@kitap__gezegeni1
|
Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayalım
Keyifli okumalar
18.Bölüm "Kaçak Hayatı"
Suçsuz olduğunuz halde teslim mi olacaksınız yoksa suçsuz olduğunuz halde kaçak mı olacaksınız...
Araf sıkıca elimi tutup beni evlerin olduğu sağ tarafa çekti. Ben de ona ayak uydurup koşmaya devam ettim. "Araf sürekli bu şekilde koşamayız, kendimize bir yer bulmalıyız." dedim nefes nefese.
"Biliyorum güzelim, bildiğim bir yer var oraya kadar koşmak zorundayız." dedi benimle birlikte koşmaya devam ederken.
Evet şu anda gecenin karanlığında Araf'la el ele tutuşmuş kaçıyorduk.
Kesinlikle bu fikir bizden çıkmamıştı. Aklımızın ucundan dahi geçmemişti. Ta ki Erdem Yarbay kaçın diyene kadar.
____ Komutanım biz suçsuzuz! Bu videolarla oynanmış! Suçsuz yere bizi götürecekler mi?" Araf sinirle sordu ama Yarbay bir şey demedi.
Bir çok insanın videolara inanmasına şaşırmazdın, çünkü orada ben olmasaydım ve sadece videoları izleseydim kesin ben de videolardaki görüntülere inanırdım. Çünkü gerçekten usta birinin elinden geçmiş bu görüntüler. Kesildiği, videolarla oynandığı asla anlaşılmıyordu ki Erdem Yarbay da inceleme altına alındığını ve sahte olduğuna dair bir şey bulunamadığını söylemişti. Ama Yarbayın inanmaması... Tamam videolara inanmasına bir şey demiyorum ama bizi tanımıyor mu? Belki beni hâlâ tanımadı desek ama Araf. Araf'ı uzun zamandır tanıyor, onun böyle bir şey yapmayacağını bilmesi lazım.
Gerçekten inanmıyor mu yani bize? Hain bir planın kurbanları mı olacaktık şimdi? Hem de suçsuz yere...
Ben içimden bize inanmadığını düşünürken Erdem Yarbay hiç ama hiç beklemediğimiz o iki kelimeyi söyledi. "Kaçın buradan!" Şaşkınca ona bakarken şaka yaptığını düşündüm. Masum olduğumuz halde kaçarak bu görüntüleri doğrulayacak mıydık?
Suçsuz olduğumuz halde kaçarsak bir nevi işlemediğimiz bu suçu biz yaptık diye kabul etmek olurdu. Ve işleri iyice çıkmazsa sokardı.
"Komutanım ne diyorsunuz siz? Suçlu gibi kaçacak mıyız?" Araf üzerindeki şaşkınlığı atarak sordu.
"Kaçın, gidin ki bunu yapanları bulup kendinizi aklayan. Buraya sizi götürmeye geldiler ve emin olun serbest kalmanız neredeyse imkansız. Sizin de dediğiniz gibi video o kadar mükemmel ayarlanmış ki oynandığı anlaşılmıyor ama ben askerlerimin böyle bir şey yapmayacağını bildiğim için önümdeki videoya inanmıyorum. İnanan insanlar var, hatta neredeyse herkes." diye açıkladı. "Bu videoyu ayarlayan kişi her şeyi düşünmüştür." Haklıydı, Yusuf'un da dediği gibi Alessi çok tehlikeli bir kadındı, her şeyi kusursuz yapıyordu. Video incelendiği halde bir şey bulunamamıştı, şimdi teslim olursak bu videonun sahte olduğunu kim kanıtlayacaktı? Üstelik incelendiği halde bir şey bulunamamıştı.
Bu videolarla oynamak hiç zor değildi. Artık teknoloji devrinde yaşıyorduk. Her şeyin sahtesi çıkıyordu ve artık bunları anlamak neredeyse imkansızlaşıyordu. Bu video da onlardan biriydi işte.
O kadını başından hiç hafife almamalıydık.
Keşke orada ona sıkıp öldürseydim!
Ama kadının önemli biri olduğunu anladığımız için onu sağ ele geçirmek daha mantıklıydı ve ondan bir şeyler öğrenebiliriz diye düşünmüştük. Keşke düşünmeseydik, belki bunlar başımıza gelmezdi.
Ama nedense içimden bir ses de onu öldürsen bile bu iş yine başımıza dert alacaktı diyordu. Çünkü her şeyi hesap etmiştir ve başına bir iş gelseydi bile o videoyu yayınlamasını emrettiği birkaç adam geride bırakabilirdi.
"Bizi tutuklasalar bile bir başka asker, polis bunu araştırabilir." dedi Araf bu sefer de. Bu da doğruydu ama bizim aleyhimize deliller çok olduğu için hep bizim suçlu olma amacımıza göre hareket ederlerdi. Bizi aklamaya çalışmak için uğraşmazlardı.
"Haklısın ama sizi tüm Türkiye önünde vatan haini olarak gösterdiler. Sosyal medyalar, haberler ve sabah bütün gazetelerde bu haber olacak. Türk askerlerinin teröristlere yardım etmesi, hem de Türk askeri üniformasıyla adı altında bir çok haber ve daha niceleri çıkacak. Şimdiden bile bu başlık altında haberler çıkmaya başladı, üstelik bu görüntüler yayınlanalı bir saat anca oldu." diye açıkladı ve devam etti Erdem Yarbay.
"Bunlar ciddi suçlamalar ve illaki bunun altından bir şey çıkar. Yani amaçları sadece sizleri vatan haini olarak göstermek değildir, mesleğinizden uzaklaştırmak değildir, içeriye girmeniz değildir. İllaki daha büyük bir amaçları vardır. Sizin kaçtığınızı duydukları anda yanınıza geleceklerdir. Siz hem kaçak olacaksınız hem de kendinizi aklayacaksınız." Fazlasıyla haklıydı. Evet kaçak olmak kulağa pek hoş gelmiyor ama Yarbayın da dediği gibi bizi tutukladıkları anda serbest kalmamız neredeyse imkansız olacak. Bizim dosyamızla ilgilenenler ise bir şey bulamayınca dosya sonsuza kadar kapanacak ve biz ömrümüzün geri kalanını içeride geçirmiş olacağız. En azından kaçak hayatıyla kendimizi aklamaya çalışırız, en azından denedik deriz. Bu şekilde paşa paşa alın tutuklayın bizi dersek olmazdı. Tamam kaçarak suçlu gibi görüneceğiz ama işin sonunda masum olduğumuzu kanıtlayan deliller bulursak bir sorun kalmamış olacaktı.
