Yeni Üyelik
42.
Bölüm

41.Bölüm "Nezarethane Ve Yeni Ev"

@kitap__gezegeni1

Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayalım🦋

 

Keyifli okumalar✨️

 

 

41.Bölüm "Nezarethane Ve Yeni Ev"

 

Elimdeki çayı yudumlarken etrafıma baktım. Masa başındaki memurlar karşılarındaki bilgisayardan başlarını kaldırmıyordu. Herkes işinin başındaydı ve ben burada oldukça sıkılmıştım.

 

"Cemre Hanım?" Birinin bana seslenmesiyle başımı kaldırıp bana seslenen memura baktım. "Buyurun, görebilirsiniz." deyince elimdeki çayı bırakıp hızla ayağa kalktım. Sonunda.

 

İki saattir karakoldaydım ve Araf'ları bir türlü görmemiştim. Onlar kavga ederken sokağın başında görünen kırmızı mavi ışıklardan sonra polisler hepsini toplayıp karakola getirmişti. Bizimkilerin asker olduklarını öğrenince serbest bırakacaklardı ama karşı taraf onlardan şikayetçi olunca serbest kalamamışlardı. Ne kadar hukuk, adalet adına çalışsakta bizlerin suç işlemesine, kavgaya karışmasına hakkı yoktu. O yüzden bizler de nezarethaneye girebiliyorduk.

 

Polis memuruyla birlikte Nezarethanelerin olduğu yere geldik. Demir parmaklıkların yanından geçerken Araf'ı, timi ve kızları aramaya başladım. Bir süre gittikten sonra yan yana nezarethanelerde onları gördüm. Polis memurunu geçip hemen Araf'ın bulunduğu Nezarethanenin demirlerini tuttum. "Araf." dememle yerdeki bakışlarını kaldırdı ve bana baktı. Göz göze gelince oturduğu tahta bankta kalkıp yanıma geldi, ellerini demir parmaklıklara uzatıp benim ellerimi tuttu.

 

"İyi misin güzelim?" Endişeli bir şekilde sordu ama cevap vermemi beklemeden başka bir soru sordu. "Bebeklerimiz nasıl? Üçünüz de iyisiniz değil mi?" Gülümseyip ellerini öptüm.

 

"Biz iyiyiz ama..." deyip hem ona hem time hem de kızlara baktım. "Sizler pek iyi değil gibisiniz. Erdem Yarbayı aradım. Buraya gelir gelmez çıkacağınızdan emin olabilirsiniz."

 

Ellerimden birini bırakıp yüzüme koydu. Başımı eline yasladım. "Merak etme bizi, biz iyiyiz burada." deyip arkasına baktı. "Gördüğün gibi." demesiyle gülecek gibi oldum çünkü Araf hariç hepsi sızıp kalmıştı.

 

Meriç tahta banklardan birinde uzanırken oraya nasıl sığdığını anlayamadığım Soner de onun yanına zor bela uzanmıştı. Biri tahta bankın bir ucunda, diğeri bir ucundaydı ve bu yüzden ayakları birbirinin kafalarının yanındaydı. Hatta Meriç'in ayağı Soner'in burnunun dibinde olduğunu söyleyebilirim. Sanırım kokudan dolayı Soner de ara ara burnunu oynatıp nefes alıyordu ve yüzünü buruşturuyordu ama uykusundan ödün vermiyordu.

 

Diğer tarafta bankın birine Fatih uzanmıştı. Neyse ki o tek başındaydı ama onun da burnunun dibinde bir ayak vardı. Yer olmadığı için Eren yerde uzanmış rahat edebilmek için de ayağını Fatih'in uzandığı banka uzanmıştı ve ayağı şu anda Fatih'in burnunun dibindeydi.

 

Yine yer olmadığı için Ozan da Eren'in yanına, yere uzanmıştı. Rahat etmek içinde yastık niyetine Eren'i kullanmıştı. Başını Eren'in gögsüne koymuş uyuyordu. Ara sıra elini Eren'in yüzüne koyup okşayarak "Yasemin." diyordu. Tabii Eren'in de ondan bir farkı yoktu. O da Ozan'ın kısa saçlarına dokunup "Bahar." diyordu.

 

Araf'ın burada delirmemesi mucizeydi.

 

Kızlara değinmiyorum bile. En azından erkeklerden daha iyi durumdaydılar. Onların hepsi bir köşeye toplanmış birbirlerine sarılarak sızıp kalmışlardı.

 

"Telefonum yanımda olsaydı bu manzarayı çekip kırk yıl onlarla dalga geçerdim." dedim gülerek.

 

"Al buradan çek." diyen bir ses duyunca yan tarafına baktım. Erdem Yarbayı görünce Araf'ın elini bırakıp dik bir şekilde karşısında durdum. Erdem Yarbay hâlâ telefonu uzatınca başımı iki yana salladım.

 

"Yok komutanım." dedim ama ısrarla uzatmaya devam etti.

 

"Al al, bunlar bu sefer dalga geçilmeyi hak etti. Hep onlar eğlenecek değil, biraz da biz eğleniriz." deyince gülüp elinden telefonu aldım ve hem kızları hem de erkekleri çektim. Erdem Yarbaya telefonu geri uzatırken kaşlarını çatarak Araf'a baktığını gördüm.

 

"Hadi bunları anlıyorum." dedi, kızlara baktı. "Hadi kızları da anlıyorum ama senin burada ne işin var Araf?" Yüzümdeki sırıtışla Araf baktım. Bir anlığına bana bakınca gözlerimle Erdem Yarbayı gösterdim. Hadi açıkla demek istemiştim.

