Yeni Üyelik
9.
Bölüm

9.Bölüm " Ateş Parçası"

@kitap__gezegeni1

Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayın🦋

 

Keyifli okumalar✨️

 

​​​​

 

9.Bölüm "Ateş Parçası"

 

Kafamın üstünden kurşunlar uçarken ben sadece Araf'ın neden bana o şekilde seslendiğine takılıp yerimden kımıldayamıyordum. Araf hiç düşünmeden yanıma gelip kolumdan tuttu, çok kolay bir şekilde beni yerden kaldırıp otobüsün arkasındaki kendi arabasına doğru çekiştirdi. Başımı iki yana sallayarak düşüncelerimi kafamdan silip tekrardan gerçek dünyaya döndüm. Araf'a zorluk çıkarmadan peşinden koşarak ona ayak uydurdum.

 

Arabanın arkasına geçince Soner, Eren ve Ozan da gelmişti. Siviller zaten buradaydı. Buraya atanan asker, polisler ve jandarmalar ise mevzi alıp teröristlere ateş ediyordu. Meriç ve Fatih ise büyük ihtimalle az ileride çevirme yapan jandarma ekiplerine yardım ediyordu.

 

Elimdeki tabancanın şarjörünü değiştirirken konuşmaya başlayan Araf'a kulak verdim. "Doktor, sen sivilleri arabaya bindir ve buradan uzaklaştır. Buraya yakın bir karakol vardı oraya götürebilirsin. Ben Erdem Yarbayı arayıp destek göndermesini söyleyeceğim ama sanırım karakol daha yakındı ve oradan bir ekibin gelmesi kısa sürer. Jandarma ekiplerinin desteğe ihtiyacı olabilir. Ayrıca bizim de yanımızda fazla mühimmat yok. Sen gereken açıklamayı yaparsın." dedi.

 

Üzerimde yoğun bir bakış hissedince şarjörü tabancaya takıp Araf'a baktım, sol dirseğime bakıyordu. Ben de bakışlarımı oraya çevirdim, üzerimdeki ceket yırtılmıştı ve aynı zamanda dirseğim kanıyordu. Sanırım düştüğüm sırada dirseğim asfalta sürtünmüştü.

 

"Emredersiniz komutanım." dedi Ozan ve bütün sivilleri dikkatli bir şekilde arabaya bindirdi. Biz de kendimize mevzi alacak başka bir yer bulunca Ozan sivillerle uzaklaştı.

 

Otobüsteki teröristlere ateş ederken kulaklıktan Araf'ın sesini duydum. "Bombacı, geride kalan jandarma ekipleriyle bağlantıya geç araçların geçişine izin verilmesin." dedi.

 

"Emredesiz komutanım." Eren'den aldığı yanıtla Araf'ın bir kez daha konuştuğunu duydum.

 

"Fedai, orada durum ne?" Hem teröristlere ateş ediyordum hem de kulaklıktan bizimkileri dinliyordum.

 

"Bizden sayıca fazlalar komutanım ama idare edebiliriz. Bir jandarma görevlisi omzundan yaralandı. Kurşun sıyırdığı için şu anda ciddi bir durumu yok." Meriç'in verdiği cevapla derin bir nefes aldım. En azından şehit yok.

 

"Ateş Parçası ve Yarasa beni koruyun." Araf'ın konuşmasıyla bir süre öylece baktım. Bana dediğini fark edince silkenlenip kendime geldim. Sanırım henüz lakabıma alışamamıştım.

 

"Yalnız Cemre komutanımın lakabı ateş ediyor." Meriç'in gülerek konuşmasıyla ben de güldüm. "Ama ben neden bu lakabı aldığını merak ettim şimdi. Umarım en kısa zamanda bunu öğreniriz komutanım."

 

Araf'ın siper alıp ayağa kalktığını görünce ona Soner'le birlikte koruma ateşi açtık. Siper aldığım yerden başımı biraz daha kaldırmıştım ki kulağımın yanından bir mermi geçti. Hızla başımı indirip sırtımı taşa yasladım. "Komutanım keskin nişancı var." dedim.

 

"Ne tarafta komutanım?" Soner'in sorusuyla etrafıma baktım, karşı taraf Güney olduğuna göre Kuzey'den gelmişti.

 

"Kuzey tarafından geldi kurşun."

 

"Hemen bakıyorum komutanım." Soner'in cevabıyla tekrardan başımı kaldırmıştı ki bir kez daha ateş edildi o taraftan. "Komutanım bir kez daha başınızı kaldırın. Adamı gördüm ama şu anda net görüş açımda değil." Derin bir nefes alıp hafif başımı kaldırdım. Bir kez daha ateş edilince hemen geri çekildim. Başımın görünmesiyle ateş etmesi bir oluyordu itin. "Maalesef hâlâ net görüş açımda değil." diyen Soner'le Araf'ın olduğu tarafa baktım, bana en yakın kişi oydu şu anda.

