Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm "Yeşil Gözlü Asker"

@kitap__gezegeni1

Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayın🦋

Keyifli okumalar

 

2.Bölüm "Yeşil Gözlü Asker"

Bir tanışma hikâyesi hayâl edin. Nasıl olurdu o hikâye? Buraya birçok tanışma hikâyesi sıralanabilir ama şimdi karşımdaki yeşil gözlü asklerle olan tanışma hikâyem gibi bir hikâye olmazdı herhalde. Kimse ne sevgilisiyle ne de bir arkadaşıyla böyle tanışmayı hayal etmezdi herhalde.

 

İşte aklımıza bile gelmeyecek o tuhaf tanışma hikayesini ben tam da şu anda yaşıyordum. Valla bir mayının üstünde vahşi bir hayvana yem olmayı bekledim, teröristlere yakalanmayı bekledim ama askerlerin gelip beni bulacağına çok az ihtimal verdim ve onlarla böyle tanışacağımı da hiç düşünmedim. Eminim ki bunu onlar da tuhaf karşılamıştır.

 

Karşımdaki yeşil gözlü asker bir süre daha gözlerimin içine baktıktan sonra başını iki yana sallayıp silkelendi. Yanındaki askerlere döndü ve "Keskin, etrafı kolaçan et. Bombacı, sen de hallet şu mayını." dedi. Ben de bakışlarımı askerlere çevirdim, karanlıkta yüzlerini pek seçemiyordum ama ikisininde uzun boyu ve yapılı vücudu vardı. Biri bizim yanımızdan ayrılırken diğeri yanıma gelip eğildi ve mayınla ilgilenmeye başladı.

 

Üşüdüğüm için kazağımın kollarını ellerime kadar çektim. Soğuktan hissetmediğim ellerimi de pantolonumun arka cebine soktum. Mayınla ilgilenen asker konuşunca dikkatimi ona verdim. "Bu arada tanışamadık, Kıdemli Çavuş Eren ben. Siz de aramıza yeni katılacak olan Üsteğmen olmalısınız." dedi.

 

"Kars 4.hudut tabur komutanlığı Gökbörü timi mi?" diye sordum. Bir anlığına bana baktı ve başını sallayıp onayladı. Geri mayına dönüp onunla ilgilenmeye başladı.

 

"Evet komutanım, sizi almaya da biz geliyorduk ama teröristler bizden önce gelmiş." dedi. Başka bir asker konuşmaya başlayınca bakışlarımı ona çevirdim.

 

"Başçavuş Meriç ben de."

 

"Üsteğmen Cemre." dedim.

 

Üzerimde hissettiğim yoğun bakışlarla etrafıma baktım. Yeşil gözlü askerle gözlerim kesişti, bana bakıyordu. Sanırım komutan yeşil gözlü askerdi, çünkü ben bu time komutan yardımcısı olarak gelmiştim. Yanlış hatırlamıyorsam rütbesi k

Kıdemli Üsteğmen olması lazımdı.

 

Bakışlarımı tekrardan yüzüne çıkardım, gözlerime değil de yaralı omzuma bakıyordu şimdi. "Doktor, yarası var omzunda." dedi bakışlarını omzumdan çekmeden.

 

Yanıma doğru gelen askere çevirdim bakışlarımı. Sırtındaki çantayı çıkarıp yere bıraktı ve içinden sağlık kiti çıkardı. Yanıma gelip sağlık kitini yere bıraktı, askeri kaskındaki feneri yaktı ve sağlık kitinin içinden bir makas alıp yarayı daha iyi görebilmek için kazağımın omuz kısmından bir yuvarlak parça kesti. Yaramla ilgilenirken benimle konuşmayıda ihmal etmedi. "Asteğmen Ozan benim adım da komutanım." dedi yaraya bakarken.

 

"Yani değişik bir şekilde oldu ama memnun oldum Asteğmenim." dememle güldü.

 

"Kurşun içeride değil, yarayı temizleyip dikiş atacağım sadece." Başımı sallayıp onayladım onu. Benim onaylamamla ilk önce kolumu uyuşturdu, ardından yarayı güzelce temizledi ve kolum uyuştuktan sonra da yarayı dikti. Ozan'ın işi bintince mayınla ilgilenen asker, yani Eren konuşmaya başladı.

