Yeni Üyelik
17.
Bölüm

17. Bölüm "Hain Planın Kurbanları"

@kitap__gezegeni1

Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayalım🦋

 

keyifli okumalar✨️

 

 

 

​17.Bölüm "Hain Planın Kurbanları"

 

"Ne zaman uyanacak ya? Uyansın artık." Elif yine sabırsız bir şekilde abisine bakarak konuştu.

 

"Abinin uykusu biraz ağırmış fıstık, uyanır birazdan." dedi Araf. Ona hâlâ sinirliydim, hem beni utandırmıştı hem de Yusuf'u bayıltmıştı.

 

Buraya geleli neredeyse bir saat olmuştu. İlk önce tabura gitmiştik, olan biteni Yarbaya anlattıktan sonra Yusuf'u alıp Elif'in yanına getirmiştik ve Yusuf hâlâ uyanmamıştı. Uyanınca ilk işimiz o kadını bulmaktı. Bana kadının numarasını vermişti ama o kargaşada sanırım düşürmüştüm çünkü hiçbir yerde bulamadım kağıdı. Tabii bir de şu plan olayı var, henüz bizimkilere bahsedecek fırsatım olmamıştı.

 

Derin bir nefes alıp koltukta öne doğru eğildim ve dirseklerimi dizlerime yasladım, ellerimi de yüzüme koyup halıyı izledim. Acaba bizi neler bekliyordu? Başımıza neler gelecekti? İçimden bir ses çok kötü şeyler olacak diyor ama hadi hayırlısı.

 

"Birazdan oldu ama hâlâ uyanmıyor!" Elif'in sinirli sesini duyunca ona baktım, kaşlarını çatmış Araf'a bakıyordu. "Kandırıyorsun işte beni!" diye kız ona.

 

"Komutanım kızı niye kandırıyorsunuz? Çok ayıp valla." dedi Meriç gülerek. "Gel kız ben abini nasıl uyandırcağımızı biliyorum." dedi Elif'i yanına çağırarak. Elif koşarak onun yanına gidip merakla ona baktı. "Şimdi sen mutfaktan bir bardak su getir sonrada abinin başından aşağıya boşalt suyu, sonra da kavuş abine." Göz devirdim, hepimiz bir de merakla bunu dinliyorduk.

 

"Allah'ın salağından başka nasıl fikir çıkardı ki zaten!" Eren söylenerek arkasına yaslandı. Tabura gelince Yasemin koluna dikiş atmıştı onun. Tabii Ozan'dan dolayı biraz zor olmuştu çünkü çocuk kıza yapışmıştı bildiğin. Sanki yıllardır görüşmüyorlarmış gibi çok özledim deyip kollarını onun beline dolamıştı. Hatta Yasemin'den biraz ilgi görebilmek adına da atmadığı yalan kalmamıştı.

 

Yok efendim işkence görmüş, kafasına silah dayamışlar, aç yaban hayvanlarının önüne atacaklarmış da son anda adamları haşat edip kurtulmuş. Kolu, bacağı ve sırtı kesik izleriyle doluymuş gibi bir sürü yalan uydurmuştu kıza. Yasemin de en sonunda soyun da yaralarına pansuman yapayım deyince öylece ortada kalakalmıştı. Herhalde kızın ağlayarak ona sarılıp öpeceğini falan düşünmüştü zavallım.

 

"Ya çarpacağım şimdi bir tane sana, sabahtan beri abuk subuk şeyler söylüyorsun bana!" Elif'in Meriç'e kızmasıyla hep birlikte kahkaha attık. Elif, abim ne zaman uyanacak diye sorsa Meriç ortaya saçma bir fikir atıp kızın aklına girmeye çalışıyordu. Eh haliyle Elif de bir yerden sonra patlayacaktı ve patlamıştı da.

 

Fatih gülerek "Çarp kız, sen çarparsan ben de çarpacağım." dedi.

 

Soner gördüğü vazoyu gösterdi ve "Aha bak şu vazoyu al. Tıpkı Ozan'ın kafasında kırdığın gibi kır bunun kafasında." dedi.

 

Ozan başını tuttu ve ovmaya başladı. "Vazo demeyin lan. O gün aklıma gelince yine başım ağrıyor." dedi. Onlar kendi aralarında gülerken ben de su içmek için kalkıp mutfağa gittim. Dolaptan suyu çıkarıp tezgaha koydum ve mutfak dolabından da bardağı çıkarırken birinin mutfağa girdiği hissettim. Suyu doldurup birkaç yudum içerken arkamdaki kişinin kokusu burnuma doldu. Alıştığım o ferah deniz kokusuydu bu. Araf kollarını belime dolarken ben de bardağı tezgaha koydum.

 

"Yusuf'u bayılttım diye hâlâ kızgın mısın bana?" Başını boynuma koyarak sordu ve derin bir nefes aldı. "Sadece küçük bir önlem aldım. Birazdan uyanacağına eminim." diye ekledi. Başı boynumda olduğu için sesi boğuk çıkıyordu.

 

Suyumdan yine birkaç yudum içip konuştum. "Kızgın değilim." Tamam biraz kırgın olabilirdim ama aklımı kurcalayan şey o değildi. Aklımda sadece şu plan vardı.

 

"Niye durgunsun peki? Geldiğimizden beri düşünceli gibisin." dedi. Kollarının arasında beni döndürüp yüzüme baktı. "Ne geçiyor o aklından? Hangi düşünceler aklını meşgul ediyor?" İç çekip mutfak penceresinden kararan havaya baktım, artık şu planı onlara da söylemliydim. Tabii henüz bir şey bilmiyordum ama en azından bizim üstümüzden bir plan kurulduğunu bilmeliydiler.

 

"Çatışma sırasında Yusuf bazı şeyler dedi bana. Aklımı kurcalayan da bunlar." deyip kalçamı tezgaha yasladım. Kollarımı ona dolayıp konuşmaya devam ettim. "İkimizin üstünden bir plan kurmuşlar, daha doğrusu hepimizin ama henüz diğerlerinin planını devreye sokamadan biz kaçtığımız için şu anda o plandan sadece biz etkileneceğiniz sanırım. Planın ne olduğunu bilmiyorum ama benim mayın tarlasından geçmem ve senin Eren'e silah doğrultman bu planın bir parçasıymış sanırım." Düşünceli halini görünce başımı gögsüne yasladım. "İçim hiç rahat değil Araf, çok kötü şeyler olacakmış gibi huzursuzum." diye bitirdim cümlemi.

 

"Sakin ol güzelim. En fazla ne planlamış olabilirler ki? Bence boşu boşuna kuruntu yapıp kendimizi strese sokmayalım." Haklıydı aslında, en fazla ne planlamış olabilirler ki?

 

"Haklısın ama içimdeki sıkıntıya da engel olamıyorum." diye mırıldandım. Araf ellerini omuzlarıma koyup ayrıldı benden. Yüzündeki gülümseyle gözlerime baktı.

 

"O zaman kısa süreliğine o sıkıntıyı unutturayım ben." dedi. Tam nasıl olacağını soracakken beklemediğim bir anda dudaklarını dudaklarıma bastırdı ve öpmeye başladı. Bir süre şaşkınca dursamda bu şaşkınlığımı kısa sürede attım. Kollarımı boynuna dolayıp parmak uçlarımda yükseldim ve ona karşılık vermeye başladım.

