Yeni Üyelik
36.
Bölüm

35.Bölüm "Kaldığımız Yerden Devam"

@kitap__gezegeni1

Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayalım🦋

 

Keyifli okumalar✨️

 

 

35.Bölüm "Kaldığımız Yerden Devam"

 

Yanımda hissettiğim hareketlilikle gözlerimi aralamaya çalıştım ama çok uykum olduğu için vazgeçip uyumaya devam ettim. Bir süre sonra o hareketlilik kesildi, belime bir çift kol kolandı. Daha sonra açıkta olan boynumda sıcak dudaklar hissettim. Son üç gündür olduğu gibi Araf yine beni bu şekilde uyandırmaya karar vermişti anlaşılan.

 

Hiç sesimi çıkarmadan beklemeye devam ettim. Boynumun her yerine öpücük kondurdu, arada derin nefesler eşliğinde burnunu boynuma sürtüp kokumu içine çekiyordu.

 

"Her geçen gün seni uyandırmak daha da güçleşiyor." diye mırıldandı.

 

"Bırak da uyuyayım o zaman." desem de bırakmadı.

 

"Günler çok kısa, çok uyursan daha az vakit geçiririz." Dudaklarımda bir tebessüm oluştu. Uyanmak için güzel bir bahaneydi aslında.

 

"Biz de akşam vakit geçiririz." dedim onun benimle bir daha ilgilenmesi için. Boynuma değen dudaklarından güldüğünü anladım.

 

"Hım..." dediğini duydum. "Ne gibi vakit geçiririz mesela?" Muzip çıkan sesiyle tek gözümü açıp ona bakmaya çalıştım. Yüzünde gördüğün o ifadeyle beni yanlış anladığını fark ettim.

 

"Fesatlık yapma Araf!" diyerek onu ittirmeye çalıştım. "Öyle bir şeyi kastetmediğimi çok iyi biliyorsun." Ne kadar ittirsemde beni bırakmadı.

 

"Valla ben onu anladım." Sırf beni utandırmak için demiyorsa ben de bir şey bilmiyorum.

 

Bir dakika... Madem o beni utandırıyor ben de onu küçük bir hayal kırıklığına uğratabilirim.

 

Aklımdaki düşünceyle yüzümde bir gülümseme oluştu. Bunu Araf da fark etmiş olacak ki konuştu. "Bak senin de hoşuna gitti." Aklımdaki düşünceleri bir bilsen kocacığım.

 

"Akşamı niye bekliyoruz ki?" dedim, yavaşça ona döndü. "Nasıl olsa yalnızız, kimse yok. Bizi basacak birileri de yok. Ha akşam ha gündüz, fark etmez bence bizim için." İlk önce bu dediklerime şaşırdı, daha sonra ciddi miyim diye bana baktı ve yavaşça gözleri parladı.

 

"Ciddi misin sen?" Doğrulamak için sordu.

 

Ellerimi yüzüne koyup yavaşça okşadım. "Niye ciddi olmayayım ki? Balayında değil miyiz biz?" Yavaşça ona doğru yaklaştım, sanki onu öpecek gibi iyice dudaklarına yaklaştım. Anında gözleri kapanmıştı ve o da bana doğru yaklaşıyordu. Onun bu haline gülmemek için kendimi sıkarken biraz daha ona yaklaştım. Tam dudaklarımız birbirine değmişken öylece durup konuştum. "Bu beni utandırdığın içindi kocacığım!" deyip hızla geri geçildim. Boşluğa düşmüş gibi silkelenip gözlerini açtı, birkaç saniye ne olup bittiğini anlamaya çalıştı.

 

Sanırım yaptığım şeyi kavramış olacak ki gözleri kısıldı ve kısık bir sesle konuştu. "Kandırdın mı sen beni?" Başımı iki yana sallayarak reddettim. Asla öyle bir şey yapmadım.

 

"Hayır tabii ki de, öç aldım sadece." Bu sefer tek kaşı kalktı. Omuz silkip konuşmaya devam ettim. "Beni utandırırsan karın da senden böyle öç alır işte. Bir daha benimle uğraşmazsın artık." Ona arkamı dönüp yataktan kalkacakken kolumdan tutup gitmeme engel oldu.

 

"Hiç adil olmadı ama bu." Bir kez daha omuz silktim.

 

"Hak ettin ama."

 

Dudaklarını birleştirerek başını salladı. "Hak ettim." dedi kendi kendine. "Ama sen de bunu hak ettin karıcığım." Tam neyi diye soracakken yüzüme çarpan şeyle bir anlığına sersemledim. Gözlerim kapanırken yüzümde hafif bir sızlama hissettim. Yüzüme çarpan şey her neyse yüzümden anında çekildi. Otamatikman kapanan gözlerimi açtım, Araf'ın elinde gördüğüm beyaz yastıkla kaşlarım çatıldı. Bana yastıkla mı vurmuştı?

 

Gözlerimi kısarak ona baktım. Alt dudağını aşağıya doğru sarkıttı. "Kocandan öç aldığın için sen de bunu hak ettin karıcığım." dedi eğlenen bir sesle.

 

"Sen bana yastıkla mı vurdun?" dedim bu sefer ben doğrulamak için.

 

Başını aşağı yukarı saklayarak onayladı. Tıpkı benim gibi "Hak ettin ama." dedi.

 

"Yedim seni Araf!" dedim dişlerimin arasından. Yüzünde hınzır bir gülümseme görünce bu sefer yastığı ben suratına attım. "Bir şeyi de fesat anlama be adam!" Hıncımı alamayıp yatağın üstünde ayağa kalktım ve ona yastık fırlatmaya devam ettim. Ben ona vurdukça o inadına kahkaha atıyordu.

 

"Gülme! Valla döverim seni!" dedim sanki şimdi dövmüyormuş gibi.

