@kitap__gezegeni1
|
Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayalım🦋
Keyifli okumalar✨️
48.Bölüm "Yıldızların Altında Başlayan Hikâye" (FİNAL)
1 YIL SONRA
Bir şehir hayatınızı nasıl değiştirebilir?
Bunu yıllar önce biri bana sorsa en fazla ne kadar hayatımı değiştirebilir ki diye dalgaya alırdım. Ama şimdi şöyle bir bakıyordum ki baştan sona hayatımı değiştirmişti bu şehir benim.
İlk başta o mayına basınca ya kurda kuşa yem olacağımı düşündüm ya da bir terörist beni bulacaktı ve kafama bir kurşun sıkıp beni oracıkta öldürecek diye düşünmüştüm ama öyle olmamıştı. Bir grup asker gelip kurtarmıştı beni. Bu askerlerin başında da hayatıma ışık olan Yeşil Gözlü Asker vardı.
Anlamıştım aslında. O gözlerle gözlerim ilk kesiştiğinde çok iyi anlamıştım. Hayatımın merkezine yerleşeceğini, her şeyim olacağını anlamıştım.
O günden sonra hayatım çok güzel olmuştu. Birbirinden manyak beş askerin komutan yardımcısı olmuştum. Her ne kadar beni sinir etseler de kendimden bile çok seviyordum onları.
Kâh gülmüştük, kâh üzülmüştüm, kâh da ağlamıştık. Kayıplar vermiştik... Hayatımız alt üst olmuştu... Kaçak olmuştuk... Ama bunlara rağmen dimdik durmayı başarmıştık. Belki de hayat üzüntülerimizi çok bulmuştu ve bize iki mutluluk sebebi vermişti. O iki mutluluk ise Mira ve Mert'ti...
O Yeşil Gözlü Askerin çocuklarımın babası olacağını tahmin etmiyordum. Evet hayatımın orta yerinde hüküm süreceğini hissetmiştim ama bu kadarını... İşte bunu tahmin etmemiştim.
Şöyle geçmişe dönüp bakıyordum da... Çok şey yaşamıştık ya. Çok şey yaşamıştık ama dimdik durmayı başarmıştık. İşte bu dik duruşlarımız sayesinde mutlu olmayı başarmıştık.
Daldığım düşüncelerden sıyırıp önüme baktım. Önümdeki kağıtlara işim bitince odamdan çıkıp taburun koridorunda ilerlemeye başladım. Mesleğime geri dönmüştüm ama operasyonlara çıkmıyordum. Çocuklarım hâlâ emzirme döneminde olduğu için masa başı işleriyle uğraşıyordum ve bugünde eksik olan birkaç dosya için gelmiştim.
Taburun bahçesine çıkınca bahçede çocuklarımı aradım. Az ileride başta bizim tim olmak üzere bir grup askerin yanında görünce oraya ilerledim. İşim kısa olduğu için onları da buraya getirmiştim. Aslında daha sık getirmeyi çok istiyordum ama burası askeriyeydi, ne olacağı hiç belli olmazdı. Bu yüzden onları riske atıp sık sık buraya getiremiyordum.
Onlara yaklaştıkça çocuklarıma bir şeyler öğretmeye çalıştıklarını anladım. Adımlarımı yavaşlatıp onları dinlemeye karar verdim. "Bakın şimdi sol dediğimde sol ayağınızı sağ dediğimde ise sağ ayağınızı yere vuracaksınız ve bu şekilde olduğunuz yerde ritim tutacaksınız." diye anlattı Meriç. Ne yatırmaya çalıştıklarını anladım ve olduğum yerde durdum. Kollarımı gögsümde bağlayıp bu manzarayı uzaktan izlemeye karar verdim.
"Hazır mısınız?" diye sordu Meriç. Mert ve Mira başını sallayınca onların karşısına geçti. "İki elinizi de yanınıza koyun ve ileri geri hareket ettirin. Sakın gülmeyin, düz bir yüz ifadesiyle yapın bunu." Çocuklarım anladılar mı bilmiyorum ama yine başlarını salladılar. "Hadi bakalım. Sol, sol, sol sağ sol. Sol, sol, sol sağ sol." diye birkaç defa bunu tekrarladı Meriç. Mert ve Mira ise yapabildikleri kadar oldukları yerde yürümeye başladılar ama Mrriç'in bir şey hoşuna gitmemiş olacak ki durdu. "Olmuyor ama olmuyor!" diye kızdı.
Mert sinirlenerek küçük kaşlarını çattı ve bir şeyler dedi. Henüz ne dedikleri hâlâ anlaşılmadığı için hiç kimse ne dediğini anlamadı.
Meriç işaret parmağını tehditvari bir şekilde sallayarak "Sus." dedi. "Komutanınım ben senin. Anana babana cevap verdiğin gibi vermezsin bana." Mert buna daha çok sinirlenirken Meriç'in önüne paytak paytak gitti ve tekme attı. Sonra ise kendince yine bir şeyler dedi.
