@kitap__gezegeni1
|
Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayalım🦋
Keyifli okumalar✨️
30.Bölüm "Derin Acı"
Bir mucize olsun...
YAZARDAN
Acı; biri Araf'a acının tanımını sorsa tam şu anı, şu dakikayı gösterirdi. Kollarında kanlar içinde yatan Cemre'ye baktıkça içindeki derin acının haddi hesabı yoktu şu anda. Peki ya bebeği?
Yüzünde acı bir gülümseme oluştu. Baba olacaktı ama karısı gibi bebeğide zarar görmüştü, acı çekmişti ve içindeki acı giderek körükleniyordu ve büyüyordu. Bir babanın yaşamak istemeyeceği acılar yaşıyordu şu anda.
"Hemen Erdem Yarbaya haber verin!" diye bağırdı yanına toplanan askerlere. "Acil hava ambulansını göndersin!" Elleri Cemre'nin yüzüne gitti, o sırada gözünden bir damla yaş düştü ve Cemre'nin kucağındaki nikâh defterinden akıp gitti.
"Cemre?" Yüzünü okşarken seslendi ona ama hareket etmedi. Araf elini kaldırıp Cemre'nin boynuna götürdü , nabzını kontrol etti.
Nabzı zayıflamıştı.
Araf'ın kalbi acıyla sıkışırken bakışları Cemre'nin bacaklarına kaydı, çok kan kaybetmiş diye düşündü, kaybetmeye de devam ediyordu. "Acele etsinler!" dedi dişlerinin arasından. Başını kaldırıp dolu gözlerle onları izleyen Ozan'a baktı. "Doktor?" dedi, bir şey yapmasını bekledi ama o da biliyordu ki bu durum onun boyunu aşardı. Sonuçta o bir doktor değildi, lakabı doktordu ve bildikleri sınırlıydı. Cemre'nin bu durumu kurşun çıkarmak, yarayı dikmek ve serum takmak gibi değildi.
"Üzgünüm komutanım, bu durum beni aşıyor." deyip yerde baygın bir şekilde yatan komutanına baktı. "Keşke elimden bir şey gelse ama gelmiyor. Şu anda yapabileceğim tek şey kanı uyuşan birinden kan alıp ona kaybettiği kanı vermek olur."
Araf'ın bakışları tekrardan Cemre'ye kaydı. Yüzü bembeyaz olmuştu, teni buz gibiydi ve bacaklarında ki koyuluğa bakılırsa hâlâ kan kaybediyordu. "Tamam." dedi. Bu zamana kadar burada kimin başına ne geldiyse Doktor herkesi bir şekilde iyileştirmişti. Hijyenik değildi belki ama silah arkadaşlarını ayakta tutmuştu. Eğer şimdi hijyenik değil deyip Cemre'nin kaybettiği kanı vermeyip hava ambulansını beklerse durumu daha da kötü olabilirdi.
"Kan grubu ne?" Ozan yere eğilerek sordu, bir yandan da mühimmat çantasından gerekli malzemeleri çıkarmaya başlamıştı. Fatih hızla yere eğilip titreyen elini yerde yatan komutanının boynuna götürdü. Boynundaki künyeyi çıkartıp kan grubuna baktı ve konuştu. (Künyelerde TC kimlik numarası, kan grubu ve ad-soyad gibi askeri teşhis etmeye yarayan bilgiler yazar.)
"A RH +" Araf Fatih'ten duyduğu kan grubuyla anında konuştu.
"Benim, benim uyuyor. Ne yapacaksan çabuk yap ve ver benim kanımı!"
Ozan gerekli malzemeleri hızlı bir şekilde çantasından çıkardı. İlk önce Araf'tan daha sonra ise Cemre'nin kolundan damar yolu açtı. Araf bir kolunu sabit tutarken diğer eliyle de Cemre'nin yüzünü okşuyordu. Belki varlığını hisseder diye de sürekli onunla konuşuyordu.
Bir anlığına elini onun yüzünden çekti, titreyen eli öylece havada kalırken Cemre'nin karnına baktı. Titrek bir nefes alıp elini baygın yatan karısının karnına götürdü. Cemre'nin karnına dokununca ağzından bir hıçkırık kaçtı. Bebeği olacağını duymuştu ama bir kez olsun Cemre'nin karnına dokunup bebeğini hissedememişti, onunla konuşamamıştı. Şimdi ise onun yokluğuyla içi yanıp kavruluyordu.
Gitmemiştir değil mi diye düşündü içinden. Cemre bayılmadan önce bizim bebeğimiz demişti, bizim gibi güçlü demişti. Araf'ın içinden geçenlerle içine bir umut ışığı doğdu ama Cemre'nin bacaklarına baktıkça o kibrit çöpüyle yanan umut ışığı küçük bir üflemeyle sönüp gitmişti. Bir mucize dedi içinden, sadece bir mucize olsun.
Onun yokluğuyla sınanmak hem Araf'ı hem Cemre'yi hem de diğer herkesi etkileyecekti. Bir daha eskisi gibi gülmeleri zor olacaktı, eskisi gibi olmları zor olacaktı ve o küçük canın yokluğu şüphesiz ki hepsini derinden sarsacaktı.
Karanlık geceyi süsleyen yıldızlardan biri kaydı o gece, kimse bunu görmedi ama o yıldızın kayıdığını görmemelerine rağmen farkına bile varmadan herkes aynı dileği dilediler. Bir mucize olsun...
Eski bir rivayete göre ne zaman bir yıldız kaysa dünyadan bir can yok olup gidiyordu...
Gitmiş miydi gerçekten? Daha anne, babasına varlığıyla dünyanın en mutlu insanı yapmadan yokluğuyla dünyanın en acı insanlarına mı dönüştürmüştü onları? Derin bir acıyla tüm bu insanları bırakıp gitmiş miydi?
Araf'ın aklından geçen düşünceler delirecek gibi olmasına neden oluyordu. Üzerine kurşun yağmuru yağsa canı bu denli acımız, kalbi acıdan bu denli sıkışmazdı. Hangi baba böyle bir acı yaşamak ister ki? Araf da istememişti ama hayat biz planlar yaparken başımıza gelenlerdir diye boşuna dememişlerdi. Bazen hiç ummadığımız bir zamanda dünyamız başımıza yıkılabilirdi.
Duyduğu helikopter sesiyle dolu gözlerini gökyüzüne çevirdi Araf. "İşaret fişeğini yakın." deyip kolundaki serumu umursamadan Cemre'yi kucağına aldı. Helikopter inince sağlık çalışanlarını beklemeden kucağındaki Cemre'yle helikoptere bindi. Sağlık çalışanları müdahaleye geçerken helikopter de tekrar havalandı.
Helikopter hastaneye gelene kadar Araf'ın içindeki acı giderek büyüdü. Sağlık çalışanlarının kurduğu her cümlede içindeki acı derinleşti ve onu içine alıp dipsiz acılara terk etti. Derin acılarla boğuşmasına sebep oldu.
Helikopter hastanenin çatısına indikten sonra çatıda bekleyen doktorlar tarafından hızla hastaneye girip Cemre'nin acil müdahale odasına alınması dakilar sürmüştü. Araf Cemre'nin alındığı odanın tam karşındaki duvarın dibine çöküp başını ellerinin arasına aldı. Ne kadar zaman geçtiğini bilmeden orada öylece bekledi. Sanki zaman onun için o dakika, Cemre'nin yanından ayrılmasıyla durmuş gibiydi. İçinden dua etmek ve bu olanların bir kâbus olması için dua etmekten başka bir şey yapamadığı için kendisine kızıp duruyordu. O da biliyordu elinden bir şey gelemediğini ama bu kendisine kızmasını engellemiyordu.
