@kitap__gezegeni1
|
Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayalım🦋
Keyifli okumalar✨️
13.Bölüm "Aşkın İlk Adımları"
Her kalp kendi mucizesini bekler, benim mucizem sensin...
Havaalanından çıkınca etrafa bakıp taksi aradım. Boş bir taksi bulunca hemen arka koltuğa kurulup oturdum. Şoför sormadan gideceğim adresi verdim. "4.hudut tabur komutanlığı." Taksici yola çıkarken bakışlarımız aynada kesişti.
"Asker misiniz?" Bu soruyla sırıttım, dejavu yaşıyor gibiydim sanki. Umarım sadece bu kısımlar dejavudur. Bu kadar kısa sürede aksiyonu kaldıramam.
Araf'la o yakınlaşmamızdan sonra iki gün geçmişti, bu iki gün boyunca hepimiz izinliyidik. Hem teröristlerin öğrencileri kaçırma işine engel olmuştuk hem de silah sevkiyatına engel olmuştuk, bu yüzden Yarbay iki gün izin vermişti. Bu fırsatıda memlekete dönmeye kullanmıştık. Herkes ailesinin yanına gitmişti, ben de dahil. Şimdi ise tabura geri dönüyorudum. Bu iki gün içinde Araf'la hiç konuşmadık, ne o aradı ne de ben. O gün de hiç konuşmadık. Daha doğrusu o düşünmem için üstüme gelmedi. Bu izin de tam bu olayın üstüne gelince düşünmem için iyi bir fırsat olmuştu bana ama ben hâlâ emin değildim.
Tamam ona karşılık verip öpmüştüm ama bir anlık olan bir şeydi. Yani sanırım... Bir yandan da bir anlık bile olsa insan sevmediği kişiyi öpmez diyordum ama hislerimden bir türlü emin olamıyordum. Aslında onu üzmekten korkuyurdum. Birinin benim yüzümden üzülmesini hiç istemiyordum. İstemeye istemeye de olsa onu bir şekilde üzerim diye korkuyordum ve bu da hislerimden emin olmamı engelliyordu.
"Evet askerim." deyip önüme döndüm. Umarım ikinci bir kaçırılma vakasıyla karşılaşmazdım, çünkü şimdilik bu kadar dejavu yeterdi bana.
"Benim oğlan da bu sene sınavlara girecek, Allah'ın izniyle sizin gibi asker olur inşallah." Gülümsedim, sanırım biraz ön yargıyla yaklaşmıştım.
"Umarım kazanır sınavı." dedim orta yaşlı adama.
Aramızda başka bir konuşma geçmezken bir sorun çıkmadan tabura geldim. Parayı ödedikten sonra içeriye girecektim ki telefonumun çaldığını duydum. Cebimden çıkarıp bakınca kayıtlı olmayan bir numaranın aradığını gördüm. Telefon kapanmadan açıp kulağıma götürdüm. Cevap vermeden karşı tarafın konuşmasını bekledim, neyse ki çok beklemeden karşı taraftan bir erkek sesi duydum. "Merhaba Cemre komutan." Kaşlarım çatıldı, ses çok tanıdık geliyordu ama çıkaramamıştım. "Benim, Yusuf." Kaşlarım bu seferde şaşkınlıkla havaya kalktı.
"Hayırdır Yusuf yoksa teslim mi olacaksın?" Şaşkınkın bir şekilde sordum. Beni aramasının başka bir açıklaması yoktu çünkü.
"Öyle bir niyetim yok." deyince göz devirdim, inatçı keçi! "Kardeşimle konuşmak istiyordum, telefona verir misin?" Verir misin mi? Ver demesi gerekmiyor muydu? Gelişme katetmeye başlamıştı anlaşılan.
"Yusuf ben en son konuştuğumuzda sana anlatmıştım. Buraya gelmeden kardeşinle konuşmana izin vermem. Ya gelirsin yüz yüze kardeşinle konuşursun ya da ben ömür boyu onu sana göstermem." Tabii ki de öyle bir niyetim yok, sadece buraya gelmesi için biraz hassas noktasından vurmaya çalışıyordum.
"İyi sen bilirsin." dedi, telefonu kapatacağını anlayınca hemen konuştum.
"Birkaç gün önce kardeşin seni soruyordu, seni çok özlemiş." Derin bir nefes aldığını işittim. "Bence bu inadı bırak kızın yanına gel. Tek ailen o senin, ne senin onda başka ailen var de onun. Kız hem annesini hem de babasını kaybetti, yanına gel de abisini de bir şerefsiz sürüsü yüzünden kaybetmesin." Bu konuları açmayı sevmiyordum, kimseyi ailesi üzerinden yaralamazdım veya yaralarına tuz basmazdım ama Yusuf bana başka çare bırakmıyordu. Ondaki inadı bir şekilde kırmalıydım ve her yolu deniyordum. Maalesef bu yollar bazen onu incitebiliyordu.
