Yeni Üyelik
15.
Bölüm

15.Bölüm "Tehlikeli Oyun"

@kitap__gezegeni1

Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayalım🦋

 

Keyifli okumalar✨️

 

 

 

​​15.Bölüm "Tehlikeli Oyun"

 

Ölüm ayaklarımın altındaydı...

 

Kulaklarıma ilişen seslerle gözlerimi aralamaya çalıştım ama ensemde hissettiğim acıyla inleyip yüzümü buruşturdum. Başım çok acıyordu.

 

"Cemre?" Çok tanıdık bir ses duydum ama kime ait olduğunu bir türlü anlayamadım.

 

"Ateş Parçası komutanım, duyuyor musunuz?" Bu cümle... Bu cümleyi Meriç'den başkası kullanmazdı.

 

Bir kez daha gözlerimi açmaya çalıştım ve bu seferde başaralı oldum ama gözüm karanlığa alıştığı için bir anda açınca aydınlığa alışamadı ve kapandı. Elimle gözlerimi ovmak için sağ elini hareket ettirmeye çalıştım ama bu sefer de elim acıyınca bir kez daha inledim.

 

Neredeydim ben ya? Başım ve elim neden acıyordu?

 

"Cemre duyuyor musun beni?" Az önce sesini ayırt edemediğim kişi tekrardan konuştu ama bu sefer kim olduğunu anlamıştım. Araf'ın sesiydi bu. Sesi endişeliydi ve acı çekiyormuş gibi çıkıyordu.

 

Zorla gözlerimi açık tutmaya çalışarak sesin geldiği yere baktım. Net göremediğim için bir süre baktıktan sonra etrafımdaki kişileri daha net görmeye başladım. Kanlar içinde kalmış Araf'la gözlerim kesişince kaşlarım çatıldı.

 

Ne olmuştu ona?

 

Etrafıma baktım, herkes buradaydı ve ellerinden tavana bağlıydı.

 

En son ne olmuştu?

 

Onlara bakarak düşünmeye çalıştım ve Soner'le göz göze gelince ne olduğunu hatırladım. En son o yerde baygın bir şekilde yatıyordu, onu götürüecekken biri bana vurmuştu. Ondan öncede herkes ortadan kaybolmuştu.

 

Bakışlarım kendi ellerime kaydı, az önce acıdığının ve hareket ettiremememin sebebeni anladım. Ben de ellerimden tavana bağlanmıştım. Başımın ağrısıda vurmanın etkisinden olmalıydı.

 

Etrafıma baktım, bir mağaradaydık.

 

Kaçırılmıştık!

 

Tuzağa düşmüştük!

 

Bizi kandırmıştı o kadın!

 

Hata bizdeydi, iki doğru bilgi verdi diye ona inanmamız aptallıktı.

 

"Komutanım iyi misiniz? Duyuyorsunuz değil mi bizi?" Meriç'in ciddi bir şekilde sorduğu soruyla ona baktım. Sanırım nadir ciddi anlarından birindeydik.

 

"Tuzağa düştük." dedim, bakışlarım hepsinin üstünde gezdi ve Araf'a takılı kaldı. Bir tek onun üstünde kan vardı. "Yaralı mısın?" Endişeyle sordum. Yaralı olma düşüncesi, canının yanıyor olma düşüncesi kalbimin ağrımasına yetmişti.

 

"Hayır." deyince kaşlarım çatıldı, kanı görüyordum ve ona rağmen beni rahatlatmak için hayır mı diyordu? Bakışlarımı görünce devam etti. "Gerçekten yaralı değilim Cemre. Boğuşurken karşı tarafı yaraladım ve o sırada ne olduysa başımdan darbe aldım, uyandığında üstüm kan içindeydi. Sanırım aldığım darbeyle yaraladığım adamın üstüne düşmüştüm. Büyük ihtimalle böyle oldu bu kan." Rahatlamayla birlikte derin bir nefes aldım. En azından yaralı değildi.

 

"Siz yaralı mısınız?" Diğerlerine bakarak sordum. Hepsi aynı anda başlarını iki yana salladılar.

 

"Ne oldu peki? Nasıl yakalandınız? Ben en son yerde baygın yatan Soner'i gördüm ve onu oradan uzaklaştırırken yaralandım." dedim.

 

"Valla anlamadık ki." dedi Fatih. "Ben en son Ozan'a bakacaktım ve gözlerimi açtığımda burada buldum kendimi."

 

"Biz de aynı sorundan muzdaribiz aslında. Hiçbirimiz ne olduğunu bile anlamadık." dedi Eren.

 

"Sen iyi misin Cemre? Bir yerinde yara var mı?" Araf'ın sorusuyla başımı iki yana salladım. Konuşmak için ağzımı açmıştım ki mağaranın içine giren kişilerle konuşmaktan vazgeçtim.

 

Sarışın bir kadın, ben Kars'a ilk geldiğim gün beni kaçıran adam ve Yusuf içeri girdi. Onların arkasında da bir ordu dolusu adam var. "Ooo komutan yine karşılaştık." dedi adam bana bakarak. Göz ucuyla Araf'a bakatım. Kaşlarını çatmış bir şekilde onlara bakıyordu.

 

Bakışlarım kadına kaydı, sarışın ve bu dağ başında bir terörist olmasına rağmen bakımlı duruyordu. Sanırım burada kalmıyordu. Altında dar bir pantolon üstünde de siyah bir kazak vardı. Boyu ya benimle aynı ya da benden birkaç santim kısa olmalıydı. Fiziki özellikleri ve kilosu bize zarfı gönderen kadına oldukça benziyordu aslında ama biz kadının sarışın olmadığını düşünüyorduk. Zaten kadını da bir kere görmüştük, onda da bizden kaçmıştı.

 

Acaba kebapçıda peruk taktığı için mi sarışın kimseyi görmemiştim?

 

"O sen miydin?" Direkt kadına bakarak sordum. "Bize bilgileri verip tuzağa düşüren kadın sen miydin?" Bakışlarım bir anlığına Yusuf'a kaydı. Bir şey diyecek gibi bana bakıyordu ama diyemiyordu. Başını hafif bir şekilde sağa sola sallayınca kaşlarım çatıldı ama dikkat çekmemek için bakışlarımı ondan çekip sarışın kadına çevirdim.

 

"Bilmem belki benimdir Maviş." dedi, maviş mi? Zarfı gönderen kadın bana hiç bu şekilde seslenmedi ki?

 

"Maviş?" dedim kendi kendime. "Sen misin değil misin?" diye tekrar ettim. Bir şeyleri öğrenmem lazımdı. Nedense zarfı gönderen kadının bize yalan söylediğine inanasım gelmiyordu. Bir şeyler yerine oturmuyordu çünkü.

