Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1.Bölüm "Şanslı Günümdeyim Anlaşılan!"

@kitap__gezegeni1


Keyifli okumalar

 

1.Bölüm" Şanslı Günümdeyim Anlaşılan!

 

İlk günden bela beni bulmuştu...

Havaalanından çıkınca olduğum yerde durup etrafıma baktım. Boş bir taksi görünce elimdeki bavulu çekiştirerek oraya doğru ilerlemeye başladım. Taksinin önüne gelince taksici elimden bavulu alıp bagaja yerleştirdi. Taksici bavulu yerleştirirken ben de arka koltuğun kapısını açıp bindim, sırtımdaki çantamı çıkarıp kucağıma koydum. Kısa süre içinde taksicide arabaya bindi ve arabayı çalıştırdı. Dikiz aynasından bana bakıp "Nereye gidiyoruz?" diye sordu.

 

"4. Hudut tabur komutanlığına." dedim. Adam bir süre aynadan bana bakıp yola çıktı. Ben de adama bakmayı kesip önüme döndüm ve akıp giden yolu izlemeye başladım.

 

Aklıma telefonum gelince cebimden çıkardım ve uçak modundan çıkarıp anneme uçaktan indiğime dair kısa bir mesaj yazdım. Tabura gidince arayacağımı da eklemeyi ihmal etmedim.

 

"Asker misiniz?" Taksicinin sorusuyla telefona bakmayı kestim ve dikiz aynasından ona baktım. Istemsizce tek kaşım kalktı. Adam bakışlarımı görmüş olacak ki devam etti. "Tabura gidiyorsunuz ya asker misiniz yoksa bir tanıdığınız mı var?"

 

"Askerim." deyip camdan dışarıya bakmaya başladım. Çaktırmadan adamı kontrol etmeyi de ihmal etmedi. Cebinden telefonunu çıkardığını görünce ofladım. İlk günden bela beni bulmuştu! Şanslı günümdeyim anlaşılan!

 

Kucağıma bıraktığım çantamdan silahımı çıkartıp bacağımın arasına koydum. Sonra telefonumu çıkardım ve arama motoruna gideceğim taburun adını yazdım. Yol tarifine bakıp beklemeye başladım. Kısa süre içinde taksici ters yöne gitmeye başlayınca göz devirdim. "Neden yolu değiştirdiniz? Bildiğim kadarıyla taburun yolu bu tarafta değil." dedim taksiciye bakarak. Bakalım hangi yalanı söyleyecek.

 

"Bu yol kestirme olduğu için buradan gidiyoruz." deyince tekrardan telefona baktım. Tabur çok ters istikamette kalmıştı. Tahmin ettiğim gibi yalan söylüyordü. Telefonu cebime koydum ve çantamı da sırtıma taktım. Bacağımın arasına yerleştirdiğim silahı çıkarıp adama doğrulttum.

 

"Sağa çek!" dedim dişlerimin arasından. Aynadan yutkunduğunu gördüm. Geri zekalı! Fark etmeyeceğimi sanıyordu herhalde. Konuşmak için ağzını açmıştı ki sert bir şekilde tekrardan konuştum. "Son ikazım! Sağa çek!"

 

Hızlı hızlı başını salladı. Arabayı sağa çekince kapıyı açtım ve konuştum. "Yerinden kımıldama!" Taksiden indim ve etrafından dolanıp adamın yanına ulaştım. Kapıyı açıp silahı ona doğrultmaya devam ettim. "Kime mesaj attın?" diye sordum. Asker olduğumu öğrendikten sonra telefona bakıp bir şeyler yapmıştı. Az buçuk tahmin ediyordum ama yine de sordum işte.

 

"Kimseye, kimseye mesaj atmadım. Nereden çıkardın bunu?" dedi tedirgin bir sesle. Hem korkuyor hem de bir askeri kaçırmaya çalışıyor. İşte Kars'taki ilk günümde de ben bunlarla uğraşıyorum.