Araf'ın bakışları bana kayınca ben de ona baktım, kararsız görünüyordu. Aslında ben de kararsızdım. Yapacağımız şey çok tehlikeliydi, belki daha yirmi dört saat olmadan bile yakalanabilirdik, çünkü bizi tüm Türkiye tanıyordu artık ama Erdem Yarbaya da güveniyordum. Bir bildiği olmasa bizi asla böyle bir işe bulaştırmazdı.
"Kararınızı çabuk verin çocuklar, benim toplantı odasına gitmem gerek." dedi. "Eğer kaçmayı düşünürseniz telefonlarınızı burada bırakın. Daha sonra bir telefon alın ve tek kullanımlık kartlardan arayın beni." diye açıklamaya başladı Yarbay. "Eğer kaçarsanız birkaç gün Kars'ta kalın. Ben sizi bir şekilde bulacağım ve beni hangi numaradan aramanız gerektiğini söyleyeğim size. Sonra da sizi bir şekilde buradan götüreceğim. Bu şehirde kalmak sizin içinde tehlikeli olur, her an yaklanma riskiniz olacak." dedi ve kapıya doğru ilerledi.
"En geç on dakika içinde kararınızı verip uygulamaya geçin. On dakikanın sonunda adamlarla odama geleceğim." Kapıyı açıp omzunun üstünden bize baktı. "Ve sakın kimseyi aramayın, sizin kaçtığınızı anladıkları anda arayacağınız herkesin telefonu dinleme altına alınır. Buna bizler de dahiliz tabii." dedi ve odadan çıktı.
"Komutanım bu iş tehlikeli ama denemekten bir zarar gelmez." dedi Fatih. "En azından denemedim demezsiniz." diye fikrini söyledi.
Eren de Fatih'i onaylayıp konuştu. "Valla komutanım kaçak hayatı sürerseniz ben her türlü size yardım ederim. Siz kaçak hayatı sürerken biz de size olup biteni anlatırız. O adamla Alessi'yi bulursanız bir şekilde size yardım eder aklanmanızı sağlarız."
"Doğru komutanım biz her türlü desteği veririz size." dedi Soner. "Hem bunlar sadece size değil bize de böyle bir tuzak kurmaya çalışmamış mı? Yusuf öyle dememiş miydi? Eğer biz oradan kurtulmasaydık bizim de başımıza çorap öreceklerdi ve adım kadar eminim ki bu işlerin altından çok daha farklı şeyler çıkacak. Kesin daha büyük planları var bunların." Çok kararsız kalmıştım ama kaçmayı düşünen tarafım daha baskın geliyordu.
"Ne diyorsun Cemre? Kaçıyor muyuz?" Araf'ın sorusuyla ona baktım.
"Ne kaybederiz ki? Birkaç günde kaçak hayatının tadına bakarız." dedim şu durumumuzu alaya alarak. Aşırı gergindim ve bu gerginliği atmamın tek çaresi sanki normal bir şeye karar veriyormuşuz gibi konuşmamdı.
"Değil mi Ateş Parçası komutanım? Biraz kaçak hayatının tadına bakın, beğenirseniz bana haber verin ben de size katılayım." dedi Meriç. Ozan onun kafasına bir tane geçirdi söylendi.
"Bir şeyi de ciddiye al be oğlum! Her şeyi alaya nasıl alıyorsun anlamıyorum?" Ozan söylenirken Meriç ellerini havalı olduğunu düşündüğü bir şekilde saçlarından geçirdi.
"Beni anlamak öyle her babayiğitin harcı değildir aslan parçası. Yani anlamak için o beynini boşuna yorma." Dudaklarım iki yana kıvrıldı, birkaç dakikada olsa o gerginliğim yok olmuştu.
"Komutanım zaman geçiyor, bir karar vermeniz lazım." dedi Eren. "Suçsuz olduğunuz halde teslim mi olacaksınız yoksa suçsuz olduğunuz halde kaçak mı olacaksınız?" Evet iki ucu boklu değnek gibi bir soruydu bu. Aradaki fark tam olarak neydi? Birinde kaçak olacaktık diğerinde mahkûm. Ama ikisinde de suçsuz olacaktık. Çünkü biz bir şey yapmamıştık.
Bakışlarım tekrardan Araf'a kaydı. Yeşil gözleriyle yüzümü taradı ve bakışları gözlerimde durdu, sanki anlaşmışız gibi aynı anda başımızı sallayıp birbirimizi onayladık. "Kaçıyoruz!" dedik yine aynı anda.
"Lan heyecan yaptım oğlum!" dedi Meriç büyük bir çoşkuyla. Şu gergin ortamda bile ona güldüm.
"Tamam, zamanımız kısıtlı. Şimdi siz önden çıkın, biz de birkaç dakika sonra sizin arkanızdan çıkacağız. Kameraları incelediklerinde bize yardım ettiğinizi anlayıp sizleri de sorguya çekmesinler." dedi Araf. Hepsi onu onaylayınca sırayla odadan çıktıklarında Araf'la baş başa odada kalmış olduk. Yanıma gelip beni gögsüne çekti.
"Aşırı gerginim Araf." dedim ona sokulurken. "Ya kendimizi aklayamadan yakalanırsak? Ya yeterli delilleri toplayamazsak? O zaman hayatımızın sonuna kadar suçlu olarak kalacağız."
"Şşt, kötüyü getirme aklına. Biz şimdi buradan kaçmaya bakalım, gerisi çorap söküğü gibi gelir inşallah." dedi saçlarımın üstünden öperken. Dediği gibi yapıp kötüyü düşünmemeye çalıştım. Buradan çıkana kadar birbirimize sarıldık. Yeterince beklediğimizi anlayınca ise telefonları Yarbayın masasına bırakıp dışarıya çıkmak için kapıya ilerlemiştik ki daha şimdi masaya bıraktığımız telefonlar titremeye başladı. Baktığımızda ise ailelerimizin bizi aradığını gördük.
Onlara bile bir açıklama yapmamıştık, yapamamıştık. Kim bilir şu anda ne haldelerdi.
Birkaç saniye daha telefonlarımıza bakıp arkamızı döndük. Maalesef açıp bir açıklama yapacak vaktimiz yoktu. Eğer açıp konuşursak sadece birkaç dakika konuşabileceğimizi pek sanmıyordum. Bu süre uzardı ve biz de kaçmak için kullanacağımız süreyi harcadık. Tabii kaçamadan da enselenirdik.
Zaten ne diyebilirdik ki? Biz suçsuzuz desek inanırlar mıydı? Belki inanırlardı sonuçta onlar büyütmüştü bizi, bizi bizden daha iyi bilirlerdi ama her yerde kusursuz bir video yayınlanıyordu ve inansalar bile içlerinde bir şüphe olurdu. Ve bu şüphe yüzünden sürekli soru soracakları için arayıp bir şey dememiz demek bizi almak için gelen istihbarat ekiplerine yakalanmamız demek olurdu. İşte bu yüzden o telefonları açmadan arkamızı dönmüştük.
