@kitap__gezegeni1
|
Oy vermeyi ve bol bol yorum yap.ayı unutmayalım🦋
Keyifli okumalar✨️
19.Bölüm "Takip"
Elimdeki telefonu kapatıp arkama yaslandım. Sabahtan beri Alessi'yi araştırıyorum ve kadının tek bir kötü yanına rastlamamıştım. O dağda olanları bizzat kendi gözlerimle görmeseydim kesin buna inanırdım ama bu kadın kendi kızına silah doğrultmuş bir kadındı.
O küçük kız gerçekten onun kızıydı, sosyal medya ikisinin fotoğraflarıyla doluydu. Onlarla ilgili birçok haber çıkmıştı, tabii iyi haber. Babası ise...
Bununla ilgili tek bir haber bile görmemiştim. Sanki bu çocuk gökten Alessi'nin kucağına inmiş ve kimse babasını sorgulamıyormuş gibiydi.
Duyduğum motor sesiyle kaşlarım çatıldı, evin önünden geliyordu ses.
Evet bir evde kalıyorduk. Bizi İstanbul'a getiren tır şöförü eski ve çok az insanın olduğu bu mahalleye getirmişti. Tıpkı Kars'ta sadece birkaç günümüzü geçirdiğimiz bir ev gibiydi burası. Neden buraya getirdiğini sorunca Erdem Yarbayın böyle istediğini söylemişti. Erdem Yarbay bizi düşünerek bir yer bulmuştu bize.
Araf ise bir işim var diyerek sabah erkenden evden çıkmıştı. Ona birkaç gün evde kalalım sonra dışarıya çıkalım desem de beni dinlemeyip gitmişti. En azından birkaç gün boyunca kimseye görünmeden evde beklesek ve plan yapsak daha iyiydi ama beyfendi evde iki dakika duramamıştı.
Hayır biz artık kaçak ve birer vatan hainiydik. Ne kadar suçsuz olsak da herkesin gözünde böyleydik maalesef ve buna rağmen ne işi olabilirdi onu da anlamıyordum.
Motorun sesini bir kez daha duyunca kaşlarım iyice çatıldı ve ayağa kalktım. Evin önünü gösteren pencereye geçerek perdeyi çok hafif aralayıp dışarıya baktım. Evin tam önünde bir motor durmuştu, üzerinde de kasklı biri oturuyordu. Erkek olduğunu yapılı vücudundan anlamıştım.
Motorun üstündeki adama daha dikkatli bakınca üzerindeki tanıdık gelen kıyafetler kaşlarımı çatmama neden oldu.
"Yok artık!" dedim kendi kendime.
Motorun üstündeki adam benim bulunduğum cama baktı, yani kasktan dolayı nereye baktığını göremedim ama kafası tam olarak benim bulunduğum cama dönüktü. Cama bakarak gaz verdi motora, tabii motor olduğu yerde durdu sadece gaza yüklendi.
Kaşlarımı çatarak camın önünden çekilip kapıya ilerledim, kapıyı açmadan önce üzerimdeki kapüşonlunun şapkasını başıma geçirdim ve öyle dışarıya çıktım. İlk önce etrafımı kolaçan edip motorun yanına doğru ilerledim. Adam yine motorun gazına yüklenirken yanına gidip omzuna bir tane geçirdim.
"Bu ne Araf? Bir de ergenler gibi gaz veriyor ya!" Söylenmemle motorun kontağını çevirip kapattı. Kaskın önündeki küçük cam gibi şeyi yukarı kaldırınca kısılan gözlerinden sırıttığını anladım. "Bir de gülüyor! Milleti başımıza mı toplayacaksın sen?" Etrafıma baktım ve kimsenin olmadığını görüp derin bir nefes aldım. "Hatırlatmak gibi olmasın ama biz tüm Türkiye genelinde aranan suçlularız, daha doğrusu vatan hainleyiz. Bu yüzden daha dikkatli olmalıyız."
"Dikkatliyim ben zaten. Bir motora gaz verdim diye beni tanıyacak değiller ya." Haklı cümlesiyle güldüm.
"Olsun tanırlar belki." diye saçma bir cümle kurdum. "Ayrıca çıkar şu kaskı yüzünden, seni net göremiyorum." diye de söylendim.
Sözümü ikiletmeden kaskı çıkarıp etrafına baktı. Sonra da kapüşonlusunu başına geçirip beni belimden tutarak biraz daha yanına çekti. Hâlâ motorun üstünde oturmaya devam ederek dudaklarını dudaklarıma bastırıp öptü. "İki dakika yüzümü göremedin özledin hemen değil mi?" Sözleriyle güldüm.
"Karşımda Araf Öztürk yerine Fedai var sanki." dedim gülerek. "Meriç bizi uğurlarken egosunu da sana mı verdi acaba?" diye de dalga geçtim.
"Yok az önce onlarla konuştum da ondandır." deyince kaşlarım şaşkınlıkla havalandı.
"Ne yaptın ne yaptın?" dedim kısık bir sesle. Umarım yanlış duymuşumdur.
Omuz silkti ve "Bizimkilerle konuştum." dedi. Sanki çok normal bir şey yapmış gibi rahatça söylüyordu bir de. Üstüne bir de dudaklarını tekrardan dudaklarıma bastırdı ama öpmesine izin vermeden hemen geri çekildim.