 

"Bu kadınlar hep mi bu kadar çok soru sorar?" dedi yanındaki adam. "Oydu ve size ilk başta doğru bilgiler vererek tuzağa düşürdü." diye ekleyince Araf'a baktım, o da hissetmiş gibi bana döndü. Kaşlarımı hayır anlamında kaldırdım. Bir süre yüzüme bakıp önüne döndü ve konuştu.

 

"Madem amacınız bizi tuzağa düşürmekti silah sevkiyatı gibi önemli bir bilgiyi bize verip neden kendi işinize çomak soktunuz?" O sevkiyatta bu adamda vardı. Eğer gerçekten amaçları bizi oltaya getirmek olsaydı o adam bunu riske alıp asla oraya gitmezdi. Bu tür adamlar genelde başkasının arkasına saklanmayı tercih ederdi. Onlarda bu tür bir cesaret yoktu.

 

Aslında bayılmadan önce bende kadının bizi tuzağa düşürdüğünü sanmıştım ama mantık dışı birçok şey vardı. Ve bunu şu anda öğrenecektik

 

"Bu da planımızın bir parçasıydı, küçük bilgiler vererek sizi oltaya getirdik." diye cevap verdi kadın.

 

"Neden zarfı bize değilde kıza verdin sadece?" Bunu da Fatih sordu. Adımı söylememesi iyiydi çünkü bu kadının adımı bildiğinden şüpheliydim.

 

"Gözüme Maviş takıldı ve ona gönderdim bütün zarfları. Nedense içinizde tek zayıf onu gördüm." Tam da tahmin ettiğim gibi adımı bilmiyordu. O zarfı bana gönderen kadın hep Cemre komutan diye yazıyordu, hiç Maviş dememişti bana. Hem sarışın olmadığını da düşünüyorduk ve bu kadın sarışındı.

 

"Bence benden daha zayıf birileri daha var burada, sonuçta ben de komutan sayılırım. Keşke benim dışımda birine daha gönderseydin." dedim. Aslında bunu ağzını aramak için dedim çünkü en son gelen zarf Meriç'e gelmişti.

 

Bir anlığına bizimkilere baktım. Anlamsız bir şekilde bana bakıyordu hepsi. Güven vermek için gözlerimi açıp kapattım ve tekrardan kadına döndüm. "Ne çok konuştun ya, buraya sohbet etmeye ve planımızı neye göre yaptığımızı sormaya gelmediniz." Kaçıyordu çünkü hiçbirimizi tanımıyordu. Özellikle de beni. Zarfı gönderen kadın benim lakabıma kadar tanırken bu kadın rütbe mi bile bilmiyordur kesin. Hatta içlerinden en düşük rütbeli benim olduğumu bile sanıyor olabilirdi ama ben komutan sayılırım demiştim. Eğer onu demeseydim kesin beni en düşük rütbeli sanmaya devam edecekti.

 

Bu kadın o kadın değildi. Bize zarfı gönderen kadın kesinlikle bunların elindeydi. Tuzağa düşmüştü ve biz o yüzden buradaydık.

 

"Ne için geldik bayan çok bilmiş?" dedi Meriç.

 

"Planlarımızı suya düşürmenin ve sürekli karşımıza çıkmanızın cezasını çekmeye gelmiş olabilirsiniz." deyince güldüm, kesinlikle bu o kadın değildi.

 

Tam konuşmak için ağzımı açıyordum ki içeriye biri girdi ve adamın yanına gidip kulağına bir şeyler söyledi. Adam da kadına söyleyince hiçbir şey demeden hepsi birlikte çıktılar. Bir tek Yusuf kaldı, o da bir süre bana bakıp çıktı mağaradan. Onlar çıkar çıkmaz aklımdakileri dile getirdim. "Bu kadın bize bilgileri veren kadın değil."

 

"Nereden anladınız?" dedi Soner. "Tamam şüpheli sözleri dikkatimden kaçmadı ama emin de olamadın." deyince konuşutum.

 

"Bize zarfı gönderen kadın sarışın değildi, ilk bunu öğrenmiştik." diye açıklamaya başladım. "Tamam belki dikkat çekmemek için kebapçıda peruk takmış olabilir ama bu kadının birçok şüphe ettiğim sözleri ve davranışı var. Bunlardan biri de bana Maviş demesi." Hepsinin kaşları çatıldı. Sanırım bu detaya dikkat etmemişlerdi.

 

"Zarfı gönderen kadın bana hep Cemre komutan diyordu zarfta. Bir kere lakabımla seslendi o da bize ne kadar yakın olduğunu kanıtlamak içindi. Bu kadın, lakabımı geçtim ismimi bile bilmiyor. Sürekli Maviş diye sesleniyor bana." Bakışlarım Araf'a kaydı, o da beni doğruladı. Demek ki düşüncelerim doğruydu.

 

"Onun dışında kadının ağzını aramak için benden başkasına neden zarfı gönderiyorsun dediğimde Meriç'ten söz etmedi. En son gelen zarfı Meriç'e gelmişti."

 

"Ne yani bize yardım eden kadını öğrenip yakaladılar mı?" Meriç'in soruyla ona baktım.

 

"Büyük ihtimalle öyle oldu, ya da ellerinden kaçtı." dedim. "Şu anda bize yardım eden kadına ne oldu bilmiyorum ama bu kadın o kadın değil."

 

Benim konuşmamdan sonra Fatih hemen araya girdi. "Ama şöyle bir ihtimalde var komutanım, zarfı gönderen kadın bilgileri doğru verdiği gibi yazılardan ciddi konuştuğuda anlaşılıyor. Bir insan hiç tanımadığı birine bir bilgi verirken cıvık cıvık konuşmaz, bu yüzden de ciddi görünmek için isminizle seslenmiş olabilir. Tabii şimdi de kadın karşımızda ve maalesef ki biz de onun esiriyiz. Gelip şimdi Cemre komutan demesi tuhaf olur. Sinir etmek için bir sürü şekilde seslenebilir." diyen Fatih'i onayladım. "Yani demek istediğim köprüyü geçene kadar ayıya dayı deyip ciddi göründü ve köprüyü geçince özüne dönüp istediği gibi seslenmeye başlamış olabilir."

 

"Evet bu ihtimal de var. Kimse tanımadığı bir kişiye cıvık cıvık konuşmaz. Zarfta Cemre komutan yerine Maviş yazsa pek de ciddiye alınmayacağını düşünmüş olabilir ama tek ihtimaller ismim değil." diye açıkladım. "Kadına silah sevkiyatını sorduğumda cevap vermedi, onun üstüne işimize çomak sokmanın bedelini ödeyeceksiniz dedi." dediğimde hepsi aydınlanmış gibi birbirlerini baktılar. Tahmin ettiğim gibi kadının dediklerine çok dikkat etmemişlerdi.