Dışarıya çıkınca birçok askerin bize baktığını gördük. Görsek de umursamadan ilerlemeye başladık. Hepsi bizim hakkımızda çıkan haberleri ve videoları gördüğü için böyle bakıyorlardı.
"Kamera açılarına yakalanarak gidelim güzelim, arada bir kamera açısından çıkarız. Bizim gerçekten kaçtığımızı ve kimsenin yardım etmediğini anlasınlar." dedi Araf etrafına bakarak. "En azından Yarbay ve bizimkilerin sorguya çekilmesini önleriz. Tabii illaki sorgularlar ama en azında şüpheli listesinde olmazlar." Onu onaylayıp ilerledim. Bir kamera açısına girdik bir girmedik derken Yarbayın dediği gibi taburun arkasına geldik. Vakit kaybetmeden büyük, üstü telli duvara tırmanmaya başlayacaktık ki arkamızdan gelen sesle durduk. Yavaşça oraya bakınca koşarak bizimkilerin buraya geldiğini gördük.
Araf onları görür görmez azarladı. "Oğlum biz bize yardım ettiğinizi anlamasınlar diye sizi odadan çıkardık ama yine dibimizde bitiriyorsunuz!"
"Korkmayın bu kadar komutanım ya, o kadar da salak değiliz herhalde." dedi Soner. "Kameraların kör noktalarından geldik buraya. Hiçbir kamera çekmedi yani."
"Olsun, bu riske niye giriyorsunuz siz? Bizim başımız zaten yeterince dertte bir de siz başınızı belaya sokmayın." Haklıydı, bizim yüzümüzden onlarda suçlu olmamalıydı.
"Bunca yıllık askerliğimde ilk defa komutanlarımın kaçak olmasına şahit oluyorum. Hiç onlara yardım etmeden, alay etmeden gönderir miyiz sizce?" dedi Meriç gülerek. Fatih onun kafasına bir tane geçirip konuştu. Her geçen de bu çocuğa vuruyordu ya. Vura vura salak olup çıkacak yakında.
"Bakmayın komutanım siz buna, etrafı koloçan etmek için geldik. Ayrıca bu Çin seddinden farksız duvarları aşmanızda da yardımcı olmak için buradayız." Gülümsedim, kendilerini riske atıyorlardı ama hiçbirinin umurunda bile değildi.
Araf gülümseyerek "Sağ olun çocuklar." dedi. "Biz yokken başınızı belya sokmayın, dönünce canınıza okurum." diye de kızmayı ihmal etmedi.
"Komutanım evdeyken sizin bir tehdit mevsunuz vardı sanırım. Bana eğitim yaptırmakla tehdit ediyordunuz, o işi siz dönünce mi halledeceğiz?" Meriç'in gülerek söyledikleriyle Araf ona baktı, kaşlarını hayır anlamında kaldırıp cıkladı.
"Yok, sen eğitime başla biz dönünce bitirirsin." Onunda alay etmesiyle güldüm, valla şu anda kaçmayacakmışız gibi gülüp dalga geçiyorduk ve bu beni bir nebze de olsa rahatlatıyordu.
"Komutanım hadi çıkın bence siz yoksa kaçamadan yakalanacaksınız." dedi Fatih araya girerek. Hepsine son kez bakıp konuştum.
"Yusuf ve Elif size emanet. Yusuf'u da bir okula yazdırın, o da okulundan daha fazla geri kalmasın." dedim. "Ayırca Maya'ya da göz kulak olun ve mümkün olduğunca Meriç'ten uzak tutun kızı." dememle Meriç hariç hepsi güldü. "Bu çocuk kızla konuştukça kızın arkasına bile bakmadan kaçacağını düşünüyorum, ki haklı da." Meriç homurdanarak bana baktı.
"Aşk olsun komutanım ya, gider ayak kalbimi de kırdınız ya helal olsun." dedi alıngan bir sesle.
"Merak etme şu olaylar bir çözülsün ben dönünce sizin aranızı yapacağım." dememle güldü ve bana sarıldı.
"En sevdiğim komutanım sizsiniz biliyorsunuz değil mi?" Yalakalık yapmasına güldüm.
"Yalaka işte ne olacak!" diye söylendi Ozan. "Ayrıca Cemre komutanım siz Yasemin ve benim aramı yapmadan nasıl buna söz verirsiniz ya?"
"Oğlum ben kızın seni kıskanmasını sağladım, artık gerisi sende." deyip etrafıma baktım. Meriç birkaç saniye sarılıp geri çekilmişti zaten. "Ayrıca sizin aşk meşk işleriniz yüzünden birazdan yakalanacağız. İşte o zaman aşkı da meşki de rüyanızda görmüş olacaksınız." dedim.
"O zaman ben size yardım edeyim." dedi bu sefer de Ozan. Ellerini birleştirmiş eline basmamı bekliyordu. Tam omzundan tutup onun yardımıyla duvarın üstüne çıkacakken koşarak buraya gelen ayak sesleri duyduk. Hepimiz şaşkınca taburun köşesini dönen Yasemin'e baktık. Yüreğime iniyordu valla, kaçamadan yakalandık sandım.
"Ay siz daha kaçmadınız mı?" dedi nefes nefese yanımıza gelerek. Şu anda saat gece yarısını geçmişti ve birçok asker gibi Yasemin de uyuyor olmalıydı, neden uyanık olduğunu sorgulamadım çünkü eminim ki haberleri o da görmüştü ve uyumamıştı. "Erdem Yarayla birlikte yanındaki adamlar onun odasına gidiyordu, her an kaçtığınızı anlayabilriler. Hemen çıkıp gidin buradan." Tabii kaçtığımızı nereden bildiğini de sorgulamadım, ya bizi kaçarken görmüştü ya da Ozan söylemişti. Hangi ara söyledi bilmiyorum ama söylemiştir herhalde bir şekilde.
"Ha Araf komutanım bunu da alın." dedi elindeki poşeti uzatırken. "İçinde eliniz için gerekli şeyler var, eminim pansuman yapmaya fırsatınız olmaz ama elinizin de pansumana ihtiyacı var." Bu olaylardan eli aklımıza bile gelmezdi, gelse bile pansuman yapacak malzemeleri bulmamız imkansız olacaktı çünkü biz birer kaçak olacaktık ama Yasemin sayesinde bunu dert etmeyecektim.
