Yeni Üyelik
37.
Bölüm

36.Bölüm "Maç"

@kitap__gezegeni1

Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayalım🦋

 

Keyifli okumalar✨️

 

 

​​​​36.Bölüm "Maç"

 

Camdan başımı hafif uzatıp dışarıya baktım. Cama bir kurşun daha isabet edince dizlerimin üstünde emekleyerek camdan uzaklaştım. Göz ucuyla Araf'a baktım. Eren'in yönlendirmesiyle bombayla ilgileniyordu.

 

"Dışarıya çıkıyorum ben. Buradan ateş edemiyorum." deyip odanın kapısına ilerledim, o sırada Araf arkamdan konuştu.

 

"Dikkat edin, yaklaşmalarına izin vermeyin." Başımı sallayarak onu onayladım ve evden dışarıya çıktım. Buradaki evler birbirine yakındı ama şu anda kimse etrafta görünmüyordu. Silah seslerinden sonra herkes evine kapanmıştı, ya da kaçabildilerse kaçmışlardı ama etrafta bizlerden başka kimse yoktu. Bu konuda şanslıydık.

 

Evin kapısına gelince başımı uzatıp etrafı kontrol ettim. Daha sonra hızlı bir şekilde dışarıya çıktım. Bir ağaçın arkasına geçip ateş etmeye başladım.

 

"Hazırlıklı gelmiş piçler! Yaylım ateşine tuttular. Burnumu dahi çıkaramıyorum." diyen Fatih'in sesini duydum.

 

"Beni koruyun, şunların ateşini bir keseyim." dedi Soner. Ateş etmeye devam ederken onun olduğu tarafa baktım. Roketi çıkarttığını görünce önüme dönüp ateş etmeye devam ettim.

 

İleride ateş edenlerin içinde Alessi'yi görünce ona odaklandım. Tam anlamıyla görüş açıma girmesini bekledim. Kademeli kademeli bize yaklaştıkları için bir süre sonra Alessi görüş açıma girdi. Nişan alıp omzuna ateş ettim. İsabet edince soluklanıp sırtımı ağaça yasladım.

 

"Ateş Parçası komutanım bütün ihtişamıyla geri geldi ve sarı şeytana haddini bildirdi!" Meriç'in gülerek kurduğu cümleye güldüm.

 

"Çeneniz değil eliniz çalışsın biraz." dedim ateş etmeye devam ederken.

 

"Siz bizi ne çabuk unuttunuz komutanım ya?" dedi Soner alıngan bir sesle. "Biz iki işi birden yapabilen yetenekli askerleriz. Evelallah hem elimiz hem de çenemiz aynı anda iş yapabilir." Başımı iki yana salladım, hiç unuturmuydum acaba? Konu yeter ki gevezelik olsun, her şeyi başarırlardı.

 

Soner'in sözlerinden sonra roketi teröristilerin yanına attığını gördüm, etrafta büyük bir gürültü çıkarken Soner'in böbürlendiğini duydum. "Bu da dediğimin kanıtı. Hepsini ait oldukları yere, cayır cayır yanmaya yolladım." Dudağımın bir tarafı kıvrıldı. Araf'ı merak ettiğim için kulaklıktan ona seslendim.

 

"Ne durumdasın Araf?" Bombanın süresi dolmak üzereydi, çok az kalmıştı.

 

"Halletmek üzereyim." Sesi kesik kesik geliyordu, eminim ki şu anda stresten dolayı terlemiştir.

 

Önüme dönüp ateş etmeye devam ettim. O sırada fark ettiğim şeyle boynumdan dürbün çıkartıp baktım. Geri çekiliyorlardı. Fatih de fark etmiş olacak ki konuştu. "Geri mi çekiliyor onlar?"

 

Silahımı indirip elimi kulaklığa götürdüm. "Araf geri çekiliyorlar, peşlerinden gidelim mi?"

 

"Hayır, Eren'in üstünde hâlâ bomba var ve süresi az kaldı."

 

Araf'ın cevabından sonra eve doğru ilerlerken bizimkilere seslendim. "Fatih ve Soner gözcülük yapın. Diğerleri de benimle gelsin." Herkes dediğimi yaparken evden içeriye girip Araf'la Eren'in bulunduğu odaya girdim. Araf'ın yerde uzanıp sandalyenin altındaki bombayla ilgilendiğini gördüm. Su gibi terlemişti ve ağzında keskin soluklar alıp duruyordu.

 

"Çekil ben ilgileneyim artık." Bana bakmadan kaşlarını hayır anlamında kaldırdı.

 

"Hallediyorum ben."

 

"Ben de halledebilirim."

 

"Evet edersin ama ben de hallediyorum işte." İnat etmesine göz devirdim ama bir şey de demedim. Benimle inatlaşacak diye bombayla ilgilenmesi zor oluyordu.

 

Yere oturup sandalyenin altındaki bombaya baktım, son beş dakikası kalmıştı.

 

"İyi misin lan?" Meriç'in sorduğu soruyla başımı kaldırıp ona baktım. Elini Eren'in omzuna koymuş ona bakıyordu.

 

Eren sanki çok normal bir yerdeymiş gibi başını sallayıp konuştu. "Gördüğün gibi kardeşim. Hâlâ havaya uçmadım."

 

Ozan, Eren'in kafasına bir tane geçip konuşmaya dahil oldu. "Uçma zaten it herif! Bizsiz havaya uçarsan öteki tarafta canın sıkılır." Eren onlara gülüp konuştu.

 

"O yüzden hâlâ hayattayım ya oğlum. Sizi bekledim uçmak için."

 

Bir tarafta bombayı halletmeye çalışan bir adam, diğer tarafta durumun ciddiyetini kavrayamayan ve olayı alaya alan bir grup geri zekalı var. Mükemmel bir ortamın içinde mükemmel bir sohbet dönüyor yani.

 

Araf burnundan soluyarak "Cemre sustur şunları yoksa ben nasıl susturacağımı biliyorum." dedi. Bombayla ilgilenirken kan ter içinde kalmıştı.

 

Yerde oturmaya devam ederek başımı kaldırıp hâlâ dalga geçmeye devam eden bizimkilere baktım. "Duydunuz beyler komutanınızın sesini. Duymadıysanız ben size açılımını yapayım." dedim. Hafif boğazımı temizledim, sesimi biraz kalınlaştırıp Araf gibi konuşmaya çalıştım. "Bir kelime daha ederseniz sabaha kadar size eğitim yaptırırım!" Bu şekilde Araf'ı taklit etmiş oldum.

 

Ben onların bu durumu ciddiye almasını beklerken hepsi aynı anda kahkaha attılar. Bu duruma kaşlarım çatılırken kızdım. "Gülmeyin lan! Araf birazdan bunu der."

 

"Taklit yeteneğiniz çok iyi Ateş Parçası komutanım." dedi Meriç. "Bu yeteneğe ben on üzerinden sıfır veriyorum. O kadar iyi yani." Gözlerim kısıldı, sinirli bir şekilde ona baktım.

 

"Deme lan öyle. Ben beğendim valla. Araf komutanımın sesi zaten cırtlak çıkıyor. Cemre komutanım da ondan sesini cırtlak çıkardı." diyerek Ozan da dalga geçti.

