Yeni Üyelik
33.
Bölüm

32.Bölüm "Doğruluk Mu Cesaret Mi?"

@kitap__gezegeni1

Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayalım🦋

 

Keyifli okumalar✨️

 

 

​​32.Bölüm "Doğruluk Mu Cesaretlik Mi?"

 

Bunca zamandır çok iyi yalan söylediğimi sanıyordum. Herkese iyi olduğumu inandırdığımı sanıyordum ama yanılmışım. Bunu tam karşımda duran ve benden bir cevap bekleyen Araf sayesinde anlamıştım. Ya iyi bir yalancıydım ama Araf'a karşı değildim, ya da hiç de iyi bir yalancı değildim. Sanırım Araf beni benden daha iyi tanıyordu.

 

"Anlamadım?" dedim bilmemezliğe vurarak.

 

"Cemre." dedi bıkkın bir sesle. "Yalan söylemeyi kes güzelim. Başından beri iyi olmadığını, bize yalan söylediğini, yemek yemediğini, hatta doktorunu bile kandırdığını biliyorum." Üzerime doğru eğildi ve ellerini yüzümün iki yanına koydu. "Herkesi kandırırsın ama beni asla kandıramazsın. Ben seni senden daha iyi tanıyorum artık. Hatta sen kendini bile kandırmayı başarırsın ama beni asla." Bakışlarımı kaçırdım, gözlerimin dolmaya başladığını hissediyordum.

 

"Ben sadece iyi olmak istiyorum Araf." dedim, başımı kaldırıp ona baktım. "Ben burada sizlerden uzak kalarak iyi olamam. Mesleğime dönmek istiyorum ama o doktorun raporu olmadan dönmem imkansız ve ben de bu yüzden yalana başvurdum."

 

"Peki bana niye yalan söyledin?"

 

"Çünkü hep benimle uğraşıyorsun?" dememle yanlış anladı ve kaşları çatıldı. "Bundan şikâyetçi değilim ama sadece ben değil sen de bebeğini kaybettin. İkimize ait olan bebeğimizi kaybettik ama sen benimle ilgilenmekten acını bile içine attın. Benim iyi olduğumu anlarsan belki biraz kendine vakit ayırırsın diye düşündüm." Derin bir nefes alıp gözlerini kapattı. Bunların hepsi doğruydu, bu sefer yalan söylememiştim.

 

"Benim hayatım sensin Cemre. İlk düşünmem gereken kişi de sensin ve ben bundan asla gocunmam. Evet ben de bebeğimi kaybettim ama sen karnındaki bir canı kaybettin. Benim acımla seninki bana göre ölçülemez. Anne olmayı her kadın beceremez ama sen daha tam anlamıyla anne olmadan karnındaki canı kaybettin. Daha anne olamadan bir annenin çekeceği en büyük acıyı çektin. Ne hissettiğini inan bilemem ama acı çığlıklarınla, sessiz ağlayışlarınla, dalıp gitmelerinle az çok nasıl acı çektiğini anlamaya çalışıyorum. Şimdi ben seni bırakıp kendi acıma mı odaklanayım?" Dudaklarımı büzdüm cevap veremedim.

 

Başını eğip yüzüme baktı. "Bir daha bana yalan söyleme Cemre." Göz ucuyla ona bakıp başımı salladım.

 

"Kızdın mı bana?" Merakla sordum. Başını aşağı yukarı salladı.

 

"Kızdım." dedi hiç düşünmeden, yüzüm iyice asıldı. "Ama bir daha bana yalan söylemeyeceğine dair söz verirsen kızgınlığım geçer." Gülümsedim, kollarımı boynuna dolayıp ona sarıldım.

 

"Bir şartla söz veririm." dedim, başımı biraz geri çekip yüzüne baktım. Merakla bana bakıyordu. "Mesleğime geri dönmek istiyorum. Konuş doktorumla, Erdem Yarbayla konuş geri döneyim mesleğime."

 

"Güzelim..." diyordu ki hızla sözünü kestim.

 

"Evde oturarak benim iyi olmamı bekleyin. Evet hâlâ bebeğimi ve o günü unutamadım. Unutacağımı da sanmıyorum ama zamanla buna alışacağım. Belki mesleğime döndüğümde de unutamam ama en azından kafam dağılır. Bir şeylerle meşgûl olurum." Bir süre karasızca düşündü. "İsterseniz göreve çıkmam ama en azından askeriyede olayım." Derin bir nefes alıp başını salladı.

 

"Konuşacağım ve halledeceğim." deyince gülümseyerek iki yanağına da öpücük kondurdum. Gülerek belimden daha sıkı sardı beni. Başını boynuma koydu ve üzerime doğru adımladı. Üzerime doğru geldiği için ona sarılarak geriye doğru gittim. Ta ki sırtım kapıyla buluşana kadar. Kilit sesi duyunca ondan uzaklaşıp kapıya baktım. Eli kapıdaki anahtardaydı ve kapıyı kilitlemişti.

 

Bakışlarım tekrardan ona dönerken dudaklarıma yaklaştı, dudaklarımızı birleştirmeden önce "Özledim seni." deyi fısıldadı ve dudaklarımızı birleştirdi. Ona karşılık verirken eli tişörtümün altından tenime değdi. Bir süre eli tenimde gezdikten sonra tişörtümü eteklerinden tuttu. Daha fazla ileriye gitmeden onu durdurdum.

