@kitap__gezegeni1
|
Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayalım🦋
Keyifli okumalar✨️
45.Bölüm "Sancı"
Önümdeki boya kovasının önüne oturup sarı boyayı karıştırdım. Karşımdaki duvarı beyaz renge boyayan Araf'a baktım. "Biz bu işin altından kalabilecek miyiz? Bir usta mı ayarlasaydık." Elindeki boya fırçasıyla duvara bir darbe daha indirip uzun fırçayı boya kovasına koydu ve yanıma doğru geldi. Bir dizini kırarken dirseğini dizine yaslandı ve bana doğru eğildi.
"Ama bu olmadı Cemre Üsteğmenim. Siz onca belaya kafa tutaraken bir boya mı gözünüzü korkuttu?" Benimle eğlendiğini anlayınca omzuna vurdum.
"Sanki bu çok kolay bir iş. Koskoca odayı nasıl ikimiz boyayacağız?"
Elini yanağıma uzatıp yanağımdan makas aldı ve doğruldu. "Senin hamileliğini göz önünde bulundurunca biz şu küçücük odayı ikimiz boyayamayız diye düşündüm ve bizim ameleleri çağırdım." Kaşlarım istemsizce çatıldı. Bizim ameleler kimdi ki?
"Onlar kim?"
"Kim olacak? Bizim ikizlerin dayı amcaları." dedi, bir anlığına yüzünü buruşturdu. "Dayı amcada nasıl bir şeyse artık!" diye söylendi.
"Tim mi gelecek?"
Başını aşağı yukarı salladı. "Aynen öyle. Bildiğin üzere bebeklere bizden daha çok sevindiler. Gelsinler de bir iki işin ucundan tutsunlar. Öyle sana duygu sömürüsü yaparak istediklerini elde etmeye değirmen dönmez. Zaten bebeklerim doğduğunda ful onlar bakacak çocuklarıma."
İstemsizce beni bir gülme tuttu. "Acaba çocukların doğduğunda kucağından indirip onlara verebilecek misin? Çocuklara iki saniye baksınlar diye bile vermezsin sen." Bir süre düşününce haklı bulmuş olacak ki ağır ağır başını salladı.
"Haklı olabilirsin. Onlar da uzaktan bakar çocuğuma. Tıpkı uzaktan eğitim gibi." Son cümlesine kahkaha attım. Bebeğin de uzaktan bakılacağını ilk defa duyuyordum.
Bugün bebeklerimizin odasını hazırlamaya karar vermiştik. Birçok eşyalarını almıştık ama henüz odaya yerleştirmemiştik. İlk önce duvarı boyamak istemiştik. Araf duvarı beyaza boyarken ben de duvara minik minik yıldızlar çizerek sarıya boyayacaktım. Bu tamamen benim fikrimdi ve Araf da beni kırmayarak kabul etmişti fikrimi.
"Araf biz çocukların ismini düşünmedik." dedim. "Ne koyacağız ki? Benim aklımda hiç isim yok."
Tekrardan eline aldığı fırçayı bırakıp bana döndü. Yüzünde sıcak bir tebessüm vardı. "Eğer sen de olur dersek oğlumuzun ismi Mert olsun."
"Neden Mert?"
Omuz silkti. "Bilmem. O isim güzel. Biraz araştırdım ve hoşuma gitti. Hem anlamı da güzel. Cesur, güvenilir, yiğit demek." dedi. "Bizim oğlumuza da böyle bir isim yakışır."
Bir süre düşündüm. Güzel isimdi. Kulağa da hoş geliyordu. "Olabilir aslında ama başka isimlere de bakalım. İçinden içimize sineni seçeriz." dedim. Araf beni onaylayınca kaldığım yerden boyayı karıştırmaya devam ettim. O sırada evin zili çaldı. Bizimkilerin geldiğini anlayıp ayağa kalktım ve kapıyı açtım. Karşımda gördüğüm timle gülecek gibi oldum.
Ben boya yapacağız diye üstüme bir tulum giymiştim ama karşımdaki time bakınca benden bir farkları olmadığını da gördüm. Onlar da tıpkı benim gibi tulum giymişti. Bir tek Araf eşofman ve tişörtle duruyordu.
"Komutanım, duydum ki benim canım yeğenlerimin odası yapılıyormuş. Biz de duyduğumuz gibi koşup geldik." dedik Meriç içeriye girerek. Onun arkasından Fatih elindeki poşeti bana uzattı.
"Buyurun komutanım. Yemek yemiştik ve size de paket yaptırdık. Yeğenlerim açıkmıştır belki." Poşeti alıp ona gülümsedim.
Tam diğerleri de bana bir şey diyecekken Ozan onları ittirerek yanıma geldi ve bana sıkıca sarıldı. "Komutanım bugün ne oldu tahmin edin!" diye bağırdı.
"N'oldu be? Ne bu mutluluk?"
Geri çekilip bana baktı. "Yasemin ilk defa evlilik konusu açtı. Biz üç vakte kalmaz kesin nikahı kıyarız." Nedense buna şaşırmadım. Yasemin sürekli yanımda Ozan'ın vurdum duymaz halinden yakınıp duruyordu. Yakında evlilik konusunu açacağından hiç şüphem yoktu zaten.
"Senin adına çok sevdim." dedim. Yakında artık evlenirlerdi. Ozan da muradına ererdi. Çocuk yıllardır bunu bekliyordu ve sonuna kadar hak ediyordu.