Kulağımın dibinde hissettiğim nefesle irkildim. Onlara öyle bir dalmıştım ki yanımdaki kişiyi bile fark etmemiştim. "Görüyorsun değil mi? Bunlar benim çocuklarım." Araf'ın sesini duyunca gülerek ona baktım.
"Öyle mi?" dedim. Göz ucuyla Mert ve Mira'ya baktım. "Çok güzel çocuklar. Tek başına mı yaptın?" İğneleyici sözlerimle o da güldü.
"Yok güzeller güzeli karımla yaptım." deyince önüme dönüp çocuklarıma bakmaya devam ettim.
Meriç bir bacağına bir de Mert'e baktı. O tekmenin canını acıtmadığı aşikârdı. Mert'in gücü ne ki acıtsın? Zaten doğru düzgün yürümesini bilmiyorlardı. Anca paytak paytak ortalıkta dolanıyorlardı.
"Şuna bak lan. Hem şuçlu hem güçlü. Ceza vereyim mi sana?" Meriç kendisinş iyice kaptırmış konuşurken Mert onu kâle bile almıyordu. Kardeşinin yanına geçmiş elini tutuyordu. "Ben sana mıntıka cezası vereyim de komutanına vurmak neymiş gör. Dua et seni sürgün etmiyorum." Acaba Araf'ın burada olduğunu bilse böyle konuşur muydu?
Mert yine onu takmazken sadece ona baktı ve dilini çıkardı. Göz devirerek Araf'a bakmadan edemedim. "Çocuklarıma şiddeti öğrettiğin yetmiyormuş gibi bir de dil çıkarmayı öğretiyorsun Araf ya." Çocuklarımda ne kadar kötü huy varsa hepsini Araf öğretmişti.
"Dil çıkarmak en güzel cevaptır bir kere. Bak oğluma ne güzel cevap verdi."
Ben başımı iki yana sallarken tekrardan önüme döndüm. Mira'yı Mert'in yanında göremeyince kaşlarım çatıldı ama sonra Soner'in yanında gördüm. Soner'in bacağına yapışmış Soner'in elindeki sandviçe uzanmaya çalışıyordu.
Soner elindeki sandviçi saklamaya çalışarak "Yiyemezsin sen bunu." dedi. Mira bir kere göz koymuştu, bunun peşini asla bırakmazdı. Öyle de oldu. Avazı çıktığı kadar bağırınca Soner mecbur sandviçinden bir parça verdi. Mira zafer gülümsemesiyle kardeşinin yanına gitti ve elindekini bölüp Mert'e verdi. İşte bunu da ben öğretmiştim. İkisine de kardeşiyle paylaşmasını öğretmiştim. Kötü huyları Araf iyi huyları ise ben öğretmiştim.
"İşte bu da benim kızım. Gözüne koyduğunu yapacak." Araf yine övününce ona baktım.
"Benim de çocuğum." diyerek düzelttim.
Tam cevap verecekken aramıza başka ses girdi. "Baba!" Mert ve Mira bizi görünce bağırarak yanımıza koştular. Ya da koşmaya çalıştılar. Yürümeyi yeni yeni öğrendikleri için düzgün yürüyemiyorlardı. Düzgün yürüyemiyorken koşmaları da pek düzgün değildi.
Mert babasının yanına gelince bacaklarına yapıştı. Benim gibi mavi gözleriyle alttan Araf'a baktı. Araf anında onu kucağına alırken Mira da benim bacağıma yapıştı. O da babasınınkı gibi yeşil gözleriyle bana bakmaya başladı. Ben de onu kucağıma aldım. Kucağıma alır almaz elindekini bana uzattı. Gönlü olsun diye küçük bir ısırık aldım. Gülerek o da yemeye başladı. O sırada Mert hararetli bir şekilde babasına bir şeyler anlatıyordu. Parmağıyla Meriç'i gösterince az önceki olayda Meriç'i şikâyet ettiğini anladım.
Meriç de anlamış olacak ki korkuyla "Valla yalan söylüyor komutanım." dedi. "Ben katiyen öyle bir şey yapmadım." Sanki Mert her şeyi anlatacak kadar konuşmayı öğrendi de. Anne, baba ve birkaç kelime biliyordu sadece. Şimdi de kendince konuşuyordu, bizim anladığımızı sanıyordu ama tek bir kelimesini bile anlamamıştık.
"Ne cezası verdi babacığım sana?" Araf sanki Mert'in anlattıklarını anlamış gibi yapıp sordu.
Mert yine bir şeyler deyince Araf başını salladı.
"Şimdi o mıntıka cezasını ben ona vereyim de görsünsün o gününü."
"Ama komutanım." dedi Meriç. Kendisini acındırma zamanı gelmişti anlaşılan. "Yalan söylüyor bu canavar." demesiyle ona kaş göz yapmaya çalıştım. Hatasını fark etmiş olacak ki anında lafını düzeltti. "Yani Mertciğim yanlış anladı beni. Ben şimdiden ona bir şeyler öğretiyorum ki ileride zorlanmasın. Ceza da bunlardan biri. Sonuçta eğitimde merhamet olmaz." Lafı iyi kıvırmıştı valla. Zaten en iyi yaptığı şeylerden biriydi bu.
