Yeni Üyelik
40.
Bölüm

39.Bölüm "Tören Ve Eğitim"

@kitap__gezegeni1

Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayalım🦋

 

Keyifli okumalar✨️

 

 

 

39.Bölüm "Tören Ve Eğitim"

 

Heyecanlı bir şekilde aynanın karşısında durup kendimi incelemeye devam ettim. Son bir saattir sürekli üzerim düzgün mü değil mi diye aynanın karşısına geçip inceliyordum. Birazdan rütbe atlama töreni olacaktı. Küçük bir tören olacaktı ama heycanlanmadan edemiyordum. Sonuçta mesleğimde rütbe alıyordum, heyecanlanmamak elde değildi.

 

Odamın kapısı açılınca aynadan oraya baktım. Araf kapıyı kapatıp yanıma geldi. Arkadan bana sarılıp aynadan inceledi beni. "Çok güzel olmuşsun." diye mırıldandı.

 

Ona dönüp ellerimi omzuna koydum. Sanki omzunda toz varmış gibi omzunu silkeledim. "Sen de çok şık görünüyorsun." dedim. İkimizin de üstünde her zamanki üniformalarımız vardı. Birazdan rütbe atlama töreni olacağı için ikimizde heyecanlıydık.

 

Sağ elini kaldırıp gözümün önüne gelen bir tutam saçı kulağımın arkasına sıkıştırdı. Eli çeneme gitti ve hafif başımı yukarıya kaldı. Dudakları dudaklarıma temas etti. Ellerim boynuna giderken ona karşılık verdim.

 

Kısa bir öpücüğün ardından geri çekilip elini tuttum. "Yüzbaşım, isterseniz gidelim çünkü törenimize geç kalabiliriz." dedim.

 

"Buyurun, önden siz ilerleyin." dedi elini uzatarak. Ona gülümseyip önden ilerledim ve odamdan çıktım. Dışarıya çıkınca bizim timin kaldığı odadan sesler geldiğini duydum.

 

"Ne oluyor orada?" dedim Araf'a dönerek. Bilmiyorum anlamında omuz silkti, onların odasına doğru ilerledi. Odalarının kapısını açıp içeriye girince ben de peşinden gittim. Kapının ağzında durup göz ucuyla odayı kontrol ettim. Sonuçta hepsi erkekti, giyinmemiş olabilirlerdi. Görmemem gerek bir şey görmek istemiyordum.

 

Sorun olmadığını anlayıp içeriye girdim. Hepsi telaş içindeydi. Kimisi saçını tarıyor, kimisi aynaya bakma gereği duyumdan sakal traşı olmaya çalışıyordu. Biri parfümü üstüne boşaltırken biri postallarım nerede diye bağırıyordu. En garibi de Meriç'ti tabii.

 

"Üniformamın üstü yok! Çıplak kaldım." diye bağırdı. Üzerinde haki rengi bir tişört vardı, ranzada asılı üniformasını görmüyordu.

 

Yüzümdeki tebessümle oraya ilerledim. Heyecan yapmalarına güldüm. Birazdan hepimiz aynı da rütbe atlayacaktık. Meriç'in üniformasının üstünü alıp ona uzattım. "Al bakalım." dedim. Bana gülümseyip üniformasını aldı ve hızla üzerine geçirdi.

 

"Siz de olmasanız çıplak kalacaktım komutanım." Gülmeden edemedim. Üniformasını giyince duvarda aslı olan küçük aynanın karşısına geçip saçlarını düzeltti. Hazır olduğuna kanaat getirince Araf'ın yanına ilerledi.

 

"Komutanım mükemmel görünüyorsunuz." dedi. Ellerini Araf'ın gögsüne koyup eliyle düzeltti. "Yemin ediyorum kadın olsam dibim düşerdi size." Alt dudağımı ısırdım. Yalakalık mı yapıyordu o?

 

Araf onun ellerini çekip "Kalsın, Cemre'nin dibi düşse yeter." dedi. Meriç'in bakışları bana kaydı.

 

"Çok şıksınız komutanım." dedi beni incelerken. Hep üniformayla görüyordu zaten beni, şimdide öyleydim ama bugün yalakalık yapası gelmişti anlaşılan. "Sanırım zayıfladınız siz. Göbüşünüz küçülmüş gibi." Dudaklarımı birbirine bastırdım. Yalakalık yapacaksan Meriç'ten ders alacaksın bence. Bu işte usta.

 

"Komutanım çay, kahve getireyim mi size?" Araf'a sorduğu soruyla Araf başını iki yana salladı. "Başka bir şey getireyim." Yine Araf reddetti ama Meriç istikrarlı bir şekilde konuşmaya devam etti. "Valla olmaz. Bir şey isteyin de yapayım." Araf sabır çekerek yanıma geldi. Kulağıma eğilip fısıldadı.