 

Araf'ın belimdeki elleri bacaklarıma indi ve yaralı elini umursamadan bacaklarımdan tutup beni havaya kaldırdı. Kısa süre içinde de soğuk tezgaha oturttu beni. Durumu hiç garipsemeden bacaklarıma aralayıp onun bana biraz daha yaklaşmasını sağladım. Ensesindeki saçları parmaklarımın arasından geçirdim. Araf'ın da eli tekrardan belimi bulmuştu ve yavaş hareketlerle belimi okşuyordu.

 

Kısa süreliğine nefes alabilmek adına dudaklarımızı ayırıp alnını alnıma yasladı. "Seni seviyorum." dedi boğuklaşan sesiyle. Benim cevap vermemi bekleden tekrardan dudaklarımızı kavuşturdu. Bir kez daha ona karşılık vermek için dudaklarımı aralamıştım ki kapının olduğu yerden bir boğaz temizleme sesi duydum. Anında Araf'ı ittirip uzaklaştırdım kendimden ve kapıya baktım. Soner yüzündeki muzip bir ifadeyle bize bakıyordu.

 

"Çok yanlış bir zamanda, çok yanlış anda böldüm sizi ama Yusuf Bey uyandı. Onu haber verecektim." dedi sırıtarak. Bakışları bana kayınca hâlâ tezgahın üstünde oturduğumu fark ettim ve utancıma biraz daha utanç eklenmiş oldu. Utanmasam şaşırırdım zaten.

 

Hızla tezgahtan atlayıp bakışlarımı kaçırdım. "Neyi bekliyorsun oğlum gitsene!" dedi Araf dişlerinin arasından. "Yanlış zamanda geldiği yetmiyormuş gibi bir salak salak sırıtıp bekliyor hâlâ!" Söylenmesi beni biraz daha utandırdı. Niye her şeye utanıyorum ya!

 

"Dua edin ben geldim ve sizi bastım komutanım. Bir de Meriç'in geldiğini düşünsenize. Kırk yıl bunu dile getirir dururdu artık." dedi.

 

"Soner, kimin geldiği beni ilgilendirmiyor, git şuradan artık!" Araf yavaştan sinirlenmeye başlıyordu, bunu ses tonundan anlayabiliyordum.

 

"Kızmayın komutanım ya gittim işte. Siz de kaldığınız yerden, ben hiç sizi bölmemişim gibi devam edebilirsiniz." Ona bakmadığım için adım seslerinden gittiğini anladım.

 

"Bir tane akıllı yok ki! Hepsi zevzeklik peşinde! Ne zaman akıllanacaklar merak ediyorum." Araf söylenerek yanıma gelmeye başladı. Başını kaldırıp yüzüne baktığımda dudaklarının iki yana kıvrıldığını gördüm. Anında kaşlarım çatıldı. "Yanakların kıpkırmızı olmuş." dedi gülerek. Daha birkaç saniye önce sinirden delirirken şimdi de gülerek benimle dalga geçiyordu.

 

"Gülme ya, utandım." dedim. Bir adım atıp aramızdaki mesafeyi kapattı. Kızaran yanaklarımı daha fazla görmesin diye yüzümü gögsüne gömdüm. "Çok utandım, çok yanlış bir şekilde gördü bizi." Mırıldanmamla gögsü hareketlendi, güldüğünü anladım.

 

"Alışman gerekiyordu aslında. Birkaç gün önce de sevgili olduğumuzu öpüşürken öğrendiler." O gün aklıma gelince daha da utandığımı fark ettim.

 

"Ah hatırlatma ya! Olaylar üst üste geldiği için kimse o konunun üstünde durmadı. Eğer başımıza bunlar gelmeseydi Meriç hâlâ bu konuyu konuşuyor olur ve beni utandırırdı." dedim ve cümlem biter bitmez salondan bir ses duyuldu.

 

"Kulağım çınladı! Komutanlarım yoksa benim dedikodumu mu yapıyorsunuz?" Bu Meriç'in sesiydi. Şaşkınca başımı Araf'ın gögsünden çekip ona baktım.

 

"Üzerimize böcek falan yerleştirmiş olmasın bu manyak?" dememle Araf kendini tutamadı ve gülmeye başladı.

 

"Valla beklerim ondan böyle bir şey. Onun merakı ona her şeyi yaptırır." Doğru söylüyordu. Valla bir gün üzerimden böcek çıkarsa hiç şaşırmazdım. Meraklı Meriç her şeyi yapardı.

 

"Komutanlarım gelin artık ya. Yoksa ben geleceğim ve Soner'in sizi bastığı gibi yanlış bir şekilde basacağım!" Gözlerim şaşkınlıkla açıldı, hiç vakit kaybetmeden gidip yetiştirmiş miydi yani?

 

"Bir de Meriç yerine benim geldiğime şükredin diyor manyak! Kendisinin de ondan bir farkı yok ki!" Araf söylenerek kapıya ilerlemeye başladı. "Sen de boşuna burada bekleme güzelim. Eninde sonunda bunlar seni utandırır zaten." deyip çıktı mutfaktan. Sıkıntıyla yanaklarımı şişirip etrafıma baktım. Bakışlarım mutfak camında takılı kaldı. Acaba camdan atlayıp kaçsam mı? Eminim ki beni utançtan deli edeceklerdi ve kaçmak güzel fikirdi.

 

"Ateş Parçası komutanım!" diye bağırdı Meriç. "Bir dakika ya biz siviliz şu anda, komutanım demek olmaz sivilken." dedi kendi kendine. "Ateş Parçası yengeciğim, sevdiceğiniz geldi siz de gelin hadi!" Gülsem mi, utançtan ağlasam mı bilemedim doğrusu. "Hadi ama ya! Ben daha sizi utandıracağım ama bir türlü gelmiyorsunuz!" Bir de açık açık diyordu! Valla deli eder bu çocuk beni!

 

Başka çarem olmadığı için mecbur mutfaktan çıkıp salona geçtim. Araf'ın da dediği gibi eninde sonunda utanacaktım. Salona gelince hepsinin yüzündeki muzip ifadeyle bana baktıklarını gördüm. Hepsi beni utandırmak için sıraya girmiş gibi bekliyordu. "Ağzını açan olursan valla döverim!" dedim dişlerimin arasından. Gidip Araf'ın yanına oturdum ve Soner'e baktım. "Sen de dedikoducu teyzeler gibi gelip hemen yetiştirdin mi Soner?" Bir anlığına bakışlarım çocuklara kaydı. "Hem de çocukların yanında!" diye ekledim.

 

"Aaa suç bende mi şimdi komutanım? Siz de gidip mutfak köşelerinde fingirdeşmeseydiniz ben de sizi basmayacaktım ve gelip herkese anlatmayacaktım." Üste çıkmaya çalışmasına herkes güldü, ben hariç tabii.

 

"Suç ben de yani?" dedim.

 

"Tabii sizde. Sonuçta bu evde iki çocuk var, ya ben yerine onlardan biri gelseydi?" dedi ve cıklayarak devam etti. "Çocukcağızların psikolojisi alt üst olurdu valla." Yukarıya bakıp sabır diledim. Valla delirtir bunlardan biri beni.

 

"Cemre abla hani siz Araf abiyle sevgili değildiniz?" Elif'in sorusuyla ona baktım. En son onun yanına geldiğimizde sormuştu ve o zaman da sevgili olmadığımız için değiliz demiştim. Tabii onu dedikten birkaç saat sonra da neredeyse Araf'la öpüşüyorduk.

 

"Evet Cemre ablası hani sevgili değildiniz siz?" dedi Eren gülerek.