 

"Hallettim komutanım, ayağınızı yavaşça mayının üstünden çekin." Derin bir nefes alıp ayağımı yavaşça mayının üstünden çektim ve istemsizce birkaç adım geriye gittim. O sırada gözcülük yapmak için giden asker geri geldi yanımıza. "Etraf temiz komutanım." dedi.

 

Bakışlarımı yeşil gözlü askere çevirdim ve yine göz göze geldik. Elinde tuttuğu künyemi geri bana uzattı. Üşümekten uyuşmaya başlayan sağ elimi kaldırıp künyeyi aldım. Künyeyi verirken olduğu gibi yine sıcak parmakları buz gibi ellerime değmişti.

 

Ben künyemi boynuma takarken yeşil gözlü askerde baştan aşağıya beni süzüyordu. Bakışları ellerimde durdu, askeri kaskındaki ışık sayesinde ellerimin soğuktan morardığını net bir şekilde görebilmişti.

 

Beni incelmeyi kesti ve omzunda aslı olan tüfeğini yere bıraktı, sırtındaki çantasını da çıkarıp tüfeğinin yanına koydu. Ardından üzerindeki hücum yeleğini çıkartıp az önce gözcülük yapan askere verdi. Üniformasının üstünü çıkardı ve bana uzattı üniformasını. Anlamsız bakışlarımı yüzüne çıkardım. Bakışlarımı görünce konuşmaya başladı. "Soğuktan dolayı buz gibi olmuşsun, biraz daha bu şekilde durmaya devam edersen hipotermi geçireceksin." Aslında haklıydı, o kadar saat bu soğukta hipotermi geçirmemem bile mucizeydi.

 

Tam dediğini yapacakken bakışlarım ona kaydı ve bu sefer de ben onu süzdüm. Üstünde sadece bir kazak vardı. O da bu soğukta, bu şekilde durursa benim gibi üşürdü. "Gerek yok komutanım." dedim kısık bir sesle. Soğuktan dolayı titrememek için kendimi sıkıyordum.

 

"Giy şunu üzerine Cemre. Zaten yeterince üşümüşsün, ellerin buz gibi olmuş bir de soğuktan morarmışlar. Daha fazla üşüme." dedi kalın sesiyle.

 

Arkamdan esen rüzgarla titredim ve mecbur elinden üniformasını aldım. Gerçekten çok üsümüştüm ve daha fazla itiraz edemezdim. Ünifirmayı üzerime giymemle bana oldukça büyük geldiğini fark etmem bir oldu. Ellerim üniformanın kollarının içinde kalmıştı, sadece parmaklarım görünüyordu.

 

Bakışlarımı karşımdaki yeşil gözlü askere çevirdim. Baştan ayağa beni süzdü. Bakışları bir süre üstümdeki üniformasında durdu ve dudağının bir tarafı kıvrıldı. Bir şey demeden hücum yeleğini askerden geri alıp üzerine geçirdi. Çantasını ve tüfeğini de yerden aldı. "Sinyal var mı doktor?" Ozan'a bakarak sordu.

 

Ozan başını olumsuz anlamda sallayıp konuştu. "Yok komutanım."

 

"Fedai, geceyi geçireceğimiz bir mağara var mı buralarda?" Fedai dediği askere baktım ben de.

 

"Var komutanım, küçük bir yer ama hepimiz sığarız oraya."

 

"Yolu göster o zaman, bu geceyi orada geçirelim. Kaç saat sinyal arayacağımızı bilmiyoruz. Üsteğmenim yeterince üşümüş, bir de sinyal arayarak onu bu sokuta bekletirsek hipotermi geçirir." dedi bana bakarak.

 

Asker yolu gösterirken biz de peşinden ilerledik. Kollarımı gögsümün altında bağlayıp ilerlemeye devam ettim. Hareketsiz durmaktan ve soğuktan bacaklarım bile uyuşmuştu. Kollarımı birbirine daha çok kenetleyip ilerlemeye devam ettim. Kolumdaki yarayı hissetmiyordum artık. Hem soğuktan uyuşmuştu hem de Ozan koluma dikiş atmak için uyuşturmuştu. Onun için yarayı, hatta kolumu hissetmiyordum.

 

Birden ensemde bir el hissedince irkildim. Olduğum yerde durup bakışlarımı sağ tarafıma çevirdiğimde yeşil gözlü askerle, yani komutanımla göz göze geldim. "Sadece vücut ısını kontrol edeceğim." dedi ve ensemdeki elini biraz aşağıya indirdi. İçimdeki kazağın altından sıcak ellerini tenimde hissettim.