 

Silahı adama doğru tutmaya devam ederken tek elimle çantamı açıp içinden plastik kelepçeyi buldum ve çıkardım. Silahımı belime yerleştirip adamın ellerini direksiyona kelepçeledim. Ben bunları yaparken sürekli bir şeyler söyledi ama dinlemedim bile. İşim bitince ceplerini kontrol edip telefonunu buldum. Telefonu açtım ve mesajlar kısmına girdim. Son attığı mesaja tıklayıp baktım. Bir askerin arabaya bindiğini yazmıştı, bir de beni götüreceği yerin adresini atmış. Yani terör örgütüne çalışıyordu. Böyle insanlar bu dönmede az kalmıştı ama hâlâ terör örgütüne çalışan bunun gibi insanlar vardı maalesef.

 

Telefonu yere attım ve ayağımla üstüne basıp kırdım. Bu sırada taksici sürekli bir şeyler diyordu ama dinlemedim dediklerini. Taksinin kapısını kapattım ve arka tarafa ilerledim. Bagajı açıp bavulumu aldıp buradan uzaklaşmaya başladım.

 

Bakışlarım etrafta gezindi. Hava kararmak üzeriydi ve dışarıda kimse yoktu. Sanırım hava soğuk olduğu için herkes evindeydi. Cebimden telefonumu çıkardım ve arama motoruna Kars 4.hudut tabur komutanlığı yazdım. İlk çıkan sayfadan numarasını bulup aradım ve ilk önce kendimi tanıtıp bir askerin gelip beni almasını rica ettim. Bir timin gelip beni alacağını soylediler ve telefonu kapattılar. Terör örgütüne çalışan taksiciyi de askerler gelince alacaktı.

 

Aslında bir taksi çevirip tabura gidebilirdim ama binde bir de olsa yine aynı olayla karşılaşabilirdim. Üstelik bu adamın da alınıp sorgulanması gerekiyordu. Bu yüzden en iyisi askeriyeyi aramaktı.

 

Daha fazla ayakta beklemek yerine önünde durduğum kaldırıma oturdum. Üşüdüğüm için montumun fermuarını boğazıma kadar çektim. Sonbaharda olmamıza rağmen hava çok soğuktu. Doğu'nun soğuğuda bir başkaydı işte.

 

Cebime koyduğum telefonu tekrardan çıkardım ve hava durumuna baktım, -5 dereceydi hava. Soğuk havaya alışıktım aslında, bundan önceki görev yerim Ankara'ydı ama burası cidden çok soğuktu. Sonbaharda bile bu kadar soğuk oluyorsa kışı düşünemiyordum.

 

Montumun kapüşonlusunu kafama taktım ve ellerimi de ceketimin ceplerine soktum. Askerler gelene kadar burada donmasam bari. Keşke daha kalın giyinseydim. Mevsimlik giyinmek bu soğuk için pek olmamıştı.

 

Hafif kararmaya başlayan gökyüzüne çevirdim bakışlarımı. Birkaç tane yıldız görünmeye başlamıştı. Şehirde pek yıldız görünmüyordu ama dağa, göreve çıkınca daha çok görünüyordu.

 

Önüme döndüm ve önüme bıraktığım bavulu alıp sağ tarafıma koydum. Hafif rüzgar esiyordu, en azından bavul biraz olsun engellerdi rüzgarı. Etrafıma bakmak için başımı sağ tarafıma çevirmişti ki ileride bir gölge gördüm. Soğukkanlı davranıp fark etmemiş gibi yaptım ve etrafıma bakıyormuş gibi yaptım. Tekrardan önüme dönüp bekledim.

 

Göz ucuyla tekrardan o gölgenin olduğu tarafa baktım, gitmişti. Dikkatli bir şekilde etrafımı dinlemeye başladım. Bir yandan da dikkat çekmeden etrafıma bakıyordum.

