Yeni Üyelik
14.
Bölüm

14.Bölüm "Yalan"

@kitap__gezegeni1

Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayalım🦋

 

Keyifli okumalar✨️

 

 

 

​14.Bölüm "Yalan"

 

Dışarıdan duyduğum gürültüyle gözlerimi açıp esnedim. Yatakta doğrulup sesin kaynağını anlamaya çalıştım. Bağlama sesine benziyordu. Biri bağlama çalıyor olmalıydı.

 

Kaşlarım çatılırken yataktan kalkıp banyoya gittim. Uykum açılsın diye elimi yüzümü yıkayıp tekrardan odama döndüm. Üniformamı üzerime geçirirken bağlama sesine bir de Meriç'in sesi ekledi. "Uyanın lan! Sabah oldu! Düşman sahaya çıktı! Alın ellerinize silahlarınızı doğru eğitime!" Gülmemek için kendimi sıktım. Meriç'de olmasa bu askerleri kim güldürecek acaba.

 

"Oğlum insan böyle mi uyandırılır lan? İnsan bir türkü söyler ki senin o kalın, erkeksi sesini duymamış oluruz!" Bu da Fatih'in sesiydi.

 

"Sizi o kalın, erkeksi sesimin cazibesiyle uyandırıyorum ama yaranamıyorum! Nankörler!" dedi. "Yarasa gel, komutanlarımın kapısının önünde çal bağlamayı. Kış uykusuna yatmışlar gibi uyanamadılar bir türlü." Sanırım ben ve Araf'dan söz ediyordu.

 

"Uyanın! Uyanın! Uyanın! Düşman sahaya çıktı Komutanlarım! Siz nasıl asker olup buralara geldiniz? Çabuk kalkın o sıcacık kuş tüyü yatağınızdan! Eğitim için sizleri bekliyor bu vatan aşkıyla dolan askeriniz, özelliklele de Fedai kardeşiniz." Bakışlarım saate kaydı, daha saat yeni dört oluyordu. Genelde beşte kalkıyorduk. Ne oldu da erkenden uyandı acaba.

 

"Bu ne lan? Uyanmıyor bunlar." dedi, benim kapımın önünde olacak ki sesi çok yakından geldi. Elime telefonumu alıp kapıya doğru ilerledim, tam kapı kolunu tutmuştu ki kapıya var güçüyle vuruldu. "Komutanım uyanın! Saldırıya uğradık! Düşman her yerde! Kan dökülmeden kalkın!" Daha ne kadar saçmalayacağını merak ettiğim için kapıyı açmadan bekledim.

 

"Uyanmıyor amına koyayım ya! Kış uykusunda mübarek!" Söylenmesine güldüm. "Lan kışın bitmesine ne kadar kaldı? Anlaşılan kış bitmeden uyanmayacak bu kadın."

 

"Daha bir buçuk ay var Fedai sen uyandırmaya bak en iyisi." dedi Eren, sesinden anladığım kadarıyla gülüyordu.

 

"Ateş Parçası komutanım, sevdiceğiniz Araf komutanımı kaçırıyorlar! Acilinden, hem de en acilinden kalkıp sevdiceğinizi kurtarmanız gerekiyor! Yoksa kavuşamadan dul kalacaksınız!" Dışardan büyük bir kahkaha tufanı koparken ben gülmeyi kesip hızla kapıyı açtım, hiç beklemeden kapının ağzındaki Meriç'in kafasına bir tane geçirdim. "Ulan iyilik yapıp insanları uyandırayım diyorum ama dayak yiyorum! Nankör insanoğlu ne olacak!"

 

"Meriç kaybol!" dedim dişlerimin arasından. Elini kaldırıp bir dakika yaptı.

 

"Bir şey söyleyip hemen kayboluyorum Ateş Parçası komutanım." deyip bana arkasını döndü ve karşısındaki askerlere baktı. Neredeyse taburdaki bütün askerleri uyandırmıştı ve hepsi de gülerek buraya bakıyordu. Bakışlarım elinde bağlama tutan Soner'e kaydı, az önce çalıyordu ama ben Meriç'e vurunca çalmayı kesmişti. "Oğlum ben yalan söyleyebiliyorum artık! Az önce Ateş Parçası komutanıma yalan söyleyerek uyandırdım." Büyük bir mutlulukla söyledi Meriç bunu. Sanırım zevzekliği yalan sanıyordu.

 

"Yok kardeşim o yalan değildir zevzekliktir." dedi Fatih de benim gibi düşünerek. "Yalanla zevzeklik arasında ince bir çizgi var ve sen o ince cizgiden hep zevzeklik tarafına doğru düştüğün için zevzekliği yalan sanıyorsun."

 

"Valla Keskin doğru söylüyor Fedai kardeşim." diyerek Fatih'e katıldı Ozan.

 

"Ne anlarsınız ki siz yalandan." diye tersledi Meriç.

 

"Dedi yalan söyleyemen Fedai kardeşimiz." deyip güldü Ozan.

 

"Sen bir siktir olup gitsene oğlum! Bak hemşire hâlâ yok ortalıkta, git onu uyandır." Meriç'in dediğinden sonra Ozan etrafına baktı, sanırım Yasemin'i aradı gözleri.