 

Sakin olmak için derin nefesler aldım ama olamadım. Sinirlerime hâkim olamayarak bağırdım. "Valla döverim sizi!" Tabii ki beni kâle bile almadılar. "Kaldırın lan tek ayağınızı!" dememle ikisi de sustu.

 

"Ne?" dediler aynı anda.

 

Elimi sallayarak konuştum. "Kaldır ayağını ve tek ayak üstünde bekle." Aynı anda ikiside birine bakarken Eren onlara alttan alttan gülmeye başladı. Hâlâ ikisi aynı şekilde dururken bağırdım. "Kaldırın lan!" ikisi de korkuyla sıçrayıp tek ayaklarını kaldırdı ve öylece beklemeye başladılar. Memnun olmuş bir gülümseme yüzüme yerleşirken önüme döndüm. "Bu da benimle dalga geçmenizin cezası."

 

Eren hâlâ onlara gülerken Ozan'ın fısıltıyla dediği şeyi duydum. "Oğlum birazdan bom diye patlayacağız ve biz tek ayak üstünde mi duruyoruz?"

 

"Sanırım biz fazla ileri gidiyoruz. Her konuşmamızın sonu cezayla bitiyor arkadaş." Meriç'in dedikleriyle dudaklarım iki yana kıvrıldı. Sonunda anlamıştı ama huyundan vazgeçeceğini sanmıyordum. İki dakika sonra yine sinir eder ve ceza alırdı.

 

"Lan oğlum onu bırak da biz birazdan tek ayak üstünde mi havaya uçacağız?" Ozan'ın dehşet veren sesine ne tepki vereceğimi şaşırırdım. Adam havaya uçacağına değil de tek ayak üstünde uçacağına üzülüyor ya.

 

Valla benim aklım bunlara ermiyor artık.

 

Başımı eğip bombanın süresine bakmaya çalıştım. O sırada Araf'ın öylece gözleri kapalı bir şekilde yerde uzandığını gördüm. Kaşlarım çatılırken bombaya baktım, gördüğüm şeyle derin bir nefes aldım. Halletmişti.

 

Ellerimi yere koyup ayağa kalktım. Ellerimi birbirine vurarak çırptım ve bir elimi Eren'in omzuma koyup sıktım. "Hadi geçmiş olsun."

 

"Ne?" dedi anlamayarak. Bakışları yerde uzanan Araf'a kaydı. "Halloldu mu?" Büyük bir umutla sorduğu soruyu başımı sallayarak yanıtladım. Oturduğu yerden yavaşça ayağa kalktı ve derin bir nefes aldı.

 

"Yemin ediyorum ayakta durmak gibisi yokmuş. Allah kimseyi uzun süre oturtmak zorunda bırakmaz inşallah." Ettiği duadan sonra Meriç kafası karışmış bir şekilde konuştu.

 

"Bu mal dua mı etti beddua mı etti?"

 

Onları boş verip yere eğildim ve elimi Araf'a uzattım. Elimi tutarak doğrulup ayağa kalktı. Sırtımdaki çantadan boyun atkımı çıkartıp Araf'ın yüzündeki ve boynundaki terleri sildim. İşim bitince yanağımdan öptü ve elimden tutup kapıya doğru ilerledi.

 

"Hadi beyler." Onlara seslenip odadan dışarıya çıkmıştı ki arkamızda bir inleme sesi duyduk. Aynı anda durup arkamıza bakınca Eren'in yüzünü buruşturduğunu ve karnını tuttuğunu gördük. Yanına gidip üzerindeki tişörtü kaldırdım. Karnında fazla derin olmayan bir yara vardı.

 

Eren daha fazla yaraya bakmayalım diye tişörtünü indirdi. "İyiyim komutanım, fazla derin bir yara değil." Derin olmadığı belliydi çünkü kan durmuştu ama canının yandığı da belliydi.

 

"Komutanım, burada bir sağlıkocağı var, orada pansuman yaptırıp öyle yola çıkalım isterseniz." Meriç'in önerisiyle Araf'a baktım.

 

"Yolu göster." diyerek önden ilerledi. Tam biz de onu takip edecekken Eren'in konuşmasıyla durmak zorunda kaldık.

 

"Oğlum iyiyim dedim de koluma bari girin ya. O kadar iyi değilim." Meriç ve Ozan Eren'e söylenirken ben gülüp evden çıktım. Biz dışarıya çıkınca gözcülük yapan Fatih ve Soner de yanımıza geldi. Hep birlikte Meriç'in yönlendirmesiyle sağlıkocağına doğru yola çıktık. Araf'la bitilikte önden ilerlerken diğerlerinin de arkada gevezelik yaptığını duyuyordum.

 

Yürümeye devam ederken bir anlığına Araf'ın yere eğildiğini gördüm. Başımı eğip bakınca yerdeki bir papatyayı kopardığını gördüm. Doğrulup papatyayı bana uzattı. Yüzümde bir gülümseme belirirken papatyayı aldım. Tam ona teşekkür edecekken Soner'in dediği şeyle teşekkürüm kursağımda kaldı.

 

"Kusacağım sanırım ben. Fazla aşka maruz kaldım." Yere eğilip bir taş aldım ve ona fırlattım. Başını eğerek taştan kurtulurken hemen savunmaya geçti. "Açım ya ondan şey ettim ben. Yoksa sizin aşk dolu anlarınıza şey edip araya girmeye çalışmadım." Düzgün bir şekilde bari kendisini savunsaydı.

 

Ters ters ona bakıp önüme döndüm. Elimdeki çiçeğe bakarak ilerlerken bu sefer de Meriç'in dediği şeyle durdum. "Komutanım siz bu göbekle yürüyebilecek misiniz?" Göz devirip Araf'a yaklaştım. Valla sabrımı sınıyorlar ya.

 

"Bunu burada bırakıp kaçma şansımız var mı? Kurda kuşa yem olsun da biz de rahat edelim." Sırf Meriç de duysun diye sesli söyledim. Duymuş olacak anında konuştu.

 

"Valla alındım. Utanmasam oturup trip atarım ama erkeklik gururuma yediremedim."

 

Fatih'in sesli bir şekilde güldüğünü işittim. "Lan senin erkeklik gururun da mı var?" Dalga geçmesine ben de güldüm.

 

"Neyim lan ben? Erkek değil miyim? Tabii erkeklik gururum olacak."

 

"Buradan bakınca bir erkeklik göremedim de."

 

"Dua et Cemre komutanım var yoksa ben sana çok güzel kanıtlardım bunu."

 

"Olmayan şeyin neyini kanıtlayacak acaba?" Bunların iyice terbiyesizleştiğini anlayıp yüzümü buruşturdum.

 

"Valla kaşınıyor ya!"

 

"Meriç sus da beni düzgün taşı lan. Konuşmaktan yamuk yumuk tutuyorsun ben de yamuluyorum senin yüzünden." dedi Eren. Sesinden acı çektiği anlaşılıyordu.

 

"Ağırlığını biraz da Doktor'a ver. Doktor olan o zaten nasıl taşınması gerektiğini bilir."

 

"Lan bir susun beynim şişti!" diye bağırdı Soner.

