Yeni Üyelik
39.
Bölüm

38.Bölüm "Gerçekler"

@kitap__gezegeni1

Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayalım🦋

 

Keyifli okumalar✨️

 

 

​​​38.Bölüm "Gerçekler"

 

"Bırakın beni!" Alessi'nin bağırması eşliğinde yürümeye devam ettik. "Öldüreceğim ben bu adamı!" Başım ağrımaya başlamıştı artık ya. Gerçekleri öğrendiğinden beri aynı şeyler deyip duruyordu.

 

"Kızım bir sus! Çarpacağım şimdi ağzının ortasına bir tane!" dedi Meriç Alessi'nin kolundan tutup onu çekiştirirken.

 

"Bırak beni! Ölecek o!" Yukarıya bakıp sabır diledim. Çenesi de ağrımadı ya.

 

Daha fazla dayanamadan çantamı sırtımdan indirdim. Herkes merakla bana bakarken ben çantadan boyun atkımı çıkardım ve yırttık. Yırtılan akıyla Alessi'nin yanına gidip ağzını bağladım. "Başımı şişirdin!" deyip yanından uzaklaştım.

 

Alessi silahı alıp ateşlediğinde Araf'ın refleksleri sağ olsun adam kurtulmuştum. Kolundan tutarak onu çekmişti ve şimdi yaşıyordu. Şu anda da Maya'nın babasının tutulduğu yere gidiyorduk. Ama yol boyunca Alessi susmak bilmiyordu.

 

"Bu manyak karı böyle de susmuyor ki." Meriç'in Söylenmesiyle ona baktım. Alessi'nin ağzı bağlı olmasına rağmen konuşmaya çalışıyordu ve ortaya tuhaf sesler çıkıyor.

 

"Ya bunu ağaça bağlayıp kurda kuşa yem mi etsek?" dedi Soner yürümeye devam ederek. "Hayvancıkkarın karnı doyar belki."

 

"Saçmalama lan." dedi Fatih. "Hayvanlar bunu yerse zehirlenip ölür." Soner kafasını kaşıyarak başını salladı.

 

"Doğru ya. Yılandı bu kadın." Gülerek başımı iki yana salladım. Gözüm Soner'in elindeki yılana kaydı. Yılanı da yanında götürüyordu. Bir de arada başını okşayıp ona bir şeyler fısıldıyordu. Bakışları ağzı bağlı olsa bile susmak bilmeyen Alessi'ye kaydı. Yine yılana yaklaşıp bir şeyler dedi ve Alessi'ye doğru ilerledi. Alessi ve Meriç ondan önde ilerlediği için Alessi onu görmemişti. Soner arkadan ona yaklaştı ve iki eliyle yılanı tuttu, yılanı yavaşça Alessi'nin boynuna sardı. Alessi yılanı fark etmezken Soner arkadan kıkır kıkır gülüyordu. Yılan yavaşça onun boynuna dolanırken Alessi de hareketliliği hissetti ve omzuna baktı, yılanla göz göze gelir gelmez çığlığı bastı. Ağzı bağlı olmasına rağmen çığlığını net bir şekilde duyabilmiştim.

 

Alessi'nin çığlığı üzerine diğerleri durdu ve ona baktı. Kızın boynunda gördükleri yılanla onlar da gülmeye başladı.

 

"Ya benim çocuğum bu sarı engerek yılanını çok sevdi." dedi Soner gülmelerinin arasında. "Oysa bu yılan kadının neyini sevdi anlamdım." diye de söylendi.

 

"Aynı soydan geldiği için." diyen Eren'le bir aydınlanma yaşadı Soner.

 

"Doğru ya lan! Bunlar akrabaydı." dedi ve hâlâ çığlık atan Alessi'ye baktı. "Sen de çığırma bir ya! Akraban işte. İnsan arabasından korkar mı?" Alessi bağlı ağzıyla ona bir şeyler anlatmaya çalıştı ama ağzındaki bezden dolayı hiçbir şey anlamdık. Soner de anlamamış olacak ki onun ağzındaki bezi boynuna indirdi.

 

"Sokacak beni!" diye bağırdı Alessi. Soner ona bakıp yüzünü buruşturdu.

 

"Sen de bizi az sokmadın. Ne var o da seni sokuversin. Heves etmiş benim çocuğum." Gür bir kahkaha patlattım. Bugün bunlara da iyi eğlence çıkmıştı.

 

"Al şu lanet hayvanı üstümden!" Soner ters ters ona bakıp yılanı aldı.

 

"Bağırma ya! Yılansu oğlumu korkuttun." Kaşlarım çatıldı. Yılansu? Oğlu?

 

"O nasıl isim lan?" dedi Ozan benim gibi garipseyerek.

 

"Böyle bir isim." diye iğrenç bir espiri yaptı Soner. Yüzümü buruşturmadan edemedim.

 

"Yılansu kız ismi değil mi?" dedi Meriç kafası karışmış bir şekilde. "Ama oğlum dedi bu salak." Elini ensesine götürüp kaşıdı. "Sanırım beyin nöronlarım erör verdi."

 

Ozan, Meriç'e ters ters bakıp "Beyin nöronların erör vermez." dedi bilmiş bir edayla.

 

"Konuştu doktor Bey." diye de söylendi Fatih.

 

Araf bu tantanaya daha fazla dayanamamış olacak ki "Susun artık!" dedi dişlerinin arasından. "Çıtınız çıkarsa yakarım çıranızı." diyerek önden ilerledi.

 

Hepimiz birbirimize baktık, daha sonra bakışlarımız Alessi'ye kaydı ve aynı anda sırttık çünkü içimizden tek konuşacak kişi oydu ve Araf ona patlardı kesin.

 

Yol boyunca sırf Araf Alessi'ye bağırsın diye Soner yılanı onun üstüne bırakıp durdu ama Alessi'nin bu sefer çıtı çıkmadı. Konuşmamak için yemin etmişti sanki. Keşke daha önce etseydi de başımızı şişirmeseydi.

 

"Yarasa." dedi Eren Soner'e doğru yaklaşarak. "Acıktım ben, şu yılanı kesip yesek mi?" dedi gülerek. Sırf Soner'in tepsikisini merak ettiği için sormuştu.

