Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6.Bölüm "Taburun Maskotları Ve İddia"

@kitap__gezegeni1

Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayın🦋

 

Keyifli okumalar

 

 

 

 

6.Bölüm "Taburun Maskotları Ve İddia" 6.bölüm

 

Elimdeki kısa, bebek mavisi elbiseyi kaldırıp bir Eren'in bir de Fatih'in üstüne tuttum. "Eren bu sana çok yakışır bak." dedim, onun üzerine doğru tutmaya çalıştım ama buna bir türlü izin vermiyordu. Sürekli benden uzaklaşıp duruyordu.

 

"Komutanım siz bari yapmayın ya!" dedi sitemli bir sesle. "Meriç bitti şimdi siz başladınız!" Meriç çoktan pes edip oturmuştu. Onun ardından Yasemin ve ben başlamıştık.

 

"Fatih bu da sana çok yakışır, ela gözlerini ortaya çıkarır bak bu elbise." diyen Yasemin'e baktım. Yeşil bir elbiseyi Fatih'in üstüne tutmaya çalışıyordu ama o da Eren gibi hemen ondan uzaklaşmıştı.

 

"Bana bak hemşire, benim sinirlerimi bozmadan bırak şu elbiseyi! Vallahi üstüne bizim doktoru salarım söylene söylene ortalıkta gezersin!" dedi Fatih tehditvari bir sesle.

 

Yasemin'in tek kaşı kalktı, öyle mi der gibi bakmaya başladı. "Ben de Ozan'a beni tehdit ettiğini söylerim Keskin!" dedi o da teditvari bir sesle.

 

İkiside gözlerini kısmış birbirine bakarkerken Meriç hemen araya girdi. "Birazdan gözleriyle adam öldürmeye başlayacaklar, bence biz aradan sıvışıp gidelim." dedi. Etrafına baktı, aklına bir şey gelmiş gibi devam etti. "Bu arada bizim aç Soner'le Doktorcuk nerede? Kalktığımdan beri onları hiç görmedim." Ben de hiç görmemiştim onları.

 

Sabah Meriç'in kapıma dayanması ve elbiselerinizin hepsini getirin diye bağırmasıyla uyanmıştım. Aynı şeyi Yasemin'e de yapmıştı. İkimizde burada Fatih ve Eren'e elbise bakıyorduk. Tabii onlar birazdan sinirden deliye dönebilirdi orası ayrı bir konuydu. Timin yatakhanesinin kapısına taburdaki diğer askerler gelmiş bu eğlenceyi gülerek izliyordu ve Eren'le Fatih çıldırma noktasına gelmişti.

 

"Lan bu ne kalabalık?" Soner'in sesini duyunca bakışlarımı kapıya çevirdim, Ozan'la birlikte askerleri iterek içeriye girdiler. İkiside ellerindeki poşetleri havaya kaldırdı.

 

"İmdadınıza yetiştik dostlarım." deyip yanımıza gelmeye başladı Ozan. Yasemin'in yanından geçerken hafif eğilip yanağından öptü. "Öpcüğümüde kaptım." dedi ve koşar adımlarla kızın yanından uzaklaştı. Yasemin ise sadece güldü, bir şey demedi.

 

"Erenciğim ve Fatihciğim sizin için hiç üşenmeden kıçımızın bile donduğu bu soğukta kalktık elbise aldık geldik." dedi Soner Eren ve Fatih'e bakarak. "Bu arada söylemeden edemeyeceğim maaşımın yarısını verdim ben bu elbiseye, yırtılana kadar giyeceksiniz!"

 

Fatih söylenmeden edemedi. "Hey Allah'ım ya! Milletin dilene düştük bildiğin!"

 

Ozan Fatih'in omzunu patpatlayıp "Sonra söylen kardeşim. Senin için dehşet ötesi bir elbise seçtim, sen ona bak istersen." dedi. Elindeki poşetten elbiseyi çıkarıp gösterdi. Elbiseyi görünce gülmemek için kendimi sıktım.

 

Fatih elbiseyi görür görmez gözleri fal taşı gibi açıldı. Çocuk elbiseyi görünce adeta şok geçirmişti. "Lan bu ne? Hayatta giymem ben bunu!" dedi net bir sesle.

 

Kırmızı, sırt ve gögüs dekoltesi olan bir elbiseydi. Üstelik aşırı derecede mini bir elbiseydi.

 

Ozan sırıttı ve "Ateşli ateşli giyersin diye düşündüm kardeşim. Kırmızı erkekleri hep cezbetmiştir." dedi.

 

Ben kendimi tutamadan Fatih'e gülerken Eren de benim gibi kahkaha atmaya başlamıştı ama Soner araya girince gülmesi çocuğun adeta kursağında kalmıştı. "Erenciğim boşuna gülme istersen senin elbiseni de ben seçtim." deyip o da poşetten bir elbise çıkardı.

 

Bu sefer kahkaha atan Fatih oldu. Eren aynı az önce Fatih'in elbiseye baktığı gibi bakmaya başladı. "Ölürümde bu şeyi giymem ben! Hiçbir kuvvette bana bunu giydiremez!" Tepkisini ortaya koyunca herkes kesin öyle olur der gibi bakmaya başladı.

 

Bakışlarımı onlardan çekip Eren'in elbisesine çevirdim. Fatih'in elbisesin aksine uzundu. Ince askılı, derin yırtmaçlı bir elbiseydi. Tıpkı Fatih'in elbisesi gibi derin bir gögüs dekoltesi vardı.

