Yeni Üyelik
24.
Bölüm

24.Bölüm "Nezarethane"

@kitap__gezegeni1

Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayalım🦋

 

Keyifli okumalar✨️

 

 

​​​24.Bölüm "Nezarethane"

 

ARAF ÖZTÜRK

 

"Anlaşıldı komutanım." dedim. "Sizden haber bekliyoruz." deyip telefonu kapattım.

 

"Komutanım?" Fatih'in bana seslenmesiyle salona doğru ilerledim. "Hat kullanıma açık." Gülümsedim, işte bir şeyler yolunda gitmeye başlıyordu.

 

Konuşmak için dudaklarımı aralamıştım ki duyduğum zil sesiyle konuşamadım. Gözüm duvardaki saate kaydı, Cemre gideli on beş dakika olmuştu. Erdem Yarbayla biraz uzun konuştuğum için onu bekletmiştim. Sanırım o da geri gelmişti.

 

Salondan çıkıp kapıya gittim ve açtım ama karşımda gördüğüm kişi Cemre değildi. Yutkunup karşımda silahlarını bana doğrultan bir grup polise baktım. "Kaldır ellerini!" dedi içlerinden bir. "Ellerini başının arkasında birleştir!" Bir kez daha yutkundum. Kesinlikle karşımda bir grup polis beklemediğim için şoka girmiştim. Yakalanma düşüncesi hiç aklıma gelmemişken şu anda yakalanmış olmak bir hayli dumura uğratmıştı beni.

 

"N'olu..." Fatih sesleri duymuş olacak ki yanıma geliyordu ama gördüğü polislerle hem yerinde durdu hem de cümlesi yarım kaldı.

 

"Yakalayın çabuk şunları!" Polislerden biri emir verince diğer polislerin hepsi içeriye doluştu. Biri beni tutup duvara yaklaştırdı ve belinden çıkardığı kelepçeyi ellerime geçirdi. Şaşkın bir şekilde diğerlerine baktım, her şey o kadar hızlı gelişmişti ki ne olduğunu hâlâ kavrayamamıştık. Hepimiz şaşkınca bileklerimize kelepçeyi geçiren polislere bakıyorduk.

 

"Bir kişi eksik amirim." dedi içeriden çıkan bir polis. "Cemre Gürsoy yok." Kapıdaki polis onu onaylayıp dışarıya çıktı, bizi tutan polislerde bizi çekiştirerek çıkarmaya başladı.

 

"Komutanım." dedi Eren şaşkınca. "Ne yapacağız." Şu anda yapacağımız hiçbir şey yoktu. Bizi nasıl bulmuşlardı, kim ihbar etmişti bilmiyorum. Tek bildiğim artık içeriden zor çıkacağımızdı. Sanırım artık kaçak hayatı bitti mapus hayatı başlıyordu.

 

Sesimi çıkarmadan polisin peşinden ilerlerken aklıma Cemre geldi. Tabii ya, o burada değildi. Şaşkınlıktan bunu bile yeni kavrıyordum. Umarım polisleri görmüştür de kaçmıştır diye düşünürken dışıraya çıktık, bakışlarım bir anlığına sol tarafa kaydı ve bizden oldukta uzak bir yerde şaşkınca buraya bakan Cemre'yi gördüm. Yüzüne dökülen saçlardan ve kafasındaki kapüşonludan kim olduğu net anlaşılmıyordu ama ben anlamıştım. Zaten etrafta öyle bir kalabalık vardı ki onu kimse fark etmiyordu bile.

 

Buraya doğru bir adım attığını görünce başımı hızla iki yana salladım. Eğer buraya gelirse o da yakalanırdı. Buraya gelmemeliydi. Biz yakalanmıştık ama o yakalanmamalıydı. Dudaklarımı oynatıp "Git." dedim, beni duyması imkansızdı ama dudaklarımı okuyabilirdi. "Kaç."

 

"Amirim bir kişi eksik." diyen sese baktım, az önce kapıda bekleyen polis memuruydu. "Cemre Gürsoy hiçbir yerde yok." Bakışlarım yine Cemre'ye kaydı, onunda bakışları bana döndü.

 

"Cemre Gürsoy nerede?" Polislerden birinin sorusuyla bakışlarımı Cemre'den çektim. Oraya baktığımı görürlerse onlarda bakardı ve onu da yakalarlardı. "Saklamanın bir anlamı yok! Nerede olduğunu söyleyin!" Hiçbirimizden ses çıkmadı. "Götürün bunları!" Polisler emir üzerine bizi polis araçlarına doğru götürmeye başladı.

 

Polislerle birlikte araçlara doğru ilerlerken bakışlarım yine Cemre'ye kaydı, hâlâ bize bakıyordu. Bakışlarım bir anlığına ellerine kayınca sağ elinin belinde olduğunu gördüm. Ne yapmaya çalıştığını anlayıp başımı iki yana salladım. Bir süre öylece bize baktıktan sonra belinden silahını çıkarıp havaya kaldırdı. Bir delilik yapacağını anladığım için ateş etmeden önce bağırdım. "Hayır!" Bütün bakışlar bana dönerken ben Cemre'ye baktım ama bu çok kısa sürdü. Ona doğru yaklaşan maskeli birini gördüm. Cemre bize öyle bir odaklanmıştı ki arkasından ona yaklaşan kişiyi görmedi bile.

 

Polislerden kurtulmak için çırpınırken Cemre'nin arkasındaki kişi onu belinden yakaladı, diğer eliyle de ağzını kapattı. Cemre saniyeler içinde kendinden geçerken tüm gücümle bağırdım. "CEMRE!" Polislerden ne kadar kurtulmaya çalışsaamda izin vermediler, hepsi bize odaklandığı için Cemre'yi görmemişlerdi.