 

"Ateş etmeye hazır ol Soner, şimdi saklandığım kayadan çıkıyorum." dedim ve ayağa kalkıp koşarak Araf'ın olduğu yere gittim. Arkamdan ardı ardına ateş edilirken ben nefes nefese Araf'ın yanına gelip sırtımı kayaya yaslandım.

 

Ben soluklanırken Soner'in dediği şeyi duydum. "Hallettim komutanım. Ortada bir keskin nişancı kalmadı."

 

Nefesimi düzene sokup Araf'la birlikte ben de otobüsteki teröristlere ateş etmeye başladım. Ben ateş ederken yanımdaki Araf konuştu. "Sana bu yüzden bu lakabı verdim." Kısa bir an ona bakıp ateş etmeye devam ettim.

 

"Ne için verdiniz?" Ateş ederken nefes nefese sordum. Nefesimi hâlâ düzene sokamamıştım.

 

"Sana Ateş Parçası lakabını verdim çünkü..." diyordu ki araya kulaklıktan konuşan Ozan girince cümlesi yarım kaldı.

 

"Komutanım sivilleri karakola bıraktım, iki tane polis ekibiyle desteğe geliyoruz."

 

"Doktor, güzargahı biliyorsun zaten. Polis ekiplerinden biri başka bir yol varsa jandarma ekiplerinin olduğu yere gitsin. Buraya gelirlerse oraya geçip onlara yardım etmeleri imkansız olur. İtler burada nefes bile aldırmıyor bize. Jandarma ekiplerinin olduğu yerde teröristler sayıca üstünmüş, destek ekibe ihtiyaçları var." dedi Araf ateş ederken.

 

"Anlaşıldı komutanım, hemen bildiriyorum."

 

"Yarasa, arabadan sis bombası aldın mı?" Araf'ın sorusuyla bir anlığına ona bakıp ateş etmeye devam ettim. Arabasının bağajında sis bombası görmüştüm ama ben sadece şarjör almıştım.

 

"Evet komutanım. Üç tane var şu anda."

 

"Güzel, nişancılığın iyiydi değil mi senin?"

 

Soner egolu bir şekilde "Ayıpsınız komutanım, Keskin kadar olmasa da bizim de bir keskin nişancılımız var evelallah." dedi.

 

Soner'den hemen sonra Fatih araya girdi. "Komutanım bu ite güvenip bir şey yaptırmayın. İki dakika bekleyin ben ışık hızında buradaki fazlalıkları halledip size yardıma gelirim." Nerede, nasıl bir durumda oldukları hiç önemli değildi onlar için, her türlü birbiriyle sataşıp kavga edebiliyorlardı.

 

"Salak herif sen ilk önce havaya uçmamaya bak. Gevezelik yapacağım diye roket atmaya hazırlanan adamı görmüyorsun herhalde." dedi Meriç. Otobüseten çıkan bir teröristle ona nişan alıp sıktım ve onları dinlemeye devam ettim. "Bir de bana geveze derler, bunlar benden beter amına koyayım!"

 

"Yarasa, benim işaretimle otobüsün camından iki tane sis bombası atacaksın." Sanırım Araf onların kavgasının bitmeyeceğini anladığı için araya girmişti. "Cemre'yle ben ise sen sis bombalarını atar atmaz otobüse yaklaşacağız." dedi. "Buraya atanan polis ve jandarmalar kurşunları bittiği için ateş edemiyorlar. Teröristler bu fırsatı kaçırmayıp birazdan dışarıya çıkmaya hazırlanırlar. Onlar dışarıya çıkmadan etkisiz hale getirmemiz lazım."

 

"Anlaşıldı komutanım, emrinizi bekliyorum."

 

"Doktor, buraya kaç dakikada gelirsiniz?" Ozan'a sorduğu soruyla yola baktım, henüz gelen giden yoktu.

 

"İki dakikaya oradayız komutanım."

 

"Güzel, Yarasa hazır ol işaretimle sis bombalarını atıyorsun." deyip sustu. Göz ucuyla gördüğüm kadarıyla saatine baktı.

 

Otobüsten çıkan iki kişiyle birine nişan alıp ateş ettim. "Komutanım otobüsten çıkıyorlar." deyip diğerine de nişan alıp sıktım. Şu anda sadece Soner, ben ve Araf çatışıyorduk. Buraya atanan jandarma ve polislerin mermileri bitmişti. Bir de az önce gördüğüme göre otobüs şöförüde teröristlere çalışıyordu.