 

"Derdi ne bunun?"

 

"Sanırım törenden sonra eğitim yaptırma diye tapıyor." diye açıkladım. Dudağının bir tarafı kıvrılırken Meriç'e döndğ..

 

"İstediğin kadar yakaladık ya ama eğitimden kaçışın yok." Meriç duyduğu sözlerle yüzündeki gülümsemeyi sildi. Dün bana laf atarken iyiydi ama şimdi eğitim yapmamak için kırk takla atmaya çalışıyordu.

 

"Ben de çok meraklıyım zaten size hizmet etmeye." deyip bakışlarını bana çevirdi. "Siz de hiç zayıflamışsınız komutanım. Hâlâ Göbüşünüz var. Hatta bir gün içinde kocaman olmuş." Kaşlarım çatılırken Araf'ın dediği şeyi duydum.

 

"Sen istediğini söyle. Sen konuştukça eğitim iki katına çıkacak." Ben gülmemek için kendimi sıkarken odanın içindeki timin hepsi yastığı alıp Meriç'e fırlattı.

 

Meriç ağlamaklı bir sesle "Valla ne yaparsanız, ne derseniz haklısınız. Ben bile bu lanet çenemden bıktım artık." dedi.

 

Bu çocuk asla akıllanmaz sanırım. Şu üç günlük ömrümde Meriç'i ne akıllanarak görürüm ne de ciddi görürüm.

 

"Oğlum en mutlu günümüzde bile sinir ediyorsun bizi ya!" dedi Ozan. "Valla sinirimin son demlerindesin. Az kaldı, dikeceğim o siktiğimin ağzını."

 

"Terbiyesiz!" diye bağırdı Meriç. "Ayıp ayıp, düzgün konuş. Hem komutanların var senin burada." deyip bize döndü. "Terbiye öğretemedim işte it oğlu ite." Derin bir nefes alarak dışarıya çıktım. Bunların kavgası da asla bitmez.

 

Araf da yanıma gelince elimi tuttu, birlikte bahçeye çıktık. Bütün askerler toplanmıştı, birazdan Erdem Yarbay apoletlerimizi takacaktı. Biz de askerlerin arasına girdik. Bizimkilerde de geldikten on dakika sonra bütün askerler sıraya dizildi. Biz de en önde sıraya geçtik. Erdem Yarbay karşımıza geçip uzun uzun konuşma yapmaya başladı. Heyecandan onun konuşmasını bile dinleyemedim. Alt tarafı apoletlerimiz ve rütbelerimiz değişecekti ama her seferinde heyecanlanıyordum. Bir şeyleri başardığımı hissediyordum. Her rütbe atladığımda bir şeyleri başardığımı hissediyordum ve bu çok güzel bir duyguydu. Üç yılı daha geride bıraktım diye düşünmeden edemiyordum.

 

Erdem Yarbayın konuşması son bulunca ona odaklandım. Eline bir tane apolet alıp "Araf Öztürk." dedi. Araf, Erdem Yarbayın yanına gidip karşısında durdu. Elleri iki yanında dururken baş selamı verip dik bir şekilde durmaya devam etti. Erdem Yarbay Araf'ın omzundaki apolet çıkardı ve Yüzbaşı olduğunu belirten apoleti taktı. Araf tekrardan Erdem Yarbaya baş selami verip yanımdaki yerine aldı. Bana biraz yaklaşıp elini elime değidirdi. Gülümsememek için kendimi sıkarken karşıma bakmaya devam ettim. Sıra bana gelmişti.

 

Erdem Yarbay benim ismimi söyleyince yanına gidip durdum, baş selamı verip "Üsteğmen Cemre Öztürk." dedim. Benim apoletimi değiştirmedi, çünkü kıdem atlamıştım sadece. Kıdem belirleyen bir apolet yoktu.

 

Erdem Yarbay elini uzattınca sıktım. "Tebrik ederim." deyince yine baş selamı verdim ve "Sağ ol." dedim birkaç küçük bir şeu3 daha dedikten sonra yanından ayrıldım. Eski yerime geçtikten sonra başta Fatih olmak üzere timin hepsi gitti ve Erdem Yarbay apoletlerini değiştirdi. Sadece benim gibi kıdem atlayanların apoleti değişmedi ama sonuçta biz de rütbe atlamıştık.

 

Küçük, nacizane bir törenin ardından askerler gelip tek tek hepimizi tebrik etti. Tören kısa sürmüştü ama askerlerin tebriği oldukça uzun sürmüştü. Sanırım taburda ki bütün asker ve komutanlar tebrik etmişti. Taburda normalde dört yüz ile dokuz yüz arasında asker vardı ve bunların neredeyse yarısının tebriğini almak yormuştu.

 

"Üsteğmenim?" Duyduğum yabancı sesle arkama baktım. Gördüğüm yüzle gülümseyip konuştum.