 

"Sizce bizi oltaya getirmeye çalışan biri silah sevkiyatı gibi önemli bir bilgiyi bize verir mi?" Sordum, cevap vermelerini beklemeden konuştum. "Hadi verdi desek kadın kendi ağzıyla işimizi mahvettiz dedi. Bunu da geçtim kadının yanındaki adam silah sevkiyatında elimizden kaçırdığımız adam. Bu adam ben buraya ilk geldiğimde beni kaçıran adam ve bu teröristlerin başı. Sizce bizi oltaya getirmeye çalışan bu kişiler kendi ayaklarıyla bizim yanımıza mı gelir yoksa adamlarının arkasına mı saklanır?"

 

"Oha amına koyayım! Ben bunlara sinirden dolayı hiç dikkat etmedim." dedi Ozan.

 

"Yalnız siz onu geçin de Araf komutanımdan sonra yeni bir gözlemcimiz oldu." dedi Eren.

 

Soner'in "Gözleme mi?" demesine şaşırdım. Nasıl gözlemciyi gözleme olarak anladı acaba?

 

"Mal ya!" dedi Ozan. "Biz burada esiriz adam midesini düşünüyor."

 

"Oğlum siz onu da geçin de gizemli kadın hain çıkmadı lan!" diyen Meriç'e baktım.

 

"Koyun can derdinde kasap aşk derdinde!" Fatih'in dediği şeye de güldüm, tam Meriç'e uymuştu bu.

 

"Siz koyunu kasabı bırakın da..." deyip onlara baktım. "Gizemli kadını Yusuf da biliyor." dememle hepsi bir şok daha geçirdi.

 

Soner "Yok anın..." diyordu ki benim bakışlarımı görünce sustu. "Yok artık diyecektim." diyerek düzeltti kendisini.

 

"Ben kadına o olup olmadığını sorduğumda Yusuf dikkatimi çekti. Bir şey diyecek gibiydi ama diyemiyordu. Sonra da başını hayır anlamında iki yana salladı. İlk başta ne dediğini anlamadım ama düşünce kadını tanıdığını anladım." diye açıkladım. "Zaten benim burada bir tanıdığım Yusuf var onun dışında bir de az önceki adam var ama ismimi bilen tek kişi de Yusuf. Bize bilgileri veren kadın kim bilmiyorum ama beni tanımadığından eminim. Kesinlikle Yusuf o kadını tanıyor ve ismimi de o söyledi." Bunları Yusuf'un kadını tanıdığını öğrendiğimde tahmin etmiştim, yani birkaç dakika içinde.

 

Yani bizi tuzağa düşürmemişti, hep doğru bilgi vermişti ama kendisi tuzağa düşmüştü.

 

"Cemre doğru söylüyor." diyerek sessizliğini bozdu Araf. "Kadının davranışları, konuşması başlı başına tuhaf. Ki Cemre'nin de dediği gibi bu bir tuzak bile olsa silah sevkiyatı gibi önemli bir bilgiyi bize vermezler. Hele ki o adam yakalanmayı riske alarak oraya gelmez, adamlarını gönderirdi. Bu da tuzak değil bize verilen bilgilerin doğru olduğunu açıklıyor. Bize bilgileri veren kadın büyük ihtimalle yakalandı, ya da bir şekilde onlardan kaçmayı başardı." Bakışlarım ona kaydı. Ellerini oynatıyordu, sanırım zincirlerden kurtulmaya çalışıyordu ya da elleri uyuşmuştu.

 

"Yusuf'un kadını tanıdığından bende şüphelendim." Konuşmasına devam etti Araf. "Ama şu anki sorunumuz bu değil..." diyordu ki az önceki kadın ve adam tekrardan içeriye girince cümlesi yarım kaldı. Bu sefer yanlarında Yusuf yoktu, sadece ikisi gelmişti.

 

"Sen halledersin ben geçiyorum oraya." dedi adam ve son kez bize bakıp mağaradan çıktı. Kadın ise adam çıkınca tek tek bize baktı ve cebinden bir sigara paketi çıkarıp yaktı. Ağzındaki dumanı üflerken konuştu.

 

"Bir oyun oynayalım mı sizlerle?" deyince kaşlarım çatıldı. Ne oyunundan bahsediyordu bu?

 

"Oynayalım." dedi Ozan. "Çöz ellerimi de doktorculuk oynayalım. Ben seni kesip biçeyim sonra da tek tek parçalarını birleştireyim." deyince güldüm.

 

"Yok lan bunu herkes yapar." dedi Fatih. "Bence hedefi vurmaca oynayalım. Senin kafana elma koyalım ben de onu vurayım."

 

"O ne be? Sıradan oyun bunlar, bence birkaç kişi ateş etsin biz de o kurşun yağmurunun arasından geçelim. Kim sağ kurtulursa oyunu kazanır. Diğeride leş olur zaten." dedi Meriç, son cümlesini kadının gözlerine bakarak söyledi. Bir nevi meydan okudu.

 

"O da çok riskli be kardeşim. Bence körebe oynayalım. O sırada da elimizde bıçak olsun ve gözleri bağlı kişiler birbirini yaralmaya çalışsın." dedi Soner. Meriç'in dediğine riskli deyip kendisinin daha riskli olması peki.

 

"Bu çok güvenli zaten!" dedi Eren. "Bence sana bomba yerleştirelim ve ben de onu imha etmeye çalışayım. Bu arada acemi sayılırım ben, bazen halledemiyorum bombaları." Sonlara doğru dalga geçerek konuştu.

 

Kadın sırıttı ve "Güzelmiş hepsi ama benim aklımdaki oyun daha zevkli." dedi. Sigarasını dudaklarının arasına sıkıştırıp derin bir nefes aldı. "En çok kim seviliyor içinizden?" Önümüzde ilerlerken sordu. Sarı saçlarını arkasına atıp benim önümde durdu. "Bence bu kadın seviliyordur aranızda. Ne de olsa içinizdeki tek kadın o ve ona bir şey olsa hepiniz üzülürsünüz." deyip arkasına baktı. Adamlara bir işaret verince içlerinden iki kişi gelip ellerimi çözdü.