 

"Doğru lan, benim gelecekti doktorcuklarımın anası nerede?" deyip bir adım atıyordu ki aklına bir şey gelmiş gibi durdu. "İzinliydi lan bugün o. Salak Meriç yüzünden unuttum." Başımı iki yana salladım, hepsi ayrı bir alemdi.

 

Meriç onu umursamadan bana baktı. Bakışlarımı görünce hemen konuştu. "Ben en iyisi sizin sevdiceğinizi uyandırayım da siniriniz uçsun gitsin." deyip Araf'ın kaldığı odaya gitti. Sağ elini havaya kaldırıp rastgele salladı. "Patlat bir türkü Yarasa." dedi. Soner eline tekrardan bağlamayı aldı ve usta bir şekilde çalmaya başladı.

 

Meriç birkaç saniye gözlerini kapatıp Soner'in bağlama çalmasını dinledikten sonra konuştu. "Araf komutanım sizinde acilinden kalıp Ateş Parçanızı kurtarmanız lazım! Düşman içeriye sızdı, Ateş Parçanızın eline pimi çekilmiş el bombasını bırakıp kaçtı!" Gülmemek için kendimi sıktım, sanırım karşıdakini çocuk sanıyordu bu. "Oğlum ben bu yalan işini iyi becerdim ya, bundan sonra bana yalancı Fedai deyin. Çok güzel yalan söylüyorum." Kendini övmesiyle bizimkiler de güldü.

 

"Bu da Ateş Parçası komutanım gibi uyanmıyor bir türlü ya! Bu kadar uyumlu bir çift çok az görülür, acilinden sevgili olmaları lazım bunların." Dün akşam Araf'la konuştuktan sonra tabura geri dönmüştük. Onlar bizim konuşmak için dışarıya çıktığımızı bilmedikleri için biz gelene kadar çoktan uyumuştu. Eğer bizim gittiğimizi görselerdi hiçbiri uyumazdı, hatta gizlice peşimize bile takılabilirlerdi. Eminim ki öğrendiklerinde bizden daha mutlu olurlar.

 

"Komutanım kalkın ya! Öğlen oldu öğlen!" deyip Araf'ın kapısına vurdu. Bir kez daha vurmak için elini kaldırmıştı ki saniyeler içinde kapı açıldı ve Meriç kapıya vuracağım diye Araf'ın tam alnının ortasına avucunun içini geçirdi. Nasıl vurduysa artık şap diye bir ses çıktı ve bu sesle birlikte herkes sustu. Etraf garip bir sessizliğe bürünürken ben alt dudağımı ısırıp Araf'a baktım. Meriç'in eli hâlâ Araf'ın alnında duruyordu ve Meriç de ağzını şaşkınlıkla açmış Araf'a bakıyordu. Araf ise gözlerini kapatmış derin derin soluklar alıyordu.

 

"İşte bu sefer Meriç mefta oldu." dedi Fatih. Valla olmuştu. Sanırım bu tabura geldiğimden beri Meriç'in yaptığı şeylerin içinde en kötüsü buydu. Kim komutanın alnına şap diye vurmak ister ki? Hadi onu da geçtim o kadar askerin içinde yapmıştı bunu. Belki yalnızken olsa göz ardı edilir ama o kadar askerin içinde pek göz ardı edilecek gibi değildi.

 

"Başçavuş." Araf'ın konuşmasıyla Meriç sanki ateşe dokunmuş gibi hızla elini Araf'ın alnından çekti. "Başçavuş!" Araf bu sefer de dişlerinin arasından konuştu. Meriç ise derince yutkunup bir adım geri gitti. Ben olsam şimdiye arkama bile bakmadan kaçardım.

 

"Komutanım öldürün ama Başçavuş demeyin bana." Sessizce mırıldandı Meriç. Sanki sesi içine kaçmış gibiydi.

 

"Yazık oldu lan çocuğa, Araf komutan çiğ çiğ yemese bari." dedi Eren.

 

"Fedai ülke değiştirmek için üç saniyen var." dedi bu kez de Araf.

 

"Komutanım valla benim size vurmak gibi bir niyetim yoktu. Sadece uyandıracaktım yoksa niye vurmayın ki? Salak mıyım ben?" Meriç'in sözü bitince bizimkiler aynı anda konuştu.

 

"Evet!" Bunlarda yangına körükle gidiyor yemin ediyorum.

 

"Allah'ın belaları, her şeye maydanoz olmayın!" Meriç ağzının içinden söylenmeye çalışsada pek başarılı olamadı, dediğini herkes duydu.

 

"Başçavuş iki saniye kaldı." diyerek araya girdi Araf.

 

Meriç ağlamaklı bir sesle konuştu. "Komutanım niye böyle yapıyorsunuz ya? Beni tanımıyor musunuz? Ben hiç komutanıma vurur muyum? Tamam komutanlarımla dalga geçerim, alay ederim, onları sinir ederim, damarlarına basıp çıldırtırım, çenemle onları hayattan bezdiririm ama asla vurmam." deyip düşündü. "Yalnız ben de her boku yapıyormuşum ama bir bunu yapmıyormuşum. Vay anasını ya neymişim ben de." Güldüm, sonunda anlamıştı.