 

Sesimi çıkarmadan bekledim çünkü vücut ısımı ancak bu şekilde öğrenebilirdi. Ellerimi ve yüzümü ellese onlar soğuktan buz gibi olmuştu, bir şey anlamazdı yani. En iyi çözüm bu şekildeydi. Bir süre ellerini sırtımda bekletti ve sonra yavaşça ellerini geri çekti. "Vücut ısın giderek düşüyor." dedi yüzümü inceleyerek. Bakışları yüzümün her bir noktasında geziyordu.

 

"Fedai, daha çok var mı?" Bakışlarını benden çekmeden sordu.

 

"Az kaldı komutanım." dedi asker.

 

Askerin cevabıyla beni inceledi ve "Yürümene yardım edeyim mi?" diye sordu. Soğuktan ve hareketsiz durmaktan bacaklarım uyuştuğu için yürümekte zorlanıyordum. Sanırım onu fark ettiği için sormuştu.

 

Başımı olumsuz anlamda salladım. "Gerek yok, yürüyebilirim." deyip ilerlemeye başladım. Kollarımı sıkı bir şekilde bedenime dolayıp ısınmaya çalıştım. Arkamdan duyduğum adım sesleriyle yeşil gözlü askerin de peşimden geldiğini anladım. Adamın ismini bilmediğimden sürekli yeşil gözlü asker deyip duruyordum.

 

Askerinde dediği gibi yaklaşık 5 dakika sonra küçük bir mağaranın önüne gelmiştik. İki tane asker yanımızdan ayrılırken biz küçük mağaranın içine girdik. İçeriye girer girmez hemen yere oturdum ve sırtımı taşa yasladım. Kollarımı bedenime daha sıkı sardım ısınmak için. Kısa süre içinde yanımızdan ayrılan askerler ellerinde odunlarla yanımıza geri geldiler. Odunları yere koydular ve bir tane asker çantasından çakmak çıkarıp odunları yaktı.

 

Dizlerimin üstünde yanan ateşin yanına ilerledim ve ateşin tam önüne oturdum. O sırada komutanın Keskin dediği asker konuşmaya başladı. "Bu arada tanışamak komutanım, teğmen Fatih."

 

"Ben de üstçavuş Soner." dedi başka bir asker.

 

Ellerimi ateşe doğru tutup ısınmasını sağlarken konuştum. "Üsteğmen Cemre ben de." dedim kısık çıkan sesimle. Artık soğuktan çenem bile donmuştu ve zor konuşuyordum. Bir an önce ısınıp kendime gelmem lazımdı.

 

Ensemde yine birinin sıcak elini hissedince omzumun üstünden oraya baktım. Yine yeşil gözlü askerle göz göze geldim. Bu sefer bir şey demeden elini hafif sırtıma doğru indirdi ve biraz bekledikten sonra elini çekmeden konuşmaya başladı. "Biraz daha odun getirin, vücut ısısı giderek düşüyor."

 

Eren ve Fatih mağaradan çıkarken yeşil gözlü asker de elini sırtımdan çekmişti. Eski yerine otururken ona baktım. İsmini bilmediğim bir tek o kalmıştı. Sanki ne düşündüğümü anlamış gibi konuşmaya başladı. "Kıdemli üsteğmen Araf." Gülümsedim ve hafif başımı salladım. Benin ismimi öğrenmişti zaten.

 

Araf daha fazla bana bakmam yerine kenara koyduğu çantasını açıp içinden metal bardak ve sallama çay çıkardı. Onları kenara koyup bir tane konserve yemek çıkardı. Konserveyi açıp içindeki yemeği metal bardaklara boşalttı ve boşalan konserveyi çantasından çıkardığı suyla güzelce temizledi. Konservenin içine su koyup ateşin yanına düz birkaç tane taş koydu ve üstünede su dolu konserveyi koyup içine de iki tane sallama çay koydu. O sırada odun toplamak için giden askerler de geri gelmisti. Odunları ateşe attılar ve hep birlikte suyun ısınmasını bekledik.