 

"Yüzbaşım." dedim. Bu tabura ilk geldiğim zamanlarda tim eğitim yaparken yanımıza gelen yüzbaşıydı bu. Elini uzatınca tutup sıktım.

 

"Tebrik ederim. Kıdem atlamışsın."

 

"Teşekkür ederim." Elimi bırakınca ellerimi iki yanımda serbest bırakıp ona bakmaya devam ettim.

 

"Aynı taburdayız ama sizin timi pek fazla göremiyorum. Meğersem üstün başarı sergileyerek rütbe atlama derdine düşmüşsünüz hepiniz." Yüzümde bir tebessüm oluştu.

 

"Aslında böyle bir derdimiz yoktu. Sizinle ilk tanıştığımda dediğiniz gibi, bela Gökbörü timini hiç yalnız bırakmadığı için görmemeniz gayet normal." Onun da yüzünde bir gülümseme oluştu. Bakışları sol elimdeki yüzüğe kaydı.

 

"Bu arada tebrik ederim." dedi bakışlarını yüzüne çevirerek. "Araf'la evlenmişsin. Düğününüze gelememiştim." Elimdeki yüzüğe bakıp konuştum.

 

"Eksik olmayın."

 

Bakışları taburun bahçesinde gezdindi. "Bu arada nerede o? Onu da tebrik edeyim." Bakışları tekrardan bana dönerken devam etti. "Malum aynı rütbedeyiz artık. Komutanlık taslayamayacağım ona." Bakışlarım bahçede Araf'ı ararken arkamda onun sesini duydum.

 

"Komutanlık taslamasanız bile bir ay sonra taslarsınız. Sizin de rütbe atlama zamanınız geliyor Yüzbaşım." Konuşmasının sonlarına doğru yanıma geldi ve elini belimde hissettim.

 

"O zaman bir ay boyunca tadını çıkar. Bir ay sonra yine komutanın olacağım." diye dalga geçti Yavuz Yüzbaşı. Onlar kendi arasında sohbet ederken ben de etrafıma baktım. O sırada elindeki çayla koştur koştur gelen Meriç'i gördüm. Sanırım yine Araf'a yalakalık yapacaktı.

 

Elindeki çayla yanımıza gelip Araf ve Yavuz yüzbaşının arasına girdi. Yavuz Yüzbaşıya bakıp "Yüzbaşım." dedi, bakışları bu sefer de Araf'a kaydı. "Yüzbaşım." dedi ona da. Elindeki çayı gösterip konuşmasına devam etti. "Size çay getirdim." Bakışları tekrardan Yavuz Yüzbaşına kaydı. "Kusura bakmayın komutanım. Sizin de burada olduğunuzu bilseydim size de getirirdim." Şimdi de bana baktı. Bu çocuğun başını dönmedi mi ya? Bir ona bir buna bakıp duruyor.

 

"Cemre komutanım." dedi büyük bir sevinçle omzundaki apoleti gösterdi. "Ben artık Başçavuş değilim. Kıdemli Başçavuş oldum ben. Hadi alkışlayın beni." Sevinci gözlerinden bile belli oluyordu.

 

"Eh artık Başçavuş olmadığına göre komutanların rütbenle seslenince korkmazsın." diye alay ettim. Anında başını iki yana sallayarak reddetti.

 

"Valla korkarım. Hangi rütbede olursam olayım komutanım bana rütbemle seslenince korkarım. Çünkü rütbe resmiyet işaretidir benim için." Ne çekti bu çocuk rütbesinden ya. Kıdem atladı hâlâ korkuyor rütbelerden. "Bu arada siz ne yaptınız kendinize? Çok güzel görünüyorsunuz." Ah bu çocuğun yalakalığı öldürecek bir gün beni. Birazdan bütün iltifatları geri almazsa ben de bie şey bilmiyorum.

 

"Yine ne yaptı bu da yalakalık yapıyor?" Yavuz Yüzbaşının sorduğu soruyla alt dudağımı ısırdım. Valla bütün tabur anlamıştı bunu. En ufak bir şeyde yapmaması gerektiği bir şeyi yaptığını alıyorlardı.

 

"Karşısında komutanları yokmuş gibi davranmaya devam ederse daha çok yalakalık yapar." Yavuz Yüzbaşı Araf'a gülüp kendinden emin bir sesle konuştu.

 

"Ama sen baştan buna Fedai lakabını takarak hata yaptın. Biz sana geveze koy demiştik."

 

Meriç varlığını hatırlatmak için hafif boğazını temizledi. "Ayıp oluyor ama. Bari arkamdan konuşun da duymayayım ben."

 

Yavuz Yüzbaşı elini onun omzuna koyup sıktı. "O dedikoduya girer oğlum. Böylesi daha iyi."

 

"Hiç inanmadım ama neyse." diyerek elindeki çayı Araf'a uzattı. "Buyurun komutanım."