 

Arkamda hissettiğim hareketlilikle dikkatimi oraya verdim. Yanıma doğru birileri yaklaşıyordu. Soğuktan kızardığına emin olduğum burnumu çektim ve ayağa kalkmak için sağ ayağımı hafif öne doğru getirdim, diğer ayağımda geri de kaldı. Arkamdaki kişilerin yeterince bana yaklaştığından emin olunca hızla oturduğum kaldırımdan kalkıp sağ elimi belime götürdüm ve silahımı aldım. Eş zamanlı olarak arkama dönüp silahı karşımdaki kişilere doğru tuttum. İki kişilerdi, ikisinde de silah vardı. İçlerinden birinin silahı ateşleyeceğini anlayınca ondan önce silah tutan eline ateş ettim. Kurşun eline isabet etmesiyle acıyla bağırdı ve silah elinden düştü.

 

Diğerininde hareketlendiğini görünce bacağına ateş ettim. Bacağına sıktım adam acıyla bağırıp yere düşerken eline ateş ettiğim adam diğer eliyle silahını yerden geri almıştı. Beklemeden diğer eline de ateş ettim. ikisi acıyla inlerken etrafıma baktım, evlerindeki birçok kişi buraya bakıyordu. Yarısının elinde de telefon vardı. Sanırım jandarmayı arıyorlardı. Şehirin ortasında böyle bir şeye şahit olmadıklarına emindim.

 

Onları umursamadan yerdeki adamların yanına ilerledim. Büyük ihtimalle taksicinin mesaj attığı kişilerdi bunlar, yani teröristler. Konuşmak için ağzımı açmıştı ki bu sefer de arkamda bir ses duydum. Hiç beklemeden arkama döndüm ve aynı anda da silahımı karşımdaki kişiye doğrulttum ama geç kalmıştım çünkü karşımdaki kişi sol omzuma ateş etmişti. Onun hemen arkasından ben de ateş ettim ama kolumdan vurulduğum için elim titredi. Bu yüzden karşımdaki adamın kolunu kurşun sıyırmıştı.

 

Dişlerimi sıkarak elimdeki silahı daha sıkı kavradım ve karşımdaki adama nişan almıştım ki ense kökümde kesin bir sızı hissetmem bir oldu. Bir anlığına dikkatim dağıldığı için arkamdaki adamları unutmuştum.

 

Aynı yerde yine aynı sızıyı hissedince gözlerim kapanmaya başladı. Bilincim yavaşça kapanıyordu. Bilincim kapanmadan önce son hatırladığım soğuk asfalta düşmem oldu.

 

*

*

*

 

Yüzüme gelen suyla hızla gözlerim açıldı. İlk birkaç dakika nerede olduğumu ve bana ne olduğunu kavrayamasam da sonradan bayıltıldığım aklıma. Etrafıma baktım ama alnımdaki sular gözüme girdiği için net bir şey göremedim. Yüzümdeki sular aksın diye başımı iki yana salladım. Etrafımı daha net görmeye başlayınca çevreme bakmaya başladım. Bir mağarada olduğumu anlamam da uzun sürmemişti zaten. Eski bir sandalyenin üstünde ellerim ve kollarım bağlı bir şekilde oturuyordum, karşımda da bir grup adam vardı. Birinin elinde bir kova vardı, yüzüme suyu döken de o olmalıydı.

 

Ben etrafıma bakmaya devam ederken mağaranın içine bir tane adam ve yanında küçük bir çocuk girdi. Sanırım çocuk on altı yaşlarında falandı. "Günaydın Üsteğmenim, bir an uyanmayacaksın sandık ya." dedi adam bana yaklaşarak. "Bizimkiler sana sert davranmış anlaşılan. O kadar da dedim sert davranmayın, olay çıkarmadan buraya getirin diye ama işte söz dinlememişler." dedi tam önümde durarak.