 

"Sen bari başlama Eren, bu iki deli zaten yeterince sinir ediyor." dedim Meriç ve Soner'in kastederek

 

"Bu ne ya! Her önüne gelen hakaret ediyor arkadaş! Valla bundan sonra adım çıkacağına canım çıksın daha iyi!" Meriç'in söylenmesiyle sinirim yok olmuş gibi güldüm. Bakışlarım bir anlığına etrafına bakan Yusuf'a kaydı, utançtan onu tamamen unutmuştum.

 

"Başın ağrıyor mu Yusuf? İyi misin?" Sorumla bakışları bana döndü. Diğerleri de benim konuşmamla susmuştu.

 

"İyiyim de niye bayılttınız beni?" Bu soruyu sormakta haklıydı.

 

"Evet Araf Bey sanırım bu soruyu siz cevaplayacaksınız." dedim yanımda oturan Araf'a bakarak.

 

"Ufak bir önlem diyelim." dedi Araf göz ucuyla Elif'e bakarak. Elif hiçbir şey bilmediği için açık açık konuşamıyordu, abisinin bir işte çalıştığını sanıyordu.

 

Yusuf'da kardeşine baktı ve bir şey demedi. "Ya şu bayılma olayını boş verinde şu gizemli kadının yanına gidelim." dedi Meriç araya girerek.

 

"Gizemli kadın kim?" Yusuf anlamayacak sordu, aklına gelmiş olacak ki devam etti. "Maya'dan mı bahsediyorsunuz?" Demek adı Maya'ydı. Aslında Yusuf o adama kafa tutarken söylemişti bu ismi ama pek üstünde durmamıştım.

 

"Adı Maya demek." dedi Meriç düşünceli bir şekilde. "Sen bu kadını gördün değil mi Yusuf? Söylesene bu kadın sarışın mı değil mi?" Sorusuna gülümsedim, hâlâ kadının sarışın olup olmamasındaydı.

 

"Yok sarışın değil." Yusuf'un cevabıyla Meriç'in gülen yüzü soldu.

 

"Ne demek sanırım değil?" Herhalde kızı zorla sarışın yapacak manyak!

 

"Meriç bırak şu sarışın sevdanı artık." deyip ayağa kalktı Araf. "Bize bu kadının nerede kaldığını söylede bulalım." dedi Yusuf'a bakarak.

 

"Nerede kaldığını bilmiyorum, yakalanmamak için sık sık yerini değiştiriyor ama gizli kullandığı bir telefonu var. Telefonunuzu verirseniz arayıp nerede olduğunu öğrenebilirim." Araf düşünmeden telefonunu çıkarıp Yusuf'a uzattı. Yusuf telefonu alıp Maya'yı aradı ve karşı tarafla konuştuktan sonra bize adresini verdi. Yusuf ve Elif evde kalırken biz de Yusuf'un verdiği adrese doğru yola çıktık.

 

Araba yıkık dökük evlerin olduğu bir yerde durunca etrafıma baktım. Saklanmak için iyi bir yerdi. Arabadan inip zar zor görünen kapı numaralarına baktım, sonunda aradığım kapı numarasını bulunca orya gidip tahta kapıyı çaldım. Bir yandan da konuştu. "Maya benim, Cemre. Yusuf gönderdi bizi." Bizim geleceğimizi biliyordu ama yine de başka biri gelmiştir diye kapıyı açmayabilirdi. Bu yüzden kim olduğumu söylemiştim.

 

Bir süre kapıyı açmasını beklesemde açan olmadı. Bir kez daha çalıp konuştum. "Maya içeriye giriyoruz." Yine ses yoktu. Tam bizimkilere kapıyı kırmalarını söyleyecekken tahta kapı gıcırdayarak açıldı ve karanlığın içinde bir süliet yavaş adımlarla yanıma geldi. Hava karanlıktı ve sokağı sadece cılız bir sokak lambası aydınlatıyordu.

 

"Merhaba Cemre komutan." dedi kız, bir adım daha atıp görüş açıma girdi. Sokak lambasının aydınlattığı kadarıyla kızı inceledim. Kumral tenli, açık kahverengi saçlıydı, boyu neredeyse benimle aynı sayılırdı. Sanırım 55 kilo civarında zayıf güzel bir kızdı. "Sonunda tanışabildik sanırım." dedi ben konuşmayınca.

 

"Öyle oldu." dedim kızı incelemeyi keserek. Sanırım 24-25 yaşındaydı. "Gizli bilgi verme işi bittiğine göre tanışabiliriz." dedim ve elimi uzattım. "Cemre ben." Elimi sıkıp gülümsedi.

 

"Maya ben de." Sevecen birine benziyordu, oldukçada sıcakkanlı gibi duruyordu.

 

"Sanırım konuşacağımız çok şey var." dedim bir adım geriye giderek. "Bence tanışma faslına evde devam edelim." Bakışlarım bir anlığına Meriç'e kaydı. Gözlerini ayırmadan Maya'ya bakıyordu. Bu haline gülüp konuştum. "Değil mi Fedai?" dedim kendine gelsin diye. Sesimi duyunca silkelenip kendine geldi.

 

"Haklısınız komutanım." deyip yanımıza geldi. "Benimle de tanışsın, sonuçta bu timin kalbi sayılırım." Ben ne diyorum bu ne diyor ya!

 

"Salak!" dedi Fatih gülerek. "Cemre komutanım onu demedi ki."

 

"Karışma sen!" deyip elini Maya'ya uzattı. "Ben de Meriç, namıdiğer Fedai. Tabii son zarfa göre lakabıma kadar biliyorsun sen." Maya gülerek Meriç'in elini sıktı.

 

"Yani kulak misafiri olduğum için öğrendim bir şeyler." Kulak misafiri? Pek kulak misafiri değil de direkt dinlemek olmuştu ama olsun.

 

"Ah biliyorum konu ben olunca kulak misafiri olur herkes." Gülmemek için kendimi sıktım. İlk günden kendini egolu biri olarak tanıtmasaydı bari. "Bu arada sarışın olmaman benim üzdü, niye kandırdın ki bizi? Ben sarışınsın diye çok sevinmiştim." Göz devirdim, bu çocuğun sarışın sevdası nedir ya.

 

"Neden üzüldün anlamadım?" Maya'nın sorusuyla alt dudağımı ısırdım. Umarım Meriç tahmin ettiğim şeyi pat diye söylemez.

 

"Bu salak kesin aklından geçeni söyler." dedi Ozan.

 

"Ben sarışınlardan hoşlanırım da ondan. Hayallerimde seni sarışın olarak düşündüm ve aşık oldum." Elimi ağzıma götürüp gülmemek için ağzımı kapattım, valla söylemişti.

 

"Dedi bile salak!" dedi Eren kahkaha atarak. "Yemin ediyorum bir kere ağırdan alsa, ciddi olsa herşey çok güzel olur ama bu mal bunu beceremiyor."

 

"Anlamadım?" Maya şaşkınca sorunca bu işe el atmanın vakti geldiğini anladım. Eğer araya girmezsem bu kız Meriç'in salaklığı yüzünden arkasına bile bakmadan kaçardı.

 

"Yeter bence Meriç, yeterince rezil oldun. Ah pardon tanıştınız demek istedim." diyerek hâlâ ayırmadıkları ellerini tutup ayırdım. "Çocuklar evde bizi bekliyor. Ayrıca konuşmamız gereken konular, öğrenmemiz gereken birçok şey var ve senin tanışma adı altındaki salaklıklarını dileyemeyiz."