 

Bileklerim kelepçelerden kurtulunca bir süre onları ovdum ve kadının beklemediği bir anda yüzüne sert bir yumruk geçirdim. Anında ellerimi çözen adamlar kollarımdan tutup beni kadından uzaklaştırdı. Kadının ise vurmamın etkisiyle başı sağ tarafa düşmüştü ve hâlâ o şekilde durmaya devam ediyordu. Elindeki sigara da yere düşmüştü.

 

Sonunda başını kaldırınca ona baktım, dudağı patlamıştı. Hırsla dudağındaki kanı silip üzerime geldi ve enseme uzanıp saçımı geriye doğru çekince dişlerimi sıktım. Canım yanıyordu ama yüzümü sabit tutmaya devam ettim. "Bu yumruğun hesabını soracağım sana Maviş." dedi gözlerime bakarak.

 

Adamlarına bakıp konuşmaya devam etti. "Götürün kızı mayın tarlasına! Onlar yüzünden bütün işlerimiz ters tepti ve bu işimizi de ayağımıza dolanan bu askerler yapsın." deyince neyi kastettiğini anladım. En son gelen zarfta çocukları mayın tarlasından geçireceklerini ve karşı tarafta bekleyen adamlardan patlayıcıyla uyuşturucuları alacağı yazıyordu. Yani mayın tarlasından geçerek onları ben alacaktım.

 

"Siktir! Piç!" bizimkiler küfür ederken benim bakışlarım Araf'a kaydı. Deli gibi çırpınıyordu ve ellerindeki zincirleri çekiştiriyordu.

 

"Çöz lan beni! Yiyorsa çöz ve beni geçir o tarladan!" Avazı çıktığı kadar bağırdı ama kadın onun bağırmasını umursamadan geriye çekilip beni götürmeleri için adamlarına işaret verdi.

 

Adamlar beni götürürlerken omzumun üstünden Araf'a bakıp sakin olması için gülümsedim ama pek işe yaradığı söylenemezdi. Hem Araf hem de diğeri arkamdan bağırmaya devam ederken adamlar beni mağaradan çoktan çıkarmıştı. Ne kadar dirensemde bir arabaya bindirildim ve bizimkilerden uzaklaştım. Saatler içinde de sınır ötesine gelmiştik. Bu sürede tek düşündüğüm bizimkilerdi. Kim bilir nasıl endişiliydiler.

 

Adamlar yine kollarımdan tutup arabadan indirirken karşımdaki mayın tarlasına baktım. Belki dakikalar içinde o tarlanın içinde olacaktım, belki de bir mayına basacaktım ama benim tek düşündüm bizimkilerdi. Özellikle Araf. Beni oradan çıkarırlarken o bakışları aklımdan gitmiyordu.

 

Çaresizdi, elinden bir şey gelmiyordu, çırpınıyordu ama bir işe yaramıyordu. Ve bu onu kahretmeye başlamıştır.

 

Kendimi onun yerine koydum, benim yerimde o vardı ve ben onun gibi bir şey yapamadan onun gitmesini izlesem ne yapardım?

 

Kafayı yerdim sanırım.

 

Duyduğum araba sesiyle arkamdan oraya baktım, iki araba daha gelmişti ve içlerinden bizimkiler çıkmıştı. "Cemre!" Araf bağırarak yanıma geliyordu ki iki tane adam onu tuttu ve benim yanıma yaklaşmasını engelledi. Ne kadar engelleselerde Araf yanıma gelmek için çırpınmaya devam etti.

 

"Seyircisiz olmaz diye düşündüm ve bunlardan da güzel bir şeyirci olur diye getirdim." dedi o kadın. Gülerek ilerleyince gittiği yere baktım, ilk Kars'a geldiğimde beni kaçıran teröristin yanına gitti. Bakışlarım onun yanındaki Yusuf'a kaydı, çaresizce bana bakıyordu. Yardım etmek istiyordu ama edemiyordu.

 

"Götürün kızı tarlaya! "diye bağırdı adam. Adamlar yine kollarımdan tutarak beni tarlanın ucuna getirdi. Adım atmadan etrafıma baktım, tarlaya girmezsem bizimkilerle tehdit ederlerdi beni ve illaki yine girmek zorunda kalacaktım. Aslında derdim bu değildi, ya tartlada mayına basarsam? Araf ve diğerleri ne yaparlardı düşünmek bile istemiyorum.

 

"Maviş." Kadının bana seslenmesiyle ona baktım, sanırım göz rengimden dolayı sürekli böyle sesleniyordu. Oturduğu kayadan kalkıp yanıma doğru geldi. O yanıma yaklaşırken adamlar kollarımı bırakmıştı. Kaçsam bile bizimkilerle beni tehdit edeceklerini bildiğim için kaçmayacağımı düşünüyor olmalıydılar.

 

"Şu yeşil gözlüyle aranızda bir şey mi var?" Yanıma gelince sordu. Tek yeşil gözlü de Araf olduğu için ondan bahsettiğini anladım. "Sen gittiğinden beri deli gibi bağırıyor." deyip Araf'a baktı. "Yakışıklı çocuk ve sana olacağı gibi ona da yazık olacak. Ah bir de sevdiği kadını birazdan havaya uçarken görmek onun için iyi olmasa gerek." diyerek güldü.

 

Bakışlarım Araf'a kaydı. Geldiğinden beri hiç susmadan bağırıyor, çırpınıyor ve onu tutan adamlardan kurtulmaya çalışıyordu. Diğerlerinin de ondan bir farkı yoktu aslında. Onların sesiyle iniyordu bu boş arazi.

 

Tekrardan kadına baktım ve hiç düşünmeden ensesindeki saçlardan tuttuğum gibi mayın tarlasına doğru bir adım attım. Kadın çığlık atarken ben tarlaya bir adım daha attım, tabii o da benimle birlikte atmak zorunda kaldı. "Bırak lan beni!" Tırnaklarını elime geçirirken bağırdı ama umursamadan üçüncü adımımı da attım.

 

"Madem tarlaya girmemi istiyorsunuz berber gireceğiz!" dedim dişlerimin arasından.

 

"Durdurun hemen şunu!" Arkamdan bağırmalarını umursamadan dördüncü adımımıda attım. Arkamda büyük bir kargaşa oluşurken ben kadınla birlikte ilerlemeye devam ettim.

 

"Bırak lan beni! Elinden kurtulduğum anda bunun hesabını sana çok pis soracağım maviş!" Kadın elimin altında hem bağırdı hem de debelenmeye devam etti. "Seni bırakmam için yalvaracaksın bana!"

 

"Dikkat et de elimden kurtulmaya çalışırken havaya uçma." deyip olduğum yerde durdum. Kadının saçlarını iyice elime dolayıp arkama baktım. Teröristlerin hepsi tarlanın ucunda durmuştu, bazılarıda bizimkilere silah doğrultmuştu.