Bir kez daha bana sarıldı. "Valla şu anda uçak biletini alıp hem sizin hem de Araf komutanımın babasının yanına gidip ellerini öpüp geleceğim. Onlar sayesinde ilerleme kaydettik." Onların taktiklerinin işe yarayacağını sanmıyordum ama yaramıştı.
"Ben numaralarını veririm ararsın. Oraya kadar zahmet etme ama beni de hamile hamile kapının önünde bekletme de içeriye geç." deyip içeriye doğru hafif itekledim onu. İçeriye girince sırayla diğerleride girdi. Ben de elimdeki poşeti mutfağa bırakıp bebeklerimizin odasına geçtim. İçeriye girince birkaç saniye duraksadım çünkü hepsi eline fırça almış, tek sıra halinde yan yana dizilmiş ve operasyona çıkacak askerler gibi emir bekliyordu.
"Niye bekliyorsunuz siz? Boyasanıza." dedim.
Eren odaya göz atıp "Ne yapacağız?" dedi. "Yani düz renge mi boyayacağız. Şimdi yanlış falan boyarım boşu boşuna azar iştmeyelim."
"Beyaza boyayacağız. Sonra da..." deyip az önce karıştırdığım sarı boyayı gösterdim. "...Sarı renklerde minik yıldızlar yapacağız. Benim aklımda başka bir desen yok. Şimdilik böyle olacak."
Meriç'in aklına bir şey gelmiş gibi güldü. "Bu aşkın meyvelerini tanışma hiyâyenizin simgesiyle karşılamak istediniz anladığım kadarıyla."
Bakışlarım Araf'a kaydı, o da bana baktı. İkimizde ne dediğini anlamamıştık. "Tanışma hikâyemiz?" dedim.
"Biz sizi ilk tanıdığımızda mayının üstündeydiniz ve biz gelene kadar tek yanınızda olan gökyüzündeki yıldızlardı. Araf komutanımla ilk defa yıldızların altında göz göze geldiniz. Sizin tanışma hikâyenizin en büyük şahidi yıldızlar ve şimdide aşkınızın meyvelerine şahitlik edecek bu yıldızlar. Tek fark bu seferki sadece boya olacak ama bence çok güzel olacak." Meriç'in kurduğu bu cümleyle tekrardan Araf'a bakma isteğiyle ona döndüm. O da bana bakıyordu. Hiç bu açıdan bakmamıştım. Aslında ben yıldızları hep çok seviyordum. Onun yanı sıra bizim birçok duygumuza ortaklık ettiği için şimdi de en mutlu anımızda olsunlar istemiştim ama Meriç'in bakış açısı çok farklıyfı. Sanırım en güzeli de onun bakış açısıydı. Tanışma hikâyemizin simgesi yıldızlar, mutluluğumuzu, hüznümüzün ve birçok duygumuzun ortağı yıldızlar şimdi de bebeklerimizin mutluğuna ortaklık edecekti.
"Hiç bu açıdan bakmamıştım. Ama güzel bir bakış açısı." dedim. Araf'ın yanına doğru ilerledim. Yanına gidince elini belime koyup beni kendisine doğru çekti. "O halde işe koyulalım ve bizim tanışma hikâyemize ortak olan yıldızlar bu sefer de karnımdaki iki bebeğimizin mutluluğuna da ortak olmaya başlasın." dedim.
Araf dahil hepsi elini başına koydu ve selam durdu. Aynı anda "Emredersiniz komutanım." dediler ellerine fırça alarak bebeklerimizin odasını boyama başladılar. Onların bu haline güldüm ve bende elime fırça alarak odayı boyamalarına yardım ettim.
İlk beş dakika büyük bir konsantre olmuş bir şekilde başladık ama beş dakikanın sonunda ise bizimkiler bu kadar sakinlik yeter diyerek tartışmaya başladı.
"Sikeceğim şimdi ha! Burası benim lan! Ben boyuyorum!" diye kızdı Soner. Kızdığı Ozan ise ters ters ona baktı.
"Lan fırça yanlışlıkla değdi. Ne olacak sanki? Yemedik ya duvarı?"
"Sen bok gibi boyafığın için benim bölgemden uzak dur."
Ozan'ın gözleri kısılırlen elimdeki fırçayı sıktı ve havaya kaldırarak Soner'e doğru bir kere salladı. Fırça Soner'e değmedi ama fırçadaki boyalar onun üstüne ve yüzüne sıçradı. "Bok gibi boyama yeteneğim sende daha bir güzel durdu meymenetsiz!" deyip sırtını ona döndü ve hiçbir şey yokmuş gibi duvarı boyamaya devam etti.
"Yedim oğlum seni!" diyerek Soner Ozan'ın üstüne çullanarak onu dövmeye başladı. Arada bir Ozan'ın kafasını tutup sarı boya kovasının içine sokuyordu.
Şok olmuş bir şekilde onlara bakarken bir anlığına gözlerim diğerlerine kaydı ama keşke kaymaz olaydı.
Meriç elindeki fırçayı sarı boyaya batırmış ve avucunun içini boyayarak duvara elinin baskısını çıkartıyordu. Tekrardan elini boyadıktan sonra gözü sırtı ona dönük, duvarı boyayan Fatih'e kaydı ve yüzünde sinsi bir sırıtış peydah oldu. Fatih'e doğru yaklaştı ve sarı boyalı elini Fatih'in tam kalçasına bastırdı. Meriç, Fatih'in kalçasına boyalı elini bastırdıktan sonra Fatih irkildi ve uzaklaştı. "Biri bana halleniyor lan!" diye bağırdı. "Namusum gitti. Popomu avuçladı biri!" Arkasını dönüp ona sırıtarak bakan Meriç'i görünce bunu Meriç'in yaptığını anlayıp üstüne atıldı ve o da onu dövmeye başladı.