 

Onlar Eren ve Fatih'i ikna etmeye çalışırken Fatih'le Eren net bir sesle giymeyeceklerini dile getiriyorlardı. Böyle olmayacağını anlayan Meriç hepimizi dışarıya çıkardı ve kendileri içeride kaldı. Sanırım zorla o elbiseleri onlara giydireceklerdi. Şu anda taburadaki neredeyse bütün askerler onların yatakhanesine toplanmıştı ve her yer tıklım tıklımdı.

 

Az ileride herkesten uzakta duran Araf'ı gördüm, bu kalabalıktan kurtulmak için yanına doğru ilerledim. Boş boş yeri izleyen bakışları beni buldu, sanırım ayak seslerimi duymuştu. "Çok kalabalık." deyip onun gibi sırtımı duvara yasladım.

 

"Onlara eğlence çıktığı için hiçbiri bu fırsatı kaçırmaz." dedi.

 

Etrafımdaki askerlere baktım. "Hiçbiri bu durumu garipsemedi, alışık gibi hepsi." dediğim şeyden sonra Araf gülmeye başladı.

 

"Hepsi bu duruma alışık çünkü bizimkiler hep buradaki askerlere kendikerini rezil etmeyi, onları güldürmeyi başardıkları için kimse garipsemiyor." deyince aklıma gelen şeyle istemsizce kahkaha attım.

 

"Maskot gibi." dedim Araf'a bakarak. "Taburun Maskotları sanırım bizim tim." diye de ekledim.

 

O da benim güldü. "Aynen öyle."

 

"Umarım onların içinde ben olmam. Onlar gibi maskot olmaya pek meraklı değilim." dedim.

 

"Umarım diyeceğim ama senin gibi söyleyen hepsi bu taburun maskotu olup çıktı başıma." Yok ya olmazdım bence.

 

Eren ve Fatih odadan çıkana kadar Araf'la sohbet ettik. Yaklaşık yarım saat sonra timin odasının kapısı açılınca bakışlarımı oraya çevirdim ama bu kalabalıktan bir şey görmem imkansızdı. Birden taburun içini kahkaha sesi doldurunca irkildim. Baş parmağımı üst dişime koyup ittirdim. Yanımdaki Araf kahkaha atmaya başlayınca ona baktım, bana bakarak gülüyordu. Sanırım benim az önceki tepkime gülüyordu. "Ne ya? Alışık değilim, onca erkeğin bir anda böğürerek kahkaha atmasına irkildim sadece." dedim savunmaya geçerek. Bu dediğime daha çok gülmeye başladı.

 

"Alışırsın yakında." dedi ve gülerek önüne döndü.

 

Ben de önüme dönüp Eren ve Fatih'e bakmaya çalıştım ama bir şey görünmüyordu. Bir de bütün askerler aynı anda bir şey söylediğinden taburun içini büyük bir uğultu kaplamıştı. Tekrardan Araf'a baktım. "Acaba askerlerin arasına girip bizimkilere baksam bu kadar askerin içinde ezilme olasılığım yüzde kaç olur?" Sorduğum soruyla bana baktı. Başını hafif eğip baştan ayağa beni süzdükten sonra önümüzdeki kalabalığa baktı.

 

"Sanırım yüzde yüz. Bu kadar kalıplı kişilerin içinde hayatta kalman imkansız." Haklıydı sanırım. Uzun bir boyum vardı, ne çok iri yapılıydım ne de çıt kırıldım biriydim, normaldi yani ama bu kadar erkeğin içinde doğal olarak kaybolurdum ve onların arasında küçücük kalırdım, ki küçücük kalıyordum zaten. Maşallah hepsi gökdelen gibiydi ve iri yapılıydı.

 

"Sanırım haklısın." dedim, içeride bir uğultu olduğu için birbirimizi anlamamız için o biraz üstüme doğru eğilmişti.

 

Önüme dönüp tekrardan bizimkilere bakmaya çalışacakken arkamdan biri çarptı bana. Çarpmanın etkisiyle aramızda nereydese hiç mesafe olmayan Araf'ın üstüne doğru gitmek zorunda kaldım. Düşmemek için ellerimi Araf'ın omzuna koyarken o da refleksle ellerini belime koyup beni tuttu. Birbirimizi bu seslerden daha iyi anlayalım diye o başını hafif eğip bana yaklaştığı için boylarımız eşitlenmişti, bundan dolayı burun buruna gelmiştik. Aramızda iki parmaklık bir mesafe kalmıştı sadece.

 

Hem birinin bana çarpmasının etkisininden, hem şaşkınlıktan, hem de şu anki gereğinden fazla olan yakınlığımzdan dolayı öylece Araf'ın yüzüne bakakaldım. Onunda benden bir farkı yoktu tabii. Şu anda bizi gören biri kesinlikle çok yanlış anlayabilirdi. Bildiğin öpüşecek gibi duruyorduk. Dudaklarımızın arasından bir iki parmak mesafe varken burunlarınız neredeyse birbirine değiyordu.

 

Tam kendime gelip geri çekilecekken Araf'ın kokusu burnuma doldu. İstemsiz bir şekilde gözlerim kapanacak gibi oldu ama kendimi sıktım. Kokusu okyanusu andırıyordu, ferahlatıcı bir kokusu vardı. Sanki parfüm değilde kendi has kokusu gibiydi. Belkide öyleydi bilmiyorum ama kokusu çok güzeldi.