 

Az önce bana vurduğu yastığı alıp o da bana vurmaya başladı. Bana vurmaya fırsatı olmasın diye daha hızlı vurmaya başladım ona. Tam o sırada bacağımda bir el hissettim, saniyeler içinde bacağımdaki el beni ileriye doğru çekti ve yatağa sırt üstü düştüm. Ben daha ne olduğunu anlayamadan bacaklarımın üstüne Araf oturdu. Ellerimi başımın üstünde birleştirip üstten bana baktı. Gülerek bana bakarken göz kırptı.

 

"Beni dövmekten mi söz ediyordun karıcığım?" Gözlerim kısıldı, burnumdan sesli soluklar alırken sinirle ona baktım.

 

"Bırak elimi!" dedim. "Bırak da dövmeyim!" Tabii ki de bırakmadı.

 

"Öyle herkes döver."

 

"Özel güçlerim yok benim Araf. Valla bırak eşek sudan gelinceye kadar döveceğim seni."

 

"Sen bir askersin, kolayca kurtulursun benden."

 

Histerik bir şekilde güldüm. "Bunu diyen kişi de bir asker ve şu anda benim elimi kolumu tutmuş durumda. Üstelik rütbe olarak benim üstsüm." Omuz silkti, bir şey demedi. Elinden kurtulmak için debelendim ama izin vermedi.

 

Pes edip alttan ona baktım. Aklıma gelen şeyle alt dudağımı ısırdım. Umarım yine bu numarayı yer.

 

Başımı hafif kaldırıp yanağına bir öpücük kondurdum. Yüzündeki gülümseme genişledi. "Bence bırakalım kavgayı ya." dedim. Bu sefer çenesine bir öpücük kondurdum. Daha sonra dudağına yaklaşıyordum ki kendisini geri çekti ve başını iki yana sallayarak konuştu.

 

"Bu sefer yemezler bebeğim." Göz devirdim.

 

"Yesen şaşırırdım zaten." diye söyledim. Söylenmemle bana eğildiğini gördüm.

 

"Ben seni yemeyi tercih ederim." Muzip sesiyle ve gülen yüzüyle dediği şeye şaşırdım, gözlerim irice açıldı.

 

Gülerek "Oha Araf." dedim. "Çok ayıp dediğin." Başını geriye atarak kahkaha attı.

 

"Bence senin için fesat güzelim, ben yemek derken; seni öpmeyi kastetmiştim." deyip dudaklarını boynuma bastırdı. Gözlerim kısıldı, beni kandırmıyorsa ben de bir şey bilmiyorum.

 

"Tabii canım, kesin öpmeyi kastetmişsindir." Boynuma değen dudaklarından güldüğünü anladım.

 

"Biraz buradan." deyip boynuma ardı ardına öpücükler kondurmaya başladı. Daha sonra dudakları yanağıma değdi. Orayı öpmeye başladı. "Biraz buradan." dedi yanımı öperken. Yanağımdan sonra dudakları köprücük kemiğime indi. Öpücüklerinin arasında mırıldandı. "Birazcık da buradan." Köprücük kemiğimden çeneme doğru yol aldı, öpücük kondurarak dudaklarıma ulaştı. Dudakları dudaklarıma temas edince "Ve son olarak biraz da buradan yiyebilirim." diyerek alt dudağımı iki dudağının arasına aldı ve öpmeye başladı. Onu biraz daha kendime çekmek için ellerimi ellerinden kurtarıp ensesine koydum ve yaklaştırdım, ona karşılık verdim.

 

Kısa süreliğine dudaklarını ayırıp "Seni seviyorum." diye mırıldandı. "Hem de çok seviyorum." Ve bir kez daha dudaklarımızı birleştirdi.

 

*

*

*

 

Önümdeki domatesleri doğrarken mutfağın camından dışarıya baktım. Araf hâlâ havuzda yüzüyordu. Üç gün önce düğünümüz olmuştu, biz balayı falan düşünmüyorduk ama Erdem Yarbay ve bizimkiler bize Göcek'te bir ev kirlamışlar. Erdem Yarbay da iki haftalık izin vermişti ve üç gündür buradaydık.

 

Bakışlarımı pencereden çekip ocağa yöneldim, ocaktaki çayı demleyip altını biraz kıstım. Kahvaltılıkların birazını alıp dışarıya ilerledim. Dışarıdaki masaya dizerken bana doğru yaklaşan adım sesleri duydum. Biraz da yere damlayan su sesleri geliyordu kulağıma. Birkaç saniye sonra belime bir çift ıslak kol dolandı, omzuma su damlaları damlamaya başladı.

 

"Her yerimi ıslattın Araf ya." dedim ondan uzaklaşmaya çalışarak ama izin vermedi.

 

"Gel biraz yüzelim." dedi beni havuza doğru çekerek.

 

"İşim var görmüyor musun?"

 

"Sonra birlikte yaparız." diyerek beni havuzun dibine getirdi. Başımı iki yan sallayarak konuştum.

 

"Olmaz bak ocakta çay var..." dememe kalmadan benimle birlikte havuza atladı. Gözlerim otomatikman kapanırken suyun dibine doğru çekildim. O sırada dudaklarımda bir baskı hissettim. Gözlerim usulca açılırken Araf'ın dudaklarıma dudaklarını bastırdığını gördüm. Su bizi tekrardan yüzeye çıkartırken Araf da dudaklarımdan ayrıldı. Derin bir nefes alırken sırıtarak bana bakan Araf'a su fırlattım.