 

Adamın Cemre'yi sürekleyerek ara sokağa doğru çektiğini görünce bağırdım. "Kaçırıyorlar! Cemre'yi kaçıyorlar!" Etrafta öyle bir kargaşa oluşmuştu ki polislerin beni duyduğumdan bile şüpheliydim.

 

Benim, bizim bağırmamızdan, hareketlenmemizden etraftaki insalar korkuyla bağırmaya başlamıştı. Polislerin yarısı bizi arabaya doğru çekmeye çalışırken diğer yarısı da çevredeki insanları uzaklaştırmaya çalışıyordu. Bu yüzden kimse hâlâ Cemre'yi görmemişti.

 

Çırpınmayı kesip Cemre'ye bakmaya çalıştım ama göremedim. Yoktu, götürmüşlerdi. Onca polisin arasından kaçırmışlardı onu! Biri de dönüp neye bağırdığıma bile bakmamıştı.

 

Beni tutan iki polisten birine dirseğimi geçirdim ve elinden kurtuldum, diğerine dönüp yüzüne kafa attım. Arkamda hareketlilik hissederken oraya dönüp bakmadım. Eminim ki bizimkilerde polislerden kurtulmaya çalışıyordu.

 

Bana doğru gelen bir polisin diz kapağına tekme attım, tam bir adım atıyordum ki enseme değen metal ve soğuk cisimle olduğum yerde durdum. Derin bir nefes alıp yavaşça arkama döndüm. Takım elbiseli iki adam silah doğrultmuştu. Diğerleri de bana doğrultulmuş silah yüzünden oldukları yerde durmuştu.

 

Adamlardan biri sert bir sesle "Götürün bunu arabaya!" dedi. "Sorgusuna ben gireceğim." İki polis yine koluma girdi ve adamın yanından beni götürüp arabaya bindirdiler. Yüzümü sinirle sıvazlayıp ellerimdeki kelepçelere baktım. Aklıma Cemre geldi, kesin Alessi'nin işiydi bu. Bizi de o ihbar etmişti, Cemre'yi de o kaçırmıştı. Umarım şu anda bir şeyi yoktur.

 

Sağ tarafıma ve sol tarafıma oturan polislere ters ters bakatım. Üç tane iri yarı adam arka koltukta sıkışıp kalmıştık. Sanki araç hareket ederken atlayıp kaçacaktım!

 

İçimden sabır dileyerek gözlerimi kapattım. Bütün yol sakin olmaya çalışarak karakola geldik. Nezarethaneye götürmek yerine hepimizi ayrı ayrı sorgu odalarına soktular. Sorgu odasında otururken karşımdaki cama baktım, ben bir şey göremesemde oradan beni görüyorlardı. Ve adım kadar eminim ki şu anda oradan beni izleyen birileri vardı. Bunu hissediyordum. Birden fazla göz o camın ardından beni izliyordu.

 

Bir süre sakince bekledim, hatta tam bir saat boyunca bu sorgu odasında tek başıma kaldım ama ne gelen oldu ne giden. Sabrımı mı sınıyorlardı anlamıyorum ki! Bir yanda Cemre'nin kaçırılması, bir yanda hâlâ çözülemeyen şu evlilik olayı ve şu anda yakalanmış olmamız iyice sinirlerimi altüst etmişti.

 

"Daha kaç saat bekleteceksiniz beni burada!" Bağırarak sordum. "Camın ardından izlemek daha cazip geliyor sanırım!" Yine gelen giden olmadı. Burada tek başıma oturdukça aklıma Cemre gelip duruyordu. İyi olup olmadığını bilmemek, şu anda ne halde olduğunu bilmemek içinden çıkılmaz bir hâl veriyordu bana.

 

"Sorgu ne zaman başlayacak!" diye bağırdım bir kez daha. Sessiz bir şekilde oturdukça kafayı yiyecekmişim gibi hissediyordum. Bir an önce şu sorgunun bitmesini ve buradan çıkmayı istiyordum ama buradan çıkmakta hiç kolay olmayacaktı. Elimizde bir kanıt yokken bizler hâlâ birer vatan haini olarak biliniyorduk ve çıkmamız neredeyse imkansız gibi bir şeydi.

 

Tam tekrardan bağıracakken odanın kapısı açıldı. Bakışlarım oraya dönerken başıma silah doğrultan takım elbiseli iki adamın içeriye girdiğini gördüm. Kapıyı ardından kapatıp ağır adımlarla kaşıma geçtiler, biri sandalyeye otururken diğeri ayakta kaldı. sandalyeye oturan adam "Cumhuriyet Başsavcısı Bülent Ertekin." diyerek kendisini tanıttı. Eliyle ayakta duran adamı gösterdi. "İstihbarattan." deyip arkasına yaslandı ve ellerini masaya koydu.

 

"Eski kıdemli Üsteğmen Araf Öztürk." dedi. "O zaman şuradan başlayalım; ne zamandır teröristlere çalışıyorsun?" Tıpkı onun gibi ben de arkama yaslandım ve kelepçeli ellerimi masanın üstüne koydum.

 

"Onlara çalışmıyorum." Cevabıma bir tepki vermedi, bir süre yüzüme baktı sadece.

 

"Hangi örgüte çalışıyorsun?"

 

"Türk Silahlı Kuvetleri mensubuyum."

 

"Kıdemli Çavuş Eren Özer'e neden ateş ettin?"

 

"Ateş etmedim."

 

"O da mı size çalışıyor?"

 

"Evet." dememle sorgulayıcı bir şekilde tek kaşı kalktı. "O da Türk Silahlı Kuvvetlerine çalışıyor." Kalkan tek kaşı indi ve sorularına devam etti.

 

"Örgütün planı ne?"

 

"Bizi sorguya çekmek yerine onların peşine düşerseniz biz de öğrenmiş olacağız." Sakin tavrı benim cevabımla silindi ve sinirlendi ama bir tepki vermedi. Masanın üstüne eğilip bana yaklaştı.