 

Soner dehşet veren yüz ifadeysiyle ona baktı ve yılanı kucağında sakladı. "hoşt ulan!" diye bağırdı. "Aç köpek! Bir de bana aç derler. Ben evladımı yedirtmem kimseye."

 

"Oğlum bak geçenlerde gördüm. Bir yılan kadını yemiş. Bırak da biz yiyelim şunu. Yoksa seni yutuverir."

 

"Endonezya'da mı yaşıyoruz lan biz? Yemez buradaki yılanlar bizi." dedi ve Alessi'ye baktı, yüzünü buruşturdu ve tükürürcesine konuştu. "Anca şunun gibi sarı engerek yılanları insan yer."

 

"Sen bu hayvana fazla mı bağladın?" dedi Ozan. "Vahşi hayvan o, tabura dönerken illa ki doğaya bırakacaksın."

 

Soner omuz silkti. "Besleyeceğim ben bunu. Çocuğum oldu artık." Sesli bir nefes alarak önüme döndüm. Hepsi kafayı yemeye başlamıştı.

 

"Oğlum yürüsene! Uyuşuk uyuşuk ne yürüyorsun!" Fatih'in söylenmesiyle arkama baktım. Alessi'nin vurmaya çalşıtığı adamı çekiştiriyordu. Adam kaçmaya çalıştığı için Meriç ayağından vurmuştu ve bu yüzden topallayarak ilerliyordu.

 

"Ayağım yaralı." Onun cevabıyla Fatih ters ters ona baktı.

 

"Kaçmaya çalışmadan önce düşünseydin onu."

 

Önüme dönüp Araf'a yetişetim ve onunla birlikte ilerlemeye başladım. Ben yanına gelince elini belime attı ve saçlarımın üstüne bir öpücük kondurdu. Onunla birlikte önden ilerledik. Diğerleri de arkadan geldi. Yarım saat sonra adamın tarif ettiği yere gelmiştik. Burası ormanlık bir alandı, bir tane ev vardı ve o da yıkık dökük bir şeydi. Dışarıda iki adam nöbet tutuyordu.

 

"Siz burada bekleyin." dedi Araf. Fatih'e baktı. "Sen benimle gel Keskin. Adamları etkisiz hale getireceğiz." Fatih onu onaylayıp onunla birlikte gitti. Biz ise burada kaldık.

 

Araf ve Fatih adamları etkisiz hale getirip içeriye girdi. İçeriyi kontrol ettikten sonra Fatih bizi çağırdı. Hızlı adımlarla önden ilerledim ve evden içeriye girdim. Fatih bizi bir odaya yönlendirirken içeriye göz attım. İçeride bir adam vardı ve sandalyeye bağlıydı. Yorgun olduğu her halinden belliydi. Gözlerinde ve ağzında bez vardı. Bu yüzden etrafını göremiyordu ve bağıramıyordu. Üstündeki kıyafet eskisimişti ve hep kan olmuştu. Vücudunun açıkta kalan yerlerinin hep yara bere içinde olduğunu gördüm.

 

Araf adamın yanına gitti ve ilk önce gözlerini sonra da ağzındaki bezi çözdü. Adam bir süre karanlıktan aydınlığa alışmaya çalıştı, etrafını daha net görmeye başlayınca bizlerde gözlerini gezdirdi. Araf adamın önüne geçip üniformasının sol kolundaki Türk bayrağını gösterdi. "Askeriz biz. Size yardım etmeye geldik." deyip yere eğildi ve adamın ayaklarındaki ipleri çözdü. Ellerini çözdükten sonra adam ayağa kalkmaya çalıştı ama ayakta duramadı. Tam yere düşecekken bir tarafına Araf diğer tarafına da Fatih geçti ve onu ayakta tuttular.

 

İç çekmeden kendimi alıkoyamadım. Kim bilir ne zamandır bu sandalyeye bağlı duruyordu.

 

"Kızım..." dedi adam zorlukla. "Onu görmem lazım." Yüzümde buruk bir tebessüm oluşurken adama doğru ilerledim ve elini tuttum. Yorgun bakışları bana döndü.

 

"Kızınız iyi." dedim. "Maya'yı tanıyoruz biz. İyi ve sizi bekliyor." Rahatlamayla birlikte derin bir nefes aldığını gördüm. Ayrı kalan aileleri gördükçe içim parçalanıyordu. Ne olursa olsun bence en korkunç şey ailenden isteğin dışında ayrı kalmaktı.

 

Bu rutubet ve kan kokan evde midemin bulandığını hissettim. Üstelik kaç saattir yürüyorduk ve yemek de yememiştik. Aç karnına bu kokuyu koklamak midemi bir hayli bulandırmıştı.

 

"Eren." Araf'ın Eren'e seslenmesiyle ona baktım. "Taburla bağlantıya geç ve koordinatları gönder."

 

"Emredersiniz komutanım." Eren taburla bağlantıya geçerken biz de bu eski evden çıktık. Dışarıya çıkınca derin bir nefes aldım.

 

Belimde bir dokunuş hissedince sağ tarafıma baktım. Araf gelmişti. Yüzüme bir süre baktı. "İyi misin sen? Yüzün bembeyaz olmuş." Başımı aşağı yukarı salladım.

 

"İçerideki koku midemi bulandırdı ama şimdi iyiyim."

 

"Bir şeyler ye istersen. İyi gelir." Başımı sallayıp onayladım onu. Yaklaşık bir, bir buçuk saat sonra helikopter bulunduğumuz koordinatların yakınına geldi. Helikoptere binip tabura gittik. Tabura gelince Alessi'yle yanındaki adam nezarethaneye, Maya'nın babası ise revire gitti çünkü vücudunda yaralar vardı. Alessi'yle yanındaki adam da yaralıydı ama Ozan onlarla ilgilenmişti. Daha sonra Yasemin gider bakardı yaralarına. Ben ve Meriç ise izin alıp taburdan çıkmıştık çünkü Maya'nın yanına gidiyorduk.

 

"Ya Maya, güzelim hadi ama." dedi Meriç sabırsız bir şekilde.

 

Maya yeni gelen ilaçları raflara yerleştirirken ona bakmadan cevap verdi. "Meriç bugün çok işim var." Kaç dakikadır konuşuyorduk ama bizi dinlemiyordu. Böyle olmayacağını anlayıp ben araya girdim.

