirerek.
"Düşük bir ihtimal ama haklısın." diyerek beni onayladı. "Mutlaka bu adamı yakalıyoruz beyler. En azından Yusuf'un hangi kampta kaldığını öğreniriz." dedi kulaklıktan.
"Anlaşıldı komutanım." dediler. Araf bir anlığına onların olduğu yere baktı.
"Keskin sen uzak dur bu adamdan." deyince güldüm. Fatih adamları yaralamak yerine ikinci lakabı ölüm gibi öldürüyordu.
"Denerim komutanım ama söz veremem. Elimin ayarı bazen tutmuyor." dedi dalga geçerek.
"Benim de verdiğim cezaların ayarı bazen tutmuyor Keskin, dikkat et de nasibini alma." Tıpkı Fatih gibi dalga geçti o da.
"Uyarı bazlı tehdit anlaşılmıştır komutanım. Kendi kafama sıkar o ite sıkmamaya çalışırım." Güldüm, her şeyden kendilerine eğlence çıkarabiliyorlardı ve bu bazen güzel olurken bazen de sinir bozucu olabiliyorum. Beni sinir edecek bir şey yapmadıkları takdirde güzeldi tabii.
"Komutanım bir araba daha geliyor." dedi Ozan. O da bütün gece Yasemin'i uyutmamıştı ve kendisiyle ilgilenmesini sağlamıştı. Krizi çok güzel fırsata çevirebilmişti.
Bakışlarım az önceki arabanın geldiği yere kaydı, bu sefer iki araba geliyordu. Sanırım bunlar silahları verecek olan kişilerdi. Diğerleri de silahları alacak olanlar. Arabaların ikiside diğer arabanın yanında durdu ve içinden bir ordu adam çıktı. Kalabalık gelmelerine şaşırmadım.
Adamlar hiç oyalanmadan bagaja gitti. Diğer adamlarda oraya gidip bagajdaki silahlara baktılar. Hararetli bir şekilde konuşuyorlardı. Biraz da sinirli gibiydiler. Bunları yüzlerine gelen araba farlarından anlamıştım. İçlerinden biri bir çanta getirince sevkiyatın yapılacağını anladım.
"El sıkıştıkları anda harekete geçiyoruz." dedi Araf. "Adamları en fazla yaralayabilirsiniz, hepsi bize sağ lazım."
En son gelen adamlardan biri çantayı alıp açtı ve elini çantanın içine sokup bir deste para çıkarıp baktı. Sanırım sahte mi değil mi diye kontrol ediyordu. Bir kaç deste daha çıkarıp baktıktan sonra paraları çantanın içine koydu, çantayı da yanındaki adamlara verip karşındaki adama elini uzattı. Adamlar el sıkıştıkkarı anda hepimiz harekete geçtik.
Biz mevzi aldığımız yerden çıkıp ateş etmeden adamlara yaklaşmıştık ki içlerinden biri bizi fark etti. O daha silahını kullanamadan Eren bacağından vurdu onu. Bu silah sesiyle hepsi çil yavrusu gibi bir yere dağılırken ben buraya ilk geldiğimde beni kaçıran adama odaklandım. Bir anda ortadan kaybolmuştu.
Bir motor sesi duyunca bakışlarım arabalara kaydı. Arabaya binmişti. Arabayı hızlı bir manevrayla döndürüp giderken tekerleklerine ateş ettim ama çok geçti, ben ateş edene kadar adam uzaklaşmıştı bile. Onu boş verip diğer adamlara odaklandım. Yarısı yakalanmıştı ama diğerleri hâlâ kaçmaya çalışıyordu, bir yandan da bize ateş ediyorlardı.
İçlerinden birinin yanımdaki Araf'ı hedef aldığını görünce adamın eline nişan alıp ateş ettim. O bağırarak silahını düşürürken biri beni tutup çekti. Beni tutan kişiyle yere düşerken az önce durduğum yerden bir kurşunun geçtiğini gördüm. "Beni koruyacaksın diye kendin vuruluyordun Ateş Parçası." dedi Araf nefesi kulaklarıma değerken.