 

Araf, Erdem Yarbaya dönerken mahçup görüyordu. Hâlbuki kavga ederken hiç de mahçup değildi ama neyse. "Ben sadece ayırmaya gitmiştim." dedi sadece.

 

"Ayırmaya gittin ama bir iki tane de Ben çakayım da içimde kalmasın mı dedin?" Erdem Yarbayın dediğiyle bir an gülecek gibi oldum ama kendimi sıktım.

 

"Yok komutanım. Ayırırken içlerinden biri karıma laf atınca şalterler bende attı." Bunu söylerken sinirli gibiydi ama Erdem Yarbay olduğu için sinirini bastırıyordu.

 

"Az kaldı, bir gün bu Gökbörü timi yüzünden benim de şalterler atacak." deyip bana baktı. "Aranızda sen ve Cemre'den başka akıllı yok diye düşünürken tek akıllının Cemre olduğunu anladım." Erdem Yarbay tekrardan Araf'a dönerken benim gögsüm kabardı. Gururlanmadım değil yani.

 

Araf göz ucuyla bana bakınca gülecek gibi oldu ama kendinsini sıktı. Onu umursamayıp çaktırmadan saçlarımı savurdum. Bu hareketime dudağının bir tarafı kıvrıldı. Ağır ağır başını salladı. Sorarım ben sana demeye çalışıyordu.

 

"Bunlar uyuyor mu sızdı mı?" Erdem Yarbayın sorusuyla bizimkilere baktım. O kadar içmişlerdi ki hiç de uyuyor gibi değillerdi. Oldukları yerde sızıp kalmışlardı.

 

"Sızdılar." Araf'ın cevabı üzerine Erdem Yarbay yanından ayrılıp kızların ve erkeklerin kaldığı parmaklıkların ortasına geçip durdu. Hafif boğazını temizleyip yüksek bir şekilde konuştu.

 

"Koğuş kalk!" Otoriter sesini duyunca ben bile hazır olda duracaktım valla. Sadece erkekler değil kızlarda Erdem Yarbayın otoriter ve kalın sesini duyunca yattıkları yerden sıçrayarak kalktı ve olup biteni anlamadan hepsi birbirine çarparak ayağa kalktı ve dimdik durdu. Hatta uyku sersemiyle sağ ellerini de alınlarına koyup selam durdular. İşin komik yanı kızlar bile selam durmuştu. Hadi Bahar asker, selam durması garip olmadı ama Yasemin'le Maya'yı görünce bir an gülesim gelmişti.

 

Selam durmanın hemen ardından hepsi etrafına bakmayı akıl edebildi. Herkes etrafına bakarken Soner sersem bir şekilde "Ne oluyor ya?" dedi.

 

"Oğlum ben rümyamda Erdem Yarbayın sesini duydum da selam durdum ama size ne oluyor?" diyen Fatih'le gülecek gibi oldum. Sanırım rüye gördüğünü sanıyordu.

 

Meriç'in "Niye kaldırdınız beni?" demesinin ardından sağ tarafa doğru düştüğünü gördüm. O en sonda olduğu için düşmenin etkisiyle diğerlerine çarptı ve hepsi densegisni sağlayamayıp ilk baştaki Eren'in üstüne yığıldı. Meriç düşmeyi hiç umursamadan "Uykum geldi." deyip altındaki Ozan'a sarıldı ve gözlerini kapattı.

 

"Ananıza küfür etmemi istemiyorsanız üstümden kalkın lan! Siz kendi kilonuzdan haberiniz var mı?" dedi Eren can çekişir gibi. "Pestilim çıktı altınızda. Bir de hepiniz yığıldınız üstüme!"

 

Erdem Yarbay varlığını hatırlatmak için boğazını temizledi. Meriç hariç hepsinin bakışları ona kayarken hızla ayağa kalmaya çalıştılar. Hepsi ayağa kalkınca altta kalan Meiç buz gibi yere uzanmak zorunda kaldı. Tek gözünü açıp time baktı ve "Ne dikiliyorsunuz oğlum?" dedi. Hepsi gözleriyle yanımdaki Erdem Yarbayı gösterince kısık gözlerle buraya baktı. Erdem Yarbayı görmesiyle kısık gözleri açıldı ve hızla ayağa kalktı. Sonunda herkes ayılmıştı.

 

"Ne işiniz var burada?" Erdem Yarbay otoriter sesini korurken hiçbiri cevap veremedi. "Soru soydum beyler. Ne işiniz var?" Sorusunu yinelerken Soner söz ister gibi parmağını kaldırdı ve konuştu.

 

"Ben bir arkadaşa bakıp çıkacaktım komutanım. Sonra bir baktım kendimi kavganın içinde bulmuşum." Alt dudağımı ısırdım, gülmemek için kendimi sıktım. Uyku sersemi haliyle ve bu saçma bahanesiyle onu ciddiye alamıyordum.

 

Hepsi aynı anda "Aynen böyle oldu komutanım." dediler.

 

"Bu dediklerinize inandım desek, peki sarhoş halinize nasıl bir bahane bulacaksınız?" Hepsi birbirine baktı, ne diyeceklerini bilemediler. Bir de henüz ayılmış sayılmazlardı.

 

"Valla biz bebek habirini kutlayalım diye gittik. Sonra ne olduysa kendimizi bu parmaklıkların arkasında bulduk komutanım." dedi Meriç. İşte bu yalan değildi. İçtikten sonra olup biteni hatırlamamaları normaldi.