Bu delilerin içinde bir akıllı Eren vardır diye Eren'e baktım. Neyse ki o sakin sakin, bu karmaşaya rağmen duvarı boyuyordu. Arkasını dönüp elindeki fırçayı boyaya batıracakken Fatih'ten kaçan Meriç Eren'e çarptı. Boyalı eli bildiğin şılap der gibi Eren'in yüzün yapıştı. Sarı boya Eren'in yüzüne bulaşırken Meriç artık sadece Fatih'ten değil Eren'den de kaçıyordu.
Ben az önce tek akıllı Eren demiştim değil mi?
Unutun ya. Bunların içinde ben ve Araf'tan başka akıllı yok.
Alt tarafı bebek odası boyayacaktık ama bunlar birbirlerini boyamaya başlamıştı.
"Sanırım ben bunları amele olarak çağırarak hata ettim." diyen Araf'a baktım. "Bunlardan ne amele olur ne de bir bok olur. Bunlardan anca büyümeyen bir çocuk olur." İşte bunda haklıydı.
Şimdi ne mi oluyordu? Biz sesimizi çıkarmadan onların kavgasını izlerken onlar da sırayla bizi fark etti ve tek tek yine sıraya dizildiler. Hepsi suçlu çocuklar gibi karşımıza dizilmiş onları azarlamamızı bekliyordu bildiğin.
Odanın içi mahvolmuştu. Allah'tan yere boya sıçramasın diye bir şeyler sermiştik, oralarda sıkıntı yoktu. Tek sıkıntı duvardı. El izleri, abu subuk boya sıçramaları ve daha niceleriyle doluydu duvar. En kötüsü ise sanırım timdi. Çünkü duvardan daha berbat bir haldeydiler. Ozan artık esmer değil tam bir sarışın olmuştu. Üstelik sadece saçı sarı değil boynuna kadar her yeri sarı olmuştu çünkü Soner onun kafasını sarı boya kutusuna batırıp çıkarmıştı. Soner'in bir tarafı baştan ayağa ful beyaz olmuştu çünkü Ozan onu tuttuğu gibi yeni boyanan duvara yapıştırmıştı ve duvarda da Soner'in yarım portresi vardı.
Fatih'in kalçasında kocaman sarı bir el izi vardı. Üstü başı sarı ve beyaz boyalarla doluydu. Eren'in yüzünde kocaman sarı boyayla el izi vardı. Sanki biri ona Osmanlı tokatı yapıştırmış gibi. Meriç ise sanırım içlerinden en kötüsüydü çünkü saçı başı dağılmış bir haldeydi. Üstündeki tulumunun bir parçası yırtılmıştı ve tabii ki o da sarı ve beyaz boyalardan nasibini almıştı.
Yemin ediyorum karşımda rütbeli askerler değilde anne babasını dinlemeyen ve yaramazlık yapan beş tane çocuklar varmış gibi hissediyordum. Çocuklardan hiçbir farkları yoktu. Hatta çocuklar bu beş koca adamın yanında uslu çocuklar olur çıkardı.
"Ben size ne diyeyim şimdi?" dedi Araf. O da artık ne diyeceğini şaşırmıştı. Kızıyor akıllanmıyorlar, bağırıyor akıllanmıyorlar, ceza veriyor akıllanmıyorlar valla adam da ne yapacağını şaşırmıştı artık.
"Hiçbir şey demeyin komutanım." dedi Soner çekingen bir sesle.
"Doğru." dedi Araf kızmak yerine. "Ben ne dersem diyeyim bir kulağınızdan girecek ve ötekinden çıkacak değil mi? Ben ne kadar kızarsam kızayım o dakika süt dökmüş kedi olursunuz iki dakika sonra ise koca koca adamlar olduğunuzu unutup küçük çocuklar gibi davranmaya devam edersiniz." Hiçbiri bir şey demeden öylece yere baktılar. Aslında Araf'ın kızmayacağını bilseler evet derlerdi ama Araf hazır kızgın değilken boşu boşuna kızdırmak istememişlerdi.
"Gidip şu üstünüzü değiştirin. Üstünüzdeki boyalardan kurtulun ve sonra üstünüzü başınızı boyamadan bu odayı boyamamıza yardım edin." Araf'ın sözlerinden sonra hepsi koşarak odadan çıktı. Arkalarından gülmeden edemedim. Valla çocuklardan bir farkları yoktu. Bu time ilk geldiğim zaman bunu anlamıştım zaten.
"Şu odanın haline bak." diyen Araf'a baktım. Göz ucuyla bir süre odayı inceledim. Berbat durumdaydı.
"Ama ben sana dedim değil mi? Bir usta çağıralım, biz bunun altından kalkamayız dedim ama sen benimle dalga geçtin." diye azarladı onu.
"Bunun tek sorumlusu bizim mallar. Onlar olmasa biz şimdiye odanın yarısını sorunsuz bir şekilde boyayacaktık." dedi. "Ama hata bende, bunları çağırmakla en büyük hatayı yaptım." Ben tam ona cevap verecekken araya başka bir ses girdi.