 

"Sana bir sürprizimiz var. Eğer gelmezsen çok büyük şey kaçırırsın." Bakışları bana kaydı, sırtını raflara yaslayıp meraklı bakışlarını bir bende bir de Meriç'te gezdirdi.

 

"Ne sürprizi?" Omuz silktim, ben de arkama yaslandım.

 

"Adı üstünde, sürpriz."

 

"Bakın çok işim var. İşlerimi halletsem öyle gelsem?" Başımı iki yana salladım, ellerini tuttum.

 

"Sürprizin seni görmek için sabırsızlanıyor ama." Kaşları çatıldı, anlamsızca bana baktı.

 

"O nasıl oluyor ya? Canlı mı bu sürpriz?" Meriç'le birbirimize baktık ve kahkaha attık. Onunla aynı anda konuştuk.

 

"Evet." Maya'nın kafası iyice karışmışa benziyordu?

 

"Hiçbir şey anlamdım." demesiyle Meriç ona yaklaştı ve kolunu omzuna koydu. Dudaklarını Maya'nın yanağına bastırıp konuştu.

 

"Gel de anla o zaman. İki saattir yalvardım sana. Sevgili olmak için bu kadara yalvarmadım yemin ediyorum." Kıkırdadım. Haklıydı valla, on dakikadır onu ikna etmeye çalışıyorduk ama eczanede çok iş var deyip duruyordu.

 

Pes etmiş bir şekilde bize baktı ve başını salladı. "Tamam geliyorum ama eğer saçma bir şey ise size sorarım ben." deyip eczanedeki diğer arkadaşının yanına ilerledi.

 

"Sen bir gör şu sürprizi de o zaman hesap mı soruyorsun yoksa bana evlenme mi teklif ediyorsun görürüz." diyen Meriç'e baktım. Elimi omzuna koyup sıktım.

 

"Hayallerin çok büyük Meriç. İn azıcık aşağılara." deyip dışarıya çıktım. O da peşimden geldi.

 

"Hiç de bile. Ne var biz de sizin gibi hemen sevgili olup sonra evlensek? Kıskandınız değil mi? Sizden Başkaları da acele ediyor diye kıskandınız?" Baygın bir şekilde ona baktım.

 

"Niye kıskanayım?" Bir süre düşündü ve bana hak vermiş olacak ki başını salladı.

 

"Doğru, niye kıskanasınız ki?" dedi. "Sonuçta siz evlendiniz yetmedi bir daha evlendiniz. Biz sizin hızınıza yetişemeyiz." Yukarıya bakıp sabır diledim. "Siz şimdi bir de üçüz, dördüz hatta beşiz çocuk da yaparsınız işte biz size hiç yetişemeyiz." Gözlerim irice açıldı.

 

"Yuh Meriç! Beşiz ne ya? Köpek miyim ben o kadar doğuracak?" Omuz silkti, kollarını gögsünde bağladı.

 

"Az yavaş ilerleseniz n'olur ki? Yetişemiyoruz biz size." Kendime hâkim olamadan güldüm.

 

"Tartıştığımız konuya bak ya." dememle ters ters bana baktı. Kaşlarım çatıldı. "Düzgün bak lan bana! Yakarım çıranı!" Önüne döndüm ve ağzının içinden konuştu.

 

"İyi ki bir karı koca oldu bunlar da! Hep aynı tehdit hep aynı tehdit." Alt dudağımı ısırıp güldüm. Biz daha fazla tartışmadan Maya da geldi. Arabaya binip tabura geçtik. Ben önden Maya ve Meriç arkadan içeriye girdik ve revire doğru ilerledik. Revire geldikçe konuşma sesleri duymaya başladım.

 

"Soner, çek şu yılanı!" Bu Yasemin'in sesiydi.

 

"Ya iki dakika muayene etsene şunu. Ölür müsün baksan?" Bu da Soner'di. Yine ne yapıyordu bu çocuk?

 

Birkaç büyük adımla onların yanına geldim. "N'oluyor burada?" dedim Soner'e bakarak.

 

Yılanını havaya kaldırdı. "Oğluma bakmıyor bu kadın." Yasemin'in sabır çektiğini işittim.

 

"Ya oğlum ben baytar mıyım? Nasıl bakayım bu yılana?"

 

"İki dakikalık baytar oluver." Sesli bir nefes aldım. Hepsi deli, yemin ediyorum hepsi deli. Bunların yanında delirmediğim için şükür ediyordum.

 

"N'oluyor burada!" Duyduğum sert sesle sesin geldiği yere baktım. Erdem yarabayı görünce hepimiz hazır ol pozisyonuna geçtik. Erdem yarbay gelip ortamızda durdu ve hepimizde göz gezdirdi. Bakışları Soner'in elindeki yılında durdu. "Bu ne?" diye sordu.

 

Soner iki eliyle yılanı tutup öne doğru uzattı. "Yılan komutanım." Dudaklarımı birbirine bastırıp gülmemi engelledim.

 

"Hadi ya." dedi Erdem Yabay. "Buradan bakınca ben pek anlayamamıştım." Alt dudağımı dşiledim. Tam da beklediğim cevap.

 

Soner hafif boğazını temizleyip başını eğdi. "Estağfurullah komutanım. Siz sorunca öyle dedim ben." Erdem yarbay fazla üstünde durmazken yanımızdan ayrılıp nezarethaneye ilerledi. O sırada Meriç ve Maya yanımıza geldi. Maya bir Soner'e bir de elindeki yılana baktı. Başını iki yana sallayarak konuştu.

 

"Sanırım buradaki tek normal insanlar Cemre, Araf ve Yasemin olmalı." Ben gülerken Meriç'in yüzü asıldı.

 

"Beni şu salaklarla aynı kefeye koydun ya helal olsun."

 

Soner, Meriç'e ters ters bakıp "Tribini sikeyim ben senin!" dedi. Bakışları tekrardan Yasemin'e kaydı. "Bak kız oğluma! Belki hastadır, ya da yaralanmıştır." Yasemin yukarıya bakıp sabır dilerken Ozan gelip Soner'in ensesine vurdu.