 

"Annemler aşağıda." dedim ama o beni umursamadan yine dudaklarımızı birleştirdi. Kısa bir öpücüğün ardından geri çekilip fısıldadı.

 

"Az önce konuşmaya gitti onlar." Bu içimi rahatlatırken rahat olmaya çalıştım. Araf'a ayak uydurdum. O üzerimdeki tişörtü çıkarttıktan sonra dudaklarımızı tekrardan birleştirdi. Dudaklarımız ayrılmadan benimle birlikte yatağa ilerledi. Sırtım yatakla buluşurken bütün kötü düşünceleri bu geceliğine unutmaya çalıştım, kendimi Araf'ın kollarına teslim ettim.

 

*

*

*

 

Başımı Araf'ın omzuna koymuş karşımda kavga eden time bakıp sessizce gülüyordum. Yine saçma bir sebepten dolayı kavgaya tutuşmuşlardı. Soner önündeki leplebilerden avucuna biraz alıp bağırarak kavga eden Meriç ve Eren'i kafalarına birer tane attı. "Bağırmayın lan, televizyondan bir bok anlamıyorum." deyip izlediği habere geri döndü.

 

"Hepsi Bambacı'nın suçu, kavga eden o." diyerek suçu Eren'e attı Meriç.

 

"Burada durduk yere bir kavga çıkaran varsa o da geveze Fedai'den başkası değildir." dedi Eren'de.

 

Kulağımda Araf'ın nefesini hissedince ona döndüm. "Bunlar neyden kavga ediyordu?" diye fısıldadı.

 

"Şeyden..." deyip duraksadım, bir süre düşündüm ama aklıma gelmedi. "Unuttum ya." dedim başımı kaşıyarak. Gülerek önüne döndü ve hâlâ birbirine suç atan Meriç ve Eren'e soru sordu.

 

"Oğlum siz neyden kavga ediyorsunuz?" İkiside aynı anda sustu ve düşündü. Sanırım onlar da hatırlayamamış olacak ki birbirlerine baktılar. Aynı anda başlarını iki yana salladılar.

 

"Evet Fedai." dedi Eren topu Meriç'e atarak. "Biz neyden kavga ediyorduk?"

 

Meriç bir süre daha düşündü ve Eren'e döndü. "Sen söyle kardeşim, şimdi benim çok konuştuğumu söylersiniz siz." Kıkırdadım, ikisi de unuttuğu için topu birbirlerine atıp duruyordu.

 

"Yok kardeşim sen söyle." diye diretti Eren. Meriç net bir şekilde başını iki yana sallayıp onun söylemesini istedi.

 

"Sen söyle canım Bombacı kardeşim."

 

"Yok Fedaiciğim, lütfen sen söyle."

 

"Valla darılırım bak, sen söyle Erenciğim." Acaba unuttuk niye demiyorlardı?

 

"Hiç olur mu Fedai kardeşim? Sen söyle."

 

"Valla olmaz Bombacı kardeşim, lütfen sen söyle."

 

Meriç'in son cümlesinden sonra Eren bir kez daha konuşacakken bu duruma katlanamayan Soner yanımdaki su dolu pet şişeyi aldı ve onlara doğru fırlattı. Tam Eren'in kucağına düşmüştü şişe. "Başlayacağım şimdi size ha! Unuttuk deyin geçin amına koduklarım!"

 

Fatih, Eren'in kucağına düşen şişeyi alıp Soner'e geri fırlattı. "Allah'ın aç Yarasası! Kadınlar var içeride usturuplu konuşsana biraz, pezevenk!" Sanırım kendisi çok usturuplu konuştu. Maya da benimle aynı fikirde olacak ki güldü.

 

Tam Soner ona cevap verecekken içeride biri acıyla inledi. Bakışlarım etrafta gezerken Eren'de durdu. Yüzü kıpkırmızı olmuştu, acı çektiği anlaşılıyordu. "N'oldu lan sana?" dedi Ozan.

 

"Şişe..." deyip duraksadı, derin bir nefes aldı. "Şeyime geldi." deyince anlamadım ama bakışlarım bir anlığına ellerine kayınca alt dudağımı ısırdım. Şeyini tutuyordu. "Ulan Yarasa, ulan Yarasa!" dedi dişlerinin arasından.

 

"Çok mu acıdı oğlum?" dedi Soner ayağa kalkarak. Eren ona ters ters bakıp konuştu.

 

"Gel ben senin şeyine şişe atayım da acıyıp acımadığına kendin karar ver!"

 

Ben gülerek onların kavgasını izlerken Araf kulağıma fısıldadı. "Dinleme şunları." deyip ayaklandı. "Şimdi geleceğim ben." deyip yanımızdan ayrıldı.

 

"Kalk lan." dedi Soner Eren'in kolundan tutarak.

 

"Ne yapacaksın amına koduğum, açıp öpecek misin?" Eren'i dediği şeyle gözlerim şokla açıldı ve kendimi tutamadın kahkaha attım. Benimle birlikte Maya'da güldü. Bizim gülmemizi duyan Eren bize bakıp mahçupça baktı. "Kusura bakmayın, sinirlerimi bozdu bu mal." dedi kısık bir sesle. Söylediği şeyden utanmıştı. Daha doğrusu bizim yanımızda söylediği için utanmıştı.