 

Gözlerimi birkaç defa kırpıştırıp kendime gelmeye çalıştım. Boğazımı temizleyip bir adım geri çekildim. Araf'ın da eli belimden çekilirken derin bir nefes aldığını duydum. Fazla üstünde durmadan etrafıma baktım. O sırada yanımda duran ve bize gülümseyerek bakan Yasemin'le göz göze geldim. Gözlerimi kısarak ona bakmaya devam ettim. Tam konuşmak için ağzımı açmıştım ki benden önce konuşmaya başladı. "Ben revire gitsem iyi olacak. İşimin başında olmalıyım değil mi?" Benim bir şey dememi beklemeden koşar adımlarla uzaklaşınca arkasından baktım. Sanırım bana çarpan, ya da bilerek çarpıp beni Araf'a iten Yasemin'di.

 

Göz ucuyla Araf'a baktım, ensesini kaşıyarak önüne bakıyordu. Başını benden tarafa çevirdiğini görünce hemen önüme döndüm. Aramızda birkaç adımlık mesafe olsada sanki kokusu hâlâ burnuma geliyormuş gibi hissediyordum. Başımı iki yana sallayıp düşünmemeye çalıştım. Tekrardan Araf'a baktım, bana bakıyordu. Bu tuhaf atmosferi dağıtmak için bir şeyler söylemek istedim ama aklıma bir şey gelmedi, bu yüzden de ağzımı sürekli balık gibi açıp kapatmak zorunda kaldım. Araf'ın bakışları kısa süreliğine de olsa dudaklarıma kayıp tekrardan gözlerimi bulmuştu.

 

Diyecek bir şey bulamayacağımı anlayınca tekrardan önüme döndüm. Öylesine bu uğultulu kalabalığa baktım. Bu seslerin içinde bizim timin seslerini duyuyordum ama ne dediklerini pek anlamıyordum. Sadece Eren ve Fatih'in küfür ettiğini ve birileriyle kavga ettiğini anlamıştım.

 

"İstersen bizimkilerin yanına götüreyim seni." Araf'ın konuşmasıyla ona baktım ve yeşil gözlerinin üzerimde olduğunu fark ettim. Beni inceliyordu.

 

"Fark etmez." dedim. Yüzüne baktıkça az önceki yakınlığımızı hatırlayıp duruyordum ve istemsizce utanıyordum. Onun için yüzüne bakmamaya özen gösteriyordum.

 

Belimde elini hissedince yutkundum. "Hadi gidelim." deyip benimle birlikte ilerledi. Sanırım bunca erkeğin içinde ezilmeyeyim diye belimden tutmuştu. Sesimi çıkarmadan birlikte askerlerin arasından bizimkilerin yanına ilerlemeye başladık. Tabii arada bir bizi görmeyen koca koca adamlar tarafından neredeyse eziliyordum. Neyse ki Araf sayesinde ezilmekten kurtulmuştum ama yine de bizi görmeyen kişiler ayaklarıma basıp duruyordu.

 

Bu kalabalık kesinlikle pazarlarda bile yoktu.

 

Araf'la birlikte güçlükle askerlerin arasından çıkınca derin bir nefes aldım. İğne atsan yere düşmeyecek deyimi tam olarak burada kullanılmalıydı bence. Ben bile o kadar kişinin arasından zor geçmişken iğne kesinlikle yere düşmezdi.

 

"Bir an hiç çıkamayacağız sandım." dedim Araf'a bakarak. Bakışlarını bana çevirip güldü.

 

"Ne yalan söyleyeyim ben de." deyince birlikte gülmeye başladık.

 

Gülmelerimin arasında bakışlarımı etrafımda gezdirip bizimkileri aramaya başladım. Sonunda bizimkileri görünce gülmemek için alt dudağımı ısırdım. Elbiseleri giymişlerdi ama üzerindeki kıyafetlerinin üstüne giymişlerdi. Fatih'in üstünde kırmızı mini bir elbise vardı, altında da eşofman ve tişört vardı ve şu anda aşırı derecede komikti. Elbisenin gögüs dekoltesi vardı ama o dekolteden sadece altındaki gri tişörtü görünüyordu. Ozan da eline iki tane portakal almış Fatih'in gögüslerine sıkıştırmaya çalışıyordu ve Fatih sinirden kıpkırmızı olmuştu.

 

Bakışlarımı Eren'e çevirdim, elbisesi uzun olduğu için Fatih kadar kötü görünmüyordu. Onunda elbisenin yırtmacından gördüğüm kadarıyla altında eşofman vardı. İnce askılı elbisenin altından net bir şekilde haki rengindeki tişörtü görünüyordu. Onunda elbisesinde Fatih'in ki gibi gögüs dekoltesi vardı ve o dekolteden sadece tişörtü görünüyordu. Soner de eline iki tane elma almış birini yerken birini de Eren'in gögüslerine sokmaya çalışıyordu.

 

Artık daha fazla kendimi tutamayacağımı anlayınca kahkaha atmaya başladım. Yanımdaki Araf onları ilk gördüğünde gülmeye başlamıştı bile.

 

Biz gülerken Fatih bize ters ters baktı. "Taburun maskotu olduğumuz yetmezmiş gibi Araf komutanımdan sonra Cemre komutanımında alay konusu olacağız anlaşılan!" dedi aksi bir sesle. Gülmemi durdurmaya çalışarak yanlarına yaklaştım.