 

"Rahat bırak lan sevgilimi. Sen git şu geçenlerde gördün sağlıkocağı doktoruna göster oğlunu. Hem o doktor, Yasemin'den daha deneyimlidir." Soner'in aydınlanma yaşamış gibi gözleri parladı.

 

"Doğru ya lan! Hem konuşup kaynaşırız biz onunla." deyip hızlı adımlarla yanımızdan uzaklaştı. Yanımızdan ayrılmadan önce arkasından bağırdım.

 

"Sakın gitme! Kadın korkar belki yılandan!" Ne kadar bağırsam da beni duymazlıktan geldi ve gözden kayboldu. Dudağımı sarkıtarak bizimkilere baktım. "Bu aşk başlamadan bitti arkadaşlar. Bu kadın bunu deli sanar ve akıl hastanesini arar kesin." Hepsi gülerken ben Maya'ya baktım. Onu daha fazla bekletmemek için koluna girdim.

 

"Hadi artık. Şu sürprizi görelim. O da seni görmek için sabırsızlanıyor." Gülümseyip benimle birlikte revire ilerledi. Revirin kapısını açıp ilk önce ben sonra da Maya girdi. Onun arkasından da Meriç girdi tabii. Maya bakışlarını etrafında gezidirirken sedeyede oturan babasında kaldı bakışları. Öylece ona bakarken yutkunduğunu fark ettim. Ellerinin, onu takip eden bacaklarının ve daha sonra da bütün vücudunun titrediğini net bir şekilde gördüm. Meriç de fark etmiş olacak ki kolunu onun beline dolayıp destek verdi. Maya'nın gözleri dolup bir gözünden yaş gelirken titreyen sesiyle konuştu.

 

"Baba..." Yüzümde buruk bir tebessüm oluştu. Bakışlarım babasına kaydı. Onun da Maya'dan bir farkı yoktu aslında. Koluna bağlanan serumu umursamadan ayağa kalktı ve kızına yaklaştı. Kollarını açıp sarılmasını bekledi. Maya, Meriç'in kolundan kurtulup babasına sıkıca sarıldı.

 

Onları yanlız bırakmak adına revirden çıktım. Araf'ın yanına gitmek için odasına gittim ama yoktu. Koridorda ilerlerken Eren'i gördüm. Yanında da o kız vardı, adı Bahar'dı sanırım. İkisi yan yana durmuş konuşuyordu. Normalde hiç rahatsız etmeden yanlarından geçer giderdim ama bu sefer bu romantik anlarına girmek istemiştim.

 

"Asker!" dedim olduğum yerde durarak. İkisinin de bakışları bana dönerekn aynı da dik bir şekilde hazır ol pozisyonunda durdular. "Ne yapıyorsunuz burada?" dedim yanlarına ilerleyerek. Eren alttan alttan bana bakarken sırıtmaya çalıştı.

 

"Konuşuyoruz komutanım." dedi kısık bir sesle. Aslında neden böyle yaptığımı anlamaya çalışıyordu.

 

Hafif boğazımı temizleyip ciddi duruşumdan ödün vermedim. Tam karşılarına geçip durdum. "Ne konuşuyorsunuz?" İkisi de birbirne baktı.

 

"Anlamadım komutanım?" Eren'in şaşkın haline gülmemek için kendimi sıktım.

 

"Neyini anlamadın oğlum? Ne konuştuğunuzu sordum." Sıkıntıyla ensesini kaşıdı. Daha sonra bana bakıp tekrardan hazır ol pozisyonunda durduk.

 

"Havadan sudan." dedi Eren. Kızın sesi hiç çıkmamıştı.

 

"Konuşmayın!" dedim sert bir şekilde. Bir kez daha şaşırdılar.

 

"Ha?" Eren'den çıkan ha nidaysıyla ona baktım.

 

Kaşlarımı çatarak "Ne dedin?" dedim. Hemen kendisine çeki düzen verdi.

 

"Neden demek istemiştim."

 

Derin bir nefes aldım. "Çünkü ben Araf'ı bulamıyorum. Git bana onu bul." dememle öylece kaldı. Bu haline daha fazla dayanamadan güldüm. Çok komikti ikiside. Ben ne desem şaşırıp kalıyorlardı. Bakışlarım kıza kaydı, gülümseyip elimi uzattım.

 

"Bu arada Cemre ben." Elimı sıkmayınca kaşlarım çatıldı. Daha sonra hazır ol da olduğunu fark edip "Rahat ol. Sert bir asker değilim ben." dedim. Derin bir nefes alıp elini uzattı.

 

"Bahar ben de komutanım."

 

"Cemre." diye düzelttim. "Cemre demen kâfi." deyip Eren'e döndüm. Hâlâ diken üstündeydi.

 

"Rahat olsana oğlum." Bahar onun haline alttan alttan gülerken Eren de derin bir nefes aldı. "Söyle bakalım Araf nerede? Eğer bilmiyorsan bir daha taburda konuşmanıza izin vermem." Tehditimle gözleri irice açıldı.

 

"En son bahçede gördüm komutanım." Hızlı hızlı konuşmasına güldüm ve arkamı döndüm. Tam bir adım atıyordum ki olduğum yerde durup onlara baktım.

 

"Bu arada siz sevgili misiniz?" Aynı anda yutkunup birbirlerine baktılar. Onlara topu atıp baş başa bıraktım ve dışarıya çıktım. Bahçede göz gezdirdim ama Araf yoktu. Bahçenin sağ tarafına geçip oraya baktım. Orada da yoktu. Bu sefer de arka tarafa geçtim. Arkadaki duvarın dibinde otururken bulup yanına ilerledim.

 

Ona yaklaştıkça elindeki kağıda baktığını gördüm. Elindeki kağıtta ne varsa artık dalıp gitmişti. Öyle ki benim geldiğimi bile fark etmedi. Yanına gelince elimi omuzuna koydum. İrkilerek başını kaldırdı. Göz göze gelince gülümseyip onun gibi yere oturdum ve elindeki kağıda baktım. Gördüğüm şeyle iç çektim.

 

Bu bebeğimizin ultrason görüntüsüydü. İlk ve son görüntüsü.