Daha erken gelseydim onlara zarar gelmezdi diyerek bütün suçu kendisine yükleyip kedisine kızıyordu.
Biri omzuna dokununca ağlamaktan kan çanağına dönmüş gözlerini elin sahibine çevirdi. O duvarın dibinde oturduğundan beri ağladığının kendisi bile farkında değildi.
"Kendine gel." dedi omzuna dokunan Erdem Yarbay. "Kendini suçlama, bu olanların hiçbiri senin suçun değil." Araf içinden geçenleri komutanın bilmesine şaşırmadım. Komutanları hep bir baba gibi olmuştu, artık onları onlardan daha iyi tanıyordu.
"Hamileymiş komutanım." dedi Araf, yüzünde buruk bir tebessüm belirdi. "Bebeğimiz olacakmış, baba olacakmışım ama..." deyip sustu, daha fazla devam edemedi. Erdem Yarbay onun gibi yere eğildi ve Araf'ı kendisine çekip sarıldı. Telsizden kısaca durumu özet geçtikleri için her şeyi biliyordu. Hatta bizzat hastaneyi arayıp en iyi doktorları toplayıp çatıda helikopterin gelmesini bekletmişti.
"Hiçbir şey kesinleşmeden böyle konuşma." Erdem Yarbayın kurduğu bu cümleyle Araf zorlansada konuştu.
"Çok kanaması vardı komutanım. Mavi pantolonu artık mavi değil kıpkırmızı olmuştu." Erdem Yarbay iç çekip Araf'ın sırtını sıvazladı. Bir şey diyemedi.
Araf uzun bir süre komutanına sarılıp sessizce gözyaşlarını akıttı. Ta ki bir kadın sesi duyana kadar. "Nerede benim kızım? Ne oldu ona?" Araf duyduğu bu sesle yutkunamadı. Ne diyecekti şimdi bu kadına? Peki ya kocasına ne diyecekti? Kızını bulup getireceğim demişti ama kızı yaralıydı, üstelik hamileydi ve bebeğin kurtulma şansı çok düşüktü. Nasıl bakacaktı şimdi Cemre'nin ailesinin yüzüne?
Araf Erdem Yarbaydan ayrılıp onlara doğru gelen hem kendi hem de Cemre'nin ailesine baktı. Cemre'nin babası Hasan Bey Araf'ı görünce hızlandı. Yanına gidip kızını soracakken Araf'ın halini görünce yavaşladı, baştan ayağa onu süzdü. Onun bu halini görmek içine bir korku düşürdü. Bakışları üstüne bulaşan kana kaydı ve içindeki korku giderek büyüdü.
"Kızımın iyi olduğunu söyle." diyebildi sadece. Araf duyduğu çaresiz ses tonuyla bakışlarını kaçırdı.
"Araf?" dedi Hasan Bey, onun bakışlarını kaçırması kalbinin sıkışmasına neden olmuştu. Bir şey oldu kızıma diye geçirdi içinden.
"Odaya aldılar." diyebildi Araf. Devamını getirmeye dili varmadı ama söylemeliydi. "Cemre... Hamileymiş." deyince hem kendi ailesi hem de Cemre'nin ailesi şaşkınca kaldı. Araf Cemre'nin kanaması olduğunu nasıl söyleyeceğim diye düşünürken hem kendi hem de Cemre'nin ailesi henüz şaşkınlıklarını üstünden atamadılar. Birazdan mutluluklarının kursaklarında kalacağını bilemeden şaşkınca Araf'a bakıyorlardı.
"Ne?" Cemre'nin annesi Arzu Hanım şaşkınca sordu.
"Bilmiyordum, bebeğimiz olacağını bilmiyordum. Onu bulduğumuzda öğrendim ve..." deyip yine sustu. Bugün konuşmak ona zulüm gibi geliyordu.
"Ve ne?" dedi Araf'ın annesi Zehra Hanım ama Araf konuşmayınca ısrarla konuşmaya devam etti. "Oğlum konuşsana, ne oldu?"
"Onu bulduğumuzda kanaması vardı." Araf'ın kurduğu bu cümleyle başlarından aşağıya kaynar sular dökülmüş gibi hissettiler. Cemre'nin annesi Arzu Hanım feryat figan ağlarken Hasan Bey ayakta durabilmek için duvardan destek aldı.
Araf'ın annesi Zehra Hanım duyduklarıyla gözyaşlarına hâkim olamayıp ağlarken Metin Bey duyduklarıyla kendini hastane sandalyelerine zor attı. Cemre'yi kızı gibi sevmişti. Kendisinin bir evladı vardı, bir oğlu vardı sadece. Bir tanede kızı olmasını çok istemişti ama olmamıştı ve Cemre'yle tanıştıktan sonra onu çok benimsemişti. Kızı gibi sevmişti onu ve şimdi başına gelenleri duymak onu da herkes gibi derinden sarsmıştı. Üstelik Cemre onunda kızı sayılırdı ve torunu olacağını öğrenmişti ama aynı zamanda kanaması olduğunu öğrenmek herkes gibi onu da üzmüştü.
"Arzu!" Araf'ın annesinin telaşlı sesini duyan herkes ona baktı ve kolları arasında bayılan Arzu Hanım'ı gördüler. Zehra Hanım'da Cemre'nin durumuna üzülmüştü ama üzüntüsünü yaşayamadan Arzu Hanım'ın telaşına kapılmıştı.
Hasan Bey eşinin yanına koşarken bir yandan da bağırdı. "Hemşire çağırın!" Eren koridorda koşarak bir hemşire bulmaya gitti. Etrafı yine büyük bir kargaşa sarmıştı. Herkes telaşlı bir şekilde Arzu Hanım'ın başına toplanmıştı ama bu kargaşa kısa sürdü çünkü hemşireler gelip Arzu Hanım'a serum takmak için götürdüler. Hasan Bey ve Metin Bey burada kalırken Zehra Hanım da Arzu Hanım'ın yanında kalmıştı.
Araf tekrardan duvar dibine çökmüş öylece yere bakarken gözlerinin önünde bir çift ayak durdu. Başını küçük bir açıyla kaldırıp ayakların sahibine baktı. "Ben biliyordum." dedi Maya mahçup bir sesle. Araf anlamadığı için kaşlarını çatarken Maya sözlerine devam etti. "Cemre'nin hamile olduğunu biliyordum ama oradan ona bir şey olmadan kurtulduktan sonra kendisi söylemek ister diye söyleyemedim sana." Gözünden bir damla yaş akarken yüzündeki suçluluk duygusu arttı. "Belki ben gizlemeyip söyleseydim böyle olmazdı."
"Saçmalama Maya." dedi Araf, bakışlarını tekrardan yere sabitledi. "Senin bir suçun yok. Sen Cemre'nin hamile olduğunu söyleyince onu bulacak değildik. Maalesef gerçek ama biz yine onlara geç kalacaktık. Boşuna kendini suçlama, senin hiçbir suçun yok." Sözlerinde samimiydi, onun bir suçu yoktu. Dediği gibi bir bebeği olacağını söyleseydi Cemre anında bulunmayacaktı ve maalesef yine geç kalacaklardı.