 

"Vallahi günahımı alıyorsun Fatih." dedim alınmış bir sesle. "Niye dalga geçeyim ki ben sizinle?" deyip ikisinide baştan ayağa süzdüm. "Bence çok yakışmış bunlar size. Araya bir de kendi fikirlerinizden bir şeyler kattığınız için çok daha güzel olmuş. Yakında yeni moda falan olabilir." dedim gülmemek için kendimi sıkarken.

 

"Sağ olun komutanım ya, iyi ki dalga geçmediniz! Allah korusun bir de dalga geçseydiniz ne yapardık hiç düşünemiyorum!" Eren'in söylenmesiyle ona baktım, yüz ifadesini görünce bir kez daha kahkaha attım. Çocuk gibi kollarını gögsünde bağlamış dudaklarını da büzmüş ters ters bana bakıyordu. Soner de hem elmadan yiyordu hem de diğer elmayı Eren'in gögsüne sıkıştırmaya çalışıyordu.

 

Ozan Eren'in kafasına bir tane vurdu ve söylendi. "Tabii dalga geçer, birinizde beni dinleyip altınızdaki kıyafetleri çıkarmadınız ki!"

 

Soner Eren'in gögsüne elmayı sıkıştırmayı kesip Ozan'ın yanına geldi. Elmanın birini ona verip elini omzuna attı. "Kızma oğlum çocuklara, onlarda haklı bir yandan. Bacak kullarından utandı zavallılarım." Bu çocuklar kendi aralarında eğlenmeyi çok iyi biliyordu ve bu birkaç günde en az ben de onlar kadar çok eğlenmiştim, hâlâ da eğleniyordum. Ne kadar sürekli kavga edip didişselerde birbirlerini seviyordu hepsi. Ne kadar kabul etmeselerde sevdikleri aşikârdı.

 

Etrafıma baktığımda bizden biraz uzakta Yasemin'i gördüm. Bizimkileri boş verip hemen yanına ilerlemeye başladım. Benim kendisine doğru geldiğimi görünce konuştu. "Hayati tehlikem var mı Üsteğmenim? Ona göre kaçma girişiminde buşanacağımda." İstemsizce dudaklarım iki yana kıvrıldı.

 

"Valla söz veremeyeceğim hemşire hanım, sağım solum belli olmayabiliyor bazen." dedim ben de. Yanına gelince ben de onun gibi sırtımı duvara yasladım.

 

"Neyse artık duruma göre kaçarım." dedi.

 

Neden beni Araf'a ittiğini soracakken benden önce söze girdi. "Sen beni sorguya çekmeden ben açıklamamı yapayım sonra da yavaştan kaçmaya çalışırım artık." dedi eğlenir gibi. "Birbirinize çok güzel bakıyordunuz, Araf'ta senin üstüne doğru eğilmişken belki aranızda bir etkileşim olur dedim ve ittim seni." Rahat rahat anlattı valla.

 

"Ne kadar rahat anlattın ya, sanırım boş zamanlarında taburdaki herkese çöpçatanlık yapıyorsun."

 

"Eh yaparım arada öyle şeyler." deyip bana baktı. "Ama ben ciddiyim, birbirinize çok güzel bakıyordunuz. Sizi tanımayan biri sevgili olduğunuzu sanardı." deyince istemsizce bakışlarım Araf'ı buldu, gülerek timdekilerle konuşuyordu.

 

"Ne alakası var Yasemin? Bu time daha birkaç gün önce geldim, nasıl birbirimize değişik bakabiliriz ki?" dedim. "Ayrıca o benim komutanım. Orada da gürültüden dolayı birbirimizi anlamak için biraz yakınlaşmıştık o kadar."

 

"İlk görüşte aşk diye bir şey var, belki ilk görüşte birbirinizden etkilenmiş olabilirsiniz. Hem komutanın olması bir şeyi değiştirmez, aşk komutan falan tanımaz." deyip bütün sözlerimi bertaraf etti.

 

"Ozan'a niye böyle demiyorsun sen? Çocuk etrafında pervane oluyor ama sen çöpçatanlık peşinde koşuyorsun." dedim konuyu dağıtmaya çalışarak.

 

Güldü, bakışlarını ilerideki Ozan'a çevirdi. "Biraz daha naz yapayım sonra düşünürüm bir şeyler."

 

"Çok merak ettiğim için soruyorum, senin deyiminle naz yapman benim deyimimle de Ozan'ın senin etrafında pervane olması tam olarak ne zaman başladı?" Gülümsedi ve bir süre düşündü.

 

"Sanırım bir yıl olacak." dedi keyifli bir sesle. Şaşırmadan edemedim. Ozan valla iyi koşmuş peşinden. Başkası olsa şimdiye bırakmıştı.

 

"Sen bu çocuğun senden soğumadığına dua et, ben onun yerinde olsam çoktan sıkılırdım." dedim ve Ozan'a baktım. "Ayrıca kıymetinide bil, sizi yeni yeni tanıyan ben bile onun seni gerçekten sevdiğini anladım." diye de ekledim.

 

Benim cümlem biter bitmez Ozan bu tarafa baktı. Sanırım onun hakkında konuştuğumuzu hissetmişti. Yasemin'i görünce yüzünde bir gülümseme oluştu ve bu tarafa doğru gelmeye başladı. Bir yandan da konuşmayı ihmal etmedi tabii. "Kız Yasemin ikidir yakınımda olduğunu söylemiyorsun valla alınmaya başlayacağım artık." Hem konuşuyordu hem de elindeki elmayı yemeyi ihmal etmiyordu.