 

"Kadını bırak!" dedi ben buraya ilk geldiğimde beni kaçıran adam.

 

"Askerleri bırak ben de kadını bırakırım." dedim, sağ ayağımı kaldırıp devam ettim. "Yoksa basarım mayına." Tam ayağımın altında mayın vardı, bunu fark etmiştim.

 

"Eğer kadını bırakmazsan askerleri tek tek öldürürüm!" dedi dişlerinin arasından. Ben cevap veremeden kadın konuştu korkuyla.

 

"Sık bir tanesinin kafasına, yoksa öldürecek bu manyak beni!"

 

"Eğer öyle bir şey yaparsanız hiç düşünmeden kadının tarlanın ortasına fırlatırım. Kimin öleceği kimin kalacağı umurumda bile olmaz. Hatta kendimin bile havaya uçacağı umurumda değil!" dedim.

 

"İnanma sakın buna! Tehdit ediyor seni! Bir bok yapamaz! Sık birinin kafasına da kiminle oynadığını anlasın!" Sinirle güldüm, ayağımla az ilerideki taşı önüme getirdim. Bunu fark eden Araf bu araziyi inletecek derecede bağırdı.

 

"SAKIN CEMRE! BIRAK KADINI HEMEN! BİZ ENİNDE SONUNDA KURTULACAĞIZ!" Bana bir şey olma korkusu onu çıldırtıyor olmalıydı ama onu umursamadım. Yere eğildim ve bir elimle sıkıca kadını tutarken diğer elimle bir hayli ağır ve büyük olan kayayı alıp dikkatli bir şekilde mayının üstüne koydum. Tekrardan doğrulup güldüm.

 

"Bir bok yapıp yapamayacağımı herkes anladı sanırım. Şimdi askerleri bırakmazsanız hiç düşünmeden bu taşı mayının üstünden çekerim ve hepimiz havaya uçarız."

 

"Sık şu kızın kafasına!" Elimden kurtulmaya çalışarak bağırdı kadın. Adamlar kararsızca birbirlerine bakınca bu kadının gerçekten de önemli biri olduğunu anladım. Önemli biri olmasa riske girerlerdi ama girmiyorlardı. Bu adamlar yanında çalıştıkları kimseyi umursamazdı. Bunu canlı bomba yapmalarından anlayabilirdik ama bu kadın onlar için önemli olmalıydı.

 

Bakışlarım bir anlığına bizimkilere kaydı. Hepsi adamlardan kurtulmaya çalışıyordu ve benim kadını bırakmamı söylüyorlardı. Hepsi boş tehdit etmediğimi biliyordu, kendilerine değil ama bana zarar gelmesinden korktukları için bırak diyorlardı.

 

Eren nasıl olduysa adamların elinden kurtuldu. Adama bir yumruk atıp silahını alacakken arkasından gelen adamı gördüm, elinde de bıçak vardı. "Eren!" Bağırsamda adam onu tuttuğu gibi bıçağı boynuna dayadı. Benim bir anlık dikkatsizliğimden de elimdeki kadın faydalanıp elimden kurtuldu. Ben daha ne olduğunu anlayamadan bacağıma bir tekme geçirince yere düştüm.

 

Düştüğüm yerde ilk önce biraz bekledim. Bir mayının üstünede düşmüş olabilirdim ama kadının üstüme doğru geldiğini görünce hafif doğrulup bacağına tekme attım. O yere düşerken üstüne çıkıp yüzüne de sağlam bir yumruk geçirdim.

 

"Ölümün benim elimden olacak Maviş! Seni kendi ellerimle öldüreceğim!" dedi büyük bir öfkeyle. Onu takmadan yüzüne bir yumruk daha atacakken gözüme attığı toprakla gözlerim kapandı. Bunu fırsat bilerek beni sağ tarafa, toprağın üstüne fırlattı. Elim sert ve biraz yüksek bir şeyin üstünde durunca sertçe yutkundum.

 

Sanırım elimin altında mayın vardı!

 

Ben gözlerim kapalı bir şekilde, hareket etmeden ve elimi çekmeden öylece yerde yatarken bir silah sesi duydum.

 

Gözümdeki toprakları umursamadan gözlerimi açıp etrafıma bakmaya çalıştım ama kör olmuşum gibi hiçbir şey göremedim. Diğer elimi kaldırıp gözlerimi ovdum, o sırada bir silah sesi daha patladı. Hırsla gözlerimi ovup etrafıma bakmaya çalıştım.

 

İlk görüş açıma Araf girdi, bir şeyi yoktu. Sonra Meriç, Soner, Fatih ve Ozan derken hepsi iyiydi, yaralanmamıştı ama Eren yoktu. Onu görmemiştim. Tam düştüğüm yerden doğrulamak için herketlenmiştim ki elimle bastığım yer aklıma gelince durdum.

 

"Cemre! İyi misin?" Araf bana seslenirken ben başımı uzatıp Eren'i aradım ve az ileride üç adımın onu tuttuğunu gördüm. Adamlardan biri önüne geçtiği için görmemiştim az önce. Görebildiğim kadarıyla vücudunu taradım ve yaralanmadığını anladım. Sanırım havaya ateş etmişlerdi.

 

"Alessi dur!" Adamın bağırmasıyla bakışlarım ona kaydı ve bakışlarını takip edip kime seslendiğini buldum. Az önce boğuştuğum kadına seslenmişti ve kadın bana silah doğrultmuştu. Ama benim takıldığım nokta bu değildi.

 

Kadın yabancıydı ve teröristlere çalışıyordu, en önemlisi kadın bunlar için çok önemli biriydi.

 

Bu kadını sağ ele geçirmemiz lazımdı çünkü bu kadından öğreneceğimiz çok şeyler olacaktı.

 

"Alessi, kadın bize lazım! Onu öldüremezsin." Kadın sinirle soluyarak silahı beline yerleştirdi ve yanıma doğru gelmeye başladı. Tam önümde durup üzerime doğru eğildi ve çenemden tutup büyük bir nefretle konuştu.

 

"Seninle işimiz bittiğinde bu yaptıklarını tek tek ödeteceğim sana! Ölmek için bana yalvaracaksın Maviş!"

 

"Benim uçma ihtimalim bile daha yüksek ama senin ve sizin gibi itlere yalvarma ihtimalim yok." dedim gayet rahat bir şekilde. Kaşlarını çatarak bana baktıktan sonra çenemi savururcasına ittirdi.

 

"Göreceğiz Maviş göreceğiz." diyerek yanımdan uzaklaşınca bakışlarım elime kaydı ve düz bir taşın üstünde olduğunu görünce rahat bir nefes aldım. Mayına basmamıştım.