Cemre'nin alındığı odanın kapısı açılınca bütün bakışlar dışarıya çıkan hemşireye kaydı. Araf hızla kalkıp kadının yanına gitti. "Cemre Öztürk'ün yakınları sizler misiniz?" Kadın etrafındaki kalabalığa bakarak sordu.
"Evet, ben kocasıyım." dedi Araf beklemeden.
"Bunlar üzerinden çıktı." deyip elindekileri Araf'a doğru uzattı. Araf kadının elindekileri alırken sorularını sıraladı.
"Cemre nasıl? Bebeğimiz de iyi değil mi? İkisine de bir şey olmadı?"
"Doktor Hanım birazdan çıkıp size bilgi verecek." diyerek etrafına toplanan kalabalığın arasından çıktı. Araf elindeki eşyalarla tekrardan duvar dibine gidip mesken edindiği duvar dibine çöktü. Elindekileri kucağına koyup baktı. O sırada sağ elinde sıkıca tuttuğu kağıt dikkatini çekti. Elinde tuttuğu kağıdı bile yeni fark diyordu. Birkaç damla kan olan kağıdı açıp baktı ve gördüğü şeyle yutkundu.
Bebeğinin ilk ultrason görüntüsüydü bu. Saatlerce sıkıca elinde tuttuğunun bile farkında değildi. İçinden şükür etti, bunu yanlışlıkla düşürse kendini asla affetmezdi. Gözünden bir damla elindeki ultrason görüntüsüne düşerken ağladığının farkına vardı. Gözyaşlarını silme gereği duymadan ağlamaya devam etti.
Bazı erkeklere göre ağlamaktan asla çekinmezdi Araf. Çünkü ağlıyorsa canı, kalbi yanmıştır, canından çok sevdiği birinin canı yanmıştır ve onun acısı ona geçmiştir. Ağlıyorsa boşa değil, gerçekten kötü bir şey olmuştur ve bu yüzden o kötülüğü gözyaşlarıyla temizlemek istiyordur.
Bakışları Cemre'nin eşyalarına kaydı. Ona ilk aldığı hediye vardı, kolye. Evlilik cüzdanları ve künyesi vardı.
Dakikalar dakiları kovalarken Cemre'nin annesi Arzu Hanım ayılır ayılmaz serumun bitmesini umursamadan kalkıp kızının bulduğu odanın koridorunda beklemeye başladı. Kimsenin sözlerine kulak asmadan birinin çıkıp hem kızının hem de yeni öğrendiği torunun iyi olduklarını söylemesini bekledi herkes gibi.
Cemre'nin bulunduğu odanın kapısı açılınca yine bütün bakışlar oraya döndü ve saniyeler içinde yine herkes doktorun etrafına toplandı. "Cemre nasıl? Bebek, bebeğimiz de iyi mi?" Araf yine hemen sorularını sıraladı.
Kadın doktor hafif bir şekilde gülümseyip başını salladı. "Cemre Hanım gayet iyi, çok fazla kan kaybetmiş ama buraya gelene kadar kan takviyesi yapılmış ve buraya gelincede bir ünite kan verildi. Kanaması zor olsada durdu ve şu anda gayet iyi." Herkes derin bir nefes aldı ama aynı zamanda kaşlarını da çattılar. Bebekten söz etmemesi hepsinin içine bir korku düşürmüştü.
"Bebek?" dedi Araf korka korka. "Bebeğimiz de iyi değil mi?" Doktorun yüzündeki küçük tebessüm yavaşça silindi. O silinen tebessümle Araf'ın içindeki derin acı tekrardan kendini belli etti.
"Üzgünüm, buraya geldiğinde Cemre Hanım düşük yapmıştı." Doktorun sözleriyle Araf başından aşağıya kaynar sular dökülmüş gibi hissetti, yer ayaklarının altından çekiliyormuş gibi hissetti ve etraf dönmeye başladı.
Baba olacağını öğrenmişti ama bebeğinin mutluğunu yaşayamadan kaybettiğini öğrenmişti. Bir babanın yaşamak istemeyeceği en kötü şeyi yaşamıştı şu anda.
Geri geri gidip sırtını duvara yasladı ve yavaşça aşağıya kaydı. Ellerini yüzüne bastırıp içinden Allah'a yalvarmaya başladı. Kâbus olsun, lütfen kâbus olsun ve şu dakika uyanayım diye defaralca içinden yalvarmaya başladı.
Erdem Yarbay duyduğu sözlerle ne yapacağını şaşırdı. Cemre'yi uzun zamandır tanımıyordu ama her askeri gibi onu da çocuğu gibi görmüştü. Bir kızı olarak benimsemişti onu, şimdi acı bir şekilde bebeğini kaybettiğini duymak en az herkes gibi onu da mahvetmişti. Cemre'nin birazdan uyanıp bu gerçekle yüzleşmesi aklına geldikçe ne yapacağını şaşırmasına neden oluyordu. Şimdiden Cemre'nin haykırışları kulaklarında çınlamaya başlamıştı. Çocuk gibi yere oturup kulaklarındaki sesleri duymamak için kulaklarını kapatmak istedi.
Meriç, duyduğu sözlerden sonra arkasını dönüp o koridordan uzaklaştı. Neşeli, eğlenceli, çocuk gibi trip atan ve sanki hiç üzülmeyen biri gibiydi ama içlerinde en duygusalı o olabilirdi. Sadece bu duyguları gırgır şamataya vuruyordu ve hiç kimseye bir şey belli etmiyordu. Sonuçta bu grubun bir neşe kaynağına ihtiyacı vardı ve o neşe kaynağını Meriç karşılıyordu. Şimdi ise herkesin içinde ağlayamadığı için anında oradan uzaklaşmıştı.
Kendini boş bir koridora atıp duvarın dibine çöktü. Yalnız kalınca kızaran gözlerinden ardı ardına yaşlar dökülmeye başladı, gözyaşlarını takip eden hıçkırıklar dökülmeye başladı dudaklarından. Bunu hak etmediler diye geçirdi içinden. Ne o küçük can ne de Cemre komutanı bu sonu hak etmedi.
Duyduğu ayak sesleriyle gözyaşlarını silmeye başladı. Fatih onu hiç umursamadan yanına çöküp sırtını duvara yasladı. Meriç'in aksine çekinmeden ağlamaya başladı. Meriç'in buraya geldiğini görünce yanına gelmişti hemen. Sürekli kedi köpek gibi birbirlerini yeselerde hepsi birbirine değer veriyordu. Kimse kimseyi hem mutlu hem de üzgün zamanlarında yalnız bırakmazdı. Şimdi olduğu gibi.
Başını geriye yaslayıp gözyaşlarının akmasına izin verdi. Bir kan bağları yoktu, Cemre onun sadece komutanıydı ama kan bağı olsa bu denli canı yanmazdı sanırım. En fazla birkaç saat önce aralarına küçük bir üyenin katılacağını öğrenmişti. Sevinmişti ama bu sevinçleri kursağında kalmış gibi, hayat onların mutluluğunu çok görmüş gibi size bu kadar mutluluk yeter demişti. Hiçbir suçu olmayan küçük bir canın bir avuç döl israfı yüzünden dünyaya gelmeden yok olmasına hem canı yanmıştı hem de intikam duygusuyla dolup taşımıştı.