"Bu ne rahatlık yiğidim?" dedim kendimi tutamadan. Sözlerimle kavisli kaşları şaşkınlıkla havalandı ve honuşna gitmiş olacak ki güldü. "Farkında mısın bilmiyorum ama bizi her yerde arıyorlar Araf ve aradıkları için iletişim halinde olacağımız herkesin telefonu dinleme altına alındı. Sen de bunları bile bile gidip bizimkileri mi aradın?" diye sordum.
"Yiğidin ha?" dedi benim dediklerimi hiç umursamadan. "Sevdim bunu, hep böyle seslensene bana." Elimi yine ona vurmak için kaldırmıştım ki gülerek havadaki elimi tuttu. "Şaka şaka. Ayrıca bizimkileri aradım derken Erdem Yarbayın bana verdiği numaradan Erdem Yarbayı aradım. Onunla konuşurken bizimkiler geldi ve kısa da olsa onlarla konuştum. Yani hiç endişe etme arayacağım tek numara Yarbayın bize verdiği numara olur. Sen de biliyorsun ki o numara gizli ve dinleme altında değil." Rahatlamayla birlikte derin bir nefes aldım. Bir an o numarayı değil de direkt onları aradı sandım.
Bir eliyle hâlâ beni belimden tutmaya devam ederken boştaki eliyle pantolonunun cebinden bir şey çıkardı. "Bunlarda tek kullanımlık kartlarımız. Sık sık aramayız diye az aldım ama bitince yine alırız." dedi. Alıp eşofmanımın cebine koydum hepsini.
"Hadi atla, biraz gezelim." deyince göz devirerek ona baktım. "Belki Fedai'nin deyimiyle sarı şeytanı görürüz." İstemsizce güldüm, valla sarı şeytandı.
"Tamam da..." deyip baştan ayağa ona baktım. "Bu motor nerden çıktı?" Alması imkansızdı, alacak olsa illaki kimliğe ihtiyaç duyacaktı ve kimliğini gösterdiği anda da herkes onu tanıyacaktı.
"Bir arkadaştan ödünç aldım." dedi sırıtarak. Kaşlarım çatılırken şüpheyle ona baktım.
"Bir arkadaş?" dedim. "Araf senin İstanbul'da arkadaşın mı var?" Sordum ama cevap vermesini beklemedem devam ettim. "Tamam belki olabilir ama biz her yerde aranıyoruz, o arkadaş nasıl veriyor bu motoru acaba?" Sırıtışı yüzünde daha da büyürken şüpheyle ona baktım.
"Arkadaşı tanımıyorum ki." dedi gayet rahat bir şekilde.
"Ne demek tanımıyorum ya? O zaman o arkadaştan motoru nasıl istedin ve o tanımadığın arkadaş bu motoru verdi sana?"
"İstemedim ki." dedi bu kez de. Tam ona doğru düzgün anlatmıyor diye kızmak için kendimi hazırlıyordum ki konuşmasına devam etti. "O tanımadığım arkadaştan kısa süreliğine ödünç aldım sadece. Ama sen kısaca çaldın diyebilirsin. Çünkü kalk arasında buna ödünç almak yerine çalmak diyorlar." Gözlerim irice açıldı, çaldım mı demişti o yoksa ben mi yanlış duymuştum? Umarım yanlış duymuşumdur.
"Araf sen kafayı mı yedin Allah aşkına? Ne demek çaldın ya? Oğlum biz aranıyoruz ve sen bir de hırsızlık mı yaptın?" Sesim istemsizce yüksek çıktı ama umursamadım.
"Oğlum mu? Az önce yiğidim diyordun ama!" Söylenmesiyle omzuna bir tane geçirdim. "Tamam ya bir şey demedim. Ayrıca evet çaldım çünkü bizim bir araca ihtiyacımız vardı, gideceğimiz yere sürekli taksiyle gidemezdik ya. Paramız kısıtlı bizim, har vurup harman savuramazdık sonuştu." Bu adam suçluyken haklı durumuna çıkmaya mı çalışıyor?
Allah'ım ya! Kaçak olduğumuz yetmemiş gibi bir de motor hırsızı olmuştuk!
"Araf zaten kaçak olduğumuz için aranıyoruz şimdi de bu motorun sahibi suç duyurusunda bulunacağı için yine aranacağız."
"Bu yüzden aranmayız çünkü motorun plakası yok." deyince kaşlarım havalandı. "Plakası olmayan bir motor çalındı diye ihbarda bulunursa plakadan ceza yiyecek, bu yüzünden motor çalındı diye ihbar edemez. Etse bile plaka olmadığı için bizi bulmaları imkansız." Konuşmak için ağzımı açmıştım ki devam etti. "Çevirmeye yakalanmadığımız sürece plaka şimdilik sorunumuz değil." Bir süre ona bakıp bir şey demedim, sanırım haklıydı.
"Hadi hazırlan da Alessi'nin gittiği mekanlara bir göz atalalım." Pes ederek bakışımı salladım.
"Bekle o zaman hazırlanıp geliyorum." deyip arkamı döndüm, daha birkaç adım anca atmıştım ki konuştu.
"Yanına silah almayı unutma." Arkamı dönmeden başımı sallamakla yetindim. Eve girip cebimdeki tek kullanımlık kartları masanın üstüne koydum. Araf'la kaldığımız odaya gidip üzerimdekileri çıkardım ve siyah bir pantolonla yine siyah bir sweatshirt ve üzerinde de deri ceketimi geçirdim. Yatağın üstünde hem bana hem de Araf'a ait olan güneş gözlüklerini alıp deri ceketin cebine soktum. Erdem Yarbayın bizim için ayarladığı silahı da alıp belime yerleştirdim. Ne olur ne olmaz diye de valizden bir çakı alıp onu da kemer yerime soktum. Araf zaten evden çıkmadan yanına almıştı bunları.