"Vallahi alınacağım ama ya. Hayatımıza renk kattık biz." Bu iğrenç espriyi yapan Meriç'e baktım. Az önce savaştan çıkma boyalı hallerini vurgulayarak espri yapmaya çalışmıştı. Şimdi ise hepsi temizlenmiş bir şekilde yanımıza gelmişti. En çok da Ozan'a şaşırdım, o da temizlenmişti. Hâlbuki boynuna kadar kafasının her yeri boya içindeydi ama şimdi o halinden eser kalmamıştı. Boyaları güzelce çıkarmıştı. Sanırım boyalar kurumadığı için kolayca çıkmıştı.
"Şu iğrenç esprileri bir kenara bırak da şu mahvettiğiniz duvarı güzelce boyayın." dedi Araf.
"Şimdi biz burayı bal dök yala yapacağız komutanım. Mükemmel bir bebek odası olacak." dedi Fatih ve eline fırça alarak duvarı boyamaya başladı. Diğerleri de ona katılırken bir süre onları izledim. Sanırım bu sefer sorunsuz bir şekilde bu odayı boyayacaktık.
Bir sorun olmadığından emin olduktan sonra bende elime bir fırça alıp duvarı boyamaya başladım. Bütün duvarı beyaza boyadıktan sonra sarı boyalarla duvara yıldızlar çizmeye başladık.
"Aklıma ne geldi." diyen Soner'e göz ucuyla baktım. "Benim gönlüm sarhoştur, yıldızların altında." diye şarkı söylemeye başladı. Duvara yıldızları çizerken aklına bu şarkının gelmesine şaşırmadım çünkü benim de aklıma bu şarkı gelmişti.
Şarkıya o devam etmeden ben devam ettim. "Sevişmek, ah, ne hoştur, yıldızların altında."
Diğerleri de bize katılınca hem duvara minik minik yıldızlar çizip boyadık hem de bağıra bağıra şarkımızı söyledik. "Mavi nurdan bir ırmak, gölgede bir salıncak." Bakışlarım Araf'a kaydı, hissetmiş gibi o da bana baktı. İşaret parmağımla ikimizi göstererek şarkıya devam ettim. "Bir de ikimiz kalsak, yıldızların altında." Onu ve kendimi göstererek söylediğim için göz kırptı.
"Yanmam gönlüm yansa da. Ecel beni alsa da. Gözlerim kapansa da, yıldızların Altında!" Bağıra bağıra son sözleri söyledik ve sustuk. Elimizdeki fırçalarla geriye çekilip şaheserimize uzaktan baktık.
Duvarlar bembeyazdı, bu saf beyaz rengini ufaklı büyüklü sarı yıldızlar süslüyordu.
Aslında alt rengi beyaz yerine silah olsa daha güzel olabilirdi ama burası çocuk odası olacağı için iç karartan renkler yerine daha açık renkler seçmek istemiştim. Bu yüzden beyaz rengi seçip sarı renkle de yıldızlar yaparak renk katmak istemiştim ve çok da güzel olmuştu.
"Vay be. Bu iki veletin odası da hazır sayılır." dedi Eren. "Bir tek artık o rahat anne karnından çıkıp bizim yanımıza gelmeleri kaldı."
"Oğlum çocuklar analarının karnında bile bizden bıkmıştır. Bizi bahane edip çıkmayacağız biz derlerse hiç şaşırmam." diyen Meriç'e gülmeden edemedim. Kendilerini bilmeleri çok güzeldi.
"Seni kesin bahane edip çıkmazlar ama bizim gibi mükemmel dayı amcaları olduğunu duyduklarında anında çıkarlar." dedi Ozan da.
Meriç yüzünü buruşturup "Papucunun mükemmellerine bak sen. Mükemmel görmesek yutturacaklar bana." dedi.
"Tamam beyler tamam. Çenenizle işten kaytarmaya çalışmayın da şu odaya beşikleri taşıyın bakalım. Bugün bu oda bitecek." dedi Araf. Hepsi tartışarak odadan çıktı ve beşikleri getirdiler. Bende oda için aldığım birkaç eşyayı getirdim. Bütün odayı ayarlayıp bebekler için aldığım bütün malzemeleri odaya koyduk. Belki birkaç ay boyunca bebekler bu odada kalmayabilirdi, ne olur ne olmaz diye beşikleri kendi odamıza taşıyabilirdik ama biz şimdiden ayarlamak istemiştik. Sonuçta beşiği kaldırıp öteki odaya götürmek zor olmazdı.
Son kez odanın son halini inceledim. Duvarlar boyanmıştı ve istediğim gibi yıldızlar renk katmıştı. Odanın içinde bebeklerin beşikleri, bebekleri emzirmek için oturacağım tekli bir koltuk, püf ve bebekler için aldığımız onca eşya artık buradaydı. O bomboş oda şimdi dopdolu bir oda olmuştu. Daha birkaç ay öncesine kadar Araf'ın bu odayı bebek odası yapalım dediği zamanı hatırlıyordum.
Sanki zaman artık çok hızlı geçiyormuş gibi hissediyordum. O zamanlar karnım küçücüktü, Meriç göbüşünüz çıktı diye dalga geçiyordu ama şimdi karnım kocaman olmuştu. Bebeklerim beş aylık olmuştu ve karnımın içinde sanki savaşa hazırlanıyorlar gibi sürekli bir hareket halindeydiler. Göz açıp kapayıncaya kadar onları kucağıma alacakmışım gibi hissediyordum.