"Sağ ol hemşire." deyip poşeti aldı ve ceketinin iç cebine sıkıştırdı. "Biz duvara tırmandıktan sonra kimseye görünmeden ayrılın buradan ve sakın başınızı belaya sokmayın." diye onları tembihledi. Yeterince oyalandığımız için daha fazla oyalanmadan Ozan'ın yardımıyla duvara tırmandım. Oradan da duvarın üstündeki tellerden duvarın karşısına geçtim. Tabii kolumu bacağımı çizerek geçtim. Araf çoktan duvarı ve telleri aşmış karşı tarafta, yerde beni bekliyordu.
"Atla güzelim, tutacağım seni." deyince hiç düşünmeden kendimi aşağıya bıraktım. Saniyeler içinde Araf'ın kollarını bedenimde hissettim, hemen ardında da ayaklarım yere bastı.
"Hazır mısın kaçak hayatı sürmeye?" Sorusuyla elini tuttum.
"Değilim ama başka çaremiz yok." dedim. "Ama sen yanımda olduğun sürece her şeye hazırım." demeyi de ihmal etmedim.
"Seninle el ele tutuşup hayallerimizin peşinden koşmak isterdim ama maalesef el ele tutuşup kaçak hayatımıza girjş yapmak zorundayız." dedi, istemsizce güldüm. Haklıydı, keşke hiçbir şey böyle olmasaydı.
Biz şu anda gerimizde kıdemli Üsteğmen Araf ve Üsteğmen Cemre'yi bırakmıştık. Biz artık vatan haini olarak bilinen Cemre ve Araf olmuştuk ama biz asla bir vatan haini olmamıştım ve olmayacaktık. İşte sırf bunu kanıtlamak için arkamıza bile bakmadan bir suçlu gibi kaçıyorduk... ____
Evet tam olarak Yarbayın kaçın demesiyle kaçak hayatımıza merhaba demiştik. Bundan sonra ne olacaktı, kendimizi aklayabilecek miydik, delilleri toplayabilecek miydik, Alessi'nin asıl planını öğrenebilecek miydik bilmiyorum ama bundan sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını biliyordum.
Biz gerimizde kıdemli Üsteğmen Araf ve Üsteğmen Cemre'yi bırakmıştık. Biz geride benliğimizi bırakmıştık ve bir suçlu gibi kaçıyorduk. Kendimizi aklamamız için buna mecburduk.
Bir gece yarısı, Yıldızların Altında başlayan hikayemiz yine bir gece yarısı ve Yıldızların Altında kaçak olarak devam ediyordu. Ve yıldızlar yine bize ortak olmaya devam ediyordu.
İlk karşılaşmamız gece yarısı, bir dağ başında, yıldızların aydınlattığı gökyüzünde başlamıştı. Sonra Elif'in evinde neredeyse öpüşecek olmamız da Yıldızların Altında olmuştu. Sevgili olmamız da yine Yıldızların Altında gerçekleşmişti ve şimdi el ele suçlu gibi kaçıyorduk ve bu da gece yarısı Yıldızların Altında gerçekleşiyordu.
Evet her şeyimize ortak olan yıldızlar yine bizi yalnız bırakmamıştı ve kaçak hayatımızın ilk gününe de ortak olmuştu.
"Araf dur, şuradan su içelim." dedim nefes nefse. Yaklaşık bir saattir hiç durmadan koşuyordum, hatta neredeyse iki saat olmak üzereydi.
Araf benim konuşmamla yavaşlayıp durdu ve etrafına baktı. O etrafına bakarken camiye doğru ilerledim, caminin duvarında taşla örülü bir sebil vardı. Çeşmeyi açıp ilk önce bu soğuk havaya rağmen buz gibi suyla yüzümü yıkadım, biraz olsun kendime gelince avucumu açıp elime biriken suyu içtim. Soğuk su beynimi uyuştururken umursamadan birkaç yudum daha içtim. Son kez yüzümü yıkayıp doğruldum.
"Sen de iç, kaç saattir durmadan koşuyoruz." dedim onun yanına ilerlerken. Son kez etrafına bakıp sebilin yanına gitti. Tıpkı benim gibi ilk önce yüzünü yıkadı sonra da birkaç yudum su içti. Tekrardan yanıma gelip elimi tuttu. "Daha var mı gideceğimiz yere? Ayrıca güvenilir bir yer mi?" Yürürken sordum. Bu sefer koşmuyorduk, sakince yürüyorduk.
"Az kaldı. Ayrıca güvenilir mi bilmiyorum, en azından bu kış ayında başımızın üstünde bir çatı olacağı kesin." Dudaklarımı büzüp başımı salladım. En azından Erdem Yarbay bize ulaşana kadar kimse bulmaz inşallah.
Bu sefer koşmadan yarım saat daha yürüdük ama geçtiğimiz her yer bana aşırı tanıdık geldiği için Araf'a bakıp konuştum. "Biz buraya daha önce geldik mi? Çok tanıdık geliyor bana." dedim etrafımı incelerken.
Araf gülüp cevap vermedi, beni kolunun altına alıp yanağıma bir öpücük kondurdu. Yaklaşık on dakika sonra yıkık dökük bir evin önüne gelince şaşkın bir şekilde Araf'a baktım. O ise gülerek tepkimi izliyordu. "Şaka yapıyorsun?" dedim evi incelerken. Sorun evin yıkık dökük olması değildi, zaten lüks bir yerde kalacağımızı hayal etmiyordum ama bu yıkık dökük ev saatler önce Maya'yı aldığımız evdi.
"Aklıma bir tek burası geldi valla, bizi de bir süre idare eder gibi." dedi. Evin önüne gidip eski tahta kapıya biraz güç uygulayınca kapı anında gıcırdayarak açıldı. Araf elini uzattı tutmam için, hiç bekletmeden elini tutup karanlık eve girdik. İlk önce ışık yanıyor mu diye düğmeye bastık ama tahmin ettiğimiz gibi ışıklar yanmıyordu. Ev kim bilir ne zamandır kullanılmıyorsa elektrikler yoktu.
Araf elimden tutarak odaları gezmeye başladı. Gözlerimiz biraz olsun karanlığa alışınca etrafı daha iyi görmeye başladık. Zaten pencereden giren ay ışığı biraz olsun aydınlatıyordu içeriyi. Bir odayı da dışarıdaki cılız sokak lambası aydınlatıyordu.
Araf mutfağa girip dolapları kurcalamaya başladı. "Ne arıyorsun?" Yanına giderek sordum.
"Mum var mı diye bakıyorum, en azından önümüzü görmemizi sağlar." dedi. Tek tek dolapları aradıktan sonra kullanılmış bir mum buldu, sanırım Maya evi mumla aydınlatıyordu. Tezgahın üstünde bulduğu kiprit kutusundan bir kiprit çıkarıp mumu yaktı, yine dolapların içinden bulduğu çay tabağına mumun suyunu akıttı ve mumu da üstüne koyup yapışmasını sağladı. "Evet ışık kaynağımızda tamam." deyip yanıma geldi. Belimden tutarak beni mutfaktan çıkardı. Birlikte oturma odası olarak tahmin ettiğimiz odaya gittik, eski iki koltuk vardı ama kullanılmayacak kadar da eski değildi.