Hazır olunca evden çıkıp Araf'ın yanına gittim. Bana uzattığı kaskı başıma geçirdikten sonra arkasına binip kollarımı beline doladım. Araf ben binince motoru çalıştırıp yola çıkmıştı. Kaskımın önündeki küçük camı kaldırıp rüzgarı hissetmeye başladım.
Hava soğuktu ama ona rağmen rüzgarı hissetmek güzeldi. Bir anlığına kollarımı Araf'ın belinden çekip iki yana açtım, üzerimdeki kıyafetlere rağmen rüzgarı net bir şekilde hissedebiliyordum.
Araf bir elini bacağıma koyunca kollarımı tekrardan ona doladım. Sanırım endişe etmişti ve onu daha fazla endişelendirmenin anlamı yoktu.
Tam bir saatin sonunda motor durunca etrafıma baktım, bir kafenin önünde durmuştuk. Motordan inip etrafıma baktım. Çok kalabalıktı, kimisi elindeki poşetlerle sokakta ilerlerken kimisi de sevgilisi ve ailesiyle bir yerlere gidiyordu, bunun yanı sıra acelesi olanları da görüyordum.
Başımdaki kaskı çıkarıp motorun üstüne koydum. Cebime koyduğum gözlükleri çıkarıp birini Araf'a uzattım, benimkini de gözlerime takıp saçlarımı önüme getirdim. Motorun aynasından yüzümün net bir şekilde görünmediğine kanaat getirince doğruldum. Araf da gözlüklerini takmıştı, ek olarak başına siyah bir şapka da geçirmişti.
"Alessi sık sık bu mekana geliyormuş." dedi karşımızdaki mekanı gösterek. "Gidip bir bakalım belki buradadır." diyerek belimden tuttu ve ilerlemeye başladı. Birlikte mekana gelince kısaca etrafıma göz gezdirdim.
Bar kafe tarzı bir yerdi. Mekanın ortası masallarla doluydu ve girişe yakın olan köşede ise bar tezgahı vardı. Onun hemen karşısında ise küçük bir sahne vardı. Hoş bir mekandı ama Alessi'nin sık sık uğradığını düşünürsek bir işlerin döndüğü kesindi. O kadının ayak bastığı her yerde bir şey vardır kesin.
Araf'la birlikte bar tezgahına gidip oturduk. Araf barmene iki tane kokteyl söylerken ben mekandaki insanları incelemeye başladım. Fazla kalabalık değildi, birkaç çift ve birkaç arkadaş grubu vardı sadece.
Önüme konulan kokteylle bakışlarımı barmene çevirdim, göz ucuyla bize bakıp işine döndü. Önümdeki kokteyli içerken mekana giren iki kişi dikkatimi çekti, içeriye girer girmez Araf ve bana bakmışlardı. Buna kaşlarım çatılırken kolumla Araf'ı dürtüp gözlerimle o adamları gösterdim. Araf da adamlara bakarken adamlar bir yere oturup garson çağırdılar. Nedense bu adamlardan işkillenmiştim.
Elimdeki kokteyli bırakıp Araf'a doğru yaklaştım, o da elini belime yerleştirirken sadece ikimizin duyacağı bir sesle konuştum. "Sana gösterdim adamlardan işkillendim, içeriye girer girmez bize baktılar."
"Ya bizi tanıdılar..." dedi adamlara göz ucuyla bakarak. "... Ya da Alessi'nin adamları." Bakışları bana döndü. "İkince seçenek olmasını yeğelerim." Ben de, ilk günden birileri tarafından tanınıp yakalanmak istemiyordum.
Kokteylimi elime alırken gözüm mekanın içindeki televizyona kaydı. Genelde müzik açmak için veya öylesenine bir kanal izlemek için çoğu mekanda oluyordu ve burada da vardı. Sorun televizyonun olup olmaması değil, sorun televizyonun bir magazin kanalında olması ve konuşulan konunun biz olmamızdı. Hayır git bugün hangi ünlü ne giydi diye araştır ve onu eleştir, niye bizi konuşursun ki?
"Araf televizyondayız." dedim ağzımın içinden. Ekranın köşesinde de bizim fotoğrafımız vardı. "Her an birinin bizi fark etmesi an meselesi." Araf göz ucuyla ekrana baktı.
"Hemen kalkarsak dikkat çekeriz, beş dakika daha oturup dikkat çekmeden kalkarsak daha iyi." Onu onaylayıp önüme döndüm. Her ne kadar ikimizde sakin görünsek de bir hayli endişeliydik. Çünkü biri bizi anında fark edebilirdi ama kaçarcasına kalkarsak da bu sefer daha çok dikkat çekeceğimiz için mecbur biraz daha oturmaktan başka şansımız yoktu.
kimseyle göz teması kurmamak için elimden geleni yaptım ama ara ara o iki adama da bakmadan duramadım.