Araf gülmek dışında başka bir şey edemezken Mert'i öpüp yere indirdi. Benim kucağındaki Mira'yı da öptükten sonra "Benim birkaç küçük işim kaldı." dedi. "Biraz burada bekleyin eve birlikte gideriz." Bakışları Mira ve Mert'e kaydı. "Onlar da zaten buradan şikayetçi değil. Eğlenirler biraz." Onu onaylayıp boş bir çardağa oturdum Mira ve Mert ise tekrardan askerlerin ve bizimkilerin yanına geçmişti.
Elime telefonumu alıp biraz sosyal medyada gezdim. Daha telefonumu elime yeni almama rağmen bizimkilerin sesini duyunca bırakmak zorunda kaldım ve onları izledim.
Bu sefer Soner çocuklarımla ilgilenmeye karar vermişti ve yere yüz üstü uzanmış onlara bir şeyler anlatmaya başlamıştı. Ne dedi buradan duyamadım ama Mira ve Mert onun sözlerinden sonra tıpkı onun gibi yere yüz üstü uzandı ve onlara baktı. Daha hiçbir şeyi doğru düzgün bilmedikleri için her şeye heves ediyorlardı ve karşılarındaki kişinin yaptığını yapıyorlardı sürekli.
Soner yerde sürününce oğlum ve kızımda sürünmeye çalıştı ama pek başaramadılar. Hatta arada emeklediler, arada da kalkıp yürüdüler ama Soner'e yetişmeyi başardılar. Belirledikleri noktanın sonlarına gelince etraflarında toplanan askerler onu alkışlayınca ikiside şımardı. Yüzlerinden mutlu olduklarını anlamamak elde değil.
Bunu başarmanın şerefine Eren bordo beresini Mira'ya Fatih ise Mert'e verdi. İkisinin de başlarına bereleri taktıktan sonra koştur koştur yanıma gelmeye başladılar. Onların her koşuşunu görünce gülesim geliyordu. Gerçekten penguenler gibi koşuyorlardı.
"Anne!" İkisi de bana seslenip bacaklarıma yapıştı. Kafalarındaki bereleri gösterince onlara doğru eğildim ve konuştum.
"Çok güzel olmuşsunuz. Çok yakışmış size." Benden de aldıkları iltifatla mutluluklarına mutluluk eklendi.
En fazla yarım saatimiz daha burada geçtikten sonra Araf da işlerini halletti ve eve geçtik. Yarın hep birlikte pikniğe gideceğimiz için çocukları babalarına bıraktım ve ben de yarın için hazırlık yapmaya mutfağa geçtim.
Yarın kızlı erkekli hepimiz toplanıp pikniğe gidecektik. Herkes işinin gücünün peşinde olduğu için pek fazla buluşup görüşemiyorduk. Bulduğunuz ilk boşlukta ise toplanıp vakit geçirmeye karar vermiştik. Hem çocuklar da bütün gün evdeydi, onlar için de değişik olurdu.
* * *
"Mira! Mert!" Evin içinde çocuklara seslenip onları ararken elimdeki kıyafetlerin de önünü çevirmeye çalışıyordum.
"Araf! Çocuklar nerede?" Evin içinde bütün odaları gezerken bir türlü ikisini de bulamadım. Yine bizimle saklambaç oynuyorlardı ve insanın aklına gelmeyecek yerlere girmişlerdir. Bunu her zaman yapıyorlardı. İki bir oluyordu ve bizim haberimiz olmadan bizimle saklambaç oynuyorlardı.
"En son yatak odasına gitmişlerdi." Araf'tan aldığım yanıtla yönümü yatak odasına çevirdim. Kapının önüne gelince yavaşça kapıyı açıp aynı yavaşlıkla içeriye girdim.
Kapının ağzında bekleyip içeriye göz attım ve yavaşça ilerledim. Ses çıkarmamaya özen gösteriyordum çünkü içeride benim olmadığımı düşünüp ses çıkaracaklardı ve ben de elimle koymuş gibi onları bulacaktım.
Bir süre sessizce içeride bekledikten sonra elbise dolabının içinden kıkırdama sesleri duyunca yüzümde bir gülümseme oluştu ve oraya gittim. Elbise dolabının sürgülü kapağını tuttum ve sağ tarafa doğru ittirdim. Mert ve Mira birden saklandıkları yerin kapağının açılmasıyla irkilirken ben gülerek "Sobe!" dedim.
İkiside huysuzlanıp "Anne." dediler.
"Ne anne? Bu oyunda illaki sobeleneceksiniz." İkiside mızıkcı çocuklar gibi omuz silince gülüp yatağa oturdum.
"Somurtmaya devam edecekseniz söyleyin de biz babanızla birlikte gidelim pikniğe. Siz de evde somurtmaya devam edersiniz." Piknik lafını duyunca ikiside somurtmayı kesip birbirlerini iterek yanıma koşturmaya çalıştılar, çalıştılar diyorum çünkü ben bunlara koşturmak demiyordum.