 

Araf çayı almak için için uzanırken konuştu. "Ne yaparsan yap bugün eğitimden kaçışınız yok Meriç." demesiyle Araf çayı almadan Meriç hızla geri çekti.

 

"O zaman hiç kusuruma bakmayın ama siz de gidin çayınızı kendiniz alın bir zahmet." deyip arkasını döndü, gitmeden önce bana bakıp "Siz de çok çirkin olmuşsunuz komutanım." demeyi ihmal etmedi. Ama ben demiştim. Yalakalığı işe yaramazsa ettiği iltifatları bir bir geri almasını bilir diye.

 

Meriç arkasını dönüp bir adım atmıştı ki Araf "Başçavuş!" diye seslendi. Meriç çivi gibi yerinde çakılı kalırken gerildiğini hissettim. Yavuz Yüzbaşıyla gülmemek için kendimizi sıktık. Bir yandan Meriç'in bu huyuna gülüyorum ama bir yandan da acımadan edemiyorum.

 

Meriç yavaşça bize döndü. "Yüzbaşım." dedi Araf'a bakarak.

 

Araf gözleriyle çayı gösterdi. "Çayı ver öyle git." Meriç hızla başını sallayıp az önce vermediği çayı hemen Araf'ın eline tutuşturdu. Şu anki bu hali çok komikti.

 

"Siz isteyin ben semaveri sizin ayağınıza getiririm." diye yine yalakalık yaptı.

 

"Yalakalığı bırak da eğitim için timi topla." Araf'ın komutanıyla Meriç'in gözünde bir korku belirdi.

 

"Etmeyin komutanım. Valla eğitim için ben o itlere..." deyip duraksadım, hafif boğazını temizleyip devam etti. "Yani arkadaşlarıma hazırlanın desem hepsi beni kurşuna dizer. Rütbe töreninden hemen sonra eğitim yapmak nedir? Kaçmıyoruz ya biz." Valla acıyorum ya. Hak ediyor ama acımadan da edemiyorum işte.

 

Araf hiç oralı bile olmadı "On dakika içinde hepinizi eğitim sahasında bekliyorum Başçavuş." Meriç boynu bükük bir şekilde bize sırtını döndü ve oldukça yavaş bir şekilde ilerlemeye başladı. Bir yandan da söylenmeyi ihmal etmedi tabii.

 

"Allah'ım, sen bu aciz kulunun ne zaman belasını vereceksin? Valla isyan etmek istemiyorum ama ben bile kendimden bıktım ya. Çevreme bol bol sabır ver." Kendimi daha fazla tutamadan onun haline güldüm. Benimle birlikte Araf ve Yavuz Yüzbaşı da güldü.

 

"Sen ne kadar eğitim yaptırsanda başta Meriç olmak üzere hiçbirinin akıllanmayacağını biliyorsun değil mi?" Yavuz Yüzbaşının dedikleriyle ona baktım. Meriç'e bakarak kurmuştu bu cümleyi.

 

"Akıllanacak olsalar şimdiye akıllanırlardı zaten. Ama ceza vermeyince iyice tepeme çıkıyorlar. Küçük bir cezadan zarar gelmez." diye açıkladı Araf.

 

"Bari rütbe törenindenden hemen sonra yapma. Yazık çocuklara." Anlaşılan Yavuz Yüzbaşı da acımıştı onlara.

 

"Yarım saatten zarar gelmez." demekle yetindi Araf. Bir süre daha konuştuktan sonra Yavuz Yüzbaşı yanımızdan ayrıldı.

 

Araf'la yalnız kalınca ona döndüm, elimi omuzlarına koydum. Omzundaki apoletine baktım. "Demek artık kıdemli Üsteğmen Araf Öztürk değil, Yüzbaşı Araf Öztürk oldun." O da benim gibi ellerini omzuma koydu.

 

"Demek artık Üsteğmen Cemre Öztürk değil, Kıdemli Üsteğmen Cemre Öztürk oldun." Benim gibi konuşmasına kıkırdadım. Gülüşümü duyunca dudaklarıma doğru yaklaştığını gördüm. Göz ucuyla taburun bahçesine bakıp hızla ittim onu.

 

"Saçmalama." dedim dişlerimin arasından. "Askerler var bahçede. En önemlisi komutanlarımız var."

 

O da bahçeye bakıp bana döndü. Sağ elini kaldırdı ve işaret parmağıyla baş parmağının arasında küçük bir boşluk bıraktı. "Küçük bir öpücük alacaktım sadece." Kaşlarımı hayır anlamında kaldırdım. "Küçük bir buse sadece." diye ısrar etti.

 

"Hayır Araf. Nerede olduğumuzu unutma."