 

"Sen bir kapa çeneni it herif. Çantamdaki kumanyayı al da sus." dedi Meriç de. Bu çocuğu da hep yemekle susturuyorlardı.

 

Onları hiç umursamadan elimdeki çiçeği koklayarak yürümeye başladım. Bi' on dakika sonra da sağlıkocağına geldik. İçeriye girip bir doktor aradım ama bulamadım. Odaları tek tek gezerken mutfak olarak tahmin ettiğim yerden beyaz önlüklü, elindeki tostu yiyerek biri çıktı. Bizi fark etmediği için elindeki tostu iştahla yiyordu.

 

"Hassiktir!" Duyduğum küfürle arkama baktım. Soner gözlerini pörtletmiş karşıdaki kadına bakıyordu. Bakışlarım tekrardan kadına kaydı. Orta boylu, zayıf, kumral bir kadındı. "Ben sanırım aşık oldum." Soner'den duyduğum bu sözle gözlerim irice açıldı. O sırada tostunu yiyen kadın da bizi fark etmiş oldu. Cebinden bir peçete çıkartıp ağzını sildi ve yanımıza doğru adımladı.

 

"Buyrun?" Bizi incelerken konuştu.

 

"Arkadaşımız yaralı da onun yarasına bakılması gerekiyor." dedim Ozan ve Meriç'ten destek alan Eren'i göstererek.

 

Eliyle bir odayı gösterdi. "Buraya buyurun. Hemşire gelip yardımcı olur." diyerek yanımızdan ayrıldı. Kadın gider gitmez Soner konuşmaya başladı.

 

"Çok güzeldi lan."

 

Meriç, Soner'in bu haline gülüp dalga geçti. "Lan bu aç Yarasa da birine vuruldu ya, kesin kıyamet kopacak." Haklıydı, ben aşık olmam benim tek aşklarım yemekler diyen Soner'in ta kendisiydi. Ama şimdi aşık oldum diyen de Soner'den başkası değildi.

 

"Biz şimdi bu kadınla oturur sabaha kadar yemek yeriz. O tostu bile iştahla yemesinden benim gibi yemek sevdiğini anladım. Biz mükemmel bir çift oluruz kesin." Yüzüm buruştu, sırf iştahla yemek yedi diye mi âşık olmuştu? Bunların hiçbiri hiç normal değil.

 

"Bırakın şu kadını da götürün beni hemşire odasına." dedi Eren. Meriç ters ters ona baktıp elini omzundan çekti.

 

"Az ye de bir uşak tut kendine, buraya kadar getirdik hâlâ hizmet etmemizi bekliyor." Eren yüzünü buruşturarak ilerlemeye başladı, bir yandan da söylenmeyi ihmal etmedi.

 

"Yazık yazık, gerçekten çok yazık. Arkadaşlık bitmiş ya." Söylene söylene odaya girdi. Belki bir şeye ihtiyacı olur diye ben de yanına gittim. Kısa süre içinde de hemşire gelip yarasına pansuman yaptı ve dikiş attı. İşimiz bitince zırhlı aracı bıraktığımız yere gidip araçlara bindik. Bir saatlik bir yolculuğun ardından karargaha geldik. Araf görev raporunu vermeye giderken ben de üstümü değiştirip yemekhaneye gittim. Bugün karnım çok acıkmıştı.

 

Tabağıma bol bol yemek katıp boş bir masaya geçtim. İştahla önümdeki yemeğimi yemeye başladım. Beş dakika sonra da Araf hariç diğerleri geldi. Onlar da yemek alıp yanıma otururken Soner de benim gibi iştahlı bir şekilde önündeki yemeği yemeye başladı. Diğerleri bir bana bir Soner'e bakmaya başlamıştı. Ağzıma bir kaşık yemek kattım, dolu ağzımla başımı ne var anlamında iki yana salladım.

 

"Afiyet olsun komutanım." dedi Fatih önündeki yemeği kaşıklarken. "Biz Soner'e alışkınız da sanırım siz de kıtlıktan çıktınız." Omuz silktim, kaşığıma pilav doldurup yedim.

 

"Acıkmışım sadece." dedim.

 

"Afiyet olsun." Duyduğum sesle başımı kaldırdım, Araf'ın geldiğini görüp önümdeki yemeği yemeye devam ettim. "Cemre?" Araf'ın sesini bir kez daha duyunca yine ona baktım. Şaşkınca bana bakıyordu. "Yavaş yesene biraz, önünden yemeğini alan yok." Bunlar da bugün benim yemeğime taktılar ya.

 

"Acıktım ya." deyip yemeğimi yemeye devam ettim. Onların şaşkın bakışlarını hiç umursamadım. Soner zaten dünyadan soyutlaşmış gibi konuşmaya dahil olmuyordu ve sadece önündeki yemeğini yiyordu.

 

Sonunda yemeğimin hepsi bitince metal tepsiyi ittirip arkama yaslandım. Karnımı ovup konuştum. "Doydum."

 

Meriç gülerek bana baktı ve "Yarasın komutanıma." dedi.

 

"Uğraşma benimle Meriç! Yok ben uğraşacağım diyorsan hazır taburdayken güzel bir eğitim yaptırayım sana." Tehtidimle ağzına fermuar çekip önüne döndü. Onun bu haline sırıtıp etrafıma baktım. Yemekhanenin kapısından giren kişiyi görünce karşımdaki Eren'i ayağımla dürttüm.

 

"Seninki geliyor." Ben kimmiş o falan diye sorar sanıyordum ama o kimden bahsettiğimi biliyormuş gibi anında kapıya baktı. "İnkâr yok ha, sevdim bunu." dedim sırıtarak. Eren benim dediğimi hiç umursamadan ayağa kalktı, bize bakmadan konuşup yürümeye başladı.

 

"Ben lavaboya gidip geliyorum." Bunun açılımı; ben şöyle bir dolanayım da sevdiğim de yanıma gelsin demek oluyordu sanırım.

 

Kendi içimden geçen düşünceye sırıtırken Eren yemekhaneden çıktı. Kız da onun arkasından çıkarken gülümsemem genişledi. Aklıma gelen şeyle kapıya bakmayı kesip bizimkilere baktım.

 

"Bu kızın adı ne?"

 

"Bahar'dı sanırım." diyen Fatih'i başımı sallayarak onayladım.

 

Sanırım benim bir şey yapmama gerek kalmadan bunlar sevgili olacaktı.

 

Bir süre sonra Eren sırıtarak yanımıza geldi. Onun arkasından da o kız yemekhaneye girmişti. Eren yanımıza gelirken yüzündeki gülümseme hiç eksik olmadı. Tam karşıma geçip oturdu. Hepimiz pür dikkat ona bakarken o bizim bakışlarımızı dahi fark etmemişti.

 

Bizi fark etsin diye hafif boğazımı temizledim. Bakışları yavaşça hepimizde gezdi, yüzündeki gülümseme silinirken ne var anlamında başını sallayıp "Ne?" dedi. "Niye bana bakıyorsunuz hepiniz?"

 

"Niye pişmiş kelle gibi sırıtıyorum sen?" dedi Soner. "Kelle demişken canım kelle çekti." Son dediğine güldüm.