 

"Başçavuş bir saniye kaldı."

 

"Komutanım bari Başçavuş demeyin ya." Adam şimdi bunu bir kaşık suda boğacak ama bu hâlâ Başçavuş derdindeydi.

 

"Kaç Başçavuş kaç! Yakalarsam iki gün boyunca eğitim yaptırırım." deyip Meriç'in üstüne doğru bir adım attı Araf ama Meriç anında ondan uzaklaşıp benim yanıma koştu ve arkama saklandı. Sanki kalabalık bir yerde annesini kaybetmekten korkan çocuklar gibi arkamdan üniformamın ucunu tuttu.

 

"Komutanım iki gün çok, biz onu bir güne indirsek olmaz mı?" Bir de pazarlık yapıyor ya. "Bence iyi bir anlaşma, zaten iki gün eğitim yapmam imkansız. Bizi bir operasyon bekliyor yarın." diye ekledi.

 

Araf onu umursamadan ağır ama bir o kadar da emin adımlarla bizim üstümüze doğru gelmeye başladı. Şu anda bir suçum yok ama ben bile bu halinden tırsmadım desem yalan söylemiş olurdum. Meriç'i düşünmek bile istemiyordum.

 

Bakışlarım Meriç'in az önce yanlışlıkla Araf'ın alnına vurduğu yere kaydı, hafif kızarmıştı. Bu görüntüye gülmemek için kendimi sıktım. Araf'ın bakışları bir anlığına bana kayınca anında ciddi halime büründüm. Umarım kurunun yanında yanan yaş olmam.

 

"Çık lan arkamdan! Senin yüzünden ben de Araf'dan nasibimi alacağım." dişlerimin arasından arkamdaki Meriç'le konuştum.

 

"Size kızmaz komutanım, kim sevdiğine kızar ki? Ben kızmam şahsen onun için çok üzgünüm ama sizi kalkan olarak kullanmak zorundayım."

 

"Bana bak hemen arkamdan çıkmazsan ben kendi ellerimle seni Araf'ın önüne atacağım!" Araf'ın bir bana bir de arkamdaki Meriç'e baktığını görünce şirince sırıtmaya çalıştım. Bakışları bir anlığına gülen dudaklarıma kaysada tekrardan o sinirli bakışlarını arkamdaki Meriç'e çevirdi. Boynuma değen hızlı soluklardan anladığım kadarıyla da Meriç başını omzuma koymuş oradan Araf'a bakıyordu.

 

"Komutanım kulunuz köpeğiniz olayım sevdiceğinizi benden uzak tutun. Valla avına kilitlenmiş yırtıcı gibi bakıyor bana. Avın kim olduğunu söylememe gerek yok değil mi?" Sabır diler gibi başımı yukarı kaldırdım.

 

"Birazdan o yırtıcıya ben de ekleneceğim Meriç, çık arkamdan!"

 

"Valla çıkmam billa çıkmam. Benim canım kıymetli, ölmek için çok gencim. Hem gizemli kadını görmeden ölürsem gözüm açık gider, ruhum sizi rahat bırakmaz. Yeterince düşmanla uğraştığınız yetmiyormuş gibi bir de benim ruhumla ilgilenmek zorunda kalırsınız." Ne anlatıyordu bu ya?

 

"Ne anlatıyorsun Meriç sen?" deyip Araf'a baktım, o kadar sessiz konuşuyorduk ki onun bizi duymadığından emindik ama ağzımızın kıpırdamasından konuştuğumuzu alıyordu ve bir bana bir de Meriç'e bakıp duruyordu. Bu salak Meriç de fırsattan istifade kaçayım demiyordu!

 

"Ya neyini anlamıyorsunuz komutanım..." diyordu ki elimde çalan telefonumla cümlesi yarım kaldı. Telefonun ekranını çevirip kimin aradığına baktım, Elif yazısını görünce bakışlarım Araf'a kaydı. Sanırım Meriç'i Elif'in aramasıyla kurtaracaktım.

 

"Araf, Elif arıyor. Belki önemli bir şey olmuştur, bizi pek aramazdı biliyorsun." deyip ona doğru bir adım atmıştım ki üniformamın ucunu tutan Meriç de benimle doğru bir adım atınca elimi arkaya uzatıp rastgele bir yerine vurdum. "Oğlum bıraksana, avcının eline kendi ayağıyla giden bir salak av sen varsın sanırım!" Sessizce söylendim.

 

"Haklısınız, bıraktım." Valla ben demesem Araf'ın kollarına kendini bırakacaktı. Sonra da kurtarın beni diye bağıracaktı.

 

Meriç'i umursamadan Araf'ın koluna girip onu peşimden getirmeye çalıştım. Neyse ki bana zorluk çıkarmadan peşimden geldi, bir yandan da Meriç'le konuştu. "Seninle işim bitmedi Başçavuş, bulduğum ilk fırsatta bunun hesabını soracağım!" Başımı kaldırıp ona baktım, işaret parmağını sallayarak konuşuyordu.

 

"Anlaşıldı komutanım, ben en acilinden tayinimi istesem çok iyi olacak, yoksa bu tabura gömersiniz siz beni."