 

"Cemre Gürsoy'la nasıl evlendiniz?"

 

"Biz evlenmedik, evlendirildik." Tek kaşı kalktı, devam ettim. "Başımıza bunca derdi açan kişi evlendirdi." Kaşları havalandı ve alayla bana baktı. İnanmamıştı. Umursamadım.

 

"Cemre Gürsoy nerede?" dedi, cevap vermemi beklemeden devam etti. "Pardon Cemre Öztürk nerede?" Bizim evliliğimizi kastettiğini anladım.

 

"Kaçırıldı." dedim. Aklıma yine o geldi. Umarım şu anda iyidir. Bir an önce Erdem Yarbayla konuşup onu aramasını istemem lazımdı.

 

"Kim kaçırdı?"

 

"Bilmiyorum." dedim. Tek kaşı yine sorgulayıcı bir tavırla havalandı.

 

"Kaçırıldığını biliyorsun ama kimin kaçırdığını bilmiyorsun." dedi, arkasına yaslandı. "Kimin kaçırdığına dair bir tahminin var mı?

 

Hiç tereddüt etmeden "Bizim başımıza bunca derdi açan Alessi kaçırdı tabii ki!" dedim.

 

"Elinde bir kanıt var mı?" Sıkıntıyla bir nefes alıp başımı eğdim, tabii ki yoktu. Olsa zaten burada olmazdık!

 

"Yok." dedim kısık bir sesle ama aklıma gelen şeyle hemen devam ettim. "Var! Bizim için kurulan internet sitesinde Alessi'nin düzenlediği bir davette kumar oynandığına dair fotoğraf var. Bizim aklanmamızı sağlamaz ama göründüğü gibi biri olmadığını anlayabilirsiniz." dememle bakışları ayakta duran istihbarattan olan adama kaydı. "Bir de bugün bir yerde silahlı kovalamaca oldu, haberlerede çıktı. O mekan Alessi'nin, hatta oradan flash bellek ve sim kartı aldık." Hâlâ sakin bir şekilde dursada ilgiyle beni dinliyordu. Anlattıklarım sonunda ilgisini çekmişti.

 

"Flash bellekte iki video var, sadece birkaç saniye olsada birinde Alessi var. Üniformalı bir askeri öldürüyor. Adam asker mi değil mi bilmiyorum ama birini öldürüyor sonuçta. Diğer videoda bizimle birlikte yakaladığınız Maya'nın babası var, işkence görmüş halde. Babası Doğu hayatını ele alan videolar ve fotoğraflar koyuyormuş onternete. O sırada teröristlerle ilgili bir şey öğrenmiş ve birden ortadan kaybolmuş. Sonra da elimizde onun işkence gördüğüne dair video ulaştı." Sözlerim bitince adam bir süre önündeki masaya baktı. Daha sonra bir şey demeden kalktı ve diğer adamla birlikte odadan çıktı. Onun hemen ardından bir polis memuru gelip beni odadan çıkardı. Koridorda ilerlerken bir polisle konuşan Başsavcısı gördüm.

 

"Kars 4.Hudut tabur komutanı Erdem Yarbayla görüşmek istiyorum." dedim yanından geçerken. Bakışları bana dönünce ellerini cebine soktu.

 

"Neden?" Sordu, cevap vermemi beklemeden devam etti. "O da mı size yardım etti? O mu kaçmanıza aracılık etti?"

 

Sorularını es geçip "Onunla görüşmek istiyorum." diye direttim.

 

"Götürün." dedi polislere, o da benim sorumu es geçmişti. Derin bir nefes alıp polislerle birlikte nezarethaneye geldim. Bizimkilerin sorgusu çoktan bitmişti ve buraya getirmişlerdi. Maya da yan nezarethanede kalıyordu.

 

İçeriye girince tahta bankın üstüne oturdum. "Telefon hakkınızı kullandınız mı?" Sordum, hepsi başını iki yana salladı.

 

"Erdem Yarbayla konuşmak istedik ama izin vermediler." dedi Fatih.

 

"Haberi çoktan almıştır, yola çıkmıştır bile. Birkaç saate burada olur eminim ki." dedim. "Ama Cemre nerede kim bilir! Yine Alessi sınırları zorlamaya başladı."

 

"Neden kaçırmıştır ki? Onun amacı bir kişiyi yanına almak değildi." dedi Ozan. "Hepimizi istemiyor muydu?"

 

"Aklınca bizi içeriye tıktı, Cemre'ye de bizimle çalışırsan onları serbest bırakırım falan der. Baktı onunla çalışmıyoruz bir şekilde tek tek bizleri yanına almaya çalışacak." dedim. Yüzümü ellerimin arasına alıp gözlerimi kapattım, umarım ona bir şey yapmazdı ve Cemre de onun dediğini yapmayıp onunla çalışmazdı. Eminim ki Erdem Yarbay bir şekilde bizi buradan çıkaracaktır.

 

Sadece Cemre'nin iyi olmasını istiyordum. Buradan çıkıp çıkmamak umurumda bile değildi, sadece o iyi olsun yeter.

 

Lütfen iyi ol Cemre...

 

*

*

*

 

Burada kaç saat geçirdik bilmiyorum ama en sonunda nezarethanenin kapısı açıldı, içeriye bir polis girerken arkasından da başka biri girdi. Bakışlarım ona dönerken gördüğüm yüzle hızla ayağa kalkıp demir parmaklıklara ilerledim. "Komutanım." dedim. Gelen Erdem Yarbaydı. "Komutanım Cemre yok, onu kaçırdılar." dedim kendi derdimizi unutarak.