"Bence sen inadı bırak ve kardeşimle görüşmeme izin ver." Sıkıntıyla bir nefes alıp etrafıma baktım, bir postacının geldiğini görünce kaşlarım çatıldı.
"İnat eden ben değil sensin Yusuf. Kardeşin senin inadın yüzünden sana hasret kaldı." dedim postacıya bakarak. Kapıda nöbet tutan askerlerle konuşuyordu.
"Anlaşılan sen kardeşimle yine beni görüştürmeyeceksin. Daha fazla konuşmanın bir anlamı yok o zamN." deyip suratıma telefonu kapattı. Onu umursamadan zarfı alan askerin yanına gittim.
"Bana mı gelmiş o zarf." Sanki benden başkasına gelmiyormuş gibi hemen atladım bende.
"Yok komutanım bu sefer size değil Meriç komutanıma gelmiş." Kaşlarım şaşkınlıkla havalanırken güldüm. Sıra Meriç'e mi geçmişti?
"Tamam ben götürürüm." deyip zarfı askerden aldım ve açtıkları kapıdan tabura girdim. İlk önce elimdeki eşyaları odama koyup sonra da yemekhaneye ilerledim. Bizimkiler benden önce geldiyse kesin oradadır.
Yemekhaneye gelince etrafıma baktım, gözlerim anında bir çift yeşil gözle kesişti. Yutkunup Araf'ın yeşil gözlerinden gözlerimi ayırmadım, o da benden farksız gibiydi. İlk önce baştan ayağa beni süzdü ve bakışları tekrardan gözlerimde durdu. Bir kez daha yutkunup ağır adımlarla oraya doğru ilerledim. Herkes buradaydı.
Masaya yaklaştıkça yanaklarımın yandığını hissettim ve bakışlarımı Araf'tan kaçırdım. "Aaa komutanım bakın sizinki geldi, gözünüz artık yollarda kalmaz." Bunu diyen Eren'e kaydı bakışlarım. Araf'a bakarak konuşuyordu ve ben söylediği şeylerle biraz daha utandım.
"Komutanım buyurun siz böyle oturun. İki gün ayrı kaldınız dip dibe oturarak hasret giderin." dedi Ozan yerinden kalmak için hareketlenirken. Araf'ın tam karşısında oturuyordu.
Elimdeki zarfla başına vurup Araf'ın çaprazı, Fatih'in de sağ tarafındaki boş yere oturdum. Elimdeki zarfı da Meriç'in önüne itttirdim. "Duaların kabul oldu Fedai. Zarf bana değil sana gelmiş." dedim gülerek. Bakışları anında beni bulurken gözleri şaşkınlıkla açıldı.
"Ciddi misiniz?" deyip önündeki zarfı aldı. "Oha! Harbi benim adım yazıyor. Başçavuş Meriç'e yazmış. Keşke sadece Meriç'e yazsaymış ama buna da şükür, sonuçta Cemre komutandan bana terfi etti bu zarf olayı. Artık torunlarıma anlatırım bu olayı. Taburun yemekhanesinde otururken, tek bir dişi sinek bile görmezken dişiler benim cazibemi görmeden etkilenip bana 21.Yüzyılda bile mektup gönderiyorlardı derim." Gülerek başımı iki yana salladım. Ondan da zaten böyle bir tepki beklenirdi. Normal karşılasa sorun olurdu.
Gülerken bakışlarım masada gezindi ve yine bir çift yeşil gözle mavi gözlerim kesişti. Onu görmek, her ona bakışımda göz göze gelmek içimi kıpır kıpır yapıyordu ve heyecanlandırıyordu beni.
Sanırım ben emin olmuştum.
Bu iki günlük izinde çok düşündüm ama bir türlü doğru düzgün bir cevap bulamamıştım. Bir de üstümde gereksiz bir yorgunluk vardı. Adım atmaya bile üşeniyordum ama şimdi bir enerji gelmiş gibi hissettim. Etrafıma salak salak gülücükler saçmak istiyordum ve bence bu hiç normal değildi.
Sanırım aşkın ilk adımları bugün atılacaktı. Araf bu aşka beni öperek giriş yapmıştı ve ben de bu adımları atarak onun adımlarına karşılık vermeliydim ama konuşmak için bir fırsat bulmalıydım. Bunu da şu zarfı okuduktan sonra halledecektim. Bu sefer kaçmak yoktu, direkt söyleyecektim. Yani umarım.
Fatih aksi bir sesle konuştu. "Salak salak konuşmada aç şunu. Hanımefendi bizleri çok bekletmeden yeni bilgilerle gelmiş. Bu kadında olmasa boş boş oturacağız herhalde." Fatih'in dediklerine hak verdim. Son zamanlarda hep kadının verdiği bilgiler doğrultusunda ilerledik. Umarım bir sorun çıkmazdı bu bilgilerde de.