 

Kollarımı onun vücuduna dolayıp başımı omzuna koydum. O da bir kolunu bana sarıp başımın üstüne dudaklarını bastırdı. İkimiz de hiç sesimizi çıkarmadan orada öylece oturduk. Ne kadar zaman sessizliğimize ortak olduk bilmiyorum ama Fatih gelip bizi yemeğe çağırmıştı. Çoktan akşam olmuştu bile. Buraya geldiğimizde öğlen olmak üzereydi. Maya'yı getirdik, babasıyla kavuşmasını sağladık diyene kadar öğleden sonra olmuştu ve şimdi de akşam olmuştu.

 

Soner ve ben iştahla yemeğimizi yerken diğerleri hayretler içinde bize bakıyordu çünkü bu ikinci tabağımızdı. "Bunu yiyor musun?" Soner'in sorusuyla ona baktım. Fatih'in önündeki ekmeği almış soruyordu. Fatih onun elini ittirip konuştu.

 

"Boşan da semerini ye Soner." deyip bakışlarını bana çevirdi. Benim de Soner'den bir farkım yoktu. "Size de afiyet olsun komutanım." Sırıttım, bana da öyle dese ne olacağını iyi biliyordu.

 

"Cemre komutanıma afiyet olsun bana boşan da semerini ye! Ne güzel dünya ya!" Soner'in söylenmesiyle ona baktım tekrardan.

 

"Sen onun yerinde olsan bana ne derdin?" diye sordum.

 

Bir süre düşündü. Ağzını birkaç defa açıp kapattı. "Tabii ki de afiyet olsun derdim komutanım. Ne diyeceğim ki başka?" Başımı geriye atarak güldüm.

 

"Komutanım böyle yerseniz göbüşünüz daha da büyür." Gözlerim kısılırken yavaşça bunu diyen Meriç'e döndüm. Minnacık bir göbeğim çıkmıştı bu da abartıp duruyordu ve sinirlerimi tepeme çıkartıyordu. Meriç bakışlarımı görünce hemen savunmaya geçti. "Yani ben sizi düşündüğüm için dedim." Bakışlarımın değişmediğini görünce sağ elini kaldırdı ve ağzına hayali bir fermuar çekti. Memnuniyetle gülümseyip tekrardan Soner'e döndüm. Yanında yılan yoktu.

 

"Yılanın nerede senin?" Ağzına bir kaşık yemek katıp bana döndü.

 

"Ait olduğu yerde." dedi. "Doğada." Şaşkınca ona baktım. Hiç doğaya salacak gibi değildi.

 

Ozan da benim gibi düşünüyor olacak ki "Kafana bir şey mi düştü lan? Yoksa bir yere mi çarptın kafanı?" dedi.

 

"Hayır." dedi Soner. Yan masada yemek yiyen Yasemin'e bakıp biraz yüksek sesle devam etti. "Birileri benim canım oğlumu muayene etmeyince ben de bir hemşireden medet ummayıp doktora götürdüm." Yasemin'e laf sokup bize döndü. "Operasyon dönüşünde tanıştığımız doktora gittim ve oğlumu muayene etti." Hepimiz birbirimize baktık. Anlaşılan bu doktor da Soner gibi biraz çatlaktı. "Eh işte bir hemşire değil, doktor olunca böyle oluyor." diye yine Yasemin'e laf soktu. "Muayene ettikten sonra bunu ait olduğu yere, doğaya bırakalım dedi. Ben de kıramadım bıraktım oğlumu. Aşk için bazen bir şeylerden feragat etmek gerekir ve ben de oğlumdan vazgeçtim." Gülmemek için elimi azğıma koyup kendimi sıktım. Yalnız oğlu da yılan. Bu detayı atlamamak gerek.

 

"Ne desem bilemedim." dedi Eren. "Yavrucağa yazık olmuş." deyip güldü. Ben de onun gülmesiyle güldüm.

 

Soner bizim gülmemizi hiç umursamadı. "Deme lan öyle. Oğlum sayesinde kızla konuşup kaynaştık. Hatta boş bir vaktimizde yemeğe çıkacağız." Bu da Meriç'ten daha hızlı çıktı.

 

Önüme dönüp yemeğimi yemeye devam ederken yanımdaki sandalyenin çekildiğini duydum. Göz ucuyla oraya bakınca Araf'ın geldiğini gördüm. On dakika önce Erdem Yarbay çağırdığı için gitmişti.

 

"Ne diyor Yarbay?" dedim ona dönerek. Bakışları bana kaydı, daha sonra diğerlerine baktı. Konuşmayınca kötü bir şey olduğunu düşündüm ama sonradan dudaklarının iki yana kırıldığını gördüm. Arkasına yaslanıp derin bir nefes aldı ama yine bir şey demedi. Sabırsız bir şekilde "Konuşsana Araf ya. Niye gizem kasıyorsun?" dedim.

 

"Yarın tören varmış." dedi sadece.

 

Anlamadım için yine konuştum "Ne töreni?"

 

"Rütbe atlama töreni." Taksit taksit konuştuğu için bir soru daha sordum.

 

"Kim rütbe atlıyor?"

 

Gülümsemesi genişledi, hepimizde göz gezdirdi. "Hayırlı olsun Gökbörü timi. Yarın rütbe atlama törenimiz var." İlk önce kaşlarım çatıldı, söylediği şeyi idrak edince kaşlarım şaşkınlıkla havalandı. Şaşkın bir şekilde diğerlerine baktım. Hepsi benimle aynı duyguları yaşıyordu.

 

"Şaka?" dedi Meriç inanmayan bir ses tonuyla.

 

Araf kaşlarını hayır anlamında kaldırdı. "Kırmızı listede aranan Alessi'yi yakaladığımız için ve esir tutulan Maya'nın babasını bulup elindeki bilgilere ulaştığımız için rütbe atlıyoruz. Bir nevi ödüllendiriliyoruz." Dudaklarımı birbirine bastırıp gülmemi engelledim. Şu anda mutluluktan kahkaha atmak istiyordum ama ortam müsait değildi. Operasyondan dolayı rütbe atması çok nadir oluyordu. Hepimizi şaşırtmıştı ama güzeldi.