 

"Sakin ol Araf, biliyorum her şeyi." dedi. Bakışlarını bizimkilere çevirdi ve hepsinin iyi olduğundan emin olup tekrardan bana döndü. "Polisler onu arıyor şimdi." Derin bir nefes aldım. En azından arıyorlardı.

 

"Peki buradan kurtulma şansımız var mı?" Bir umut sordum, aslında şansımız neredeyse yoktu. Çünkü elimizde bir kanıt yoktu. Buradan kurtulmanın tek yolu videonun aslının bulunmasıydı ama Alessi aslını yok mu etti bir yerde mi saklıyor bunu bile bilmiyorduk.

 

"Aslında var." deyince şaşkınca ona baktım. Benimle birlikte diğerleride şaşırmıştı, bunu çıkardıkları garip seslerden anlamıştım. "Maya'nın zaten bir suçu yok. Tek suçu sizlerin yanında kalması ve sizin yerinizi polise bildirmemesiydi. Onun işlemleri hallediyor, en geç yarım saate çıkar. Sen Başsavcıya elinizdeki şeyleri söylemişsin. Sizi almaya geldiklerinde şüpheli olan her şeyi almışlar zaten. Bahsettiğin flsah bellek ve sim kartı incelenmeye başladı. Sim kartıyla kimler konuşmuş, kimler aranmış kapsamlı bir araştırmaya alındı. Flsah bellekteki görüntüde de Alessi'nin birini öldürdüğü açıkça görünüyor. Onunda hakkında arama kararı çıktı." En azından bir şeyler sırayla yoluna giriyordu. Artık tek aranan biz değil Alessi de aranıyordu. Artık o da rahat rahat dışarıya çıkamayacaktı.

 

"Biz nasıl serbest kalacağız?" Soner'in sorusuyla Erdem Yarbay devam etti.

 

"Yalan makinesiyle." deyince kaşlarım çatıldı. "Biliyorsunuz ki polisler tarafından pek kullanılmıyor ama bu suç sıradan bir suç olmadığı için sizin teröristlere ne bilgi verdiğinizi öğrenmek için yalan makinasıyla sorguya gireceksiniz. Bu fikri istihbarat ekipleri sundu aslında. Teröristlere çalıştığınızı düşündükleri için onlara bilgi verip vermediğinizi öğrenecekler. Suçlu olmadığınız için kurtulmanız olası bir şey ama tamamen serbest kalamazsınız. Büyük ihtimalle yedi yirmi dört takipte olacaksınız." Bu da bir şeydi, kaçak olmaktan daha iyiydi.

 

"Cemre'yi nasıl bulacağız komutanım? Alessi de yakalanma kararından haberdardır, onu kim bilir nereye götürdü." dedim. Demir parmaklıklardan elini uzatıp omzumu sıktı.

 

"Merak etme, onuda bir şekilde bulacağız." Başımı demire yasladım. Tek dileğim şu anda ona bir şey olmamasıydı. Bir tek bunu istiyordum şu anda.

 

Erdem Yarbayın telefonu çalınca başka bir şey konuşmadık. Telefonu cebinden çıkarıp arayan numaraya baktı, daha sonra bakışları bize döndü." Ailenizi sakinleştirmek çok zor." deyince sabahtan beri onlarla uğraştığını anladım.

 

"Komutanım buraya gelmesinler, her yer gazeteci kaynıyordur. Dediğiniz gibi serbest kalıp takip altında olursak onlarla görüşebiliriz." dedim. Bu kadar koşturmanın arasında harap olmalarını istemiyordum. Zaten bizim başımıza gelenler yüzünden iyice kendikerini bitirmişlerdir bir de burada sürünmesinler.

 

"Merak etmeyin onları da halledeceğim." diyerek yanımızdan ayrıldı. Dediği gibi yarım saat sonra Maya serbest kaldı. Bi' yarım saat sonra da yine bizi sorgu odalarına aldılar. Sol koluma tansiyon ölcerken bağlanan şey gibi bir şey bağladılar, sağ elimin orta ve yüzük parmağına da makinaya bağlı olan kabloları taktılar. Yalan makinesinin başında bir adam beklerken Başsavcı karşıma geçip oturdu. İstihbarattan olduğunu tahmin ettiğim üç adam ayakta durup bana bakmaya başladılar.

 

"Başsavcım?" dedi başımızda bekleyen polislerden biri. "Hain de olsa bordo bereli eğitimi aldı." Neyi kastettiğini anlayıp güldüm. Savcının cevap vermesini beklemeden masaya bakarak ben konuştum.

 

"Bordo bereli eğitimi aldım, düşmana bilgi vermemem gerektiği öğretildi, zorlu eğitim şartlarından geçtim, asker oldum, timimin komutanı oldu, esir düştüm ve hiçbir teröriste istediğini vermedim." Başımı kaldırıp polis memuruna baktım. "Bir tane kadın gelip bize çalışacaksınız dedi, çalışmazsanız kaçak hayatınıza devam edecek, herkes sizi vatan haini olarak bilecek dedi." Polis memurunun, Başsavcının ve istihbarattan olduğunu tahmin ettiğim adamlar yalan makinesinin başındaki adama baktılar. Yalan söyleyip söylemediğimi sorgulayacaklardı. Göz ucuyla adama bakınca yalan söylemiyor diye başını hafif oynattı. Bakışlar tekrardan bana dönerken arkama yaslandım.

 

"Gözlerimin önünde, şu anda karım olan o zamanlar sevgilim olan kadını mayın tarlasına gönderdiler." dedim. Başsavcı ilgiyle beni dinleyip benim gibi arkasına yaslandı. Buraları biliyorlardı ama kesilmiş videoya göre biliyorlardı. "Sizin izlediğiz o videoda Cemre vardı ama arka planda biz de vardık. Cemre tarladan geçip onların istediğini yapmamak için kendisiyle birlikte başımıza bunca derdi açan kadını tuttuğu gibi tarlaya atladı. Mayın tarlasında onunla boğuştu ama yinede tarladan geçip onların istediğini aldı ve getirdi." Bakışlar yine adama kaydı, adam yine doğru söylediğimi onayladı.