 

"Niye öpeyim senin şeyini ben?" dedi Soner ve Eren'in kolunu bıraktı. "Çok acıyorsa bir doktora gidelim diyecektim."

 

"Ne diyeceğim doktora it herif! Benim aç bir Yarasa arkadaşım var da biz kavga ediyoruz diye su şişesini şeyime mi attı diyeceğim?" Eren'in sorduğu şeyle Maya ve ben bir kez daha güldük. Meriç oturduğu yerden kalkıp Maya'nın yanına gittiği ve elleriyle onun kulağını kapattı.

 

"Dinleme sen bu terbiyesizleri güzelim. Askeriyede çok az kadın gördükleri için terbiye edinemediler ama ben öyle miyim? Maşallah bana, beni kendileri gibi yapamadılar." Maya, Meriç'in ellerini kulaklarından çekip ters ters ona baktı. Hâlâ trip atıyordu ona.

 

"Sanırım sen hayatında onlardan daha çok kadın gördüğün için onlar gibi değilsin." deyince bizimkiler kahkaha attı. Hatta Eren bile acısını unutmuştu. "Bu kadınlar da kesin sarışındır." Alt dudağımı ısırdım, valla Meriç sarışın sevdasından dolayı Maya'dan daha çok trip yerdi.

 

"Maya ben tövbeliyim kızım ya. Sarışın falan sevmiyorum artık, sadece seni seviyorum." Maya omuz silkip trip atmaya devam etti. O sırada Araf elindeki meyve tabağıyla geri geldi. Yanıma oturup soyulmuş ve dilimlenmiş meyvelerden bir tane eline alıp bana uzattı.

 

Gülümseyerek elindeki dilimi aldım ve yedim. Onların gelmesinin üstünden üç gün geçmişti. Araf'a artık yalan söylemiyordum. Üzgünsem üzgünüm mutluysam mutluyum diye direkt söylüyordum. Yemek yemediğimide söylüyordum ve o yiyeyim diye zorlamak yerine bana böyle arada meyve tabağı hazırlayarak mideme bir şeyler girmesini sağlıyordu. Aslında bu güç günde çok daha iyiydim, benim iyi olmam için Araf'ın ve timin yanımda olması yetiyordu. Arada kâbuslar görüyordum ama Araf'la birlikte uyumaya başladığımdan beri görmüyordum. O bana iyi geliyordu. Hatta bu üç günde iştahım bir nebze de olsa açılmıştı.

 

Şu anda ise bizim evde oturuyorduk. Annem ve babam evde olmadığı için hepsini eve çağırmıştım biraz vakit geçiririz diye ama sürekli kavga edip duruyorlardı. Onların vakit geçirmesi de kavga oluyordu işte.

 

Aklıma gelen şeyle durgunlaştım ve elimdeki meyveyi yiyemedim. "Bir şey mi oldu Cemre?" Araf'ın sorusuyla ona baktım. Üç gün önce olan olay aklıma geldi. Alessi'yle karşılaşmıştım ve Maya'nın babasının yaşayıp yaşamadığını sorduğumda davranışlarından yaşadığını anlamıştım. Belki gerçekten yaşıyordu veya yaşamıyordu ama bunu Maya'ya söylemeli miydim?

 

"Sana geçen gün bahsettiğim şeyi söylemeli miyim?" dedim. Araf'a artık yalan söylemeyeceğime dair söz verdikten sonra bu konuyu da söylemiştim.

 

Göz ucuyla Maya'ya baktı. "Bilemiyorum." dedi. Bana döndü. "Bu kararı sana bırakıyorum." Ofladım, söylemesem ayrı bir dert söylesem ayrı bir dert. Söylemekten çekindiğim tek nokta ya yanılıyorsam ve babası yaşamıyorsa? O zaman boşu boşuna umutlandırmış olmaz mıydım?

 

Derin bir nefes alıp söylemeye karar verdim. Bilmeye hakkı vardı bence. Kendimi onun yerine koyunca böyle bir bilgiyi ben de bilmek isterdim. Bu yüzden söylemek en iyisiydi.

 

"Maya?" dedim öne doğru eğilerek. Kısa süreliğine Meriç'e trip atmayı kesip bana baktı. "Sana bir şey söylemem lazım ama sakin ol." Kaşları merakla havalandı.

 

"Önemli bir şey mi?" Başımı salladım.

 

"Bence önemli." deyip duraksadım. "Yani senin için önemli." İyice meraklanırken oturduğu yerde dikleşti. Derin bir nefes alıp konuşmaya devam ettim.

 

"Babanın yaşadığını düşünüyorum." Lafı dolandırmadan pat diye söyledim. İlk önce söylediğim cümleyi idrak etmeye çalıştı, daha sonra kaşları havalandı.

 

"Sen ciddi misin?" dedi titreyen sesiyle. Dudaklarımı birbirine bastırıp başımı salladım, onayladım onu ve o gün olan her şeyi ona da anlattım. Bir süre sessizce oturdu, daha sonra birden kahkaha atmaya başladı, aynı sırada gözlerinden de yaşlar geldi.