Eren kapı pervazına yaslanıp dolu gözlerini odanın içinde yatan komutanına çevirdi. Gözlerinin önüne onu o dağ başında buldukları o hali geldi. Umutluydu, bebeğinin yaşayacağına dair umutları yüksekti ve uyanınca bu gerçeklerle nasıl yüzleşecek diye düşüncelere dalmıştı. Doktorun az önceki sözleri aklına geldikçe gözlerinden yaşlar akmaya başlıyordu. O küçük can böyle bir sonu hak etmemişti diye geçirdi içinden. Bakışları duvarın dibindeki Araf komutanına kaydı, saniyeler içinde yıkılmıştı adam ve tabii onunla birlikte herkes. İç çekti Eren, gidip destek olmak istiyordu ama kendinsinin de ondan bir farkı yokken nasıl destek olacağını bilemedi.
Soner bir aydır komutanın korkularını düşündü. En ufak bir şeyden korkuyordu, daha doğrusu bizlere bir şey olacak diye korkuyordu diye geçirdi içinden. Hep diken üstündeydi ama gözlerinin önünde karnındaki bebeğini kaybetmişti. Kim bilir ne hissetti diye düşündü, bize bile böyle değer veren biri bebeğine zarar geldiğinde saatlerce ne yaptı kim bilir? Peki ya birazdan gerçekleri öğrenince ne yapacaktı? Düşündü Soner ama bir şey bulamadı. Gözlerinin önünde komutanı, komutanları, hatta herkes yıkılacaktı. Onlarla birlikte bu acıyı herkes çekecekti çünkü onlar büyük bir aileydi. Ailede kötü bir şey olunca herkes üzülürdü. Tıpkı mutlu bir olay olunca mutlu olunduğu gibi üzüntüleri de paylaşırdı aile.
Ozan, gözlerinin önüne Araf komutanının çaresiz yüzü geldi. Dağda elinden bir şey gelsin diye Doktor deyişi yankılandı kulaklarında. O da çok istemişti elinden bir şey gelmesini, o küçük cana yardım etmeyi o kadar çok istemişti ki ama Meriç'in dediği gibi çakma bir doktordu. Bir suçu olmamasına rağmen kendisine kızdı, keşke elimden bir şey gelseydi diye yakındı. Belki elimden bir şey gelseydi şu anda buradaki herkesi yıkan bu son gerçekleşmezdi diye düşündü. Ama siktiğimin dağında da, siktiğimin çakma doktorluğundan da bir şey gelmemişti diye kızdı kendine.
Maya, şüphesiz ki Cemre'nin hamile olmasına çok sevinmişti. Bebekleri çok seviyordu ve hayatını kurtaran, o dağdan onu çekip alan bu kadının bir bebeği olmasına çok sevinmişti ama hem o, hem Cemre ve hem de buradaki insanlar doya doya bu mutluluğu yaşayamamıştı.
Cemre'nin babası Hasan bey, tek kızı vardı, el üstünde büyütmüştü onu ama ona rağmen Cemre hiçbir zaman şımarık bir kız olmamıştı. Ona zarar gelecek diye deli gibi korkarken asker olmak istediğini söylemişti Cemre babasına, hatta ondan habersiz askeri liseye yazılıp sürpriz yapmıştı Cemre. Hasan Bey asker olunca kızına zarar gelecek diye hem korkmuştu hem de gururlanmıştı. Yıllar öncesinde korktuğu gibi hâlâ kızana zarar gelecek diye ödü kopuyordu, haberlerde şehit haberlerini gördükçe içi yanıyordu. Bu birkaç gün boyunca gece gündüz hep haberlere bakmıştı. Bugün gelen telefonla korktuğu şey başına gelmişti, kızının bulunduğunu ama yaralı olduğunu söylemişlerdi. Şimdi ise kendi kızının iyi olduğunu ama kızının bebeğinin, torunun hayatta olmadığını öğrenmişti. Az çok kızının nasıl tepki vereceğini biliyordu ve kahroluyordu.
Cemre'nin annesi Arzu Hanım, kendiside bir anneydi ve bir evlat acısının ne kadar kötü olduğunu biliyordu. Evladını hiç kaybetmemişti ama empati kurabiliyordu. Kızının çocuğu onunda torunu oluyordu, kızı anne olamadan evladını kaybetmişti. Hiçbir annenin, hiçbir babanın, içi aile sevgisiyle dolu olan hiçbir insanın tatmak istemeyeceği duyguyu tatmıştı kızı ve Araf. Evladına kavuşamadan kaybetmişlerdi. İçi yanıyordu, birazdan kızının da içinin yanacağını bilmek içindeki acıyı arttırıyordu.
Araf'ın babası Metin Bey oğluna baktı, yıkılmış gibi duvarın dibine çöken oğluna destek olmak istedi. Yanına gidip ona sarılmak ve omzunda ağlamasına izin vermek istedi ama daha kendisini bile toparlayamamışken bunu yapamadı. Cemre'yle daha yeni tanışmışlardı, en fazla birkaç saat konuşmuşlardı ama sevmişti onu, oğlunu nasıl sevdiyse gelinin de gelin gibi değil kızı gibi sevmişti. Bizim bile içimiz bu denli yandıysa birazdan uyanınca kim bilir nasıl yıkılacak diye düşünmeden kendisini alıkoyamadı.
Araf'ın annesi Zehra Hanım gözündeki yaşlarla kendisini hastane sandalyelerine bıraktı. O da sevmişti Cemre'yi, kızı gibi görmüştü. Kim bilir o dağ başında başına neler geldi diye düşünmeden edemedi. Başına gelenlere tuz biber olur gibi bu haber onu yıkar diye düşündü. Keşke demeden edemedi, keşke Allah benim kalan ömrümden alıp o küçük cana verseydi de hem oğlu hem de kızı gibi sevdiği gelini bu acıları yaşamasaydı.
Herkesin canı yanıyordu, sanki kendi canlarından bir şeyler kopmuş gibi hissediyorlar ama herkes biliyor ki dünya imtihan dünyası. Her insanın imtihanı farklı olur, acı çekler ama hiçbir zaman mazlumun acısı unutulmaz ve ona yaşatılan her acının bir gün hesabı sorulur. Belki erken, belki geç ama kimse bu dünyadan göçmeden önce yaşattığını yaşamadan ölmez. Elbet bu insanların ahı tutacaktı bir gün.
Ağlamalar, feryatlar ve dualar havada uçuşurken Araf daha fazla dayanamadan ayağa kalktı, kimseyle göz teması kurmadan Cemre'nin bulunduğu odanın önüne gitti. Derin bir nefes alıp titreyen eliyle kapıyı açtı ve içeriye girdi. Oldukça ağır adımlarla Cemre'nin yanına gidip yanına bir sandalye çekerek oturdu. Elindeki Cemre'nin eşyalarını komodinin üstüne bıraktı. Cemre'nin serum bağlanan elini büyük ellerinin arasına alıp solgun yüzüne baktı. Aklına ilk ilişkiye girdikleri gün geldi, ondan eczaneye gidip hap almasını istemişti. Araf bu sözleri duyunca bir bebek istemediğini düşünmüştü ve üzülmüştü ama Cemre durumu anlatınca anlayışla karşılamıştı ve ona hak vermişti. Böyle bir durumda hamile kalmak istemediğini açıklamıştı, başlarındaki beladan kurtulmadan hamile kalıp karnındaki bebeği açık hedef haline getirmekten korktuğunu söylemişti. Araf düşününce ona hak vermişti.
Araf düşüncelerden sıyrılarak "Ah be Cemrem, korktuğun şey başımıza geldi." diye mırıldandı. "Şimdi ben sana nasıl diyeceğim bunu? Bayılmadan önce öyle umutlu konuşuyordun ki, şimdi nasıl yıkayım ben senin umudunu?" Sesi hiç olmadığı kadar çaresiz çıkıyordu. Gerçekleri anlatmamak için ağzını dikmek ve bir ömür konuşmamayı bile istedi. Cemre'nin hayallerini, umudunu yıkacak olmak onu kahretti.