 

"Az önce vatan haini değiliz diyordun ama şimdi karının mayın tarlasından geçip onlara istediğini getirdiğini söylüyorsın." Başımı sallayıp bunu söylen istihbaratta çalışan adamı onayladım.

 

"Evet getirdi ama sonra da kendi elleriyle mayın tarlasına atıp içindekileri imha etti." dememle yine adama baktılar. Adam yine beni onaylayınca ben polis memuruna baktım ve devam ettim.

 

"Ertesi günü kaçmaya çalışırken askerim vuruldu. Askerimi karşıma geçirip vurmamı istediler ama ben vurmadım. Bunca olan şeye rağmen düşmana boyun eğmedim. Bunları yapan biz bordo berelilerin yalan söyleyeceğini mi düşünüyorsunuz?" Sordum ama cevap vermelerini beklemeden konuşmama devam ettim. "Tutuklayın bizi, mahkemeye sevk edin, hatta bize müebbet hapis cezası versinler ama karımı bulun!" diye emir verdim.

 

"Çabuk benimsemişsin karını." dedi istihbarattan gelen adamlardan biri . "Oysaki isteyerek evlenmediğinizi, başınıza bunca derdi açan kişinin marifeti olduğunu sanıyordum." Anlaşılan camın ardından sorguyu dinlemişlerdi. Zaten izlenildiğim hissine kapılmıştım.

 

"Kim evlendirdiyse evlendirdi. Bundan önce sevgilim, bundan sonra da karım oldu. Pek bir önemi yok, yine benim hayatımda yine benimle." Cevabımla öne doğru yaklaştı ve ellerini masanın üstüne koydu.

 

"Teröristlerle konuştunuz mu?" dedi gözlerimin içine bakarak. Diyecek bir şeyi olmadığı için konuyu değiştirmişti.

 

Göz temasını kesmeden "Evet." dedim. Göz ucuyla makinenin başındaki adama baktı. Doğru söylediğimi onayladı ve tekrardan bana döndü.

 

"Ne konuştunuz? Ne anlatınız onlara?" Gülmemek için kendimi sıktım. Gayet ciddi bir şekilde sorusunu cevapladım.

 

"Ülkeyi ele geçiremeyeceklerini söyledik, onlara asla çalışmayacağımızı söyledik, kendimizi aklayıp yine üniformamızı üstümüze geçireceğimizi söyledik." Düşünür gibi yapıp devam ettim. "Şerefsiz olduklarını, it olduklarını, orospu çocuğu olduklarını ve daha nicelerini söyleyip çok güzel sohbet ettik onlarla." Bir Başsavcıya bir de sorusunu soran istihbarat ekibine baktım. "Başka neler konuştuğumuzu da anlatayım mı?" Sordum ama benim sorumu umursamadan yine makinenin başındaki adama baktılar.

 

"Neden kaçtınız?" Adama bakarak sordu yine. Başsavcı sessizce sorguyu dinliyordu.

 

"Çünkü suçsuzduk."

 

"Suçsuz insan kaçmaz yalnız."

 

"Suçsuz insanın başında bir bela varsa ve o bela onların başına bir suç attıysa, o suçunda bütün okları onları gösteriyorsa kaçmaktan başka şansları yoktur. Onların temize çıkmasına dair tek bir şey bile yokken onların masumluğunu kanıtlamanın peşine kimler düşünecek?" Sordum ve polis memuruna baktım. "Siz mi düşeceksiniz? Elinizde bir delil yokken birinin masumluğunu veya suçlu olduğunu kanıtlayabilir misiniz?" Cevap vermesini beklemeden önüme döndüm. Zaten o da cevap veremedi.

 

"Neden motor çaldın?" Dudağımın bir tarafı kıvrıldı.

 

"Lazım olur diye."

 

"Vatan haini olmasanız bile bu yaptığın bir suç biliyorsun değil mi?"

 

"Elinizde motorun çalındığına dair bir ihbar, bir şikayet var mı?" Sordum, tabii ki cevap vermediler çünkü yoktu. O motoru çalma amacım da tam olarak buydu. İhbarda bulunamazdı çünkü motorun plakası yoktu, plakası olmayan bir motorun çalındığını söylerse plakadan ceza yerdi.

 

"Madem vatan haini değilsiniz o videolara ne diyeceksin?" Birkaç saat önceki sorguda anlatmama rağmen yine soruyorlardı çünkü bu sefer yalan söylediğimi veya söylemediğimi anlamak için makine vardı.

 

"Video oynandı, birçok yeri kesilmiş." diyerek kısa bir cevap verdim.

 

"Peki, Alessi'nin yaptığını söylemiştin ve elinde de onun düzenlediği bir davette kumar oynatırken çekilmiş fotoğrafları olduğunu söyledin. O fotoğrafların shop olmadığını nereden bileceğiz?" Konuşmak için dudaklarımı aralamıştım ki adam devam etti. "Sizin vatan haini olduğunuza dair internete yayılan videonuzun kesildiğini söyledin ama kapsamlı bir inceleme yapıldığı halde videonun kesilmediğini öğrendik ama sen kesildiğini söylüyorsun. Şimdi de fotoğrafın orijinal olup olmadığına bizi nasıl inandıracaksın?" Derin bir nefes aldım. Ben daha videonun kesildiğini kimseye inandıramamışken bunu nasıl yapayım? Zaten kaçmamızın tek sebebi videonun orijinal gibi görünmesinden dolayı değil miydi?