Kendimizi koltuğa atınca bakışlarım Araf'ın eline kaydı, sargı bezinin kan olduğunu görünce kaşlarım çatıldı. Elini tutup "Elin kanamış senin." dedim ve sargı bezini açmaya başladım.
"Duvara tırmanırken oldu sanırım." dedi. Az önce sebilden su içtiği için sargı bezi sırılsıklam olmuştu. Her yeri kan olmuş ve ıpıslak olan sargı bezini çıkarıp attım, neyse ki kan durmuştu. Yarası dikişli olmadığı için dikiş atılmamıştı. O it herif derin kesmemişti elini!
"Yasemin'in verdiği poşeti versene, pansuman yapmayım. Bu şekilde durursa mikrop kapar." dedim elini incelerken. Sesini çıkarmadan ceketinin cebine sıkıştırdığı poşeti çıkarıp verdi. İçindeki her şeyi çıkarıp mum ışığının aydınlattığı eline pansuman yapmaya başladım.
Elini güzelce temizleyip sardıktan sonra avucunun içine dudaklarımı bastırdım ve iç çekerek öptüm. Çenemden tutunca ona baktım, anında dudaklarımızı birleştirip beni kendisine çekti. Kollarımı boynuna dolayıp ona karşılık verdim. Benimle birlikte koltuğa uzandı, ikimiz zor sığmıştık ama bunu umursamadık.
Dudaklarımdan ayrılıp boynumu öptü. Ona biraz daha sokulup denizi andıran ferah kokusunu soludum. Sanırım bu kokusu parfüm kokusuydu ve bazen yoğun bir şekikde o kokuyu alırken bazende çok az alıyordum. Tabii operasyondan geldikten sonra duş almaya fırsatımız olmadığı için de hafif bir barut kokusuyla deniz kokusu karışmıştı ve bu şekilde daha güzel olmuştu. "Deniz gibi kokuyorsun." dedim bir kez daha derin bir nefes alarak.
Burnunu boynuma sürtüp derin bir nefes aldı. "Çiçek gibi kokuyorsun." dedi, bir kez daha derin bir nefes aldı. "Böyle rengarenk ve çeşit çeşit çiçeklerin arasına girmişimde onların kokuları burnuma doluyormuş gibi hissediyorum." Dediklerine gülümserken burnunu bir kez daha boynuma sürttü.
O derin nefesler eşliğinde boynumu koklarken ben de mumun aydınlattığı tavana bakatım. Araf kulağıma fısıltılı bir şekilde seni seviyorum derken aklıma ailem geldi. Ne kadar olanları düşünmemeye çalışsam ve bunu şimdi olduğu gibi birkaç dakikalığına unutsam bile illaki sonradan aklıma geliyordu. Üstelik bunlar başımıza geleli daha yirmi dört saat bile olmadı ve şimdiden böyleysem bu durum uzadıkça ne olurdum düşünmek bile istemiyordum.
"Araf." dedim yan bir şekilde ona doğru dönerken. Dönmem onu hiç etkilenmeden boynuma öpücük konurmaya devam etti. Konuşmam içinde birkaç mırıltı çıkardı. "Ailelerimiz şu anda o haberleri izleyip kim bilir ne yapıyordur."
"Zor biliyorum ama düşünme." dedi başını boynumdan çekerek. "Düşündükçe bu işin içinden çıkamazsın. Bizim şu anda odaklanmamız gereken tek şey kendimizi aklamak olacak. Bir an önce kendimizi aklayalım ki ailelerimizin karşısına çıkıp konuşalım." Gözümün önüne gelen bir tutam saçı kulağımın arkasına sıkıştırdı. "Onları aramak istediğini biliyorum, çünkü ben de aramak istiyorum ama bunu sen de biliyorsun ki ararsak anında yakalanırız. Çoktan telefonlar dinleme altına alınmıştır. Hatta ailelerimizin kapısına polisler bile dayanmıştır."
"İşte beni düşündüren de bu. Biz bir suçlu gibi kaçtık, ailelerimize haber veremiyoruz ve polisler şimdi evlerimize dayandı, hatta belki onları sorgu için bile evlerinden çıkarıp götürdüler. Onlarda tüm Türkiye gibi bizim bir vatan haini olduğumuzu düşünüyorlardır kesin. Çünkü o video o kadar kusursuz düzenlemiş ki ben bile kendimin gerçekten teröristlere yardım ettiğimi bile düşündüm izlerken." dedim. "Biz oradaydık, ne yaptığımızı, birbirimizin ne yaptığını gördük ama ailelerimiz görmedi. Görmediği gibi haberlere çıkan, internete düşen video ve haberleri gördü. Kesin hepsi yıkılmıştır." Gözlerimin dolduğunu hissettim, annem ağlamaktan helak oldu kesin. Gözyaşları hiç dinmeden akıyordur.
"Şşt, ağlamak yok." dedi Araf beni kendisine çekerek. "Erdem Yarbay geldiğinde onlarla ilgilenmelerini söyleyeceğim. Tamam bizim suçsuz olmadığımızı söyleyemez belki ama benim askerim vatan haini değil diyebilir. Bence bu açıklama bile onlar içinde yeterli olacak." diyerek beni kucağına çıkardı, şimdi o altta uzanıyordu ben onun üstünde. Hiç rahatsızlık duymadan başımı gögsüne koydum. "Keşke elimden daha fazlası gelse ama maalesef anca Erdem Yarbayla konuşabilirim güzelim. Sana söz bu işler bir çözülsün birlikte ailenin yanına gidip suçsuz olduğunu söyleyeceğiz." Başımı kaldırıp onun yeşil gözlerine baktım.
"Sonra da senin ailene gidip konuşalım." dedim. Gülümsedi, burnumun ucuna hafifçe vurdu.
"Gidelim güzelim, hatta hemen ardından birlikteliğimizi açıklarız." deyip dudaklarını boynuma bastırdı. "Şimdi hiçbir şeyi düşünmeden uykuya dal. Artık birer asker değil birer kaçak olarak hayatımızı sürdüreceğiz bundan sonra." Doğru, artık tüm Türkiye bizi vatan haini olarak biliyordu ve biz de kaçmıştık. Artık kaçak olarak devam edecektik ve bu hiç de kolay olmayacaktı.
* * *
Duyduğum kapı sesiyle gözlerimi aralayıp etrafıma baktım, yanımda Araf'ı göremeyince kaşlarım çatıldı. Kapının açılıp kapanmasıyla yattığım koltuktan doğrulup yavaş adımlarla odadan çıktım ve eve giren Araf'la göz göze geldim. "Neredeydin?" Yanına adımlayarak sordum.