 

"Ha şunu bileydin." deyip yürümeye devam etti Araf. Etrafımızdaki askerler ise Araf'dan nasibini almamak için sessizce bizi izliyordu. Ben Araf'ı çekiştirmeye başlayınca ise dağılmaya başlamışlardı.

 

"Meriç uyandırma servisi ilk günden fiyasko çıktı. Sıradaki serüvenlerinizi öğrenebilir miyiz Başçavuş Bey?" Ozan'ın dediğine güldüm. Biz dışarıya çıkmadan önce Meriç savunmaya geçti.

 

"Sorun bende değil bu aç Yarasa'da, bağlamayı düzgün çalmadığı için havaya giremedim ondan bu sorunlar oldu. Kesin aç olduğu için böyle oldu." Bunlarda Soner'in yemek yemesine takmıştı, ne güzel her fırsatta karnını doyuruyordu çocuk. En azından Meriç gibi kafa şişirmiyordu. Tabii arada ondan farkı kalmıyordu ama o kadar da olur.

 

Araf'la birlikte dışarıya çıkınca derin bir nefes aldım. Bir gün bu Meriç birinden çok kötü dayak yiyecekti ama kimden ve zaman? Bence çok uzak değildi bu ihtimal.

 

Kapanan telefonumu açıp son aramalardan Elif'i tekrardan arayarak hoparlöre aldım. Yine Araf'ın koluna girerek onu arka tarafa doğru çekiştirdim. Yine zorluk çıkarmadan peşime takıldı, hatta kolunu benden kurtarıp belime attı. Bir an etrafıma baksam da rahat olmaya çalışarak önüme döndüm. Henüz alışamamıştım ve bir sürede alışabileceğimi pek sanmıyordum. Tabii bir de henüz bizimkiler bilmiyordu, öğrendiklerinde verecekleri tepkiyi çok merak ediyordum.

 

Arka tarafta bir banka oturunca Elif de telefonu açtı. "Cemre abla çok teşekkür ederim." Daha bizim konuşmamızı beklemeden sevinçle bu cümleyi kurdu. Biz ne yaptık da teşekkür ediyordu ki?

 

Bakışlarım Araf'a kaydı, o da benim gibi Elif'in dediğini anlamaya çalışıyordu. "Ne için teşekkür ediyorsun Elif? Anlamadım." dedim.

 

"Abimin birkaç gün içinde geleceğini söylemiştin ve dün geldi. Onun söylediğine göre sen onun işinden izin almasını sağlamışsın ve bana sürpriz yapmışsın." Kaşlarım çatılırken şaşkınca ekrana baktım. Dün Yusuf beni aramıştı, kardeşiyle konuşmak istediğini söylemişti, çok ılımlı konuşmuştu, ters bir cümle kullanmamıştı...

 

Tabii ya, bunlar planın bir parçasıydı! O zaten buradaydı ama son kez beni aramıştı belki onları görüştürürüm diye. Görüştürmeyince ise kendi yöntemleriyle görmüştü onu.

 

"Yaa, çok sevindim abinin gelmesine Elif. Ben ne zaman geleceğini bilmediğim için şaşırdım biraz." diyebildim. "Nerede görüştünüz abinle?" Lojmanda görüşmeleri imkansızdı. Elini kolunu sallayarak kimseyi almıyorlar oraya.

 

"Okuluma geldi, öğle arasını onunla geçirdim." Tahmin etmeliydim.

 

"Ben sana gelecek demiştim ve geldi işte abin." dedim sıkıntıyla bir nefes alarak. "Sen niye bu saate uyandın güzelim? Saat daha çok erken." Konuyu değiştirmek adına sordum. Çünkü nasıl tepki vereceğimi, nasıl konuşacağımı bilmiyordum.

 

"Bugün sınavım var o yüzden biraz erken kalıp çalışmak istedim."

 

"O zaman sen sınavına çalış biz akşam yine konuşuruz olur mu?" Ondan da olumlu yanıt alınca telefonu kapatıp Araf'a baktım.

 

"Böyle bir şey yapacağı belliydi." dedi Araf. Rahat duracak bir çocuk değildi o, ilk gördüğümde anlamıştım bunu.

 

"Dün beni aramıştı, kardeşiyle konuşmak istiyordu. Yine izin vermedim ama o zaten çok önceden planını kurup buraya gelmiş, sadece son kez bana sormuş." diye açıkladım.

 

Elini omuzuma atıp beni kendine çekti. "İyi tarafından bakalım, en azından birbirlerini gördüler. Yakında da inadını bırakıp kardeşinin yanına gelir umarım." dedi. Başımı omzuna yaslayıp onayladım onu. Elif sürekli abisini sorup duruyordu ve istemeye istemeye ona yalan söylüyordum, en azından söylediğim bir yalan doğrultusunda gizliden de olsa Yusuf gelmiş ve kardeşiyle konuşmuştu.

 

Başımı omzundan çekmeden ona baktım, bakışlarım alnına kayarken gülmemek için kendimi sıktım. "Alnın acıyor mu?" Bakışları bana kayarken gülmemek için kendimi sıktım. Bir süre yüz ifademi inceledikten sonra kaşları çatıldı.

 

"Açma şu konuyu! Ayrıca alay da etme!" diye uyardı.