 

Arkasındaki adamlara baktım tek tek. Sonra da karşımda duran adama baktım, bakışlarım kısa süreliğine yanındaki çocuğa kaydı. Gözlerini kırpmadan bana bakıyordu çocuk. Çocuğa daha fazla bakmadan yanındaki adama döndüm tekrardan. "Sahiplerine çekmişler desene." dedim sakin bir sesle.

 

Sinirlendi ama belli etmemeye çalışarak sırıttı. "Ağzın iyi laf yapıyor anlaşılan." dedi, üzerime doğru eğildi ve elini çeneme koyup sıktı. Dişlerinin arasından konuşmaya başladı. "Ama burada ağzı iyi laf yapanlar genelde öteki tarafa erken gider." dedi, mümkünmüş gibi çenemi biraz daha sıktı. "Hele ki bu kişi Türk askeriyse daha erken gider."

 

Derin bir nefes alıp başımı hızla geri çektim ve bu sayede çenemdeki elin boşluğa düşmesini sagladım. Hiç beklemeden başımı hızla öne doğru getirdim ve adamın burnuna kafa attım. O acıyla bağırıp geriye doğru giderken ifadesiz bir şekilde izledim sadece. Arkasında bekleyen adamlardan biri yanına gidip elindeki bezi burnuna tuttu adamın.

 

Burnuna kafa attığım adam sinirle bezi alıp yere attı. Büyük bir sinirle bana bakıp işaret parmağını bana doğru tuttu ve tehditvari bir şekilde salladı. "Bunu çok pis ödeteceğim sana!" deyip çıktı mağaradan. Onun arkasında da içerideki diğer teröristler çıktı, sadece çocuk içeride kalmıştı. Bakışlarımı ona çevirdim, az önceki gibi gözlerini bile kırpmadan bana bakıyordu.

 

"Yusuf!" Az önce burnunu kırdığım adam dışarıdan bağırınca başımda bekleyen çocuk koşarak dışarıya çıktı.

 

Çocuğun arkasından bakmayı kestim ve ellerimi hareket ettirmeye çalıştım. Ellerimi hareket ettirmeye zorlarken omzumda hissettiğim sızıyla oraya baktım, omzum eski bir bez parçasıyla sarılmıştı ve kazağımın kolu komple kan olmuştu. Dişlerimi sıktım ve acıyı unutmaya çalışarak ellerimi hareket ettirmeye devam ettim.

 

"Siktir ya!" Ağzımın içinden küfür etmeden duramadım. nasıl bağladılarsa ellerim hareket etmiyordu. Üstüne bir de kolum kanamaya başlamıştı.

 

Başımı yana yatırıp sandalyeye baktım, tahtadan eski bir sandalyeydi. Sandalyeyle birlikte kendimi yere atarsam büyük ihtimalle kırılabilirdi. Eskiydi zaten hemen kırılacağını düşünüyordum.

 

İlk önce mağranın girişini kontrol ettim biri geliyormu diye. Kimsenin gelmediğinden emin olunca kendimi sağ ve sola doğru sallamaya başladım. Kolumdaki yara kendini belli etmek ister gibi sızlamaya başlayınca dişlerimi sıktım ve acıyı düşünmemeye çalışarak yere düşmeye çalıştım. Tam sağ tarafa doğru düşüyordum ki biri sandalyeyi tuttu. Beni tutan kişi yüzünden düşemedim ve planım suya düştü.

 

Sinirle bir soluk alıp sandalyeyi tutan kişeye baktım. Az önceki adamın yanımdaki çocuktu bu. Adı Yusuf'tu sanırım. Sandalyeyi düzeltti ve "Rahat dur." dedi. Konuşmak için ağzımı açmıştım ki mağaranın içine başka biri girdi. Yanımdaki çocuğa bakarak konuşmaya başladı.

 

"Hızlı ol Yusuf! Birazdan başlacağız." dedi. Göz ucuyla bana bakıp çıktı mağaradan.