 

"Biraz uslu dur Araf ya!" deyip çıkmak için havuzun merdivenine doğru yüzdüm ama Araf yine izin vermedi. Buradan çıkamayacağımı anlayıp ona doğru döndüm. Bir süre yüzüne baktıktan sonra beklemdiği bir anda yüzüne su fırlattım. Gözleri kapanırken gülüp daha çok su fırlattım ve hızla yüzmeye başladım. Peşimden geliyor mu diye bir anlığına arkama baktım ama yoktu. Olduğum yerde dururken etrafıma baktım. O sırada ayağımın altında bir doğunuş hissedince boşluğuma gelip çığlık attım. Saniyeler içinde Araf suyun altından çıktı ve tam önümde durdu. Bu sefer de korkuttuğum için yüzüne su fırlattım.

 

Su fırlatırken kızdım ona. "Korktum ya."

 

Ellerimden tutup su fırlatmamı engelledi. "Yaa." dedi uzatarak. Bana doğru yakaştı. "Özür mahiyetinde öpeyim o zaman ben seni." diyerek dudaklarıma yapıştı. Sırf beni öpmek için bahane aradığını anladığım için başımı geriye çektim.

 

"Hem korkut hem öp, olmaz öyle." Tek kaşı kalktı, öyle mi der gibi bana baktı. Omuz silktim. "Fırsatçılık yapıyorsun."

 

Başını iki yana salladı. "Yoo." dedi, başını bana doğru yaklaştırdı. "Sadece karımı öpüyorum." deyip bir kez daha dudaklarımdan öptü. Bu sefer itiraz etmedim, ona karşılık verdim. Birkaç dakika bu şekilde suyun içinde kaldıktan sonra ben çıktım çünkü ocakta çay vardı. Ocağın altını kapatıp üzerimdeki ıslak kıyafetlerden kurtuldum. Saçımdaki fazla suyu alıp topuz yaptım. Hava zaten sıcaktı, kururdu birazdan.

 

Üzerimi değiştirdikten sonra masayı hazırlamaya devam ettim. Araf da üstünü değiştirip bana yardım etmeye başladı. Araf çayları doldururken göz ucuyla bana bakıp "Şu son üç gün çok sakin geçti." dedi. "Bizimkilerin şimdiye kırk kere bizi arayıp rahatsız etmesi gerekiyordu." Ağzıma bir tane yeşil zeytin atıp konuştum.

 

"Kulakları çınlamıştır, kesin ararlar bugün."

 

"Şimdiye kadar aramamaları şaşırttı beni." Haklı, üç gündür ne arayan ne de soran vardı. Kesin aramamak için kendilerini zor tutuyorlardı. Aramamalarının sebebi düğün gününde Araf'ı bir hayli sinirlendirmelerinden dolayı da olabilirdi. Çünkü balayından sonra ikimiz de geri dönüyorduk ve ikimizden de çekecekleri olduğu için korkularından arayamamış da olabilirler.

 

Nasıl olsa bir iki gün sonra dayanamayıp ararlar bizi.

 

Sohbet eşliğinde kahvaltımızı yaptıktan sonra masayı topladık. Masayı toplarken zilin çaldığını duydum. Masayı Araf'a bırakıp kapıya ilerledim ve açtım. Karşımda bir kurye vardı ve elinde de bir buket çiçek vardı. "Araf Öztürk ve Cemre Öztürk?" deyince başımı hafif sallayıp konuştum.

 

"Benim." Elindeki buketi uzatarak konuştu.

 

"Size bir çiçek var." Çiçek karışıktı, her çeşit çiçekten birer ikişer konulmuştu. Acaba bizimkiler mi gönderdi? Onlardan başka gönderecek birini tanımıyorum. Geri döndüğümüzde onları fazla zorlamayalım diye kendilerince özür dilemeye çalışıyor olabilirlerdi.

 

Çiçeği aldıktan sonra kapıyı kapatıp içeriye girdim. Arkamı dönünce Araf'ın da yanıma geldiğini gördüm. "Kimmiş?" dedi yanıma doğru gelirken. Elimdeki çiçeği göstererek konuştum.

 

"Kurye, biri bize çiçek göndermiş." Yanıma gelince çiçeği alıp inceledi. Daha sonra içinden çıkan kartı alıp okudu, okudukça kaşları çatılıyordu. Elindeki küçük kartı buruşturup yere atarken kapıya ilerledi ve açtı, çiçeği de kapının dışına fırlatıp kapattı. Bu yaptığına bir anlam vermezken buruşturup yere attığı kartı aldım ve elimle düzelttim, üzerinde yazan yazıyı okudum.

 

Siz beni düğününüze davet etmediniz ama ben incelik gösterip hayırlı olsun çiçeği gönderdim :) Mutluluklar dilerim Araf ve Maviş... Yakında görüşeceğimizden emin olabilirsiniz.

Alessi...

 

Burayı nereden biliyor da çiçek gönderiyor diye sormayacağım çünkü maalesef ki o şeytanın bilmediği bir şey yok! Bir de mutluluklar diliyor ya! Ondan gelecek mutluluğu bile istemiyorum. Bir an önce yakalayıp ait olduğu yere, dört duvar arasına girmesini istiyordum.

 

"Hangi hakla buraya kadar çiçek gönderiyor!" dedi Araf dişlerinin arasından. Siniri gözle görülüyordu. Elleri iki yanında yumruk olmuştu, bir sağa bir sola volta atıp duruyordu. "Başımıza onca bela açan o değilmiş gibi tebrik etmek için çiçek gönderiyor!" Araf söylenerek bahçeye ilerlemeye başladı. Elimdeki kağıdı buruşturup atarken peşinden ilerledim. Bahçeye çıkınca koluna girip durdurdum onu.

 

"Sakin ol, onun amacı da bizi sinir etmek."

 

"Başardı orosp..." diye küfür ediyordu ki benim yanımda olduğunu fark edip sustu. Küfür etmekten vazgeçti ama söylenmeye devam etti.