"Yiyecek bir şeyler almaya gitmiştim." dedi elindeki poşetleri göstererek. Elindekileri yere koyup kafasındaki şapkayı çıkardı, kapının arkasındaki askılığa asıp poşetleri mutfağa götürdü.
"Niye gidiyorsun ki? Ya bir gören olsaydı?" dedim ben de peşinden mutfağa girerek.
"Merak etme, kimse görmedi." dedi. "Hem birkaç gündür doğru düzgün hiçbir şey yiyemedin. Meyve falan aldım, birkaç tane de yapabileceğimiz pratik hazır çorba falan aldım." Yanına gidip kalçamı tezgaha yasladım, o da aldıklarını poşetten çıkarıyordu.
"Bunları yapmana gerek yoktu, kendini riske atmamalıydın." dedim. "Ayrıca ilk defa aç kalmıyorum, birkaç gün doğru dürüst karnımı doyurmazsam ölmem." Buraya geleli iki gün oluyordu ve buzdolabında doğru düzgün bir şey olmadığı için anca birkaç lokma bir şeyler yiyebiliyorduk iki gündür.
Elindekileri bırakıp büyük bir adımda yanıma geldi. Önümde durup yüzümü avuçları arasına aldı. "Evet yapmak zorunda değildim, kendimi riske atmamalıydım ama yaptım. Çünkü benim artık kendimden önce düşündüğüm biri var." dedi. Baş parmağı dudağımı buldu ve parmağını dudağımda gezidirdi. "Gecemi aydınlatan, gündüzüme ışık tutan ve geleceğim olacak bir kadın var artık hayatımda. Bunları yapmak zorunda olmayabilirim ama ben hayatımda olan bu kadın için her şeyi yapmaya razıyım." İçeme derin bir nefes çekip bakışlarımı kaçırdım, o ne zaman böyle konuşsa diyecek bir şey bulamıyordum.
"Yine romantik tarafınız devreye girdi Araf Bey." dedim. "Ama sen böyle konuştukça ben diyecek bir şey bulamıyorum." diye de ekledim.
"Bir şey deme güzelim." dedi. Başını biraz bana doğru yaklaştırdı. "Öpsen de olur." Sessizce mırıldandı, nefesi tam dudaklarıma çarpıyordu. "Ben illaki senin bir şey demeni beklemiyorum, benim için öpmem bile yeterli olur." dedi ve dudaklarımızı birleştirdi. Bana öp düyordu ama benim öpmemi beklemeden kendisi beni öpüyordu.
Ellerimi yüzüne çıkarıp ona karşılık verdim. Parmaklarımı yeni yeni sakal çıkan yüzünde gezdirdim, onun o ferah kokusu burnuma doldukça mayıştığımı hissettim. Ta ki kapının sesini duyana kadar. Sesi duyar duymaz anında birbirimizden ayrıldık. Korkuyla Araf'a baktım. "Biri seni fark mı etti?" Bakışları beni bulurken bilmiyorum anlamında başını iki yana salladı.
"Bilmiyorum. Sen burada bekle ben bir bakayım." deyip mutfaktan çıktı, onu hiç duymamış gibi yaparak peşine düştüm. Arkasından geldiğimi görünce kaşları çatıldı.
"Hiç öyle bakma bana. Unuttuysan hatırlatayım ben de askerim." dedim fısıltılı bir sesle, bir an duraksayıp devam ettim. "Yani şu anda tüm Türkiye'nin gözünde hain olabilirim ama askerim." diye düzelttim kendimi.
Başını iki yana sallayıp "Arkamda bekle." dedi. Dediğini yapıp arkasında durdum. O sırada Araf cebinden bir şey çıkardı, daha dikkatli bakınca bunun bir çakı olduğunu anladım.
"Araf çakıyı nereden buldun?" Şaşkın ve bir o kadar da sessiz bir şekilde sordum. Alelacele çıktığımız için yanımıza doğru düzgün hiçbir şey almamıştık. Cebimizde de bir miktar para vardı sadece ve o parayla da Araf bir şeyler almıştı.
"Yiyecek bir şeyler almaya gittiğimde aldım." dedi, kapıya biraz daha yaklaştı. "İyi ki de almışım, lazım olacak gibi." Kendime hakim olamadan kafasına bir tane geçirdim. Şaşkın bakışları bana dönerken ben kaşlarımı çatarak ona baktım.
"Ne demek lazım olacak Araf?" Dişlerimin arasından sessizce sordum. Kapının tam dibinde durduğumuz için oldukça sessiz konuşuyorduk. "Mağanda mısın sen? Birini mi bıçaklayacaksın?" Söylediğim şeyden sonra gülecek gibi oldu ama kendini sıktı.
"Sonuçta biz artık vatan haini sayılırız güzelim, rolümüze iyi bürünmemiz lazım." Benimle alay ettiğini anlayınca bir tane daha kafasına geçircektim ki elimi havada tutup vurmamı engelledi. Tuttuğu elimi dudaklarına götürüp iç çekerek öptü. "Şaka şaka." dedi gülerek. "Ayrıca bu çakıyı birini öldürmek ve yaralamak için değil boş olmadığımızı anlasınlar diye aldım. En azından elimizdeki çakıyla birilerini korkutup kolayca kaçabiliriz." Aslında mantıklıydı, haberleri izleyen herkes bizi tanıyordu ve illaki biri bizi tanıyabilirdi. Aslında sadece haber değil, gazete ve internet siteleri de dahildi buna.
Tam ona cevap vermek için ağzımı açmıştım ki önünde durduğumuz kapı bir kez daha çaldığı için susmak zorunda kaldım. Zaten sessizce konuştuğumuz için kapının ardındaki kişinin bizi duymadığına emindim.
Araf bir eliyle beni arkasına çekerken diğer eliyle de çakıyı sıkıca kavradı. Çakı olan elini kapı koluna götürüp yavaşça açtı ve başını da kapıdan yavaşça çıkarıp baktı. Kapının ardında kimi gördüyse derin bir nefes aldığını işittim. Kapıyı tamamen açıp beni bıraktı. Başımı hafif uzatıp kimin geldiğine baktım. Erdem Yarbayla göz göze gelince ben de derin bir nefes aldım. Yarbayla görüşmeden birine yakalandık sanmıştım.
Erdem Yarbay bir şey demeden etrafını kontrol edip içeriye girdi ve ardından da kapıyı kapattı. "Çok fazla vaktim yok çocuklar, bir an önce konuşup gitmem gerekiyor." dedi, o sırada elinde tuttuğu büyük valizi fark ettim. Bize getirmişti anlaşılan.