"İki dakika konuşturmadınız ya!" Meriç söylenerek zarfı açıp baktı, yazanları sesli bir şekilde okumaya başladı. "İki gün sonra bir köyden eli silah tutan bütün gençleri alıp dağa çıkaracaklar. Yarısını canlı bomba yaparken yarısınıda sınır ötesindeki mayın tarlasından geçirecekler. Sağ bir şekilde mayın tarlasından karşıya geçen gençler karşı tarafta bekleyen adamlardan patlayıcı ve uyuşturucuyu alıp yine mayın tarlasından geçerek o adamlara teslim edecek." Yine önemli bir bilgi vermişti bize, umarım bu da doğrudur. "Altında da köyün adı yazıyor komutanım." diye ekledi Meriç.
"Arkasında bir şey yazıyor bunun." dedi Soner. Meriç elindeki kağıdın arkasını çevirip baktı, yine sesli bir şekilde okudu.
"Bu bilgiyi yine Cemre komutana verecektim ama bana niye gelmiyor bu zarflar diye söylendiğin için sana gönderdim Fedai." Meriç sadece kebapçıda bunu dile getirmişti ve kebapçıda hiç sarışın bir kadın yoktu. Ayrıca lakabını bilmesine şaşırmadım çünkü orada ona öyle seslenmiştik.
Meriç gülerek "Naz yapıyor kesin." dedi. "Senin cazibene dayanıp gönderdim demek istedi ama sizlerin yanımda olacağınızı bildiği için üstü kapalı bir şekilde ifade etti bunu." İllaki kendisini övecekti.
"Bu bana zavallı Doktor'u hatırlattı. O da Yasemin'in naz yaptığını sanıyor, hâlbuki kadın açık açık seni sevmiyorum diyor. Yakında bu Fedai de öyle olacak." dedi Eren.
Ozan anında itiraz etti. "Hadi lan Yasemin beni seviyor. Eskisi gibi yanına gidince söylenmiyor artık. Yakında Araf ve Cemre komutanlarımdan önce sevgili oluruz biz." Konu hangi ara bize geldi ya?
Herkesin bakışları bize dönerken benim bakışlarım Araf'a kaydı ve yine anında göz göze geldik. Meraklı bir şekilde tepkilerimi izliyordu.
"Siz şimdi bizi bırakın da şu kadının yazdıklarını düşünün." diyerek konuyu değiştirdim. "Kadın kebapçıda Meriç'in dedikleri üzerine ona bu zarfı göndermiş. Bu da demek oluyor ki o da kebapçıdaydı çünkü Meriç bunu sadece orada dedi." Sözlerimden sonra hepsi biraz düşünüp bana hak verdi. "Ama ben o gün etrafa bakmıştım ve bir tane bile sarışın bir kadın görmedim. Bu da demek oluyor ki kadın sarışın değil, peruk takıyor." Kamera kayıtlarına o gün bakmadık çünkü yine bir şekilde kameranın açısından çıkmıştır. Sonuçta bu zamana kadar hep gizli takıldı, orada mı kendini ele verecek? Zaten zarfı buldukları masa kameranın açısında değildi. Kadınla ilgili tek bir bilgimiz olmadığı için baksak bile hangi kadın olduğunu bulmamız imkansız.
"Nasıl ya?" Meriç'in sorusuyla ona baktım. Hayalleri yıkılmış gibi elindeki zarfa bakıyordu. "Ama ben sarışınlardan hoşlanırım. Olmadı şimdi bu." Güldüm, bizim derdimiz ne onun derdi ne? "Aşkımız başlamadan bitti gizemli kadın, buraya kadarmış bizim hikayemizde." deyip zarfı bana uzattı. "Alın komutanım onu hatırlatacak en ufak bir şey bile görmek istemiyorum. Kalbimden söküp atacağım bu aşkı."
"Zevzek!" diyerek zarfı aldım.
"Oğlum şurada ciddi bir şey konuşuyoruz, biraz ciddi ol." diye söylendi Fatih.
"Bu da ciddi bir mesele kardeşim. Senin tek terdin adam öldürmek olabilir ama biz fani insanlar aşık olabiliyoruz ve aşk acısı çekebiliyoruz. Bırak da iki dakika depresyona gireyim."
"Biz adam öldürmeyi hobi edinen insanlarda senin gibi salaklara tahammül edemiyoruz. Git de az ötede depresyona gir yoksa öldürdüğüm kişilerin içine sende gireceksin."
"Görmemişsin iki adam öldürmüş Allah'ın ölüm lakaplı salağı!" Kendimi tutamayıp Meriç'in kurduğu bu cümleye güldüm. Laf dalaşında kimse Meriç'in eline su dökemez sanırım. Saçma bir cümleyle bile karşı tarafı susturabilirdi.
"O gün dikkatini çeken biri oldu mu?" Araf'ın sorusuyla ona bakıp başımı iki yana salladım.
"Hayır olmadı." dedim ve hemen araya Soner girdi.
"Tabii olmaz o sırada kulaktan kulağa oynuyordunuz." Araf elini kaldırıp onun kafasına bir tane geçirdi.