"Komutanımı koruyoru." dedim. Gülerek ayağa kalktı. Ben de onunla birlikte ayağa kalktım. O bana bakerken ben de ona baktım ve arkasında ona silah doğrultan adamı gördüm. Tüfeğimin namlusunu onun arkasına doğrulturken o da benim arkam doğrultmuştu. Aynı anda ateş ettik, onun arasındaki adam bacağını tutarak yere yığıldı. Bakışlarım omzumun üstünden arkama kaydı. Benim de arkamda bir adam vardı ve Araf da onu vurmuştu.
"İyi işti Hayalet'in Gölge'si." Kurduğu cümleyle yüzümde bir gülümseme oluştu. İlk lakabımı kullanmıştı ve kendi lakabıyla çok güzel bir uyum yakalamıştı.
Bakışlarımı kaçırarak etrafıma baktım. Adamların hepsi paket olmuştu. Kimisi yaralıydı kimisinde de bir çizik bile yoktu. O adamı kaçırsak da silahlar ve paralar bizde kalmıştı. Tabii ki bu sevkiyatı yapan adamlar da bizdeydi. O adamın da yanında geldiği itleri vardı ve onları konuşturursak bir bilgiye ulaşabilirdik.
Adamların yanına gidip hepsine plastik kelepçe taktık. Silahları ve paraları kontrol ettikten sonra adamları tek tek araçlara bindirdik. Buradaki araçları da Eren ve Ozan getirecekti.
Ben de araca binecektim ki yanından geçtiğim Araf kolumdan tutup gitmeme engel oldu. "Dün konuşamadık, bugün konuşmadık ama ilk fırsatta konuşacağız Ateş Parçası. Sonuçta sürekli benden kaçamazsın." diye fısıldadı kulağıma. "Bu konu illaki konuşulacak ve aramızdaki bu olay da açığa kavuşacak." Konuşurken dudakları kulağıma değiyordu ve bu yüzden tüylerim diken diken olmuştu.
Kolumdan elini çekince bir şey demeden yanından geçip gittim. Arabaya ikimiz de bindikten sonra tabura doğru yola çıktık. Yol boyunca aramızdaki bu çekimi düşünüp durdum.
Onu seviyor muydum? Buna cevap vermem için ilk önce ondan hoşlanmam gerekiyordu ve ben ondan hoşlanıp hoşlanmadığımı bile bilmiyordum. Evet aramızda değişik bir çekim var, bunu fark ediyordum ve bu çekim o okul olayında daha da artmıştı.
O beni seviyor muydu? Bilmiyorum, belki hoşlanıyor veya etkileniyor olabilirdi ama sevmek için bence erkendi. Belki o beyninin içindeki sorulara cevap verebiliyor olabilir ama ben veremediğim için bu konuyu konuşmak istemiyordum. İlk önce kendi sorularıma cevap verip sonra hislerimden emin olmalıydım. Ve ben henüz etkilendiğimden veya hoşlandığımdan bile emin değildim. Bu yüzden de konuşup ileride pişman olacağım bir şey demek istemiyordum.
Yani ansınız beni koşeye sıkıştırıp konuşmadığı takdirde ondan kaçmayı planlıyordum. Tabii nereye kadar kaçacaktım orası malum.
Tabura gelince adamları askerlere teslim edip odalarımıza dağıldık. Direk duşa girip kendime gelmeye çalıştım. Duşta bile Araf'ı düşündüm, daha doğrusu bu yakınlığı ve aramızdaki çekimi düşündüm. Düşündükçe de bir yol bulamadım diyebilirim. Ondan uzun süre kaçamazdım ve illaki konuşacaktık, ne diyecektim o zaman?