Araf'ın gözünden bir damla yaş düşerken eğilip dudaklarını Cemre'nin tuttuğu eline yaklaştırdı ve onun avucunun içine iç çekerek bir öpücük kondurdu. Bakışları karısının koluna kaydı, videoda Alessi'nin onun kolunu boydan boya kestiğini hatırladı. Bu seferde tuttuğu elin bileklerine baktı, günlerce zincirler bileklerinden çıkmadığı için morarmıştı bilekleri. Çenesine kaydı bakışları, hafif soyulmuştu ve kırmızıydı, kırmızılık çok ince bir kabuk oluşturmuştu. Elmacık kemiği morarmıştı ve dudağıyla kaşı patlamıştı. Hemişireler yaralarıyla ilgilendikleri için şu anlık iyi görünüyordu. Bu Araf'ı bir nebze de olsa rahatlatmıştı.
Araf Cemre'nin elini ellerinin arasına alarak başını da yatağa yasladı ve öylece bekledi. Cemre uyanınca onunla nasıl konuşacağını kafasında tartmaya başladı ama bir çıkar yol bulamadı.
Cemre gözlerini yavaşça açıp kısık gözlerle etrafına baktı. Elinde hissettiği baskıyla elini oynattı, Araf ellerinin arasında kıpırdanan eli hissedince başını kaldırıp Cemre'ye baktı, yeşilleri sevdiği kadının mavi gözleriyle buluştu.
"Cemre, iyi misin güzelim? Ağrın var mı? Doktor çağırayım mı?" Sorularını ard arda sıralarken Cemre yeni uyanmanın sersemliğiyle etrafına bakındı.
"İyiyim ben." dedi kısık bir sesle. Konuşurken boğazının kurulduğunu fark edince bakışlarını komodine çevirdi. Araf su istediğini anlayınca ellerini onun elinden çekip bir bardak su doldurdu. Cemre'yi hafif doğrultup suyu içmesine yardımcı oldu. Birkaç yudum su içen Cemre başını tekrardan yastığa koyup baygın bakışlarını bitkin bir şekilde duran sevdiği adama çevirdi.
"Neyin var?" Cemre'nin sorusuyla Araf gergince nefes alıp kalktığı yere oturdu. Yeni uyandığı için en son olaylar henüz aklına gelmedi diye düşünüyordu. Eğer aklına gelseydi böyle sakin olmazdı diye geçirdi içinden.
"Yok bir şeyim." demek dışında bir şey yapmadı. O sorana kadar bebeklerinden söz etmeyecekti.
Cemre ona inanmamış bir şekilde baktı ama soru sormadı. Kendisini öyle yorgun hissediyordu ki sevdiği adamın neyi olduğunu bile soramıyordu. Araf'ın iyi olmadığını bildiği halde bakışlarını hastane odasında gezdirdi. Bir anlığına pencereye bakınca havanın kararmak üzere olduğunu gördü. Cemre'yi bulduklarında hava aydınlanmak üzereydi. Helikopterin gelmesi, hastaneye gelmeleri, doktorun müdahalesi ve Cemre'nin uyanması derken hava tekrardan kararmak üzereydi.
Cemre hafif kararmaya yüz tutmuş gökyüzüne baktı ve sanki bir film şeridi gibi saatler önce başına gelen olaylar gözlerinde canlandı. Birden elleri karnını buldu. Araf Cemre'nin ellerinin karnına gittiğini görünce sertçe yutkundu, olayları hatırladı diye düşündü.
"Bebeğim?" dedi korkuyla. "Bebeğim iyi değil mi?" Korkarak sordu, olumsuz bir cevabı duymaktan deli gibi korktu. Karnına dokunarak, bakışlarnı karnından çekmeden Araf'ın konuşmasını bekledi ama ne olumlu ne de olumsuz bir kelime duymadı. Odaya sanki ölüm sessizliği çökmüş gibi çıt çıkmadı.
Cemre korkarak bakışlarını karnından çekti ve çıtı çıkmayan kocasına baktı. Az önce bir şeyi olduğunu düşünmüştü ama onu doğru düzgün inceleme fırsatı olmamıştı. Şimdi ise onu inceleme fırsatı doğmuştu. Gözleri yorgun bakıyordu, yıkılmışlık vardı gözlerinde, özlem ve hüzün vardı. Yüzü bembeyaz olmuştu, sanki kötü, onu yıkacak bir haber almış gibi kireç gibi olmuştu yüzü. Cemre gözlerini Araf'ın ellerine çevirdi. İki elini de birbirine kenetlemiş öylece duruyordu. Ellerinin titrediğini fark etti. Gözlerini küçük bir açıyla kaldırdı, gögüs kafesinin hızla inip kalktığını fark etti, hızlı soluk alıp vermesinden dolayı gögsü şiddetle hareketlenmişti Araf'ın. Gözlerini biraz daha kaldırıp kesik kesik aldığı nefeslerini dinledi Cemre. Bekledi, bekledi ve yine bekledi. Bir şey demesini bekledi ama Araf sessizlik yemini etmiş gibi ağzını bıçak açmadı.
"Araf." dedi Cemre sorusuna cevap almak için. "Soru sordum ama hâlâ cevabını alamadım." Araf göz ucuyla korkuyla titreyen mavi gözlere baktı ama suçlu bir çocuk gibi anında bakışlarını kaçırdı. Göz teması bile kuramıyorken bebeğimizin öldüğünü nasıl söyleyeğim diye düşündü.
"Bebeğimiz iyi değil mi?" Cemre sorusunu yineledi ama bu sefer Araf'ın cevap vermesini beklemeden devam etti. "Tabii ki de iyi, sonuçta bu ikimizin çocuğu. Küçük bir darbeyle anne babasını bırakacak değil sonuçtu." Dolu gözlerle ve titreyen sesiyle kurdu bu cümleyi. Bu cümleye inanmak istedi. Tıpkı o dağda, o kadar kanama varken, o kadar ağrısı varken bebeğinin hâlâ hayatta olduğuna inanmak ister gibi şimdide inanmak istiyordu.
Sertçe yutkunup göz teması kurmaktan kaçınan kocasına baktı. "Dokunmayacak mısın?" dedi kısık bir sesle. Araf anlamayarak ona baktı. Bu sefer Cemre bakışlarını çekti ve hâlâ karnında duran ellerini gösterdi. "Sende benim gibi dokunamayacak mısın bebeğimize?" Araf'ın kalbi acıyla sıkıştı, aynı zamanda Cemre'nin de. Bu sefer hissetmişti, hissetmek istemesede hissetmişti.
Kocasının hallerinden, kocasının vücudunun verdiği tepkiden ve en önemlisi kendi kalbinin durduk yere acımasından anlamıştı. Bebeği onları bırakıp gitmişti ama buna inanmak istemedi. İnanırsa eğer her şey daha da zorlaşacaktı onun için. Kabullenişin ardından gelen duyguları kaldırmayacağını düşünüyordu.
"Cemre..." dedi Araf çaresiz bir sesle. Cemre onun ne diyeceğini bildiği için başını iki yana sallamaya başladı.
"İyi o, biliyorum ben." dedi ve başını iki yana sallamaya devam etti.