 

Düştüğüm yerden kalkıp doğruldum. Ellerimi birbirine vurup çırptıktan sonra Araf'a baktım, sinirden kıpkırmızı olmuştu ve endişeli gözleri benim üzerimden ayrılmıyordu. Ayağa kalktığımı görünce bu mesafeden bile derin bir nefes aldığını gördüm. İyi olduğumu bilmek rahatlatmıştı onu.

 

"Orospu çocukları! Götünüz yiyorsa o tarlaya beni geçirsenize! İtlerinize söyleyip bıraktırsanıza elimi! Biraz cesaretiniz varsa adamlarınızın arkasına saklanmazsınız!" diye bağırdı Araf. "Ecdadınızı sikeceğim sizin!" Onun bağırmasıyla adam ve kadın, yani Alessi ona doğru gitmeye başladı. Gözlerim kısıldı, kaşlarımı çatarak onlara baktım.

 

Kadın Araf'ın yanına gelince elini onun yüzüne çıkardı. Tam yüzüne dokunacakken Araf hırsla başını geriye çekti. Kadın umursamadan elini onun omuzuna koyunca ellerim yumruk oldu. Bu sefer de Araf bir adım geriye gidip teması kesti. "Seninle daha farklı planlarım var." dedi, omzunun üstünden bana baktı. "Sevgilinde şanslı kişiyse bu tarladan sağ çıkar ve senin için hazırladığım, hatta hepiniz için hazırladığım o planları izler. Anladığım kadarıyla bu oyunumuz çok hoşunuza gitti. Diğerleride en az bunun kadar eğlenceli merak etmeyin." Şerefsiz! Kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyordu bizimle.

 

Bir anlığına Yusuf'a baktım. Bir kayanın üstüne oturmuş ve yeri izliyordu. Onun burada değil kardeşinin yanında olması gerekiyordu ama inadı yüzünden burada kalmaya devam ediyordu.

 

Alessi son kez Araf'a baktıktan sonra bana döndü. "Sen de yürü artık! Yeterince vakit kaybettirdin bize! Git ve şu kutuyu adamlardan al." Son kez bizimkilere baktım. Artık onları riske atamazdım, gitmekten başka çarem yoktu. Zaten gitmesem bu adamları neyle tehdit edecektim ki? Bu tarlada tek başımaydım.

 

"Dur dur!" Fatih'in bağırmasıyla ona baktım. "İçimizden birini gönder oraya, ya da birimiz daha Cemre komutanımla gitsin." Kadın anında itiraz etti.

 

"Olmaz, o zaman işin eğlencesi kaçar. Hem içinizden birini de onun yerine göndermem çünkü sizinle daha farklı planlarım var." Göz devirdim, planları elinde patlar umarım.

 

Ben bu tarlada olduğum sürece bizimkiler benim için endişelenmeye devam edecekti. Bence bir an önce geçip istediklerini almalıydım. Anca o zaman rahat ederlerdi. Zaten almaktan başka şansım yoktu. Kadının da dediği gibi bu sefer kafalarına sıkardı çünkü onları tehdit edecek bir şeyim yoktu elimde.

 

Yere bakıp bir adım attım. O sırada izlenilme hissiyle dolduğum için bakışlarım Araf'a kaydı. Gözlerinin parlaklığını buradan görebiliyordum ama bu o parlaklık değildi. Gözleri dolmuştu. O yüzden parlıyordu gözleri. Bana bir şey olma korkusu sarmıştı bedenini.

 

Allah'ın şanslı kuluysam buradan sağ bir şekilde çıkardım ama değilsem...

 

Yutkundum. Sevdiğim adamın, tim arkadaşlarımın ve en önemlisi bu itlerin gözü önünde havaya uçamazdım. Mayına bassam hayatta gelip kurtarmazlardı beni bu itler. Onların amacı zaten benim havaya uçmamı izlemekti ama buna izin vermeyecektim. Bir şekilde buradan kurtulacaktım.

 

Son kez Araf'a bakıp gülümsedim. Bir süre o yeşil gözlerine baktım. Sus der gibi baktım ona çünkü o acısını belli ettikçe bunları sevindiriyordu. Sussun ki bu şerefsizler onun acısından zevk almasın.

 

Bu seferde bizimkilere baktım. "Karşıdan özel olarak bir şey ister misiniz beyler? Bir sınırı geçip geleceğim." dedim gülümsemeye çalışarak.

 

"Ateş Parçası'na yakışır şeyler görmek isteriz komutanım! Yoksa ben size çok başka bir lakap takarım." dedi Meriç bana ayak uydurarak.

 

O iş bende der gibi gülümseyip ilerlemeye devam ettim. Sanki ölüm ayaklarımın altındaymış gibi hissettim. Öyleydi aslında, ölüm tam da şu anda ayaklarımın altındaydı. Bir anlık dikkatsizlik, bir anlık atılan yanlış bir adımda ölüme kucak açmış olacaktım.

 

Ölüm beni korkutmuyordu aslında. Korkutsa zaten bu mesleği yapmazdım. Beni korkutan geride bırakacağım insanlardı. Sevdiğim adamdı, kardeş olarak gördüğüm timimdi, ailemdi. Ailem... Annem asla toparlanamazdı, babam dik durmaya çalıp gözyaşlarını içine atardı. Araf... Yıkılırdı sanırım. Herkes mahvolurdu, hele ki gözlerinin önünde olursa...

 

Kimseye bu acıları yaşatmamak için attığım adımı iki kere düşünüp atamalıydım. Arkamda beni izleyen bir çift yeşil gözün, ona ayak uyduran beş çift gözün gölgesinde ilerleyecektim. Onların varlığı, beni izliyor oluşu bana güç verecekti. Veriyordu da.

 

Onları düşünerek, gözlerinin gölgeleri altında tarlanın karşısına geçebilmiştim. Karşıda bekleyen adamlar elime oldukça ağır olan koliyi tutuşturunca derin bir nefes aldım. İçinde patlayıcı ve uyuşturucu vardı. Bize gelen zarfta böyle yazıyordu ve ben bunları ölümü ayaklarımın altına alarak onlara götürecektim.

 

"Şeytan diyor ki at kendini bunlarla birlikte tarlanın içine, parçanı bile toplayamasınlar." Kendi kendime mırıldandım. "Ama ne yazık ki şeytan bize hiçbir zaman doğru şeyi söylemezdi. Yine ölümü ayaklarımın altına alarak karşıya geçmekten başka çarem yoktu."