 

"Nişan al Yarasa." dedi Araf, koşmak için kendini hazırlayınca ben de olduğum yerde doğrulup onun emrini bekledim. "Şimdi!" demesiyle Soner sis bombalarını otobüse attı. Biz ise koşarak otobüsün yanına gittik. O sırada acı bir fren sesi duydum. Göz ucuyla oraya bakınca Ozan ve polis ekiplerinin geldiğini gördüm. Bu iyi olmuştu. Bizden sayıca üstün oldukları için işimiz zorlaşacaktı ama şimdi durum eşitlenmişti.

 

Otobüse sis bombasının atılmasıyla çil yavrusu gibi hepsi dağılmaya başladı. Kimisi otobüsün camından kimiside kendini kapıdan dışarıya attı ve bu sayede hepsini tek tek etkisiz hale getirmeyi başardık.

 

Buradaki teröristler etkisiz hale getirilince ilerideki jandarma ekiplerine saldıran teröristlerde etkisiz hale getirilmişti. Burada işimiz bitince diğerleri gelene kadar bir kayanın üstüne oturup soluklandım. Otobüsü durdurmak için kendimi zorla kusturduğum için midem ağrıyordu. Sabah da doğru düzgün kahvaltı yapmamıştım zaten.

 

Elimi karnıma koyup ovdum. Önüme uzatılan suyla başımı kaldırıp baktım. Araf tam karşıma geçmiş elindeki suyu bana uzatıyordu. "Teşekkür ederim." deyip suyu elinden aldım. Birkaç yudum içip geri uzattım.

 

O da yanıma oturunca boş boş etrafıma baktım. Buradaki teröristleri jandarmalar ve polisler hallediyordu. Bizimkiler gelince ve işimiz bitince toparlanıp tabura geri döndük. Kendimi direkt odama atıp midem için ilaç içtim. Aslında bu ağrı yemek yiyince geçerdi ama ilk önce duş almam gerekiyordu ve bu sürede ağrı biraz daha artacağı için ilk önce ilaç içmek daha iyiydi.

 

Üzerindeki kıyafetlerimi çıkarıp duşa attım kendimi. Sıcak ve uzun bir duşun ardından banyodan çıkıp üzerimi giyindim. Saçlarımı tarayıp kuruttuktan sonra saate baktım, öğlen olmuştu bile. Telefonumu elime alıp odamdan çıktım ve yemekhaneye gittim.

 

Yemekhaneye gelince bizimkilerin çoktan gelip yemek yemeye başladığını gördüm. Ben de yemeğimi alıp onların yanına geçtim. Midemdeki ağrı geçsin diye zorla bir şeyler yemeye başladım. Midemde bir ağrı olunca yemek yemekte zorlanıyordum ama birkaç lokma yemezsem bu ağrı geçmeyecekti.

 

Bizimkiler kendi aralarında operasyon hakkında konuşurken ben ve Araf sessizce yemeğimizi yiyorduk. Daha doğrusu ben zorla bir şeyler yemeye çalışıyordum.

 

Yemeğimi yemeye devam ederken masaya gelen askerle bakışlarımı ona çevirdim. Hazır ol vaziyetine geçip hafif baş selamı verdi. "Cemre komutanım size bir zarf gelmiş." deyip elindeki zarfı bana uzattı. Zarfı alıp teşekkür ettim. Asker yanımızdan uzaklaşırken bizimkiler merakla bana bakıyordu.

 

"Komutanım sevgilinizden mektup mu geldi?" Soner'in sorusuna göz devirdim. Bu devirde mektup mu kalmıştı ya? Hem olmayan sevgilim nasıl mektup gönderecekti acaba?

 

Meriç de benim gibi düşünüp "Oğlum bu devirde mektup mu kaldı?" dedi. "Bence gizli bir hayranı telefon numarasını bulamadığı için mektup yolladı." Ben de benim gibi düşündü diyorum. Benim gibi düşünmenin yanından bile geçmiyordu bu çocuk. Anca zevzeklik peşindeydi.

 

"Salak salak konuşmayın oğlum. Cemre komutanım ünlü mü de gizli bir hayranı olsun." diyerek Fatih araya girdi. Şu anda tartıştıkları konuya baksanıza.

 

"Komutanım siz bunları dinlerseniz yarına zor açarsınız bu zarfı." Eren'e bakıp başımı salladım, haklıydı. Onlar asla susmaz, aksine konuyu çok başka yerlere çekerek uzatırlardı.