 

"Emekli olmadan bunların arasında delirmesem bari." Erdem Yarbay söylenerek nezarethaneden çıkıp gitti.

 

Eren, Erdem Yarbayın arkasından bakarak kendisini arkasındaki banka attı ve "Kesin bizi burada bırakacak." dedi. Öyle bir şey yapacağını pek sanmıyordum.

 

"Haklı ama adam." dedim. "Bıktı artık sizden. Adamı her şekilde bezdirdiniz bir nezarethaneye düşmediğiniz kalmıştı."

 

Kızlar hemen yanıma gelip "Cemre kurtar bizi buradan." dediler. "Valla biz ne olduğunu anlamadık ki."

 

"Ben anlatayım size ne olduğunu." dedim. "Sevgililerinizin kavgaya karıştığını görünce aldınız çantalarınızı o adamları dövmeye başladınız." dememle Bahar ellerini demir parmaklıklar koyup bana baktı.

 

"Ama benim sevgilim yok ki." Gülmemek için kendimi ne kadar sıksam da dayanamayıp güldüm. Tek takıldığı nokta bu muydu cidden.

 

"İşte olmadığı halde bu hallere düştün. Bir de olsa..." dedi Eren. Sırf Bahar da duysun diye yüksek sesle konuştu.

 

Bahar'ı yine utanç dalgası esir alırken olaya el attım. "Sakin olun. Erdem Yarbay bırakmaz sizi burada, çıkartır ama sonra olacakları ben bilemem. Ceza mı yersiniz yoksa paşa paşa onun azarlamasını mı dinlersiniz bilemem ben. O da Erdem Yarbayın insafına kalmış artık."

 

Polis memurunun çıkmam gerektiğini söylemesiyle bizimkilerle vedalaştım, çıkmadan önce Araf yine elimi tuttu ve öptü. "Kendine ve bebeklerimiz dikkat et Deniz Gözlüm." Yüzümde sıcacık bir gülümseme oldu. Bana ilk defa gözlerin denizi andırıyor dediği zamanı anımsadım.

 

"Bize burada iyi bakıyorlar, sen kendini düşün..." deyip gözlerine baktım, devam ettim. "Yeşil Gözlü Asker." Onunda yüzünde bir gülümseme oluşurken yanından ayrıldım. Tekrardan yukarıya çıkıp onların serbest kalmasını bekledim. Erdem Yarbay sağ olsun mevkisini konuşturarak bizimkileri serbest bırakmıştı. Tabii bir cezayı da hak ettiklerini söylemeden edememişti.

 

İşin komik yani bu cezaya Araf da dahildi.

 

Tabura gidince Araf ve bizimkiler eğitim sahasına giderken ben ise uyumak için odama geçtim. Bütün gece nezarethanede onları beklediğim için bir hayli uykum vardı. Arada bir uyuklamıştım ama polis memurlarının sürekli çay getirmesinden dolayı orada da uyuyamamıştım.

 

Üzerimdeki kıyafetleri çıkarma gereği duymadan kendimi yatağa attım ve anında uykuya daldım.

 

Ne kadar süre uyudum bilmiyorum ama yüzümde gezen parmaklar hissettim. Arada bir de karnımda bir el geziyordu. Biri karnımı okşuyor ve arada kulağıma mırıldanıyordu. O kadar çok uykum vardı ki yanımdakinin kim olduğunu ve ne dediğini bilmiyordum ama Araf'tan başkasının olmadığından da emindim.

 

"Çok uykum var." diyerek ona dokundum, boynunu bulunca sarılıp kendime çektim. "Hadi uyuyalım." Güldüğünü işittim, gögsümden kalktı ve yine yüzüme dokundu.

 

"Sana bir sürprizim var ama." Tek gözümü açıp ona baktım.

 

"Sürpriz mi?" Usulca başını sallayıp onayladı.

 

"Evet."

 

Gözlerimi ovup iki gözümü de açtım ve ona baktım. "Neymiş bu sürpriz? Yemek mi yoksa?" Son söylediğim şeye kahkaha attı. Kaşlarım çatılırken homurdandım. "Komik değildi. Açıkdık biz." Elimi karnoma koyup ovmayı da ihmal etmedim. Sanırım karnımda cidden iki aç canavar vardı. Daha şimdi uykum varken acıktığımı anlamıştım. Gerçekten de Soner'i fazla kınamıştım galiba. Bunun başka açıklaması olmaz. Tabii karnımda tek can yerine iki can taşımamında büyük payı olabilir.

 

"O zaman ilk önce sürprizi göstereyim sonra da..." deyip elini karnıma koydu. "...Sizi bir güzel doyuralım. Olur mu?" Yüzümde kocaman bir gülümseme oluşurken onu onayladım ve ayağa kalktım.

 

"Hadi gidelim." deyip onu çekiştirdim. Anında durdurdu beni.

 

"Üstünü değiştirmeyecek misin?" demesiyle üstüme baktım. Dün akşam için giydiğim kıyafetler vardı.

 

Omuz silktim. "Üstüm iyi. Şimdi hazırlanmak için uğraşırsam ben ve çocuklarım aç kalır." Güldü, bir şey demeden odadan çıktı, tabii ben de peşinden çıktım. Taburun bahçesine gelmiştik ki bizimkilerin hazır bir şekilde bizi beklediğini gördüm.

 

Soner bizi görür görmez Araf'ın arabasının yanına gitti ve "Ağaç olduk komutanım ya. Bir an Cemre komutanım kış uykusuna yattı sandık." dedi.