 

"Babam yaşıyor olabilir..." dedi gülme ve ağlamalarının arasından. Onun haline burukça gülümsedim, duygu karmaşası içindeydi. Mutluydu. O gözyaşları da mutluluktan akıyordu. Meriç ona sarılıp gögsüne çekerken Maya mutluktan ağlamaya devam etti. Umarım bu mutluluğu hayal kırıklığına uğramaz ve babası gerçekten yaşıyordur.

 

Bir süre etrafta kasvetli bir hava dolansa da bizimkiler bu kasvetli havayı çok çabuk dağıtmayı başardı. Onlar yanımızda olduğu sürece üzülmemiz imkansızdı. Hatta üç gün içinde kendimin daha mutlu olduğunu bile hissetmeye başlamıştım. Üç gün önceki benle şimdiki ben arasında fark vardı. Bana yalnızlık yaramıyordu. Yanımda birileri olunca daha az düşünüyordum ve bu yüzden daha mutlu hissediyordum.

 

"Komutanım biz size Eren'ninkinin fotoğrafını gösterdik mi?" Fatih'in sorusuyla ona baktım. Bir anlığına Eren'ninki kim diye düşünmedim değil ama kısa süre içinde hatırladım.

 

Yerimde heyecanla kıpırdandım. "Ay çektiniz mi fotoğrafını?" dedim. "Hemen gösterin bana." Fatih telefonunu çıkarıp bir şeyler yaptı, o sırada da konuştu.

 

"Hem de ne fotoğraf çektim. İkisini yan yana çektim, analiz etmeniz daha kolay olur." Kıkırdadım, bunların en sevdiğim huyları da buydu. Bir şey istediğimde anında yapıyorlardı. Hatta çok daha iyisini yapıyorlardı.

 

Fotoğrafı bulmuş olacak ki telefonu bana doğru uzattı. O sırada Eren söylendi. "Hangi ara bizi yan yana gördün de çektin geri zekalı?" Fatih ona cevap verirken ben fotoğrafı inceledim. Eren'in üstünde üniforma vardı. Kızın üstünde de üniforma vardı, başında da mavi beresi vardı. Sinirli bir şekilde gülerek ona bakan Eren'e bakıyordu. Fotoğraf yandan çekildiği için hem Eren'in hem de kızın yüzünü görebiliyordum.

 

Kız kumral, ortalama 1.70 boylarında güzel bir kızdı. Eren'le de yakışıyorlardı.

 

"Ne yaptın da kızı kızdırdın Eren?" dedim fotoğrafa bakarak. Fatih'le kavga etmeyi kesip yanıma geldi. Koltuğun kol kısmına oturup fotoğrafa baktı. "Hiçbir şey." dedi, başımı kaldırıp ona baktım. Yüzünde bir gülümseme vardı. "Alt tarafı çay istedim." Tek kaşım kalktı. "Yani benden köşe bucak kaçarken karşısına çıkıp çay istememe sinirlenmemesi lazım ama sinirlendi işte."

 

"Kız yaptıkları için utanmış. Bir askeri kendisini takip ediyor sanmış ve haliyle bu düşüncesi için utanmış ama sen de inadına kızın karşısına geçip çay istemen olmamış." dedim.

 

Omuz silkti. "Bir üstsü ondan çay istemiş, kızmak yerine getirmesi lazım." Gözlerim kısıldı, yüzümde bir gülümseme oldu.

 

"Çakal! Sırf kızı sinir etmek için yapıyorsun değil mi? Sen genelde birinden bir şey istemek yerine kendin yaparsın." Ayağa kalkıp az önce kalktığı yere geri oturdu.

 

"Alakası yok komutanım. O gün yorgundum ve ilk karşıma çıkan askerden çay istedim sadece." Kesin öyle olmuştur, kesin.

 

"Ne hikmetse bu asker de kavga ettiğin ve senden köşe bucak kaçan kız çıktı."

 

Güldü ve çenesini kaşıdı. "Şans işte." dedi. Ne şans ama. İstese böyle şans denk gelmezdi herhalde.

 

Başka bir şey demeden önümdeki tabaktan meyvelerimi yemeye devam ettim. Bir yandan da arada Araf'a da yediriyordum. İtiraz etmeden o da yiyordu.

 

Soner birden ayağa kalkınca elime kiraz alıp ona baktım, bir yandan kiraz yiyip bir yandan da ona kulak verdim. "Hadi oyun oynayalım." Elime bir kiraz daha alıp bu sefer Araf'a yedirdim.

 

"Ne oynayacağız?" dedim dolu ağzımla. Az önce Eren'e attığı şişeyi sallayıp konuştu.

 

"Şişe çevirmece." Başımı sallayıp onayladım.

 

"Ben varım." dedim ama bazıları çocukca bulduğu için kâbul etmedi. "Kesin bunlar cesaretlik demekten korkuyor." dedim onları kışkırtarak. "Ya da sakladıkları bir şey var ki doğruluk demekten korktukları için kâbul etmiyorlar." Benim onları kışkırtmaya çalıştığımı anladılar ama yine de kâbul ettiler. Gülümseyerek ellerimi birbirine vururken orta sehpanın yanına geçip oturdum. Diğerleri de sırayla gelirken gözüm Ozan'a takıldı. Yasemin buraya gelemediği için sürekli onunla mesajlaşıyordu. Yine telefon elinde olduğuna göre onunla konuşuyordu.