 

"Tamam bari yanağından öpeyim." Başımı hayır anlamında iki yana salladım. Anında kaşları çatıldı. "O niye hayır ya? Alt tarafı dudağımı yanağına değdirip geri çekileceğim." Alt dudağımı ısırdım, gülmemek için kendimi sıktım. Çocuk gibi davranıyordu şu anda.

 

"Dişleme şu dudağını." dedi ters ters bana bakarak. "Böyle yapınca daha çok öpesim geliyor." Gözlerim şaşkınlıkla açılırken onu takip eden gözlerim de iri iri oldu.

 

"Bence biz eğitim yapmaya gidelim. Yoksa sen beni bütün askerlerin önünde rezil edeceksin." deyip arkamı döndüm ve eğitim sahasına doğru ilerledim. O da anında yanıma geldi.

 

"Bence öncesinde odaya geçelim." Beni utandırmaya yemin etmişti sanırım.

 

"Araf!" deyip omzuna bir tane geçirdim. Gülerek dudağını yanağıma bastırdı. Benim bir şey dememe kalmadan anında geri çekildi.

 

"Ne yapayım kızım. Öptürmüyorsun. Odaya geçince rahat rahat öpeyim bari."

 

"Araf sus ve yürü lütfen." dedim ve onu hiç dinlemeden ilermeye devam ettim. Taburun eğitim sahasına giderken askerlerin olmadığı bir yerde Araf belimden tutup durdurdu beni. Sırtımı yanımızdaki ağaça yasladı ve ben daha ne olduğunu bile anlayamadan dudaklarımda onun dudaklarını hissettim. Gözlerim irice açılırken Araf öpüp geri çekildi.

 

"Öpeceğim diyorsam öperim." dedi ve bir kez daha dudaklarıma dudaklarını bastırdı. Dudaklarımda onun dudaklarını hissederken güldüm ve yavaşça omzuna vurdum. O da gülerek geri çekildi.

 

"Bak biz ne zaman taburda yakınlaşsak bizimkilere basılıyorız." dedim, etrafıma baktım. "Yine yakalayacaklar bizi."

 

Ellerini belime koyup yanağıma küçük bir buse kondurdu. Neyse ki ne bizimkiler ne de askerler yoktu burada. "Onlar şimdi Meriç'e sövmekle meşguldür. Bizi basamazlar yani." Bir kez daha dudaklarıma yaklaşınca öpmesine izin vermedim.

 

"Olabilir ama bu taburda dokuz yüze yakın asker var ve birine yakalanma şansımız çok yüksek." deyip kollarından çıktım. Onun elinden tutup peşimden çekiştirerek gelmesini sağladım.

 

"Bu taburda bize rahat yok. En iyisi biz bir lojman tutalım." Omzumun üstünden ona bakıp gülümsedim.

 

"Sence orada bize rahat verirler mi?" Timden bahsettiğimi anlaması uzun sürmedi.

 

"Biz bence tayinimizi isteyip bu manyaklardan kurtulalım. Anca o zaman rahat ederiz."

 

"Bu dediğini duymasınlar valla sana küserler." dememle arkamda bir ses duydum.

 

"Ben küstüm bile." Başımı çevirip bakınca bunun Soner olduğunu anladım. Diğerleri de yanındaydı. Az illerimizde, yanımıza doğru geliyorlardı. Umarım az önceki yakınlığımızı görmemişlerdir.

 

"Sizce siz tayininizi isteseniz biz de isteyip peşimizden gelmez miyiz?" dedi Fatih. Takıldıkları nokta bu olduğuna göre az önceki yakınlığımızı görmemişlerdi. Yoksa direkt o konu hakkında konuşurlardı.

 

"Bela mısınız oğlum siz bana? Yemin ediyorum rahat yok." diye söylendi Araf.

 

Ozan yüzüne bir gülümseme kondurup "Tatlı bela ama değil mi?" dedi. Gülmemek için kendimle savaş verirken dayanamadım ve bir kahkaha patlattım.

 

"Bir an karşımda kız var sandım lan." dedi Eren gülmelerinin arasında. Hepsi gülüyordu ama bir tek Meriç gülmüyordu. Konuşmaya da dahil olmamıştı.

 

"Senin neyin var?" dememle bana baktı. Omuz silkti.

 

"Bugünlük susmayı deneyeceğim." Nedense hiç susabileceğine inancım yoktu.

 

"Ne zaman karar verdin buna?" diye sordu Fatih.

 

"Şu an, şu dakika karar verdim. Birazdan eğitim başlayacak ve ben eğitimin süresinin uzamasını istemiyorum." Yazık ya, umarım Araf acır da kısa bir eğitim yaptırır.

 

"Madem çok heveslisiniz eğitim yapmaya gidelim." dedi Araf ve ilerimeye başladı.

 

"Bu çocuk konuşmadığında bile başımıza bela açıyor ya." diye söyledi Eren ve Araf'ın peşinden gitti.