 

"Oğlum iki dakika karımla yalnız bırakın da sürpriz yapayım ona." diye kızmadın edemedi Araf.

 

Meriç gülüp "Bıraktık ya." dedi. Benim belirgin karnıma bakıp devam etti. "Bıraktık ve bize iki tane velet yaptınız." Beni büyük bir utanç dalgası sararken Araf yere eğildi ve ona bir tane taş fırlattı. Meriç eğilerek taştan kurtulmuştu. "Boşuna dememişler doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar diye." O söylenirken Fatih onun yanına gitti ve eliyle ağzını kapattı.

 

"Oğlum ayıp, ayıp." dedi ama bir yandan kendisi de güldü. "Denmez öyle şeyler." Bir çocuğa anlatır gibi anlattı.

 

Meriç ağzındaki eli çekti ve ona baktı. "Aaa, çocuk yapan onlar ama ayıp eden ben." Utancım giderek artarken hepsi ona gülüyordu.

 

"Bu çok gerçekten mal." dedi Eren. "Hatta mal değil patavatsız." Hem söyleniyor hem de gülmeden edemiyordu ama onlar güldükçe ben daha çok utanıyordum.

 

Araf'a sokulup "Utandırlar beni." dedim. Eğilip yüzüme baktı ve o da güldü.

 

"Bir yandan haklılar sanki." deyince omzuna bir tane vurup uzaklaştım ondan. Arkamda olup onlara kızsa ölür sanki!

 

"İstemiyorum ben sürpriz." deyip banklara doğru ilerledim. "Siz gidin, istemiyorum ben hiçbir şey. Utandırdınız hep beni!" Söylene söylene giderken biri kolumdan tutup durdurdu beni. Araf olduğunu tabii ki de biliyordum.

 

"Tamam şimdi susturuyorum onları." deyince ona bakıp göz devirdim.

 

"Sen de utandırdın ama."

 

"Tamam ben de susuyorum." Omuz silktim. İnadım tutmuştu bir kere. "Valla konuşmayacağız hiçbirimiz."

 

"Hiç inandırıcı gelmedi."

 

"Ama utanınca çok tatlı oluyorsun." demesiyle yumuşayacak gibi oldum ama tribimden ödün vermedim.

 

"Yumuşamadım." deyip arabasına doğru ilerledim. "Sırf açım diye geliyorum yoksa yumuşadığımdan ve sürprizi merak ettiğimden değil." Arkamdan güldüğünü işitsemde ses etmedim. Time bakıp "Çocuklarım doğunca da altlarını size temizleteceğim." deyip Araf'ın kilidini açtığı arabanın ön koltuğuna kuruldum.

 

Herkes iki arabaya dağılıp binince yola çıktık. Tabii bizimkiler olmadan yine hiçbir yere gitmedik. Arabayla kısa bir yolduculuğun ardından bir apartmanın önünde durduk. Herkes arabadan inerken mecbur bende indim. Etrafıma bakarken Araf hariç hepsinin apartmandan içeriye girdiğini gördüm. Burası lojmanların olduğu yerdi. Yoksa dün akşam dediği gibi bir lojman mı bulmuştu? Bu kadar kısa sürede?

 

Elimde bir dokunuş hissedince düşüncelerden çıkıp Araf'a baktım. Bir şey demeden beni apartmandan içeriye soktu. Asansörle üçüncü kata çıktıktan sonra kapısı açık bir dairenin içine girdik. Daire güzel ve geniş duruyırdu. Tabii bütün odaları gezmemiştim ama oldukça geniş gibiydi. Üstelik eşyalıydı.

 

Salona gelince timin hepsinin koltuklara kurulduğunu gördüm. Kimi rahatça oturuyor kimiside ayaklarını orta sehpaya uzatmıştı.

 

"Nasıl?" Araf'ın konuşmasıyla ona baktım. Tam soru soracakken Meriç telefondan başını kaldırıp benden önce konuştu.

 

"Ben çok beğendim komutanım. Kesinlikle burayı tutmalıyız." Alt dudağımı ısırırken Araf'ın sabır çektiğini duydum.

 

Eren de başını sallayarak onayladı Meriç'i. "Hem eşyalı hem de geniş. Ben de çok sevdim."

 

Araf dişlerini sıkarak "Karıma sordum!" dedi. Bana dönüp yüzündeki siniri sildi ve gülümsedi. "Beğendin mi?" Tam yine konuşmak için ağzımı açmıştım ki bu sefer de araya Fatih girdi ve ben yine konuşamadım.

 

"Ha karınız ha biz komutanım. Ne fark eder ki?"

 

Araf sakin olmak için büyük bir çaba harcarken ben de onun bu haline gülmemek için çaba harcıyordum. Bu adamın bunca yıl delirmemesi gerçekten büyük mucizeydi. "Lan! Karım, ben ve çocuklarım kalacağımız için ona soracağım tabii. Size niye sorayım?"

 

"Alındım valla." dedi Ozan.

 

Soner onu başıyla onaylayıp ayağa kalktı. "Ben de alındım." dedi. Etrafında döndü. "Bu evin mutfağı nerede? En önemlisi mutfak bence. Ben mutfağa da bakayım ondan sonra fikrimi söyleyeceğim. Beğenirsem tutarız evi." deyip salondan çıktı. Diğerleri de sürü misali onu takip ederek çıktı. Araf boşalan salona bakıp sabır çekti. Daha fazla dayanmadan kıkırdadım. Gülmemle bana bakıp yüzündeki siniri sildi.