 

"Bir de imada buluyor! Neymiş çok yakında görüşecekmişiz! Görüşeceğiz tabii! Biz onu ve o bizi son kez görecek çünkü dört duvar arasında kalan ömrünü geçirecek." Ne kadar sesimi çıkarmadan onun sinirini atmasını beklemek istesem de daha fazla dayanamadım ve konuştum.

 

"Balayımızda böyle bağırıp duracak mısın?" Bakışları bana döndü. "Bırak şu kadını. Bak amacına ulaştı, keyfimizi kaçırdı. Sen de biraz sakin ol."

 

"O kadının ismini duymaya bile tahammülüm yok!" Siniri geçecek gibi değildi.

 

Aklıma gelen fikirle olduğum yerde, çimenlerin üstüne bağdaş kurarak oturdum. Araf'ın tuhaf bakışları bana döndü. Başını iki yana sallayarak "Ne yapıyorsun?" diye sordu. Hâlâ yumruk olan elinden tutup çekiştirmeye başladım.

 

"Gel sen de otur." Yaptığıma ve dediğime bir türlü anlam veremiyor gibiydi.

 

"Sebep?"

 

Yüzümde bir sırıtış peydah oldu. "Elektriğini atarsın. Belki bu sayede sinirin de elektriğinle birlikte toprağa karışır." Bir süre ciddi miyim diye bana baktı. Kararlı bakışlarımdan ve hâlâ yere otursun diye çekiştirmeye devam ettiğimden dolayı ciddi olduğumu anladı. Sinirleri bozulmuş gibi güldü ve o da yanıma, ayaklarını uzatarak oturdu. Memnun olmuş bir ifadeyle gülümsedim ve kollarımı beline doladım. Başımı da gögsüne yasladım. Böyle rahat edemeyeceğimi anlayıp sırt üstü çimenlere uzandı.

 

"Böyle rahat mı karıcığım?" Çenemi gögsüne koyup aşağıdan ona baktım ve evet anlamında gözlerimi açıp kapattım.

 

"Çok rahat. Bir de kocam üzerindeki gerginliği atarsa tam olur." Gögsüne koyduğum çenemi tuttu ve başımı kaldırdı. O da başını kaldırıp dudaklarıma kısa ve sesli bir öpücük kondurdu.

 

"Bu öpücük sayesinde sinir, stres kalmadı." demesiyle gülümsedim. Başımı gögsüne koyup öylece gökyüzüne baktım. Ne kadar süre bu şekilde çimenlerin üstünde uzandık bilmiyorum ama artık kalkmak için ikimizde hareketlendik. Tam ayağa kalkmışken Araf'ın telefonunun çaldığını duydum. Cebinden telefonu çıkartıp ekrana baktı. Kim arıyorsa yüzünde bir gülümseme oluştu. Ben de göreyim diye ekranı bana çevirdi. Gördüğüm isimle ben de güldüm. Çünkü arayan Fatih'ti.

 

"Çok bile dayandılar." dedi Araf. Telefonu açıp kulağına götürdü. "Ben de diyorum son üç gündür biz fazla mutluyuz, meğersem bizi rahatsız eden kimse yokmuş." Dediği şeye kıkırdadım. Bunu derken onun yüzünde bir gülümse vardı, sesinden de dalga geçtiği anlaşılıyordu. Eminim ki dalga geçtiğini Fatih de anlamıştır.

 

Dikkatle Araf'ı izlerken gülen yüzünün yavaş yavaş soluğunu fark ettim. Buna bir anlam vermezken Araf konuştu. "Sakin ol oğlum, ne oldu düzgünce anlat." Bir şey mi olmuştu?

 

Fatih, Araf'a ne anlatıyorsa artık Araf'ın giderek daha çok sinirlendiğini ve endişelendiğini fark ettim. "Tamam, biz ilk uçakla geliyoruz oraya. Biz gelmeden delice bir şey yapıp benim tepemin tasını artırmayın sakın!" İlk uçakla geliyoruz dediğine göre önemli bir şey olmuştu. Hepsi o Alessi'nin çiçeğinden sonra olmuştu. Uğursuz gibi çökmüştü yine üstümüze!

 

Araf telefonu kapatınca hemen konuştum. "N'olmuş? Birine mi bir şey olmuş? Herkesin iyi olduğunu söyle bana." Birkaç saniye derin nefesler alıp sakin olmaya çalıştı. Daha sonra ellerini yüzüme koyup ona bakmamı sağladı.

 

"Sakin ol." dedi yatıştırıcı bir sesle. "Eren kayıpmış." Kaşlarım çatıldı, ne demek kayıpmış?

 

"Nasıl? Ne zamandan beri kayıp?"

 

"Bilmiyorum ama Fatih fazla telaşlıydı. Telefonda fazla bir şey anlatmadı ama bize söylemdiği bir şey var gibi. Oraya gidip öğrenelim." Araf elini yüzümden çekip içeriye girerken olduğum yerde durmaya devam ettim. Alessi'nin çiçekle birlikte gönderdiği not aklıma geldi.

 

Çok yakında görüşeceğimizden emin olabilirsiniz...

 

Hayır! Lütfen bu işin altından Alessi çıkmasın... Yine başımıza bela açmasın artık.

 

Bu imalı cümlelerden bir tek bunu çıkarmıştım. Bir de Araf Fatih'in telaşlı olduğunu ve anlatamadığı şeyler olduğunu söylemişti. Böyle bir konuda yalan söyleceklerini sanmıyorum. Her şeyi şakaya, kendi eğlencelerine vursalarda bu kadar ileri gitmezler. İnşallah bu işin içinden de Alessi çıkmaz. Başımıza açtığı onca dertten ve üzüntüden sonra bir yenisini kaldıramazdım ben.