 

"Niye alay edeyim ki?" deyip bakışlarımı ondan çektim. "Ama Meriç alnına vurunca taburun içinde şap diye bir ses yankılandı ve o sesde gülmemek için kendimi zor tuttum." Alay etmeyeceğim dedim ama Meriç gibi rahat durmadan dalga geçtim.

 

"Cemre!" Uyarı dolu sesini umursamadan güldüm.

 

"Çocuk kırk yılın başında erken kalktı ve bizi de kaldırmak istedi ama bir astın yaşamaması gereken en kötü şeyi yaşadı ve komutanına bir tane geçirdi." Kendimi tutamadım ve güldüm. "Ama kızma çocuğa, bile bile vurmadı sonuçta. Eğer bilerek vursaydı vurunca bu kadar az ses çıkmazdı. Daha büyük bir ses çıkardı." Dalga geçmemle yerinde dikleşti, ben de başımı omzundan çekmek zorunda kaldım.

 

"Cemre dalga geçme dedim." Omuz silktim.

 

"Geçmiyorum ki."

 

"Sana daha dün berbat bir yalancı olduğunu söylemiştim ve hâlâ yalan söylemeye çalışıyorsun."

 

"Yalan söylemiyorum ki." deyip kollarımı gögsümün altında birleştirdim. Bankta yan bir şekilde dönüp bana baktı, bir elini sırtımı yasladığım banka koyup bana yaklaştı. Bakışlarım hızla etrafta dolaştı. Arka tarafta olduğumuz için kimse yoktu ama bu kimsenin gelmeyeceği anlamına gelmiyordu.

 

"Araf ne yapıyorsun? Uzaklaş hemen." dedim ellerimi gögsüne koyarak. Elim tam kalbinin üstünde olduğu için kalp atışlarını duyuyordum ve kalbi şu anda çok hızlı atıyordu. Benimkinden bir farkı yoktu.

 

"Duyuyorsun değil mi? Sen yanımda olduğun zaman bu kalbimin atışları hep bu şekilde oluyor." Kısık bir sesle mırıldandı.

 

Ama bu adam ne zaman konuşsa ben kendimden geçiyormuşum gibi hissediyordum ve şu anda da aynısı olmuştu. Araf da fırsattan istifade iyice bana yaklaşıp dudaklarımızı birleştirdi. Az önce uzaklaşmasını söyleyen ben değilmişim gibi ellerimi yeni traş olmuş yüzüne çıkarıp ona karşılık verdim. İşte tam o sırada bir ses duydum.

 

"HASSİKTİR!" Bunlar! Lanet olsun! Bunlar bizimkilerin sesiydi!

 

Hızla Araf'ı ittirip uzaklaştım ondan. Bakışlarım yavaşça sağ tarafımıza kaydı ve şok içinde kalmış timle göz göze geldim.

 

"Lan benim gözler bozuldu herhalde, ya da hayal görmeye başladım." diyerek ilk tepkisini ortaya koydu Fatih.

 

"Valla benim de bozulmuş Keskin. Hiç görmeyi ummadığım bir manzara gördüm az önce." Ozan da tepkisini ortaya koyunca diğerlerine baktım. Ben ilk tepkiyi Meriç'ten beklerken o hâlâ şaşkınca bize bakıyordu.

 

"Komutanlarım bir açıklamayı hak ediyor sanki bu askerleriniz." dedi Soner. Alt dudağımı ısırdım, utanmıştım. Sevgili olduğumuzu bildiklerinden değilde yanlış bir şekilde basılmaktan dolayı utanmıştım.

 

"Neyin açıklamasını yapalım Yarasa? Göreceğinizi görüşünüz zaten." Bunu diyen Araf'ın karnına dirseğimi geçirdim. Zaten utanıyordum bir de bunu diyerek daha çok utanmaya başlamıştım.

 

Eren şok içinde "Ne zaman? Nasıl? Nerede? Ve bizim neden haberimiz olmadı?" diye bütün sorularını sıraladı. Meriç dışında hepsi tepkisini gösteriyordu ama Meriç hâlâ şok içinde bakıyordu.

 

"Her şeyden haberiniz olmayıversin Bombacı." Araf'ın cümlesi bitince ben araya girdim.

 

"Meriç'in neyi var? Niye konuşmuyor?" Hepsinin bakışları Meriç'e kayarken Soner açıkladı.

 

"Ha o ilk defa bir iddiayı kazanmanın şokunu yaşıyor, ondan kal geldi ona." Kaşlarım çatılırken bakışlarım Soner'i buldu. İddia mı demişti o? Umarım yine bizim üzerimizden bir iddai kurmamışlardır.

 

"Ne iddiası bu?" Sorumla hepsi ağzının içinden Soner'e küfür ederken ben birinin konuşmasını bekliyordum. Böyle küfür ettiklerine göre iddia bizim üstümüzden kurulmuştu.

 

"Hay ben çenemin! Herhalde Fedai'nin konuşmadığı sıralarda geveze olan ben oluyorum." Soner kendi kendine söylenirken kaşlarımı çatmaya devam ederek ona baktım. Bakışlarımı görünce bir adım geriye gitti. "Valla benim bir suçum yok, bunların fikriydi iddia." dedi diğerlerini göstererek.