İkiside aynı anda yanıma gelip bacaklarıma sarıldı. Gülerek onları uzaklaştırdım ve hızlı bir şekilde üstlerini değiştirdim.
İkiside hazır olunca yola çıktık. Her şey hazırdı zaten. Bir tek çocukları bulmak ve hazırlamak kalmıştı ve onları hazırlayınca daha fazla oyalanmadan yola çıktık.
Piknik yapacağımız yere gelince herkesin çoktan geldiğini gördüm. Mert ve Mira yeşillik alanı görünce bağıra bağıra oraya attı kendilerini. Bir iki defa daha buraya getirmiştik onları ve çok mutlu olmuşlardı. Tabii o zaman ikiside yürüyemiyordu.
Tim çocukları görünce hemen yanlarına giderken Mert ve Mira da onları görünce sevinç çığlıkları attılar. Her seferinde kavga etseler de çocuklar onları tim de çocukları seviyordu. Onlar da kavga ederek anlaşıyordu işte, iki dakika sakin sakin anlaşsalarda ikinci dakikanın sonunda ise kavga ederek birbirlerini yiyorlardı.
Çimenlerin üstüne serdikleri örtünün üstünde oturan kızların yanına gidip oturdum. Araf da çocuklarını timle yalnız bırakmamak için yanlarına gitmişti. Hâlâ çocukları onlarla paylaşmak istemiyordu ve kıskançlık yapıyordu. Tabii çocuklar timin hakkından gelince de mutlu oluyordu.
"Ooo Cemre Hanım? Nerelerdesiniz siz ya? Bir an bizi unuttunuz sandık." dedi Yasemin laf sokarak. "Yüzünüzü gören cennetlik." Onları en son ne zaman gördüğümü unutmuşum. Bir yandan iş bir yandan çocuklar derken akşam oluyordu ve gün bitiyordu.
"İşler güçler." dedim. Mesleğime geri döndüğüm için sık sık tabura gidiyordum ama Yasemin'i göremiyordum çünkü kendisi yıllık izine ayrılmıştı. Ayrılmasının sebebi ise bir ay sonraki düğünü içindi. Bir gün Ozan'la birlikte kimseye haber vermeden gidip nikâh tarihi almışlar. Biz de bunu aslında yeni öğrendik sayılır. Ailelerine bile haber vermeden tarihi almışlardı. Yasemin de yıllık iznine çıkıp erkenden hazırlıkları yapmak istemişti. O yüzden diğerleri gibi onu da son zamanlarda göremiyordum.
"Nasıl gidiyor hazırlıklar?" Konuyu değiştirerek sordum. Onu birkaç saniye inceleyince yorgun olduğunu görebiliyordum. Henüz evlenmelerine bir ay vardı ama o her şeyi son güne bırakıp zorluk çekmemek için önceden yapılması gerekenleri yapıyordu ve bu onu bir hayli yormuş gibiydi. Herkesin de işi olduğu için gidip yardım edemiyorduk. Arada bir Maya işinden izin alıp yardım ediyordu arada bir de kuzeni Ezgi yardımcı oluyordu ona. Tabii Ozan da izin alabildikçe yardımcı oluyordu ona.
"İyi gidiyor. Çoğu şeyi bitirdim, ufak tefek şeyler kaldı. Bir de gelinlik kaldı işte. Şimdiden seçemiyorum çünkü kilo da alabilirim zayıflayada bilirim. Bu yüzden risk alıp da erkenden almak istemedim." Haklıydı, erkenden alırsa düğün günü zorluk çekebilirdi.
Diğerlerinde göz gezdirdim. "Sizler nasılsınız? Var mı bilmediğim olaylar?"
Maya heyecanla bize doğru yaklaşınca bir gelişme olduğunu anladım ve ona doğru yaklaştım. "Sanırım Meriç bana evlilik teklifi edecek." Gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Göz ucuyla Meriç'e baktım. Hiç de söylemiyordu bize.
"Ciddi misin? Nereden anladın?" diye sordu Meltem.
Maya yüzündeki mutlulukla başını salladı. "Geçen gün cebinde yüzük buldum. Tabii görmemiş gibi yapmaya başladım ama henüz evlilik teklifi etmedi."
"En iyi şekilde yapmak istiyordur. Henüz kendisini hazır hissedecek bir zaman gelmemiştir." dedim. O da beni onaylayınca aynı fikirde olduğumuzu anladım.
"Ben de öyle düşünüyorum. Zaten bana bir şey diyecek oluyor ve hemen vazgeçiyor. Sanırım fazla heyecan yapıyor." Güldüm, haklıydı Meriç biraz heyecan yapıyordu. Tabii işine gelince heyecanı falan yok oluyordu ama bu konuda heyecanlı olabilirdi.