 

"İnandıramam." dedim. "Sizi inandıracak bir kanıtım yok elimde." Dürüst oldum. Mekanın adresini versem, çevredeki kameralar izlense yine elimizde bir kanıt olmazdı. O kadın hepsini düşünmüştür, hele ki o fotoğrafı internete koyduktan sonra onu çeken bütün mobese kayıtlarını bile sildirmiştir.

 

"Silah ve dinleme cihazlarını nereden aldınız?" Savcı yine sessizce otururken adam sordu. Sanırım bizi aldıktan sonra ev kapsamlı bir şekilde aranmıştı.

 

"Kaçmadan önce aldık." Tabii ki de Erdem Yarbay getirdi diyecek halim yoktu.

 

"Kaçmanıza Yarbay Erdem mi yardım etti?" Sorusuyla ona baktım. Bizi tutuklayamayacaklardı ama gider ayak Erdem Yarbayı mı tutuklayalım demişlerdi?

 

"Hayır, kimse yardım etmedi bize." dedim. Bakışları yalan makinesindeki adama kayınca ben de ona baktım. Adam bir süre önündeki makineye baktı ve başını olumlu anlamda salladı. Makine yalan söylediğimi anlamamıştı. Polis memurunun da dediği gibi o kadar eğitimi boşuna almadık herhalde. Şu ana kadar söylediğim tek yalan buydu. Erdem Yarbay bize yardım etmişti ama onu tehlikeye atamazdım. Tekrardan sorgu odasına gelmeden önce bununla ilgili hepimiz konuşmuştuk ve hiçbirimizin bu konuda söylediği yalan ortaya çıkmayacaktı. Dersimize çalışıp gelmiştik.

 

"Diğerleri niye peşinizden yanınıza geldi?"

 

Yüzümde gururlu bir ifade oluştu ve aynı gururlu ifade sesime de yansıdı. "Gökbörü timi onlar. Hepsi birbirinden deli, birbirinden manyak. Ben eğittim onları, onların özelliklerine göre ben lakap taktım, ne olursa olsun geride adam bırakmamalarını söyledim. Onlarda bizi kurda kuşa yem etmemek için bizi kurtarmaya, aklamaya gelmişler." Makinenin başındaki adama dönerken sorgu odasının kapısı çaldı ve bir polis girdi içeriye. Başsavcının yanına gidip kulağına bir şeyler söyledi. Ne söylediyse artık Başsavcı güldü ve bana baktı.

 

"Bak sen şu işe, Gökbörü timi anlaşmışlar gibi sorulan her soruya komutanları Araf Öztürk gibi cevap vermiş." Güldüm, Erdem Yarbayı ele vermemek için anlaşmıştık ama diğer konular için anlamamıştık. Zaten suçsuzduk, bu yüzden farklı cevaplar vermemiz bir şeyi değiştirmezdi. Üstelik ne sorulacağını da bilmiyorduk, tek bildiğimiz kaçarken Erdem Yarbayın yardım edip etmeyeceğini soracaklarını tahmin etmiştim ve doğru da çıkmıştı. Diğer sorulara aynı cevap vermemiz tamamen tesadüftü.

 

"Dediğim gibi benim askerim onlar, nerede nasıl cevap vereceğimizi, nasıl davranacağımızı arkadaşlarımızdan önce biz biliyoruz. Hepimiz kendimizi değil yanımızdaki kişiyi ondan daha iyi biliyoruz."

 

"Ama aynı sorulara birebir aynı cevap vermek şüpheli." deyince gözlerimle makineyi gösterdim.

 

"Kanıtınız nerede Başsavcım? Doğru söylediğimi makine onayladı." Başını sallayarak ayaklandı.

 

"Evet, doğru söylediğini onayladı." deyip masanın üstünedi dosyaları alıp çıktı. Onunla birlikte odadaki herkes çıkarken bir tek ben kaldım. Tek başıma kalmamla başımı masaya yasladım. O camın ardından yine beni izlediklerini hissediyordum ama umursamadım.

 

Tek kalmamla aklıma yine Cemre düştü. Dudaklarım iki yana kıvrıldı, tıpkı onu ilk gördüğümde kalbime düştüğü gibi şimdide aklıma düşüyordu.

 

"Lütfen iyi ol Cemre." Sessizce mırıldandım. Buradan bir an önce çıkıp onu bulmak istiyordum ama Alessi kim bilir onu nereye götürmüştü. Belki dağa bile çıkarmış olabilir. "Off!" Başımı kaldırıp karşımdaki cama baktım, hâlâ izlenildiğimi hissediyordum. Neyi bekliyorlardı? Yalan makinesine bile konuştum ama hâlâ buradayım. Takip altında serbest bırakacaklarsa bıraksınlar artık!

 

Başımı geriye atıp gözlerimi kapattım. Anında gözlerimin önüne Cemre geldi, onu ilk gördüğüm an geldi. Mayının üstüne basmıştı, yaralıydı ve üşümüştü. Ona rağmen güçlü duruşundan, korkusuz bakışlarından ödün vermiyordu. Gecenin karanlığında mavi gözleri ışık gibi doğmuştu, adı gibi yüreğime düşmüştü.

 

Dudaklarım iki yana kıvrılırken izlenildiğim umurumda bile değildi. Aklıma Cemre'yi getirip onun hayaliyle mutlu olmaya çalıştım.

 

Ona ne zaman güzel bir söz söylesem bir şey diyemeden parlayan gözleriyle bana bakışları aklıma geldi. Bir şey diyemeden bana sokulması çok hoşuma gidiyordu.

 

Ben gözlerimi kapatmış Cemre'yle olan anılarıma dalmışken kapının açıldığını duydum. Gözlerimi açıp kimin geldiğine baktım. İki polis memuru, az önce sorguya giren takım elbiseli adam ve Başsavcı içeriye girdi.