 

Meriç isyankar bir sesle "Yemin ediyorum ne yapsam gözünüze batıyor." deyip o da gitti. Mecbur geriye kalan bizler de peşine takıldık. Eğitime Araf ve bende katılacaktık. Araf'ın emriyle ilk önce şınav, sonra mekik, sonra da barfiks çektik. Bu ısınmaydı, ısınma bitince eğitim sahanasına geçtik. Karşımızda bir parkur vardı, birçok engel vardı ve hepsini tek tek tamamlayacaktık.

 

Hepimiz ip gibi yan yana dizildikten sonra Araf'ın komutuyla parkura giriş yaptık. Hepimiz bir süre dümdüz parkurda koştuk. Daha sonra karşımıza merdiven çıktı. Herkes karşısındaki verdivene tırmanmaya başladı. Merdivenin sonuna gelince karşıya geçip aynı merdivenin tersinden aşağıya indik. Merdivenin ortasında aşağıya atlayınca duraksadım. Başım dönmüştü.

 

Birkaç saniye durduktan sonra devam ettim. Bu sefer karşıma ipli parkur çıktı. Yere yüz üstü uzanıp süründüm, üstümde örgülü ip vardı. Gözüme giren tozdan dolayı gözlerimi kapatarak ilerledim. İpli parkurun sonuna gelince gözlerimi açıp ayağa kalktım. Başımın dönmesi hâlâ geçmemişti. Gözlerimi birkaç defa açıp kapatarak gözümün önündeki karartının geçmesini bekledim. Geçince yine kaldığım yerden devam ettim. İlk seferine göre bu sefer daha yavaş ilerliyordum.

 

Karşıma çıkan devasa duvara gelince aşağıya sarkan iplerden birini tutup kendimi yukarıya çektim. Ayaklarımla da duvardan destek alıyordum.

 

Daha duvarın yarısına bile gelmemişken ellerimdeki gücün çekildiğini hissettim. İp ellerimden kayarken aşağıya, ayaklarımın üstüne düştüm. Gözlerim iyice kararırken başım daha çok döndü. Olduğum yerde senledim. Ayakta durmak için yanımdaki duvara tutunmaya çalıştım ama olmadı. Yere doğru düşerken Araf'ın sesini duydum. "Cemre!" Son hatırladığım yere düşüşün oldu.

 

*

*

*

 

ARAF ÖZTÜRK

 

Duvara tırmanırken Cemre'yi merak edip ona baktım. Duvara tırmananların arasında göremeyince yere baktım. Yerde ayakta sendelediğini görünce istemsizce bağırdım. "Cemre!" Ben daha ne olduğunu anlayamadan yere düştü ve gözleri kapandı.

 

Çıktığım duvardan aşağıya atlayıp Cemre'nin yanına koştum. Başını dizime koyup yüzüne hafif hafif vurdum ama bir tepki vermedi. Elim boynuna gitti, nabzını kontrol ettim. Kalbi atıyordu.

 

"Cemre komutanım." Ozan'ın Cemre'ye seslenmesiyle ona baktım. Hepsi başımıza toplanmıştı.

 

"Yasemin'i çağır Ozan."

 

"Yasemin izinli bugün." Harika! Burnumdan keskin bir soluk alıp Cemre'yi kucakladım. Cemre'yle birlikte hızlı adımlarla yürürken onlara seslendim.

 

"Biriniz arabayı hazırlasın." Fatih koşarak önden ilerlerken ben de elimden gelince hızlı yürümeye çalışıyordum.

 

Taburun bahçesine gelince bizi gören birçok asker soru sormaya başladı ama hiçbirine cevap vermedim. Tek derdim bir an önce Cemre'yi hastaneye götürmekti. Umarım ciddi bir şeyi yoktur.

 

Tam Fatih'in getirdiği arabaya binecekken Erdem Yarbayın geldiğini gördüm. "N'oldu Cemre'ye?" Ben ona cevap vermezken bizimkiler durumu açıklamaya başladı. Ben de vakit kaybetmeden arabaya bindim. Fatih gaza basarken Cemre'yi uyandırmaya çalışıyordum.

 

"Fatih dörtlüleri yak kornaya bas! Geç şu arabaları." dedim Cemre'yi uyandırmaya çalışarak. Fatih dediğimi yaparken Cemre hiçbir şekilde tepki vermedi.

 

Birden bire ne olmuştu böyle? Yarım saat öncesine kadar hiçbir sorun yoktu. Acaba eğitimi mi fazla abarttım? Ama hep yaptığımız eğitim bu. Hatta daha yarısını bile yapmışlığımız var. O halde ne oldu? Niye bayıldı? Allah'ım sen bana yardım et. Kafayı yemek üzereyim!

 

"Komutanım sakin olun." diyen Fatih'i duydum. "Geldik sayılır hastaneye." Tabur hastaneye çok yakın sayılmazdı. Anlaşılan trafiği umursamadan arabayı sürmüştü Fatih.