Çok acı çekmiştik ama her şey yolunda ilerliyordu. Ben küçük, çekirdek ailemle mutluydum. Kızlar ve tim de çok mutluydu. Kimisi evleniyordu, kimisi evliliğe doğru adım atıyordu, kimisi ise sevgili oluyordu.
Ezgi ve Fatih ilişkilerine ilk adımı iki ay önce atmışlardı ve sevgili olmuşlardı. Onlardan iki ay önce ise Eren ve Bahar sevgili olmuştu. Soner ve Meltem zaten sevgiliydi, onlarda bir değişiklik yoktu.
Hem benim açımdan hem de çevremdeki insanlar açısından çok hayat çok güzel gidiyordu. Hayatımız enteresan bir şekilde olaysız ve güzel geçiyordu.
Yanımda bir hareketlilik hissedince sağ tarafıma baktım. Mert ve Mira ellerinde papatyalarla yanımda duruyorlardı. Ben bana getirdiklerini düşünerek "Bana mı topladınız?" deyip çiçeklere uzanmıştım ki ikiside çiçekleri benden uzaylaştırdı. Kaşlarım istemsizce çatılırken başlarını hayır anlamında iki yana salladılar.
Bir şey demeden yanımdan geçip Maya'nın önünde durdular ve çiçekleri ona uzattılar. Maya yüzündeki gülümsemeyle çiçekleri onlardan aldı. "Çok teşekkür ederim." İkisine de sarılıp öperken yanımda başka bir hareketlilik oluştu. Yine sağ tarafıma bakarken bu sefer yanımdaki Meriç'ti. Elindeki kırmızı yüzük kutusunu görünce ilk başta şaşırdım, daha sonra ise çocuklarımla iş birliği yaptığını anlamam uzun sürmedi.
Kızlar da benim gibi bu sürprize şaşırırken ses çıkarmamak için kendilerini sıkıyorlardı.
Maya hem Mert'e hem de Mira'ya sarıldıktan sonra geri çekildi ve bize baktı. Gözü bir anlığına yere diz çökmüş ve elindeki yüzük kutusunu açarak ona bakan Meriç'e kaydı. İlk birkaç saniye şaşkınlık içinde boş boş ona baktıktan sonra gözleri ve ağzı aynı anda açılıp büyüdü. "Meriç..." diyebildi sadece. Az önce evlilik teklifinden söz ediyordu ama eminim ki bizim gibi o da hemen şimdi olacağını tahmin etmiyordu.
Meriç derin bir nefes alarak "Çok heyecanlıyım." dedi. Heyecanı hem sesine hem de bedenine yansımıştı. Elinde tuttuğu yüzük kutusu zangır zangır titriyordu. "Ne diyeceğimi de bilmiyorum aslında. Bir konuşma planlamıştım ama heyecandan hepsi uçtu gitti. Ama benimle evlenirsen..." deyip yanındaki Mert ve Mira'yı gösterdi. "...Belki bizim de böyle çocuklarımız olur." Yüzümdeki gülümseme genişledi. Tam Meriç'lik bir evlilik teklifiydi. Ne kötüydü ne de iyi, Meriç'e özgü bir evlilik teklifiydi işte. Onun bu hallerini seviyordum. Hiç çekinmeden pat pat içinden ne geriyorsa söylüyordu. Tabii ona da yakışıyordu.
Maya bir şey demeden öylece ona baktı. Sanırım üstündeki şoku atlatamamıştı. Meltem de bunu anlamış olacak ki koluyla onu hafifçe dürttü. Maya silkelenerek kendisine gelirken ağır ağır başını salladı.
"Neden olmasın ki. Biz de iki tane yaparız bunlardan." Meriç aldığı cevapla yüzünde güller açarken doğrulamak adına sordu.
"Evlilik teklifimi kâbul ediyorsun yani?"
Maya oturduğu yerden ayağa kalkarken Meriç'in yanına gitti ve onu da ayağa kaldırdı. Meriç'in yanağına bir öpücük kondurdu. "Kâbul etmemem için aptal olmam lazım." Meriç Maya'nın cevabından emin olunca kollarını onun beline doladı ve havaya kaldırdı, hızını alamayıp bir de Maya'yı etrafında döndürdü. Biz ise Maya'nın cevabından sonra onları alkışlamaya başlamıştık. Mira ve Mert ne olduğunu bilmiyordu ama biz alkışlıyoruz diye onlar da alkışlıyordu.
Evet her şey yolunda gidiyordu. Herkes çok mutluydu. Burada olmayan Elif ve Yusuf'un da hayatları çok güzel gidiyordu. Yusuf çoktan liseyi bitirmişti. Bir yıl geri kalmıştı ama bizim başımızda onlarca bela varken o okuluna devam etmişti, benim hamile olmam, çocuklarımın bir yaşına gelmesi derken o çoktan liseyi bitirmişti ve şimdi de MSÜ'ye hazırlanıyordu. Sınavı kazanmak istediği için sıkı bir programı vardı ama ben eminim ki birkaç yıl sonra o da meslektaşımız olacaktı.