Senden hoşlanmıyorum mu? Ya ileride hoşlanırsam? Ya onun kalbini kırarsam?
Peki hoşlanıyorum mu diyeceğim? Ya ileride hoşlanmazsam? Ona ümit verip sonrada senden hoşlanmıyorum mu diyeceğim?
Sanırım iki ucu boklu değnek. En iyisi kaçabildiğim yere kadar kaçmaktı. Bu süre zarfında da biraz düşünürdüm. Herhalde o zamana kadar da diyecek bir şeyler bulurdum.
Duştan çıkıp üzerimi giyindim. Saçlarımı tarayıp fazla suyunu aldıktan sonra salık bıraktım. Saçlarımı pek kurutmayı sevmiyordum ve kış ayında olsak da kurtmayacaktım. Tam yatağa geçip yatacaktım ki kapının çaldığını duydum. Saat gece yarısını çoktan geçmişti ve bizimkiler eminim ki şimdiye uyumuştu. O halde kim gelmiş olabilir ki odama?
Yavaş adımlarla kapıya gidip açtım. Ben kapıyı açar açmaz kapının diğer ucundaki kişi kapıyı ittirip içeriye girdi ve arkasından da kapıyı kapattı. Şaşkınca bunu yapan kişiye baktım ve anında Araf'ın yeşil gözleriyle kesişti gözlerim. Kaşlarım yavaştan çatılmaya başladı. Bu kadar kısa sürede konuşacağımızı pek sanmıyordum doğrusu. En azından birkaç gün daha kaçırım diye tahmin etmiştim.
"Bir şey mi oldu?" dedim bilmemezliğe vurarak.
Kaşlarını hayır anlamında kaldırıp cıkladı. Üzerime doğru bir adım attı. "Hayır olmadı. Fazla uzatmadan konuşalım diye geldim." Tam da tahmin ettiğim gibi, konuşmaya gelmişti.
"Bugün yorucu bir gündü, bence yarın sakin kafayla konuşalım. Hem dün gece de bizimkiler yüzünden geç uyuduk. Biz şimdi uyuyalım yarın sabah konuşuruz." diye saçma bir bahane attım ortaya ama o bu bahneyi ne kadar dinledi bilemem.
"Yok bence konuşmak için ideal bir zaman dilimi." Israr etti ve sanırım kaçış yolum da yoktu. Bir şey demeden bakışlarımı kaçırdım. Bakışlarımı kaçırmamla elleri yüzümü buldu. "Son birkaç gündür olan aramızdaki çekimin farkında olamayacak kadar kör değilsindir değil mi?" Sorusuyla ona bakıp başımı salladım hafifçe. Sanki dilimi yutmuş gibi konuşamıyordum. Ya da diyecek bir şey bulamıyordum.
"Dün gece bizimkiler gelmeseydi bir şeylere ilk adımı atacağımızın da farkındasın." Hem de fazlasıyla farkındayım. Hatta onlar gelmeseydi Araf'a karşılık bile verecektim ve bu da bence açık bir cevaptı. İşin tuhaf yanı ondan hoşlanıp hoşlanmadığımı bilmiyorken karşılık verecektim.
"Peki niye konuşmaktan kaçıyorsun Cemre?" Paş parmağıyla yanağımı okşamaya başladı. Ne diyecektim şimdi ben? Açık açık hislerimden emin değilim desem bu sefer düşünmem için zaman verecekti ama yine emin olmazsam? Sanırım ben onu üzmekten korkuyordum.
"Bir anlık olan bir çekim ve yakınlıktı Araf. Bence konuşacak bir şey yok." Ah! Gerçekten mi Cemre? Böyle saçma bir bahane de anca senden çıkar zaten. Bari düzgün bir bahane bulsaydın! Bayılmış taklidi yapsam bundan daha inandırıcı olurdu herhalde.