 

Elimdeki zarfı inceledim, üzerinde Cemre komutan'a yazıyordu. Gönderen kişinin ismi yazmazken gönderilen yer de yazmıyordu. Fazla üstünde durmadan zarfı yavaşça açtım, içinden çıkan kağıdı alıp açtım. Elle yazılmış bir not vardı kağıtta.

 

"Neymiş komutanım?" Ozan'ın sorusuyla kağıtta yazan şeyi dışımdan okudum.

 

"Yarın sabah erken saatlerinde öğrenci otobüsüne saldırı düzenlenecek. Öğrencileri kaçırıp dağa çıkaracaklar." Kaşlarım çatıldı, böyle bir notu kim gönderir ki? Üstelik doğruluk payının olduğundan bile emin değiliz. Ama sık sık küçük çocukları kaçırmak için plan yaptıklarını biliyoruz. Küçük çocukları erkenden alıp kendilerine çalışmaya zorluyorlardı. Çünkü küçük çocukların beynini yıkamak daha kolaydı onlar için.

 

"Bu ne lan? Bir de sonuna imza olarak 'Bir dost' yazsaymış bari." Meriç'in dediğine güldüm.

 

Bakışlarımı Araf'a çevirdim ve konuştum. "Sizce bu kağıtta yazanlar doğru mu komutanım?" Kağıdı elimden alıp okudu, bir de zarfı alıp inceledi.

 

"Hiçbir fikrim yok ama dikkate almak zorundayız çünkü doğruluk payı da olabilir. Tabii bize kurulan bir planda olabilir. Zarfta gönderenin ismi ve gönderilen yerin ismi yazmıyor bu da bana bunu düşündürdü." dedi düşünceli bir sesle. "Ben bu durumu Erdem Yarbaya bildireceğim. Siz de bu zarfı alan askere kimin getirdini sorun."

 

Araf yanımızdan ayrılırken biz de ayağa kalkıp zarfı getiren askerin yanına gidecektik ki Soner önündeki metal tabldot tabağı kucağına almış eline de kaşık almış içindeki çorbayı hızlı hızlı içiyordu. "Siz gidin ben hemen arkanızdayım." dedi dolu ağzıyla. Onun bu haline gülmeden edemedim.

 

"Aç Yarasa işte açlığını her yerde belli edecek it herif!" dedi Meriç.

 

Biz yemekhaneden çıkarken Soner hâlâ tabağındaki yemekleri bitirmekte meşguldü. "Komutanım sanırım o asker dışarıda nöbet tutuyordu bugün." diyen Fatih'i onaylayıp dışarıya çıktık. Kapıda nöbet tutan askerlerin yanında zarfı getiren askeri görünce yanlarına ilerledik. Bizim geldiğimizi görünce sohbet etmeyi bırakıp selam durdular.

 

"Rahat." deyip zarfı bana getiren askere baktım. "Bana getirdiğin zarfı kim verdi sana?"

 

"Postaçı getirdi komutanım, içini kontrol edip öyle size getirmiştim. Bir sıkıntı mı oldu?" Başımı iki yana salladım.

 

"Hayır olmadı, sağ ol." deyip yanımdan ayrıldık.

 

"Bence postaçının çalıştığı postaneye gitmeliyiz komutanım. İllaki o zarfı verenin yüzünü görmüşlerdir." dedi Eren.

 

Eren'i onaylayıp konuştum. "Araf'la konuşup gideriz birazdan. Erdem Yarbayla konuşup gelir birazdan yanımıza." Cümlem biter bitmez kapıda Soner ve Araf göründü.

 

Yanımıza geldiklerinde Araf konuşmaya başladı. "Yarbaya durumu bildirdim, yarın öğrenci otobüsünü takip edip okula biz götüreceğiz. Siz bunu kimin getirdini öğrendiniz mi?" Başımı iki yana sallayıp yanıtladım onu.

 

"Hayır, postaçı getirdiği için kimin bu zarfı verdiğini bilmiyoruz. Erdem Yarbaydan izin alıp postane çalışanlarına sorsak, illaki bu zarfı verenin yüzünü görmüşlerdir."

 

"Tamam, ben izin alıp geliyorum siz de hazırlanın." deyip tekrardan yanımızdan ayrıldı. Operasyona gitmediğimiz için üniformalarımızla gidemecektik. Biz de odalarımıza gidip sivil kıyafetlerimizi giydik.

 

Üzerime beyaz sweatshirt altımada siyah jeans giydim. Deri ceketimi de üzerime geçirip ceplerine telefonumu ve askeri kimliğimi koydum. Beylik tabancamı da alınca hazırdım. Dışarıya çıkıp Araf yanımıza gelmeden önce zarfı alan askerden postacının adresini öğrendim.