Elif'te büyümüştü. Hâlâ okuluna devam ediyordu. O da doktor olmak istediği için erkenden derslerine önem veriyordu. Sıkı bir şekilde derslerine çalışıyordu ve adım kadar eminim ki yıllar sonra o da doktor olacaktı.
Bir anlığına aklım geçmişe gitti. Çok zorluk yaşamıştık. Bizimle birlikte çevremizdekiler de çok zorluk yaşamıştı ama hepimiz bu zorlukları bir şekilde geride bırakmıştık hayatımıza yön çizmiştik. Sonunda bizler de mutlu olmayı başarmıştık.
Pikniğimiz bu şekilde geçerken ilerleyen saatlerde yemek yedik. Biz kızlarla evlilik teklifi hakkında konuşurken erkekler ise Mert ve Mira'yla birlikte ilk önce yakar top sonra ise futbol oynadılar. Çocuklarım henüz bu oyunları bilmediği için kendilerince oynamışlardı. Mesela futbolda asla ayak kullanmamışlardı ve elleriyle gol atmaya çalışmışlardı. Tabii bu duruma tim gülünce ise sinirlenmişlerdi ve onlarla kavga etmişlerdi.
Günümüz bu şekilde geçerken akşama kadar oradaydık. Akşam olunca ise eve geçmiştik ve çocuklar yorulduğu için erken saatlerde uyumuştum.
Ertesi günümüz ise aynıydı. Taburdaki işlerimizi halledip eve gelmiştik. Mert ve Mira babalarıyla dışarıda gezerken ben ise camdan onlara bakıyordum.
Pencereden Araf ve çocuklarıma bakarken güldüm. Bir oğlum bir de kızım olmuştu, huy olarak kızım bana oğlum ise babasına bezer diye hayal ederken kızımın da babasına benzediğini şu anda anlamıştım. Üçü de ellerini arkasında birleştirmiş sokakta yavaş yavaş yürüyordu. Karşılarında da tim vardı. Tam onların önünde durdular ve Araf bir oğlumuza bir de kızımıza baktı. Onlar da babalarının ne dediğini anlamış gibi işaret parmaklarını time doğru tehtit edercesine salladılar.
Bu görüntüye gülmeden edemedim. Hem babaları hem de kendileri bu çocuklarla uğraşmayı çok seviyorlardı. Araf iki çocuğumuzuda kendisine benzetmişti.
Pencerenin kenarından çekilip koltuğa oturdum. Birkaç dakika sonra timin hepsi yanıma gelmişti. "Keşke siz bu çocukları doğurmasaydınız komutanım." dedi Meriç nefes nefese kalarak. "Hep karnınızda kalsalardı."
"Niye ki?" dedim anlamayarak.
"Çünkü bu iki velet tıpkı babaları gibi. Bizi tehdit edip duruyorlar." deyip duraksadı. "Gerçi sizin de onlardan bir farkınız yok. Siz de bizi sürekli tehdit ediyorsunuz."
"Niye tehdit ettiler?" dedim bu sefer de.
"Biz bunlara söz vermiştik çikolata alacağız diye ama unuttuk. Bunlar da gelmiş aşağıda üstümüze yürüyüp tehdit ettiler bizi." Gülmeden edemedim. Demek o tehditvari parmak sallamaları, üstlerine yürümeleri bu yüzdendi. Kesin Araf böyle yapmalarını istemişti. Benim çocuklarım daha neyin ne olduğunu bilmeden insan tehdit etmeyi nereden bilecek ki?
"Hak etmişsiniz." dedim. "Çocuklarıma söz veriyorsunuz sonra da almıyorsunuz. Sonra yaptıkları yüzden gelip şikâyet etmeniz saçma."
"Hata bende." dedi Meriç kendisini koltuğa atarak. "Sonuçta sizinde onlardan farkınız yok. Gelip şikâyet etmek benim hatam." Güldüm, bir şey demedim.
Birkaç dakikanın sonunda Araf ve çocuklarsa geldi. Ellerinde bir poşet dolusu abur cubur vardı. Demek bizimkiler unutunca Araf üzülmesinler diye gidip almıştı ama bunlar onlar için çok fazlaydı.
"Biraz daha abartsaydın keşke Araf. Bunlar az olmuş." Laf sokmamı umursamadan yanıma gelip oturdu.
"Bu akşam çizgi film keyfi yapacakmışsız bu yüzden biraz abarttık abur cuburlardı."
Gülerek ona baktım. "Ne keyfi yapacağız?" diye sordum.
"Çizgi film keyfi." diye yineledi.
Bakışlarım time kaydı, onlar da benim düşündüğümü düşünüyor olacak ki Araf'a gülerek bakıyorlardı. Araf bizim bakışlarımızı görünce anlamayarak konuştu. "N'oldu? Niye öyle bakıyorsunuz."
"Hiç." dedim. "Bir ara biz çizgi film izlerken biri çizgi filmleri saçma buluyordu da o aklımıza geldi." Bir süre düşündü. Sanırım o günü hatırlamaya çalışıyordu. Hatırlamış olacak ki omuz silkti.