 

"Canım sırıtmak istedi sırıtıyorum." diyerek lafı geçiştirdi. Yüzünde yine bir gülümseme oluştu. Ozan'ın aklına bir şey gelmiş olacak ki heyecanla konuştu.

 

"Lan yoksa öpüştünüz mü?" Gözlerim irice açıldı, bakışlarım yine Eren'e kaydı. Onun da şaşırdığını gördüm.

 

"Yuh lan! Yok öyle bir şey." dedi, kaşları çatılırken devam etti. "Hem sizene be!"

 

"Valla çatlarım kardeşim söyle." diye ısrar etti Meriç. Eren net bir şekilde başını iki yana sallayıp reddetti. "Lan birkaç saat önce senin hayatını kurtardık bari bunun hatrına söyle." Eren yine hayır anlamında başını iki yana salladı. "Lanet bombacı, umarım o kızla sevgili olamazsın!" Meriç en sonunda bedduasını edip arkasına yaslandı. Merakla Eren'e baktım, gözlerini irice açmış Meriç'e bakıyordu.

 

"Tövbe de lan." dedi ama Meriç oralı bile olmadan omuz silkti. "Sikik herif elimde kalırsın bak!" Bu sefer umursamama sırası Meriç'e geçmişti.

 

Meriç umursamaz bir tavırla "Komutanınım ben senin, düzgün konuş benimle." dedi.

 

"Hay lanet olasıca herif! Sarıldı sadece oldu mu?" Sonunda Eren itiraf edince Meriç sırıttı ve Eren'e döndü.

 

"Umarım ileride erkek çocuğunuz olur da adını Meriç koyarsınız." Herkes bu dediğine gülerken Eren kulak memesini çekip yumruk yaptığı elini masaya vurdu.

 

"Allah korusun, Allah yazdıysa bozsun." Ben alttan alttan gülerken Meriç'in alıngan bir yüz ifadesiyle Eren'e baktığını gördüm.

 

"Neyim var oğlum benim? Mis gibi çocuğum, koy işte benim adımı. İleride küçük bir ben olur yanınızda. Fedai kardeşim gibi çocuk yapmışım dersin."

 

"Yok kardeşim, kalsın. Çok istiyorsan hemen gidip Maya'yla sana bir yıldırım nikâhı kıyalım. Sonra da kendinden bir tane yaparsın."

 

Meriç çocuk gibi omuz silkip arkasına yaslandı. "Onu zaten yapacağım ama sen ilerideki çocuğuna Meriç ismini versen ölür müsün?" Bunlar neyin tartışmasını yapıyordu ya?

 

Araf da benimle aynı fikirde olacak ki bana doğru yaklaşıp konuştu. "Ortada hol yok yumurta yok bunlar çocuk için isim kavgasına tutuştu." Gülüp başımı salladım, haklıydı. Ortada çocuk bile yoktu. İşin tuhaf yanı ortada sevgili olan bir çift bile yoktu.

 

"Bunu git Doktor'a söyle. O hemşiresiyle küçük küçük doktorcuklar ve hemşirecikler yapacaktı, bir tane de Fedaicik yapsın sana." Hey Allah'ım ya, konuştukları konuya bak.

 

Ozan bu işin kendisinde patlayacağını anlayıp hemen araya girdi. "Bana ne oğlum. Kim ne istiyorsa gitsin sevdiğiyle yapsın."

 

"Adam haklı, susun artık." dedi Fatih.

 

"Kıskandı sanırım." dedi Meriç Fatih'e bakarak. Fatih ona dönüp güldü.

 

"Neyi kıskanacağım oğlum? Boş muhabbetinizi mi?"

 

"Yoo, sevdiklerimizin olmasını tabii ki de. Sonuçta bir sap sen kaldın."

 

"Soner ne güne duruyor?"

 

"Bizim aç Yarasa da resmi olarak aşık oldu artık. O sap sayılmaz. Resmi olarak sap olan sensin."

 

"Ben saplığımdan memnunum. Birkaç gün sonra sevgilinizle kavga edince görürüm ben sizi. Gelip benim gibi sap olmayı dilersiniz."

 

"Yaseminciğim benden ayrılmasın da ben onunla kavga etmeye bile razıyım." dedi Ozan ve ayağa kalktı. "Gideyim de sevdiğimle sohbet edeyim. Sizler çok sıkıcısınız." deyip yanımızdan ayrıldı.

 

Meriç de Ozan gibi ayağa kalkıp "Madem öyle ben de Maya'yla konuşmaya kaçar." dedi ve o da yanımızdan ayrıldı.

 

"O halde ben de şu sağlıkocağı doktorunu araştırayım bi'. Numarasını falan bulurum." diyerek Soner de ayaklanıp yanımızdan ayrıldı. Bakışlarım Eren ve Fatih'e kaydı.

 

"Ben sapım zaten." diyen Fatih'e güldüm.

 

"Ben de yanından daha yeni geldim." diyerek Eren de oturmaya devam etti. Bakışlarım Araf'a kaydı.

 

"Benim sevdiğim zaten yanımda." Gülümsemem genişledi. Başımı onun omzuna koydum.

 

"Seninki buradaysa benimki de burada." diye mırıldandım. Başımın üstüne dudaklarını bastırıp öptüğünü hissettim. Kollarımı onun beline dolayıp öylece dururken aklıma gelen şeyle alt dudağımı ısırdım, başımı kaldırıp Araf'a baktım.

 

"Biz Elif ve Yusuf'u görmeye gitmedik." Onun da bakışları bana kaydı.

 

"Alelacele gelip göreve çıkınca aklımdan tamamen çıktı benim." dedi. "Bugünlük bir işimiz yok, istersen gidelim." Başımı sallayıp onayladım.

 

"Gidelim de okulda değiller mi?" Araf'a sordum ama Fatih cevapladı.

 

"Bir saate okuldan çıkarlar komutanım." Çok iyi, onlara sürpriz yapabilirdik o halde.

 

"Bizim geldiğimizden haberleri var mı?" Sorumu başını iki yana sallayarak cevapladı. Bakışlarım yeniden Araf'a kaydı. "Gidip sürpriz yapalım o halde." O da beni onaylayınca ayağa kalkıp odama gittim. Hızlı bir şekilde üzerimdeki üniformayı çıkartıp kıyafetlerimi giydim. Telefonumu ve tabancamı alıp odamdan çıktım. Araf da yan odadan çıkarken birlikte taburdan ayrıldık. Yarım saatlik bir yolculuğun ardından Yusuf ve Elif'in okuluna geldik. Kapının önündeki diğer velilerle çocukların çıkmasını bekledik. Bi' beş dakika sonra da zil çaldı. Bütün çocuklar gürültüyle okul bahçesine çıkarken bu kalabalıkta Yusuf ve Elif'i bulmaya çalıştım.