 

Bizimkiler de yavaş yavaş yanımıza gelirken kapıdan çıkan Araf'a takıldı gözüm. Farkında olmadan benzer şeyler giymiştik. O da beyaz sweatshirt siyah pantolon giymişti, üzerine de benim gibi deri ceket geçirmişti. Yanımıza gelince tek tek bize bakıp arabasına ilerledi. Bu sefer üç araba gidecektik. Araf, Fatih ve Meriç'in arabalarıyla.

 

Araf'ın arabasına ilerleyip bindim. Araf arabayı çalıştırmadan önce baştan aşağıya beni süzüp arabayı çalıştırdı. Arabayı sürerken dudakları iki yana kıvrılmıştı. Daha fazla ona bakmayıp önüme döndüm. Taburdan çıkınca askerin söylediği adresi Araf'a söyleyip arkama yaslandım.

 

Yaklaşık yarım saat sonra askerin verdiği adrese gelmiştik. Araf içeriye girerken ben dışarıda kaldım. Meriç ve Ozan da Araf'ın peşinden içeriye girmişti. Diğerleriyle birlikte postanenin etrafına bakındık. Pek işlek bir cadde değildi, sakin bir yerdi. Postanenin önünde gördüğüm kamerayla sırıttım, bu zarfı verenin yüzünü görmeselerde kameralardan illaki bulunurdu. Yani o kişi ya bulunacaktı ya da bulunucaktı.

 

Arabanın kaputuna yaslanıp bizimkilerin çıkmasını bekledim. İçeride fazla oyalandıklarını hissederken Eren de onlara bakmak için içeriye girdi. Eren girdikten yaklaşık 20 dakika sonra çıktıklarında yanlarına ilerledim. Araf'ın sinirli olduğunu görünce yanına gidip baştan aşağı onu süzdüm. "Bir şey mi oldu? Kimmiş zarfı veren?" Merakla sordum.

 

"Bilmiyorum." deyince kaşlarım çatıldı. "Zarfı veren kişiyi görmemişler, görmedikleri gibi içerideki ve dışarıdaki kameralar bozukmuş." Mümkünmüş gibi kaşlarım iyice çatıldı. Bu kadar şey tesadüf müydü?

 

"Tamam kameraların bozulmasını anladım. Doğal bir şey, bozulabilir ama zarfı veren kişiyi nasıl görmemişler işte onu anlamadım." dedim düşünecekli bir şekilde.

 

"Getiren kişi şapka takmış, üstüne de kapüşonlusunun şapkasını geçirip iyice yüzünü gizlemiş. Tek bildiğimiz zarfı veren kişinin kadın olduğu." Sıkıntıyla bir nefes aldım. Kim niye böyle bir şey yapar ki? Hem o bilgiyi nereden biliyor? Ya da bize kurulan bir plan mı? Kafamın içinde sorular dönerken ofladım.

 

"Çevredeki dükkanların kameralarına mı baksak? Belki bir kamerada yüzü falan görünmüştür, ya da işimize yarayacak herhangi bir şey buluruz." Soner'in dedikleriyle Araf'a baktım. Bir süre düşünüp başını sallayarak onayladı.

 

"Tamam ama dikkatli olun, burası pek işlek bir yer değil. Biz yarın bize bir plan kurulacak diye tahmin yürütürken bugün planın içine düşmeyelim. Zarfta yazanların doğruluğunu bile bilmiyoruz. Eğer doğru değilse ya bizi buraya çekip o kişiyi araştıracağımızı bildikleri için pusu kurmuş olabilirler, ya da yarın için kurmuş olabilirler. Yani herkes dikkatli olsun." deyip cebinden küçük kulaklıklar çıkardı. "Herkes alsın. İletişim halinde hareket edelim." Herkes birer tane kulaklık alırken Araf bir kez daha konuştu.

 

"Cemre ve ben sağ taraftaki dükkanlara, Ozan ve Eren soldaki, Meriç, Soner ve Fatih ise arka taraftaki dükkanlara baksın. Bütün kamera kayıtlarını tek tek inceleyin. En ufak bilgi bizim için iyi."

 

Herkes Araf'ın dediği yerlere dağılırken biz de sağ tarafa ilerleyip kamerası olan dükkanlara baktık. Dükkanların önünden geçerken aklıma gelen şeyle yanımda yürüyen Araf'a baktım. "Komutanım, neden bana Ateş Parçası lakabını taktınız?" Sorumla bakışları bana döndü. "Yani herkese hitap eden, onları yansıtan lakaplar seçmişsiniz, bana neden bu lakabı taktınız? Sebebeni merak ediyorum." diye açıkladım.