 

Beş dakika sonra hastaneye gelince arabadan inip kucağımdaki Cemre'yle acile girdim. Kucağımdaki Cemre'yi gören birkaç hemşire sedye getirdi. Doktor da gelince onu bir odaya götürdüler. Doktor odaya girmeden önce "Neyi var hastanın?" diye sordu.

 

"Bilmiyorum, bir anda bayıldı." Doktor aldığı cevapla içeriye girerken koridorda bir sağa bir sola ilerlemeye başladım. Ben volta atarken Fatih de geldi, onun arkasından diğerleri de geldi ve hep birlikte doktorun çıkıp bir şeyler demesini bekledik. Odadan birçok hemşire çıkıp girdi ama bir şey diyen olmadı. Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama doktor sonunda çıktı.

 

"Neyi varmış? İyi mi şimdi?" dedim yanına giderek.

 

"Merak etmeyin Cemre Hanım gayet iyi." dedi. İşte şimdi rahatlamıştım. Bir şeyi yoktu. "Yorgunluktan bayılmış. Serum bağladık. Her ihtimale karşı da test istedik, test sonuçları çıkınca yine sizi bilgilendireceğiz."

 

"Görebilir miyim peki?" Doktor onaylayınca Cemre'nin kaldığı odaya girdim. Serum bağlanmıştı ve hâlâ uyanmamıştı.

 

Odanın içindeki sandalyeyi yatağın yanına getirip oturdum. Yüzüne gelen saçları çektim. Elim bir süre yüzünde gezdikten sonra serum bağlanan elini tuttum. Avuç içini çevirip öptüm. Arkama yaslanıp elini bırakmadan bekledim.

 

Tam her şey yoluna girmişken ona bir şey olacak diye korkmuştum. Neyse ki iyiydi. Bir şey olmamıştı. Keşke eğitim diye tutturmasaydım. O zaman bayılmazdı.

 

Cebimdeki telefon çalınca ayağa kalkıp odanın penceresine ilerledim. Arayan numaraya bakıp açtım. "Buyurun komutanım." Arayan Erdem Yarbaydı.

 

"Cemre nasıl Araf? Neyi varmış?" Anlaşılan o da merak etmişti.

 

Bakışlarımı Cemre'ye çevirip cevap verdim. "Yorgunluktan bayılmış. Test sonuçlarını bekliyoruz şimdi."

 

"Tamam, beni haberdar edin. Bugün de izinlisiniz." Yarbayı onaylayıp telefonu kapattım. Tekrardan Cemre'nin yanına geçtim. Elini yine ellerimin arasına alıp bekledim. Bir süre sonra elimin arasındaki eli hareketlendi. Bakışlarım anından yüzüne çıktı. Gözlerini aralamaya başladı.

 

"Cemre? İyi misin?" Kısık gözlerle bana baktı. "İyi misin güzelim?" Sorumu yineledim.

 

"Araf." dedi kısık sesle. Etrafına baktı. "Ne oldu! Neredeyiz?"

 

Yatağın kenarına oturup elimi yüzüne götürdüm. "Bayıldın, hastanedeyiz şimdi." dedim yüzünü okşayarak.

 

"Niye bayılmışım?" Yeni uyandığı için sesi kısık çıkıyordu.

 

"Yorgunluktan dedi doktor. Birazdan test sonuçları da çıkar." Anladığını belirtmek için gözlerini kapatıp açtı. Yüzündeki elimi tutup öptü.

 

"Susadım ben." deyince komodinin üstündeki sürahiden su doldurdum. Başını kaldırıp bardaktaki suyu içirdim. Suyu içtikten sonra ayağa kalkıp konuştum.

 

"Bizimkilere haber vereyim. Onlar da merak etti." dedikten sonra dışarıya çıkıp onlara haber verdim. Sonra tekrardan Cemre'nin yanına geçtim. On dakika sonra da doktor geldi.

 

Cemre'yi muayene edip test sonuçlarının yazılı olduğu dosyayı aldı. Dosyayı inceleyip Cemre'ye döndü. "Bu dönemlerde daha dikkatli olmalısınız Cemre Hanım. Kendinizi bu kadar yormanız doğru değil." Anlamayarak Cemre'ye baktım, onun da benden bir farkı yoktu. O da doktorun dediğini anlamıştı.

 

"Hangi dönemden bahsediyorsunuz?" dedim. Doktor test sonuçlarına bir kez daha baktı ve bana döndü.

 

"Hamilelik dönemi." demesiyle kal gelmiş gibi kalakaldım. Bakışlarım Cemre'ye kaydı, biliyor muydu o? Şaşkın bakışlarından anladığım kadarıyla o da benimle birlikte öğreniyordu.

 

Cemre üzerindeki şaşkınlığı atmaya çalışarak konuştu. "Hamilelik derken?"