 

"Serbestsiniz." dedi Başsavcı. "Ama elektronik kelepçeyle serbestsiniz. Elektronik kelepçeyle yedi yirmi dört takip altında olacaksınız. Suçsuzluğunuz ispatlanana kadar ve herhangi bir suça karışmadığınız müddetçe bu durum bu şekilde devam edecek. Gelen ikinci bir emre kadar çıkarılmayacak. Birkaç gün aralıklarla istihbarat ekipleri gelip kelepçeyi kontrol edecek. Kelepçeler suya dayanıklıdır. Cihazdan sinyal alınmadığı takdirde son tesbit edilen sinyale ekipler sevk edilecek. Kasten çıkartıldığı takdirde bu sefer böyle bir şekilde serbest kalmanız imkansız olur." Başsavcı konuşurken takım elbiseli adam gelip bacağıma kelepçeyi takmaya başladı.

 

"Kelepçeden aldığımız sinyalle yedi yirmi dört izlenecekesiniz. Nereye giderseniz gidin sinyal gelecek ve peşinizde istihbarat ekipleri olacak. Evde olduğunuz sürece ekipler tarafından takip edilmeyeceksiniz ama dışarıya çıktığınızda peşinizde sivil polisler ve iki tane de istihbarat ekipleri olacak..." O konuşmaya devam ederken sözünü kestim.

 

"Cemre bulundu mu? Bir iz falan bulunmadı mı hâlâ?" Konuyu değiştirmemle bana baktı ve başını iki yana salladı.

 

"En son görüldüğü yerdeki kamera kayıtları incelendi ama kameralar silinmiş, tek bir iz bile yok. Ne kaçırıldığına dair iz var ne de kaçırana dair bir iz var. Kuş olup uçmuş gibi hiçbir şey yok." Alnımı kaşıdım, bunu bekliyordum zaten. Alessi arkasında iz bırakan biri değildi. İşini sağlama alırdı.

 

Adam ayak bileğime elektronik kelepçeyi taktıktan sonra dışarıya çıktım. Erdem Yarbay ve Maya dahil herkes buradaydı. "Cemre komutanıma dair bir iz var mı?" Eren'in sorusunu başımı iki yana sallayarak cevapladım. Onu bulamadığımız her dakika kafayı yemezsem iyidir.

 

"Bu arada şu videodaki kişi asker değilmiş." dedi Erdem Yarbay. Az çok tahmin etmiştim bunu.

 

"O halde Alessi de mi bir oyunun içinde yoksa aklınca askerleri öldürdüm diyerek sahte birini bize mi yutturmaya çalışacaktı?" Soner'in sorusunu Erdem Yarbay yanıtladı.

 

"Video yeni değil. Dediğin gibi bizi kandırmak gibi bir amacı olsaydı bunu yeni bir videoyla yapardı."

 

"O zaman tek seçenek kalıyor o da Alessi'nin de bir oyunun içinde olduğu." dedi Ozan.

 

"Bir de ben zekiyim diye geçinir mal! Kendisinin bile bir oyunun içinde olduğundan bi' haber." dedi Meriç.

 

"Acaba o nasıl bir oyunun içinde?" dedi Eren?

 

"Komutanım siz ne düşünüyorsunuz?" Fatih'in sorusuyla ona baktım, bana bakıyordu. Soruyu bana sormuştu.

 

"Cemre dışında hiçbir şeyi düşünmüyorum." diye yanıtladım.

 

Soner'in "Merak etmeyin komutanım, Cemre komutanım o sarı şeytanı suya götürür susuz getirir." demesiyle ona baktım

 

Meriç başını salladı ve Soner'i destekledi. "Valla yapar. Yeter ki o sarı şeytan komutanımın damarına bassın. O zaman Cemre komutanımın içinde yatan canavarı uyandırır. Bu sefer mayın tarlasında dövüşmekle kalmazlar." Dudaklarım iki yana kıvrıldı. Sessiz sakin gibi dursada aslında öyle değildi. Yeri geldiğinde Meriç'in de dediği gibi içindeki canavar uyanıyordu ve beni bir kez daha kendine hayran bırakıyordu.

 

"Neyse, gidip gerekli yerleri imzalayalım ve gidelim şuradan. Alessi'nin bulunduğu mekanlardan başlayarak her yeri arayıp bulacağım Cemre'yi." dedim. Zor olacaktı ama boş boş oturmaktan iyiydi.

 

Tam bir adım atmıştım ki Erdem Yarbayın telefonu çaldı, olduğum yerde durup ona baktım. Arayan numaraya baktı bir süre, daha sonra açıp kulağına götürdü. "Alo?" Karşı taraf ne dediyse Erdem Yarbayın şaşırdığını gördüm, bakışları bana döndü.

 

"Cemre?" demesiyle hızla yanına yaklaştım. Erdem Yarbay da telefonu hoperlöre almıştı. Hoperlöre aldığı için hemen konuştum.

 

"Cemre? İyi msin? Neredesin? Yerini söyle hemen yanına geliyorum." diye art arda soruları sıraladım.

 

"Nerede olduğumu bilmiyorum." dedi kısık bir sesle. Birkaç saat içinde sesini bile özlemiştim. "Şehirden uzak bir mahalledeyim, bir parkın önündeyim." dedi.

 

"Tabela var mı etrafında? Veya market, bakkal var mı? İsimlerine bak bana söyle?" dedim.

 

"Bir dakika biri geçiyor, ona soracağım." dedi, birkaç saniye sonra nerede olduğunu söyledi.

 

Hep birlikte karakolun çıkışına ilerlerken Erdem Yarbay sordu. "Hemen geliyoruz yanına. Sana bir şey yapmadı değil mi?"