Araf derin bir nefes alıp gerçekleri kâbullenmek istemeyen karısının ellerini tuttu. Yüzüne baksın diye oturduğu sandalyeden kalkıp yatağın kenarına oturdu. "Cemre üzgünüm ama..." Cümlesini tamamlayamadan Cemre bağırdı.
"Sakın devam ettirme!" diyerek ellerini onun ellerinden ayırdı. Üzerindeki ince örtüyü çekip hastane önlüğünden karnına baktı. "Çok iyi o." dedi, bakışları bacaklarına kaydı, hastane önlüğü diz kapaklarına kadar geliyordu. "Hem bak kan da yok. Artık canı yanmıyor." Bu sözleri söylerken gözleri dolmuştu. Gerçeklerle yüzleşmekten deli gibi korkuyordu. Kim korkmaz ki? Kim daha karnındaki bebeği kucağına bile alamadan öldüğünü kâbullenmek ister?
Araf bir süre gerçeği nasıl ona açıklayacağını düşündü. Kafasında kelimeleri tarttı ama ne yaparsa yapsın Cemre kesinlikle onun cümlelerine devam etmesine izin vermiyordu. Daha ağzını açmadan onu susturuyordu.
En sonunda böyle olmayacağını anlayan Araf ayağa kalkıp Cemre'ye baktı ve ellerini onun yüzüne koyup kendisine bakmasını sağladı. Tıpkı kendisinin gözleri gibi onunda gözleri dolu dolu olmuştu. "Bunu söylemek benim için çok zor ama seni böyle görmek de çok zor Cemre." dedi çaresiz bir sesle. "Acı, gerek olmamasını isteyecek kadar acı ama maalesef gerçek. Bizim bebeğimiz..." deyip sustu, sertçe yutkundu. Adem elması birkaç kez inip çıktı. Bu cümleyi kurmak onun için çok zordu. Bir seçim yap deseler, ölmek veya bu cümleyi kurmak arasında seçim yap deseler şüphesiz ki ölmeyi seçerdi. Bir baba, bir anne için bu cümleleri kurmak, o kelimeyi söylemek kadar zor çok az şey vardır.
"Bizim bebeğimiz maalesef hayatta değil. Buraya geldiğinde çoktan düşük yapmışsın." dedi tek nefeste. Cemre duyduklarıyla yüzündeki elleri umursamadan yine başını iki yana sallamaya başladı. Bu gerçeklerle yüzleşmek istemiyordu.
"Hayır!" diye bağırdı. "Yaşıyor! Yaşamayada devam edecek! Anne ve babasına yokluğuyla acı çektirmeyecek o!" Dışarıda bekleyen herkes onun sesini duymuştu. Acı haykırışları herkesin kulaklarında çınlıyordu. Az çok böyle olacağını biliyorlardı ama bilmek acılarını dindirmiyordu, Cemre için endişelenmelerini yok etmiyordu.
"Bırak beni!" diye bağırdı Cemre. Araf'ın ellerinden kurtulmak için debelenmeye başladı. "Yaşıyor benim bebeğim!" Araf ellerine batan tırnaklarla yüzünü buruşturdu, canı yanıyordu ama karısının bu halde olması, bebeklerinin hayatta olmamasının acısı bu acıdan daha büyüktü.
Araf Cemre'nin istediğini yapıp ellerini onun yüzünden çekti ama Cemre'nin yataktan kalkmaya çalıştığını fark edince kolundan tuttu bu sefer de. "Bırak! Gideceğim ben!"
"Hayır Cemre, daha yeni uyandın. Bu ani hareketlerinden ağrın başlayacak şimdi." Cemre Araf'ın sözlerini umursamadan kolunu kedine çekmeye çalıştı ama Araf bırakmaya niyetli değil gibiydi. Böyle olmayacağını anlayan Cemre gücünün olmamasına rağmen olabildiğince sert bir şekilde kolunu çekmeye çalıştı ama kasıklarına saplanan ağrıyla kolunu boş verip acıyla inledi. Canı yanmıştı. Ama kalbinin acısı kadar değil.
Araf Cemre'nin acı dolu iniltisini duyunca anında kolunu bıraktı, kolunu fazla sıktığını düşünmüştü ama Cemre'nin iki büklüm olduğunu görünce başka bir yerinin acıdığını anladı. "Cemre? Neren ağrıyor? Söyle bana. Doktoru çağırıp geliyorum hemen." Araf telaşlı telaşlı konuşurken Cemre ne onu dinledi ne de kendi acısını umursadı. Kasıklarının acısına rağmen ayaklarını yataktan sarkıtıp ayağa kalktı. Buradan gitmek istiyordu.
Ayağa kalkınca başının döndüğünü hissetti. Bacakları tir tir titriyordu ama bunları görmezden gelip bir adım attı. Anında Araf onun dibinde bitti ve bacaklarının titrediğini gördüğü için düşmesin diye belinden sıkıca onu tuttu. Cemre huysuzca ondan uzaklaşmaya çalıştı. "Bırak beni, gideceğim buradan! Yalan söylüyor buradaki doktorlar!"
"Güzelim yapma böyle." dedi Araf. Ona nasıl yaklaşacağını şaşırmıştı. Böyle bir şey ilk defa başına geliyordu ve bir daha asla gelmesini de istemiyordu. Cemre'nin bu haline de kızmıyordu, onun da başına ilk defa geliyordu ve haliyle bebeğinin yokluğunu kâbullenmek istemiyordu ama Araf da ne yapacağını bir hayli şaşırmıştı. Dışarıdakiler ise içeride ne olup bittiğini bilmiyordu, sadece Cemre'nin bağırmalarını duydukları için doktor çağırmamışlardı. Gerçekleri kâbullenmek istemediğini, bu bağırmaların normal olduğunu düşünüyorlardı çünkü az önce kendileri de kâbullenemeyip ağlamışlardı.
"Bırak beni!" deyip Cemre onu tüm gücüyle itti. Araf canını yakmamak için onu gevşek bir şekilde tuttuğu için ne Cemre ne de Araf orantısız bir güç uygulanacağını anlamamıştı ama Araf'ın gevşek tutuşundan Cemre'nin o tutuş için uyguladığı fazla güçten dolayı birbirlerinden ayrıldılar. Cemre aniden Araf'tan ayrılmayı, onun tutuşundan kurtulmayı beklemediği için geriye doğru sendeledi. Tam tökezleyip düşecekken Araf son anda onu kolundan tutup gögsüne çekmeyi başarmıştı.
Cemre sinirleri bozulmuş bir şekilde ağlamaya başladı. "Şşt, ben yanından güzelim." deyirek işe yaramayacağını bile bile onu sakinleştirmeye çalıştı Araf.
Cemre ağlamalarının arasından "Gitmek istiyorum buradan." dedi. "Götür beni Araf, kalmak istemiyorum burada."
"Tamam güzelim ama eve gidemeyiz, henüz iyileşmedin. Başka bir hastaneye götüreyim seni." dedi kollarının arasında gögsüne sokulan karısının saçlarını okşarken.
"Gitmek istemiyorum. Ne bu ne de başka bir hastaneye gitmek istemiyorum." deyip yüzünü iyice kocasının gögsüne gömdü. Araf bir süre kararsızca kaldı, doğru olup olmadığını tartıyordu. Daha yeni uyanmıştı haliyle hiç de iyi görünmüyordu. Doktor kontrolünde birkaç gün daha burada kalmak onun içinde iyi olacak diye düşünüyordu.