"Canımı sıkma Yarasa, canına okurum!"
"Komutanım Ateş Parçanızda geldi niye hâlâ sinirlisiniz? Yoksa size yüz vermiyor diye mj bu siniriniz?" Soner'in dediğine göz devirdim, yine dillerine düşmüştük.
"Soner!" Uyarı dolu sesimle ona seslendim. Anında arkasına yaslanıp kollarını gögsünde birleştirdi.
"Fedai aşk acısı çekerken onun yerini aratmayayım demiştim ama bu kadar yeter sanırım." deyip önüne döndü.
"Zevzekliğiniz bittiyse işimize odaklanalım." dedi Araf. Göz ucuyla Meriç'e bakıp sabır diledi. Bu görüntüye gülmemek için kendimi sıktım. "Kadınla ilgili elimizde bir bilgi var. Kadın sarışın değil, aynı zamanda kadın sıradan biri de değil."
"Sıradan biri değil derken?" Araya girerek sordum.
"Kadın oldukça zeki, bunu bu zarfları bize ulaştırırken en ufak bir ipucu vermemesinden anlıyoruz zaten. Kıvrak bir zekası var, bunu da Fatih ve Cemre'yi kolayca atlatmasından anlıyoruz. Köşeyi dönünce kardan dolayı etraflarına doğru düzgün bakamadıklarını tahmin etti ve bir kovayla onları kolayca alt etti. Yanımızdan kolayca gelip geçiyor, bizi dinliyor ve bunu da çok usta bir şekilde yapıyor ki fark etmiyoruz. Aynı zamanda bu kadın bu kadar bilgiyi elde edebildiğine göre içeride ya adamları var ya da kendisi onların içinde. Tabii kendisi onların içindeyse güvenlerini öyle bir kazanmış ki bu kadar bilgiyi o da biliyor ve bize ulaştırıyor." Kaşlarım çatıldı, hangi ara bunları düşünmüştü bu? "Tabii bir de bu bilgileri sadece Cemre'ye göndermesi var. Neden sadece Cemre'ye gönderiyor? Şimdiki hedefimiz bu." diye ekledi.
Sinirle bacaklarımı sallamaya başladım. Fark ettiğim şeyle kaşlarım iyice çatıldı. Ben onun bir kadını gözlemlemesini kıskanmıştım!
Lanet olsun!
Şu anda görevle ilgili konuşuyorduk ve o da fikirlerini bize anlatıyordu ama ben onu kıskanmıştım! Gerçekten lanet olsun! İşle aşkı karıştırmaya başladığıma göre işim hiç iyi değildi.
Onun bu kadar iyi gözlem yapmasını bana taktığı lakapta görmüştüm ve hiç itiraf etmesem de beni bu kadar inceleyip bana uyan bir lakap takması hoşuma gitmişti ama bu huyu bana özgü değildi. Zaten benden önce aynılarını timdekilere de yapmıştı ama böyle bir kıskançlık söz konusu değildi, çünkü arada bir kadın yoktu, tek ben vardım. Şimdi ise bir kadını daha gözlemlemişti ve bu beni sinir etmişti. Normal bir şeydi, o bir askerdi ve görevle ilgili fikirlerini ortaya döküyordu ama kıskançlığıma da engel olamıyordum.
Buna bir an önce bir çözüm bulmalıydım yoksa hiç iyi olmazdı. Bir asker aşkla işi karıştırıyordu... Hiç olacak iş değildi. Kimseye bu yüzden askerliğimi sorgulatmak istemiyorum.
"Ne demek sadece Ateş Parçası komutanıma gönderiyor?" diyerek Meriç araya girdi. Elindeki zarfı gösteri ve devam etti. "Bu ne peki? Bakın üstünde Başçavuş Meriç'e yazıyor."
"Kadın bizi dinlediği için sana gönderdi o zarfı, zaten kağıttada yazıyor bu. Sen orada öyle konuşmasaydın yine Cemre'ye gönderecekti." Araf'ın açıklamasıyla ona baktım. Bakışları bir anlığına bana kayınca kaşları çatılı. Bir süre yüzümü inceledikten sonra dudakları iki yana kıvrıldı.
Umarım kıskandığımı anlamamıştır. Onda bu gözlem yeteneği olduğu sürece anlamaması saçma olurdu tabii ama anlamasın işte.
"Bu arada bu kadına gram güvenmiyorum, nedense içimden bir ses bir bok çıkacak diyor." diye de ekledi bakışlarını benden çekmeden. O bakışlarını benden çekmeyince ben çekip öylesine etrafıma baktım. Bir yandan da sinirlerimi, kıskançlığımı kontrol altına almaya çalıştım.
Bakışlarımı hiç Araf'a değdirmeden ve sinirle parmaklarımla oynarken cebimdeki telefonuma bildirim geldiğini duydum. Telefonu çıkarıp bildirim panelinden bakınca mesajın Araf'dan geldiğini anladım ve kaşlarım çatıldı. Kısa bir an ona bakınca yüzündeki keyifli ifadeyle beni izlediğini gördüm. Derin bir nefes alıp mesajı okudum. "Kıskandın mı sen?" Yazıyordu.