 

Adının Yusuf olduğunu öğrendiğim çocuğa baktım. Yanımdan uzaklaşıp mağranın girişine ilerledi, başımı hafif yana yatırıp oraya baktım, bir tane kamera vardı. Sanırım benim videomu çekip TSK'ye göndereceklerdi. Yani tehdit edip bir şeyler isteyeceklerdi.

 

"Benim üzerimden bilgi mi almaya çalışacaksınız?" dedim alaylı sesimle. "Boşuna uğraşıyorsunuz, kimse size bilgi vermeyecek."

 

Yusuf denen çocuk elindeki kamerayla yanıma geldi. "Bunu ben de biliyorum." dedi, kamerayı tam karşıma kurup tekrardan bana baktı. "Ama buradaki yarım akıllılar bunu anlamak istemiyor." deyince gözlerimi kısarak ona baktım.

 

"Buraya zorla mı getirildin?" Merakla sordum. Az önceki dediği şey bunu düşündürmüştü bana.

 

Güldü, yanıma doğru adımladı. Arkama geçince omzumun üstünden ona bakmaya çalıştım. "Birazdan senin videonu çekecekler. İnfaz etmekle tehdit edecekler ve senin de dediğin gibi bilgi almaya çalışacaklar senin üzerinden." Bağlı ellerimin arasına bir şey bıraktı. "Birazdan içeriye girdiklerinde ben onları bir şekilde dışarıya çıkaracağım. Bütün kampı bir yere toplayacağım. O sırada sen de elindeki çakıyla ipleri kesip çık buradan."

 

Tekrardan önüme geçince ona bakmayı başardım. Mağaranın çıkışına doğru ilerlerken hemen konuşmaya başladım. "Sen de benimle gel, burada isteyerek durmadığını anladım. Gel birlikte çıkalım buradan."

 

Omzunun üstünden bana baktı ve güldü. "Yanıldın komutan, ben burada isteyerek kalıyorum. Kendi isteğimle buraya geldim."

 

Alayla güldüm. "Madem kendi isteğinle buraya geldin, niye bana yardım ediyorsun? Sonuçta ben Türk askeriyim."

 

Benim dediğim şeyleri umursamadı bile. Önüne döndü ve mağaradan çıkmadan önce son kez konuştu. "Ben herkesi dışarıya çıkarınca oyalanmadan çık git buradan. Yakalanırsan seni bir daha kurtarma şansım olmaz." deyip çıktı.

 

Sıkıntıyla ofladım. Buraya zorla getirilmiş gibi durmuyordu ama bana yardım ediyordu. Sözleri ve yaptıkları birbiriyle çelişiyordu, bu sebepten de isteyerek mi yoksa zorla mı geldiğini anlayamıyordum. Sanki her ikiside olmuş gibiydi. Hem isteyerek hem de zorla gelmiş gibiydi ve bu tuhaftı. İkisinin de olması tuhaftı ve olanaksızdı.

 

"Acaba tuzak mı kurdular?" Kendi kendime konuştum.

 

Çocuğun dediği gibi yapacaktım ama dikkatli olmalıydım, tuzak olabilirdi. Burada olan kimseye koşulsuz güvenemezdim. Elimdeki çakıyı avucumun içinde sakladım. Bakışlarım omzuma kaydı, kan durmuştu sanırım.

 

Duyduğum konuşma sesleriyle mağaranın girişine çevirdim bakışlarımı. Bir grup terörist içeriye girdi, onların arkasında da burnunu kırdığım adam girmişti. Burnunun içinde pamuk vardı ve hâlâ sinirli bir şekilde bana bakıyordu. Gururuna yediremedi sanırım. "Her şey hazır mı?" Yanındaki adama bakarak sordu bunu.

 

Adam konuşmak için ağzını açmıştı ki içeriye nefes nefese kalmış bir şekilde Yusuf girdi. Aceleci bir şekilde konuşmaya başladı. "Başkan, acil gelmen lazım!" dedi nefes nefse. Bir süre soluklandı ve devam etti. "Bir aksilik oldu!"