 

"Ne iddiası Yarasa bu?" Sonunda Araf da konuşmuştu. Eğer bu iddia olayı Meriç'in fikriyse bu sefer Araf'ın elinden ne ben ne de bir başkası kurtarabilirdi onu. Umarım kendi ayağına sıkmamıştır Meriç. Bir günde iki kere Araf'ı kızdırmış olurdu ve bu onun için hiç iyi olmazdı.

 

Hiçbirinden ses çıkmazken Araf dişlerinin arasından sorusunu yineledi. "Ne iddiası dedim?"

 

"Valla bu sefer benim suçum yok." Meriç şoku üzerinden atıp konuştu. "Hepsi bunların suçu, hatta fikiri öne atan da Keskin ve Doktor." Anında Fatih ve Ozan'a baktım. Suçlulukla bakışlarını kaçırdılar. "Hani dün yemekhanede Araf komutanım sizin kulağınıza bir şey demişti ya, işte siz yemekhaneden çıktıktan sonra bu ikisi kesin bir hafta içinde sevgili olurlar diyerek iddianın fitilini ateşlediler. Hepsi sırayla şu kadar zamanda sevgili olurlar derken ben enteresan bir şekilde sustum ama bunların hepsi beni gaza getirince ben de iddiaya ortak oldum ve ben de en geç bir gün içinde sevgili olursunuz dedim. Daha bunu dememin üstünden yirmi dört saat geçmeden de sizi öpüşürken bastık." deyip güldü. "Yani iddiayı ben kazandım."

 

Sinirli bir şekilde tek tek onlara baktım. Yere eğilip küçük bir taş aldım ve rastgele onlara attım. "Siz niye sürekli bizim üstümüzden iddia kurup eğleniyorsunuz? Yemin ediyorum hepinize yarına kadar eğitim yaptırırım!" Bakışlarım Araf'a kayarken bir de sinirimi ondan çıkardım. "Sen niye bir şey demiyorsun? Kızsana şunlara!" Güldü, gülünce daha da sinirlendim.

 

"Ne diyeyim Cemre? Ben yıllardır bunlara kızıyorum, azarlıyorum, ceza veriyorum ama arsızlar gibi bir türlü akıllanmak nedir bilmiyorlar."

 

"Çünkü sen bir şeyi becerememişsindir." deyip bizimkilere baktım. "Hadi eğitim sahasına beyler, akıllanana kadar bir güzel eğitim yapın."

 

"Ulan Kesin, ulan Doktor! Niye iki dakika çenenizi tutamadınız ki? Hangi akılla ben de bu iddiaya ortak olduysam!" Eren söylenirken Meriç güldü.

 

"Tam şu anda ulan Meriç denmesi gerekirken denmedi. Bu kesin kıyamet alameti, ya da ben çoktan adam oldum bile." Adam olduğunu düşünüyor ama bu iddiaya da ortak oluyor.

 

"Yalnız onu bırakında Araf komutanım ve Cemre komutanım benden hızlı çıktı ve biz hemşireyle sevgili olamadan onlar sevgili oldu. Sizin hızınız karşısında benim ki ne ki?" Gözlerimi kapatıp sakin olmaya çalıştım ama pek başarılı olmayınca gözlerimi geri açtım. Hızla yere eğilip bir taş aldım ve Ozan'ın üstüne doğru koştum, bir yandan da bağırdım.

 

"Ozan! O dudaklarını birbirine diker bir daha konuşturmam seni! Sinirlerimi bozma benim!"

 

"Çok afedersiniz komutanım ama sanırım kafayı yediniz." dedi sakin bir şekilde. Daha sonra bağırarak devam etti. "Lan kurtarın beni, taşla kafamı yaracak bu kadın!" O bağırarak benden kaçarken ben de elimdeki taşla peşinden koştum ama aklıma gelen şeyle olduğum yerde durup Araf'a baktım. Ben demiştim der gibi bana bakıyordu. Yüzündeki keyifli ifadeye değinmek bile istemiyordum.

 

Bana, bunlar seni sinir eder dediği gün sinirden taburun bahçesinde bile onları kovalayabilirsin demişti. Sanırım bunda da haklı çıkmıştı.

 

Hızla elimdeki taşı atıp ona arkamı döndüm ve bir şey demesine fırsat vermeden koşar adımlarla tabura ilerledim. Arkamdan güldüğünü duyunca alt dudağımı ısırdım. Niye hep haklı olmak zorundaydı ki?

 

*

*

*

 

Karşımdaki köye bakıp ilerlemeye başladım. Zarfta yazan köye gelmiştik, belirlenen saatten daha erken gelmiştik ki köylüleri köyden çıkaralım diye. Sonuçta buraya eli silah tutan çocukları almak için geleceklerdi ve çoğu ailede çocuğunu vermek istemeyince bir arbede çıkacaktı. Hatta ölenler bile olacaktı. Bu yüzden buraya üç beş kişi göndereceklerini sanmıyordum. Baya kalabalık geleceklerdi, bu sırada çatışma çıkacağı kesindi. Çatışma sırasında köylülerin zarar görmemesi lazımdı. Köyden çıkarınca ise onları önceden ayarladığımız evlere götürecektik.