 

Su ısınınca Araf konserveyi ateşten alıp bardaklara tek tek boşalttı. Metal bardağın birini bana uzatınca elinden aldım ve ellerimi sıcak bardağın etrafına doladım. Bu sayede elim sıcacak oldu. Ben sıcak bardakla elimi ısıtırken Eren de boşalan konservenin içine tekrardan su doldurmuştu. İçine de iki tane sallama çay koyup tekrardan kaynasın diye ateşin başına koydu konserveyi.

 

"Komutanım şeker?" Ozan'ın sorusuyla bardağımı uzattım. Uzattığım bardağa iki tane küp şeker attı. Soner de çantasından bir tane kaşık çıkardı ve bana uzattı, kaşığı elinden aldıp çayımı karıştırdım ve geri verdim. Sıcak çaydan bir yudum içtim, bir yudumla bile içimin ısındığını hissettim. Bir yudum daha alıp bardağı ellerimin arasında tutmaya devam ettim.

 

"Bana da şeker versene devrem." Meriç'in konuşmasıyla bakışlarımı ona çevirdim.

 

"Önünde ya oğlum al işte kendin." dedi Ozan. Bakışlarımı şekere çevirdim, Ozan'ın dediği gibi önünde duruyordu.

 

Meriç'in kaşları çatıldı. "Oğlum ne var bardağın içine iki tane katsan, ölür müsün?" dedi.

 

"Hay senin çenini!" deyip iki tane şeker aldı Fatih ve Meriç'in çayına kattı. Çayımdan bir yudum alıp onları dinlemeye devam ettim.

 

"Acıktım lan ben biriniz kumanyanızı çıkarın da azıcık karnımı doyurayım." diyen Soner'e baktım bu sefer de.

 

Fatih söylenerek "Sanki sen de kumanya yok!" dedi. "Bak bardakta var yemek, al tıkın." dedi Araf'ın yanındaki bardakları göstererek.

 

Soner hemen bardağa uzandı ve sanki su içer gibi kaşık kullanmadan bardağı ağzına koyup yemeye başladı. Bu görüntüye kıkırdadım. Ben güldüğum için sesimi duyunca herkes bana baktı. Meriç, Soner'in kafasına bir tane vurdu ve "Dağ ayısı gibi yeme lan şunu, insan gibi ye!" Bunu dedikten sonra kendisi de içinde yemek olan bardağı aldı ve tıpkı Soner gibi yemeye başladı.

 

Onların haline bir kez daha güldüm. Keşke bunu dedikten sonra kendisi de aynısını yapmasaydı. Belki ciddiye alırlardı. Ben çayımı yudumlarken Meriç yemeğine ara verdi ve bana baktı. "Cemre komutanım?" dedi dolu ağzıyla.

 

"Efendim?"

 

"Siz de çok şanslıymışsınız vallahi, Kars'a adımınızı atar atmaz terörist bulmuşsunuz." dedi ağzı dolu bir şekilde.

 

Fatih, Meriç'in kafasına bir tane vurdu ve söylendi. "Patavatsız ya!" Bana bakıp devam etti. "Kusura bakmayın komutanım, kendisi ne düşünürse pat diye söylüyorda."

 

Başımı sallayıp gülümsedim. "Sorun değil, haklı zaten."

 

Meriç, Fatih kafasına vurdu diye ters ters onun yüzüne bakıp önüne döndü ve kaldığı yerden yemeğini yemeye devam etti. Yemeğini yerken sanki aklına bir şey gelmiş gibi tekrardan bana baktı. "Kusura bakmayın komutanım sormayı unuttum." dedi, elindeki bitmek üzere olan yemeği uzattı. "Yer misiniz?" Sorusuna gülmeden edemedim. Aslında sorusu tuhaf değildi. Herkesin sorabilecek bir soruydu.

Asıl tuhaf olan kendi yediği yemeği uzatmasıydı. Hadi onu da geçtim o bardağın içinde iki kaşıklık yemek ya vardı ya yoktu.

 

"Afiyet olsun sana Başçavuş." dedim. Ağzındaki yemeği çiğneyip yuttu ve bana bakmaya devam etti.

 

Ensesini kaşıyıp konuştu. "Fedai deyin komutanım. Başçavuş deyince kendimi bir suç işlemişimde komutanımdan azar işitmeyi bekliyormuşum gibi hissediyorum."

 

"Niye öyle hissediyorsun?" Merakla sordum.

 

"Herkes sürekli Fedai diyor onun için, alıştım lakabıma. Hatta bir ara ismimi bile unutmuştum." deyip güldü. "Araf komutanım ne zaman bana kızacak olsa sürekli konuşmasına Başçavuş diyerek başlıyor, stres yapıyorum ben de biri bana Başçavuş deyince."