"Çocuklarım istiyorsa izlerim."
"O zaman da ben istemiştim ama." dedim.
"O gün de izledim ya." Gözleriyle bizimkileri gösterdi. "Bunlar isteseydi izlemezdim ama sen istedin diye izledim." Haklıydı aslında. Biraz söylenmişti ama izlemişti yine de.
Akşam olunca bizimkiler yemek yemeden yanımzıdan ayrıldı. Sevgilileriyle buluşup onlarla yiyeceklermiş. Biz ise çocukların ısrarı üzerine erkenden yemeğimizi yemiştik ve salonda daha rahat film izlemek için yere minderler sermiştik.
Bu gecelik onların abur cubur yemelerine ses etmeyerek kaselere doldurduk ve çocuklarımızın istediği üzerine pijamalarımızı giydik. Bu pijamalar bir ara Araf'ı sarhoş edip giydirdiğim pijamalar gibiydi. Ama bu sefer ayıcıklıydı ve aynısı çocuklarımızda da vardı. Araf o gün bu pijamalara çok kızmıştı ama şimdi sırf çocuklarımızı mutlu etmek için kendi isteğiyle giyiyordu. Aslında Araf sevmediği birçok şeyi sırf çocuklarımız için yapıyordu.
Mesela çizgi film izlemekten nefret ederdi ama sırf Mert ve Mira için izliyordu. Aynı şekilde ayıcıklı, tavşanlı pijamalardan da nefret eder ama yine çocuklarımız için bunları giyiyordu.
Çocuklarımın çok şanslı olduğunu hep biliyordum çünkü babaları sırf onlar mutlu olsun diye sevmediği şeyi bile yapıyordu.
Ayrıca ben de çok şanslıydım çünkü çocuklarımın babası ne çocuklarımıza ne de bana olan sevgisini hep gösterdi ve bir gün bile bizi üzmedi. Hem çocuklarımız hem de ben oldukça şanslıydım.
Yere koyduğumuz minderlerin üstüne otururken Mert benim kucağıma Mira ise babasının kucağına oturdu. Onların sevdikleri çizgi filmleri açıp hep birlikte izlemeye başladık.
Araf da artık çizgi fimlere alışmıştı ve çocuklarla çizgi film değerlendirmesi bile yapıyordu.
Geç saatlere kadar çizgi film izledikten sonra uyumak için yatak odasına geçtik. Çocuklar çoktan kendi odaklarına geçmişlerdi ama arada bir bizimle uyumak istiyorlardı. Şimdi de bizimle uyumak istedikleri için hepimiz yatak odasına geçmiştik.
Mira uyumadan önce babasından saçlarını örmesini istedi. Araf güzelce onun saçlarını tarafından sonra bir güzel ördü. İkisini de güzelce yatırmıştık ki Mert ve Mira aynı anda "Masal." deyince masal anlatmasını istediklerinin anladım.
Araf onları kırmadan yatağa uzandı ve her zaman anlattığı o masalı anlamaya başladı.
Yeşil gözlü asker ve deniz gözlü kadının hikâyesi... Bizim hikâyemizi çocuklara masal olarak çevirip anlatıyordu. Çocuklar ise bu masala bayılıyordu.
"Bir varmış bir yokmuş, eski zamanlarda yaşayan masmavi gözlü bir kız varmış." Çocuklar her zamanki gibi araya girince durmak zorunda kaldı Araf.
"Anne." Her seferinde hikâyenin burasıda durup anne diyorlardı çünkü benim gözlerim de maviydi. Tabii onlar bizim hikâyemiz olduğunu bilmiyordu.
"Evet annenizin ve Mert'in gözleri gibi mavi gözleri varmış bu kızın." dedi Araf. Mert kendi göz renginden de söz edilince kıkırdadı. "Bu kızın bir gün canı çok sıkılmış ve evden çıkmış. Ormanda gezerken birden ayağına sarmaşık dolanmış ve kımıldayamamış." Çocuklara mayına basmış diyemeyeceği için burayı sarmaşık olarak değiştirmişti. "Ne kadar uğraşsa da ayağındaki bu sarmaşıktan kurtulamamış. En sonunda pes ederek birinin gelip kurtarmasını beklemiştim." Birkaç saniye duraksayıp kaldığı yerden devam etti anlatmaya.
"Güneş yerini aya bırakırken kapkaranlık gökyüzünü yıldızlar kaplamış. Mavi gözlü kızın etrafını bir tek gökyüzündeki yıldızlar aydınlatmaya başlamış. Kız öylece karanlık ormanda tek başına beklerken arkasında bir ses duymuş." demesiyle Mert ve Mira korkuyla konuştu.
"Canavar!" Sessizce güldüm. Bu hikâyeyi defalarca dinlemelerine rağmen sürekli aynı yerde hep aynı şeyi diyorlardı.