Birkaç dakikanın sonunda yine o iki adama bakınca ayaklandıklarını gördüm. Bakışlarını bize dikerek yanımıza doğru gelmeye başladılar. "Sanırım bizi tanıdılar." dedim Araf'a. Telaşımı belli etmemeye çalışıyordum ama fazlasıyla telaşlıydım, çünkü eğer bu adamlar bizi tanıdıysa yakalanmamız an meselesiydi. "Bize doğru geliyorlar." Araf göz ucuyla adamlara bakıp elini cebine attı ve aceleyle ayağa kalkarken boştaki eliyle benim tuttu, cebinden çıkardığı parayı bar tezgahına bırakıp benimle birlikte dışarıya doğru koştu. Adamlarında peşimizden koştuğunu görünce hızlandık.
Dışarıya çıkınca motora gitmek yerine sağ tarafa dönüp koşmaya devam ettik. Eğer motora doğru koşsaydık yakalanma olasılığımız artardı. Motora bin, kaskı tak, çalıştır diyene kadar adamlar bizi kesin yakalardı.
Gözümdeki gözlükler beni rahatsız ettiği için boştaki elimle çıkarıp cebime soktum. Dışarıdaki insanların tuhaf bakışlarını umursamadan Araf'ın yönlendirmesiyle koşmaya devam ettim. İnsanların yanından rüzgar gibi geçtiğimiz için bu kadar kısa bakışmadan bizi tanıyamazlardı. Omzumun üstünden arkama baktığımda adamların dört kişi olduğunu gördüm. En son iki kişi koşuyordu peşimizden hangi ara dörde yükseldi bunlar?
"Araf dört kişi olmuş bunlar!" dedim nefes nefese. "Bence ayrılalım, eminim ki iki kişi benim iki kişi de senin peşinden gelir. Fırsatını bulunca da kaçarız veya adamları etkisiz hale getiririz."
"Olmaz! Seni tehlikeye atamam!" Koşmaya devam ederken göz devirdim.
"Araf birkaç gün öncesine kadar bende askerdim, hatta senin timinin komutan yardımcısıydım. Unuttuğunu düşünerek hatırlatmak istedim."
"Unutmadım, unutmamda ama o zamanlar askerdik, peşimizde tüm Türkiye yoktu." Beni sağ tarafa çekince o tarafa dönüp koşmaya devam ettim.
"Ne fark eder? Ha tüm Türkiye ha tüm dünya, ben yine kendimi koruyamıyor muyum? Koruyorum. Kaç kişinin peşimde olduğunun ne önemi var?" Nefes nefese bana bakıp önüne döndü.
"Yanında silah var mı?" Pes etmesiyle sırıttım.
"Var."
"Tamam ama sakın adamları öldürme, bir de cinayetten aranmayalım. Çok zor durumda kalırsan hayati tehlike oluşturmayan bir yerinden yaralar adamları ve kaç." dedi. Elimi bırakıp cebine attı, bu sürede hâlâ koşmaya devam ediyorduk. Cebinden çıkardığı kulaklıkların birini bana uzattı. "İletişim halinde olalım. Telefona kart takmakla vakit kaybetmek yerine kulaklıklar daha iyi." Koşmaya devam ederken kulaklıklardan birini aldım. "İleride ayrılıyoruz, sen sağa git ben de düz devam edeceğim." Onu onaylayınca hızımızı arttırdık ve ayrılacağımız yere gelince ben sağ tarafa döndüm, o ise dümdüz koşmaya devam etti.
Apartmanların arasından hızla koşmaya devam ederken bir anlığına arkama baktım ve tam da tahmin ettiğim gibi iki kişinin benim peşimden koştuğunu gördüm. Elimdeki kulaklığı kulağıma yerleştirip aktif hale getirdim. Apartmanların arasından geçerek sol tarafa döndüm, burada kimse yoktu, işlek bir yer değildi.
Adamları kontrol etmek amacıyla arkama bakmıştım ki gördüğüm şeyle durmak zorunda kaldım. Daha doğrusu görmediğim şeyle durmak zorunda kaldım çünkü arkamda kimse yoktu.
Belimden silahımı çıkarıp etrafımda döndüm. Birden nereye kaybolmuşlardı bunlar?
"Araf adamlar yok!" dedim kulaklıktan. Elimdeki silahla etrafımda dönmeye devam ettim. Etrafta birilerinin olmaması işime geliyordu.
"Nasıl yok? İzini mi kaybettirdin?" Araf'ın sorusuyla etrafımda dönmeyi kesip ilerlemeye başladım, tabii salak gibi geldiğim yöne değil tam aksi yöne gittim.
"Hayır. Onlardan kaçarken sağ tarafa döndüm ve bir baktım ki adamlar yok. Bana çok yakın olmasalarda ne tarafa döndüğümü gördüklerinden eminim ama yok oldular birden."
"Dikkat et Ateş Parçası, bir yere saklanmış olabilirler, gafil avlama peşindelerdir." Uzun zaman sonra lakabımı ondan duyunca gülümsedim.
"Merak etme, nede olsa ben Hayalet'in Gölge'siyim. Hallederim onları." Silah sevkiyatında söylediği kelimeleri kullanmıştım. O gün çok hoşuma gitmişti ama bir daha kullanmamıştı.
"Öyle tabii." dedi, sesi nefes nefese gelsede keyifli sesini anlayabiliyordum. "Gönlüme düşen bir ateş ama benim bir parçam, beni bırakmayan bir gölgem." Gülümseyerek etrafıma baktım.