 

"Hayır, bir şey yapmadı. Konuştu sadece!" dedi sonlara doğru sesi sinirli çıkmıştı. "Sanki kaçırmadan konuşamıyor!" diye homurdandı. Dudaklarımda bir gülümseme oluştu, onun sinirlenmesini bile özlemiştim. Ben onu çok özlemiştim. "Siz iyi misiniz? En son polisler tarafından yakalanmıştınız? Nasıl benimle konuşabiliyorsun?" Bize sorunca bu sefer ben konuştum.

 

"Serbest kaldık." dedim, şaşırdığını tahmin edebiliyordum. "Yanına geldiğimizde anlatırım." dememle Erdem Yarbay telefonu bana verdi ve yanımızdan ayrıldı. Kısa süre içinde polislerle birlikte Erdem Yarbay karakoldan çıktı, onların arkasından da Başsavcı çıktı. "Biz şimdi yola çıkıyoruz, en kısa sürede yanında olacağız. Telefonu kapatma, yanına gelene kadar açık kalsın." dedim, biz gidene kadar yine kaçırılmasından korkuyordum. Alessi'ye gram güvenmiyordum, yine bir işler karıştırırdı.

 

Cemre beni onaylayınca ben, Fatih ve Eren Erdem Yarbayın arabasına bindik. Diğerleri de polis ekiplerinin arabasına bindi. Cemre'yi de sorguya alacaklardı. Üstelik kaçırılmıştı, bu yüzden sorguya girecekti. Daha sonra ona da elektronik kelepçe takacakları için onlarda geliyordu.

 

Yol boyunca Cemre'yle konuştum, telefonu bir saniyeliğine bile kapatmadık. Tam iki saatin sonunda Cemre'nin verdiği adrese geldik. Araba dururken elimdeki telefonu koltuğa bırakıp indim, birkaç adım atıp etrafıma baktım ve kaldırım kenarında oturan ve dizlerini kendine çekmiş Cemre'yi gördüm. Koşar adımlarla yanına doğru ilerledim. Başını kaldırınca benimle göz göze geldi. Oturduğu yerden kalkıp o da bana doğru ilerledi. Ortada buluşunca sıkıca kollarımı beline doladım, başını gögsüme yaslayıp kollarımın arasında kaybolmasına izin verdim.

 

Şu anda arkamızda bir Başsavcının, polis ekiplerinin, istihbarat ekiplerinin, Erdem Yarbayın ve timin olduğunu bile umursamıyorduk. Sıkıca birbirimize sarılıyorduk.

 

Kollarımı belinden çekip yüzüne çıkardım ve baştan ayağa onu süzdüm. "Bir şeyin yok değil mi? İyisin?" Başını sallayıp onayladı beni.

 

"İyiyim, bir şey yapmadı."

 

"Niye kaçırmış o zaman o sarı şeytan?" dedi Meriç yanımıza gelirken. "Aksiyon falan mı yaratayım demiş de benim biricik Ateş Parçası komutanımı kaçırmış?" Cemre onun sözlerine gülüp benden bir adım uzaklaştı.

 

"Aklınca onlarla çalışmayı kâbul edersem sizin suçsuzluğunuzu kanıtlayacağını falan anlattı." dedi. "Ha bir de onlarla çalışmayı kâbul etmezsem ileride olacakların küçük bir fragmanını mı ne göstermiş." Yüzü buruştu. "Ondan öncede adamlarından biri üstüme araba sürmüştü zaten." deyince kaşlarım çatıldı.

 

"Ne zaman oldu bu? Niye bana söylemiyorsun?" Sorularımla alt dudağını ısırıp bana baktı.

 

"Önemli bir şey değildi ya, sadece göz korkutmaya falan çalıştı."

 

"Ne demek önemli değil Cemre? Adamın biri üstüne araba sürüyor ama sen bize söylemiyorsun?"

 

"Ya Araf adam üstüme araba sürdü, daha sonra sizin polisler tarafından baskın yiyip yakalandığınızı gördüm, daha sonra ise ne olduğunu anlayamadan kendimi bir depoda buldum." diye savundu kendini. "Hangi ara anlatımı bekliyorsun? Hepsi üst üste geldi ve ben üstüme araba sürüldükten saatler sonra seninle konuşabiliyorum." Kolundan tutup kendime çektim ve yine sarıldım.

 

"Korktum sadece." dedim kulağına, ona bir şey olma düşüncesi bile korkutuyordu beni.

 

"Bende korktum ama size bir şey olacak diye korktum." dedi o da kulağıma. Biz birbirimize sarılmış öylece dururken aramıza bir ses girdi.

 

"Cemre Hanım?" Kollarımızı birbirimizden çekip sesin geldiği tarafa baktım, Başsavcıydı. "Karakola gelip ifade vermeniz gerekiyor. Hem kaçırılma olayıyla ilgili hem de herkesin bildiği videolarla ilgili." Cemre başını sallayıp onayladı onu, arabalara doğru ilerler Cemre gidip Erdem Yarbaya sarıldı. Erdem Yarbay da babacan bir tavırla karşılık verdi ona.

 

"Başımızdaki beladan dolayı sizi yoruyorsuz komutanım." dedi Cemre mahçup bir sesle.

 

"Siz değil başınıza bunca derdi açanlar yoruyor." diye düzeltti onu Erdem Yarbay. "Hadi sohbetimizi sonra yapalım. Seninde sorgun bitsin sonra ailenizle doya doya konuşun, hepsi merak içinde sizin aramanız bekliyor." Hep birlikte arabalara bindik. Cemre'yle arabanın arkasına geçerken onu kendimi çekip sıkıca sarıldım. Bir süre, hatta ömür boyu onu yanımdan ayırmayı düşünmüyordum.

 

Selam nasılsınız?

 

Bölüm nasıldı?

 

Bizimkilerin elektronik kelepceyle dahi olsa serbest kalacağını tahmin etmiş miydiniz?

 

En sevdiğiniz sahne?

 

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, kendinize iyi bakın🤍

 

 

Loading...
0%