* * *
3 ay sonra
Lavabodan çıkıp elimi karnıma koydum. Bugünkü sancım bir türlü geçmemişti. Gebeliğim ilerledikçe arada bir sacılarım tutuyordu. Bunlardan bazıları gaz sancısı bazıları bebeklerimiz ayaklarını karnıma bastırmasından oluyordu. Bu da onlardan biriydi ama bir türlü geçmek bilmemişti.
"Cemre hazır mısın?" Araf odanın içine girer girmez konuştu. "Bizimki iyice evhamlanmaya başladı."
"Hazırım." deyip yanına doğru ilerledim. Yanına gelince kolumdan tutup durdurdu beni, yüzümü inceledi.
"Neyin var senin? Yüzün bembeyaz olmuş."
"Önemli bir şey değil." dedim. "Hafif bir sancım var ama geçer herhalde birazdan."
Yere eğilip elleriyle karnımı tuttu. "Babam, siz yine içeride rahat durmayıp anneninizin canını mı yakmaya başladınız." Yüzümde bir gülümseme oluştu. Ne zaman böyle ağrım, sancım olsa hep onlarla konuşurdu. İşin garip yanı ağrım yavaş yavaş yok olur geçerdi.
"Anlaşmamış mıydık biz? Siz anneniziniz bir daha canını yakmayacaktınız hani." Sanki onlar onu duyuyormuş gibi konuştu ve ağrımın azaldığını hissettim.
"Sanırım çocuklarım şimdiden babacı olmaya başladı." deyip Araf'ın elinden tutarak ayağa kaldırdım. "Ama ben şimdiden kıskanıyorum sizi. Hep senin sözünü dinliyorlar."
"Sanırım anneleri biraz katı, babalarına nazı geçiyor hep."
"Hiç de katı değilim." dedim. "Sadece çocuklarım babacı olmak istediler bence." Güldü, tam bir şey diyecekken içeriden Ozan'ın bağırmasını duydum.
"Komutanım! Yetişin! Valla bu mallar beni deli edecek." Birazdan Yassemin'i Ozan'a istemeye gidecektik. Şaşırtıcı bir olay ama gerçekten Yasemin'i istemeye gidecektik.
Ben bebeklerimi doğurduktan sonra gideriz falan diye tahmin ediyordum. Sonuçta Yasemin'in nazının uzun süreceğini tahmin etmişim ama bu sefer fazla uzatmak istememiştim sanırım.
Yasemin'in memleketi burası değildi. Haliyle ailesi de burada yaşamıyordu ama kız isteme olacak diye buraya gelmişlerdi. Kendi aralarında konuşmuşlar ve buraya gelmeyi daha doğru bulmuşlardı sanırım. Aslında benim içinde iyi olmuştu, hamileliğimden dolayı uzun yolculuklar beni yoruyordu.
Araf'la birlikte yatak odasınsan çıkıp salon geçtik. Ozan salonun ortasındaydı ve diğerleri de etrafına toplanmış sürekli bir şeyler deyip duruyordu. Ozan'ın anne ve babası da buradaydı, koltukta oturmuş bizimkilerin hep bir ağızdan konuşmalarını dinliyorlardı.
Ozan beni görünce hemen onların arasından sıvıştı ve yanıma geldi. Tam önümde durup etrafında dönmeye başladı, bir yandan da konuşmayı ihmal etmedi. "Üstüm nasıl olmuş komutanım? Gayet iyi değil mi? Bu mallar hep bir şey bulup iyi olmamış diyor ve benim sinirimi tepeme çıkartıyorlar."
O etrafında dönmeye devam ederken onu inceledim. Üstünde siyah bir takım vardı. Herhangi göze batan bir şey de yoktu. Bizimkiler eğlenmek için onun heyecanıyla dalga geçmek için saçma sapan bir şeyler uydurmuştu anlaşılan.
"Gayet çıksın. Bakma sen bunlara. Eğleniyor hepsi seninle." dememle etrafında dönmeyi kesip bana gülümsedi.
"Gerçekten mi?"
"Gerçekten ama biraz daha böyle iyi miyim, gerçekten mi diye sormaya devam edersen Yasemin her an bu isteme işinden cayabilir. Valla ben ondan tırsıyorum."
"Haklısınız. Sonuçta bu nazıyla bilinen Yasemin." dedi ve orta sehpadaki çiçek ve çikolatayı eline aldı. Bir eliyle bunları tutarken diğer elini öne doğru uzattı. "Kadınlar önden." dedim bana ve annesine bakarak. Anne ve babası bizim önümüzden çıkarken Araf'la ben de hole girdik ama az önce kadınlar önden diyen Ozan değilmiş gibi bizi geçti ve koşar adımlarla dışarıya çıktı.
"Acele edin lan!" deyip omzunun üstünden Araf ve bana baktı. "Siz sadece acle edin komutanım. Lanı ben arkanızdaki mallara dedim. Üstünüze sakın alınmayın." dedi ve bir şey dememizi beklemeden apartmandan aşağıya, anne ve babasının yanına inmeye başladı.
"Bu heyecan yapınca ayrı bir manyak oluyor." dedi arkamdaki Eren. "Gerçi normal halinden de pek bir farkı yok ama neyse."
Tim Ozan'ın heyecanıyla dalga geçerken bütün yolu tamamladık ve Yasemin'in evine geldik. Ben erkek tarafı olarak gelmiştim ama kızlar kız tarafı olup Yasemin'in evinde ona yardım ediyordu.