 

Söylene söylene tekrardan tarlaya girdim. Bir anlığına bizimkilere baktım ve diken üstünde beni izlediklerini gördüm. Benden daha endişeliydiler. Benim endişemde havaya uçmak değil bana bir şey olursa onların toparlanamayacak oluşuydu.

 

Yine onları ve ailemi düşünerek koca mayın tarlasını bir kez daha aştım. Buradan bile bizimkilerin bir oh çektiğini duymuştum. İstemsizce gülümsedim.

 

"Maviş biz seni hep mayın tarlasından geçirelim." deyip güldü Alessi. Yanıma doğru gelince omzumun üstünden tarlaya baktım. Kadın iyice yanıma yaklaştı ve kutuyu almak için uzandı. "Beni sinir etsende iyi iş çıkardın Maviş. Ben seni havaya uçarsın diye bekledim ama beklentilerim karşılanmadı. Ölümün de benim ellerimden olur artık." Elleri kutuya değince bir adım geri gittim ve yine tarlaya baktım. Hiç düşünmeden elimdeki patlayıcı ve uyuşturucu dolu kutuyu mayın tarlasına fırlattım. Fırlatmamla birlikte bir mayına gelmiş olacak ki büyük bir gürültüyle patladı. İçinde patlayıcı da olduğu için beklenilenden daha yüksek bir ses çıkmıştı ve ben de buna yakın olduğum için kulağım çınlamıştı.

 

"LAN! NE YAPTIN SEN!" Adamın bağırmasıyla gözlerimi kısarak ona baktım. Kulağım hâlâ çınlıyordu ve gözlerime de patlamanın etkisiyle toz girmişti.

 

Omuz silktim ve "Patlattım." dedim zorlukla. Kulaklarım acayip çınlıyordu ya.

 

"İşte be! Ateş Parçası komutanım tam da beklediğim şeyi yaptı!" Meriç'in bağırmasıyla güldüm. O kutuyu getirmiştim ama hayatta onlara vermezdim, vermedim de. Yine olsa yine aynı şeyi yaparım.

 

"SÜRTÜK!" Adam bağırarak bana bir tokat atınca dengemi sağlayamayıp yere düştüm. Dudağımdan akan sıcak sıvıyla dudağımın kanadığını hissettim. Piç kurusu! Sert vurmuştu!

 

"Cemre!" Araf bana seslenirken ben hem kulağımın çınlamasından hem de adamın vurmasından dolayı kımıldayamadım. Bedenim uyuşmuş gibi hissettim ama bu his çok kısa sürdü ve kendime geldim. "Cemre iyi misin?" Endişeyle sordu Araf. O endişesi hiç dinmemişti ki. Bu şerefsizlerden kurtulana kadar da dinmeyecekti.

 

"Orospu çocuğu! Bir de o tokatı bana atsana! Sizin gibiler anca kadınlara vurur zaten, gel bir de o tokatı bana at!" Avazı çıktığı kadar adama bağırmaya devam etti. "Dua et piç herif! Dua et de ben sizin elinizden kurtulmayayım! Eğer kurtulursam ona vurduğun o elini kesip parçalara ayıracağım, sonrada götüne sokacağım o eli!"

 

Ellerimi yere koyup ona baktım. Yüzü kırmızıdan mora dönmeye başlamıştı, alnındaki damar gün yüzüne çıkmıştı ve aşırı derecede sinirlenmişti. Hatta şu anda onu tutan üç adamdan kurtulmayı başlarsa şaşırmazdım, o derece siniri gün yüzündeydi çünkü.

 

Bir anlığına bakışları bana değince göz göze geldik. İyi olduğuma kanaat getirsin diye gülümsemeye çalıştım ama patlayan dudağım sızlayınca yüzümü buruşturdum. "O elini alıp senin götüne sokmayan en adi şerefsiz! Sadece bekle! Elbet devran dönecek ve bu sefer yerde yatan sen olacaksın ve köpek gibi bana yalvaracaksın piç kurusu!" Benim canımın yandığını anlayınca yine öfkesini adama kusmaya devam etti.

 

"Götürün şunları! Bunların boş tehditlerini dinleyemeyeceğim!" Adam onu takmadığını açıkca belirttikten sonra bana döndü. "Seninle de işimiz bitmedi küçük hanım. İlk silahlar şimdi de patlayıcı, bunların hesabı sorulacak." Şu anda gülme isteğimin gelmesi normal mi? Bu sözlerinden sonra deli gibi gülesim vardı ve öylede yaptım. Sanki ortada komik bir şey varmış gibi, az önce gülümseyeceğim diye dudağım sızlamamış gibi kahkaha atmaya başladım.

 

"Boşuna Türk askerlerine deli demiyorlar anlaşılan. İşte kanıtı." dedi tükürürcesine.

 

"Yok bilader yanlışın var." dedi Fatih. "Türk askerine demiyorlar borbo berelilere diyorlar deli diye. Deli bordo bereli tanıdık gelmiştir belki sana. Ne de olsa onların rüzgarı estiğinde bile kuyruğunuzu kıçınıza sıkıştırıp kaçıyorsınuz."

 

"Kim deli kim akıllı göreceğiz. Akıllı olsanız bile bizim elimizde, benim seçtiğim oyunları oynarken delirir kafıyı yersiniz." dedi Alessi.

 

"Ya bacım sen kimsin? Ne ayaksın yani? Adın yabancı olduğuna göre Türk değilsin ama baya iyi konuşuyorsun Türkçe'yi. Nedense sen baya önemli biriymişsin gibi hissettim." dedi Ozan. "Merak etme buradan kurtulduğumuzda seni de yanımıza alacağız. O zaman da bizim oyunların tadına bakarsın. Türk'ler oyun oynamayı çok sefer." diye dalga geçti.

 

Alessi sadece gülmekle yetindi. Daha çok alayla karışık bir gülmeydi bu. Sanki o günleri anca rüyanızda görürsünüz demeye çalışıyordu.

 

"Bindirin arabaya şunları, kampa geri götürün." dedi adam ve benim önümde eğildi. Ben ise gülmemi kesmiştim ve hâlâ yerde oturuyordum. "Kız birazdan gelecek, onunla işim bitmedi. İşime çomak sokmanın cezasını vereceğim daha." Yutkunup Araf'a baktım. Onu hâlâ üç adam tutuyordu ve adamın cümlesini duyunca çivi gibi yerine çakılı kalmıştı.

 

"Bana bak orospu çocuğu onun kılına dahi dokunursan seni ölmekten beter ederim! Canlı canlı seni bu dağda yaşadığın hayvanlara yem ederim!" Adam Araf'ın dediklerine gülüp doğruldu.