 

Onlara gülümseyerek baktım ve yalnız bırakmak için bizimkilerin yayına gittim. Biz Yasemin'le konuşurken Eren ve Fatih odaya, üstlerini değiştirmek için gitmişlerdi bile. Kısa süre içinde onlarda üstündeki elbiselerden kurtulmuş bir halde geri geldiler yanımıza. "Amına koyayım milletin maskotu olup çıktık!" Fatih'in söylenmesiyle aklıma Araf'la olan diyaloğumuz geldi. Ben de onlara taburun maskotu demiştim.

 

Aklıma gelen diyalogla Araf'a baktım, o da bana bakıyordu. İkimiz bir süre birbirimize bakıp güldük. Sanırım onun da aklına aynı şey gelmişti.

 

"Oğlum taburdaki askerlere rezil olan biz, bu rezilliğin üstüne delirmemiz gerek yine biziz ama komutanlarımız bizden önce kafayı yedi sanırım." Eren'in dedikleriyle daha çok güldüm. Neye güldüğümüzü bilmedikleri için tepkileri normaldi.

 

Araf'la birbirimize bakıp gülmeye devam ederken bir anda az önceki yakınlığımız aklıma geldi, nedensizce utandım. Gülmemi durdurup etrafıma baktım. "Benim annemi arama gerikiyordu, tamamen aklımdan çıkmış. Onunla konuşup gelirim yine yanınıza." deyip kaçarcasına yanlarından ayrıldım ve odama gittim. Kendimi direkt banyoya atıp aynanın karşına geçtim. Birden neden utandığımı anlamamıştım ama yanaklarım bile kızarmıştı.

 

Öyle kazalar olabilirdi, yani kaza değildi ama yinede öyle yakınlaşmalar olabilirdi. Fazla üstünde durmamak geriyordu ama sürekli adamın yüzüne bakıyordum, aynı timdeydik ve ister istemez göz göze gelince utanıyordum. Umarım bir an önce geçerdi çünkü bu şekilde ondan sürekli kaçamazdım. Zaten gereksiz bir utanmaydı. Sadece biraz yakınlaşmıştık o kadar.

 

Bir süre odada oyalanıp çıktım. Odamın penceresinden timin bahçede oturduğunu görmüştüm, direkt dışarıya gitmeye karar verdim bu yüzden. Dışarıya çıkınca çardakta sohbet eden timin yanına ilerledim. Hepsi gülerek bir şeyler konuşurken Araf onlardan soyutlanmış gibi telefonuyla ilgileniyordu. Aslında telefona bile bakıyormuş gibi değildi, öylesine boş boş bakıyormuş gibi duruyordu.

 

Yanlarına gelince yanı boş olan Soner'in yanına oturdum, tam karşımda da Araf vardı. Az önce boş boş baktığı telefonu çoktan masaya bırakmıştı.

 

Önüme dönüp timin konuştuğu konuya kulak verdim. Eren ve Fatih giydiği elbiselerin intikamını alacağından bahsedip bizi tehdit ediyordu. Onlara elbise getirdiğim için beni de tehdit ediyorlardı doğal olarak ama diğerlerini ettiği gibi değil. Biraz daha yumuşak bir tehdit olabilir. Belkide komutanları olduğum için çekiniyorda olabilirlerdi.

 

"Araf komutanım." Soner'in konuşmasıyla hepimiz ona baktık. "Bu time gelen herkesle güzel bir dövüş yaparadınız ama Cemre komutanımla yapmadınız. Ne zaman yapmayı düşünüzyorsunuz?" Sorusuyla ben de Araf'a baktım. Böyle bir şey yaptığını ilk defa Soner'den duymuştum, bilmiyordum yani.

 

Onunda bakışları bana döndü. "Üsteğmenimde isterse neden olmasın." dedi gözlerimin içine bakarak.

 

Araf'ın sözlerinden sonra Meriç hemen araya girdi. "Komutanım, hatırladığım kadarıyla siz genelde dövüşeceğiniz kişiye sormazsınız. Yani bizi direkt minderlere alıp bir güzel dövdüğünüz için diyorum. Cemre komutanımın ne gibi bir özelliği var da ona soruyorsunuz?" Merak içinde Araf'a bakmaya başladım. Göz ucuyla bana baktıktan sonra Meriç'e döndü.

 

"Böyle saçma sorular sormadığı için onunda fikrini alıyorum Meriç. Yeterince açıklayıcı oldu mu?"

 

"Oldu komutanım." dedi daha fazla soru sormayarak. Aslında sormak istiyor ama Araf'tan azar iştmemek için soramıyordu.

 

Herkes cevabımı merak edip bana bakmaya başlayınca omuz silktim ve konuştum. "Benim için bir sıkıntı yok, şimdi bile dövüşebiliriz."

 

"İstersen önden bir antrenman yap. Buraya geldiğinden beri eğitim yapmadık, paslanmışsındır." dedi Araf.

 

Yüzüme bir gülümseme kondurdum ve iddalı bir şekilde konuştum. "Yok komutanım, ben her halukârda sizi yenerim."

 

Onun da yüzünde bir gülümseme oluştu. Masaya dirseğini koydu ve bana doğru yaklaştı. "İddialıyız bakıyorum." dedi.

 

Onun gibi ben de biraz eğildim. "Her zaman iddialıyımdır." dedim kendimi beğenmiş bir edayla.

 

"Sanırım birazda kendimizi beğenmişiz."

 

Omuz silktim. "O kadar kusur kadı kızında da olur komutanım."