Araf onu birkaç gün daha hastanede kalmaya ikna etmek için ayrıldı. Ellerini karısının yüzüne koyup kendisine bakmasını sağladı ama konuşamadı. Karısının ağlamaktan kan çanağına dönmüş gözlerinde oyalandı bakışları. Dolu gözlerine uzun uzun baktı, kızarmış burnuna baktı. Dolu gözleriyle Araf'a bakıp arada bir akan burnunu çekiyordu Cemre. Araf gördüğü bu görüntüyle iç çekti. Kendiside kötüydü ama o kendisini değil karısını düşünüyordu. Ona göre önceliği kendisi değil sevdiği kadındı.
"Benim yüzümden oldu." Cemre'nin kurduğu bu cümleyle anlamsız bakışlarla onu inceledi. "Onu koruyamadığım için, onu istemediğim için gitti." Araf'ın anlamsız bakışları birden yok oldu ve kaşları çatıldı.
"Ne?"
"Korktum, Alessi'den kurtulmadan bebeğimizin olmasını istemedim. Hastaneye gidene kadar istemediğimi söyledim ve o da hissetti kesin." Araf yanağını içini ısırıp ne diyeceğini şaşırdı. Onun yüzünden olmadığını biliyordu ama şu an onunla nasıl konuşması gerektiğini kestiremiyordu. "Dağda da onu Alessi'den koruyamadım. Benim yüzümden oldu hepsi." deyip hıçkırdı. "Ama ben hamile olduğumu öğrendiğimde korkuma rağmen çok sevindim, onu hemen benimsedim. Neden gitti ki? Çok sevmiştim ben onu."
"Hayır, kendini suçlamaktan vazgeç. Bu olanların hiçbiri senin yüzünden olmadı." Ilımlı ve sakin bir şekilde konuştu ama Cemre onun kadar ılımlı olmadı maalesef.
"Oldu işte! Hepsi benim yüzümden oldu!" diye yine sesini yükseltti. "Her şey benim yüzümden oldu!"
Araf böyle olmayacağını geçte olsa kavradı. Doktor çağırıp Cemre'ye sakinleştirici vermeleri gerekiyordu. Onunla nasıl konuşursa konuşsun ters tepiyordu ve daha da kötü oluyordu.
"Beni burada bekle güzelim." deyip geriye doğru bir adım atmıştı ki Cemre ondan önce davranıp yanından geçip gitti ama daha bir iki adım anca atmışken Araf yine onu yakaladı.
"Bırak beni!" diye bağırdı. Burada kalmayı hâlâ istemiyordu. Tek istediği bebeğiydi ama bu isteği gerçekleşmiyordu. "BIRAK DEDİM SANA! BIRAK! DURMAYACAĞIM BU HASTANEDE! BAŞIMIZA BUNCA DERDİ AÇAN O KADINI BULUP ÖLDÜRECEĞİM!" diye adeta haykırdı.
Araf sıkıca onu tutarken dışarıya doğru bağırdı. "Buraya bakın!" Sanki kapıda bekleyenler Araf'ın bu cümlesini bekliyormuş gibi anında kapı açıldı ve herkes onlara bakmaya başladı. Cemre'nin halini gördüklerinde doktor çağırmadıkları için pişman olmuşlardı. Cemre sandıklarından daha kötü etkilenmişti.
"Doktor çağırın! Şu anda hiç iyi değil." dedi Araf zorlukla. Cemre yine tırnaklarını onun derisine geçiriyordu, bıraksın diye çırpınıp duruyordu.
Ozan doktor çağırmak için oradan ayrıldıktan kısa süre sonra doktorla geri geldiler. "Cemre Hanım." dedi doktor ona yaklaşarak. "Beni duyuyor musunuz?" Cemre onu duyuyordu ama kâle bile almadı, Araf'ın elinden kurtulup bu hastaneden çıkmaya çalıştı.
"Cemre Hanım..." Doktor tekrardan konuşup elini Cemre'nin koluna koymuştu ki Cemre'nin büyük bir öfkeyle onun elini tutup savurması bir oldu.
"Hiç birinizi istemiyorum! Gidin buradan! Bırakın beni! O kadını bulup öldüreceğim!" Cemre bağırmaya devam ederken doktor bu işin konuşmayla çözülmeyeceğini anladı. Yanındaki hemşireye bakıp sakinleştirici vermesini istedi.
Hemşire dakikalar içinde zor bela Cemre'ye sakinleştirici verebilmişti. Cemre yarı baygın bir şekilde kendini Araf'ın kollarına bıraktı. Araf onu sıkıca tutup kucağına aldı ve yatağa yatırıp sıkıca elini tuttu. Cemre'nin sakinleşmesiyle hemrişe serumu alıp Cemre'ye taktı. O arbedede bir şekilde serumu çıkarmıştı Cemre. Yeni sakinleştirici vermesine rağmen düşük doz da olsa serumuna da sakinleştirici ekleyip odadan çıktı hemşire.
Doktor odadaki kalabalığa bakıp konuştu. "Cemre Hanım'ın psikolojik destek alması gerekiyor. Yaşadığı şeyler kolay şeyler değil ve gördüğüm kadarıyla kolay kolay bu durumun psikolojisinden çıkamaz." Doktorun bu sözleri söylemesine gerek yoktu, herkes bunu fark etmişti zaten.
Hasan Bey ve Arzu Hanım kızlarının yanına gelince Araf istemeye istemeye Cemre'nin elini bıraktı ve geriye çekildi. Biri sağ diğeri de sol olmak üzere kızlarının yanında yerlerini aldılar. İkiside sakinleştiricinin etkisiyle uyuyan kızlarına bakarken Araf, Cemre yalnız olmadığı için biraz hava almak adına kendisini dışarıya attı. O kadar kişi vardı, bir şey olursa haber veriler diye düşündü. Kısa bir süre de olsa hava almaya ihtiyacı vardı. Kendisini toparlayıp karısının karşısında dimdik durarak ona destek olmalıydı.
Bir banka oturup cebinden sigarasını çıkardı. Çok az içerdi ama bugün az içecek gibi görünmüyordu. Sigarasını yakıp zehirli dumanı içine çekerken bakışlarını gökyüzüne çevirdi. Hava tam anlamıyla kararmamıştı ama gökyüzünde görünen birkaç yıldız vardı. Yıldızlara bakınca küçüken arkadaşının söylediği sözler geldi aklına.
Arkadaşı babaannesini kaybetmişti, yine hava tam kararmıştı ve oyun oynarken arkadaşı gökyüzüne bakıp bir yıldız göstermişti ona. Bak bu benim babaannem demişti. Annesi ona ölen herkesin yıldız olduğunu söylemişti, o da o kadar yıldızın arasından hangisinin babaannesi olduğunu bilmediği için babaannesini temsil eden bir yıldız seçmişti. Çocuk aklıyla hem o hem de arkadaşı buna inanmıştı. Şimdi büyümüştü, gerçek olmadığını biliyordu ama kendisini "Sen de mi yıldız oldun bebeğim?" demeden alıkoyamadı.
O da mı bir yıldız olmuştu yoksa? Efsaneye göre bir can dünyadan gidince yıldızla birlikte kayıp gitmiş miydi?