"Dur bir dakika ya." dedi birden. Ben bir şey oldu diye endişelenirken söylediği sözlerle endişem yok oldu ve güldüm. "Tam şu anda Meriç veya Soner'in araya girmesi gerekiyordu ve benim de onlara kızmam gerekiyordu." Doğru, şimdiden onların bizi basmasını veya aramıza girmesini özlemiştim. "Araya giren biri olmayınca bir tuhaf oldu." Gülerek etrafıma baktım, adamlar hâlâ görünürde yoktu.
"Adamlar senin peşinde mi hâlâ?" Sordum ve sola dönüp başka bir sokağa girdim. "İstersen yanına geleyim adamlar görünürde..." diyordum ki duyduğum adım sesleriyle anında sustum.
"Cemre? Bir şey mi oldu?" Araf'ın telaşlı sesini duysamda cevap vermedim, adım seslerini dinlemeye devam ettim. Arka çaprazımda birden fazla ayak sesi duyuyordum ve oldukça yaklaşmışlardı bana. Ben konuşmayı kesince durdukları için konuşmaya devam ettim ve yürüdüm.
"Sen nerede olduğunu söylesene. Belki gelirim." dedim, belki kelimesinden bir şeylerin ters gittiğini anlardı herhalde.
Elimdeki silahı temkinli bir şekilde belime yerleştirdim ve sesleri dinlemeye devam ettim. Bir yandan da dikkat çekmemek adına yürüyordum.
"Peşindeler mi?" Araf'ın sorusuyla güldüm. Anlamıştı.
"Evet ama merak etme, hallederim." Adım seslerinin giderek bana yaklaştığını fark edince kemer yerime taktığım bıçağı aldığım gibi arkamı dönüp beni takip eden kişiye doğru savurdum. Çevik bir hareketle bıçaktan kurtulurken yanındaki adam elime tekme atıp bıçağı elimden düşürmeme neden oldu. Elimin acısını görmezden gelerek bir adım attım ve elime tekme atan adamın diz kapağına ayağımı geçirdim. Diğerine de bir yumruk attım. Yumruğun etkisiyle sendeleyip birkaç adım geriledi. O kendini toparlayana kadar diz kapağına vurduğum adamın hareketlendiğini fark edip ona odaklandım. Yumruk atacağını anlayınca yumruğunu havada yakaladım ve elini ters çevirip adamı karşımızdaki apartmanın duvarına fırlattım.
"Dur!" Az önce yumruk attığım adam durmamı söylesede ona doğru gittim ve bacak arasına tekmeyi geçirdikten sonra yerden bıçağımı alıp az önce duvara fırlattığım adamın yanına gittim, kolumu boynuna dolayıp bıçağı da şah damarına bastırdım. "Sakın! Dur!" dedi az önce konuşan adam.
"Kimsiniz? Kim gönderdi sizi?" Dişlerimin arasından sordum. Kulaklıktan kesik kesik Araf'ın da sesini duyuyordum. Sanırım o da peşindeki adamlarla boğuşuyordu. "Cevap verin lan! Yoksa kesirim boynunu!" Karşımdaki adamın sırıttığını görünce kaşlarım çatıldı. Bacak arasına vurduğum için iki büklüm duruyordu ve yüzünde acı çektiğine dair bir ifade vardı ama benim son sözlerimden sonra acıyı es geçip sırıtmıştı.
"Sen mi?" dedi ve baştan aşağıya beni süzdü. "Sizler öyle durduk yere adam öldürmesiniz." deyince bizi tandığını anladım. Sanırım haberlerde bizi görmüştü ve tanıyınca yakalamak adına peşimize düşmüşlerdi. "Siz askerlerin masum birini öldürmediğini biliyoruz, onun için boşuna tehdit etme."
"Ben şu anda bir asker göremiyorum." dedim sert bir sesle. "Hani üniformam? Hani kimliğim? Ben göremedim siz gördünüz mü?" Sordum, cevap vermesini beklemeden devam ettim. "Bence siz de göremediniz, bu yüzden sizi öldürmem için ortada bir engel kalmadı." Bir an afalladı ama yüzünü hemen sabit tutmaya devam etti.
"Kim olduğumuzu öğrenmeden öldürmen sadece aptallık olur." dedi elimin altındaki adam.
Kulağına tıslar gibi "O zaman konuş seni ahmak herif!" dedim.
"İlk önce şu lanet olasıca bıçağı boynumdan çek! Konuştukça tenime daha çok temas ediyor!" Sırf ona inat bıçağı biraz daha bastırdım.
"Bu lanet olasıca bıçağı ya sen konuştuktan sonra çekerim ya da senin kafanı gövdenden ayırdıktan sonra. Seçim senin, hangisini istersin?"
"Türk askeri değil misin işte, hepiniz sinir bozucusunuz!" Ağzının içinden kurduğu cümleyle sırıttım.
"İltifat da ettiğine göre asıl konumuz olan konuya giriş yapalım." dedim. "Neden peşimize düştünüz? Kimsiniz? Bizden ne istiyorsunuz?"
"Alessi'ye çalışıyoruz." Karşımdaki adamın konuşmasıyla kaşlarım çatıldı. Biz onu ararken o bize adamlarını mı gönderdi yani? "O gönderdi bizi."
"Niye? Öldürmek için mi?" Sorumla karşımdaki adam göz devirdi, onun göz devirmesine ben de göz devirdim. Kadın bizi vatan haini olarak tanıtmıştı her yere ve peşimize adamlarını göndermişti, bu olaylar doğrultusunda gayette mantıklı bir soru sormuştum.
"Hayır tabii ki! Öldürecek olsaydı o dağ başında bunu çoktan yapardı." dedi elimin altındaki adam.