 

"Bu kusurdan sonra bana yenilmeni istemem Üsteğmenim. Önden bir antrenman yapın isterseniz." Biz iddialı bir şekilde birbirmizle konuşurken tim de susmuş bizi dinliyordu. Araf'a baktığım için tepkilerini göremiyordum ama hepsi susmuştu.

 

"Benim ihtiyacım yok komutanım, isterseniz siz buyurun önden bir yarım saat antrenman yapın. Ben beklerim sizi." dedim.

 

Dudakları iki yana kıvrıldı. "Bu kendini beğenmiş hallerinden sonra seni yenmek güzel olacak Cemre." deyince benim de dudaklarım iki yana kıvrıldı ve gözlerinin içine baktım.

 

"Aynısını ben de sizin için düşünüyorum Üsteğmenim. Sizi yenmek zevkli olacak benim için."

 

Biz birbirimize bakarken masada bir hareketlilik oluştu ama yinede gözlerimizi birbirimizin üstünden çekmedik. "Oğlum güzel bir dövüş bizi bekliyor, yürüyün minderleri alıp gelelim." diyen Soner'in sesini duydum.

 

"Aç Soner doğru söylüyor." dedi Meriç. Onlar yanımızdan ayrılırken Araf'la olan bakışmamızı kestim ve etrafıma baktım, timdeki herkes bize bakıyordu. Tekrardan Araf'a dönüp konuştum.

 

"İsterseniz vazgeçebilirsiniz komutanım, anlayışla karşılarım ben."

 

Rahat bir şekilde arkasına yaslandı ve keyifli bir şekilde konuştu. "Seni yenmek gerçekten güzel olacak Cemre."

 

Bizim konuşmalarımızı arasına Fatih hemen girdi ve "Eee bu iddialı konuşmaların üstüne bir bahis oynarız herhalde." dedi. "Şahsen ben Cemre komutanımı tutuyorum, kesin o kazanır. İlk haftadan kimse onun gibi iddialı konuşmamıştı, kesin çok iyi dövüşüyor." dedi bana bakarak. Bildiğin bizim üstümüzden bahis oynayacaklardı ve bunu hiç çekinmeden bizim yanımızda konuşuyorlardı.

 

"Ben Araf komutanımı tutuyorum. En son ben onunla dövüşmüştüm ve onun yenilmeyeceğini yediğim dayakta çok iyi anladım." dedi Eren.

 

"Ben Cemre komutanımı tutuyorum." dedi Ozan, bana doğru yaklaştı. "Komutanım yenilmezsiniz değil mi?" diye sorunca güldüm.

 

Bakışlarımı Araf'a çevirdim ve ona bakarak Ozan'ın sorusunu cevapladım. "Yenilmem ama Araf komutanımı üzmemek için yenilmiş gibi yapabilirim Ozan." Araf bu dediğime hiç tepki vermedi. Hatta keyifli bir şekilde bana baktı.

 

Meriç'in sesini duyunca ona baktı. Soner'le birlikte ellerindeki mavi minderlerle yanımıza geliyordu. "Komutanım ben de sizi tutmak isterdim ama bence Araf komutanım kazanacak." dedi.

 

"Ben kararsız kaldım ya, dövüşün gidişatına göre birinizi seçerim artık." dedi Soner.

 

"Eee o zaman ortaya bir iddai koymalıyız." dedi Fatih. Araf'la ikimiz hiç sesimizi çıkarmadan onları dinliyorduk.

 

Soner başını sallayıp Fatih'i onayladı. "Cemre komutanımı tutanlar Cemre komutanım kaybederse Araf komutanımı tutanlara yemek ısmarlasın." dedi Soner. "Aynı şey Araf komutanım içinde geçerli. Araf komutanım kaybederse onu tutanlar Cemre komutanımı tutanlara yemek ısmarlar." diye de ekledi.

 

Soner'in yanında duran Meriç kafasına bir tane geçirdi. "Açlığını her yerde belli edeceksin değil mi?" deyip diğerlerine baktı. "Aç Soner'e katılıyorum yemek ısmarlasın kimin tuttuğu kişi kaybederse." diye devam edince başımı iki yana salladım. Hem çocuğa kızıyordu hem de dediğini kabul ediyordu.

 

"Tamamdır bana uyar." dedi Fatih. Diğerleri de onu onaylayınca iddia meselesi hallolmuş oldu.

 

"Berabere biterse ne olacak?" Eren'in sorusuyla hepsi tekrardan birbirine baktı.

 

"O zaman da Araf ve Cemre komutanım bize ısmarlasın yemeği." dedi Ozan. Hem bizim üzerimizden iddia kuruyorlardı hem de berabere kalınca onlara yemek ısmarlamamızı istiyorlardı.

 

Araf'a baktım, bakışlarını hepsinde tek tek dolaştırıyordu. "Siz şu anda komutanlarınızın üstünden bahis kurduğunuzun farkında mısınız?" diye sordu time bakarak. Hepsi Araf'ın dediğiyle birbirine baktı.

 

"Ne bahisi komutanım? Biz sadece öylesine bir iddia koyduk ortaya." dedi Eren. Konuşmasına devam etmek için ağzını açmıştı ki Meriç ondan önce devam ettim.

 

"Bir dakika bir dakika, yoksa kaybedeceksiniz diye korktunuz mu komutanım?" dedi Araf'a bakarak. "Öyleyse söyleyin de ben de Cemre komutanımı tutayım." dedi Araf'ı kışkırtmaya çalışarak. Sırf bahis olayını unutturmak için yapmıyorsa ben de bir şey bilmiyorum.