Lanet olsun, anlamıştı!
Mesaj yazmadan ona bakıp kaşlarımı hayır anlamında kaldırdım. Yüzümü de sabit tutmaya çalıştım ki yalan söylediğimi anlamasın.
Emin misin der gibi tek kaşını kaldırdı. Gözlerimi açıp kapattım. Bu cevabımla telefonuna bakıp parmaklarını ekranda gezdirdi, saniyeler içinde telefonuma yine bildirim geldi. Mesajı içimden okudum. "Berbat bir yalancı olduğunu daha önce söylemiş miydim?" Yazmıştı.
Yine cevap yazmadan ona bakıp yapmacık bir şekilde gülümsedim. Bu hareketimle daha da keyiflendi ve yine bir şeyler yazdı. Sürekli telefonuma bildirim geldiği için dikkat çekmemek adına telefonu titreşime alıp yazdığı mesajı yine okudum. "Sandığımdan daha çok kıskanmışsın." Yazmıştı ve yanına da gülücük koymuştu.
Bu sefer bakışlarımla cevap vermeyi kesip ekranda parmaklarımı gezdirerek cevap yazdım. "Hayal aleminden çıkmanızı öneririm komutanım." Yazıp göderdim mesajı.
Fazla bekletmeden mesaj geldi. "Komutanım mı? Araf'a ne oldu?" Off yine belli etmiştim şu lanet kıskançlığı.
Cevap yazmadan telefonu masanın üstüne ters bir şekilde koydum ve göz ucuyla ona baktım, bildiğin ağzı kulaklarına varmış bir şekilde bana bakıyordu. Bu görüntüye ister istemez kaşlarım çatıldı ve o da bunu fark etti. İyice sinirlenirken masanın ortasındaki açık bisküvi paketini alıp sinirle yedim. Hatta birer birer değil ikişer üçer alarak yedim.
"Sanırım çok acıktı, yemek mi söylesek?" Eren'in dediği şeyle onlara baktım. Hepsi şaşkınca benim bisküvi yememi izliyordu.
Araf anında "Aç değildir o sinirlidir biraz." dedi. Gözlerim kısılırken o keyifle arkasına yaslandı.
Adamın keyifli olması tabii normal, benim kıskançlığım anormal. Hayır adam gelmiş gizlice bize yardım eden kadın hakkında bilgi veriyor ben de salak gibi onu gözlemlediği için kıskanıyorum. Sanırım bu hareketimle onu baya bir eğlendirmiştim ve bu şekilde ona bir cevap bile vermiş sayılırdım. Ailelerimizin yanına gitmeden önce benim düşünüp dönünce bir cevap vermemi istemişti. Sanırım kıvranmama gerek kalmadan ona bu davranışımla çok güzel cevap vermiştim
Meriç bir bana bir de Araf'a bakarak "Ben ne kaçırdım?" dedi.
"Sen ne kaçırdıysan aynısını ben de kaçırmışım kardeşim." dedi Fatih de.
"Sanırım hepimiz kaçırdık." Diyerek onlara katıldı Ozan. "Neyse ben sevdiceğimin yanına gideyim de onunla vakit geçireyim. Belki sevgili olma yollarında bir adım daha atarız." diyerek yanımızdan ayrıldı.
Araf da onun arkasından ayaklanınca bakışlarım ona döndü. "Ben de gidip bu zarfı Erdem Yarbaya anlatacağım." Ben yanımızdan ayrılmasını beklerken o masanın etrafından dolanıp benim yanıma geldi. Arkamdan ellerini masaya koyup üzerime doğru eğildi. Nefesini kulağımda hissedince heyecanlandım ama sakin kalmaya çalıştım. "Akşam yemeğinden sonra konuşacağız." diye kulağıma fısıldadı. Burnunu hafifçe boynuma sürtüp derin bir nefes aldı ve fazla oyalanmadan yanımızdan ayrılıp gitti. O gidince derin bir nefes alıp etrafıma baktım. Bizimkiler imalı bir şekilde bakarken başımı ne var anlamında salladım.
"Ne?" dedim. Fatih'in cevap vereceğini anlayınca ayağa kalktım hemen. "Konuşma! Sizin imalarınızı dinlemek istemiyorum." diyerek yanlarından uzaklaşmaya başladım.
Yemekhanenin kapısıne giderken arkamdan Meriç'in dediğini duydum. "Ateş Parçası komutanım da iyice kafayı yedi. Bir soruyor bir de konuşma deyip yanımızdan ayrılıyor." Gülerek yemekhaneden çıktım ve kendimi direkt odama attım.