"Madem öldürmeyecekti niye bana saldırdınız?" diyerek sinirle ittirdi adamı, adam bıçağın temasından kurtulurken boynunu ovdu.
"Biri sana saldırırken sen öylece seni dövmesini, hatta..." deyip elimdeki bıçağa baktı. "Öldürmesini bekler misin?" Haklı sözleriyle göz devirip onlara bakmaya devam ettim. Konuşmayacağımı anladıkları zaman konuşmaya devam ettiler.
"Yarın bir davet var, Alessi sizin de orada olmanızı istiyor." Davet mi? Alessi bizi davet ediyor? Hem de başımıza bunca iş açmışken?
"Neden? Bu sefer sıradaki planı neymiş patronunuzun?" dedim ama cevap vermelerini beklemeden devam ettim. "Diğer iki adama söyleyin Araf'ı rahat bıraksınlar." Kulağıma hâlâ boğuşma sesleri geldiği için bunu demiştim.
Bacak arasına vurduğum adam telefonunu çıkarıp birini aradı ve saniyeler için boğuşma sesleri kesildi. Hemen ardından kulağıma Araf'ın sesi doldu. "Cemre iyi misin? Bir şey yapmadılar değil mi sana?"
"Merak etme iyiyim ama karşı taraftan birinin çocuk sahibi olması neredeyse imkansız." dedim sırıtarak, bacak arasına vurduğum adam kaşlarını çatarken yanındaki adam güldü. "Diğerinin de kellesini alıp Alessi'ye kargoyla gönderecektim ama kısmet bugüne değilmiş." dememle bu sefer bacak arasına vurduğum adam güldü ve diğeri kaşlarını çattı. "Neyse, sen o yanındaki adamları bırak buraya gel." deyip etrafıma baktım, az ilerideki tabeldan sokağın ismini görünce ona söyledim ve karşımdaki adamlara odaklandım.
"Niye bizi davet ediyor?" Sorumu yineledim.
"Onu da gelince öğrenirsiniz. Bize sadece gelip bunu söylememiz istendi." dedi ve cebinden bir kağıt çıkarıp bana uzattı. "Davetin yapılacağı mekanın adresi burada yazıyor." deyip yanımdan uzaklaştılar.
Kaşlarımı çatarak bir süre arkalarından baksamada bir şey yapmadan bir duvarın dibine çöküp Araf'ı beklemeye başladım. Beş dakikanın sonunda ise Araf'ın koşarak buraya geldiğini gördüm. Ayağa kalkıp yanıma gelmesini bekledim. Yanıma ulaşınca ise ilk önce baştan ayağa beni süzdü, iyi olduğuma emin olunca sıkıca bana sarıldı. Gülümseyerek kollarımı beline doladım ve başımı gögsüne yasladım. En fazla on dakika ayrı kalmıştık ama özlemiştim yinede.
"Sen iyi misin Araf? Bir şey yaptılar mı?" Ona sarılmaya devam ederken sordum. İyi olduğuna dair birkaç mırıltı çıkardı ve bana sarılmaya devam etti. Dudaklarını boynuma bastırıp iç çekerek birkaç defa öptü. Geri çekilip tekrardan bana baktı, bu sefer bakışları elimde durdu. Ben de baktığı yere bakınca sağ elimin bileğinin hafif kızardığını gördüm. Adam bıçağı elimden düşürmek için tekme attığında olmuştu sanırım.
Elimi ellerinin arasına alıp "N'oldu buraya?" dedi. Baş parmağıyla kızaran yeri okşuyordu.
"Önemli bir şey değil, Alessi'nin adamları tekme attı." dedim, kaşlarını çatarak bana bakınca onun henüz hiçbir şeyi bilmediğini hatırlayıp az önce olan şeyleri tek tek anlatmaya başladım. Anlatırken de ilerlemeye başladık. Sözlerim bitince bir şey demeden kızaran bileğime öpücük konurup beni kolunun altında aldı.
"Bu seferki derdi neymiş acaba?" dedi ve benimle birlikte ilerlemeye devam etti.
Motorun yanına gelince gözüme kafenin önünde konuşan adamlar takıldı. Alessi'nin adamlarıydı bunlar. Araf'ın da bakışlarının oraya kaydığını gördüm. "Sence Alessi bize bir tuzak kuruyor olabilir mi?" Adamlara bakarak sordum.
"Şüphelenmiyor değilim. Kadını artık hafife almamamız gerektiğini anladım." Haklıydı, ne kadar tehlikeli biri olduğunu ve ne kadar ileri gideceğini anlaşmıştık artık.
"O zaman yanına gitmeyeceğiz ama ayağımıza gelen bu fırsatı geri tepersek kim bilir onu bir daha nerede göreceğiz." dedim.
"Ayağımıza gelen fırsatı tepeceğiz ama ayağımıza gelen başka bir fırsatı tepmeyeceğiz ve değerlendireceğiz." deyince ona baktım, gözleriyle adamları gösterdi. "Adamları takip edeceğiz. İllaki Alessi'nin yanına gidecekler, gitmeseler bile onunla ilgili bir yere gidecekleri kesin." Kaşlarım şaşkınlıkla havalandı, tekrardan adamlara baktım. Bizi hâlâ fark etmemişlerdi.