 

"Senin de canın dayak istiyorsa söyle Fedai, boş bir vaktimde hallederim ben." dedi tehdivari bir sesle.

 

Meriç anında ayağa kalktı ve minderleri alarak "Ben en iyisi minderleri sereyim." dedi. Saniyler içinde bizim yanımızdan toz olup gitmişti. Biz de daha fazla oturmak yerine Meriç'in peşinden gittik.

 

Soner ve Meriç'in elindeki minderleri gören bazı askerler dövüşü izlemek için yanımıza gelmeye başladı.

 

Kulağımın yanında bir nefes hissedince olduğum yerde durup yanımdaki Araf'a baktım. Yakınlığımızdan dolayı kokusu yine burnuma dolarken derin bir nefes almamak için kendimi sıktım. "Antrenman yapma konusunda ciddiyim Cemre. Sonuçta seni destekleyenler var. Şimdi onlara yazık olmasın. Kaybedersen seni destekleyenler bizlere yemek ısmarlamak zorunda kalacaklar." dedi.

 

Kollarımı gögsümün altında birlerştirdim ve ona baktım. "Aynı şeyi ben de sizin için düşünüyorum komutanım. Yazık olacak, Meriç ve Eren kaybettiğiniz için hepimize yemek ısmarlamak zorunda kalacaklar." dedim yeşil gözlerine bakarak. Gülümsedi, gülümsediği için gözleri kısıldı ve yeşil gözleri neredeyse yok oldu.

 

"Acaba kaybedince bu iddialı hallerine ne olacak çok merak ediyorum."

 

Bir adım atıp ona iyice yaklaştım ve "Maalesef bunu hiçbir zaman bilemeyeceksiniz komutanım." dedim, gülümsemekten kısılan yeşil gözlerine baktım. "Neden biliyor musunuz?" deyip biraz daha yaklaştım ona. Sanki bir sır verecekmişim gibi sessizce devam ettim. "Çünkü ben kazanacağım için bilmeniz imkansız olacak." Cünlem biter bitemez kokusu burnuma doldu, yine istemsizce derin bir nefes aldım. Tam geri çekilecekken onunda derin bir nefes aldığını duydum. Fazla üstünde durmadan geri geçilip yanından geçtim.

 

Timin yere serdiği mavi minderlerin üstüne çıktım ve üzerimdeki hırkamı çıkarıp Eren'e uzattım. Altımda sadece kazak vardı. Üşüsemde birazdan hareket ettiğim için ısınacağımı bildiğimden sorun etmedim şimdilik.

 

Araf da yanıma gelip üzerindeki ceketini çıkarıp Meriç'e uzattı. Onunda altında siyah bir kazak vardı. Bana bakıp ellerini birbirine sürttü. "Hazır mısınız Üsteğmenim?" Sorusuyla bir ayağımı öne diğerini arkaya koydum, ellerimi yumruk yapıp savunmaya geçtim.

 

"Her zaman Üsteğmenim." dedim gülümseyerek. Etrafımızdaki askerler giderek kalabalıklaşmaya başlamıştı ama artık bizim gözümüz onları bile görmüyordu. İkimizin de gözünü kazanma hırsı bürümüştü.

 

"Buyrun ilk atak sizden olsun." deyip o da benim gibi savunmaya geçti. Sol kolumdaki yarayı fazla zorlamamalıydım. Yaram neredeyse iyileşmek üzereyken yanlış bir harekette tekrardan dikiş attırırsam bir hafta boyunca o dişlerin çıkmasını beklemek zorunda kalacaktım. Bunun için dikkatli olacak ama kazanacaktım.

 

Araf'ın üstüne doğru gidip sağ yumruğumu yüzüne sallamıştım ki çevik bir hareketle geriye doğru yatıp yumruğumdan kolayca kurtuldu. Bir atakta bulunacağını anladığım için savunmaya geçtim. Sol yumruğunu bana doğru hareket ettiriyormuş gibi yapınca direkt sağ eline baktım. Solak değildi, şaşırtmaya çalısıyordu ama yemezdim ben bunu.

 

Tahmin ettiğim gibi de oldu, sol yumruğunu değilde sağ yumruğunu bana doğru salladı. Sağ elimle yumruğunu yüzüme gelmeden yakaladım. Gülerek yüzüne baktım. "İyi bir gözlemci olduğum için solak olmadığınızı biliyordum." dedim.

 

Elini bırakınca geri çekilip atağa geçti. "Bu özelliğinizi aklımın bir köşesine yazdım Üsteğmenim. Bir dahakine daha dikkatli olurum." dedi. Üzerine doğru ilerlerken o konuşmaya devam etti. "Bir yandan da bu özelliğiniz sayesinde hemen nakavt olmaktan kurtuldunuz, sizin açınızdan iyi oldu." Histerik bir şekilde güldüm.

 

"Keşke aynısını sizin içinde söyleyebilsem komutanım." deyip sağ bacağımı hızla kaldırıp yan bir şekilde böbreklerinin olduğu yere vuracaktım ki sol eliyle bacağımı hiç hareket etmeden tuttu.

 

Sırıtarak "Az önce bir şey diyordunuz sanırım Üsteğmenim, tam anlayamadım da tekrar eder misiniz?" dedi.

 

Ayağımı elinden kurtarıp ona baktım. "Sizin de reflekslerinizin iyi olduğunu öğrenmiş oldum." dedim. Etrafımıza toplamanan askerler kendi aralarında konuşurken Araf'la biz sadece birbirimizle konuşup onları duymuyoruk.