 

Şişeyi elime alıp arkasını göstererek konuştum. "Burası soru sorar, kapağın olduğu kısım kimi işaret ederse ise o da cevaplar." dedim ve şişeyi sehpaya koyup çevirdim. Şişenin arka kısmı Maya'ya gelirken kapak kısmı ise Meriç'e geldi. Maya bu duruma sırıtırken Meriç gerilmeye başladı. Çünkü her hangi bir şeyden dolayı Maya'nın yine trip atmasından korkuyordu.

 

"Doğruluk mu cesaretlik mi?" dedi Maya. Meriç bir süre düşündü ve konuştu.

 

"Saklayacak bir şeyim yok, bu yüzden doğruluk." Maya buna sevinirken tam da tahmin ettiğim soruyu sordu.

 

"Hiç sarışın bir sevgilin oldu mu?" Ben alttan alttan gülerken diğerleri açık açık kahkaha attı.

 

Meriç omuzlarını dikeltirip "Tabii ki de olmadı." dedi. Gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Sarışın sevdası vardı ama hiç sarışın sevgilisi olmadı mı? Buna çok şaşırdım doğrusu. Maya da şaşırmış olacak ki şüpheyle sordu.

 

"Emin misin?" Meriç hiç tereddüt etmeden başını salladı. Maya bu sefer diğerlerine baktı. "Olmadı mı cidden?" dedi. O bile şaşırmıştı bu duruma.

 

Bizimkiler cevap veremeden Meriç araya girdi. "Bana bakın lan sırf aramızı bozmak için yalan söylerseniz ağzınıza sı..." diyordu ki bir bana, bir Araf'a ve bir de Maya'ya bakıp devam edemedi. "Ağzınızı yırtarım. Ayağınızı denek alın." Sanki ilk başta ne demek istediğini bizler anlamamıştık.

 

Ozan bakışlarını telefondan çekerek "Aşk olsun Fedai, biz ne zaman yalan söyledik?" dedi. Maya'ya bakıp "Yasemin'i sevdiğim kadar eminim ki bu malın sarışın bir sevgilisi hiç olmadı." Normalde inanmazdım ama Ozan araya Yasemin'i kattıysa kesin doğruyu söylüyordur.

 

Maya aldığı cevapla mutlu olurken şişeyi çevirdi. Bu sefer ise Fatih ve Eren'de durdu. Soruyu soran Eren cevaplayan ise Fatih'ti.

 

Klasik doğruluk mu cesaretlik mi sorusuna Fatih cesaret dedi. Eren bir süre düşündü ve aklına bir şey gelmiş olacak ki sinsice sırıttı. "Sosyal medayana gir ve seni takip eden rastgele birini görüntülü arayarak selam bebeğim de." Gülmemek için alt dudağımı ısırırken ters ters bakan Fatih'e baktım. Yazık ya çocuğa. Bunlarda hiç birbirine acımıyordu.

 

"Bekle sen bekle, o soru hakkı illaki bana gelir." diyerek telefonunu çıkardı. Sosyal medyasına girdi, gözlerini kapatarak rastgele birini seçti. Neyse ki erkek çıkmamıştı da kız çıkmıştı. Eren'in dediğini yapıp hemen konuşmayı sonlandırdı. Hatta kızı engelledi, bu da yetmemiş gibi sosyal medya hesabını dondurdu. "Bunun hesabını senden alacağım Bombacı." diyerek şişeyi çevirdi. Nasıl bir şansı varsa artık soru sırası ona cevaplama sırası ise Eren'e geldi. Eren ağzının içinden şansına küfür ederken Fatih ise keyifle gülüyordu.

 

"Doğruluk mu cesaretlik mi kardeşim?" Eren bir süre düşündü ve kendince en doğru seçeneği buldu.

 

"Doğruluk."

 

"Bu yaşına kadar yaşadığın en utanç verici anın ne oldu?" dedi. Eren cesaretlik demediği için aklına ilk gelen şeyi sormuştu.

 

Eren bir süre düşündü. Aklına bir anısı gelmiş olacak gibi yüzü buruştu. "Sanırım Komutanımı devrem sanıp herkesin önünde kolumu omzuna atamamdı." dedi. "Askerliğin ilk zamanlarıydı. Daha çaylaktım. Yemekhaneye girip arkadaşımı arıyordum ve ne hikmetse arkası dönük olan komutanımı devrem sanıp elimi omzuna koymuştum. Yemekhanede büyük bir sessizlik oluşurken ben bildiğin rahatça konuştum ve sonra komutanım olduğunu fark ettim." Yazık ya, kim bilir nasıl utanmıştır. "Tam bir ay boyunca bütün askerler dalga geçti benimle. Yaşadığım en utanç verici an kesinlikle buydu." Utanç verici ve mahçup bir durum olmuş gerçekten.

 

Şişe tekrardan çevrildikten sonra benim ve Araf'ın arasında durdu. Soruyu ben soracaktım, Araf da cevaplayacaktı. "Doğruluk mu cesaretlik mi?" dedim.