"Bir anlık olan bir çekimdi?" Doğrulamak için sordu. Bakışlarımı kaçırarak başımı salladım. "Peki o bir anlık bir çekimdi diyelim, ya bu da mı bir anlık bir çekimdi?" deyip üzerime doğru bir adım attı ve hafif eğilip bana yaklaştı. Yutkunup onun ormanı andıran yeşil gözlerine baktım. Birkaç saniye gözlerime bakıp dudaklarıma iyice yaklaştı. "Bu da mı bir anlık bir yakınlaşma?" Bir kez daha sordu. Konuşurken dudakları dudaklarıma temas ediyordu ve bu his yüzünden gözlerim kapanmaya başlamıştı.
Dudaklarını dudaklarıma yavaşça sürttü. Gözlerim tamamen kapanırken boğuklaşan sesiyle konuştu. "Hâlâ bir cevap vermedin güzelim. Bu da mı bir anlık yakınlaşma?" Şu anda cevap verebilecek bir durumda değildim. Hoş verecek bir cevabım da yoktu. Zaten o da benim uydurduğum bir bahaneydi ve Araf böyle yaparak bahanemin saçma olduğunu kanıtlıyordu.
"Senin için bir anlık bir yakınlaşma olsa da benim için öyle değil Ateş Parçası." dedi dudakları dudaklarıma hâlâ değerken. Titreyen ellerim bir yere tutunma ihtiyacıyla onun kollarına tırmanıp sıkıca tutundu. O da bundan cesaret almış gibi dudaklarını dudaklarıma iyice bastırdı. Bu hareketiyle titrek bir nefes almıştım ki bir kere burnuma gelen o denizi andıran kokusu tekrardan burnuma doldu. Duş jeliyle karşık ferahlatıcı deniz kokusu geliyordu burnuma.
Ellerimle kollarından destek alıp ayakta durmaya çalıştım çünkü yer ayaklarımın altından çekiliyormuş gibi hissediyordum. Ayaklarım, ellerim, hatta vücudumun her yeri titriyordu.
Onun kokusunu bir kez daha solumak için derin derin bir nefes aldım. Bunu fark etmiş olacak ki dudakları iki yana kıvrıldı. Bunu dudaklarıma değen dudaklarından anlamıştım. Sanki burnumdan aldığım nefesler yetmiyormuş gibi dudaklarımı aralayıp bir kez daha nefes alacaktım ki bunu fırsat bilen Araf alt dudağımı iki dudağının arasına hapsetti. Vücudum daha çok titrerken dudakları herket etmeye başladı.
Belki pişman olacaktım, belki de olmayacaktım, bilmiyorum ama şu anda içimdeki sese kulak vererek onun beni öpmesine karşılık verdim. Ellerim boynuna tırmanırken ona karşılık vermem honuşna gitmiş gibi bir elini belime koyup beni iyice kendisine yaklaştırdı. Saçlarımdan damlayan sular onun belimdeki eline temas ediyordu.
Pişman olur muydum? Veya olmaz mıydım? Hiçbir fikrim yoktu. Tek bildiğim şu anda ona karşılık vermek istememdi ve bu isteğimi de yerine getirmiştim. Şu anlık bundan pişman değildim. Yarını ve ondan sonraki günleri düşünmek istemiyordum. Sadece şu ana odaklanıp anın büyüsüne kendimi kaptırmak istiyordum.
Ve öyle de oldu. Ne yarını ne de yarından sonrasını düşündüm. Sadece şu ana odaklanıp beni öpen adama, deniz kokulu adama karşılık verdim. Orman yeşili gözlerine bakınca içine çeken huzara bıraktım kendimi. Ferahlatıcı kokusuyla mayıştım. Ve şu anda bundan asla pişman değildim.
Selam nasılsınız?
Bölüm nasıldı?
Gize.li kadın yine doğru bilgi verdi. Bunun hakkında ne düşünüyorsunuz?
En sevdiğiniz sahne?
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere kendinize iyi bakın🤍
|
0% |