Hep birlikte Yasemin'in evine gelince Ozan'ın babası zile bastı. Kapı Yasemin ve ailesi tarafından açıldı ve hepimiz sırayla içeriye girdik. Ozan ve Yasemin kapıda kalırken biz salona geçip oturmuştuk bile. Oturur oturmaz yine karnıma bir sancı saplanmıltı sanki. İstemsizce yüzüm buruştu, etrafta dönen sohpete katılamadım ve dinleyemedim.
Kısa süre içinde Ozan ve Yasemin de gelmişti odaya. Yasemin gelince ondan bir bardak su istedim. O suyu getirene kadar sohbet iyice koyulaşmıştı. Suyu getirince ise annesinin kaş göz işaretleri yapmasından dolayı kahve yapmaya gitmişti. Ona yardıma gitmeyi istedim ama karnımdaki ağrıdan dolayı yardımcı olamayacaktım, aksine benimle ilgilenirdi ve kahveleri yapamazdı. Bu yüzden burada kalmanın daha doğru olduğunu düşündüm.
Elimdeki suyu içerken bizimkilerin çaktırmadan kalkıp mutfağa girdiğini gördüm. Benim istememde yaptıkları gibi kahveye tuz falan kattırmaya çalışacaklardı kesin.
Elimi karnıma koyup hafif hafif okşamaya başladım. Araf bir şey olduğunu fark edip bana doğru eğildi. "Ağrın mı var?" Ona bakıp başımı salladım. "İstersen eve gidebiliriz, ya da doktora da gidebiliriz."
"Şimdilik iyiyim. En azından kahveler gelsin de sonra bakarız."
"Sen nasıl istersen ama kötü olursan söyle. Anlayışla karşılarlar." Gözlerimi açıp kapatarak onayladım onu. Birkaç dakikanın sonunda da Yasemin elindeki kahve tepsisiyle içeriye girdi. Başta büyükler olmak üzere herkese dağıtmaya başladı. Ben hamilelikten dolayı fazla kafein tüketmemeye özen gösteriyordum, bu yüzden bana getirmemişti.
Herkes kahvesini yudumlarken ben Ozan'a baktım. Yasemin'e bakıyordu ve kaş göz yaparak elindeki kahveyi gösteriyordu. Sanırım tuz var mı demeye çalışıyordu. Yasemin hiçbir şey belli etmeden omuz silkti. Kesin vardı. Hem bizimkiler de kızın yanına gitmişti. Tuz katmak istemese bile onlar zorla kattırmıştır.
Ozan birkaç saniye kahveye baktıktan sonra korka korka dudaklarına götürdü ve bir yudum içti. İçer içmez de yüzünü buruşturması bir oldu. Bu haline sessizce güldüm. Tahmin ettiğim gibi tuz vardı kahvede.
Kahveler içilmeye devam edilirken Ozan'ın babası kız istemede olan o klasik sözleri kurmaya başladı ama ben pek dinleyemedim. Kız istenirken Araf'a doğru yaklaşıp "Eve gidelim mi?" diye sordum. "Ağrım geçmedi ve insanları rahatsız etmek istemiyorum."
Bana bakıp yavaşça başını salladı. "Sen çık dışarıya ben de konuşup geliyorum." deyince ayağa kalkıp salondan çıktım. Birkaç dakikanın sonunda da Araf yanıma geldi. Dışarıya çıkınca beni durdurup inceledi.
"İstersen bir doktora gidelim." Başımı iki yana sallayarak reddettim.
"Hayır ya, kaç kere gittik ağrıdan. Bir sorun olmadığını söyledi. Bir ay daha idare edeceğim işte bu ağrılara."
Elini belime koyup ilerlemeye başladı. "Sen nasıl istersen ama ağrın artarsa söyle." Gözlerimi açıp kapatarak onayladım onu.
Eve gelince direkt üstümü değiştirip yatağa uzandım. Sırt üstü bir şekilde yatakta uzmanırken ağrının yavaş yavaş yok olduğunu hissettim. O sırada Araf da elinde bir bardak süstle odaya geliş. "Size ballı süt kaynattım." dedi yatağın kenarına oturarak. Dirseklerimin yardımıyla yatakta doğrulmaya çalıştım. Artık bebeklerim sekiz aylık olmuştu ve karnımda kocaman olmuştu. Bu yüzden oturup kalkmam, yatmam ve doğrulmam bir hayli zor oluyordu benim için.
Araf'ın da yardımıyla doğrulup sütü aldım ve bir yudum içtim. "Teşekkür ederim." diye mırıldandım.
Ben sütümü içerken elini karnıma koyup okşadı. O sırada karnımda bir tekme hissettim. İstemsizce yüzümü buruşturmaktan kendimi alıkoyamadım çünkü onlar büyüdükçe tekmeleri de daha kuvvetli oluyordu. İlk baştaki attıkları tekmeyle şimdiki tekmeler arasında oldukça fark vardı. Sanki çıkarın bizi buradan der gibi atıyorlardı tekmeleri.
"Geçti mi ağrın?" Sütümden bir yudum daha içip cevap verdim.
"İçiride kıpırdamak yerine uyurlarsa belki geçer." dedim. Gecenin bir yarısı onların hareketine uyanıyordum sürekli ve bütün gece uyuyamıyordum. Sabah olunca ise uykum açılıyordu ama bu sefer sanırım onlar uyuyordu çünkü hareketleri kesiliyordu hep.
"Şimdi babalarıyla birlikte uyurlar." deyip yatağa uzandı ve karnıma sarıldı. "Anneniz sütünü içerken biz de baş başa uyuyalım bence. Hem annenizde aramıza girmemiş olur."