 

"Konuşuyorduk ne güzel komutanım, niye araya girdiniz ki?" Homurdanmasıyla gülüp göz ucuyla ona baktım. Çocuk gibi kaşlarını çatmış söyleniyordu.

 

"Öğrenmemiz gereken şeyler var Meriç, konuşmanı sonraya sakla. Slonuçta Maya artık kaçmıyor, yanımızda." Bakışlarım Maya'ya kaydı, gülerek Meriç'e bakıyordu. "Gidelim o halde, evde konuşmaya, önemli konuları konuşmaya devam ederiz." dedim, son cümlemi Meriç'e hitaben kurdum.

 

Hiç sesi çıkmayan Araf'ın yanına gittim. Yanına varınca belimden tutup beni kendisine doğru çekti. Hep birlikte arabalara bindikten sonra lojmanın yolunu tuttuk. Maya bizim arabaya bindiği için Meriç de arabasını Eren'e vermiş bizim arabaya binmişti. Sanırım yeni bir Yasemin ve Ozan dolaşacaktı aramızda. Artık Meriç Ozan gibi sürekli Maya'nın peşinde gezerdi, Maya da Yasemin gibi naz yapar dururdu. Tabii ki bizimkilerde baya bir eğlenir, alay ederdi . Özellikle Meriç'in sarışın sevdası varken bir kumrala aşık olmasıyla baya dalga geçecek gibiydiler.

 

Sonunda lojmanlara gelince arabalardan inip apartmana girdik. Çocukların kaldığı dairenin önüne gelince zile basıp bekledik. Kısa süre içinde ikisi de kapıyı açtı. Elif Maya'yı görünce sevinçle bağırıp boynuna atladı. "Maya! Çok özledim seni." Şaşkınca onlara baktım, Maya da kollarını ona dolamış sarılıyordu.

 

"Siz tanışıyor musunuz?" Aklımdan geçen soruyu Araf dile getirdi.

 

"Evet, ben Elif'e paraları bazen Maya aracılığıyla gönderiyordum." dedi Yusuf. "Oradan sık sık ayrılmam göze batıyordu çünkü." Anladığıma dair başımı sallayıp onayladım onu. Sarılma faslı bittikten sonra hepimiz içeriye girip koltuklara oturduk.

 

Derin bir nefes alıp söze girdim. "Sanırım konuşmamız gereken çok şey var ama..." deyip Elif'e baktı. "Çok geç oldu Elifciğim, yarın okulun var erken kalkman lazım." Dudaklarını büzerek abisine baktı.

 

"Abimde benimle uyusun o zaman." Gülümsedim, çok özlemişti abisini ve şimdi yanında olmasına rağmen gidecek diye korkuyordu.

 

"Abinle çok küçük bir şey konuşmamız lazım, ondan sonra ben abini kendi ellerimle senin yanına getireceğim. Anlaştık mı?" Bir süre abisi ve bana baktıktan sonra başını sallayıp ayağa kalktı ve abisine sarılıp odasına gitti.

 

Elif salondan çıkınca Yusuf ve Maya'ya baktım. "Evet sizi dinliyoruz, anlatmaya nereden başlayacaksınız?" dedim.

 

"Benim olayımı zaten biliyorsun." dedi Yusuf. "Kardeşim için orada kalıyordum." Bu sefer de bakışlarım Maya'ya kaydı.

 

"Beni de Yusuf gönderdi aslında." dedi Maya. "Sizleri tanımıyordum, Yusuf'un sizinle ilgili bildiği tek şey de senin adındı." dedi bana bakarak. "Ben de bilgileri hep sana gönderdim. Ta ki kebapçıda sizi dileyip Meriç'in neden bana zarf göndermiyor dediği zamana kadar." Güldüm, bizi dinlediğini tahmin etmiştim zaten.

 

"Yusuf'un neden bizim yanımıza gelmediğini biliyorum, kardeşini ve kendi hayatını tehlikeye atamadı ama sen neden bizim yanımıza gelmedin? Ayrıca o bilgileri sana Yusuf mu verdi yoksa sen kendin mi öğrendin?" Kimse konuşmuyordu, bir tek ben soru soruyordum.

 

"Yusuf bana senin adını verip zarfları sana göndermemi istedi. O zarfta yazan bilgilerin hepsini bana Yusuf verdi. En son verdiğim bilgiden sonra da yakalandım, beni takip ediyorlarmış ve o zaman yakalanınca kaçtım. Size haber verecek fırsatım olmadı maalesef."

 

"Peki sen kimsin Maya? O adamların içinde ne işin var? Bize bilgileri verdiğine göre iyi birisin ya da yaptıklarından pişman olduğun için günah çıkarmaya çalışıyorsun. Tam olarak hangisisin sen?" Aslında tam olarak merak ettiğim konu buydu, kimdi bu Maya? Ne işi vardı onların içinde?

 

"Ben kim miyim?" dedi iç çekerek. "Ben sıradan bir eczacıydım aslında. Ta ki bu adamlar peşime düşüne kadar." Kaşlarım çatıldı, merakım giderek arttı.

 

"Benim babamın bir internet sitesi var. Orada Doğu hayatını, yaşantısını ele alan yazılar, videolar ve fotoğraflar koyuyor. İnsanların yaşam hayatını ele alıyor, aynı zamanda Doğu'da görev yapan asker, polis ve jandarmalarıda ele alıyor bu internet sitesi. Buraya, Kars'a da bu yüzden geldik aslında. Babam Kars'ta yaşayan insanları ve askerleri ele alacaktı bu sefer de." dedi, iç çekip devam etti. "İşte geldik, ben de o zaman eczacılık bölümünden yeni mezun olmuştum, ilk işim Doğu'da olacaktı. Yaklaşık bir sene kaldık burada." Merakım giderek artarken kollarımı dizlerime yaslayıp öne doğru eğildim. Merakla onu dinlemeye devam ettim.

 

"Ben eczanede çalışırken babam video çekmek için bir köye gitmişti. Köy de baya uzak bir yerdi. Ulaşımın neredeyse imkansız oluğu bir yerde. İşte gittikten tam dört saat sonra telaşla çalıştığım eczaneye geldi, benim soru sormama fırstak vermeden kolumdan tuttuğu gibi dışarıya çıkardı. Ben soru sorsamda cevap vermedi, vermeye fırsatı olmadı. Öyle telaşlı görünüyordu ki bir şeylerin ters gittiğini anladım. Yüzü bembeyaz olmuştu, ağzının içinden durmadan bir şeyler söyleyip duruyordu." Bakışlarım bizimkilere kaydı, en az benim kadar merakla Maya'yı dinliyorlardı. İşin nereye varacağını hepsi merak ediyordu.

 

"Yol boyunca ona soru sorsamda cevap vermedi, sürekli kendi kendine konuştu ama beni otogara getirince artık konuşması gerektiğini, bana bir şeyler anlatması gerektiğini anladım. Benim için bir bilet almış. Buradan gitmem, uzaklaşmam için. Neden olduğunu sorunca ise bunu anlatmaya fırsatı olmadığını söyledi. Tek bilmem gereken şeyin duymaması gereken çok önemli bir şeyi duyduğunu ve elinde çok büyük bir kanıt olduğunu söylemişti. Artık ne duyduysa peşinde birileri vardı, beni tehlikeye atmamak için buradan gönderecekti." Anlattıkça kötü olmaya başladığını fark edince sıradaki anlatacağı şeylerin hiç iyi şeyler olmadığını anladım.