Akşam ona bir cevap verecektim. Az önce yeterince bir cevap verdim ama illaki o da bir cevap isterdi. Ne diyecektim? En iyisi konuşmadan onun gibi dudaklarına yapışmaktı, bence bu da bir cevap oluyordu. Sonuçta o da bana bu şekilde açılmadı mı?
Evet evet öyle yapacağım. Umarım yapacağım...
Günün geri kalanını hep odamda geçirdim, yemekhaneye bile gitmedim. Adamın dudaklarına yapışacağım demiştim ama şimdi de utançtan odamdan bile çıkamıyordum. Sanırım ben konuşamayacaktım. Konuşmadan onu sevdiğimi nasıl söyleyecektim?
Umarım deli bir cesaret gelip beni alır da pat diye her şeyi söylerim ya da öperim.
Akşam olunca odanın içinde bir sağa bir sola dolanıp durdum. Daha fazla bu küçücük odada tıkılıp kalmamak adına dışarı çıktım. Dışarıda çok az asker vardı, onlarda sigara içiyordu zaten. Boş bir banka oturup gökyüzündeki yıldızlara baktım, sanki bugün daha çoklardı ve ışıl ışıllardı. O ışıklarıyla bu kapkara geceyi süslüyorlardı.
Yıldızlara bakınca aklıma Araf'la ilk karşılaştığım an geldi. O gün de yıldızlar aynı bugünkü gibi geceyi aydınlatıyordu. O gün kapkaranlık geceyi hem yıldızlar aydınlatıyordu gökyüzünü hem de onun yeşil gözleri. O karanlık gecede bile net bir şekilde görmüştüm onun ışık saçan gözlerini. Tabii bir de ilk beni öptüğü gün vardı, Elif'in evinin balkonunda. O gün kar yağsada akşamına hava açılmıştı ve yine karanlık geceyi yıldızlar süslemişti. Şimdi olduğu gibi.
Sanırım bizim mutlu anlarımızda yıldızlar hep bize ortak olacaktı ve karanlık geceyi süsledikleri gibi bize de birer ışık olacaklardı. İlk karşılaşmamız, ilk yakınlaşmamız ve birazdan benim itirafım bunların hepsinde yıldızlar ortak olmuştu bize. Yıldızların Altında geçen mutluluklarımız olmuştu ve olacaktı.
Hafif esen rüzgarla montumun önünü kapatıp kollarımı kendime doladım. O sırada bana doğru yaklaşan adım sesleri duydum. Tam arkama dönüp bakacaktım ki esen rüzgardan burnuma ferahlatıcı deniz kokusu doldu ve Araf'ın geldiğini anladım. Hiç yerimden kımıldamadan oturup onun yanıma ulaşmasını bekledim.
Saniyeler içinde yanıma ulaşıp elimi tuttu, oturduğum banktan beni kaldırıp ilerlemeye başladı. "Araf nereye gidiyoruz? Konuşmayacak mıydık?" Arkasından giderken sordum.
"Konuşacağız ama burada değil." dedi, etrafına baktı. "Daha sakin ve kimsenin olmadı bir yerde." Bir şey demeden ona ayak uydurdum. Birlikte taburdan çıktık ve boş yolda ilerlemeye başladık. Yaklaşık on dakika sonra bir çocuk parkına geldik. Sanırım artık kullanılmıyordu çünkü salıncalar kırılmıştı, tahtıravalliler yere düşmüştü ve kaydırakların bazı yerleri delinmişti. Bir çocuğun burada oynaması imkansızdı.
Araf elimden tutmaya devam ederek bir banka götürdü beni ve oturdu, ben de onun yanına oturup etrafıma baktım. Derin bir nefes alıp göz ucuyla ona baktım, o bana bakmak yerine gökyüzüne bakıyordu.
"Ne konuşacağız?" Konuya giriş yapmak için ve bu garip sessizliği bozmak için sordum. Aslında ne konuşacağımızı çok iyi biliyorum.
"Bilmem buna senin verdiğin karar doğrusunda bileceğiz." dedi. "Aslında birkaç saat önceki kıslançlığınla cevap verdin ama ben duymak istiyorum." diye ekledi.
"Kıskanmadım ben! Sen yanlış anladın." diye yalan söyledim hemen.
"Bende öyle tahmin etmiştim zaten. Davranışların, mimiklerin hep benim yanlış anlamam doğrultusunda oldu değil mi?" Cevap vermeden ben de onun gibi gökyüzüne baktım. Zaten yalan söylediğimi biliyordu, en iyisi susmaktı.
"Cemre?" Bana seslensede dönüp bakmadım. Yine sinirlenmiştim ve bu sinirimle onu kıskandığımı açıkça gösterirdim. Kıskandığımı biliyordu ama en azından şimdi belli etmeyeyim bari.