"Aşk olsun Araf." demeden duramadım. "Bu kadar çabuk papucum dama atılmamalıydı. En azından bebeklerim doğana kadar bekleseydin." dedim ama beni kâle bile almadı, bebeklerimle konuşmaya devam etti. "Vay be. Ama sorarım ben bunun hesabını." deyip elimdeki sütü bitirdim ve Araf'tan uzaklaştım.
"Bence bugün sarılarak uyumayalım. Ben bebeklerimle baş başa kalayım." deyip üstüme yorganı çektim.
"Trip mi atıyorsun?" deyince ters ters ona baktım.
"Tabii ki de trip atıyorum. Hamile bir kadını, karnı önemsemedin az önce. Bırak da atayım tribimi." dedim aksi bir sesle.
"Ben hiç seni önemsemez miyim?"
Yüzümü buruşturdum. "Az önceyi bizzat yaşamasam inanacağım."
Gülüp üzerime eğildi ve boynumdan beni öpmeye başladı. Trip attığım için onu ittirmeye çalıştım. "Öpme ya. İstemiyorum."
"Ama ben istiyorum." deyip öpmeye devam etti. Boynumdan yanağıma doğru geldi ve üstten bana baktı. "Ben üçünüzüde ayrı ayrı seviyorum. Benim bu sevgim hem çocuklarıma hem de karnında çocuklarımızı taşıyan karıma yeter de artar. Hepinizin yeri bende ayrı. Birinizi ne fazla seviyorum ne de eksik, hepinizin yeri ayrı ama eşit. Ve ömürüm boyunca da bu sevgimi üçünüze de hissettireceğim. "
İstemsizce bakışlarımı kaçırdım. Trip atamaya çalıştım ama bu sözlerden sonra devam ettiremedim. "Neyse, affettim seni. Trip atamayacağım artık." dedim ona bakmadan. Ona bakmıyordum ama bu sözlerime güldüğünü işittim.
"O zaman bir barışma öpücüğünü hak ettim." deyince göz ucuyla ona baktım.
Yanağımı uzatıp "Öpebilirsin." dedim ama o çenemden tutarak ona bakmamı sağladı.
"Ben burayı daha çok tercih ederim." diyerek dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Ona daha fazla karşı koyamayarak kollarımı boynuna doladım ve öpüşüne karşılık vermeye başladım.
* * *
"Ya Allah aşkına karnım burnumda benim alışverişte tam olarak ne işim var?" dedim oturmuş kızların elbise denemeleri izleyerek.
"Cemreciğim söylenmek yerine sende bir tane seçip denesem mi?" dedi Maya.
"Yoruldum yoruldum. Karnımda iki tane can taşıyorum ben." Elimi karnıma koyup okaşadım. "Hem benim bebeklerim acıktı. Evde olsaydık koltuğa uzanır karnımızı doyururduk biz ama burada oturmuş söyleniyorum."
"Dün Yasemin'i istedi Ozan. Yakında düğün ve kına olur. Şimdiden elbise bakıyoruz işte." diyen Meltem'e baktım. Askıdaki kıyafetleri inceliyordu.
"Oho siz çok erkencisiniz. Bu Yasemin evlilik içinde naz yapar bir sene bekleriz. Bir seneye de artık zayıflar mısınız kilo mu alırsınız bilmiyorum ama şimdi aldığınız elbiseleri o zamana giyemeyeceğinizi çok iyi biliyorum."
"Naz yapmam ben, evleriniz yakında." dedi Yasemin. He he der gibi ona baktım. O sırada önüme bir şişe su ve kek uzatıldı. Bunları uzatan kişiye baktım. Bahar uzatmıştı bunları.
"Yanımda getirmiştim." deyince Gülümseyip aldım.
"Teşekkür ederim." deyip keki açtım ve bir ısırık aldım. O sırada Bahar da yorulmuş olmalı ki yanıma oturdu.
"Eee Eren'le durumlar nasıl?" dedim dolu ağzımla.
"Aynı."
"Arkadaşsınız yani." dedim. Ozan'lar bile ilerleme katetmişti ama bunlar bir türlü sevgili olmamıştı.
"Yok arkadaş değiliz. Sanırım arkadaşlıktan daha öte ama sevgili de sayılmayız." diye cevap verdi.
"Flört gibi." dedim bu sefer de.
"Aynen öyle."
"Tamam flört ediyorsunuz işte. Neyi bekliyorsunuz sevgili ommak için?" Bilmiyorum dercesine dudağını büzdü.
"Bilemem. Eren çıkma teklifi falan etmedi."
"Bizimki direkt evlilik teklifi etmeyi bekliyordun." diye dalga geçtim ama Bahar ciddiye almış olacak ki gözleri irice açıldı.
"Yok artık." Bu haline güldüm ve kekimin son parçasını ağzıma attım.
"Bizimkilerin ne yapacağını valla kestiremiyorum. Az önce dalga geçtim ama belli de olmaz. Hepsi ayrı manyak. Bir seneyi geçik onları tanıyorum ve her seferinde beni şaşırtacak şeyler yapıyorlar." Suyumu açıp birkaç yudum içtim. "Ama yapmaz herhalde. En azından bir çıkma teklifi falan eder de ondan sonra evlilik teklifi için planlar yapar diye umut ediyorum." Benim kararsız konuşmama güldü ve bir şey demedi. Ben de daha fazla oturmak yerine ayağa kalktım.