Hep birlikte salona geçip Erdem Yarbayın konuşmasını bekledik, o da çok gecikmeden söze girdi zaten. "Valizde sizin için gerekli şeyler var. Kıyafet, sizi idare edecek kadar para ve silah." dedi. "Bu akşam bir tırla İstanbul'a gidiyorsunuz." Kaşlarım havalandı, neden İstanbul?
"Neden İstanbul komutanım." Araf aklımdan geçen soruyu dile getirdi.
"Alessi İstanbul'da çünkü." dedi. "Valizde Alessi'yle ilgili dosya var." deyince ayağa kalkıp valizden dosyayı çıkardım. Ben dosyayı incelerken Yarbay konuşmaya devam etti. "Alessi'yi araştırmaktan ve bizi takip altına aldıklarında dolayı biraz gecikmek zorunda kaldım." O yüzden iki gündür yanımıza gelmiyordu anlaşılan.
"Takip altındaysanız nasıl buraya geliniz?" Araf'ın sorusuyla yarbaya baktım.
"Gizlice." deyince kıkırdadım. "Daha doğrusu kaçtım da diyebilirim." Gülmem daha da arttı. "Hatta suç ortaklarımda sizinkiler." Nedense bu son dediğine şaşırmamıştım. Yanımızda olamasalarda bir şekilde bize yardımcı olacaklarını tahmin etmiştim.
"Neyse bunları boş verin." deyip öne doğru eğildi. "Alessi İstanbul'da yaşıyor ama nerede oturuyor bilmiyoruz. Sık sık gittiği mekanların isimleri ve adresi dosyada mevcut. Aynı zamanda onun peşinde olduğunuz sürece yakalanmamanız için çantada kılık değiştirebileceğiniz bir sürü kıyafet var. Birbirinizle iletişim halinde olun diye kulaklıklar var. Dinleme cihazları ve bizler de sizinle iletişim halinde olalım diye yeni aldığım telefonlarınız da bavulda ama tek kullanımlık kart almaya fırsatım olmadı. Onu bir yerden almayı ihmal etmeyin ve kartı da kullandıktan sonra yok edin. Ayrıca çantada silahlar ve mermiler de var." diye uzun uzun anlattı.
Araf bavulu açıp içindekilere bakarken ben de dosyaya baktım ama dosyada yazan isime, daha doğrusu soyisime şaşırdım. "Alessi Demir mi?" Dosyaya bakarak sordum. "Bu şimdi Türk mü yabancı mı?"
"Baba tarafı Türk anne tarafı İtalyan." dedi Erdem Yarbay. Zaten çok iyi Türkçe konuşmasından şüphelenmiştik. Hiçbir aksağanı yoktu, tıpkı bizler gibi Türkçe konuşuyordu.
"Peki bu kadınla ilgili elimizde tam olarak ne var komutanım? Neler biliyoruz bununla ilgili?" Araf sorusunu sorarken ben de dosyayı incelemeye devam ettim.
"Dediğim gibi yarı Türk yarı İtalyan uyruklu biri ve teröristlere çalışıyor. Doğduğundan beri Türkiye'de yaşıyor. Ailesinin kesinlikle teröristlerle bir ilgisi yok. Zaten on sekiz yaşında da ailesi enteresan bir şekilde ortadan kaybolmuş ve bir yıl boyunca onlarla ilgili hiçbir iz bulunamamış." Yarbayın sözleriyle ilgimi dosyadan çekip ona verdim.
"Ondan sonra ise Alessi teröristlere çalışmaya başlamış ama elimizde bunla ilgili doğru düzgün herhangi bir kanıt yok. Sizinkilerin Alessi'yi bana göstermesiyle bu bilgilere ulaştım. Ünlü bir şirketin CEO'su kendisi ve yardımsever biri olarak biliniyor." Yardımsever mi? Kendi çocuğunun başına silah dayayan kadın mı yardımsever?
"Peki ailesine ne olmuş? Hâlâ kayıplar mı?" Sordu Araf.
"Hayır, ölmüşler." Kaşlarım havalandı, ortadan kayboluyor ve sonra ölüyorlar. Tuhaf...
"Kayıtlara ölüm şekillere nasıl geçmiş peki?" Bu sefer ben sordum.
Erdem Yarbayın "Trafik kazası." demesiyle içime bir şüphe düştü.
"Bir yıl ortadan kayboluyorlar ve sonra da kayıtlara ölüm şekilleri trafik kazası olarak mı geçiyor?" Sorumu başını sallayarak onayladı.
"Tam olarak öyle oluyor ve tuhaflık bundan ibaret değil." dedi. "Alessi çocukluğundan beri bilgisayarla haşır neşir biriymiş. Farklı videoları birleştirmeyi iyi biliyor, hatta çok az kişinin bildiği bir yeri var ve orada illegal işlerle uğraşan kişilere istedikleri videoyu yapıyormuş. Sahte bir video mu yapılacak? Anında hallediyor. Birine iftira mı atılacak? Sahte fotoğraf ve videolarla hallediyor. Birinin mahkemede sahte bir görüntüye mi ihtiyacı var? Dakikasını bile almıyormuş." O zaman bizim videoyuda o halletmişti. "Tabii bu işlerde tek değil, yanında bir sürü kişi var. Kendisi ünlü ve yardımsever biri olduğu için bu tür illegal işlerde görünmüyormuş. Bu karanlık işlerin görünmeyen yüzü de diyebiliriz. Bir nevi hacker gibi bir şey ama onlardan daha yetenekli olduğunu da gözden çıkarmamalıyız."
"Komutanım." dedim biraz öne doğru eğilerek. Araf ve Erdem Yarbayın bakışları aynı anda bana döndü. "Şimdi Alessi'nin anne ve babası bir yıl ortadan kalbolmuş ve bir yılın sonunda trafik kazasında ölü olarak kayıtlara geçmiş ya, bu işte teröristlerin bir parmağı olabilir mi?" Sordum, cevap vermelerini beklemeden devam ettim. "Alessi bilgisayar konusunda iyi dediniz, hatta illegal işlerle bile uğraşıyor ve teröristler bu kadının kendilerine çalışması için anne babasıyla tehdit etmiş olabilir mi? Eğer gerçekten öldürdülerse Alessi'nin yanlarında çalışsın diye öldürmüş olabilirler."
"Ben de bundan şüpheleniyorum ama emin de değilim. Elimizde bir kanıt olmadan da emin olamayız." dedi Erdem Yarbay. "Bunları boş verin ve bir an önce aklanmaya bakın siz. Nasıl olsa kendinizi akladıktan sonra gerisi çorap söküğü gibi gelir. Önceliğiniz kendiniz olsun." deyip ayaklandı.