 

Gülümsedim ve çayımdan bir yudum alarak konuştum. "Neden fedai? Nasıl aldın bu lakabı?" Merakla sordum. Sanırım vücut ısım yavaş yavaş normale dönmeye başlamıştı çünkü kendimi daha iyi hissetmeye başlamıştım. En azından titremelerim azalmıştı. Hatta rahat bir şekilde konuşabiliyordum. Az önce üşümekten zor cümle kuruyordum.

 

Meriç'in yerine Eren cevapladı beni. "Çünkü kendisi dışında herkes için ölümü göze alıyor. Birçok görevde sırt sırta çatıştık ve çoğu göremizde bize gelmesi gereken kuşunun önüne gözünü bile kırpmadan atladı. Araf komutabım da ona sürekli Fedai diyor bu yüzden."

 

Başımı sallayıp onayladım Eren'i. "Sizinkiler ne?" Time bakarak sordum, bir yandan da çayımdan içmeye devam ettim.

 

"Benimki Bombacı, Araf komutan genelde bombacı diyor." dedi Eren.

 

"Benimki de Doktor. Zaten duymuştunuz, genelde biri yaralınca ben yapıyorum ilk müdahaleyi." dedi Ozan.

 

"Benimkini duymuştunuz zaten." dedi Fatih. "Keskin, tabii Araf komutan arada Ölüm de diyor."

 

Merakla "Neden Ölüm?" diye sordum. Keskin lakabı keskin nişancı olduğu içindi büyük ihtimalle ama Ölüm lakabını nasıl almıştı merak etmiştim doğrusu.

 

Soner güldü ve o Fatih yerine cevapladı. "Çünkü ona karşındakini yarala diyemezsiniz. Deseniz bile yaralamaz. Direkt anlının ortasına sıkıp öldürür. Bu yüzden Araf komutanım arada ona Ölüm diyor." Bir a duraksasa da gülüşü genişledi ve devam etti. "Maşallah benim kardeşime. Valla devrem diye demiyorum ama kendisi tam bir ölüm makinesi." Bu cümlesine hepimiz kahkaha attık. Güzel bir tespitte bulunmuştu valla.

 

"Senin ki ne?" Soner'e bakarak sordum.

 

"Yarasa." dedi.

 

Kaşlarım anlamsızca kaltı. "Neden yarasa peki?"

 

Soner'e sordum ama Soner yerine de Meriç cevapladı. "O da karanlıkta bir yarasa gibi çok kolay yolunu buluyor. Karanlıkta önüne çıkan engellere takılmadan kolayca hareket edebiliyor ve onun için Araf komutanım bir gün ona Yarasa dedi ve ondan sonra hepimiz ona Yarasa demeye başladık." Sanırım şimdilik bu timde en çok hoşuma giden şey silah arkadaşlarının lakaplarını anlatmalarıydı. Başkasına soruyordum ama ondan önce diğeri cevap veriyordu ve bu çok hoşuma gitmişti.

 

Herkesin lakabını öğrendikten sonra hiç sesi çıkmayan Araf'a baktım. Ona bakmamla gözlerim yeşil gözleriyle kesişmesi bir oldu. Bana bakıyormuş zaten. Ne soracağımı anlamış gibi konuşmaya başladı. "Hayalet." dedi sadece.

 

Neden Hayalet diye soracakken Ozan konuşmaya başladı. "Görevlerde bir Hayalet gibi çok kolay kaybolabiliyor. Kendisini çok kolay kamufle ediyor, onun için aramızda Hayalet diyoruz."

 

Başımı salladım, bakışlarımı Araf komutandan çektim. "Sizin lakabınınız var mı komutanım?" diye sordu Eren.

 

Çayımdan bir yudum içtim ve hepsinde gözlerimi gezdirdim. Merakla bana bakıyorlardı. "İlk saha operasyonumda komutanım Gölge demeye başlamıştı bana. Bir insanın gölgesi gibi arkasından sessizce gidebildiğimi söylemişti, ondan sonra arada bir Gölge diye seslenirdi."

 

"Eskimişitir o lakap komutanım. Biz yine kendi aramızda Gölge deriz ama eminim ki Araf komutanım size bir lakap bulur." dedi Meriç.