 

"Ama bana aldığı bilet tam bir saat sonraydı. Babam otobüse binip gitmem için bir çocuk gibi sürekli beni tembihledi, sonra da yanımdan ayrıldı. Nereye gittiğini sorunca bir şeyi saklaması gerektiğini söyledi, sonrada bu durumu gerekli yerlere bildirecekti." Araya girme ihtiyacı duyduğum için konuştum.

 

"Bildireceği şeyi bildirdi mi peki?" Herkesin bakışları bir anlığına bana dönsede tekrardan Maya'ya odaklandılar.

 

"Bilmiyorum." deyince kaşlarım çatıldı, nasıl bilmiyordu? "Bilmiyorum çünkü babam yanımdan ayrıldıktan sonra bir daha ondan haber alamadım." Acaba ne olmuştu? Kaçtığı adamlara mı yakalandı yoksa?

 

"Sakın bana babam ortadan kaybolunca ben de onu aramak için dağa çıktım deme!" Meriç'in konuşmasıyla ona baktım. Kaşlarını çatmış bir şekilde Maya'nın ağzından çıkacak kelimelere odaklanmıştı.

 

"Oradan bakınca salak gibi mi görünüyorum?" dedi Maya? "Neyime güvenerek dağa çıkacağım acaba?"

 

"O hiç belli olmaz Maya Hanım, sen bir kovayla benim komutanlarımı alt etmiş kadınsın." deyince kaşlarım çatıldı, otomatikman Fatih de sinirlendi. Çünkü o komutanlar ikimiz oluyorduk.

 

Fatih sinirle "Girme lan o konuya!" dedi. Meriç gülerek ona bakmakla yetindi. "O konu açılmamak üzere kapandı, açma bir daha!"

 

"Sahi sen nasıl onları bir kovayla alt etmeyi başardın?" Soner'in sorusuyla kaşlarımı çattım ve ona baktım. O beni hiç takmadan Maya'ya bakıyordu.

 

Maya omuz silkip konuştu. "Sadece düşündüm ve uyguladım. O gün kar yağıyordu, bastığımız yerler kar içindeydi ve yağan kardan önlerini doğru düzgün göremediklerini anlamak zor değildi. Bir de önüme bir kova çıkınca köşeyi dönmemle birlikte onlara attım. Tabii yerde biriken karlarda benim işimi kolaylaştırdı çünkü kayıp düşmelerini sağladı." Evet mantıklı davranıp uygulamıştı ve işe yaratmıştı ama bu bizim için hiç iyi değildi çünkü yine bizimle alay edecekti bunlar.

 

"Valla o gün orada olmayı çok istiyordum ama biz onlar yere düşmüş deli gibi gülerken geldik." dedi Eren.

 

"Değil mi ya, ben onları o gün gördüğümde delirdiler falan sanmıştım. İkiside karın üstüne oturmuş gülüyordu. Oysa ki biz onları seni kovalıyor sanıyorduk." Ozan da gülerek konuşunca iyice sinirlendim.

 

"Lan ben kapatın konuyu diyorum bunlar hâlâ gırgır şamata peşinde!" Fatih söylensede hiçbiri onu takmadı. Ben de bakışlarımı yanımda oturan Araf'a çevirdim. Onunda onlardan bir farkı yoktu. Gülüyordu o da.

 

"Gülmesene Araf ya! Bir şey söyle şunlara." dememle içeride kahkaha tufanı giderek arttı.

 

"Bu şeye benzedi ya, kendi gücü yetmeyince babasını devreye sokan küçük çocuklar gibi oldu." dedi Eren.

 

"Araf." dedim ona sokularak. Araf ise gülerek beni kolunun altına almıştı ve saçlarımın tepesine bir öpücük kondurmuştu.

 

"Boş ver sen onları güzelim, ben yarın onlara eğitim yaptırırım. Üzülme sen." Çocuk avutur gibi konuşmasıyla başımı kaldırıp ona baktım.

 

"Çocuk mu kandırıyorsun sen?" Başını geriye atıp güldü.

 

"Çocuk gibi şikayet ederken sorun yok da ben çocuk avutur gibi konuşunca mı sorun oldu?" Ters ters yüzüne bakıp uzaklaştım hemen ondan.

 

"Bir şey demedim say." dedim tripli bir sesle.

 

"Ulan biz de az değiliz ha, daha sevgili olalı bir hafta olmadan kavga ettirdik bunları." dedi Meriç. "Kesinlikle evli çiftlere, sevgililere zararız biz."

 

"Ben de zevzeklik yapan askerlere zararım Meriç. Eğitim konusunda da oldukça ciddiyim." diyen Araf'la yerimde dikleştim ve sırıtarak Meriç'e baktım. Meriç bir bana bir de Araf'a baktıktan sonra burun kıvırıp arkasına yaslandı.

 

"İğrenç bir ikili ve çift olduğunuzu söylemiş miydim komutanlarım? Söylemdiysem şimdi söyledim." deyip Maya'ya baktı. "Bence biz seninle muhteşem bir çift olabiliriz Maya. Tamam sarışın değilsin ama bunu göz ardı edebilirim. Hem bu kadar mükemmel çift nasıl olunurmuş gösteririz." Şaşkınca Meriç'e baktım. Tamam evde kıza yürümüştü ama şu anda yürümeyi bırakıp koşuyordu sanırım. Ben bile Meriç'in nasıl patavatsız biri olduğunu, nasıl ağzına geleni söylediğini bildiğim halde şaşırdım ama Maya'yı tahmin bile demiyorum şu anda. Merakıma yenik düşerek Maya'ya baktım, tam da tahmin ettiğim gibi şaşkınca Meriç'e bakıyor.

 

"Şey acaba..." dedi Maya ve çekinerek devam etti. "... Deli mi?" Gülmemek için kendimi sıktım ama bizimkiler benim yerime de karınlarını tutarak gülmeye başlamıştı bile.

 

"Oğlum bu iyiydi işte." dedi Ozan. "Kız bir saat içinde bizimkinin ne mal olduğunu anladı."

 

Fatih gülmelerinin arasından "Açın lan şuradan bir acıklı şarkı, Meriç az efkarlansın." dedi. "Az önce bu it yüzünden kapanan kova mevzusu tekrar açılmıştı. Şimdi benimle alay etmenin cezasını çeksin piç!"

 

"Kesin lan gülmeyi." dedi Meriç araya girerek. "Valla bunlardan beklerdim de senden beklemezdim Maya. Kalp kırmak kolaydır ama onarmak zordur. Şimdi kabimi nasıl tamir edeceğini sen düşün." Alt dudağımı ısırdım. Bir de kıza trip atıyordu. Maya artık daha ne kadar şaşırabilirse o kadar şaşırmıştı bu duruma.

 

Araf bu tantanaya daha fazla dayanamamış olacak ki "Tamam lan, kesin artık!" diyerek araya girdi. "Daha konuşmamız gereken konular var ama sizin yüzünüzden konuşamadık. Sonra atın tribinizi ve alay edin birbirinizle." Valla araya girmeseydi ne Meriç'in tribi ne de bizimkilerin alay etmesi bitmezdi. "Baban ortadan kaybolduktan sonra ne oldu Maya? Sen niye gitmedin buradan? Ne işin vardı teröristlerin içinde?" Araf Maya'ya bakarak sordu sorularını. Merakım tekrardan gün yüzüne çıkarken Maya'ya baktım.