 

"Bizim mi burası?" dedim etrafıma bakarak. Beni onayladığına dair mırıltılar duyunca tekrardan ona döndüm. "Aradan daha yirmi dört saat geçmeden nasıl buldun? Üstelik eşyalı bir evi."

 

"Erdem yarbay sağ olsun." deyince anldım. Zaten o da buraya yakın bir yerde oturuyordu. "İstersen eşyaları değiştiririz. Tabii evi de beğenmediyse başka da bakarız." Başımı iki yana sallayarak reddettim.

 

"Hayır, çok güzel." dedim. Zaten çoğu lojman bunun birerbir aynısıydı. "Hem baksana bizimkiler de çok beğendi." dememle güldü.

 

"Baş belası hepsi." deyip elimi tuttu ve salondan çıkardı. "Diğer odalara da bakalım." dedi ve beni bir odaya soktu. "Burasını çocuk odası olarak düşündüm. Tabii ikiz oldukları için aynı odada olmalarını daha doğru buldum ama büyüdüklerinde ayrılmak isterlerse karşı odayı da çocuk odası yaparız." Odayı inceledim. Burası boştu, hiçbir şey yoktu. Duvarlarda beyaz rengindeydi. "Cinsiyetleri belli olunca birlikte boyarız odayı." diye ekledi. "Hem oda geniş, rahat rahat birbirleriyle kavga da ederler." Kıkırdadım. Kardeşlerin olmazsa olmazı kavgalarına bol bol şahit olurduk herhalde.

 

"Hayali bile güzel." diye mırıldandım.

 

"Bunlar sadece hayalde kalmayacak. En fazla sekiz ay sonra hepsi gerçekleşecek." Doğru, sekiz ay kalmıştı. Bu sekiz ayda birçok hayal, hayal olmayacak ve gerçek olacaktı.

 

Bu odadan çıktıktan sonra beni yan odaya getirdi. Diğer odanın birerbir aynısıydı. Burasıda bomboştu. "Burayı da yatak odası olarak düşündüm ama daha iki odamız var. İstersen sen seçersin. Yatağı da yeni alırız diye çıkarttım. Hatta internette birkaç yatak gördüm. Sende beğenirsen onları alırız." Yüzümdeki kocaman gülümsemeyle ona bakıp onayladım.

 

"Çok iyi olur." dememle güzümden bir damla yaş aktı. Araf anında telaşa kapılıp ellerini yüzüme koydu.

 

"N'oldu? Niye ağlıyorsun? Kötü bir şey mi dedim? Eğer beğenmediysen başka ev bakarız." Yüzümdeki ellerine rağmen başımı iki yana slaladım.

 

"Hayır çok beğendim. Sadece bir an ağlamak geldi içimden." dememle anlamsızca bana baktı. "Hani olur ya hamile anneler sürekli duygu değişimi yaşar. Hormanlardan mı neden oluyordu. İşte bende anne olacağım için gülerken ağlayasım geldi galiba." Yüzündeki anlamsız ifade kayboldu ve güldü.

 

"Hamile anneler?" deyip daha çok güldü. Böyle söyleyince de değişik oldu tabii.

 

"Komik değildi. Hamile anneler işte. Hamile oldukları için anne oluyor." diye açıklamaya çalıştım. Sonra aklıma anne olacağım geldi ve birden kahkaha attım. Ağlarken kahkaha atmama da şaşırdı. "Ay ben anne olacağım. Hem de ikizlere." O da benim abi duygu deşimime ayak uydurarak güldü ve onayladı beni.

 

"Sen anne olacaksın. Hem de ikizlere." Benim gibi konuşmasıyla gülmem arttı. Bir eli karnımı bulurken usulca okşadı. Yüzündeki gülümseme yavaşça tebessüme dönüştü. "Çok güzel bir anne olacaksın." diye mırıldandı.

 

Kollarımı onun boynuna dolayıp parmak uçlarımda yükseldim. Yanağına küçük bir öpücük kondurdum. "Babaları da sen olacaksın ve mükemmel bir baba olacağından eminim." Bir eli karnımadayken dudaklarıma yaklaştı. Tam öpecekken arkadan birden fazla ses duyduk.

 

"Amca ve dayıları da biz olacağımız için mükemmel birer amaca ve dayı olacağız." Araf öylece beni öpmek iç dibimde dururken ben alt dudağımı dişledim. Bu sefer bağıracaktı.

 

"Bu arada komutanım bizim odamız nerede?" diye sordu Soner. "Ben mutfağa bayıldım. Oldukça geniş. Benim için tam puan aldı bu ev ama bize odalarımızı gösterirseniz çok daha iyi olur."

 

Araf hafif benden uzaklaşıp gözlerimin içine baktı. "Biz bu evi tutmak yerine tayinimizi mi istesek." Dudağımı dişlemekten vazgeçip güldüm. Hele bizimkilerin Araf'ın sözlerinden sonra trip atmasına daha çok güldüm.

 

*

*

*

 

3 GÜN SONRA

 

Tabağımdaki mandalinaları soyarken evin kapısının açıldığını duydum. Yerimden kalkmazken saniyeler içinde elindeki birçok poşetle Araf girdi. Poşelerin bazılarında meyve, sebze varken bazıları renkli poşet olduğu için içini göremiyordum.

 

Bugün resmen evimize taşınmıştık. Araf benim yerime doğum iznini almıştı. O tabura giderken ben evde kalmıştım bugün. Yeniden alacağımız eşyalar da dün gelmişti. Bir yatak odası takımı ve birkaç parça kıyafet almıştık sadece. Çocuk odasını bebeklerin cinsiyeti belli olunca ayarlayacaktık.