 

Bakışlarım istemsizce yine Araf komutana değdi, yine göz göze geldik. Bir süre yüzüme baktıktan sonra bakışları elimdeki soğumuş çaya değdi. Elimdeki bardağa uzanıp aldı ve içindeki soğumuş çayı döktü. Ateşin başındaki konserveden çay doldurup içine de iki tane şeker koydu ve karıştırdı. Geri bana uzatınca sağ elimi kaldırıp bardağı aldım elinden. Elindeki bardağı alınca elini tekrardan enseme koyup sıcak elini biraz içeriye soktu ve vücut ısımı kontrol etti. "Vücut ısın normale dönmüş." deyip elini geri çekti. Başımı sallamakla yetindim.

 

Bu sefer çayı soğutmadan içmeye başladım. O sırada Fatih'in sesini duyunca ona baktım. "Sikeceğim şimdi ha! Siktir git lan başımdan! Sanki kendi çayı yokmuş gibi benim çayımı içiyor!" Kaşlarını çatmış bir şekilde Soner'e bakıyordu.

 

Ozan, Fatih'in kafasına bir tane geçirdi. "Sen de düzgün konuş it, Cemre komutan var!" Ozan'dan sonra Meriç söze girdi.

 

"Yemin ediyorum hepsi geri zekalı, bir akıllı benim." Güldüm, onların kavgasını dinlemeye devam ettim. Biri diğerine, diğeri öbürüne kızıyordu ve tıpkı çocuk gibiydiler.

 

"Komutanınım oğlum ben sesinin! Kafama bir daha vurma yakarım çıranı valla!" dedi Fatih Ozan'a bakarak.

 

Onların sinirli halinin aksine Araf oldukça sakin bir sekilde "Siz şimdi sussamazsanız ben sizin çıranızı eğitimlerde yakacağım." dedi.

 

Hepsi Araf'ın sesini duyunca susup önlerindeki çayları içmeye başladılar, Eren ve ben bu hallerine güldük. "Siz hep böyle misiniz?" Merakla sordum. Kardeş gibiydiler ama kavga etmeden de duramıyorlardı. Kardeşler de öyle değil miydi zaten? Sürekli didişip duruyorlardı ve bu tim de tıpkı kardeş gibiydi.

 

"Yok komutanım, aslında ben çok olgun bir insanım ama bu timdeki herkes beni bozuyor." dedi Fatih. Herkes Fatih'in bu lafına gülmeye başladı. Bu gülmeden anladığım kadarıyla hiç de olgun biri değilmiş. Ama eminim ki diğerlerinin de Fatoh'ten kalır yanı yoktur.

 

Meriç gülmelerinin arasında "At yalanını si..." diyordu ki Soner tarafından ağzı kapatılınca devam edemedi cümlesine.

 

Eren yanımda gülerken Meriç'e söylendi. "Bir de en akıllıları benim diye geçiniyor mal!"

 

Meriç ağzındaki Soner'in elini tutup çekti ve bana baktı. "Kusura bakmayın komutanım bir an varlığınızı unuttum."

 

"Sorun değil. Çekinmenize gerek yok, istediğiniz gibi konuşun. Sonuçta ilk defa küfür duymuyorum." dedim.

 

Bakışlarımı omzuma çevirdim, vücut ısım yerine geldikçe yaranın varlığını hissetmeye başladım ve hafif hafif ağrımaya başlamıştı. Ozan'ın sesini işitince bakışlarımı ona çevirdim. "Komutanım ağrınız varsa ağrı kesici iğne vurayım mı?"

 

Başımı iki yana salladım "Hafif bir ağrı sadece, ağrı kesicilik bir durum yok şimdilik." dedim çayımdan içerken. Ben böyle dedim ama benim hemen ardımdan Araf benim tam tersimi söyledi.

 

"İğneyi vur sen Doktor, birazdan ağrı artarsa ağrı kesici etki etmeyebilir." Aslında doğru söylüyordu, onun için sesimi çıkarmadım.

 

İstemsizce etrafıma baktım. İğne kalçadan yapılıyordu ve burada, timin yanında bunu yapmak biraz zor gibiydi. Bazen kol kasından ve baldırdan da yapılıyordu ama genelde kalçadan yapıyorlardı.