 

Adam göz ucuyla bana bakıp Yusuf'u kolundan tuttu ve birlikte dışarıya çıktılar. İçerideki adamların hepside onların peşinden dışarıya çıktı, bir tanesi hariç. O benim başımda beklemeye başladı. Bakışlarımı adama çevirip dikkatli bir şekilde elimde tuttuğum çakıyı açtım. Fazla hareket etmeden ve dikkat çekmeden elimdeki ipleri kesmeye başladım. Bıçak yanlışlıkla parmağımı kesince inlememek için alt dudağımı ısırdım.

 

Parmağımın acısını boş verip ipleri kesmeye devam ettim. Elimdeki iplerin hepsini kesince yere düsmesin diye sıkıca ipleri tutmaya başladım. Adama bakmaya devam ettim. İlk dikkatsizliğinde etkisiz hale getirmem gerekiyordu. Yusuf adamları ne kadar süre oyalardı bilmiyorum ama bir an önce buradan kurtulmam lazımdı.

 

Bir anlığına başını mağaranın çıkışına uzatınca hemen elimdeki ipleri bıraktım ve hızlı bir şekilde yere eğilip ayağımdaki ipleri kestim. Ayağa kalmıştım ki adamın beni fark etmesi bir oldu. Omzuna astığı keleşi almaya yeltenince hemen oturduğum sandalyeyi tuttum ve birkaç adım atıp sandalyeyi yüzüne çarptım. Vurmamla adamın anında yere yığılması bir oldu zaten. O yerde baygın bir şekilde yatarken yanıma alabileceğim bir şey var mı diye etrafıma baktım. Adamın yanında, yerdeki keleşi görünce eğilip onu aldım. Dışarıyı kontrol edip çıktım yavaşça.

 

Etrafıma bakarak kamp alanından çıkmaya başladım. Kimseye görünmeden kamp alanının dışına çıkınca etrafıma baktım ve tam o sırada bir kayanın üstünde bekleyen Yusuf'la kesişti gözlerim. Elini kaldırıp sol tarafı işaret etti. O tarafa baktım, sanırım o tarftan gitmemi söylüyordu. Tekrardan ona dönmüştüm ama az önceki yerinde yoktu, çoktan gitmişti.

 

"İçimden bir ses seninle tekrardan karşılaşacağımızı söylüyor Yusuf." dedim kendi kendime. Etrafıma baktım ve mecbur gösterdiği yerden ilerlemeye başladım. Tabii temkinli bir şekilde çünkü ona hâlâ güvenemiyordum.

 

Yaklaşık iki saattir yürüyordum ve güneş tepedeydi ama ona rağmen hava buz gibiydi. Üstüne bir de rüzgar esmeye başlamıştı. Elimdeki keleşi omzuma asıp kazağımın kollarını ellerime kadar çektim, ellerimi kaldırıp birbirine sürtmeye başladım. Soğuktan hissetmediğim burnumu istemsizce çektim. Ellerim soğuktan buz gibi olmuştu.

 

İleride, iki büyük kayanın arasından akan suyu görünce yönümü o tarafa çevirdim çünkü çok susamıştım. Doğal su olmalıydı bu. Hoş, olmasa da içerdim. Dağda temiz su bulmak zordu, ya susuz kalırdın ya da bulduğun ilk suyu içerdin.

 

Suyun yanına gelince omzuma astığım tüfeği kenara koydum. Yere eğildim ve kazağımın kollarını kafif yukarıya çektim. Ellerimi birleştirip avucumu açıp taşların arasından akan suyun arasına koydum ellerimi. Elime değen buz gibi suyla istemsizce titredim, dişlerimi sıkıp avucuma suyun dolmasını bekledim. Elime su dolunca kaldırıp dudaklarıma götürdüm elimi. Tek seferde elimdeki suyun hepsini içtim. Bu şekilde birkaç defa daha içince eğildiğim yerden kalktım ve kaldığım yerden ilerlemeye devam ettim.