 

Okul binasında iki kardeşin yan yana çıktığını görünce yüzümde bir gülümseme oluştu. İkisinin de bakışları yerde olduğu için bizi görmemişlerdi. Okul bahçesinin kapısına yaklaştıklarında Elif başını kaldırdı ve etrafına baktı. Bizi fark etsin diye elimi kaldırıp salladım. Saniyeler içinde bakışları bana değdi ama fazla oyalanmadan önüne döndü. Daha sonra bakışları bana tekrardan döndü ve gözleri şaşkınlıkla açıldı. Olduğu yerde dururken Yusuf da durdu ve Elif'e baktı. Yusuf, Elif'e sorular sorarken Elif ona cevap vermeden bize doğru koştu. "Cemre abla! Araf abi!" Bize seslenerek geldi ve aynı anda ikimize de sarıldı. Gülerek onun sarılışına karşılık verdim. Gözlerindeki pırıltılarla başını kaldırıp ikimize baktı. "Ne zaman döndünüz siz?" Burada olduğumuza bir hayli şaşırmış gibiydi. Onlarla sürekli telefondan konuşuyordum, aylardır ikisini de görmemiştim. Haliyle çok şaşırmıştı.

 

"Dün geldik ve bugünde size sürpriz yapalım dedik." Ona cevap verip Yusuf'a baktım, onun da şaşırdığını gördüm. Ağır adımlarla yanımıza geldi. Onun bu haline gülüp "Ağır abi havalarını bırak da gel sarıl bana." diye kızdım. Gülüp yanıma geldi ve sarıldı. Benden ayrılıp Araf'a sarıldı.

 

"Sizi beklemiyorduk." dedi.

 

Omuz silktim. "Sürpriz." Başını salladı, beni inceledi.

 

"Nasılsın?" İç çektim, bebeğimi kaybettiğimi onlarda biliyordu. Nasılsın derken bunu kastettiğini anladım.

 

"Nasıl görünüyorum."

 

"Dışarıdan iyi." dedi. "Ama içini bilemiyorum." Omuz silkip saçlarını karıştırdım.

 

"Boş ver içimi, herkesin içinde farklı duygular vardır. Sen dışarıdan görünüşe bak. Çünkü çok iyiyim ben."

 

"Buna sevindim. Çünkü seni ilk gördüğüm halinde olmanı istiyorum." Kaşlarım havalandı, merakla ona baktım.

 

"İlk gördüğün halim nasılmış?" Birkaç saniye düşünüyor gibi yaptı ve cevap verdi.

 

"Biraz güçlü, biraz inatçı, biraz söz dinlemeyen, biraz her şeye burnunu sokan ve çokça da dik başlı bir kadın." Dudaklarımı birbirine bastırıp başımı salladım.

 

"Umarım iltifat etmişsindir Yusuf." Başını geriye atarak kahkaha attı.

 

"Ah unutmuşum, biraz da saf veya salak olmalısın." Dalga geçtiğini anlayınca kendime çekip sarıldım ve saçlarını iyice dağıttım.

 

"Kaşınıyorsun Yusuf ama dua et bugün iyi tarafımdan kalktım."

 

"O zaman bol bol dalga geçebilirim." Yine benimle eğlendiğini anladım ve sadece gülmekle yetindim. Bakışlarım sesi çıkmayan Araf ve Elif'e kaydı. İkiside arabaya yaslanmış ve kollarını birleştirmiş öylece bize bakıyorlardı. Biz onlara bakınca birbirlerine baktılar ve aynı anda konuştular.

 

"Kıskandım." Onların bu halleriyle gülümsemem genişledi.

 

"O halde eve gidelim ve bir an önce hasret gidelim." dedim arabaya doğru ilerlerken. "Biraz da yemek yiyelim çünkü ben sanırım acıkmaya başladım." Onlarda peşimden gelirken Araf'ın sessizce dediği şeyi duydum.

 

"Yakında beni batıracak bu kadın. Çok fazla yemeye başladı." Dalga geçtiğini anladım. Hatta Yusuf ve Elif de anladı ama gülmeden edemediler.

 

"Bir Meriç atasözü der ki; alındım gücendim. Aç olmasam oturur trip atardım ama dua edin açım." Birkaç saat önce Meriç'in dediği lafı kendimce söyledim.

 

"Sen dünyaları yesen bile gıkım çıkmaz hayatım. Yeter ki sen mutlu ol." Araf'ın şimdi de yalakalık yaptığını anlayıp ona baktım, ona kısa bir bakış atıp arabaya yerleştim. Diğerleri de binince Yusuf ve Elif'in evine gittik. Yolda da yemek alıp öyle eve gelmiştik.

 

İlk önce hep birlikte yemek yedik, daha sonra Araf'la birlikte Yusuf ve Elif'in ödevlerine yardım ettik. Yardıma ihtiyaçları yoktu ama onlarla vakit geçirmek, bir şeyler yapmak güzeldi. Onların da hoşuna gitmişti. Belki de sıçak aile ortamını özlemişlerdi.

 

Yemek ve ödevlerden sonra hep birlikte oturmuş film seçmeye çalışıyorduk. Elif ve Araf komedi isterken Yusuf ve ben ise animasyon izlemek istiyorduk ve son yarım saattir film izleyememiştik.

 

Biz hâlâ film tartışması yaparken zilin çaldığını duydum. Hepimiz susarken Yusuf ve Elif'e baktım. Araf ayaklanırken konuştu. "Birini mi bekliyordunuz?" Yusuf başını sallayarak cevap verdi.

 

"Hayır, ben bakarım kim gelmiş diye." Yusuf tam ayaklanacakken Araf eliyle oturmasını işaret etti..

 

"Otur sen, bakarım ben." deyip kapıya ilerledi. Kapı buradan görünmüyordu ama kapıyı açtığını duydum. Hiçbir ses gelmezken saniyeler içinde cümbür cemaat içeriye bizimkiler girdi. Üzerinde eşofman ve tişört vardı, yanlarında da bir futbol topu vardı.

 

Meriç elindeki topla yanımıza geldi ve konuşarak karşıdaki koltuğa oturdu. "Selamın alayküm gençler ve kendinsini genç hisseden komutanlarım. Nasılsınız, bensiz geçen birkaç saatinizin berbat geçtiğini hissettim ve hemen yanınıza geldim." Göz mü devirsem gülsem mi bilemedim. Bu çocuk çevresindekilere tam bir bela oluyordu.

 

"Çok özledik Meriç çok." dedi Araf yanıma otururken. "O kadar özledik ki aklımızda sen dilimizde adın vardı hep." Hepsi Araf'ın dalga geçtiğini anladı ama Meriç anlamadı, ya da anlamamış gibi yaptı.

 

"Bilmez miyim komutanım? Beni özleyemecek tek bir canlı daha tanımıyorum." Manyak ya. Her şekilde kendisini övmeyi becerebiliyordu. "Neyse, biz maç yapmaya geldik. Hadi gidip maç yapalım." dedi elindeki topu havaya atıp tutarken.

 

"Gidin yapın oğlum bizi niye rahatsız ediyorsunuz? Siz gelmeden önce biz gayet eğleniyorduk." Az önce film için tartışıyor olsaydık Araf'ın bu dediğine inanabilirdim.

 

Meriç küçümseyen bir tavırla Araf'a baktı. "Korktunuz değil mi? Bana yenileceksiniz diye tutuştunuz." Bu çocuğun bu cesur sözlerine hayran kalıyordum ama çok kısa sürüyordu çünkü kendisi U dönüşüyle cesur değil bir korkak oluyordu. İki gün sonra sırf bu halleri yüzünden Araf bunlara eğitim yaptırdığında bir daha böyle konuşmam der iki dakika sonra kısa süren cesur konuşmalarına devam ederdi.