 

Ozan sanki içimden geçenleri duymuş gibi "Kol kasınızdan yapacağım komutanım iğneyi." dedi. Hafif bir şekilde başımı sallayıp üzerimdeki Araf'ın üniformasını çıkardım. Mazağımın bir kolunu çıkardım ve öyle bekledim. Altımda atlet olduğu için sorun rahatsız olmadım. Zaten hiçbiri bana bakmıyordu. Hepsi yeni bir konu açmıştı ve onunla ilgili tartışmaya başlamıştı.

 

Ozan elinde iğneyle yanıma geldi ve iğneyi kol kasıma vurdu. Onun işi bitince kazağımın kolunu geri giydim, üniformayı da üstüne giydim ve çayımı içmeye devam ettim.

 

Sabaha kadar mağarada bekledik, zaten beni bulduklarında gece yarısını çoktan geçmişti saat. Birkaç saatimizi mağarada geçirdikten sonra sabah olmuştu. Vücut ısım birkaç saate normale dönmüştü. Allah'tan çok ciddi bir şeyim yoktu, sadece vücut ısım biraz düşmüştü. Hava yavaş yavaş aydınlanırken ateşi söndürüp mağaradan çıktık ve sinyalin olduğu yere doğru ilerlemeye başladık. Yaklaşık bir saat yürüdükten sonra sinyalin olduğu bir tepeye geldik. Araf taburun Yarbayıyla konuştuktan sonra koordinatları attı ve bi' yarım saatte helikopterin gelmesini bekledik.

 

Helikopter gelince sırayla içine girdik ve bulduğum boş bir yere oturdum. Helikopter havalanırken timin kendi arasındaki konuşmalarını dinlemeye başladım, daha doğrusu kavgalarını dinledim. Mağarada olduğu gibi sürekli kavga ettiler tabura gelene kadar. Hiç sesimi çıkarmadan onları dinledim. Arada bir de Araf'la göz göze geldik. Ne zaman ona baksam göz göze geliyorduk.

 

Tabura gelince sırayla helikopterden indik ve karşımızda gördüğümüz Yarbayla selam durduk. Yarbay tek tek hepimize baktıktan sonra bakışları ben de durdu. "Hoş geldin Üsteğmenim." dedi.

 

"Sağolun komutanım."

 

Cevabımdan sonra time baktı ve "İki gün izinlisiniz, gidin dinlenin." dedi. "Üsteğmenim de iyice dinlensin, iki gün sonra görevinin başına daha dinç bir şekilde başlamış olur."

 

Aynı anda "Emredersiniz komutanım!" dedik. Yarbay yanımızdan uzaklaşınca Araf bana bakarak konuşmaya başladı.

 

"Odanı göstereyim ben sana." Başımı salladım ve onunla birlikte ilerlemeye başladım. Tabura girince karşımıza çıkan askerlere Araf selam verip ilerlemeye devam etti. Bir odanın önüne gelince durdu ve konuştu. "Odan burası. Seni almaya gelince yolun kenarında valizini bulmuştuk, çocuklar birazdan getirir." Bakışları kolumu buldu. "Koluna da pansuman yaptır revirde, mikrop kapmasın."

 

"Yaptırırım." dedim. Aramızda başka bir konuşma geçmezken o yanımdan ayrıldı ve ben de odama girdim. Valizim gelene kadar yatakta oturup bekledim.

 

Bi' beş dakika sonra odamın kapısı tıklatılınca "Gir." dedim. Eren elinde valizimle içeriye girdi. Ayağa kalkıp yanına gittim ve valizi elinden aldım.

 

"Sağ ol Eren." demiştim ki elindeki kırık telefonumu uzattı.

 

"Telefonunuzu da bulduk ama kırılmıştı."

 

"Tekrardan sağ ol." dememle gülümsedi ve beni odada yalnız bıraktı.

 

Elimdeki kırık telefonun hattını çıkardım ve telefonu da odanın içindeki çöpe attım. Artık o telefon kullanılmaz hale gelmişti. Valizimi açıp içinden kazak ve pantolon çıkardım, onları yatağın üstüne bırakıp banyoya ilerledim. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra banyodan geri çıktım ve üzerimi değiştirdim. Valizi kenara koydum, sonra kıyafetleri yerleştirirdim artık. Elime Araf komutanın üniformasını alıp odadan çıktım. Odama gelirken gördüğüm ankesörlü telefonların yanına gittim. Telefondan annemin numarasını tuşlayıp aradım. En son takisideyken tabura gidince arayacağımı söylemiştim ve neredeyse bir gündür geri dönüş yapmamıştım, eminim ki çok telaşlanmıştır.