 

Araf cevap veremeden Soner araya girdi. "Valla ben de merak ediyorum komutanım, neden taktınız?"

 

Araf derin bir nefes alıp önüne döndü ve ilerlemeye devam etti. Bir yandan da bizim sorumuzu cevapladı. "Ateş Parçası'nın anlamı; Çalışkan, zeki, tuttuğunu koparan, başarılı ve çok canlı demek. Birkaç tane daha anlamı var ama sana uyan anlamları tam olarak bunlar. İlk opresyonumuzu saymazsak bu opresyonda zekilini konuşturdun. Kıvrak bir zekayla aklına ilk gelen planı uygulayıp otobüsü durdurdun." dedi, olduğu yerde durup bana baktı. İlk operasyonda Yusuf'u yakalayacağım diye batırmıştım ama bunda öyle bir sorun yaşanmamıştı.

 

Araf derin bir nefes alıp konuşmasına devam etti. "Genelde akla ilk gelen planı düşünmeden uygularsan bocalarsın ama bugün aklına ilk gelen planların hiçbirinde bocalamadın. Soner keskin nişancıyı daha net görüp ateş etsin diye hiç düşünmeden yine aklına ilk gelen planla kendini hedef gösterip kurduğun bu planı daha başardın. Buralara kadar geldiğine göre başarılı ve çalışkan olduğun belli. Geçen gün yaptığımız dövüşte kazanmak için elinden geleni yaptığını gördüm ve bu da tuttuğunu koparan biri olduğunu kanıtlıyor. Aynı zamanda Yusuf'un buraya gelmesi için kardeşiyle görüşmesine izin vermedin ve bu da tuttuğunu koparan biri olduğunu yine açıklıyor. Dövüşten önce söylediğin iddialı lafların da aslında çok canlı biri olduğunu kanıtlıyor. Henüz aramızda yeni olduğun için o huyunu pek göremedik ama yakında daha çok göreceğimize eminim." Dediklerine gülümsedim, bunları o demese farkına bile varamazdım herhalde. Bu kadar kısa sürede benimle ilgili bu kadar bilgi edinmesi de şaşırmama neden olmadı değil.

 

"İlk operasyonda acele edip Yusuf'un peşine takılınca operasyon mahvolmuştu ama bu operasyonda bu saydıklarımın hepsini sen de gördüm. Çalışkanlığını, zekiliğini, tuttuğunu koparan yanını, başarılı ve canlı yanını, yani Ateş Parçası lakabının özelliklerini gördüm sende." dedi. "Bu lakabı seçmemin bir diğer nedeni ise Cemre isminin anlamı ise kor durumunda yanan ateş anlamına geliyor, yani sana koyduğum lakaba yakın bir şey. Hem lakabının anlamları hem de isminin anlamları birbiriyle bağlantılı ve benzer şeyler. Hem ismin hem de lakabın tam seni yansıtıyor ve sana tam uyan bir lakap bence." dedi gülümseyerek. Benim de gülümsemem genişledi. Bu kadar ayrıntılı düşünüp bir lakap bulacağını düşünmüyordum doğrusu. Dediği gibi ismimin ve lakabımın anlamları bana uyuyordu, aynı şekilde ikiside birbiriyle uyumluydu.

 

"Amına koyayım sanki Araf komutanım benim lakabımı ilk söylediği zamanki gibi yüzümde bir sırıtış belirdi." dedi kulaklıktan Meriç. "Sanki bana lakap bulmuş gibi sevinmem normal mi acaba?" Güldüm, aynı duyguları ben de yaşıyordum ama onun yaşaması biraz tuhaftı ve komikti.

 

"Bu arada yine herkesin lakabı gibi Cemre komutanımın lakabı da güzel ve onu yansıtıyor." diye devam etti Meriç. "Bu arada komutanım Fatih'in iki lakabı var ya, biz her ikisinide kullanıyoruz. Şimdi Cemre komutanımın da iki lakabı oldu. Arada ben hem Ateş Parçası hem de Gölge desem olur mu? Yoksa Ateş Parçası'nı sadece siz mi kullanacaksınız?" Meriç'in sorusuyla bakışlarım Araf'a kaydı. Hafif boğazını temizleyip ilerlemeye başladı. Ben de peşine takılıp merakla vereceği cevabı bekledim.

 

"Ben arada sana Fedai arada da geveze desem olur mu Meriç? Her iki lakapta sana fazlasıyla uyuyor bence." dedi sadece. Acaba sübliminal mesajla söyleme mi demeye çalışıyordu yoksa ben mi yanlış anlamıştım?