 

*

*

*

 

Taksiden inip tabura doğru hızlı adımlarla ilerledik. Biz buraya geldik diyene kadar çoktan akşam olmuştu bile. Kapıda nöbet tutan asker bizi görünce kimlik sormadan kapıyı açtı, bizi tandığı için sorma gereği duymamıştı anlaşılan. Taburun bahçesine girince ilerideki çardakta oturan bizimkileri gördüm. Onlar da bizi görmüş olmalı ki hızlı adımlarla yanımıza doğru gelmeye başladılar.

 

Hepsi yanımıza gelince Araf vakit kaybetmeden konuştu. "N'oldu Eren'e? Nerede şimdi?"

 

"Dün akşam çarşıya çıkmıştı." dedi Fatih olanları anlatmaya başlayarak. "Daha sonra geri gelmedi. Dünden beri arıyoruz ve ulaşamıyoruz. Mobeselerden kaçırıldığını gördük."

 

"Eren dünden beri yok ve siz bizi yeni mi arıyorsunuz!" diye birden bağırdı Araf. Yerimde sıçrayarak ona baktım.

 

Ozan mahçup bir sesle "Balayındaydınız komutanım." dedi.

 

Araf daha da sinirlenerek bağırmaya devam etti. "Başlarım balayına!" Hepsi bana bakınca omuz silktim. Araf'ın bu sözünden benim kırılacağımı falan sanıyorlardı sanırım.

 

"Hiç bana bakmayın, haklı. Hiçbir şey sizden önemli değil." dedim. Konuyu değiştirmek için "Kim kaçırmış?" diye sordum. İçimden Alessi olmaması için dua ediyordum çünkü Araf bir kez daha onun adını duyarsa iyice sinirlenecekti.

 

Hepsi bir bana bir de Araf'a baktı, söyleyip söylememekte kararsız gibiydiler. En sonunda Soner konuşmaya karar verdi. "Alessi kaçırmış. Hatta adamlarına değil, bizzat kendisi kaçırmış. Mobeselerden gizlenme gereği bile duymamış." Tam da tahmin ettiğim gibiydi. O çiçekteki kartta yazan imalı sözlerden anlamıştım.

 

"Bu kadın daha ne istiyor bizden!" dedi Araf dişlerinin arasından. "İlla onu bulup ondan kurtulmak için kafasına mı sıkmamız lazım! En sonunda bunu yaptıracak!" Bizimkiler bu sinirin neyden olduğunu bilmiyordu ama tahmin edebiliyordu. Başımıza gelen en son olaya bağlıyorlardı. Aslında haklıydılar, ama eve de çiçek göndermesi, her şeyi bilmesi Araf'ı çıldırtmaya başlıyordu. Bir kayıp daha vermek istemiyordu.

 

"Cemre, Araf?" Duyduğum sesle başımı sağ tarafa çevirdim. Erdem Yarbay bizden tarafa geliyordu. Bizi gördüğüne şaşırmış gibiydi. "Ne işiniz var sizin burada?" diye sordu, göz ucuyla bizimkilere baktı ve onların haber verdiğini anladı. "Balayında size söylememelerini söylemiştim ama yine duramayıp söyleyeceklerini hesaba katmadım."

 

"İyi ki söylemişler komutanım. Balayı askerlerimden daha önemli değil." diyen Araf'ı başımı sallayarak onayladım. Bir askerimiz kaçırılmışken ben güllük gülistanlık olamazdım. Vicdanım el vermezdi. Bizler zaten kendi mutluluğumuzdan önce, kendi canımızdan önce başkalarını düşünürdük. Şimdi de öyle olacaktı, ileride de öyle olacaktı. Bunu kimse değiştiremez.

 

Erdem Yarbayın karşısına geçip konuştum "Eren'le ilgili elimizde herhangi bir şey var mı komutanım?"

 

"Dağa çıkarıldığından başka elimizde bir bilgi yok." Sıkıntıyla nefes alırken cebimdeki telefonumun çaldığını duydum. Bütün bakışlar bana dönerken çıkartıp kimin aradığında baktım. Tanımadığım bir numara olunca kapatacakken duraksadım. Alessi olabilir miydi?

 

Fazla bekletmeden telefonu açıp kulağıma götürdüm. Zaten karşı taraf benim konuşmama fırsat tanımadan konuştu. "Selam Maviş." Alessi'nin eğlenen sesini duyunca göz devirip telefonu hoperlöre aldım. "Hediyemi aldınız mı?" Sanırım gönderdiği çiçekten söz ediyordu.

 

"Eren nerede Alesii?" Onun hediyesinden söz etmek yerine Eren'i sordum.

 

"O kim ya?" Bir de dalga geçer gibi bilmemezliğe vuruyor! Yemin ediyorum sabır taşı olsa bu kadının karşısında un ufak olur.

 

"Kaçırıp dağa çıkardığın askerim Alessi! Nerede?"

 

Bir süre ondan sesle gelmedi. Birkaç saniyenin sonunda konuştu. "Valla hatırlayamadım ya." Sakin olmak için dişlerimi sıkarken telefon elimden çekildi. Hemen ardından Araf'ın kızgın sesini duydum.

 

"Yerini söyle de ben sana hatırlatayım! Eminim ki şıp diye hatırlarsın!"

 

Güldüğünü duydum. "Nerede miyim?" dedi, biraz düşündü ve devam etti. "Valla onu da hatırlayamadım yakışıklı çocuk ya. Sanırım B12'm eksik." Bildiğin bizimle dalga geçiyordu! "Siz onu bunu bırakın da niye boşanıp yeniden evlendiniz ki? Ben sizi zahmete sokmadan evlendirmiştim aslında." Dalga geçen sesine göz devirmeden edemedim. Şu anda karşımda olsa eminim ki ellerimle boğarak öldürür, o iğrenç sesini keserdim!

 

"Senden gelecek iyilik gelmez olsun!" dedi Araf tükürürcesine.