 

"Kaşınma Fedai, senin açından zararlı olur."

 

Meriç yüzünü ekşiterek omuz silkti. "İtiraf edin komutanım. Kaybetmekten korkutuğunuz için maç teklifimi reddediyorsunuz değil mi?"

 

"İki dakika sonra yusuf yusuf olmazsa ben de bir bok bilmiyorum." diyen Fatih'e baktım. Sırtını duvara yaslamış maç izler gibi bir Meriç'e bir de Araf'a bakıyordu.

 

Araf ayaklanıp "Tamam." dedi. "Tabura döner dönmez de komutanına kafa tuttuğun için güzel bir eğitim yaparız." deyip odadan çıktı. Meriç öylece Araf'ın kalktığı yere bakarken biz de onun bu haline gülüyorduk.

 

Birden ayağa kalkıp koşarak salondan çıktı. Çıkarken bağırmayı da ihmal etmedi. "Komutanım valla öyle demek istemedim ben. Ben kim size kafa tutmak kim? Ne haddime benim. Ben kim köpeğim de böyle salakça bir şey yapayım ki?" Bu sözlerine daha çok güldüm, bu sözlerden sonra az önce dedikleri aklıma geldi ve daha fazla güldüm. Fatih haklıydı, cesurluğu çok kısa sürmüştü ve bir yerleri tutuşmuştı şimdi.

 

"Meriç abinin cesaretine hayran kalmamak elde değil." Elif'in dediği şeyle kahkahamız daha da arttı. Çocuk bile anlamıştı yani.

 

"Tabii, Meriç çok cesurdur." dedi Ozan. "Hepimizin örnek aldığı kişi Meriç zaten." Alay ettiği net bir şekilde anlaşıldı. Daha fazla konuşmadan ayaklanıp evden çıktık. Parka gidene kadar Meriç Araf'a yalakalık yapıp durmuştu.

 

Parka gelince Elif, Eren ve ben bakkaldan aldığımız çekirdeği çitleyip kola içerken diğerleri maç için takım kurmuşlardır. Eren yaralı olduğu için bizimle oturuyordu. Araf, Yusuf ve Fatih bir takım. Meriç, Soner ve Ozan ise diğer takımdaydılar. Tabur buraya yakın olduğu için iki takım da yanlarına birkaç asker daha almıştı ve futbol maçına başlamışlardı.

 

Meriç topu karşı takımın kalesine sürüklerken Araf onun ayağından topu alıp kendi takımından bir askere pas vermişti. Meriç saniyeler içinde olup biteni anlayamadan boş ayağına bakıyordu. Soner aval aval yere bakan Meriç'in kafasına bir tane geçip "Mal herif! Pas atmadığın için kaptırdın topu." dedi. "Senin yüzünden gol yedik!" Bakışlarım bağırarak Gol diyen Araf'ın takımına kaydı. Golü Araf atmıştı. Bakışları bana değerken işaret parmağıyla beni gösterdi. Yüzümde bir gülümseme oluşurken konuştum.

 

"Benim için attığını söylüyor gölü." Dediğim şeye herkes gülerken Meriç somurttı.

 

"Keşke Maya'yı da çağırsaydım. Ben de onun için atar mutlu ederdim sevgilimi."

 

Ozan alayla Meriç'e bakıp konuştu. "Topu karşı takıma kaptırıp bak Mayacığım senin için kaptırdım topu mu diyeceksin?" Karnımı tutarak gülmeye başladım. Sanki haklı gibiydi.

 

"Lan daha ısınamadım bir durun. Şimdi ardı ardına gol atayım da utandırayım sizi." dedi yerinde zıprlarken. Elif beni dürtüp Eren ve benim duyacağım şekilde fısıldadı.

 

"Kesin berbat oynayacak. Ne zaman övünse o işte başarısız oluyor." Kız bile Meriç'i anlamıştı ya. Ama Meriç kendisini bir türlü anlayamamıştı.

 

"Bunu Meriç'in yüzüne söyle de motivasyonu düşün." dedi Eren gülerek. Elif yine bilmiş bilmiş konuştu.

 

"Onun motivasyonu bozulmaz ki. Kendisini motive edecek bir şey bulur illa ki." Eh bunda da haklıydı. Bu birkaç ay içinde Meriç'i çok iyi tanımıştı. Ya da Meriç kendisini çok iyi tanıtmıştı.

 

Eren başını sallayark "Kız haklı." dedi. Gülüp maçı izlemeye devam ettim.

 

Top Araf'ların takımından başlarken hepsi paslaşarak ilerliyordu. Top Fatih'teyken Meriç bir çalımla topu Fatih'ten aldı ve onların kalesine doğru sürmeye başladı.

 

"Şimdi bir gol atayım da görün." dedi ve olduğu yerde durdu. Önünde sadece kaleci varken kaleye şut çekti ama gol olmadı çünkü kaleci topu kurtardı. Meriç'in takımındaki askerler Meriç'in bu üstün başarısı için onu alkışlarken Soner alay etti.

 

"Aferin lan, ne güzel gol attın sen!" Meriç yerden bir taş alıp kendi takımındakilere rastgele attı.

 

"Benlik değil, kaleci fazla iyi çıktı." Kaleciyi övmesiyle asker sırıtıp konuştu.

 

"Teveccühünüz komutanım."

 

Meriç yine yerden bir taş alıp bu sefer kaleciye attı. "Sen konuşma. Senin yüzünden alay ediyorlar." diye kızdı.

 

Maç yine kaldığı yerden devam ederken top Meriç'lerin olduğu kaleye yaklaştı. Top Araf'tayken kaleye biraz daha yaklaştı ve durdu. Kaleye atmak yerine Yusuf'a pas verdi, Yusuf topu durdurup kaleye şut çekti ve gol oldu. Onların takımı yine büyük bir sevinç yaşarken Meriç ağzı açık bir şekilde öylece kaldı.

 

"Şu bacaksız bile gol attı ya." dedi. Onun bu haline gülerken konuşmaya devam etti. "Hangi geri zekalının fikriydi lan bu maç?" Sorusuyla sahadaki Araf hariç herkes parmağıyla Meriç'i gösterdi ve aynı anda konuştular.

 

"Senin." Meriç aldığı yanıtla öylece kalırken sustu. Birkaç saniyelik suskunluğun ardından konuştu.

 

"Allah benim belamı versin o zaman." demesiyle hepimiz güldük. Başımı iki yana sallayıp elime bir avuç çekirdek aldım. Çekirdeğimi çitlerken maç yine devam ediyordu. Pet bardaktaki kolamı alıp bir yudum içecekken başıma çarpan sert bir cisimle kola elimden düştü ve üzerime döküldü. Başıma çarpan cisimden dolayı gözlerim kapanırken başımda bir ağır hissettim.

 

"Kör müsün lan!" Araf'ın bağırdığını duydum. "Attığın yere dikkat etsene." Elim başıma giderken gözlerimi usulca açtım ve omzumun üstünden arkama baktım. Yerde futbol topu vardı. Top mu gelmişti kafama?