Araf başını sallayarak hikâyesine devam etti. "Mavi gözlü kız da ilk başta canavar sanmış ama sonra karşısındaki kişilerin canavar değil onu kurtarmaya gelen altı tane adam olduğunu görmüş. Bu adamlardan biriyle mavi gözlü kızın gözleri kesişmiş. O adamın gözleri de yemyeşilmiş."
Bu sefer de çocuklarım "Baba." dedi. Senin gözlerin gibi demeye çalışıyorlardı. Bizim gözlerimizin rengini sürekli sordukları için onlara söylemiştik ve bu yüzden bu iki rengi biliyorlardı. Tabii kendi gözleri de bizimki gibi renkli olduğu için hem bizimkini hem de kendi göz renklerini bize sık sık sormuşlardı. Bir süre sonra ise yeşil ve maviyi öğrenmişlerdi.
"Evet, benim ve Mira gibi yemyeşil gözleri varmış bu adamın." Şimdi de Mira'nın göz renginden söz edilince kardeşi gibi Mira da kıkırdadı. "O karanlık gecede mavi gözlü kıza adeta ışık olmuş bu yeşil gözlü adam. Sonra da hep onu korumaya başlamış. Kız nereye yeşil gözlü adam oraya gider olmuş. O günden sonra mavi gözlü kızın başı hiç belaya girmemiş."
Yüzümde bir gülümseme oluştu. Ben nereye o yeşil gözlü asker oraya gitmeye başladı ve beni hiç yalnız bırakmadı. Şimdi ise o asker kocam olmuştu, çocuklarımın babası olmuştu. Her şeyim olmuştu.
"Hadi bakalım. Hikâyenin sonuna geldiğimize göre uyku vakti geldi." dedi Araf. Çocuklar babalarının konuşmasıyla anında gözlerini kapattı. Onlar gözlerini kapatınca ise biz Araf'la odanın içindeki balkona çıktık. Kollarımı Araf'a dolarken gökyüzündeki yıldızlara baktım.
Tıpkı onu ilk gördüğümde gökyüzünü aydınlattıkları gibi şimdide aydınlatıyorlardı.
Çenemde bir dokunuş hissedince Araf'a baktım. "Seni seviyorum Cemre." diye mırıldandı.
Kollarımı boynuna dolayıp "Ben de seni seviyorum." dedim. Üzerime doğru eğilip dudaklarını dudaklarıma bastırınca hiç itiraz etmeden ona karşılık verdim.
Yıllar önce ilk beni öptüğünde yine bir balkondaydık. İlk öpücüğümüz balkonda olmamıştı, taburda olmuştu ama ilk kendi isteğiyle öptüğü yer yine böyle bir akşamdı, gökyüzünde yıldızlar varken bir balkonda dudakları dudaklarımla temas etmişti. Şimdi ise yine bir akşamdı, yıldızlar gökyüzünü süslüyordu, yine bir balkondaydık ve yine beni öpüyordu. Tek fark ise şimdi yatağımızda uyuyan bizden birer parça taşıyan çocuklarımızdı. O zamanlar sevgili bile değildik ama şimdi iki tane çocuğumuz vardı.
Araf dudaklarımızı ayırıp yeşil gözleriyle mavi gözlerime baktı. "İyi ki o mayına basmışın Cemre. İyi ki gelip seni bulmuşuz, iyi ki bizim time atanmışsın, iyi ki hayatıma girmişsin, iyi ki benimle evlenmiş, iyi ki benimsin Cemre."
Boynundaki ellerimi yüzüne çıkardım ve elimi yüzünde gezdirdim. "İyi ki o gün hayatıma girdin Yeşil Gözlü Asker. İyi ki şu anda çocuklarımın babasının." Dudaklarımız tekrardan birleşirken gözlerimi kapattım ve geçmişimizi düşündüm. Yaşadığımız o mutlu anları düşündüm.
Bizim hikâyemiz yıldızların altında başlamıştı, şimdi ise yıldızların altında devam ediyordu. Bir gün ise yıldızların altında bitecekti bu hikâye.
Bizim mutluluğumuza da üzüntümüze de ,zaferimize de hep yıldızlar ortak olmuştu. Biz başarılı bir şekilde tabura döndüğümüzde o zaferimize hep karanlık geceyi süsleyen yıldızlar ortak olmuştu. Hem sivil hayatımızda hem de operasyonlarımızda bize ortak olan hep yıldızlar olmuştu.
Bir zamanlar Araf'ın Ateş Parçasıydım. Hayaley'in gölgesiydim. Şimdi ise Araf'ın karısıydım, çocuklarının annesiydim. O zamanlar sadece bunlarken şimdi onun hayatının tam merkeziydim.
Yıldızların altında başlayan hikâyemiz şimdi çocuklarımızla birlikte devam ediyordu...
SON
Selam nasılsınız?
Bölüm nasıldı? Umarım final bölümünü beğenmişsinizdir🫶
En sevdiğiniz sahne?
Ve artık onlara veda etme zamanı geldi...
Yazdığım ve yazacağım kurgularımda görüşmek dileğiyle, kendinize iyi bakın🤍
|
0% |