 

"Valla alındım bak." Bilmem kaçıncı kez olduğu gibi bir kez daha göz devirdim ve sabır diledim.

 

Araf artık sabrı kalmamışcasına konuştu. "Askerim nerede Alessi!" Eğer Alessi şu anda karşımızda olsa onu bir kaşık suda boğacak gibiydi. Aslında hepimizin ondan bir farkı yoktu. Sabrımızla oynuyordu çünkü.

 

Yine olduğu gibi alaya aldı. "Dur iki dakika düşüneyim." Birkaç dakika telefondan ses gelmedi. "Acaba şu bombacı çocuk mu?" dedi ve telefonda Eren'in sesini duyduk. Telefonu Eren'e vermişti.

 

"İyiyim komutanım ben. Bana hiçbir şey yapamaz bu kadın!" Sesini duymak bile bir nebze de olsa içime su serpmişti.

 

"Şu anda üstünde bombalar olmasa bu çocuğun dediğine inanın derdim ama sakın inanmayın. Her an havaya uçurabilirim." Bomba mı? Allah kahretsin!

 

"Ne istiyorsun?" Araf pes ederek sordu. O sırada Erdem Yarbayın bir askerle konuştuğunu gördüm. Telefonu hoperlöre aldığımda da konuşuyordu. Sanırım telefondan sinyal tespiti yapmasını istiyordu ama yüz ifadesinden anladığım kadarıyla sinyal tespit edilememişti.

 

"Sadece söylediğim saatte söylediğim yerde olun ve askerinizi alın." dedi ve telefonu kapattı.

 

Asla dediğini yapmazdı. Bizi çağırdı yerde kim bilir bizi neler bekliyordu. İyi bir plan yapmadan oraya gidersek ne olurdu düşünmek bile istemiyordum. Aklından yine ne şeytanlıklar geçtiğini düşünemiyordum. Allah bilir aklında ne tür oyunlar vardı.

 

Biz elimiz kolumuz bağlı öylece çardağa oturduk. Bize haber vermedikleri süre içinde birçok araştırma yapıldığını da öğrendik. Alessi aradığında sinyal tespitinin yapıldığını, hatta hepimizin telefonlarının dinleme altında olduğunu öğrenip Alessi aradığında da sinyali bulunduğunu ama oraya bir ekip gidene kadar çoktan gittiklerini Erdem Yarbay anlattı. Telefonla konuşurken askere onun da sinyal tespi yapmasını, hatta dronelarla izlenmesini istemiş ama elimize maalesef ki hiçbir şey geçmemişti. Bunları yapacağımızı tahmin edip çoktan gözden kaybolmuş Alessi.

 

Bütün gece çardakta oturup bekledik. Elimizde herhangi bir bilgi yokkende oturup toplantı yaparak plan yapamadık maalesef. Plan yapmak için ilk önce elimizde bir bilgi olması gerekiyordu. Bu şekilde elim kolum bağlı oturmak en zor şeydi benim için. Aciz bir durum gibi geliyordu bana ve kesinlikle öyleydi. En azından ölüme bile gideceğini bilsen de elinde bir bilginin olması daha iyiydi.

 

Her şeye kaldığımız yerden devam ediyorduk. Alessi hayatımızın içine etmeye devam ediyordu ve biz de onun peşine düşüyorduk. Yine üzülen biz oluyorduk ama bu sefer biz olmayacaktık. Evet kaldığımız yerden devam ediyorduk ama Alessi'nin devri de bir gün kapanacaktı. Piyon olarak adlandırdığı bizler bu oyuna bir son verecektim. Çok az kalmıştı...

 

Sabah olup bütün askerler iştimaya hazırlanırken biz hâlâ çardakta oturmaya devam ediyorduk. Bize doğru gelen üniformalı bir kız görünce ona bakmaya başladım. Başında mavi beresi vardı, kız bir yerden tanıdık geliyordu ama çıkartamamıştım.

 

Yanımıza gelip durdu ve hafif baş selamı verdi, bakışları bizim çocuklara kaydı. "Eren'den bir haber var mı?" diye sordu. Göz ucuyla bize bakıp hafif boğazını temizledi ve tekrardan konuştu. "Yani Eren Çavuşumdan bir haber var mı diyecektim." Dudağım iki yana kıvrıldı. Bu o kızdı. Eren'in tartıştığı kızdı.

 

Ben buraya gelince ilk işim bu kızla Eren'i yan yana görmek olacaktı. Şimdi ise Eren ortada yoktu. Maalesef hayat bizim planlarımıza göre ilerlemiyordu.

 

"Dün konuştuk, sesi iyi geliyordu. Yakında kurtaracağız." dedi Meriç. O bile dalgın duruyordu, hiç keyfi yokmuş gibiydi. Silah arkadaşı teröristlerin elindeyken keyifli olmasını beklemiyordum zaten.

 

Kız aldığı cevapla yanımızdan ayrılırken masanın üstünde duran telefonumun çaldığını duydum. Hızlıca telefonu elime alıp baktım. Kayıtlı olmayan bir numaraydı, Alessi'ydi.

 

Hemen telefonu açıp hoperlöre aldım. "Günaydın Maviş ve onun kocası." dedi neşeli bir sesle. "Ve tabii ki yandaşları."

 

Onun neşesini görmezden gelip Eren'i sordum. "Eren nasıl? Onun sesini duymak istiyorum."

 

"Korkma, yemedim askerinizi." Göz devirdim, bir şeytandan her şeyi beklerdim.

 

"Komutanım." Eren'in sesini duyunca hepimiz telefona odaklandık. Sesi iyi geliyordu.

 

"Nasılsın aslanım? İyi misin?" Araf'ın sorusuna vereceği cevabı merakla bekledim. Gerçi kötü olsa bile iyiyim der ama.