 

"Öyle mi?" dedi ve bana sert bir şekilde tekme attı. Gözlerimi kapatıp hissettiğim acıdan sonra bağırmamak için kendimi sıktım. Vurmanın etkisiyle öksürmeye başladım. Tam karnıma vurmuştu piç! "Hani icraat göremiyorum." deyip bir kez daha vurdu. Bu sefer ağzımdan küçük bir inilti kaçtı.

 

"Oğlum sikeceğim senin ecdadını! Ona dokunan, ona zarar veren uzuvlarını gövdenden ayıracağım! Ayaklarıma kapanıp it gibi yalvaracaksın bana!" Araf hem çırpınıp hem de adama saydırırken adam bir kez daha bana tekme attı.

 

"Bu saydıklarının aynısını bu kız için de yapmayım mı komutan? Bana yalvarana kadar vurayım mı ona?"

 

"Komutanım sakin olun, siz ona cevap verdikçe daha çok canını yakacak Cemre komutanımın. Zor biliyorum ama sakin olun." Zorlukla Eren'in dediklerini duydum. Derin bir nefes alıp bakışlarımı ona çevirdim. Hepsi bir hayli sinirliydi ve adamlardan kurtulmaya çalışıyordu ama içlerinden bir sakin kalan Fatih ve Eren'di. Onlar da kendilerini zor tutuyordu.

 

Derin bir nefes daha almaya çalıştım ama canım çok yanıyordu. Elimden gelse canım yanmasın diye nefes bile almazdım. Adi herif tüm gücüyle vurmuştu karnıma! Gözlerimin bile dolduğunu hissediyordum.

 

"Yeter bu kadar eğlence kızıda alıp götürün. Bizim konuşacaklarımız var." Alessi araya girince gözümde biriken yaşları sildim. Canım hiç olmadığı kadar çok yanıyordu şu anda.

 

Adamlar gelip benim kollarımdan tutup kaldırınca öksürdüm. Canım yanıyordu ve karnımın şimdiden morarmaya başladığından emindim. Adamlar bize inat beni ve Araf'ı farklı bir arabaya bindirdiklerinde göz devirdim. Karnımı tutarken söylendim. "Piç herifler."

 

Ne kadar sürede kamp alanına geldik bilmiyorum ama kendimden geçmişim gibi hissettim. Etrafımda olup biteni, konuşulanları anlamadım bile. Canımın acısı giderek artmaya başlamıştı. Dakikalar içinde yine mağaraya getirildik ve ellerimizden tavandan sarkan zincirlere bağlandık. Zorlukla Araf'a baktım, bana bakmıyodu.

 

"Araf?" Ona seslensemde dönüp bakmadı. "Araf bana bakmayacak mısın?" Sordum ama yine bakmadı. "Canım yanıyor." deyip yalandan ilememle bakışları anında bana döndü.

 

"Karnın mı acıyor? Yoksa dudağın mı?" Sordu ve cevap vermemi beklemeden adama küfür etmeye başladı. "O piçten bunların hesabını tek tek soracağım! Sana yaptıklarının daha beterini ona yaşatacağım."

 

"Canım yanmıyor bana bak diye söyledim." Hem doğru hem de yalandı bu. Canım yanıyordu ama o bana baksın diye demiştim. Canımın yandığını ona söylemeyecektim. "Niye bakmıyorsun bana?"

 

"Benim yüzümden oldu Cemre. Sinirlerime biraz hâkim olasaydım benim zayıf noktamın sen olduğunu anlayıp sana zarar vermeyeceklerdi." Kendisini suçlamasına şaşırmadım, tam da böyle bir cümle bekliyordum ondan. Ama saçma bir suçlamaydı. Ben onların yerinde olsam en az onlar gibi bende sinirlerime hâkim olamayıp bağırırdım çünkü.

 

"Komutanım saçmalamayın, orada hepimiz sizin kadar tepki verdik. Biri suçlanacak ise bu siz değilsiniz, hepimiziz. Bir tane suçlu yok burada." dedi Soner.

 

Anında araya girip konuştum. "Bence hiçbiriniz saçmalamayın, kimse suçlu değil. Sizin yerinizde kim olsa sizin gibi tepki verirdi. Benim yerimde siz olsaydınız ben de sizler gibi bağırıp çağırırdım." Onları rahatlatmak için demedim, bunlar gerçek düşüncelerimdi. "Bence daha fazla bu konuyu konuşmayalım, çünkü bir an önce buradan kurtulmamız lazım. Bu manyak kadının sıradaki oyunu kim bilir nedir."

 

O günün üstünden tam bir gün geçmişti. Bu süre zarfında oradan kurtulmak için her yolu denemiştik. Tuvalet bahanesiyle kurtulmayı bile denedik ama elinde pimi çekilmiş bir bombayla diğerlerinin yanında birileri bekleyince bir bok yapmamıştık. Adamlar çıkış yollarının hepsini kapatıyordu. Belki Yusuf yanımıza gelir demiştim, gelse beni kurtardığı gibi bir daha kurtarır demiştim ama o da yanımıza gelmemişti.

 

Mayın tarlasının içinden geçele tam yirmi dört saat okurken içeriye yine o kadın girdi. "Selam millet!" dedi gülerek. "Sıkıldığınızı duydum, ne dersiniz yeni bir oyun oynayalım mı?" deyip benim önümde durdu. "Maviş'le oynadığımız oyunu çok beğendiniz, ikincisinide beğenirsiniz bence." Elindeki bıçağı kaldırıp çenemin altına koydu.

 

"Gel benimle oynasana, ben sana nasıl oyun oynandığını öğreteyim!" dedi Araf dişlerinin arasından.

 

"Merak etme, sıradaki oyunumuzun başrolü sensin Maviş'in sevgilisi." Yutkundum, kim bilir bizi bu sefer ne bekliyordu? Özellikle bunlar bizden ne istiyordu? Bir şeyler planlıyor olmalılar ki bu saçma şeyleri yaptırıyorlar bize.

 

Tehlikeli bir oyun içindeydik ve biz bu tehlikeli oyunun başrolüydük. Oyunlarda hep bir kaybeden olurdu ve ilk oyunu kazanan bizdik. Ya da kazanmış mıydık? Ya sıradaki oyunun kazananı kim olacaktı? Bu tehlikeli oyunu kim kazanacaktı?

 

 

Selam nasılsınız?

 

​​​Bölüm nasıldı?

 

Sizce Cemre'nin sediği gibi bu bir plan mı? Plansa nasıl bir plan?

 

​​​​Yusuf'un Gizemli Kadını tanıdığını tahmin etmiş miydiniz?

 

En sevdiğiniz sahne?

 

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, kendinize iyi bakın🤍

 

Loading...
0%