 

"İlk önce etrafı kolaçan ediyoruz. Önceden buraya adamlarını göndermiş olabilirler." dedi Araf. "Etrafın temiz olduğundan emin olunca ise köylüleri hızlı bir şekilde köyden çıkarıyoruz. Anlaşıldı mı Gökbörü timi?"

 

Aynı anda "Anlaşıldı komutanım." dedik.

 

"Dağılabilirsiniz." deyince hepsimiz farklı noktalara dağıldık. Köylüler dışarıda değildi, saat çoktan akşam on olduğu için bu durumu garipsemedim. Hatta birçok kişi uykuya bile dalmış olabilir.

 

Teröristler sanırım gece sessiz olacağını düşündüğü için bu saati belirlenmişti. Onlarda on ikiye doğru buraya gelecekti, Zarfta öyle yazıyordu.

 

Araf kulaklıktan konuşunca onu dinledim. "Keskin, yüksek bir yere çık etrafı kolla. Bombacı köyün ilerisine bombaları yerleştir. Mümkün olduğunca köyden uzak olsun. Eğer bombaları patlatacak olursak köy zarar görmemeli." İkisinden de olumlu yanıt gelince ben gecekondu evlerinin arasından geçip etrafıma baktım. Köylülerin dikkatini çekmemek için karanlıkta hareket ediyordum, feneri kullanmıyordum.

 

"Komutanım Güneybatı yönü temiz. Kimse yok." dedi Ozan.

 

"Anlaşıldı Doktor, Doğu'ya git." dedi Araf. Bir süre cevap vermesini bekledi ama Ozan'dan ses geldi. "Sana diyorum Ozan Doğu yönüne git." Kaşlarım çatılırken olduğum yerde durdum. Herkes kulaklıktan Ozan'a sesleniyordu ama Ozan'dan ses gelmiyordu. Daha birkaç saniye önce konuşmuştu oysa ki. Bu işte bir gariplik vardı.

 

"Keskin Ozan'ın olduğu yer görüş açında mı?" Bu sefer de Fatih'e seslendi ama Fatih'den de ses gelmedi.

 

Yavaş ve temkinli adımlarla önünde durduğum evin yan tarafına doğru ilerledim. Bir şeyler ters gidiyordu ve işkillenmiştim. Evin arka tarafına doğru ilerlerken arkamda küçük bir ses duydum. Hızla arkama dönüp elimdeki tüfeği doğrulttum ama arkamda Meriç'i görünce silahı indirdim. "Niye sessizce geliyorsun oğlum?"

 

"Burada bir ses duyunca biri var sendım o yüzden sessiz gelmiştim komutanım." Bir şey demeden ilerlemeye başladım. Evin arkasına gelince etrafıma baktım.

 

"Sen Ozan'ın olduğu yere git ben de Fatih'in olduğu yere gidip etrafa bakacağım. İkisinden de ses yok, ya etraflarında birileri var ya da birilerine yakalandılar." dedim. "Etrafında birileri olsa illaki bir işaret verirlerdi ve işaret gelmediğine göre birilerine yakalandılar." diye açıkladım.

 

"Anlaşıldı komutanım." deyip sol tarafa döndü, ben de düz ilerlemeye devam ettim.

 

"Doktor ve Keskin'den bir iz var mı?" Araf'ın konuşmasıyla cevap verdim.

 

"Ben ve Meriç onların olduğu yere gidiyoruz komutanım."

 

"Dikkatli olun. Diğerleri de ses versin." deyince herkes tek tek konuşmaya başladı ama bu sefer de Eren'in sesini duymadık. "Eren ses ver." Araf ona seslensede diğerleri gibi sesi çıkmadı. Kesinlikle bir şeyler ters gidiyordu ve düşündüğüm şey olmasın diye içimden dua ediyordum.

 

"Gökbörü timi tuzağa düştük, dikkatli olun." Sert bir şekilde uyardı Araf. "O kadından bir bokluk çıkacağı belliydi." Haklıydı, tuzağa düşmüştük. Üçününde aynı anda ortadan kaybolması ve ses vermemesi hayra alamet değildi çünkü.

 

"Komutanım..." Kulaklıktan Meriç tam konuşuyordu ki sesi birden kesildi. Onun gittiği yere baktım, etrafta kimse görünmüyordu.

 

"Meriç?" Araf ona da seslendi ama maalesef o da ses vermedi. Ben de ona seslenecektim ki kulağımdaki kulaklıktan büyük bir cızırtı gelmeye başladı. Elim kulaklığa giderken gözlerimi kapattım. Ses çok rahatsız ediciydi.

 

"Siktir! Kulağım sikildi!" Cızırtıların arasında Soner'in sesini duydum.

 

"Soner, Cemre dikkat edin!" Araf'ın uyarsından sonra kulaklıkta cızırtı kesildi. Kulaklığı kontrol edebilmek için konuştum.

 

"Soner duyuyor musun beni?" Ses gelmezken elim kulaklığa gitti. "Komutanım?" Ondanda ses gelmedi, ya onlarda yakalandı ya da kulaklık bozuldu. Nedense içimden bir ses kulaklığın bozulduğunu söylüyordu ama nasıl? Durduk yere niye bozulur ki?