 

Oturduğum yerden kalkıp topu yerden aldım. Karşımdaki erkek sürüsüne bakarken kaşlarım çatıldı. Hepsi olduğu yerde dururken Araf hızlı adımlarla yanıma geliyordu. "Kim attı bunu?" dedim sakin bir sesle. Hiçbirinden ses gelmezken yüksek sesle tekrar ettim. "Kim attı dedim!" Hepsinin bakışları Meriç'e kayarken Meriç etrafına bakıyordu. Herkesin ona baktığını görünce kaşları çatıldı.

 

"Hain pislikler. Ne kadar çabuk sattınız ya." diye söylendi. Onu hiç umursamadan konuştum.

 

"Niye kafama atıyorsun oğlum? Koskoca sahayı çürüttün mü?"

 

"Valla yanlışlıkla oldu komutanım. Bir daha olmaz."

 

"Hele bir olsun, hele bir olsun..." dedim, elimdeki topu gösterip devam ettim. "Bu topu o zaman keserim." dememle gülmeye başladı. Gülmesi sinirlerimi bozarken konuştu.

 

"Yaşlı amcalar ve teyzeler gibi konuştunuz komutanım. Yanlışlıkla attım sadece." Onun alay etmesiyle elimdeki topu o gülerken ona doğru attım. Top tam kafasına isabet edince gülmeyi kesti ve sersemledi. Şimdi sıra bendeydi, ben onun haline güldüm. Diğerleri de bana eşlik etti. Bu sırada Araf çoktan yanıma gelmişti ve başıma bakıyordu.

 

"Valla yanlışlıkla oldu Meriç. Bir daha tekrarlanmaz." dedim onun gibi. Arkamda kalan Eren gülürek konuştu.

 

"Ben hayatımda böyle karma görmedim. Çok kısa sürede Meriç yaşattığını yaşadı."

 

"Acıyor mu?" Bakışlarım bunu soran Araf'a kaydı, eliyle başımı dokunup bir şey olmuş mu diye kontrol ediyordu.

 

"İyiyim ya, sersemledim sadece." dedim. Emin olmak için birkaç dakika başıma dokundu ve bir şey olmadığından emin olup Meriç'e doğru ilerledi. Meriç Araf'ın kendisine doğru geldiğini görünce bağırarak askerlerin arkasına kaçtı.

 

"Komutanım çok gencim ben. Öldürmeyin beni. Daha Maya'yla evleneceğim. Gençliğimi yakmayın. Yemin ederim yanlışlıkla oldu, bir daha asla ne elime ne de ayağıma top almam." Kıkırdadım, az önce benle dalga geçerken çok eğleniyordu ama şimdi bir yerleri tutuşmuştı.

 

Araf onun dediğini hiç takmadı bile. "Dağılın beyler." dedi askerlere.

 

Meriç'in korkuyla gözleri açıldı. "Dağılmayın beyler, acıyın bana." Hiçbiri onu umursamadan iki yana dağıldı ve Meriç kabak gibi ortaya çıkmış oldu. Ağzının içinden onlara küfür ederken sırıtarak Araf'a bakmaya başladı. "Acıyın bu garibana komutanım. Bakın Cemre komutanım da turp gibi." Bakışları bana kaydı. "Siz de bir şey deyin komutanım." Omuz silktim, Araf'a baktım.

 

"Acıma Araf." dedim. "Benimle alay etti, hak etti her şeyi." Meriç acıklı bir şekilde bakıp konuştu.

 

"Her tarafım düşman kaynıyor arkadaş bir dostum bile yok." Az daha acıklı konuşsa acıyacağım ona.

 

"Meriç." dedi Araf sakin bir sesle. "Şınav pozisyonu al ve ben dur diyene kadar şınav çekmeye başla." Meriç şaşkınca gözlerini açarken biz onun bu haline güldük.

 

"Taburda eğitim, sivil hayatta eğitim. Yemin ederim eğitim yapmak için gelmişim ben bu dünyaya ya." Acıdım bak şimdi. Hem ben hem de Araf onları tehdit ediyorduk ve eğitim yaptırıyorduk ama hak etmiyor değillerdi. Hepsi bir şekilde kaşınıyor ve sonra bu şekilde kendilerini acındırıyorlardı.

 

Araf Meriç'in kendisini dinlemeyip dediğini yapmadığı için daha gür ve otoriter bir sesle tekrar etti. "Şınav pozisyonu al asker!" Meriç ağlamaklı bir yüz ifadesiyle Araf'ın dediğini yaptı ve yere yüz üstü uzandı. Ayak parmak uçlarında ve ellerinin üstünde dururken ağzının içinden söylenmeye devam ediyordu. Araf'ın "Ben dur diyene kadar şınav çekmeye başla." demesiyle şınav çekmeye başladı.

 

"Yemin ediyorum başkasına top atsam böyle olmazdı. Gidip bu adamı şikâyet edeceğim. Sırf karısına top attım diye cezalandırıyor beni." Bu çocuk niye akıllanıp susmuyor ki?

 

"Bana mı dedi bu çocuk bunları?" Araf'ın sorduğu soruyla ona baktım. Bana bakarak sormuştu. Daha fazla ceza almasın diye başımı iki yana salladım.

 

"Yok ya, ben kafasına top attım ya devreleri yandı herhalde. Hem öyle salakça bir şey yapıp sana bunları der mi?" Son cümlelerimi biraz yüksek söyledim Meriç de duysun diye. Ters ters bana baktı.

 

"Keşke ceza almadan önce beni savunsaydınız komutanım." demesiyle omuz silktim. Hak etmişti, benimle alay edip gülmeseydi savunurdum onu.

 

Biz hep birlikte çimenlerin üstünde oturup çekirdek çitleyerek kola içerken Meriç şınav çekmeye devam ediyordu. Bazen de sırf biz duyalım diye sesli sesli söyleniyordu. Tabii hiçbirimiz, özellikle de Araf onu takmıyorduk.

 

"Kaç oldu Başçavuş?" Araf'ın sorusuyla Meriç'e baktım.

 

"Eğer kaç oldu Meriç diye sorsaydınız elli iki oldu derdim ama Başçavuş dediğiniz için sıfır diyorum komutanım. Bir de bu yüzden ceza almayayım." Güldüm, askeriyede yaptığımız eğitimlerde kaç yaptığımızı söylemiyorduk, söyleyince ceza yiyorduk çünkü. Bu yüzden Meriç de sıfır demişti. Tabii bir de rütbesiyle seslenildiği için tırsmıştı.

 

"Af buyurun komutanım ama ben kaç tane şınav çekeceğim?" Şınavını çekerken sordu.

 

Araf kolasından bir yudum aldı. "Ne fark eder ki Başçavuş? Nasıl olsa sen sıfır yapmadın mı? Ve tabii sıfır yapmaya da devam edeceksin." Kıkırdayarak Meriç'e baktım. Diğerlerinin de benden bir farkı yoktu. Meriç şınav çekmeye başladığından beri ona gülüyorlardı ve Meriç iyice sinirleniyordu.