"Komutanım Yusuf ve Maya'yı ne yaptınız?" Ben de ayağa kalkarak sordum. Onlara yardım edeceğiz demiştim ama bu beklenmedik olay yüzünden haber bile veremeden ortadan kaybolmuştuk.
"Sizinkiler anlattı, ikisiyle de ilgileniyorum. Yusuf da kardeşinin gittiği okula kayıt oldu, bir sene gidememiş okula sadece. Bir sene geriden başlayacak. Maya da eczanede çalışmaya devam ediyor ve onu takip eden askerler var. Güvenilir bir koruma bulduğumda yedi yirmi dört peşinde bir koruma olacak güvenliği sağlanana kadar." İşte buna sevinmiştim. Bizim durumunuz karışıktı ama en azından onlarınki yoluna giriyordu. Bir taraf karanlığa doğru çekilirken diğer taraf karanlıktan çıkıp aydınlığa doğru yol alıyordu.
"Saat dokuzda tıra binmeyi unutmayın. Dosyanın içinde hangi tıra bineceğiniz, saat kaçta orada olacağınız ve adresi yazıyor. Tam vaktinde orada olun."
"Çevirme ne olacak komutanım?" Araf'ın sorusuyla ona baktım. "Her yerde aranıyoruz ve illaki bütün yollarda çevirme vardır." Doğru, anında enselenebilirdik.
"Merak etmeyin o tırın gideceği güzargahtaki çevirmeleri tanıyorum, ben her şeyi hallettim. Siz sadece tam zamanında orada olun ve güvenli bir yer bulun kendinize." Fazla sorgulamadık çünkü öyle diyorsa her şeyi ayarlanmıştır.
"Komutanım." Kapıya doğru ilerlerken ona seslendim. "Ailelerimizden haber aldınız mı? Ne durumdalar?"
"Onlarlada ilgeniyorum ve ilgilenmeye devam edeceğim çocuklar. Suçsuz olduğunuzu söyleyemem, biliyorsunuz ki bu imkansız ama onlarla bir şekilde ilgileneceğim. İlk bulduğum fırsatta da onları ziyaret etmeye çalışacağım. İlk önce şu olaylar biraz olsun bir durulsun her şeyi sırayla halledeceğim." İşte buna sevinmiştim. Erdem Yarbayı arayınca en azından onların nasıl olduğunu sorup öğrenebilirdik.
"Ha bu arada dosyanın içinde beni hangi numaradan arayacağız yazıyor. Kendi numaramdan sakın aramayın çünkü uzun bir süre sizin irtibata geçeceğiniz herkesin telefonları dinleme altına alındı." dedi. "Buna aileleriniz de dahil. Biliyorum onları arayıp her şeyi anlatmak istiyorsunuz ama sakın bunu yapmayın, anında enselenirsiniz." Evet bu sürekli aklımızdan geçiyordu ama yapmayacaktık, bir süre dişimizi sıkıp sabredecektik sadece.
Erdem Yarbay son cümlelerinden sonra evden çıkıp gitti. Biz ise buradan ayrılmak için belirlenen saatin gelmesini beklemekten başka bir şey yapmadık.
Ne kadar bir şey yemek istemesek de güç toplamak adına Araf'ın aldığı şeylerden yedik, sonra da hazır çorbaları valize koyduk. Sık sık gidip alişveriş yapamazdık, bu yüzden elimizdekiyle idare edecektik ve sonra yine bir şeyler alırdık. Tabii kendimizi aklamamız için illaki dışarıya çıkacaktık ama pazar ve market gibi kalabalık yerlere girmemiz biraz riskliydi. En azından sokakta durmadan yürüyorduk ve kimse dikkat etmezdi ama market gibi yerlerde sıra olduğu için insanlar etrafındaki kişilere dikkat kesilirdi, bu yüzden o gibi yerlerden uzak durmak zorunda olduğumuz için elimizdeki yiyecekleri idareli kullanmalıydık. Tabii bittiğinde mecbur yine almak zorundaydık.
akşam olup Erdem Yarbayın bize söylediği saat yaklaşınca evden çıktık. Üzerimizde sweatshirt vardı ve onun kapüşonunu başımıza geçirmiştik. Kış ayında olmamız ve havanın kararmasından dolayı dışarıda kimse olmadığı için fazla kamufle olmamıştık, bir de gece gece çok fazla dikkat çekmemek için tabii.
yarım saat sonra dosyada yazan adrese gelince tırın plakalarına baktık ve aradığımız plakayı bulunca o tıra doğru ilerledik. Bir tane orta yaşlı bir adam vardı ve tıra kolileri yüklüyordu. etrafta birkaç kişi vardı, bazıları kendi tırlarının önündeydi, bazıları da sigara içiyordu.
adamın yanına gelince önce bize baktı, sonra da göz ucuyla etrafa bakıp gözleriyle kolileri gösterdi. "Tıra yerleştirin, sonra da dikkat çekmeden içine binin." dedi ve kaldığı işine devam etti. Soru sormamıştı, ya Yarbay her şeyi anlatmıştı ya da etraftaki kişiler tarafından dikkat çekmemek için soru sormamıştı. Zaten sorsa cevap vereceğimizi pek sanmıyordum. Sanırım Erdem Yarbay bizim fotoğrafımızı da gösterdiği için anında tanımıştı. Hoş, tanımasa bile her yer ve herkes bizi gösteriyordu. Tanımamak imkansız diyebilirim.
Adamın dediğini yapıp dışarıda olan birkaç koliyi tıra yükledik ve bu sayede hiç dikkat çekmeden tırın kasasına bindik. Biz bindikten sonra ise adam hemen tırın kapaklarını kapatmıştı ve yola çıkmıştı.
Gergince derin bir nefes alıp Araf'a sokuldum. "Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak." dedim
"Olmayacak ama olması için bu yola başvurduk." dedi o da kollarını bana dolayarak.
Haklıydı, her şeyin eskisi gibi olması için bu yola başvurmuştuk ama insan yinede kötü oluyordu. Hele ki vatan haini olarak bilinmek daha da kötü yapıyordu ama bu günlerde geçecekti, elbet yine kıdemli Üsteğmen Araf ve Üsteğmen Cemre olmayı başaracaktık. Başımıza bunları açanlarda tüm Türkiye'in önünde gerçeği açıklayıp cezasını çekecekti...
Selam nasılsınız?
Bölüm nasıldı?
Bizimkilerin kaçacağını tahmin etmiş miydiniz?
Alessi'nin planı ne sizce? Tek derdi onları vatan haini olarak göstermek miydi?
Araf'la Cemre ne yapacak? Herkes tarafından biliniyor ve aranıyorlar. Asker de değiller artık.
En sevdiğiniz sahne?
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, kendinize iyi bakın🤍
|
0% |