 

Bizimkilerin kahkalarını duydum kulaklıktan. "Komutanım bence Meriç'i yansıtan en iyi lakap Fedai değil, Geveze. Ona daha çok yakıştı." dedi Fatih. "Hem zaten artık bir Fedai'liğini göremiyoruz, yaşlandı sanırım." diye ekledi.

 

Meriç aksi bir sesle "Yemin ediyorum bu insanoğlu kadar nankör başka hiçbir varlık görmedim şu dünyada." dedi. "İt herif birkaç saat önce az kalsın roketle birlikte havaya uçuyordun ve ben kurtardım ya seni."

 

Araf'la bir dükkana girerken Fatih ve Meriç'in kavgalarını dinlemeye devam ettim. "Lan alt tarafı adamı alnından vurdun, ben bunda Fedai'lik bir şey göremiyorum." dedi Fatih.

 

"Lan mal! Az kalsın sen de alnının çatından vuruluyordun da ben kurtardım ya yine seni!" dedi Meriç yine.

 

Araf dükkanın sahibiyle kamere kayıtlarını incelerken ben de arkalarından izliyordum, bir yandan da bizimkilerin tartışmalarını dinliyordum tabii.

 

Meriç'in söylediği şeyden sonra Fatih boş durmadı ve hemen lafı yapıştırdı. "Son dakika ben fark etmiştim ve sen müdahale etmeseydin emin ol bir şekilde ondan da kurtulurdum." Sırf Meriç'i sinir etmek için demiyorsa ben de bir şey bilmiyordum.

 

Araf postanedeki çalışanlardan zarfı veren kadının saat kaçta geldiğini öğrendiği için kamera kaydını o saate getirip inceledi. Bir şey bulamayınca bu dükkandan da çıktık.

 

Meriç iyice sinirlenirken sesini yükseltti. "Lan ben bu iti boğarak öldürürüm burada! Zaten sessiz sakin bir yer fazla görgü tanığı da olmaz. Bir tek aç Soner var, onunda önüne iki yemek verirsem susar zaten." Bu sefer Soner araya girince Fatih ve Meriç'in kavgası bitmiş oldu.

 

"Oğlum o nasıl bir tabir lan? Önüne iki yemek koyarım susar ne demek? Hayvan mı besliyorum sen?" Soner'in dediklerine gülmeden edemedim. Haklıydı çocuk, adeta hayvan yerine konulmuştu şu anda.

 

Araf onların kavgasının bitmeyeceğini anlayınca "Ben en son size iş vermiştim, gevezelik yapacağız diye umarım işinizi aksatmıyorsunuzdur." diyerek araya girdi. Bir süre üçüden de ses çıkmayınca güldüm. Kesin bir yerde durmuş kavga ediyorlardı ve kamera kayıtlarına bakmak akıllarına bile gelmemişti.

 

"Yok komutanım ya, biz hem gevezelik yapıp hem de işimizi yapabiliyoruz. Siz hiç merak etmeyin." dedi Fatih. Kesinlikle bir tane bile kamera kayıtına bakmamışlardır.

 

"Yalan söylemekten ölünseydi eminim ki ilk ölecek kişiler bu üçü olurdu." dedi Ozan gülerek. O d benim gibi düşünüyor olmalıydı.

 

Onlar yine tartışırken biz bir şey demeden onları dinledik. Onlar dışında kimseden ses çıkmazken bütün kamera kayıtlarını inceledik. Sadece bir tane kameraya yakalanmıştı, o da postanedeki çalışanların söylediği kişiydi ve onun dışında hiçbir kamerada görünmüyordu. Zaten bu kamerada da sadece arkası görünüyordu. Benim boylarımda biriydi, ortalama kilosu da bana yakındı ve kapüşonundan gözüken sarı, uzun saçları vardı kadının.

 

Elimizde sadece sarışın bir kadın olduğuna dair bir bilgi vardı. Hoş, belki o da gizlenmek için peruk takmıştı ama şu anlık sadece elimizdeki bilgi buydu.

 

Elimiz boş bir şekilde tekrardan arabaların yanına ilerledik. Diğerleri de bir şey bulamamıştı. Arabaların yanına gelince Araf'ın arabasının arka camında sarı bir post-it kağıt vardı. Bizimkiler kağıdı fark etmezken ben kağıdı alıp baktım. Üstünde büyük harflerle Cemre komutan'a yazıyordu.