 

Hiç düşünmeden "Doğruluk." dedi.

 

Bir süre ne sorsam diye düşündüm ama bir şey bulamadım. Kocamla ilgili her şeyi biliyordum. En iyisi klasik sorulardan sormaktı. "Bana hiç yalan söyledin mi?"

 

Hiç düşünmeden "Hayır." deyince gülümsedim. Bir an içimde bir burukluk hissettim. Keşke ben de ona hiç yalan söylemeseydim ama bundan sonra hiç söylemeyecektim. Ne olursa olsun direkt ona her şeyi anlayacaktım.

 

Şişeyi alıp bir kez daha çevirdim. Bu sefer ise Soner ve Ozan'ın arasında durdu. Soner soruyordu. "Evet Doktor Bey." dedi hâlâ bakışları telefonda olan Ozan'a bakarak. "Doğruluk mu cesaretlik mi?" Ozan bakışlarını telefondan kaldırmadan cevap verdi.

 

"Cesaretlik." deyince Soner'in yüzümde sinsi bir sırıtış belirdi ve elini uzatıp Ozan'ın elinden düşürmediği telefonu aldı. Ozan anında başını kaldırıp kaşlarını çatarak Soner'e baktı.

 

"Versene lan telefonu!" dese de Soner onu umursamadı ve Ozan'ın telefonundan bir şeyler yapıp konuştu.

 

"Şimdi Doktorcuğum, hemşireceğini arayıp biz ayrıldık diyeceksin?" Alt dudağımı ısırırken Ozan'a baktım. Gözleri irice açılmış Soner'e bakıyordu.

 

"Siktir lan oradan! Siksen yapmam öyle bir şey." dedi kendinden emin bir sesle.

 

Soner omuz silkip umursamaz göründü. "Zorundasın kardeşim. Hadi icraata geç ve dediklerimi yap." Ozan ne kadar sinirliyse Soner de bir o kadar rahattı.

 

"Başka bir şey iste oğlum. Bu isteğini gerçekleştirmem. Zor kavuştum zaten hemşiremle." Gülümsedim, çok tatlıydı. Oturup ağlayacak gibi bir hali vardı.

 

"Cesaretlik demeseydin o zaman."

 

Ozan bir süre bir şeyler düşünse de bir şey bulamamış olacak ki mecbur kâbul etti. Telefonu alıp Yasemin'i aradı. Sanırım karşı taraf telefonu açmış olacak ki hiç vakit kaybetmeden konuştu. "Yasemin biz ayrılalım." Merakla onu izlerken Ozan da işaret parmağını kaldırmış Soner'i sessizce tehdit ediyordu. "Hadi Allah'a emanet." deyip telefonu kapattı. Masanın üstünden uzanıp Soner'in yakasından tuttu ve dişlerinin arasından sinirle konuştu.

 

"Oldu mu lan! Bir yerlerine kına yak artık." deyip onu bildiğin savurdu. Telefonunu tekaradan alıp Yasemin'i aradı. O Yasemin'e olayı anlatırken bizimkiler umursamadan oyuna devam etti.

 

Şişenin cevap kısmı Soner'e gelmişti. Soru kısmı ise Meriç'i gösteriyordu. Soner cesaretlik derken Meriç bir süre düşündü ve onun görevini söyledi.

 

"Duşta söylediğin şarkıyı şimdi burada söyle." Kaşlarım çatıldı, duşta söylediği şarkı mı?

 

"Lan sen benim duşta söylediğim şarkıyı nereden biliyorsun?" Soner'in şok olmuş bir şekilde sorduğu şeyle kıkırdadım. Bu sorunun cevabını ben de merak etmiştim.

 

"Oğlum askeriyede bilmeyen mi var?" dedi Meriç gülerek. "Öyle bir bağırıyorsun ki yan odadakiler bile duyuyor seni. Zaten hepsimiz aynı odada kaldığımız için bilmem gayet doğal." Aklına bir şey gelmiş olacak sırıtarak devam etti. "Hatta donlarının rengini bile biliyorum ben." Tek tek hepimize bakıp fısıldayarak devam etti. Fısıldasa da ne dediğini hepimiz duyduk duyduk. "Laf aramızda ama arada donlarını çalıp giymiyor değilim." Bizimkiler kahkaha atarken ben gülerek başımı iki yana salladım. Hele ki Soner'in o yüz ifadesi görmeye değer bir manzaraydı.

 

"Oğlum ben de diyorum benim donlarım niye sürekli kayıplara karışıyor. Birkaç günün ardından dolabımda buluyorum..." diyordu ki duraksadı, gözleri şokla açılırken Meriç'e baktı. "Sakın bana donlarımı giyip daha sonra yıkamadan dolabıma koyduğunu söyleme?" Bu cümleyi öyle bir kurmuştu ki Meriç eğer evet derse onu eşek sudan gelinceye kadar dövecek gibiydi.

 

Meriç yüzünü buruşturup cevap verdi. "Yok be, o kadar pis miyim ben?" Göz ucuyla Maya'yı kontrol edip masaya doğru eğildi ve sessizce devam etti. "Arada bir yapmadım değil ama çoğunlukla yıkayıp koydum." Soner arkasını dönüp koltuktan bir tane kırlent aldı ve Meriç'in kafasına attı.