 

"İyiyim komutanım merak etmeyin." dedi. "Bunlara güvenmeyin. Şeytan bunları görünce imana gelir görevini bunlara bırakır valla. İnanıp dediklerini sakın yapmayın." Eren'in sözlerinden sonra telefondan hışırtı sesleri geldi, hemen ardın Alessi'nin sesini duydum.

 

"Yeter bu kadar konuşma! Çok bile konuştunuz." dedi. "Birazdan size konum atacağım, bir saat içinde orada olun ve askerinizi alın."

 

"Karşılığında ne istiyorsun?" dedim. Karşılıksız al askerini diyecek biri değildi o. Yine bir şeyler isterdi. Tabii yapmak için sormuyordum, sadece önlemimizi alırdık.

 

Telefonun diğer ucundan güldüğünü duydum. "Onu o zaman düşünürüz Maviş ya. Siz askerinize kavuşmayı hayal edin biz de ne isteyeceğimize karar veririz." Telefon kapanınca sıkıntıyla ofladım. Nasıl bulacaktık biz Eren'i? Alessi yine bizim için bir oyun düzenliyordur kesin.

 

Arkamda bir ses duyunca düşünmeyi kesip oraya baktım. "Size çay getirdim. Madem bir şeyler yemiyorsunuz bari çay için." Gelen Yasemin'di, elinde de bir tepsiyle çay getiriyordu.

 

Elimdeki telefon titreyince bakışlarım telefona kaydı. Tanımadığım bir numaradan mesaj gelmişti. Konum atmıştı. Bu Alessi olmalıydı.

 

"Konum geldi." dedim. O sırada yanımıza bir asker koşarak geldi ve baş selamı verdi.

 

"Erdem Yarbayım sizi harekât merkezinde bekliyor komutanım." Askerin konuşmasıyla hepimiz harekât merkezine geldik. Biz içeriye girer girmez Erdem Yarbay konuştu.

 

"Alessi az önce aradığında Eren'le konuştunuz mu?" Başımı sallayarak onayladım onu.

 

"Evet komutanım, konuştuk. Hemen sonra da Alessi konum attı." Benim cevabımla Erdem Yarbayın yüzünde bir gülümseme oluştu.

 

"Emin değiliz ama Alessi bu civarlada." dedi bilgisayardan görünen konumu göstererek. "Sizi aradığında çok kısa bir süre sinyal aldık ve bu köyden geldi sinyal. Hemen çevredeki dronelarla etrafı izledik ve bir evde eli silahlı adamlar tespit ettik."

 

"Eren'i orada mı tutuyor?" dedim.

 

"Emin değiliz ama oraya gideceksiniz. Alessi'nin size Eren'i vermeyeceğini biliyoruz. Yanında da getiremeyeceğini biliyoruz. Bu yüzden bu konuma gidip o eve bakacaksınız, o evde birileri olmasa o kadar adam o evin başında beklemez."

 

"Konum ne olacak peki?" diye sordum.

 

"Oraya başka askerleri göndereceğim. Beş dakika içinde hazırlanıp yola çıkın." Hepimiz baş selamı verip Erdem Yarbayın yanından ayrıldık.

 

Hazırlanmak için odama geçtim. Odamdaki üniformamı çıkartıp yatağının üstünde koydum. Üstümdeki her şeyi çıkartıp aynanın karşısına geçtim. "Kilo mu almışım ben ya?" Fark ettiğim kilomla kendi kendime konuştum. Biraz göbeğim çıkmıştı.

 

Elimi çıkan göbeğime götürdüm. "Neyse, iki güne göbek falan kalmaz bende." Mırıldanıp üniformamı üzerime geçirmeye başladım. Bu hızla devam edersem baya zayıflardım. En son Araf eski iştahıma kavuşmamı sağlamıştı ve sonuç, göbek. Göbeğim çıkmıştı. Yemesem zayıfım yesem göbeğim çıkıyor. Hepsi ayrı sorun.

 

Üniformamı üzerime geçirdikten sonra mühimmat odasına geçip mühimmatımı ve çantamı aldım. Omzumda bir el hissedince başımı küçük bir açıyla çevirdim, Meriç'le göz göze gelince ne var anlamında başımı iki yana salladım.

 

"Göbeğiniz çıkmış komutanım." dediği şeye göz devirmeden edemedim. "Bizim göbeğimiz çıkınca Türk kası diyerek kendimizi avutuyoruz ama siz kızlar ne diyorsunuz?" Dalga geçtiğini anlayınca omzuna bir tane vurdum.

 

"Döverim seni Meriç! Azıcık kilo almışım işte!"

 

Baştan ayağa beni süzdü ve dudakları büküldü. "Yoo biraz değil, baya almışsınız. Bildiğin göbüşünüz çıkmış." Ne kadar ona kızmak istesem de son dediği şey yüzünden kızmadım, aksine kahkaha attım. Göbüş ne ya?

 

"Sizene lan benim karımın göbeğinden. Gidin hazırlanın yoksa Eren'i kurtarmaya karım ve ben giderim." Araf anında benim yanımda dururken Meriç yanımızdan uzaklaştı. Fatih'in yanına geçip ona yaklaştı ve fısıldayarak bir şeyler dedi.

 

"Bunun da görmemişsin bir karısı olmuş. Alt tarafı göbüşü çıkmış dedim." Sanırım sesiz söylediğini sanıyordu. "Tabii benim gibi bir yakışıklıdan karısını kıskandı ama benim gönlüm Maya'da. Alsın karısını başına çalsın." Alt dudağımı ısırarak Araf'a baktım, kaşlarını çatarak Meriç'e bakıyordu.

 

"Bunlar uzun süre benim eğitimime maruz kalmamış. Eren'i bir alıp gelelim güzelce hasret gideririz." Araf'ın sözleri üzerine Meriç anında susarken diğerleri ona küfür etmeye başladı. Özlemiştim bu durumu.