 

"Ben daha otobüse binemeden bir grup adam gelip beni aldı. Ne kadar dirensemde onlarla gitmek zorunda kaldım. Dağa çıkardılar işte beni, babamın öğrendiği şeyi sordular, elindeki bilgiyi nereye sakladığını sordular ve babamın yerini öğrenmeye çalıştılar. Babamın yerini bilmediğim için konuşmadım, bilsem de konuşmazdım zaten. Yaklaşık birkaç hafta sürekli babamı sordular, onlardan öğrendiği bilgileri sordular ama ben hep sustum. Sonra bu sorular bitti, kimse bir daha sormadı. Bir gün bir adam geldi, Alessi'nin yanındaki adam. Onlarla çalışmamı istedi. İşte yaralanan adamlara pansuman yapmamı, ilaç vermemi falan istediler." Birkaç saniye duraksayıp derin bir nefes aldı.

 

"İlk başta kabul etmeyecektim ama bir anda babamı sormamaları, babamın onlardan duyduğu bilgileri sormamaları beni işkillendirdi. Nereden geldiğini anlamadığım deli bir cesaretle kabul ettim. Amacım kesinlikle onlardan biri olmak değildi, babamla ilgili en ufak bir bilgi bulmaktı. Evet bu benim işim değil ama dediğim gibi deli bir cesaretle kâbul etmiştim. Eğer sonradan reddetseydim kesin beni öldürecekleri için uzun zamandır onların içinde çalışmaya mecbur kaldım." Biz onu yanlış anlamayalım diye kendini tam anlamıyla ifede etmeye çalıştı, bunu yaparken de telaşlı konuşmuştu.

 

"Peki kamptan nasıl çıkıp bize bilgi ulaştırdın? Senin kamptan çıkmana ve şehire inmene nasıl izin verdiler?" Meriç'in sorusuyla ona baktım. Az önceki hali gitmişti ve dikkatlice Maya'yı dinliyordu.

 

"Onlara eczaneden sürekli ilaç getirdiğim için bu zor olmadı. Zaten günümün çoğu orada değil eczanede geçiyordu. Onlar beni arıyor, ilaç istiyor veya pansuman yapılacaksa bunu söylüyorlar ben de mesaim bitince gidip istediklerini yapıyorum." Şehire zaten kolaylıkla indiğini tahmin etmiştim ama o zaten şehirde yaşıyormuş.

 

"Bir gün yine ilaç için beni aradıklarında oraya yeni gelen Yusuf'la karşılaştım. Sonra kardeşinin olduğunu öğrendim ve onun bana verdiği paralarla kardeşine para gönderdim. Sonra Yusuf seninle karşılaşmış." dedi bana bakarak. "Sana zarflarla gizli bilgiler göndermemi istedi. Zarfları sana ben gönderdim ama içindeki bilgileri Yusuf yazdı hep." deyip Meriç'e baktı. "O gün Meriç'in sözlerini duyunca da en son zarfı ona ben gönderdim demiştim zaten. Bir tek o zarfın içinde Meriç'le olan kısmı ben yazdım, geri kalan bütün zarflar Yusuf'tan geldi size." diye bitirdi sözlerini. "İşte sonra da o adamlar beni takip ettiği için yakalanıp kaçmak zorunda kaldım." diye ekledi.

 

"Ah kurban olduğum adım ne güzel de yakıştı ağzına." Meriç'in dediği şeyle kendimi tutamayıp kahkaha attım. İllaki Meriç'liğini konuşturacaktı.

 

"Baban peki? Hâlâ onunla ilgili bir şey bulamadın mı?" Araf'ın sorusuyla tekrardan Maya'ya döndüm.

 

"Hayır, hiçbir iz yok. Yaşıyor mu, öldürdüler mi, şu anda nerede bilmiyorum. Tek bildiğim babamın çok önemli bilgiler öğrendiği." Sıkıntıyla başımı kaşıdım. Acaba ne öğrenmişti? Tabii en önemlisi o adam hâlâ hayatta mıydı?

 

"Merak etme Maya bu durumu araştıracağız ama bundan sonra bizden habersiz hiçbir şey yapma. Eczanede çalışmaya devam et ama seni takip eden bir askerin de peşinde olacağını bil. O adamlar seni bulduğu anda yaşatmaz, o yüzden bu önlemi almak zorundayız." Maya Araf'ın dediğine hafif bir şekilde gülümsedi.

 

"Peki ama ben ilaçları dağdaki teröristlere götürdüm. Bir nevi çalıp bu vatanı ele geçirmeye çalışanlara ulaştırdım ve bu bir suç. Bunu bildirmekte sizin göreviniz, ne olacak şimdi?" Bakışlarım Araf'a kaydı, ne karar vereceğini merak ediyordum.

 

"Bunu da halledeceğim, Erdem Yarbayla konuşacağım ve ona göre bir yol izleyeceğim."

 

"Teşekkür ederim." deyince bu sefer de ben gülümsedim.

 

"Asıl biz size teşekkür ederiz." dedim Yusuf ve Maya'ya bakarak. "Bize çok önemli bilgiler verdiniz ve sizlerin verdiği bilgiler sayesinde onların işine çomak sokabildik."

 

"Abla şu teşekkür olayını hızlı bir şekilde atlasak mı?" Yusuf'un araya girmesiyle ona baktım. "Malum size anlatmam gereken çok önemli bir plan var."

 

"Oğlum ne oluyor yine? Ne planı?" Soner şaşkınca sordu. Henüz plandan haberleri yoktu, hoş benim de haberim yoktu ya.

 

"Benim mayın tarlasından geçmem ve Araf'ın Eren'e silah doğrultması bir planmış. Hayatımızı değiştirecek bir plan." dedim. "Benim de bildiğim bu kadar valla, Yusuf anlatamadan bir sürü olay olduğu için bu kadarını biliyorum."

 

"Gönder gelsin Yusuf efendi. Bakalım sıradaki derdimiz neymiş." dedi Meriç. "İki gün huzur yok yemin ediyorum. Dert kıçımıza takıldı kuyruk gibi takip ediyor. Azıcık bir rahat bıraksa Maya'yla sevgili olacağım ama bırakmıyor amına koduğumun derdi!" Gülerek başımı iki yana salladım. Manyak olduğunu her geçen dakika ve her cümlesinde kanıtlıyordu.

 

"Cemre ablaya da söylediğim gibi bu plan aslında sadece Araf abiyle ikisine kurulmadı, size de kuruldu ama planlamadıkları nokta sizin oradan kurtulmanız oldu. Eğer kurtulmasaydınız bu planın ortakları hepiniz olacaktınız ve yine Cemre ablaya dediğim gibi bu plan Alessi'nin planı. Sandığınızdan daha kötü biri ve çok kurnaz birisi." dedi kısaca bizimkilere özet geçerek. Ben buraları biliyordum ama bizimkiler bilmiyordu. "Ve son olarak bu plan aslında size değil başka askerlere kuruldu. Başka askerleri yakalayıp onlara uygulanacaktı bu plan ama sizi yakaladıkları için sizlerin üzerinde uyguladılar."

 

"Dur sanırım ben hazır değilim." dedi Meriç. "O sarı şeytandan iyi bir elektrik alamadım zaten. Keşke bulduğun ilk fırsatta beynini dağıtsaydım. Bu kadın yüzünden sarışın sevdam yok olacak." Göz ucuyla Maya'ya baktı. "Hatta yok oldu bile. Bir kumrala vuruldum." Evet şu anda bize kurulan bir planı öğrenmeye çalışıyorduk ama Meriç Bey'in çenesi durmadığı için saçma cümlelerini dinlemek zorunda kalıyorduk.