 

"Pis herif! Bundan sonra bırak donlarımı kirli çoraplarıma bile dokunmazsın!"

 

Meriç güldü ve onu hiç takmadı bile. Hatta yaptıklarından hiç de pişman değil gibiydi. Kim bilir kimlerin neyini çaldı da yıkamadan yerine koydu. "Boş ver kardeşim, boş ver." dedi ciddi haline bürünerek. "Sen şarkıyı söyle de kulaklarımızın anasını ağla..." Duraksayıp devam etti. "...Aman kulaklarımızın pasını sil demek istedim." Buradan anlıyoruz ki Soner'in sesi hiç de güzel değil.

 

"Söylemem, başka bir şey iste."

 

Meriç tam ona cevap verecekken Ozan araya girdi. "Ben dediğini yaptım, sen de yapacaksın it herif."

 

Soner omuz silkip "Yapmasaydın." dedi.

 

"Ne demek yapmasaydın şerefsiz! Yapacaksın dedin ya."

 

"Yapmıyorum, ceza verin deseydin başka bir şey isterdim senden." Ozan aldığı cevapla kaşları çatıldı, arkasından bir yastık alıp Soner'in kafasına fırlattı.

 

"İt herif! Bunu niye daha önce söylemedin? İki saattir kıza kendimi affettirmeye çalışıyorum."

 

"O zaman oyunun eğlencesi kalmazdı." dedi Soner. Sırf eğlenmek için dememişti bunu. Hoş, bizim de aklımıza gelmedi ya bu.

 

Ben onlara dalmış izlerken kolumda bir dokunuş hissettim. Başımı çevirince Araf'la göz göze geldim. Hangi ara yerinden kalkıp yanıma gelmişti ya? Tam karşımda oturuyordu ama şimdi yanımdaydı. "Bunların kavgası bitmez." diyerek beni kaldırdı ve koltuğa oturttu. Önüne meyve tabağını alıp içinden bana meyve vermeye başladı. Meyveleri yerken Meriç'in Soner için seçtiği cezayı merak ettiğim için onlara baktım. Meriç çoktan salondan çıkmıştı bile. Kısa süre içinde elinde bir tabakla geri geldi, yerine oturmadan önce bana baktı.

 

"Komutanım kusura bakmayın, mutfağınızı biraz kurcaladım." Gülümseyip sorun yok anlamında başımı iki yana salladım.

 

"Kendi evinmiş gibi davranabilirsin."

 

Yerine oturup elindeki tabağı Soner'e doğru uzattı. Gördüğüm kadarıyla tabakta babamın sevdiği en acı biberler vardı. "Madem şarkı söylemiyorsun bundan üç tane ye." dedi Meriç. Bir ara Soner'in acı sevmediği ve asla yemediğini öğrenmiştim. Öyle ufak tefek acılar değil ama aşırı derecede ki acıları yemiyormuş ve o biberler de aşırı acıydı. Bir ara yemiştim ve keşke yemeseydim dediğim şeyler arasındaydı.

 

"Lan düzgün bir şey istesene! Acı yiyemediğimi sanki bilmiyorsun!"

 

"Amına koyduğum, sen de her boku yiyorsun, hatta bütün her şeyi karıştırıp yiyorsun ama acı yemiyorsun. Ben senin bu tatdan da mahrum kalmaman için uğraşıyorum."

 

"Kesin öyledir, amacın eğlenmek falan değildir kesin!" dedi dişlerinin arasından. Meriç onun dediğine gülerken Ozan bakışlarını telefondan çekip Soner'e bakarak konuştu.

 

"Sen benimle eğlenirken sorun yoktu, şimdi de biz eğlenelim bakalım." Bundan en keyif alan kişi kesinlikle Ozan'dı. Soner'in ondan istediği şey için bu yapacağı şey sayesinde intikamını alacaktı.

 

Oyuna başlamadan önce oynamamak içi bir ton laf etmişlerdi ama şimdi en keyif alanlar ise onlardı. Tabii biraz hırsa dönüşmüştü bu oyun ama eğlendikleri de aşikârdı. Oyunu oynamayı en çok isteyen ben ama benden daha çok eğlenen ise onlardı. Tabii birbirleriyle uğraştıkları için eğlenmeleri normaldi.

 

Soner ne kadar acıyı yememek için dirensede hepsi üstüne gelip zorla yedirtmeye çalışınca bu işten kaçamayacağını anlayıp mecbur üç acı biber yemişti. Şimdi ise eline su şişelerini ve şeker almış ağzındaki acı tatdan kurtulmaya çalışıyordu. Bir yandan küp şeker yiyor diğer yandan ise su içiyordu. Yüzündeki ifadeye bakılacak olursa henüz acı tat geçmemişti.

 

Ağzındaki acı tat geçmeyince sinirlendi ve evin içinde Meriç'i dövmek için onu kovalamaya başladı. Sanırım Ozan da Yasemin'in gönlünü alamamış olacak ki o da Meriç'i kovalayan Soner'i kovalamaya başladı. Bu tuhaf olaya gülmeden edemedim. Meriç Soner'den kaçıyordu, Soner Meriç'i kovalıyordu ama aynı zamanda Ozan'dan kaçıyordu, Ozan ise Soner'i kovalıyordu. Çok değişik bir şeydi ama bizimkiler normal değil ki. Davranışlarının normal olmasını beklemem saçmalıktı.