 

Soğuk sudan donan ellerimi ısıtmak için birbirine sürtmeye başladım. İşte tam o sırada fark ettiğim şeyle olduğum yerde durdum. Sağ ayağımı hareket ettirmeden hafif eğilip yere baktım. "Siktir ya! Bir bu eksikti cidden!" İstemsizce söylendim çünkü mayına basmıştım. "Dikkatsiz dikkatsiz yürürsen olacağı buydu Cemre!" Kendi kendime söylenmeye devam ettim.

 

Rüzgar biraz daha artınca ellerimi pantolonumun arka ceplerine soktum. Etrafıma bakmaya başladım ve sıkıntıyla ofladım. "Gerçekten de mükemmel bir gün! Kars'a adımımı atar atmaz şans ne güzel hep benden yana oldu!" Etrafıma bakarken söylenmeden duramadım.

 

"Off!" Omzumdaki keleşi indirdim ve namlusunu yere koydum, keleşe yaslanarak ondan destek aldım. "Kim bilir kaç gün bu şekilde duracağım!" dedim bastığım mayına bakarak. "Ben de bu şans olduğu sürece günlerce burada, bu şekilde dururum kesin." Soğuktan çenem titriyordu ama söylenmeden duramıyordum. Nasıl dikkatsiz yürürdüm anlamış değildim!

 

Saatlerdir mayının üstünde bekliyordum ve artık hava karamıştı, neredeyse gece yarısı olmuştu bile. Kendi kendime konuşmam dışında bana eşlik eden kurtların sesleri vardı. Hava karardığından beri hiç susmadan ulumaya devam ediyorlardı. Etrafıma baktım, bu zifiri karanlığı gökyüzündeki ay ve yıldızlar aydınlatıyordu sadece. Onun dışında aydınlatacak tek bir ışık kaynağı bile yoktu. Keşke telefonumu alsaydım kaçarken. Gerçi bu dağ başında çeker miydi orası ayrı bir konu. Tabii telefonumun tek parça olup olmadığı da belli değildi.

 

Bakışlarımı ellerime çevirdim, ayın ışığında görebildiğim kadarıyla soğuktan morarmaya başlamıştı ellerim. Eminim ki yüzüm de mosmor olmuştur. Kolumdaki yarayı soğuktan hissetmemeye başlamıştım artık. Her yerim soğuktan uyuşmuştu. Soğuktan titrememek için kendimi sıkıyordum kaç saattir, eğer titrersem ayağımda titrerdi. Bu da titremekten mayının üstündeki ağırlığın artıp azalmasına sebep olurdu. Yani patlardı, patlardım.

 

Birden arkamda duyduğum adım sesleriyle nefesimi tuttum ve ağzımı kapattım. Ağzımdan çıkan dumanla arkamdakiler her kimse beni fark ederdi. Az önce duyduğum adım sesleri birden yok oldu, hızla arkama baktım. "Bordo bereliler mi gelmişti acaba?" Kendi kendime sordum, ancak onlar birden ortadan kaybolabilirdi.

 

"Bir hayvanda olabilir aslında." deyip etrafıma baktım. Ne kadar ay ışığı etrafı aydınlatsada etrafım o kadar da net görünmüyordu.

 

Bir şey göremeyince tekrardan önüme döndüm. Yaslandığım tüfeği belime dayayıp moraran ellerimi birbirine sürtmeye başladım, bir yandan etrafımı dikkatli bir şekilde dinliyordum. Emindim, çevrede birileri vardı. Bunu duyduğum sesten ve ondan sonra oluşan garip sessizlikten anlamıştım. Ya bir havan vardı, ki eğer gerçekten hayvan varsa bu beni av olarak gözüne kestirdiği anlamına geliyordu. Çünkü az önceki sesten sonra yok olmuştu. Avına saldırmadan önce onu izliyor olabilirdi, yani beni. Ya da bu sesler askerlerden gelmişti, çünkü birden seslerin koybolması bana bu iki seçeneği düşündürüyordu.