 

Soyduğum mandalinalardan birini ağzıma atarken "Bunlar ne?" dedim. Elindeki bütün poşetleri orta sehpaya koydu ve yanıma oturdu. Onun da ağzına bir tane mandalina verdim.

 

"Birkaç meyve sebze." dedi dolu ağzıyla. "Diğerleri bebek eşyası." demesiyle peşetlere uzanıp aldım. Bir tanesini çıkartıp baktım. Bu çıtçıtlı, beyaz bir zıbındı.

 

"Hepsi mi bebek eşyası?" dedim şaşkınca. Poşetler oldukça fazlaydı ve bu kadar bebek eşyası fazlaydı.

 

"Evet." dedi rahat bir şekilde. Tabaktan bir mandalina daha alıp yedi. "Birlikte alışveriş yapmak isterdim ama görünce dayanamadım, aldım birkaç tane." Bunu sorun etmemiştim aslında, sadece aşırı fazlaydı.

 

Poşetleri tek tek açıp baktım. Bir poşetin içinden çıkan bez paketiyle gözlerim irice açıldı. "Bez." dedim inanamayarak. Hadi kıyafeti anladım da bez ne ya? Çocuklar daha yeni beş haftalık oldu. Üstelik karnımda beş haftalık oldu.

 

"İleride lazım olacak." dedi yine rahat bir şekilde.

 

Bezi kenara bırakıp başka bir peşeti açtım. Bundan da ıslak mendil, pudra, pişik kremi gibi malzeler çıktı. Elimdekilerle Araf'a döndüm. Mandalina soyarken elimdekilere bakıp omuz silkti. "Bunlar da ileride lazım olacak."

 

Üstümdeki şaşkınlığı atıp başka bir poşete uzandım. Elimi içine daldırıp içindeki her neyse aldım. İçinden çıkan şeyle yuh çekmeden edemedim. "Yuh Araf!" Benim ağzıma bir mandalina verip elimdekilere baktı ve şaşırmama bir anlam veremedi.

 

"Hayatım bunlar lazım olacak şeyler." Ah bu adamın rahatlığı...

 

"Tabii lazım olacak ama..." deyip elimdeki çiğneme oyuncağını gösterdim. "Bu bebekler diş çıkartırken kullanılan şey. Ve bizim bebeklerimiz daha beş haftalık." Elimi karnıma koyup devam ettim. "Beş haftalık ama karnımda beş haftalık."

 

"Doğacaklar ama değil mi?" dedi yine rahatlığından ödün vermeyerek. "Ha şimdi ha diş çıkartırken almışız ne fark eder ki?" Sinirlerim bozulmuş bir şekilde güldüm.

 

Şaşırmamaya çalıştım ve diğer poşetleri karıştırdım. "Oyuncak araba." dedim elimdeki oyuncağa bakarak

 

"Erkek olursa." dedi o da. "Erkek olmazsa bir tane daha yapınca onu erkek yaparız o çocuğumuz oynar. O da olmazsa bizimkiler evlenip çocuk yapacak. Onlarınki belki erkek olur. Onlara veririz."

 

Bu sefer de poşetin içinden oyuncak bebeği çıkardım. "Bebek." Beni onaylayıp bu seferde ağzıma soyduğu elmalardan verdi.

 

"O da kız olursa diye. Olmazsa işte bizimkilerin çocuğu olursa veririz." Bunu da onayladım.

 

Elimdeki kız ve erkek ayakkabılarına bakarak "Ayakkabı." dedim.

 

"Ayakkabısız yürüyemezler sonuçta."

 

Başka bir poşeti karıştırdım. "Ana kucağı..." dememle elimdeki iki tane, gri ana kucağına baktı ve konuştu.

 

"Bak bundan iki tane aldım. Bebeklerimiz ikiz ya, birini sen takar taşırsın birini de ben." dedi oldukça hevesli bir şekilde. Şimdi ben bu hevesli adama niye erkenden bunları aldın diyeyim ki?

 

Eline bir tane poşet alıp hevesle konuşmaya devam etti. "Bak bunda da şanpuan var. Bebeklerimizi banyo yaptırdıktan sonra mis gibi kokacaklar." Yüzümdeki gülümsemeyle onu izledim. "Bunda da küvet var. Şimdi kova ve küvetler katlanabiliyormuş. Onlardan aldım iki tane. Birkaç tane beşik de beğendim ama seninle birlikte bakmaya gidelim. Hatta bir tane beşik oldukça büyük. Ondan da alanım Bebeklerimizi arada birlikte uyuturuz ama kavga edince ayrı beşiklerde yatarlar." Kıkırdadım, o kadar hevesli anlatıyordu ki heveslenmemek elde değildi.

 

O hevesli hevesli aldıklarını anlatırken sesli bir şekilde düşünmeden edemedim. "Bebeklerimiz çok şanslı olacak." Durup bana baktı ve gülümsedi. Ellerini karnıma koyup eğildi, hafif belirgin olan karnıma bir öpücük kondurdu.

 

"Asıl ben çok şanslı olacağım." dedi geri çekilerek. "Hem mükemmel bir karım hem de mükemmel iki çocuğum olacak." Kollarımı ona sarıp yaklaştım ve dudaklarına kısa bir öpücük kondurdu. Geri çekilecekken bunu istemeyen Araf belimden tutarak uzaklaşmama engel oldu, öpmeye devam etti. Hiç itiraz etmeden ona karşılık verdim.