 

"Hamile olduğunuzdan haberiniz yok muydu?" dedi doktor. Bizim şaşkın halimizden bunu çıkarmıştı.

 

Cemre düşünceli bir sesle "Herhangi bir belirttim yoktu." dedi. Eli karnına gitti. "Sadece biraz kilo aldığımı düşünüyordum. Onun dışında hamile olduğuma dair bir belirttim olmadı. İlk hamileliğimde böyle olmamıştı. Emin misiniz hamile olduğumdan." Kesin sonuca varmadan sevinmek istemiyordu. Onun içinde zordu. Çok iyi anlıyordum. Aylar öncesinde sevinci kursağında kalmıştı. Daha bebeğimizi kucağımıza bile alamadan kaybetmiştik ve şimdi yine sevinci kursağında kalsın istemiyordu.

 

"Test sonucuna göre hamilesiniz. Ayrıca her gebelik bir geçmez. Hamileliğini şans eserim öğrenen birçok anne adayımız oldu. Herhangi bir belirtinizin olamaması normal ama isterseniz sizi kadın doğum uzmanına yönlendirebilir. O daha ayrıntılı bilgilendirir sizi." Cemre hâlâ üzerindeki şaşkınlığı atamazken ben doktoru onayladım. Doktor çıkınca yatağın kenarına oturup Cemre'ye baktım, o da bana baktı. Bir süre öylece boş boş baktıktan sonra birden kahkaha atmaya başladı. Neye güldüğünü bilmeden ben de güldüm. Gülmelerinin arasında ellerini yüzüme koydu.

 

"Hamileyim." dedi titrek bir sesle. "Baba olacaksın." Onun mutluluğu bana gerçekten göğsüme çekip sıkıca sarıldım.

 

"Anne olacaksın." dedim ben de. Kendi mutluluğumuzdan önce yine birbirimizin mutluluğunu düşünmüştük. Mesleki bir deformasyondu sanırım.

 

Cemre'yi geri çekip yüzüne baktım. Gözleri dolmuştu. Bunun mutluluktan olduğunu anladım. Dolu gözlerinden bir damla yaş aktı, onu takip eden yaşlar hiç gecikmedi. Tekrardan gögsüme çekip sıkıca sarıldım. Ağlamasına bir şey demedim. Sonuçta mutluluktan ağlıyordu. Umarım bundan sonra hep mutluluk gözyaşlarımız olurdu.

 

Cemre'nin serumu bitene kadar bekeledik, bittikten sonra kadın doğum doktoruna çıktık. Bizimkilerin neden kadın doğum doktoruna çıktığımızdan haberi yoktu. Henüz onlara söylememiştik. Daha üzerimizdeki şaşkınlığı atabilmiş sayılmazdık.

 

Sıra bize gelince Cemre'yle birlikte doktorun odasına girdik. Cemre sedyeye uzanırken doktor karnına şeffaf bir jel sürdü. İlk hamileliğini öğrenmeye gittiğinde yanında ben yoktum. Ama artık her anında ben de yanında olacaktım.

 

Doktor elindeki cihazı Cemre'nin karnında gezidirince bakışlarım monitöre kaydı. Cemre de uzandığı yerden baktı. "Nasılmış? İyi mi durumu? Kaç haftalık hamileymişim?" Cemre sorularını ard arda sıralarken doktor ona gülümsedi. Cihazı biraz daha karnında gezdirdikten sonra Cemre'ye peçete verdi. Cemre karnındaki jeli silerken doktor da onun sorularını cevapladı.

 

"Bebeklerinizin durumu gayet iyi. Beş haftalık hamilesiniz." Anlamsız bir yüz ifadesiyle doktora baktım. Bebekler derken?

 

"Anlamadım?" dedi Cemre. "Bebekler derken neyi kastettiniz?" deyip doğruldu. "Ayrıca dört haftalık için karnım fazla büyük değil mi? Sanki beş haftalık değil de sekiz, on haftalık hamileymişim gibi karnım büyük."

 

Doktor Gülümseyip tekrardan konuştu. "Bebekler dedim çünkü bir değil iki bebeğiniz olacak. Bebekler ikiz, şu anda iki kese görüyorum. İkiz oldukları içinde karnınızda bir değil iki can taşıyorsunuz ve bu yüzden biraz daha büyük duruyor karnınız." Şaşkınca doktora bakarken dediklerini idrak etmeye çalışıyordum. İkiz mi demişti?

 

Cemre'ye baktım, benden bir farkı olmadığını gördüm. İkiz bebeklerimiz mi olacaktı şimdi?

 

Selam nasılsınız?

 

Bölüm nasıldı?

 

Ve Cemre yine hamile...

 

Ama bu sefer ikizlere.

 

En sevdiğiniz sahne?

 

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, kendinize iyi bakın🤍

 

Loading...
0%