Ona bakmayacağımı anlayınca ellerini yüzüme çıkarıp kendisine bakmamı sağladı. "Ben herkesi gözlemlerim, herkes hakkında bilgi sahibi olmaya çalışırım. Kadın veya erkek hiç fark etmez bunu yaparım ve hayatıma sen girsen bile yapmaya devam edeceğim." Kaşlarım çatlırken o güldü, baş parmağı dudaklarımı bulurken yavaşça okşadı. "Ama kimseyi seni gözlemlediğim kadar gözlemlemem, sana baktığım gibi bakmam, en ufak mimiklerini bile saatlerce düşünmem. Bunları sadece bir kadına yaparım ve o da sensin. Sadece seni bu kadar ayrıntılı gözlemler incelerim." Yutkundum, böyle bir şey beklemediğimi itiraf etmeliydim.
Sanırım beklediğim o delice cesaret bedenimi esir almıştı. Birden dudaklarımı dudaklarına batırdım. Araf bunu beklemediği için şaşkınca kalırken ben birkaç saniye dudaklarımızı birleşmesine izin verip anında ondan ayrıldım. Araf'ın şaşkın yüzünü görünce gülmek istesemde kendimi sıktım, sanırım böyle bir şeyi benden beklemiyordu.
"Şimdi ben bunu ne olarak algılamalıyım?" Şaşkınlığını üzerinden atıp sordu. Sırf beni biraz daha utandırmak için bu soruyu sormuyorsa bende bir şey bilmiyordum. Zaten bu yaptığım açık bir cevaptı.
"Bilmem, sana bırakıyorum kararı." deyip bakışlarımı ondan çektim ama yine ellerini yüzüme koyup kendisine bakmamı sağladı.
"Ben senin davranışlarınla değil ağzından çıkan kelimelerle bir cevap vermeni istiyorum Ateş Parçası." Bunu istemesi gayet normaldi ama o da bana açık açık bir şey dememişti ki, sadece öpmüştü ve hareketleriyle bir şeyler anlatmıştı.
"Sen de bana kelimelerle bir şeyler dememişken benden istemen hiç adil değil Araf." diyerek onun ellerinin arasından çıkıyordum ki hiç beklemediğim o iki kelime dudaklarının arasından çıkıp bana ulaştı.
"Seni seviyorum." Bakışlarım ilk önce bu iki kelimeyi söyleyen dudaklarına oradan da gözlerine çıktı. "Seni hiç tahmin edemeyeceğin kadar çok seviyorum hem de." dedi iç çekerek. "Cemreler yere düşerken sen yere düşmeyi vazgeçip benim kalbime düştün sanırım. Hem de kışın ortasında, bir mayının üstünde ve yıldızların aydınlattığı bir gece yarısında." Dudaklarım iki yana kıvrıldı. Yemin ediyorum konuşacağız derken bu kadar açık, bu kadar güzel sözler beklemiyordum. İkimizin de birbirimizi sevdiğimiz ortadaydı ama bu sözleri asla beklemiyordum. Biraz daha bu sözlerine devam ederse kalbim fazla mesaiden dolayı istifa edecekti.
"Ama sen böyle konuşursan ben kalpten gidebilirim." dedim içimden geçenleri dile getirerek. Güldü, bana yaklaşıp dudağımın kenarından öptü. İstemsizce iç çektim ve bunu o da fark etti.
"Bu iki gün içinde hislerinden emin oldun mu?" Konuyu değiştirerek bir soru sordu.
"Hayır, birkaç saat önce emin oldum." dedim kısık bir sesle. Güldü, ellerini yüzümden çekti, arkasına yaslandı.
"Dur tahmin edeyim, senin kısmanmadım dediğin ama deli gibi kıskandığın dakikalarda oldu değil mi?" Sesinde bariz bir şekilde belli olan bir keyif vardı. Onu kıskanmam hoşuna gitmişti.
"Yani, olabilir." deyip onun gibi arkama yaslandım ve gökyüzüne baktım. "Seninle ilk karşılaşmamızda yine bir gece yarsıydı ve tıpkı şimdiki gibi geceyi süsleyen yıldızlar aydınlatıyordu gökyüzünü." dedim konuyu değiştirerek. Çünkü bu kıslançlık olayını daha fazla konuşmak istemiyordum. "Değişik bir karşılaşmaydı tabii." Güldü, ben de güldüm. "İlk beni öptüğünde de yıldızlar karanlık geceyi süslüyordu."
"Yıldızlar herşeyimize ortak olacak desene." dedi konuyu değiştirmemi garipsemeden. Başımı omuzuna koyup elimi havaya kaldırdım. Küçükken elimizi uzatsak yıldızları tutacağımızı sandığımız gibi onlara dokunmaya çalıştım.
"Şöyle ellerimizi uzattığımızda tutabilseydik yıldızları." dedim. "Harika olmaz mıydı?"