 

"Bir kağıt daha buldum." dedim bizimkilere hitaben. Onların bir şey demesini beklemeden dışımdan kağıdın altında yazan notu okudum. "Boşuna beni aramayın, istesenizde kim olduğumu bulamazsınız." İçime sıkıntılı bir nefes çektim. Bizi izlemişti, onu aradığımızı görmüştü ve biz fark etmemiştik.

 

Kimdi bu kadın? Neden bize yardım ediyordu? Daha doğrusu yardım mı ediyordu yoksa başka bir şey miydi?

 

"Komutanım kağıdın arkasında bir şey daha yazıyor." Eren'in dediği şeyden sonra kağıdın arkasını çevirdim, gördüğüm şeyle kaşlarım şaşkınlıkla havalandı.

 

Kağıdın arkasında büyük harflerle 'Ateş Parçası' yazıyordu. Bu da bizi dinlediği anlamına geliyordu. Yanımızdan rahatça geçip konuşmamızı dinlediğine göre tanıdığımız biri değildi. Hoş, burada sarışın bir kadın tanımıyordum ya, daha doğrusu bize yardım edecek veya başka bir şey yapacak bir kadın tanımıyordum. Kadını tanımayı geçtim bize yardım edip etmediğinden bile emin değildik.

 

"Kağıtta Ateş Parçası yazıyor." dedim.

 

"Ne yani sizin yanınızdan rahatça geçip konuşmalarınızı rahatça dinlemiş ve bu kişiyi fark etmemiş miyiz?" Soner'in şaşkın sorusunu başımı sallayarak onayladım.

 

"Sanırım öyle olmuş. Araf bu lakaptan bir otobüs saldırısında bir de burada bahsetti. Orada duyamayacağına göre rahatça yanımızdan geçerken duymuş." diye açıkladım.

 

Fatih kafasını kaşıyarak "Beynim çorba oldu ya. Bir bok anlayamıyorum artık." dedi. Haklıydı, ben de hiçbir şey anlayamıyordum.

 

"Şimdi ne yapacağız komutanım?" Eren'in sorusuyla Araf'a baktım, düşünceli gözüküyordu.

 

"Şu anda bu kişinin kim olduğuna değil bize doğruyu mu söylüyor onu öğrenmemiz lazım. Bunu da yarın öğreneceğiz. Eğer doğruyu söylüyorsa o zaman ne yapacağımızı düşünürüz ama bize kurulan bir plansa, ki içimden bir ses nedense bir plan olduğunu söylüyor, o zaman da ne yapacağımızı düşünürüz. Şu anda tek amacamız bizim üstümüzden küçük çocuklara zarar gelmesini engellemek. Gerisini olaylar çözülünce düşünürüz." Sanırım haklıydı. Zaten başka ne yapabilirdik ki? Elimizde hiçbir şey yoktu.

 

Buradan ayrılmadan önce burayı gösteren kameralardan kağıdı arabaya yapıştırmadan önceki kamera kayıtlarını inceledik. Yine kayıtlarda sadece sarı saçları gözüktüğü için elimiz boş bir şekilde tabura geri döndük. Herkes odalarına dağılırken Araf son durumu Erdem Yarbaya bildirmeye gitti. Ben ise beynimin içinde dönüp duran sorulara bir cevap bulmaya çalıştım ama elde tutulur hiçbir şey yoktu.

 

O kadın kim? Neyin nesi? Neden yardım ediyor veya bize bir plan mı kuruyor? Terörist mi yoksa onlarla iletişime geçen biri mi? Beynimin içinde bunun gibi sorular dolanırken akşam olmamasına rağmen soruları düşünmemek için yatağa girip yattım.

 

Beyimin içindeki düşünceleri defetmeye çalışırken aklıma Araf'ın bana bulduğu lakap geldi. İstemsizce dudaklarım iki yana kıvrıldı. Sanırım bugün olan olayların içindeki tek iyi şeydi. Tabii bir de Araf'ın o kadar düşünüp her şeyi en ince ayrıntısına kadar araştırması vardı. Gözlerimi kapatıp kendi kendime "Ateş Parçası." diye mırıldandım. İlk lakabımdan daha güzel olduğu aşikârdı ama ilk lakabımın da yeri ben de ayrıydı. İlk saha görevimde komtanımın taktığı lakaptı. Bu da anlamlı ve güzel bir lakaptı. İkisinin de yeri ben de ayrı olacaktı.

 

 

Selam nasılsınız?

 

Bölüm nasıldı?

 

Sizce o yazıları kim yazıp gönderdi?

 

İyilik mi yapıyor yoksa bir planın içine mi çekiyor bizimkileri?

 

En sevdiğiniz sahne?

 

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere kendinize iyi bakın🤍

 

Loading...
0%