 

"Biriniz eve bakın bant falan varsa bağlayın şunun ağzını, bu mal yüzünden iki güne anca öğreneceğiz planı." dedi Araf, tam o sırada telefonu çalmaya başladı. Telefonu çıkarıp baktı ve "Erdem Yarbay." deyip ayaklandı, telefonu açıp odadan çıktı. Araf gelmeden planı konuşmadık. O gelince başa sarıp bir daha anlatmak zorunda kalacaktık çünkü.

 

Kısa süre içinde Araf yanımıza geldi ve vakit kaybetmeden konuştu. "Erdem Yarbay acil olarak bizi çağırıyor."

 

"Operasyon mu varmış komutanım?" Fatih'in sorusunu başını iki yana sallayarak cevapladı.

 

"Hayır ama çok önemli olduğunu söyledi. Sesi telaşlı ve sinirli geliyordu." Yine merak içime düşerken ayaklanadım. Gecenin bu saatinde önemli ne olmuş olabilir ki?

 

Yusuf ve Maya'ya evden çıkmamalarını, elimizden geldiğince erken geri döneceğimizi söyleyip ayrıldık evden.

 

Hepimiz evden çıktıktan sonra taburun yolunu tuttuk. Buraya yakın olduğu için yürüyerek gidiyorduk. Yaklaşık on dakikanın sonunda ise taburun büyük demir kapısına geldik. Nöbet tutan askerler kapıyı açerken cebimdeki telefon çalmaya başladı. Araf'ın bakışları kısa süreliğine bana kaysada fazla oyalanmadan açılan kapıdan içeriye girdi. Ben de cebimden telefonumu çıkarırken içeriye girdim ve arayan numaraya baktım. Annem arıyordu. Bakışlarım saate kaydı ve neredeyse gece yarısı olmak üzere olduğunu gördüm.

 

Niye bu saatte arıyor ki?

 

Yarbayın yanına gideceğimiz için mecbur meşgule atmak zorunda kaldım. Yarbayla konuştuktan sonra ilk işim onu geri aramak olacaktı.

 

Taburdan içeriye girerken elimdeki telefon bir kez daha çalmaya başladı, bu sefer de babam arıyordu. Kaşlarım bir kez daha çatılırken içime bir korku düştü. İkisi hiç bu kadar ısrarla beni aramazdı, acaba bir şey mi olmuştu?

 

"Cemre önemli sanırım, aç sen telefonu." Araf'ın konuşmasıyla ona baktım. Sanki bunu demesini bekliyormuşum gibi başımı salladım. Tam aramayı yanıtlıyordum ki buraya doğru koşarak gelen asker takıldı gözüme. Koşarak yanımıza gelip durdu ve soluklanıp selam durdu.

 

"Komutanım, Erdem Yarbayım harekât merkezinde sizi bekliyor. Gökbörü timi gelince acil olarak gelsinler dedi." Askerin dediklerinden sonra telefonu maalesef ki yine yanıtlayamadım. Telefonu sessize alıp diğerleriyle birlikte koşarak harekât merkezine girdik. Bilgisayarın başında sinirli bir şekilde duran Erdem Yarbayı gördüm.

 

"Bir sorun mu var Yarbayım?" Araf onun yanına adımlarken sordu. Erdem Yarbayın bakışları bize döndü, daha doğrusu bana ve Araf'a.

 

"Hem de büyük bir sorun var Araf." dedi, bakışları Araf ve benim aramda gidip geliyordu. "Başınız çok büyük dertte." Ne olmuştu ki? Dediğinden hiçbir şey anlamamıştım.

 

Acaba Yusuf'un anlatmaya çalıştığı planla bir ilgisi var mıydı? Bu kadar kısa sürede planı devreye mi soktular yani?

 

"Ne oluyor komutanım?" Olduğum yerde durmaktan vazgeçerek yanına adımladım ve sordum. "Niye başımız dertte? Siz niye bu kadar sinirlisiniz?

 

"Gel Cemre, izleyin de neden sinirli olduğumu ve neden başınızın dertte olduğunu anlayın." dedi. Bilgisayar başındaki askere bir işaret yapınca asker ekrandaki videoyu açtı. Video oynarken dikkatli bir şekilde izledim.

 

Boş bir tarla vardı ama bu tarla bana çok tandık geliyordu. Bir süre kamera boş tarlayı gösterdi. "Lan burası sınır ötesindeki tarla değil mi? Hani Cemre komutanın geçtiği tarla?" Fatih'in dediği şeyle gözlerim şaşkınlıkla açıldı, tabii ya burası orasıydı.

 

Niye bu tarlayı kayıt altına almışlar ki?

 

Ben içimdeki düşüncelerle savaşırken tarlanın ucunda üniformalı bir şekilde ben göründüm. Gözlerim daha da açılırken nefesimi tuttum. Lütfen tahmin ettiğim şey olmasın, lütfen.

 

"Hassiktir!" dedi Meriç şaşkın ve bir o kadar da sessiz bir şekilde. Videoda benim olmamı beklemiyordu.

Kısa süre içinde benim yanımda Alessi belirdi. Kameraya arkası dönük olduğu için yüzü görünmüyordu, sadece sarı saçları görünüyordu ama benim yüzüm tam da kameraya dönüktü ve net bir şekilde yüzüm ve üstümdeki üniforma görünüyordu.

Alessi bir süre bana bir şey dedikten sonra ben tarlaya girdim. Ama tam burada benim Alessi'yi saçından tuttuğum gibi tarlaya sürüklemem gerekiyordu.

"Kesilmiş bu video! Burada böyle bir şey yoktu!" dedim sinirle.

"Sessiz ol ve izle Cemre." dedi Erdem Yarbay. Derin bir nefes alıp bir şey demedim. Sinirlensemde sustum, videoyu izlemeye devam ettim.

Ben tarlaya giriyordum ve birkaç adım attıktan sonra bizimkilerin olduğu yere bakıyordum ama bizimkiler kamera açısında olmadığı için görünmüyorlardı. Kamerada sadece ben vardım. Tekrardan yürüyorum ve tarlanın karşısına geçiyorum, karşıda elindeki kutuyla bekleyen adamdan kutuyu alıp yine tarlanın içinden geçerek karşıya geçiyorum. Tarladan çıktıktan hemen sonra yine Alessi yanıma geliyor ve ellerini kutuya uzatıyor, elleri kutuya değdiği anda video bitiyordu.

"Oynanmış bu videoyla! Birçok yeri kesilmiş! Asla böyle şeyler olmuyor." dedim Erdem Yarbaya bakarak. "Yemin ediyorum kesilmiş komutanım. Ben o kadını mayın tarlasına sürüklediğim yer yok. O kutuyu ona asla vermiyorum, tarlanın içine atıp patlatıyorum ben." Çaresiz bir şekilde kendimi açıklamaya başladım ama Erdem Yarbayın yüzündeki sinir geçmemişti.

"Daha bitmedi." Benim dediklerimi umursamadan bunu dedi. Hırsla bir soluk alıp bilgisayara baktım tekrardan.

Bu sefer de ekranda Araf belirdi. Sinirli bir şekilde karşısına bakıyordu, karşında da elleri bağlı bir şekilde Eren vardı. Onlarında üstünde üniforma vardı. Özellikle üniformayı ve üniformadaki Türk bayrağını çekmişlerdi.