 

"Diyorum size, şu adamın ağzını dikelim diye! Bir insan ancak bu kadar patavatsız olur zaten!" dedi Soner tüfeğini omzuna asarak. Şu kavgaları özleyeceğim aklımın ucundan dahi geçmezdi ama özlemiştim.

 

"He he yarrak beyinli!" diyen Meriç'le gözlerim irice açıldı. Bizimkiler durumu anlayıp anında onun ağzını aynı anda kapatırken Meriç de benim varlığımı fark edip mahçupça baktı. Başımı iki yana sallayarak mühimmat odasından çıktım. Benim ardımdan da Araf geldi. Diğerleri de hazır olunca zırhlı araca binip yola çıktık.

 

Bir saatin sonunda araç dronela görüntülenen evin yakınlarında durunca indik ve evin etrafına dağıldık. Araf'ın eliyle ne yapmamız gereğini anlatmasıyla kimimiz eve ilerledik kimimiz de gözcülük yaptık.

 

Dışarıda iki adam vardı. Onları Fatih susturucu taktığı silahıyla anında indirdi. "Etraf temiz komutanım, içeriye girebilirsiniz." Kulaklıktan Fatih'in dediğinden sonra evin camından içeriyi kontrol edip kapıyı yavaşça açtım. Silahımı doğrultarak içeriyi kontrol ettim ve girdim. Bütün odaları tek tek kontrol ettikten sonra bir oda kaldı. Onun önüne gelip kapıya yavaşça vurdum.

 

"Eren." Kısık bir sesle seslendim. İçeriden mırıltılı sesler gelince içeride olduğunu anlayıp yavaşça kapıyı ittirdim. Kapı gıcırdayarak açıldı ve Eren görüş açıma girdi. "Buldum, Eren burada." Kulaklıktan bizimkileri bilgilendirip Eren'in yanına ilerledim. Ağzındaki bez parçasını boynuna indirdim. Tam nasıl olduğunu soracakken o benden önce konuştu.

 

"Dikkat edin komutanım, sandalyenin altında bomba var." Eğilip sandalyenin altına baktım. Bombanın süreli bir bomba olduğunu anlayınca ağzımın içinden küfür bir savurdum.

 

"Burada sayaçlı bir bomba var. Patlamasına yarın saat kalmış." dedim. "Eren de bombanın üstünde oturuyor." Hep bir ağızdan farklı bir ses gelirken Araf'ın yanımıza geldiğini gördüm.

 

"Bomba sayaçlıysa Eren'i çözüp kaldırsak patlar mı?" Fatih'in sorusunu Eren de duysun diye söyledim ve cevap vermesini bekledim.

 

"Düzeneği bilmiyorum komutanım. Sayaçlı ama kalkınca patlayıp patlamadığını düzeneği görmeden bilemem." Bu riski göze alamazdık. Aramızdan bombalarda uzman olan Eren'di ama o da bir bombanın üstünde oturuyordu.

 

"Araf ne yapacağız? Bomba imhayı çağıralım mı?" Sorumla Araf yerden kalkıp başını iki yana salladı..

 

"Gelmeleri bir saati bulur. Bombanın son yarım saati kaldı." O da doğru.

 

"Ne yapacağız peki?"

 

"Biz bombayı Eren'e tarif edeceğiz, gerekirse fotoğrafını çekip göstereceğiz ve onun yönlendirmesiyle bombayı imha edeceğiz."

 

Kaşlarım çatıldı. "Bu riskli değil mi?" Sırtından çantasını çıkartarak onayladı beni.

 

"Öyle ama risk almamız lazım. Başka şansımız yok." Bir şey demedim. Ben de çantamı sırtımdan indirdiğim esnada telsizden bir ses duydum.

 

"Araf Üsteğmenim, Alessi'nin attığı konumda kimse yok. Yarım saattir buradayız ama gelen giden yok." Bu bizim yerimize giden ekipti.

 

"Biraz daha bekleyin ve dikkatli olun. Bir yerlerde pusu kurmuş olabilirler."

 

Araf'ın cevabı üzerine asker yine konuştu. "Anlaşıldı komutanım."

 

Araf telsizle konuşurken yere oturup bombaya baktım. Bombayı Eren'e tarif edecekken bu sefer kulaklıktan bizimkiler araya girdi.

 

"Komutanım Güney'de hareketlilik var." Bu Fatih'in sesiyle. Fatih'ten sonra Soner'in sesini de duydum.

 

"Komutanım Kuzey'de de hareketlilik var."

 

Yavaşça Araf'a döndüm. O da bir bana bir de sandalyede bağlı Eren'e baktı. Üçümüz aynı anda "Pusuya düştük!" dedik. Konumda kimsenin olmaması ve durduk yere haretlilik olması başka bir şeyi anlatmıyordu maalesef...

 

"Mavişşş..." Telsizden duyduğum sesle başımı iki yana salladım. Alessi'ydi bu. "Bir şekilde askerinizi bulacağınız tahmin ettim ve yanılmadım. Madem orada değil burada buluşmak istediniz buluşalım o zaman." Onun sesi kesilince dışarıdan silah sesleri gelmeye başladı. Allah kahretsin ya! Dronelarla görüntü alındığında evin etrafında oldukça adam vardı ama biz gelince sadece iki tane vardı. Buradan bir pusuya düştüğümüz anlamam lazımdı. Hoş, anlasak ne olacaktı acaba? Eren'i bırakıp gidecek halimiz yoktu çünkü.

 

Selam nasılsınız?

 

Bölüm nasıldı?

 

Bizimkiler pusuya düştü. Oradan kurtulabilecekler mi?

 

En sevdiğiniz sahne?

 

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, kendinize iyi bakın🤍

 

Loading...
0%