 

Bir anlığına benden uzaklaşıp "Söylemeyi unuttum." diye mırıldandı. "Senin annenler ve benimkiler yarın geliyorlar. Uçak bileti bulamadıkları için gecikmişler." Onlara da bu müjdeli haberi vermiştik. Hatta duymayan kalmamıştı artık. Neredeyse Kars'ın yarısı biliyordu çünkü biz ne zaman yemek yemek için dışarıya çıksak bizimkiler anında hamile olduğumu söylüyordu.

 

Ama haklarını yiyemem şimdi. Valla bana gül gibi bakıyorlardı. Şunu istiyorum desem Araf'tan önce koşup getiriyorlardı. Çocuklarım amca ve dayı açısından da çok şanlı olacaklardı ama benim en çok merak ettiğim onlar baba olsa nasıl olurdu. Bana bile böyle davranıyorlar, eşlerini el üstünde tutarlardı kesin.

 

Araf tekrardan dudaklarıma yaklaştı ve öptü. Tam o esnada evin zili çalmaya başladı. Homurdanarak geri çekilip ayaklandı. Kapıyı açmaya giderkende söylenmeyi ihmale etmedi tabii. "İki dakika rahat yok. Oysa ki taburda da değiliz." Homurdanmasının hemen ardından kapının açıldığını duydum. Kapıda birden fazla konuşan insan sesi gelirken içeriye girdiklerini gürültüden anladım.

 

Başta Fatih olmak üzere bizimkilerin hepsimi içeriye girdi. "Selamın aleyküm komutanım." dedi Fatih. Bir koltuğa oturup elindeki çantayı kenara bıkarktı. Diğerleri de onun gibi selam verip ellerindeki çantayı sırayla bıraktı.

 

"Bu çantalar ne?" dedim. Hepsinin elinde bir siyah çanta vardı.

 

"Birkaç kıyafet." dedi Ozan.

 

"Bir yere mi gidiyorsunuz?" Araf içeriye girer girmez sordu.

 

"Yoo." dedi Meriç. Arkasına yaslanıp telefonunu çıkardı. "Geldik zaten."

 

Araf'ın kafası karışırken "Nereye?" diye sordu.

 

Soner orta sehpadaki poşetleri incelerken cevapladı onu. "Buraya komutanım."

 

"Lan delirtmeyin beni! Adam akıllı cevap versenize!" Araf kızınca Fatih daha açıklayıcı bir şekilde merakımız giderdi.

 

"Biz şimdi arada burada kalacağız ya onun için kıyafet getirdik. Kaldığımızda kıyafetlerimizi sizden almayalım diye yani." Ben çaktırmadan gülerken onların rahatlığı Araf'ı adeta çıldırttı ama bunu belli etmedi. Ya da fırtına öncesi bir sessizlikti bu.

 

"Duydun mu Cemre?" dedi, yanıma gelip oturdu. "Arada bizde kalacaklarmış, kaldıklarında bizden almamak için kıyafet getirmişler." Bu fırtına öncesi bir sessizlik miydi yoksa alay barındıran bir cümle miydi tam kestiremedim. Sanırım onun ortasında bir şeydi. "Keşke kalmadan önce, eşya getirmeden önce ev sahiplerine bir sorsaydınız."

 

"Biz aile değil miyiz ya? Sormamıza gerek yok." dedi Ozan pişkin pişkin. Bunlar da kesin Araf'ı delirtmeye çalışıyorlardı. "Bu arada..." dedi, çantanın içinden bir poşet çıkardı. Bana baktı. "Size bir sürü abur cubur getirdim komutanım." Elindeki poşetle gözlerim kocaman olurken diğerleri de çantasından birer poşet çıkardı. Hepsinin elinde farklı bir şey vardı. Kimisi abur cubur kimisi de meyve getirmişti.

 

Hepsini alıp kucağıma koydum. "Kızma çocuklara Araf." dedim poşetlerin içini kurcalarken. "Kalsınlar işte. Sanki oda yok. Hem sürekli değil ki, arada kalacaklar. Kıvrılırlar şuraya bir yere."

 

Meriç'in beni onayladığını duydum ama dönüp bakmadım. Benim odak noktam elimdeki poşetteki yiyeceklerdeydi. "Hay ağzınız bal damlıyor komutanım ya. Biz de onu demek istedik işte. Sanki her gün kalacağız."

 

Kulağımda bir nefes hissedince irkildim. "Sırf sana böyle şeyler getirip onların arasında dur diye yapıyorlar ve sende istediklerini veriyorsun." Araf'a bakıp dudaklarımı büzdüm.

 

"Olsun." deyip kucağımdaki poşetleri gösterdim. "Bir sürü şey almışlar bize."

 

"Onları bemde alırım."

 

"Tamam sende al o zaman." dememle güldü, yanağıma bir öpücük komdurdu. O esnada bizimkiler varlıklarını hatırlamak adına hepsi boğazlarını temizlediler.

 

"İşte bu yüzden istemiyorum bunları." dedi Araf geri çekilerek. "Rahat rahat öptürtmüyorlar seni."

 

Bizimkileri kontrol edip ona doğru yaklaştım ve fısıldadım. "Odamızda öperim ben seni." Keyfi yerine gelirken beni kolunun altına aldı. Ona sokulup bir tane çikolata çıkardım ve yemeye başladım.

 

"Ben acıktım ya." dedi Soner karnını ovalayarak. Bana bakıp devam etti. "Ne yaptınız komutanım? Umarım lezzetli yemekler yapmışsınızdır." Ağzımdaki çikolatayı umursamadan dolu ağzımla cevap verdim.