 

Onun bir atakta bulunmasını beklemeden hızla üzerine gidip yüzüne sağ yumruğumu salladım ama hızlı bir hareketle yumruğumu tutup elimi ters bir şekilde sırtıma çevirdi. Nefesi kulağıma değerken yan bir şekilde ona baktım. "Çok acelecisiniz Üsteğmenim, rakibinizin hamle yapmasını bekleyin bence." Sesi oldukça keyifli geliyordu çünkü beni alt ettiğini falan sanıyordu.

 

Aslında şu anda geriye doğru kafa atıp ondan kolayca kurtulabilirdim ama bu gerçek bir dövüş olmadığı için adamın burnunu boşu boşuna kırmaya gerek yoktu. Sol dirseğimle de karın boşluğuna vurup yine kolayca kurtulabilirdim ama sol omzumdaki yara yüzünden yapmak istemedim. O kolumu zorlamak istemiyordum.

 

"Bence kendinizi kaybetmeye hazırlasanız iyi olur komutanım çünkü saniyeler içinde bu iddiayı beni tutanlar kazanacak." Sağ ayağımı öne doğru çektim ve hiç beklemeden geriye doğru savurup atıp arkamdaki dizine tekme attım. O elimi bırakıp birkaç adım geri giderken yüzüne yumrumu salladım ama kendisini hemen toparlayıp bileğimi tuttu. Elinden kurtulmak için sol ayağımı kaldırıp ona vuracakken diğer eliyle de bacağımı tuttu. Tabii bu şekilde dengemi zor sağlarken beni yere yatırdı. Dizlerini iki yanıma koyup o şekilde üstümde dururken sağ elimi ve sol elimi başımın iki yanında yere sabitledi.

 

"Sanırım yine dediğiniz şeyi duyamadım Üsteğmenim." Sesi yine ve yine keyii çıkmıştı. "Eee pes ediyor musunuz? Çünkü sanırım bu iddiayı beni tutanlar kazandı." Gözlerim kısıldı ve ona baktım. Çabuk pes edeceğimi falan sanıyor olmalıydı.

 

"Sizce bu kadar erken pes eder miyim ben?" dedim ve başımı hafif kaldırıp ona yaklaştım. Ellerimi hâlâ başımın üstünde yere sabitlemiş bir şekilde tutuyordu. "Şimdi yapacağım şey için üzgünüm komutanım, bunu yapmazsam az önceki iddialı laflarımın bir anlamı kalmaz." deyip dizimi kaldırdım ve hiç düsünmeden bacak arasına vurdum. Çok sert bir şekilde vurmamıştım ama onu birkaç saniyeliğine de olsa şaşırtıp dengesini kaybetmesini sağlardı.

 

Öyle de oldu. O hissettiği hafif acıyla ellerimi tutan ellerini gevşetti. Hızla ellerimi ellerinden kurtarıp onu yana ittirdim. O sırt üstü yerde yatarken ayağa kalkıp üstten ona baktım ve sırıttım. "Sanırım ben kazandım komutanım."

 

Bu sefer de o gözlerini kısmış, daha şimdi az da olsa çektiği acıdan kızarmış yüzüyle bana bakıyordu.

 

Kazanmanın verdiği gururla yanından geçecektim ki konuşmaya başladı. "Ben daha pes ettiğimi söylemedim ki Üsteğmenim." dedi ve eş zamanlı olarak ayak bileğimde ellerini hissettim. Ben daha ne olduğunu anlayamadan ayak bileğimi çekti. Ayağımı çektiği için ayakta duramadım ve üstüne doğru düştüm.

 

Bu yaptığı şeyi beklemediğim için bir şey yapamamıştım. Daha doğrusu ben kazandığımı sanmıştım ama o pes etmediği için benim dikkatim dağılır dağılmaz harekete geçmişti.

 

Araf'ın üstüne düşmüştüm ve her şey benim kontrolüm dışında olduğu için düşerken dengemi sağlayamamıştım. Bu yüzden tam da Araf'ın üstüne, çok yanlış bir şekilde düşmüştüm. Üstelik şu anda dudağım Araf'ın yanağıyla dudağı arasındaki noktaya değiyordu. Yani dudağımın yarısı onun dudağına yarısı da yanağına değiyordu ve etrafımızdaki herkesin şaşkınlık nidaları kulaklarıma geliyordu.

 

Şaşkınca öylece dururken Araf'ın birkaç saat önce aldığım kokusu tekrardan burnuma geldi. Derin derin nefesler aldığım için istemsizce kokusunu solmuş oluyordum. O da nefes nefese ve şaşkınca bana bakıyordu. O da yaptığı bu hareketten sonra böyle bir şey olacağını beklemiyordu. Düşerken dengemi sağlayabilseydim böyle olmayacaktı zaten ama hepsi kontrolümüz dışında olmuştu.

 

Biz şaşkınca hiç hareket etmeden durup öylece birbirimize bakarken kalabalıktan duyduğumuz tek şey "Siktir!" Olmuştu. İlk tepkileri buyken ne ben hareket edebiliyordum ne de Araf. Sanki kal gelmiş gibi öylece birbirimize bakıyorduk. Üstelik dudaklarımız hâlâ birbirine değiyordu.

 

 

Herkese merhaba, nasılsınız?

 

Bölüm nasıldı?

 

En sevdiğiniz sahne?

 

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere kendinize iyi bakın🤍

 

Loading...
0%