 

O gün akşama kadar hep birlikte vakit geçirdik. Yeri geldi kavga ettiler yeri geldi sanki hiç kavga etmemiş gibi davrandılar. Onların bu haline alışıktım zaten. Akşam olunca ise annem ve babam gelmişti ve annem bizimkilerin gitmesine izin vermeden yemek hazırlamıştı. Akşam yemeğini yedikten sonra ise onlar otellerine ben ve Araf ise benim odama geçtik. Araf yatakta oturup telefonuyla ilgilenirken ben ise duş almak için banyoya girdim. Kısa bir duşun ardından üzerimi giyip ıslak saçlarımla odaya geçtim. Havluyla saçlarımı kurularken Araf göz ucuyla bana bakıp ayağa kalktı. Makyaj masamın çekmecesinden saç kurutma makinesini alıp yatağa geçti. Yatağa vurup yanına oturmamı istedi.

 

Hiç itiraz etmeden yanına oturup ona sırtımı döndüm. İlk önce havluyla saçlarımdaki fazla suyu aldı, daha sonra tarayıp kuruttu. İşi bitince ona dönüp baktım. Yüzünde tuhaf bir ifade görünce kaşlarım çatıldı. "Bir şey mi oldu?"

 

"Erdem arbayla konuştum." deyince heyecanlandım. Yerimde kımıldayıp merakla sordum.

 

"Ne dedi? Dönüyor muyum mesleğime?" Bir re öylece bana baktı, olumsuz bir şey söyleyeceğini anlayınca yüzüm düştü ama onun güldüğünü görünce beni kandırdığını anlamam uzum sürmedi.

 

"Doktorundan raporu alacak ve sonra..." deyip duraksadı, ellerini omuzlarıma koydu. "...Sonra üniformanızla karşıma çıkacaksınız Cemre Hanım." Yüzümde büyük bir gülümseme oluşurken sıkıca ona sarıldım. İyi ki hayatımdaydı, o olmasa kim bilir ne zaman mesleğime geri dönerdim.

 

"Teşekkür ederim Araf, iyi ki hayatımdasın." dedim geri çekilerek.

 

Ellerini yüzme koyup bir süre bana baktı. "Senden bir söz istiyorum Cemre?" Kaşlarım havalandı, devam etsin diye başımı salladım. "Ne olursa olsun en ufak şeyde bana gelip benden yardım isteyeceksin. Başın sıkıştığında hiç çekinmeden geleceğin ilk kişi ben olacam. Aklında seni rahatsız eden o en ufak, en gereksiz şeyi bile bana anlatacaksın. Bundan sonra yalan söylemek ve içine atmak yok. Ben her zaman seni dinlerim. Sen yeter ki bana gel." Gözlerim doldu, mutluluktan dolmuştu. O olmasa ben ne yapardım acaba? O olmasa bu kadar iyi olamazdım.

 

Dolu gözlerimle başımı salladım. "Siz nasıl isterseniz Araf Üsteğmenim." dedim, yüzümde bir gülümseme oluşurken elimi anlıma koydum. "Emriniz benim için şereftir, siz nasıl isterseniz." Bu hareketime güldü ve ellerini belime koyup benimle birlikte yatağa uzandı.

 

"Madem emirlerimi yerine getireceksin sana bir emir daha vermeliyim." dedi, başını boynuma koyup dudaklarını bastırdı. "Bu emrimi de yerine getirirsen bu adamı dünyanın en mutlu adamı yaparsın."

 

"O zaman şimdiden emirini yerine getirdiğimi düşünebilirsin ama emiri de öğrensem iyi olur."

 

Gülerek başını geri çekti, yüzüme bakıp dudaklarımın kenarına dudaklarını bastırdı. "Bir ömür beni sev." deyince güldüm.

 

Kollarımı boynuna dolayıp "Sanırım hayatımda aldığım en kolay emir bu." dedim.

 

"Bu kocanı dünyanın en mutlu adamı yaptın." dedikleriyle duraksadım, içimde bir tohaflık hissettim. Kocam, Alessi'nin evlenmemize vesile olduğu kocam. Tabii o biz mutlu olalım diye yapmadı ama biz bunu sorun etmeden mutlu olduk.

 

Buna bir son vermeliydim bence. O kadının elinin değdiği hiçbir şeyi istemiyordum.

 

"Araf." dedim aldığım ani kararla. "Boşanalım." Evet bunu şu anda, ani bir şekilde karar almıştım ve Araf'a söylemiştim. Araf da bu dediğimi beklemiyor olacak ki kaskatı kesildi, öylece kalakaldı.

 

Bu dediğimi ben bile beklemiyorken onun şaşırması normaldi. Ben bile aniden almıştım bu kararı. Ama bu bizim için en iyisi olacaktı.

 

Selam nasılsınız?

 

Bölüm nasıldı?

 

Sizce Cemre neden boşanalım dedi?

 

En sevdiğiniz sahne?

 

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, kendinize iyi bakın🤍

 

Loading...
0%