"Ben bunu Yarbaya bildireyim, sen de gözlerini adamların üstünden ayırma." diyerek benden birkaç adım uzaklaştı. Cebinden tek kullanımlık bir kart çıkarıp telefona taktı ve saniyeler içinde Erdem Yarbayı aradı. O telefonla konuşurken ben de adamlara baktım, biri telefonla görüşürken diğer ikisi sigara içiyordu, sonuncusu ise sol tarafına bakıp duruyordu. Sanırım arabalarının gelmesini bekliyordu.
Araf telefonla konuşup yanıma gelirken adamların arabası geldi. Hepsi arabaya binerken Araf'a baktım. "Takip ediyor muyuz?"
Motorun üstündeki kaskın birini bana verirken başını salladı. "Evet, Erdem Yarbaydan onayı aldım." deyip kendi kaskını kafasına geçirdi. Ben de kaskımı taktıktan sonra onun arkasına yerleştim. Araf motoru çalıştırıp adamların peşine düşerken kollarımı onun beline sıkıca doladım. Yalnız ben Araf'ın motoru çalmasına laf etmiştim ama bizim de işimize baya yarıyordu.
Uzun bir yolculuğun ardından ormanlık bir alana girince kaşlarım çatıldı. Ormanda mı yaşıyordu?
Bu düşünceye güldüm, ha orman ha dağ ne fark eder ki?
Motor yavaşlarken etrafıma baktım, ileride bir ev görünüyordu. Adamlarla aramızda fazlasıyla mesafe bıraktığımız için ev bize bir hayli uzaktı ama az çok görünüyordu. Üç katlı büyük bir evdi ve etrafı adamlarla doluydu.
Araf motoru tamamen durdurunca aşağıya atlayıp kaskımı çıkardım. "Her yer adam dolu, nasıl gireceğiz içeriye?" diye sordum. Bir süre ne yapacağımızı bilemez bir şekilde evi izledik. Neredeyse bu süre beş dakika sürmüştü. Beş dakika izledikten sonra dışarıdaki adamlarda bir hareketlilik oluşmaya başladı.
"Araf bizi fark etmiş olabilirler mi?" Adamları izlerken sordum.
"Sanmam." dedi ileriye bakarak. "Öyle olsa direkt yanımıza gelirler ama onlar arabaya biniyor." Bakışlarım arabaya binen adamlara kaydı. Onun arkasında duran arabaya da başka adamlar bindi. Ben adamları izlerken yanımda oluşan hareketliliği bile sonradan fark ettim. Araf motoru ormanın içine doğru götürüyordu.
"Şimdi buradan geçecekler. Motora binip kaçmaya vaktimiz yok çünkü bizi fark etmeleri olası bir şey." diye açıkladı. Göz ucuyla tekrardan adamlara baktım. Tam tamına üç arabaya neredeyse bahçedeki korumaların yarısı binmişti. Arabaların motor seslerini duyunca koşar adımlarla Araf'ın yanına doğru gittim. O motor görünmesin diye yere yatırmıştı, ben yanına gelince ise elimden tutup kendisiyle birlikte beni bir ağacın arkasına götürdü. Tam o sırada bizim az önce durduğumuz yoldan üç siyah araba geçip gitti.
"Sence ne oluyor? Neden birden adamlar gitti?" Eve bakarak sordum. Bahçede çok az adam kalmıştı.
"Bilmiyorum ama ayağımıza gelen bu fırsatı değerlendirmeliyiz."
"Ya bizi görüp bir tuzak kurduysa?" Bir kez daha sordum.
"Öyle olsa bizi yarın düzenlenecek olan davete davet etmezdi." dedi. "Hem o kadar adamın gitmesinde farklı bir amaç olduğundan eminim. Sonuçta bizim burada olduğumuzu bilse bile bir yolunu bulup o kadar adamı aşarak evine gireceğimizi tahmin etmiş olurdu."
"Ne yapacağız peki? Onunla ilgili bir şeyler mi arayacağız yoksa onu yakalayacak mıyız?"
"Yakalamak olmaz. Yakalasak bile tüm Türkiye'in önünde doğruları söylemez. Bizim öncelikli amacımız delil toplamak." dedi düşünceli bir sesle. "Mesela ailesi bir yıl ortadan kaybolmuş sonrada trafik kazasında öldü diye kayıtlara geçmiş. Bunun altından bir şey çıkacağını hepimiz biliyoruz. Sonra, illegal işler yaptığına dair kanıt bulmamız lazım. Bu ikisine yoğunlaşıp evde bir şeyler arayabiliriz. Elimizde ne kadar çok delil olursa o kadar iyi." Bakışları bana kaydı. "Mesela bir bilgisayar, suçlunun da masumun da işine yaran bir alet. Eğer evdeyse bir telefon, tüm suçların ortağı. Bunları ele geçirirsek ve ekstra bir şeyler bulursak ondan bir adım önde olmamız kaçınılmaz olur."
Haklıydı, onu yakalamak bizim işimize gelmezdi. Bir suçlu öyle kolay kolay suçunu itiraf etmezdi. İlk önce suçunu itiraf edecek zayıf noktasını bulup ona yoğunlaşmalıydık. Bunu da risk alarak evine girmekle yapmamız bence en doğrusuydu. Sonuçta evini bulmuştuk, ayağımıza yine bir fırsat gelmişti.
"O halde giriyoruz." dedim, elimi tutup başını salladı.