"Olurdu tabii ama ben zaten en parlak yıldıza dokunuyorum." Anlamayarak ona baktım, bakışlarımı görünce güldü. "Gecenin bir yarısı aramıza katılacak bir Üsteğmeni dağlarda ararken karşımıza mayına basmış, soğuktan donmak üzere biri çıktı. O zaman anladım gecemi aydınlatacak bir yıldız olduğunu." Kalbim yine hızlanırken utançtan yanaklarımın yandığını hissediyordum. Şu utangaçlığıma bir çözüm bulmalıydım, hem de acilen. "Ben gece sen de yıldızsın. Bugün olduğu gibi, ilk tanışmamızda ve ilk yakınlaşmamızda olduğu gibi, gelecekte olacaklar gibi sen de bu gökyüzündeki yıldızlarla birlikte benim gecemi aydınlatacaksın Cemre. Ben gece sen de yıldızın ve bu ikili ilelebet hep beraber olur. Biz de öyle olacağız."
"Sen hep böyle romantik miydin?" Hayran olmuş bir şekilde sordum. Güldü, kolunu omuzuma atıp beni biraz daha yanına çekti.
"Sanırım değildim ama baharın habercisi olan bir cemre havaya, suya ve toprağa düşmesi gerekirken gelip tam kalbimin ortasına düşünce böyle biri oldum ben de. Hem de gecenin bir yarısı, kışın ortasında, o denizi andıran mavi gözleriyle düşmüştü. Tıpkı kayan yıldızlar gibi ve o yıldız kalbimde olduğu sürece bu hallerime alışsan iyi olur."
"Araf." Mayışmış bir şekilde adını söyledim. Beni kendine biraz da çekip devam etmem adına birkaç mırıltı çıkardı. "Beni ilk gördüğünde, yani o gece mayının üstünde gördüğünde ne hissettin?" Beni sevdiğini anladığımdan beri bunu çok merak ediyordum. Madem bugün itiraf edecektik, aşka doğru bir adım atacaktık bunu sormamda da bir sorun olmazdı.
İç çekti, dudaklarını saçlarımın üstünde hissettim. Öpüp konuştu. "Seni görmeden önce terörist sanmıştım, yani senin arkandaydık ve yüzünü görmemiştim." Öyle sandığını zaten ben de tahmin etmiştim. Çok soğuk ve sert bir şekilde konuşuyordu çünkü. Hatta tek kelime etsem kafama sıkıcakmış gibi hissetmiştim. "Sonra seni gördüm, mavi gözlerinle yeşil gözlerim kesişti ve işte o an anladım hayatıma girip bir daha çıkmayacağını. Çünkü kalbim hiç olmadığı kadar hızlı atmıştı. Sebepsizce gözlerimi o parlayan mavi gözlerden çekmek istemedim. İşte tam o dakika kalbime düştün ve orayı yuvan belleyip beni kendine daha çok bağladın." Güldümsedim, onun her konuşmasında, tek bir kelimesinde kalbim yerinden çıkacakmış gibi hızlandı ve hızlanmaya da devam etti.
"Sonra mayına bastığını fark ettim ve bu seferde kaybetme korkusu sardı beni. Daha birkaç saniye önce gördüğüm kadını kaybetmekten korktum. Ne kadar belli etmemeye çalışsam da korkum tüm bedenime yayılmıştı. Eren'in bir an önce o mayını haletmesini istedim, bir an önce halletsin ki ortada bir tehlike kalmasın. Tabii korkunun yanına sana hayran olmamda eklendi." deyince başımı omzundan kaldırıp ona baktım. "Kaç saattir oradaydın, üşümüştün ve neredeyse hipotermi geçirecektin ama sen sıradan bir yerdeymişsin gibi, sanki üşümüyormuşsun gibi gayet normal davranıyordun. Ve ben birkaç dakikadır tanıdığım, etkilendiğim, aynı dakilarda kaybetme korkusu yaşadığım kadına bir de hayran olmuştum. Bunların hepsi birkaç dakika içinde gerçekleşmişti." Hani derler ye aşık olunca midende kelebekler uçuşur diye, sanırım doğru söylüyorlardı. Midemde bir şeylerin kanatlandığını, hareket ettiğini hissediyordum ve bu çok garip bir histi. Aynı zamanda da güzel.
Derin bir nefes alıp cesaretimi topladım ve ondan uzaklaşıp bankta yan bir şekilde ona baktım. Onun da bakışları bana dönünce gözlerinin içine bakarak beklediği o iki kelime dudaklarımın arasından çıktı. "Seni seviyorum." Gülümsedi, o gülümseyince yine hiç düşünmeden dudaklarımı onun dudaklarına bastırdım ama bu sefer dudaklarımızı bastırıp geri çekmedim, öptüm. O da karşılık verdi.
Birkaç saniye sonra ayrılınca alnını alnıma yasladı. "Her kalp kendi mucizesini bekler, benim mucize sensin Cemre." Sessizce mırıldandı ve bir kez daha dudaklarımız birleşti.
Haklıydı, her kalp kendini mucizesini beklerdi. Benim mucizem de oydu...
Selam nasılsınız?
Bölüm nasıldı?
Gizemli Kadın yine bir bilgi verdi. Bu da doğru mudur sizce?
En sevdiğiniz sahne?
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, kendinize iyi bakın🤍
|
0% |