 

"Bir dakika, bir dakika." dedi Meriç, oturduğu sanlayeden ayağa kalktı ve masanın üstündeki metal bardağını eline aldı. Çatalını da diğer eline alıp çatalla metal bardağa vurdu. Yemekhanede bütün askerler ona bakarken Meriç de konuştu. "Çok kısa vaktinizi alacağım silah arkadaşlarım." deyip hafif boğazını temizledi. "Bu gördüğünüz kardeşiniz..." diyerek kendisini gösterdi. "Meriç, yani ben. Namıdiğer Fedai, bir namıdiğer de geveze olan ben Başçavuşluktan kıdemli Başçavuşluğa atlıyorum. Lütfen çok kısa bir alkış alabilir miyim?" Sessizce ona güldüm. Yemekhanedeki askerlerin hepsinin alkışladığını görünce şaşkınca kaldım. Hiçbiri onun değişik konuşmasını garipsemeden alkışlamıştı.

 

Bunu gören Fatih de hemen ayaklandı. "Siktir edin bu malı. Adamın anlının çatından vuran bu ben varya artık Üsteğmen oluyor." demesiyle onu da alkışladılar. Fatih'in bakışları bana kaydı. "Komutanım, size adım adım yaklaşıyorum." Güldüm, arkama yaslandım.

 

"Yani aramızda üç yıl falan var ama sen rütbe atladığında ben de atlayacağım ve bu aramızdaki üç yılcık hep sürecek." Yüzünü buruşturarak başınız akladı.

 

"Hakket ya." dedi elini başına koyarak. Ben demesen fark etmeyecekti sanırım.

 

"Kambersiz düğün olmaz ki." diyen Soner'e baktım. O da ayaklandı. "Üstün başarılarımdan dolayı beni Üstçavuşluktan kıdemli Üstçavuş yapmaya karar vermişler." Bakışları bize kaydı, yüzünü buruşturdu. "Ben rütbe atlıyorum diye de bunların canı çekmesin diye onlar da benim sayemde rütbe atlıyor işte." Hafif boğazını temizleyip gözlerimle Araf'ı gösterim. Soner Araf'la göz göze gelince şirince sırttı. "Tabii sözüm meclisten dışarı. Araf ve Cemre komutanım da benimle birlikte üstün bir başarı sergiledi." Herkes ona gülereken diğerleri gibi onu da alkışladılar.

 

Eh bu üçü kalkınca Eren de dayanamadı ve ayaklandı. "Bendeniz bombalarla uyuyup kalkan kardeşiniz de kıdemli Çavuşluktan Üstçavuşluğa yükseldi. Lütfen kısacık bu kardeşinizi de alkışlayın." Kimse onları garipsemeden gülüp alkışladı. Alkışlar devam ederken Meriç araya girdi.

 

"Ah benim canım kardeşim büyüdü artık." deyip bakışlarını en son masada askerlerle yemek yiyen Bahar'a çevirdi. "Artık evlenecek yaşa geldi. Böyle sürekli didişip durduğu biriyle evlense hiç fena olmaz." Alt dudağımı ısırıp Bahar'a baktım. Utanmıştı ve bakışlarını önündeki yemekten kaldıramıyordu ama iki yana kıvrılan dudaklarından gülümsediğini görebiliyordum.

 

Bakışlarım tekrardan bizimkilere dönerken Eren'in Meriç'in kafasına bir tane vurduğunu gördüm. "Utandırdın kızı salak herif!" dedi fısıltılı bir sesle.

 

Meriç umursamaz bir şekilde omuz silkti. "Geleceğinize dair ilk adımları atmanıza vesile oldum. Vuracağına az teşekkür et nankör Bombacı!" Eren ona sadece yüzünü buruşturmakla yetindi.

 

Onlar didişirken geriye kalan Ozan da ayağa kalkmıştı. Onların kavgası bitince boğazını temizleyip dikkatleri üzerine topladı. "Hepinizin biricik doktoru, yani ben de rütbe atladım." dedi, bakışları bizimkilere kaydı. "Bunlar atlarlar da ben atlamaz mıyım? Nasıl olsa en yeteniklileri benim." Bakışları bize kaydı. "Yani komutanlarımdan sonra benim." diye düzeltip bakışlarını yemekhanede gezdirdi. Aradığı kişiyi bulmuş olacak ki gülümseyerek devam etti. "Kız Yasemin, bu sevgilin artık Teğmen oldu. Bence bir tebrik öpücüğünü kaptım." Herkes Ozan'ı alkışlarken hep bir ağzından da öp diye bağırıyorlardı. Yasemin'in tepkisini merak ettiğim için ona baktım. Utanmıştı ve elleriyle yüzünü kapatıyordu, ama herkes öp demeye devam ettiği için utancı geçmedi ve ayağa kalkıp yemekhaneden çıktı. Ozan onun arkasından gülüp konuştu.

 

"Utandı utandı." deyip kapıya doğru ilerledi. "Herhalde öpücüğünü başbaşayken verecek. Ben gideyim de öpücüğümü kapayım." Onun sözlerine gülenleri umursamadan Yasemin'in peşinden çıkıp gitti.

 

Diğerleri hâlâ ayakta beklerken gözlerimle oturmalarını işaret ettim. Meriç hariç hepsi oturdu. Meriç ise çatal ve bardak yardımıyla yine dikkatleri üstüne topladı. "Çok kısa bir duyuru daha yapacağım." dedi, ben ve Araf'a baktı. "Bizim komutanlarımız bizim gibi olmadığı için duyurmadılar ama ben onlar yerine de yaparım. Araf komutanım Yüzbaşı benim canım biricik Ateş Parçası Cemre komutanım ise kıdemli Üsteğmen oluyor. Lütfen onlar içinde kısa bir alkış alalım." Bizim içinde yemekhanede bir alkış koparken gülümsedim. Hatta ıslık bile çalan oldu. Bakışlarım Araf'a kaydı. Gözleriyle Meriç'e oturmasını işaret ediyordu. Çünkü burada bizden başka askerler vardı ve onların içinde komutanlarımız da vardı. Ama neyse ki hiçbiri onlara bir şey dememişti. Eğlenip gülmelerini olumlu karşılamışlardı.