"Ben eve gidiyorum artık. Siz rahat rahat gezin." demiştim ki hepsi aynı anda yanıma geldi ve koluma yapıştı. Bahar bile koluma yapışmıştı. Bu duruma istemsizce kaşlarım çatıldı.
"Olmaz. Hep birlikte gideriz." dedi Meltem.
Gözlerim kısıldı. "Gidelim o halde." dememle hepsi birbirine baktı. Bunlar ne karıştırıyordu tam olarak?
"Yemek mi yesek." diyen Yasemin'le onların ne karaştırdığını düşünmeyi vazgeçip başımı salladım.
"Olur, hadi yiyelim." deyip mağazadan çıktım ve hep birlikte yemek katına çıktık. Yemekleri sipariş edip beklerken hepsinin birbirine bakıp kaş göz yaprak bir şeyler konuşmaya çalıştıklarını fark ettim. Bir şey demeden onları inceledim. Benim onlara baktığımı fark ettikleri için şifreli konuşmayı kestiler. İstemsizce kaşlarım yine çatıldı ama bunun üstünde fazla duramadım çünkü sipariş ettiğimiz yemekler geldi.
Onların bu tuhaf halini düşünmeyi erteleyip yemeğimi yemeye başladım. Yemeğimin ortasında yine karnıma sancı saplandı. Dünden beri bu ağrılar bir türlü geçmemişti. Aslında bugün de devam ederse doktoruma gitmeyi planlıyordum ama Araf evden tabura gider gitmez kızlar kapıma dayanmıştı ve beni alışverişe getirmişti. Doktora gitme planlarım da suya düşmüştü bu yüzden.
Yemeğimin yarısında yemeyi bıraktım çünkü karnımdaki sancı buna pek izin vermedi. Önümdeki tepsiyi öne doğru ittirdim "Yemeyeceğim ben." dedim. "Karnıma ağrı saplandı yine. Eve gideceğim." deyip ayağa kalktım. Kızlar yine telaş yaptı. Onları boş verip arkamı döndüm ve aşağı kata inmeye başladım. Onlar da peşimden geliyordu.
Alışveriş merkezinden dışarıya çıkmıştım ki telefonuna bakan Yasemin rahatlamış bir şekilde nefes alıp "Tamam." dedi. "Gidebiliriz."
Olduğum yerde durup onlara baktım. "Neyiniz var sizin? Sabahtan beri çok tuhaf davranıyorsunuz."
Birbirlerine baktılar ve aynı anda omuz silktiler. "Hiç." Yine aynı da konuştular.
"Hiç inandırıcı değil." dedim ve arkamı dönerek arabalara ilerledim. "Ama karnımdaki ağrı düşünmeme engel olduğu için konuşun ve anlatın diye ısrar etmeyeceğim." deyip arabaya bindim. Diğerleri de binince kısa süre içinde eve geldik.
Kızlar arkamdan gelirken ben karnımı tutarak oturduğumuz kata çıktım. Bir elim karnımdayken çantamdan anahtarı aradım. Bu sırada ağrım giderek artmaya başlamıştı. Keşke eve gelmek yerine direkt doktora gitseydim. Böyle artacağını bilseydim kesin giderdim ama eve gelince bu kadar artacağını tahmin etmemiştim.
Anahtarı bulup tam kapı deliğine sokacakken kapı açıldı. Kaşlarım çatılırken kapıyı açan Araf'a baktım. Onun evde ne işi vardı? Taburda olması gerekiyordu.
"Ne işin var senin burada?" dedim içeriye giderek.
Belimden tutup beni salona yönlendirdi "Sana bir sürprizim var." demesiyle salona girmemiz bir oldu. Salona adım atar atmazsa bir komfetinin patlaması da bir oldu. Bunu beklemediğim için irkildim ve etrafta iyi ki doğdun diye bağıran time şaşkınca baktım.
Ben doğum günümü tamamen unutmuştum. Aklımdan çıkmıştı.
Demek kızlar bu yüzden sabahın erken saatinde beni alıp götürmüştü ve tuhaf tuhaf davranmıştı.
"İyi ki doğdun sevgilim." diyen Araf'a baktım. Gülümseyerek bana bakıyordu. Ben de üstümdeki şaşkınlığı atıp ona gülümsedim. O sırada yanımıza elinde mumları yanan pastayla Soner geldi.
"Dilek tutmayı unutmayın komutanım." deyip pastayı bana doğru uzattı.
Birkaç saniye pastaya baktıktan sonra gözlerim kapandı ve tutacağım dileği düşündüm. O sırada şaşkınlıktan unuttuğum karın ağrım kendinsini belli etti. Ağrıdan dolayı yüzüm buruşurken dileğimi içimden söyledim. Çocuklarım, kocam ve bütün sevdiklerimle mutlu bir hayat yaşamak... Gözlerimi açıp mumu üfleyecekken ağrım giderek arttı. Bağırmamak için kendimi sıkarken bacaklarımın arasından akan sıvıyla gözlerim irice açıldı. Yüzüm istemsizce buruşurken belimden tutan Arafa baktım. O da bana döndü.
"Üflesene güzelim." demesiyle kendimi daha fazla tutamadım ve çığlık attım. Başta Araf olmak üzere içerideki herhes şaşırdı.
"Geliyor." diyebildim zorlukla. "Bebekler geliyor." İçerideki herkes ikinci bir şok yaşarken destek almak için Araf'a tutundum. "Araf geliyorlar!"
Selam nasılsınız?
Bölüm nasıldı?
En sevdiğiniz sahne?
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, kendinize iyi bakın🤍
|
0% |