 

Onları tehlikeye atmamak için telsizi çıkardım. Düğmesine basıp tabura bağlanacaktım ki bununda çalışmadığını fark ettim. "Allah kahretsin!" Sinirle yere attım telsizi. Jammer vardı. Etrafımda dönüp nereye gideceğime karar vermeye çalıştım. Hepsi dört bir yana dağılmıştı ve hangisinin olduğu yere gideceğimden emin değildim. Bu şekilde vakit kaybedeceğimi anlayınca düz bir şekilde hızlı ama temkinli adımlarla ilerledim. Bir yandan da baktığım her yere silahımı doğrultup herhangi bir ters durumda silahı ateşleme için tetikte bekliyordum.

 

Dikkatli olmalıydım, acele edersem ben de yakalanabilirdim. Yakalanırsam tek kurtuluş yolumuzda yok olmuş olurdu.

 

İlerlemeye devam ederken kadının yalan söylediği geldi aklıma. İlk başta doğru bilgiler verip güvenimizi kazanmıştı, şimdi ise tuzağa çekmişti ve sanırım timin hepsi de şu anda teröristlerin elindeydi.

 

Kadını düşünmemeye çalıştım. Eğer düşünüp sinrilenirsem etrafıma iyice odaklanamazdım ve benim muhtemel sonum o teröristlerin elinde biterdi.

 

Olduğum yerde durup sakin olmaya çalıştım. Elimdeki tüfeğimi omzuma takıp bacağımdaki beylik tabancamı aldım. Kemer kayışıma sıkıştırdığım kasaturamı aldım. Silahın emniyetini açıp ilerlemeye devam ettim. Kulaklıktan bizimkilere seslenmiyordum çünkü hem yakınlarında terörist vardır diye hem de sesim çıkmazsa benim de yakalandığımı düşünüp görüş açıma girsinler diye sesimi çıkarmıyordum.

 

Bir evin arka tarafına geçince yerde yatan bir beden gördüm. Anında olduğum yerde durdum. Yüz üstü yatıyordu ve kim oluğunu bilmiyordum ama üzerinde askeri üniforma vardı. Bizimkilerden biriydi bu.

 

Etrafıma bakıp yavaşça yerde yatan bedenin yanına ilerledim. Kasaturayı belime yerleştirip silahı da hâlâ elimde tutmaya devam ettim. Yavaşça yere eğilip yerde yatan bedenin yüzünü çevirdim. "Soner." diyebildim sadece. Yerde yatan kişi Soner'di. Dudağı ve kaşı patlamıştı, görünürde başka bir yarası yoktu.

 

Hızla dizlerimin üstüne çöküp vücuduna baktım. Yarası yoktu, başından darbe almış olmalıydı. Elimi kaldırıp boynuna götürdüm, nabzını kontrol ettim. Hissettiğim kalp atışlarıyla derin bir nefes aldım.

 

Yaşıyordu.

 

"Soner, duyuyor musun beni." Yüzüne hafif hafif vurarak konuştum. "Soner bir ses ver." Bilinci açık değildi. Ayağa kalkıp etrafıma baktım, diğerlerini de bulmalıydım ama onu burada bırakamazdım. Biri gelip onu alabilirdi buradan, bu riski göze alamazdım.

 

Bir kez daha etrafımı kontrol edip silahı bacağımdaki bacak kılıfına yerleştirdim ve Soner buradan uzaklaştırmak için üstüne eğildim. Tam o sırada arkamda bir ses duydum. Hızla doğrulup kasaturamı çıkardım ve hiç düşünmeden arkamdaki kişiye doğru bıçağı salladım ama elim havadayken yakaladı. Bakışlarım bir anlığına yüzüne kaydı, yüzünde kar maskesi vardı. Yüzünü boş verip sağ bacağımı yan bir şekilde bacağına vurdum. Adam inleyip elini gevşetirken fırsattan istifade elimi tüm gücümle çektim. Elinden kurtulunca yüzüne bir yumruk geçirecektim ki bu sefer de arkamdan farklı bir ses duydum. Ben daha arkama dönemeden enseme sert bir şeyin vurulduğunu hissettim. Hissettiğim acıyla gözlerim kapanırken kendimi buz gibi toprağın üstüne, Soner'in yanına bıraktım.

 

Yalan söylemişti, bizi tuzağa düşürmüştü ve planı kusursuz işlemişti. O kadına güvenmemiz tamamen aptallıklıktı ve biz bu aptallığımızın cezasını çekiyorduk. Hep doğru bilgi verdi diye ona koşulsuz güvenmememiz gerekiyordu ama biz ilk baştan bu yalana inanmıştık ve ona güvenmiştik.

 

"Seni bulacağım gizemli kadın. Bulacağım ve bununların hesabını soracağım." Son kalan gücümle mırıldandım. Sonrası ise koca, karanlık bir boşluktu.

 

 

Selam nasılsınız?

 

Bölüm nasıldı?

 

Yusuf'un gizlice kardeşiyle görüşeceğini tahmin ettiniz mi?

 

En sevdiğiniz sahne?

 

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, kendinize iyi bakın🤍

 

Loading...
0%