 

Araf bana dönüp "İki dakika sesimizi çıkarıyoruz tepemize çıkacak bunlar da." diye kızdı." Hayır diğer askerler de bunların salaklığını garipsemiyor ki." Güldüm, başımı sallayıp ona hak verdim. Meriç masaya doğru eğilip bize baktı.

 

"Demek ki kan çekiyor komutanım." dedi.

 

"Akraba olan insanlara deniyor o." diye açıklık getirdi Araf. Meriç omuz silkip konuşmasına devam etti.

 

"Biz de kardeşiz." dedi. "Boşuna hepimiz kardeşiz şarkısı yazılmadı herhalde." Yaptığı bu iğrenç espiriye yüzümü buruşturdum. Bana bakıp omuz silkti. "Komikti ama." dedi.

 

"Çok komikti." dedim. "Gülmekten öldüm valla."

 

"Zevksiz olduğunuz için komik gelmemiş olabilir." Bana laf sokunca masadan ona uzanmaya çalıştım ama anında geriye yaslandı.

 

"Elime illa düşersin Meriç. O zaman göreceğim ben seni." Umursamaz bir şekilde omuz silkti. Ters ters ona bakıp arkama yaslandım. Araf'ın önündeki elmayı görünce alıp ısırdım. Kendi yemeğim ve meyvem çoktan bitmişti.

 

"Künefe mi yemeye gitsek?" Eren'in sorusuyla ona baktım. Elini karnına götürüp ovdu. "Acayip bir şekilde canım künefe çekti."

 

Fatih gülüp "Aşerdin mi lan?" dedi. Daha sonra onun da eli karnına gitti. "Yalnız benim de canım çekti ya."

 

Soner söylenmeden edemedi. "Bir de bana aç derler. Hep günahımı alıyorlar." Çocuk haklıydı. Laf ederlerdi ama hepsi de onunla birlikte yerdi.

 

"Hadi künefe yemeye o zaman." dedi Meriç ve ayaklandı. Bakışları Araf'a kaydı. "Gidiyoruz değil mi komutanım?"

 

"Oğlum yeni operasyondan geldik, midenizi düşüneceğinize az oturun da dinlenin." Kabul etmeyeceğini anlayınca anında araya girdim.

 

"Benim de canım çekti Araf. Hadi gidelim." Bakışları bana kayarken itiraz etmeden kâbul etti.

 

"Araf komutanım hanımıcı olmuş." diyen Meriç'e şaşkınca baktım. Şirince sırıtıp "Şaka." dedi. Fatih'e baktı. "Künefeler Fatih'ten." deyip hızlı adımlarla yemekhaneden çıktı.

 

Fatih de ayaklanıp "Hayatta ödemem. Eren kardeşim ısmarlar hepinize." deyip o da Meriç gibi çıkıp gitti yemekhaneden.

 

Tabii ki Eren de bu kadar insana künefe ısmarlayacak gibi değildi. Ayağa kalkıp elini Soner'in omzuna koydu. "Senin çok bonkör olduğunu biliyorum kardeşim. Bana bırakmayıp sen ısmarlarsın bize." Ve tabii ki o da çıkıp gitti. Geriye sadece Araf ve ben kaldım. Ozan zaten Yasemin'in yanına gitmişti. Soner bir bana bir Araf'a baktı. Topu kime atacağını şaşırmıştı.

 

Hafif boğazını temizledi ve yavaşça yaklandı. "Canım komutanlarım. Siz karı koca halledersin hesabı bence." dedi ve cevap vermemizi beklemeden o da çıktı yemekhaneden.

 

Araf ayağa kalkıp elimi tuttu. "Nasıl olsa ben hesabı onlara ödetmesini bilirim." dedi. Yapardı valla. Burada ne dedikleri önemli değildi sonuçta.

 

Araf'la birlikte dışarıya çıkmıştık ki bir asker yanımıza geldi. Önümüzde selam durup konuştu. "Komutanım, Alessi'in size anlatması gerekenler varmış." Araf başını sallayıp askeri gönderdi. Elimi bırakmadan nezarethaneye ilerledi. Sorgu odasına gelince nöbet tutan asker kapıyı açtı. Karanlık odaya girince Alessi'nin bakışları bize kaydı. Karşısındaki sandalyeye oturup ona baktık.

 

"İstediğinizi sorun. Bildiğim her şeyi cevaplayacağım." dedi bizim konuşmamıza fırsat vermeden. Anlaşılan olanları hazmedebilmişti. "Ama bunun karşılığında sizden bir şey isteyeceğim." Bu durumda bile pazarlık yapacaktı sanırım.

 

"Pazarlık yapacak durumda değilsin." dedi Araf sakin bir ses tonuyla. Ama birazdan bu sakinliğinden eser kalmayabilirdi. Alessi'nin isteği doğrultusunda sinirlenebilirdi çünkü.

 

"Pazarlık yapmıyorum." Bakışlarını bana çevirdi. "Sen anlarsın beni. Ben çocuğunu kaybetmene sebep olsam da yardım edersin bana." Derin bir nefes aldım, gözlerimin dolmaması için büyük bir çaba sarf ettim.

 

"Ne istiyorsun?" Sorumla buruk bir şekilde gülümsedi.

 

"Kızımı, yani kardeşimi iyi bir yetimhaneye ver. İyi bir ailenin evlat edinmesini sağla." Kaşlarım çatıldı, kardeşi mi? Bu yüzden mi bu çocuğun babasını araştırmaya çalıştığımızda hiçbir şey bulamamıştık? Sanırım o çocuk ailesi ölmeden önce doğmuştu, bu yüzden kimse bilmiyordu ve Alessi de çocuğu gibi büyütmüştü o çocuğu. "Senden istediğim tek şey bu. Bunun karşılığında bildiğim her şeyi anlatacağım."

 

"Peki." dedim. "Kardeşini iyi bir yetimhaneye verip güzel bir ailesi olmasını sağlayacağım." Alessi'den ne kadar nefret etsem de o küçük çocuğa yardım edecektim. Alessi'nin suçunu bir çocuğa yıkamazdım. Ablasının, ya da anne bildiği kişinin bu kadar kötü olduğunu bilemez o küçücük çocuk. Bilse bile bütün suçu günahsız bir çocuğa yıkıp görmezden gelemezdim.