 

Telefon açılınca bir süre annemle konuştum. İyi olduğuma dair birçok söz söyledim, tabii inanmadı ama araya babam girince pek bir şey diyemedi. Bir süre onlarla konuşup telefonu kapattım.

 

Yanımdan geçen bir askeri durdurup revirin yerini sordum. Tarif ettiği revire gelince içeride bir tane hemşirenin olduğunu gördüm. Beni görünce hemen konuşmaya başladı. "Siz Araf komutanın bahsettiği Üsteğmen olmalısınız, revire gelip pansuman yaptıracağınızı söylemişti." Şaşırdım ama belli etmeden sedyeye oturdum. Gelip benim pansuman yaptıracağımı söylemesini beklemiyordum.

 

"Evet yarama pansuman yaptıracaktım." dedim sadece. Elimdeki Araf komutanın üniformasını kenara bıraktım ve üzerimdeki kazağı çıkardım. Hemşire eline eldivenleri giyerken konuşmaya başladı.

 

"Bu arada Yasemin benim adım." deyip yanıma geldi. Kolumdaki sargı bezini çıkartırken ben de konuştum.

 

"Cemre ben de." Sargı bezini çıkarınca yaraya pansuman yapmaya başladı.

 

"Memnun oldum Üsteğmenim." deyince ona baktım.

 

"Cemre diyebilirsin." dedim. Nasıl olsa o bir asker değildi. Bana o şekilde hitap etmesine gerek yoktu.

 

Beni onayladığina dair birkaç mırıltı çıkardı ve işine devam etti. İşi bitince geri çekilip eldivenleri çıkardı. O ellerini yıkarken ben de kazağımı üzerime geri giydim. İsım bitimce Araf komutanım üniforması alıp ayağa kalktım. Bu sırada da Yasemin konuşmaya başladı. "Pansumanlarını ihmal etme, yaran mikrop kapmasın. Her gün gelip pansuman yaptırman gerekiyor, yara yeterce açık kalmış zaten." Başımı sallayıp onayladım onu ve teşekkür edip revirden çıktım.

 

Birkaç adım atmıştım ki Araf komutanı gördüm, hızlı adımlarla yanına gitmeye başladım. Ayak seslerinden dolayı bana döndü, beni görünce olduğu yerde durup bekledi. Yanına ulaşınca elimde tuttuğum üniformasını uzattım. Elimden alırken konuşmaya başladım.

 

"Yakınlarda bildiğiniz bir telefoncu var mı? Telefonum kırılmış ve yenisini almam lazım."

 

"Var." dedi. "Akşam bizim çocuklarla hep gittiğimiz bir mekan var. Küçük, kafe tarzı bir yer, bu akşamda oraya gideceğiz. Kendini kötü hissetmiyorsan sen de gel yol üstünde de telefon alırız."

 

Daveti için gülümsedim ve "Yok komutanım, siz gidin rahatsızlık vermeyeyim ben. Siz telefoncuyu tarif edin ben bulurum." dedim. Aynı timde olabiliriz ama henüz birbirimizi tanımıyoruz. Belki benim yanımda rahat edemeyebilirlerdi.

 

Kaşları çatıldı. "Ne rahatsızlığı? Sen de artık bu timdesin. Hem değişik bir şekilde tanıştık, doğru düzgün birbirimizi tanıyamadık. Bu sayede tanışmış oluruz." Böyle deyince biraz düşündüm ve ona hak verip onayladım.

 

"Peki."

 

"Tamam o zaman sen dinlen biraz istersen. Dünden beri uyuyamadın, soğukta kaldın." deyince yine başımı sallayıp onayladım onu. Yanından ayrılıp odama gitti. Odama gelince direkt kendimi yatağa attım. Gerçekten de yorgundum ve bunu yatağa yatınca fark ediyordum. Zaten bütün yorgunluklar dinlenmek istediğin zaman ortaya çıkıyordu. Üzerime yorganı çekip akşama kadar uyumaya çalıştım. Bugün deliksiz bir uyku çekmek istiyordum.

 

Herkese merhaba nasılsınız?

 

Bölüm nasıldı?

En sevdiğiniz sahne hangisi?

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere kendinize iyi bakın🤍

 

 

Loading...
0%