 

Soğuktan akan burnumu çektim ve ellerimi birbirine sürtmeye devam ettim. Arkamdan bana doğru yaklaşan birden fazla adım sesi duyunca nefesimi bir kez daha tuttum. Bu adım seslerini dikkatli olmadığın sürece fark edemezdin, eğitimli birinin adımlarıydı bunlar.

 

Temkinli bir şekilde başımı arkaya doğru çeviriyorum ki, tok kalın bir ses duydum arkamdan. "Hareket etme!" Tuttuğum nefesimi verdim, bu sayede gökyüzüne doğru ağzımdan duman yükseldi. O sırada arkamdaki kişinin sesini tekrardan işittim. "Silahını yere at! Ağır adımlarla bu tarafa dön!" Dediğini yapmadım, daha doğrusu yapamadım ve hareket etmeden beklemeye başladım. Konuşmak için ağzımı açmıştım ki yine aynı kişinin sesini işittim. "Tek bir yanlışında ateş ederim! Sakin bir şekilde bizden tarafa dön."

 

Arkamda konuşan kişinin aksine sakin bir şekilde konuşmaya başladım. "Mayına bastım." Karanlık geceyi yıldızlar dışında benim ağzımdan çıkan beyaz duman renk katmaya başladı. "Türk askeriyim ben." dedim. Ellerimi temkinli bir şekilde kaldırdım ve boynumdaki künyeye götürdüm. Yine temkinli bir şekilde künyeyi çıkardım. Künyeyi sol elime alıp arkaya doğru uzattım. Yanımda künyem dışından başka bir şeyim yoktu, ancak künyemden asker olduğumu anlarlardı.

 

Parmaklarıma değen sıcak parmaklarla ellerim titredi. Titrek bir nefes aldığım esnada künyeyi elimden aldı. "Cemre Gürsoy." dedim künyenin sahibinin ben olduğumu anlasın diye. "TC'mi de söyleyeyim mi?" Sordum.

 

"Gerek yok." dedi kalın sesiyle aynı kişi.

 

Ağır adımlarla yanıma yaklaştığını hissettim. Saniyler içinde tam karşıma geçip durdu. Gözlerime ilk ayağındaki postalları takıldı. Bakışlarımı yavaşça yüzüne doğru çıkardım. Gözlerim bu zifiri kanlıkta bile belli olan yeşil gözleriyle kesişti. Yeşil gözleriyle mavi gözlerim birbirine değince istemsizce yutkundum. Bakışlarımı yavaşça yeşil gözlerinden çektim ve yanına gelen askerlere çevirdim, hepsi bana bakıyordu.

 

Bakışlarımı tekrardan karşımdaki yeşil gözlü askere çevirdim. Elini temkinli bir şekilde kaldırdı ve başındaki askeri kaskına götürdü. Saniyler içinde kasktaki feneri yaktı, bu sayede beni daha net görmüş oldu.

 

Gözüme giren ışıkla gözlerimi kıstım. Karşımdaki yeşil gözlü askere gozüme giren ışık sebebiyle kısık gözlerle bakmaya bakmaya devam ettim. Gözlerimiz tekrardan kesişince yutkundu, bunu hareket eden adem elmasından anladım. Ama tuhaf olan benim de onunla birlikte yutkunmamdı. Daha önce hiç biriyle bu şekilde tanışma fırsatım olmamıştı. Değişik bir tanışma olmuştu.

Herkese merhaba, naslsınız?

İlk bölümü nasıl buldunuz?

En sevdiğiniz sahne hangisi oldu?

Bir sonraki bölümde görüşmek ızere kendinize iyi bakın🤍

Loading...
0%