"Aynen öyle." diyerek beni evin arkasına doğru yönlendirdi. Evin arkasına gelince bahçenin içinde üç adam olduğunu gördük. Ara ara etrafta dolanıyorlardı. Aynı şekilde ön tarafta da adamlar vardı ama yan tarafta yoktu. Arka taraftaki adamlar ara ara dolanıp kısaca oraya göz atıyorlardı.
"Yan taraftan gireceğiz. Pencereyi açtığımızda işimiz daha kolay olur." dedi Araf. "Adamlar sık sık dolanmıyor, birkaç dakikada bir anca dolanıyorlar. O süre içinde bahçeye girip camı açmamız lazım. Sen etrafı kolaçan ederken ben de camı açarım." Başımı sallayıp onu onalaydm. Tekrardan adamların etrafı dolanmasını bekledik. Etrafı dolanıp yine oldukları yerde durunca ağaçlık bahçenin içine girdik. Hem arka hem de ön taraftaki adamları kontrol edip hızlı ama bir o kadar da sessiz bir şekilde içeriye gireceğimiz pencerenin yanına koştuk.
Nefes nefese duvarın dibine yaslanıp birkaç saniye soluklandıktan sonra vakit kaybetmemek adına kendimizi kısa süre içinde toparladık. Araf pencereyle uğraşırken ben de olduğum yerde hem ön hem de araka taraftaki adamları kontrol etmeye başladım. Herhangi bir ters durumda kullanmak amaçlı belimdeki bıçağı sıkıca kavrayıp bekledim.
Birkaç dakikanın sonunda Araf pencereyi açınca yanına gittim ve deri ceketimin içindeki siyah eldivenleri elime geçirdim. Araf zaten pencereyi açmaya çalışmadan önce giymişti. Eldivenleri elime geçirdikten sonra gerek olmasada Araf'ın yardımıyla içeriye girdim, arkamdan da Araf girdi.
Ev sessizdi, sanırım Alessi yoktu. Olsa kızının sesi illaki çıkardı diye düşünüyorum.
"Üst kata çıkalım, alt katta korumalar bizi fark edebilir." dedi Araf. Onu başımla onaylayarak merdivenlere ilerleyip üst kata çıkınca sağ ve sola ayrılan iki koridor karşıladı bizi. "Bence ayrılalım, sen sağ tarftaki odaları araştır ben de sol." Yine onu onaylayınca ayrıldık. İlk karşıma çıkan odaya girdim ama buranın banyo olduğunu anlayınca geri kapattım. Banyoda bir şey saklayacağını pek sanmıyordum.
Onun yanındaki odaya girdim, burası da boş bir odaydı, eşya bile yoktu. Bu odayı da kapatıp onun yanındaki odaya girdim ve burasının bir yatak odası olduğunu anladım. Ama biraz dağınıktı, sanki biri burayı dağıtmış gibiydi.
İçeriye doğru bir adım atmıştım ki ayağıma çarpan şeyle durmak zorunda kaldım. Tam o sırada da merdivenlerden topuklu ayakkabının tıkırtıları gelmeye başladı. Başımı merdivene çevirince Alessi'nin elinde silahla yukarı çıktığını gördüm.
"Hadi ama, ben sizi düzenlediğim davete davet ediyorum ama siz hırsız gibi evime giriyorsunuz." dedi. Onu es geçerek az önce ayağıma çarpan şeye baktım. Bir flash bellek vardı, yanında sim kartı vardı. Tekrardan Alessi'ye bakınca henüz yukarıya çıkmadığını gördüm ve hızla yere eğilip sim karyıyla flash belleği aldım ve ceketimin cebine sokup Alessi'ye baktım.
"Yakıştı mı şimdi bu size?" dedi alaylı bir sesle. Araf'a bakınca onunda bir odanın önünde durduğunu gördüm. "Hırsız gibi bir eve girmek sizin gibi askerlere hiç yakıştı mı?" dedi, elindeki silahla başını kaşıyıp devam etti. "Pardon ya, şu sıralar yaptığım şeyleri biraz unuttuğum için sizi vatan haini olarak tanıttığımı unutmuşum." deyip güldü.
Umarım o silahla başını kaşırken silah kafanda patlar!
"Bizi niye davetine çağırdın?" dedim olduğum yerde durarak.
"Bunu yarında sorabilirdin Maviş, keşke buralara kadar zahmet etmeseydin." Tam ona cevap vermek için dudaklarımı aralamıştım ki merdivenlerden biri koşarak Alessi'nin yanına geldi. Korumalarından biriydi.
"Geliyorlar efendim." dedi. Kaşlarım çatılırken Alessi'nin sırıtan yüzüne baktım, elindeki silahı korumaya verdi.
"Tamam, gidebilirsin sen." dedi, adam silahla birlikte anında aşağıya inip gözden kayboldu.
Neler olduğunu anlayamaz bir şekilde koridorun diğer ucundaki Araf'la bakıştık. Tam o esnada kulaklarıma bir ses ilişti.
Bu polislerin siren sesiydi!
"Siktir!" Araf'la aynı anda küfür ederken tekrardan bakıştık.
Tuzağa mı düşmüştük?
Bizi vatan haini olarak tanıttığı yetmemiş gibi bir de kendi elleriyle ihbar mı etmişti?
Selam nasılsınız?
Bölüm nasıldı?
Alessi gerçekten Araf ve Cemre'yi polislere ihbar etmiş midir?
Cemre'nin bulduğu flash bellekte ve sim kartında önemli bir şeyler var mıdır?
En sevdiğiniz sahne?
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere kendinize iyi bakın🤍
|
0% |