 

"Yemek yapmadım ki." Hayal kırıklığına uğramış gibi arkasına yaslandı ve yüzünü astı.

 

"Ama neden ki?" Bir an bu hali gözüme çok tatlı gözüktü. Açken tam bir çocuk oluyordu.

 

Ben ona tekrardan cevap verecekken Araf benden önce davrandı. "Karım hizmetçin mi senin? Git ne zıkkımlanacaksan mutfakta zıkkımlan."

 

"Yalnız karınız hamile komutanım. Ben zıkkımlanırken canı çeker." Araf bir bana bir de karnıma baktı.

 

"Canın ne çekiyor?" Sorusuyla bir süre düşündüm ve omuz silktim.

 

"Hiçbir şey."

 

"Karımın canı bir şey çekiyormuş sen git zıkkımlan. Zaten çöktünüz evime."

 

"Ya ben yerken çekerse." diye ısrar etti Soner.

 

"Çekerse ben yaparım istediğini."

 

"Bana da yapsanız." demesiyle ne yapmaya çalıştığını anladım. Kendisi gidip yapmaya üşeniyordu.

 

Meriç telefondan başını kaldırdı ve gülerek Soner'e baktı. "Sen de hamile kal canın çekince sana da istediğini yapar." Kıkırdadım, hele ki Soner'in o yüz ifadesi gülmeye değerdi.

 

Soner ayağa kalkıp Meriç'e bir tekme savurdu ve mutfağa doğru ilerledi. Salondan çıkmadan önce ona seslendim. "Soner ne yapacaksan biraz fazla yapsana." İtiraz edeceğini anlayınca elimi karnıma koyup devam etti. "Şimdi bebeklerimin belki canı çekebilir diye dedim." Bir karnım bir de bana bakıp ofladı.

 

"Ah şu vicdanım yok mu?" Bu yapacağı anlamına geliyordu. "Umarım bu iki velet bana benzer. Onlar için biraz zahmete gireceğim çünkü." Tam salondan çıkacakken diğerleri hep bir ağzından konuştu.

 

"Bize de yapıver kardeşim." İşte şimdi Soner kızmadan edemedi.

 

"Zıkkım yiyin lan! Gelip yardım etmezseniz anca kendime kadar yaparım." Hiçbiri yerinden kalkmayınca Soner tehditine devam etti. "Yemek yerken aç kalmanızı umursamayacağımı çok iyi biliyorsunuz. İster yardım edersiniz ister oturur benim yemek yememi izlersiniz." deyip salondan çıktı. Diğerleri de oflaya puflaya çıktı çünkü yapardı. Sırf yardım etmedikleri için önlerinde ballandıra ballandıra yemeği yer ve onları aç bırakırdı.

 

Salonda Araf'la yalnız kalınca çikolatamdan bir ısırık alıp Araf'a uzattım. O da bir ısırık alınca yemekler olana kadar çikolata yedik. İştahım hiç kapanmadığım için yemekten önce çikolata yememi sorun etmedim. Nasıl olsa yemek görünce anında canım çekiyordu ve karnımda yer açılıyordu.

 

Araf beni gögsüne çekip ellerini saçlarımda gezdirmeye başladı. O saçlarımla oynarken ben de keyfime baktım. Yemekler olunca ise yemeklerden de yedik hep birlikte. Soner yemek yemeyi sevdiği kadar çok güzel yemekte yapıyordu. Damak zevki gibi el lezzeti de mükemmeldi.

 

Yemeklerden sonra hepimizin üstüne bir ağırlık çöktü. Ben bütün gün evde olduğum için sorun yoktu ama onlar taburdaydı, bir hayli yoruluyorlardı. Şimdi yorgunluğun üstüne yenen yemekle üstlerine ağırlık çökmüştü.

 

Hepsi onlar için ayırdığımız odaya gidip yatarken Araf da uyumak istedi. O da yatak odasına giderken ben de çocuklara birkaç tane örtü çıkardım. Örtüleri vermek için kaldıkları odaya gelmiştim ki gördüğüm manzara karşında birkaç saniye kal geldi.

 

Odada iki kişilikli bir tane yatak vardı. Yatağın üstünde Meriç ve Fatih yatıyordu, ortalarına da Eren'i almışlar sarılarak uyuyorlardı. Yerde ise Soner'le Ozan yatıyordu. Yere bir tane yastık koymuşlar ikiside onun üstünde yatıyordu. Birbirlerine sıkıca sarılmışlardı. Çok komik görünüyordu hepsi.

 

Bu şekilde uyuduklarından haberleri var mıydı acaba?

 

Elimdeki örgütüyle hepsinin üstünü örtüp odadan çıktım. Yatak odasına gelip üstümü değiştirdim ve Araf'ın yanına uzandım. Kollarını açınca gögsüne sokuldum. Bir eli saçlarımı bulurken diğer eli karnımı buldu. Uykulu uykulu karnımı okşamaya başladı.

 

"Uyudular mı?" diye sorunca usulca başını salladım.

 

"Üçü yatakta ikisi yerde sarılarak uyumuşlar." Hareketlenen göğsünden güldüğünü anladım.

 

"Biz de uyuylarım artık." deyip iyice sardı beni. Başımı boynuna gömüp gözlerimi kapattım. Onun rahatlatan ferah kokusuyla uykuya daldım.

 

Selam nasılsınız?

 

Bölüm nasıldı?

 

En sevdiğiniz sahne?

 

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, kendinize iyi bakın🤍

 

 

Loading...
0%