Araf ne kadar süre orada oturup hem sigara içti hem de yıldızları izledi bilmiyordu. Zaman kavramı orada durmuştu onun için ama hava epey bir kararmıştı. Sadece birkaç dakika hava alıp geri gidecekti ama saatlerdir orada oturuyordu. Sigarasından son bir nefes çekip Cemre'ye bakmak için ayaklanıyordu ama tam önünde duran bir çift ayakla olduğu yerde durdu. Ayaklarında hastane terliği olan bu aylar tam önünde duruyordu. Başını kaldırdıkça üstünde hastane önlüğü olduğunu da anladı. En sonunda önünde duran kişinin yüzüne bakınca yorgun bir şekilde ona bakan Cemre'yle karşılaştı. Bir eli karnında diğer eli de serum askısında öylece karşında duruyordu. Başını yan tarafına çevirince az ileride bekleyen timini gördü. Cemre'yi dışarıya çıkaran onlar olmalı diye düşündü.
"İyi misin güzelim?" İyi olmadığını bile bile ayağa kalkarak sordu Araf. Cemre'nin ayakta daha fazla durmasın diye de belinden tutup banka oturmasını sağladı. Kendiside hemen yanına oturup onu incelemeye başladı. Şimdi biraz daha iyi görünüyordu ama hâlâ bitkin ve yorgundu, en çokta üzgün.
"Gitti değil mi?" dedi Cemre onun sorusunu duymazlıktan gelerek. Araf neyden bahsettiğini anlayınca iç çekti, belli belirsiz başını salladı. Gitmişti, bebekleri gitmişti.
Cemre'nin gözlerinden yaşlar dökülürken başını Araf'ın dizlerine koydu. Araf'ın da gözlerinden yaşlar firar ederken ellerini dizinde yatan karısının saçlarına götürdü ve sesini çıkarmadan saçlarını okşadı. Sessiz bir şekilde yanında olarak içini dökmesini bekledi. Bu kadar çabuk kâbulleneceğini beklemiyordu. Sanırım hâlâ sakinleştiricinin etkisindeydi diye düşündü.
Araf ve Cemre sessizce gözyaşlarıyla içlerini dökerlerken izlenildiklerinin farkında bile değildi. Hastanenin çıkışında, bir ağacın altında onları izleyen bir çift gözün farkına varmamıştı hiçbiri.
Alessi, bir çöp gibi Cemre'yi adamlarına attırdıktan sonra geride bıraktığı enkazı merak edip hastanede almıştı soluğu. Bilmiyordum diye geçirdi içinden, hamile olduğunu bilmiyordum. Onun tek amacı Türk askerlerini tüm dünyaya kötüleyip onlardan intikam almaktı ama Cemre'nin hamileliği sürpriz olmuştu ona. Bir an hamile olduğunu bilsem bilerek o bebeği öldürür müydüm diye düşünmeden edemedi ama bunun cevabı onun için belirsizdi. Kafasının içindeki planları bazen kendisi bile kestiremiyordu. İntikam hırsıyla öyle bir dolmuştu ki o intikam duygusu ona her şeyi yaptırırdı. Şüphesiz ki Cemre'nin hamile olduğunu bilse onu bebeğiyle tehdit ederdi. Bebeği öldürmekle tehdit edip istediklerini Cemre'ye yaptırırdı.
Cemre başını kalkıp Araf'a baktı. "Araf." dedi kısık bir sesle. "Ben kucağıma almadığım, hamileliğimi bile doğru dürüst yaşayamadığım bebeğimizi özledim." Bunu öyle bir söylemişti ki Araf'ın içi gitmişti. Keşke demeden edemedi, keşke elimden bir şey gelsede bebeğimizi geri getirsem. Ama olmuyordu maalesef, onlarında bu dünyadaki imtihanları böyleydi. Hiçbir anne babanın yaşamak istemeyeceği bir imtihan.
Araf karısına yaklaşıp ellerini onun ağlamaktan ıslanan yüzüne koydu, alnını da onun alnına bastırıp sessizce öylece beklediler. Gözyaşları aktı onlar sustu. Ağladıkça insan rahatlardı ama Araf ve Cemre rahatlamıyordu. Nasıl rahatlasınlar ki? Canlarından can gitmişti, bu durumda hiçbir anne baba kolay kolay rahatlayamazdı.
Timin geri kalanları ise hastanenin girişinde komutanlarını izlemek dışında bir şey yapamadılar. İkisinin yalnız kalıp ağlayarak içlerini dökmeye ihtiyaçlarının olduğunu bildiklerinden hepsi uzaktan izlemek dışında bir şey yapmadı.
Ozan komutanlarına bakarken telefonun çaldığını duydu. Çıkarıp bakınca Yasemin'in aradığını gördü. Olanlardan onunda haberi vardı ve haliyle son durumu merak ediyordu.
Ozan telefonu açıp sevgilisine olanları anlatırken Araf ve Cemre'nin gözyaşları hâlâ durmamıştı. "Geçecek mi?" diye sordu Cemre ağlamalarının arasından.
Araf usulca onun yanağını okşarken alınlarını ayırmadan cevap verdi. "Geçmeyecek. Geçmeyecek ama alışacağız, acısı hafileyecek ama asla geçmeyecek." Bir an düşünmeden edemedi, bu derin acı nasıl hafifleyecek? Nasıl alışacağız?
Cemre'nin ağlamaları şiddetlenirken gerçekleşmeyeceğini bile bile dua etti. Lütfen Allah'ım, bebeğimi bana geri ver.
Cemre'nin ağzından bir hıçkırık kaçarken Araf karısına destek olmak için güçlü olmaya çalıştı ama başaramadı.
Bir söz vardı; kadın ağlıyorsa üzgündür, erkek ağlıyorsa ise çaresizdir. Cemre üzgündü, daha kucağına bile alamadığı bebeğini kaybettiği için, daha onu hissedemeden kaybetti için, kendisinden bir parça taşıyan canı kaybettiği için üzgündü. Araf ise çaresizdi. Bebeği olacağını bebeğini kaybettiğinde öğrenmişti. Karısı kollarında feryat figan ağlarken elinden bir şeyin gelmemesi onu çaresiz kılıyordu.
Bir kadın, Cemre Öztürk; bebeğinin mutluluğunu bile yaşayamadan acı bir şekilde kaybetti...
Bir adam, Araf Öztürk; karısının hamile olduğunu, bir bebekleri olacağını bebeğini kaybettiğinde öğrendi...
Kahramanların hikâyesi mutlu sonla bitmezdi diye geçirdi Cemre içinden ama bilmiyordu ki bu hikâye burada bitmemişti, asıl hikâye yeni başlıyordu ve ne olacağını kimse bilemezdi...
Yıldızların Altında başlayan bir hikâye, o zamanlar her şey yolundayken şimdi yıldızların altında devam eden hikâyeleri hiç de yolunda gitmiyordu.
Yıldızlar kaç mutluluğa kucak açardı? Onların bütün mutluluğuna kucak açmıştı.
Kaç mutluluğu sonsuzluğunun içine gömerdi? Onların bütün mutluğunu gömmüş, hüzünleriyle baş başa bırakmıştı.
Kaç gözyaşına ortak olurdu? Bu gece birçok gözyaşına ortak olmuştu ve olmaya da devam edecekti.
Kaç kahkahalara kucak açardı? Tıpkı mutluluklarında, hüzünlerinde, gözyaşlarında olduğu gibi kahkahalarına da kucak açmıştı.
Yıldızlar kaç hüznü parlaklığında hapsedip yok eder? Bunu zamanla anlayacaktık.
Yıldızların Altında başlayan bir hikâye çok yakında Yıldızların Altında devam edecekti...
Selam nasılsınız?
Bölüm nasıldı?
Bu bölüm en çok kime üzüldünüz?
En sevdiğiniz sahne?
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, kendinize iyi bakın🤍
|
0% |