 

"Komutanım bari şunları gönderin ya. Sabahtan beri gülüp benim sinirimi tepeme çıkartıyorlar." Araf cevap vermedi, kolasını yudumlamaya devam etti. Meriç pes ederek şınav çekmeye kaldığı yerden devam etti. Tam o sırada hiçbirimizin beklemediği şeyi söyledi Araf.

 

"Tamam, gel artık." Bu kadar süreceğini beklemiyordum doğrusu. En az bir saat şınav çektirir sanıyordum ama sanırım Meriç'e acımıştı.

 

"Şaka mı?" Meriç de bizim gibi inanmamıştı.

 

Araf'ın "Şaka olmasını istiyorsan devam edebilirsin." demesiyle Meriç ışık hızıyla ayağa kalktı ve aynı hızda yanımızdaki yerini aldı.

 

"Başka zaman olsa kıçı yerden kalkmaz ama şimdi ışınlanmayı icat etti mal çocuk." dedi Eren. O kadar hızlı gelmişti ki bir şokta ona geçirdim.

 

"Susun be." dedi Meriç, Araf'ın bıraktığı bardağı aldı ve izin istemeden içti. Bir içişte yarım bardak kolayı bitirdi. Boş pet bardağı Araf'ın önüne bırakıp konuştu. "Susamışım ya." Bakışları Araf'a kaydı. "Kesenize bereket komutanım. Sizin kolanızı içtim ama içim yanmış valla."

 

Araf ona cevap vermezken yeni bir kola doldurmak için şişeye uzandı, tam o sırada cebindeki telefon çaldı. Ayağa kalkıp telefonu çıkardı ve yanımızdan uzaklaştı. Birkaç dakika telefonla konuşup yanımıza geri geldi. "Operasyon varmış Gökbörü timi." dedi. "On dakika içinde yola çıkıyoruz." Kaşlarım çatıldı, bu kadar acil operasyon neydi?

 

"Beyler siz Yusuf ve Elif'i evine bırakırsınız." dedi askerlere hitaben. Arkasını dönüp ilerleyince ben de ayaklanıp peşine takıldım. Diğerleri de gelirken aklımdaki soruyu sordum.

 

"Bu kadar acil operasyon neymiş?" Göz ucuyla sana bakıp ilerlemeye devam etti.

 

"Alessi'nin yeri tespit edilmiş. Yaralı haliyle dağa kaçmış." Sesli bir nefes aldım. Artık bu kadından kurtulmak istiyordum ve bunu bugün başaracaktık. Artık çok fazla canımı sıkmıştı bu kadın. En çok da canımı yakmıştı. Hak ettiği yere, dört duvar arasındaki yerini almalıydı.

 

Tabura gelince hazırlanmak için odalarımıza dağıldık. Dağılmadan önce "Sen taburda kalıyorsun Eren." dedi Araf.

 

"Kalamam komutanım, ben de geleceğim." Net bir şekilde geleceğini dile getirdi Eren.

 

"Madem iyiydin niye biz seni taşıdık oğlum?" dedi Meriç.

 

"Sen bir sus ya, sanki sırtında taşıdın." diye çıkıştı Eren. Bakışları Araf'a kaydı. Araf ona dönüp tam kalmasını söyleyecekken Eren itiraz etti. "Hiç boşuna dil dökmeyin komutanım. Ben de geleceğim. Alessi'yi yakalama şerefini size barakamam." deyip kaldığı odaya girdi. Araf mecbur daha fazla bir şey demezken ben de odama girdim.

 

Üzerime üniformamı geçirdim. Saçlarımı örmek için masadan siyah tokamı aldım. Ellerim saçlarıma giderken odamın kapısının çalınmadan açıldığını duydum. Arkamı dönerken Araf'la göz göze geldim. Parmaklarım saçlarımın arasında gezerken örmeye başladım. Saçlarımı ördüğümü gören Araf birkaç büyük adımda arkama geçti ve ellerimi tuttu. "Ben öreyim mi?" Sorusuyla ellerimi saçlarımdan çektim.

 

"Sen örmeyi biliyor musun?" Elleri saçlarımın arsında gezinirken cevapladı.

 

"Öğrendim." dedi. "Senin saçlarını ve ileride olursa kızımın saçlarını örebilmek için öğrendim. Tabii sadece videoları izleyerek öğrendim, ilk defa şimdi deneyeceğim." Yüzümde bir gülümseme oluştu.

 

"Sen çok güzel bir baba olacaksın." dedim. Dudakları boynuma temas etti.

 

"Sende çok güzel bir anne olacaksın." dedi. "Çok güzel ve çok iyi bir anne olacaksın." Aklıma o gece geldi, bebeğimi kaybettiğim gece. Olamamıştım, bunu elimden almışlardı. Araf içimden geçeni duymuş gibi saçlarımı örerek konuştu. "Ne düşündüğünü biliyorum. Acın hiç dinmedi, benim de senden bir farkım yok ama hayat devam ediyor. Anne baba olmak için önümüzde uzun bir zaman var." İç çektim, haklıydı ama bir anlığına aklıma bebeğim geliyordu işte.

 

"Biliyorum." demekle yetindim. O da daha fazla konuşmadı, saçlarımı ördü. İşi bitince elleri saçlarımdan çekildi, aynanın karşısına geçip saçlarıma baktım. Çok güzel örmüştü.

 

"Bundan sonra hep sen öreceksin artık saçlarımı." dedim. Yanıma gelip arkadan bana sarıldı.

 

"Örerim tabii." Gülümsedim, ona döndüm.

 

"Alessi'yi bu sefer yakalayacağız değil mi?" Bunu ondan da duymak istiyordum.

 

Ellerini yüzüme koydu. "Yakalamadan dönmek yok Ateş Parçam." Yüzümdeki gülümseme genişledi, bunu duymayalayı uzun zaman olmuştu. Yüzümdeki gülümsemeyi gören Araf dudaklarını yanağıma bastırdı, öptü ama geri çekilmedi. "Hayalet'in Gölge'si kaldıkları yerden devam ediyor. Bu sefer daha güçlü bir şekilde döndük, daha çok birbirimize bağlandık. Kimse elimizden kurtulamaz. Bize acı çektirenleri bir bir yakalayıp ait oldukları yere tıkacağız." Acı çekmiştik, hâlâ da çekiyorduk ama acılarımız güçlenmemizi sağlamıştı.

 

Araf'ın da dediği gibi daha güçlü bir şekilde geri dönmüştük.

 

Ben onun Ateş Parçası'ydım, onun gölge'siydim. O ise benim her şeyimdi. O olmasa bu kadar güçlü olmazdım. Benim hayattaki en büyük iyikim olmuştu Araf. O mayının üstünde onunla ilk göz göze geldim an hayatımın en büyük parçası olacağını hayal etmemiştim ama olmuştu. Her şeyim olmuştu. Şimdi ise her şeyim olan bu adamla adeleti sağlayıp acı çekmemize sebep olanları yakalayacaktık.

 

Hayalet'in Gölge'si veya Ateş Parçası kaldığı yerden devam ediyordu. Ama bu sefer daha güçlü bir şekilde...

 

Selam nasılsınız?

 

Bölüm nasıldı?

 

Bu sefer Alessi'yi yakalayabilecekler mi?

 

En sevdiğiniz sahne?

 

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, kendinize iyi bakın🤍

 

Loading...
0%