Araf'ın elinde silah yoktu, sanırım silahı yere attığı zamandan başlıyordu video. Bir süre sonra o kameranın açısına o adam girdi. Tıpkı benim videoda olduğu gibi arkası kameraya dönüktü ve yüzü görünmüyordu. Tam burada Araf'ın elini kesmesi gerekiyordu ama o kısım yoktu. Tam kameranın önünde durduğu için ne yaptıkları görünmüyordu. Adam saniyeler içinde Araf'ın önünden çekilince Araf'ın elinde silah göründü. Bu sefer kaşlarım şaşkınlıkla havalandı.

Vidoyla öyle bir oynamışlar ki orada ben olmasam, gözlerimle izlemesem kesinlikle hem kendi videom hem de Araf'ın videosuna inanırdım. Asla kesildiği yerler belli olmuyordu. Bu videoyla kimler oynadıysa bu işte baya profesyonel birileriydi.

Araf'ın elinde silah belirdikten sonra elini yavaşça doğrulttu ve karşısındaki Eren'e nişan aldı. Bir anlığına bakışları benim olduğum yere kaydı ve yüzü tam kameraya dönmüş oldu. Yine benim videoda olduğu gibi Araf dışında kimse görünmedi. Bir süre benim olduğum yere baktıktan sonra önüne döndü. Kaş göz işaretleri de kesilmişti. İşaret parmağı tetiğe hafif baskı uyguladıktan sonra ekran karardı ve bir patlama sesi duyuldu, video tam orada bitti.

Bununda bir çok yeri kesilmişti, birçok yerinde oynama yapılmıştı ve çok usta bir şekilde yapmıştı kim yaptıysa. Orada olmayan, bizi izlemeyen biri direkt bu videoyu izlese kesinlikle videoya inanırdı. Bu kişi kim olursa olsun kesin inanırdı çünkü fazlasıyla iyi oynanmış bir videoydu bunlar.

"Komutanım bunların hiçbiri gerçek değil, iki videoda da fazlasıyla oynama var." dedi Araf hâlâ bilgisayar ekranına bakarak. "Tamam bu oynama hiç belli olmuyor ama size yemin ederim oynanmış bu videolarla. Siz tanıyorsunuz bizi, biz yapar mıyız böyle bir şey?" Bakışlarım Erdem Yarbaya kaydı. Ellerini arkasında birleştirmiş Araf'a bakıyordu, yüzündeki sinir hâlâ yerini koruyordu.

İnanmıyor muydu bize?

"Biz de oradaydık komutanım. Her şeye şahit olduk, asla böyle bir şey olmadı." dedi Ozan. "Cemre komutanım o kutuyu o kadına vermedi, kadın kutuya dokunduğu anda tarlaya atıp patlattı. Araf komutanım Eren'e sıkmadı, tamam Eren yaralı ama bunu o yapmadı, o adamlar yaptı. O adam Araf komutanın yanına gidince elini kesti, bakın eline, sarılı." dedi Araf'ın elini göstererek. "O silahın patlamasında Eren'e değil Cemre komutanım arkasındaki adama ateş etti."

"Ozan doğru söylüyor komutanım. Bu videoların hiçbiri doğru değil. Araf komutanım beni vurmadı." diyerek Ozan'a destek çıktı Eren.

"Daha bitmedi çocuklar." Yarbayın araya girerek dediği şeyle şaşkınlığım biraz daha arttı.

"Dahası da mı var?" Meriç şaşkınca sordu. Artık şu anda karşıma ne çıkarsa şaşırmazdım, çünkü şaşırma kotamı şu anda fazlasıyla doldurmuştum.

"Bütün internet sitelerinde, haber kaynaklarında, televizyonlarda ve gazetelerde sizler varsınız. Bu videoların hepsini şu anda tüm Türkiye izliyor. Yakında bu görüntüler dünyaya da yayılır." Ben az önce şaşırmam demiştim değil mi? Demek ki büyük konuşmamak gerekiyordu. "Ve videolar çoktan inceleme altına alındı ama videoların sahne olduğuna dair hiçbir kanıt bulunamadı."

"Yok artık! Bu bir şaka mı?" Soner şaşkınca sordu ama şaka olamayacak kadar gerçekti maalesef.

Biz orada birbirimize öyle bir odaklanmıştık ki kameraya alındığımızın bile farkında değildik. Büyük ihtimalle kamerada gizli bir yerdeydi çünkü video sabit çekilmiş, hiç hareket etmiyordu. Yani onu görmemiz imkansızdı. Çok önceden bir yere sabitleyip gizlemişlerdi.

Ben mayın tarlasından geçecekken Yusuf dikkatimi çekmişti. Üzgün duruyordu o gün. O da biliyordu bunu ve bize yardım edemediği için de üzgündü. Hatta çatışma sırasında ve evde bana anlatmaya çalıştığı plan kesin buydu. Alessi'yi hafife almayın diyordu, tehlikeli biri diyordu, sizin hayatınızı alt üst edecek diyordu ve haklıydı. Sanırım bu saatten sonra hayatımız hiç de normal olmayacaktı.

Elimde tuttuğum telefonun ışığı yanınca ona baktım, yine babam arıyordu.

Bir dakika... Ne demişti Erdem Yarbay? Bütün internet sitelerinde, haber kaynaklarında ve televizyonda bizden bahsediyorlardı.

Annem ve babam televizyondan benim mayın tarlasından geçip teröristlere yardım ettiğimi izliyordu şu anda!

Şaşkın bir şekikde Araf'a baktım. O da elindeki kendi telefonuna bakıyordu. Bakışları bana kayınca dudaklarını oynatıp babam dedi. Onun da ailesi arıyordu, onun da ailesi izliyordu. Biz nasıl bir oyunun içine düşmüştük böyle? Annem ve babam kim bilir ne durumdadır şimdi? Annem ağlamaktan helak olmuştur, babam haberlere bakıp sinirden delirmek üzeredir.

"Yarbayım?" Duyduğum sesle arkama baktım, bir asker gelmişti. "Cemre Üsteğmenim ve Araf Üsteğmenimi götürmek için istihbarattan geldiler." Yutkunup Erdem Yarbaya baktım. O bize değil kapıdaki askere bakıyordu. Bakışlarım Araf'a kaydı, o da şaşkınca askere bakıyordu.

Şimdi bizi götürecekler miydi? Hain bir planın kurbanı mı olacaktık?

"Komutanım biz suçsuzuz! Bu videolarla oynanmış! Suçsuz yere bizi götürecekler mi?" Araf sinirle sordu ama Yarbay bir şey demedi.

Bir çok insanın videolara inanmasına şaşırmazdın, çünkü orada ben olmasaydım ve sadece videoları izleseydim kesin ben de videolardaki görüntülere inanırdım. Çünkü gerçekten usta birinin elinden geçmiş bu görüntüler. Kesildiği, videolarla oynandığı asla anlaşılmıyordu ki Erdem Yarbay da inceleme altına alındığını ve sahte olduğuna dair bir şey bulunamadığını söylemişti. Ama Yarbayın inanmaması... Tamam videolara inanmasına bir şey demiyorum ama bizi tanımıyor mu? Belki beni hâlâ tanımadı desek ama Araf. Araf'ı uzun zamandır tanıyor, onun böyle bir şey yapmayacağını bilmesi lazım.

Gerçekten inanmıyor mu yani bize? Hain bir planın kurbanları mı olacaktık şimdi? Hem de suçsuz yere...

 

 

Selam nasılsınız?

 

Bölüm nasıldı?

 

Böyle bir plan yapıldığını tahmin etmiş miydiniz?

 

Yarbay sizce inanmıyor mu Araf'la Cemre'ye?

 

En sevdiğiniz sahne?

 

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere kendinize iyi bakın🤍

Loading...
0%