 

Alessi bildiği her şeyi itiraf etti. İşimize yarayacak birçok bilgi verdi. Onun verdiği bilgiler sayesinde birçok kişi yakalanacaktı. Hatta ekipler ayarlandı ve verdiği bilgiler doğrultusunda operasyona çıkacak askerler hazır bekliyordu.

 

Alessi'nin sorgusu bitince jandarma ekipleri Alessi'yi götürdü. Yarın da nöbetçi mahkemeye sevk edilecekti.

 

O gün akşam Maya'nın babasının da sorgusuna biz girdik. Videoyu sakladığı yeri öğrenip videoyu aldık ve izledik. O adamlar konuşurken Alessi'nin ailesini onların öldürdüğünü video sayesinde kanıtlanmıştı. Maya ve babası da birbirine kavuşmuş oldu.

 

O gün akşamın neredeyse yarısı sorguda geçti. Ertesi gün ise Alessi'nin kardeşini söz verdiğim gibi iyi bir yetimhaneye yerleştirdim. Yurt müdüründen de ara ara beni bilgilendirmelerini istedim.

 

O gün öğleden sonra Alessi'nin mahkemesi sonuçlanmıştı. Birçok suçtan yargılanmıştı ve tutuklu yargılanıp cezaevine sevk edilmişti. Uzun bir süre oradan çıkması imkansızdı.

 

Akşam olunca ise dün akşam yiyemediğimiz künefeleri yemeye gittik. Ozan Yasemin'i, Meriç Maya'yı ve Eren de bir şekilde Bahar'ı ikna edip getirmişti. Biz de Yusuf ve Elif'i getirmiştik. Yusuf'a da ailesini öldüren adamın yakalandığını söylemiştik. O adamın da içeriden çıkması imkansızdı. Uzun bir süre sonra ilk defa kendimi bu kadar huzurlu hissediyordum. Artık her şeyin yavaş yavaş yoluna girdiğini görebiliyorum ve bu beni inanılmaz mutlu ediyordu.

 

İlerideki kokoreççiyi görünce parmağımla Araf'ı dürttüm. "Araf canım kokoreç çekti." Bakışlarının bana döndüğünü hissettim. Sonra da bakışlarımı takip ederek kokoreççiye baktı.

 

"Bunu künefeden sonra niye söylemediniz komutanım? Hep birlikte yerdik." diyen Meriç'e baktıp omuz silktim.

 

"Siz yemeyin ben yerim." deyip Araf'a baktım. Kokoreç almak için ayağa kalkarken anında Soner konuştu.

 

"Zahmet olacak komutanım ama bana da alın kokoreç." Onun konuşmasının ardından hepsi bana da diye hep bir ağızdan konuştu.

 

"Zıkkım yiyin lan! Ne yiyecekseniz gidin alın kendiniz." diyerek yanımızdan ayrıldı Araf. Bana, Yusuf'a, Elif'e ve kendisine yaptırıp geldi.

 

Meriç hayal kırıklığıyla Araf'a bakıp ayaklandı. "Komutanım dedik bağrımıza bastık ama bir kokeriçi çok gördünüz." Bir mi? O da fark etmiş olacak ki düzeltti. "Tamam bir olmasa da birkaç kokoreç."

 

Araf söylenmeden edemedi. "Şu birkaç yıl boyunca iliğimi çürüttünüz Meriç. Siz geldiniz cebimde para kalmadı yemin ediyorum."

 

"Ama siz artık iki kişisiniz. Hem Cemre komutanım hem de siz eve para getiriyorsunuz. İki kokoreç mi çok."

 

Araf'ın "Bir kere de sen mi bize kokoreç ısmarlasan?" demesiyle Meriç etrafına baktı.

 

"Ben kendi kokoreçimi ve Maya'nın kokreçini alıp geleyim en iyisi." Onun U dönüşüne kahkaha attım. Konu kendi parası olunca anında susuyordu.

 

Herkes gidip kendisine kokoreç yaptırdı ve yedi. Şimdi ise tabura doğru yürüyorduk. İlk önce Yusuf ve Elif'i evine bırakacaktık. Daha sonra ise kızları bırakacaktık.

 

Araf kolunu omzuma atmış o şekilde önde ilerlerken Meriç'in koşarak yanımıza geldiğini gördüm. Bizimle birlikte yürürken başını öne doğru eğip bana baktı. "Ateş Parçası komutanım, az önce Maya'dan zayıflama çayı tarifi öğrendim. İsterseniz size de vereyim tarifi." Bakışlarını çok hafif çıkan karnıma indirdi. "Belki işinize yarar. Hem sanki bacaklarınız da şişmiş gibi. Sonra selülit mi ne diyorsunuz işte ondan olur, Araf komutanım beğenmez." Dudaklarımı sarkıtarak Araf'a baktım.

 

"Dalga geçiyor benimle." Bakışlarını bana çevirdi. Yanağıma dudaklarını bastırıp öptü.

 

"Bakma sen ona. Ben seni her halinle beğenirim." Omuz silktim. "Peki." deyip bakışlarını Meriç'e çevirdi. "Yarın törenden sonra timi topla güzel bir eğitim yapalım." Kendimi tutamadan kıkırdadım. Anında arkadan Meriç'e kızmaya başladılar.

 

"Yemin ediyorum alacağım elime iğne ipliği dikeceğim şu malın ağzını!" dedi Ozan.

 

"Bir dahaki operasyonda dağdan aşağıya yuvarlayalım da kurtulalım şundan." dedi Fatih.

 

Evet her şey eskisi gibiydi. İlk geldiğimde onların bu kavgalarını garipsemiştim ama o kadar kavgaya, o kadar laf sokmaya rağmen birbirlerini sevdiklerini anlamam da uzun sürmemişti. Şimdi de öyleydi aslında. Kavga ederler ama birbirleri için de canlarını hiçe sayardı hepsi.

 

Eskisi gibiydik. Ama daha kalabalık ve daha mutlu. Üzüldük, ağladık, güldük ve yine üzüldük ama yine mutlu olmayı başardık....

 

Selam nasılsınız?

 

Bölüm nasıldı?

 

Alessi'den tamamen kurtulduk ve finale çok yaklaştık...

 

En sevdiğiniz sahne?

 

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, kendinize iyi bakın🤍

Loading...
0%