@korelimmoments
|
İlerleyen günler boyunca Güney’le pek konuşmamıştık. Yavaş yavaş çıktığım bulutların üzerinden bir anda yere çakılmıştım. Deniz’in açtığı yaralar ve güven problemleri Güney’le iyice pekişmişti. Bana zamanında açıklaması gereken şeyleri açıklamamıştı ve kendimi kandırılmış hissediyordum. Yazlık eve vardığımız gün geçirdiğim anksiyete atağı esnasında Güney bana yardımcı olmak için hep yanımda durmuş ve yapabileceği her şeyi yapmaya çalışmıştı ancak onun yanımda olması beni daha çok tetiklediği için her seferince hınçla yanımdan gitmesini söylüyordum. Ancak o yine de yanımdan ayrılmıyor, sabırla sakinleşmemi bekliyordu. Bir elini belime destek olarak koyuyor bir eliyle de başımı okşayarak beni sakinleştirmeye çalışıyordu. En sonunda yaşadığımız saçmalıkların ve anksiyetenin şiddetine dayanamayıp hüngür hüngür ağlamaya başladığımda kalp atışlarım yavaşlamaya başlamıştı. Takip eden günlerde tamamen sakinleşene kadar Güney kahve içmeme izin vermemişti ve tüm öğünlerimi o hazırlamıştı. Tüm bu düşünceli hareketlerine rağmen kalbim ona karşı bir türlü yumuşamıyordu. Ben de onu affetmek için kendimi zorlamamaya karar verdim ve kendime odaklandım. Günün çoğunu odamda bir şeyler izleyerek ve eğer varsa online derslerime katılarak geçiriyordum. Güney’in annesi Selin Teyze’nin burada bıraktığı boş tuvaller ve resim ekipmanları ilgimi çekmişti ve kendime meydan okuyup bir şeyler boyamaya başladım. Resim yapmak değil boyamak diyordum çünkü işe o kadar amatördüm, ancak yazlık evin her köşesinde yer alan Selin teyze elinden çıkma eserler bana ilham vermişti. Selin diye teyze mi olurdu? Güney’in annesi ise olurdu. İstanbul’un köklü ailelerinden birinin kızıydı ve yurt dışında sanat eğitimi almıştı. Aşk evliliği yaparak sosyal statüsünün bir tık düşmesiyle hep alay eden aşırı mutlu sanat dolu bir kadındı Selin teyze. Onlara ait olan her mülkün ya da her eşyanın bir köşesinde onun dokunuşları hissedilirdi ve insanın içini düşünülmüş küçük dokunuşların neşesi kaplardı. Selin Teyze’nin annemi sanat sepet işlerine alıştırmak için götürdüğü tonlarca kurs ve workshop aklıma gelince kendi kendime kıkırdadım. Arada bir aklıma bu karantinanın ve Güney’le birlikte yaşama zorunluluğunun bir kaç gün içinde sona ereceği gerçeği geliyordu ama bu düşünceleri zihnimin arkalarına atıp unutmaya çalışıyordum. Ne yapmamız gerektiğini bilmiyorum ama eninde sonunda Güney’le konuşmamız gerekecekti. Bana anlattığı olaylardan sonra Güney tarafından ciddiye alınmadığım zaman dilimi gözüme daha da kötü görünmeye başlamıştı. Artık ondan ne kadar hoşlandığımdan emin değildim. Güney’in hayatında biri olduğu düşünüldüğünde bu iyi bir durumdu. Birilerinin kafa dinlemek için buraya uğradığı eski bir zaman diliminden kalma sürükleyici bir romanı okuyarak kafa dağıtmaya çalışıyordum ki aşağıdan gelen düşük ritimli müziğin sesi ilgimi çekmeyi başarmıştı. Günlerdir çıt çıkmayan bu evin havası birden bu iç ısıtan müzikle değişebilir miydi diye düşünmeye başladım. Odamdan çıkıp kafamı trabzanlardan aşağı çevirdiğimde salonla mutfağın arasına kurulmuş iki kişilik masa gözüme ilişti. İtalya’nın ara sokaklarında görülebilecek bir salaşlıkla ve minimalistlikle hazırlanmış bir şarap sofrası bizi bekliyor gibi görünüyordu. Peynir, kuru et ve kuru meyvelerden oluşan tabağı ve kadehlere çoktan doldurulmuş şarapları görünce artık aşağı inmemenin aşırı kabalık olacağı sonucuna varmıştım. Ayrıca yağda pişen soğanın üzerine ne olduğundan emin olmadığım bir et kavuşunca koku gerçekten dayanılmaz olmuştu. Bir ara ben de mutfağa girip bir şeyler hazırlasam iyi olabilirdi. Bu sofraya hazır olabilmek için odama girip isteksizce allık ve dudak nemlendiricisi sürdüm ve saçlarımı tarayarak şekillendirdim. O kadar çok odamda yalnız vakit geçirmiştim ki yüzümün ne denli solgun olduğundan bir süredir bihaberdim. Yanaklarıma gelen renk her şeyden önce bana kendimi iyi hissettirmişti. Pijamalarımdan kurtulup bol bir kot pantolonun üzerine ince mavi bir bluz giyerek aşağı indim. Güney beni çağırmasa bile görevimi anlamıştım, kıyafetlerimi değiştirip aşağı inmek. Güney bana bu yemeğin amacını söylemese bile zihnimi hazırlamıştım, onları konuşmak ve önümüzdeki günler hakkında bir karara varmak. Aşağı indiğimde günlerdir yüzüne doğru dürüst bakmadığım Güney’i yeniden görmek kalbimi ısıtmıştı. Her zamanki gibi basic beyaz bir tişört giymişti, boynundan kısmen görünen ince gümüş rengi kolyesi en çok beyaz tişörtle yakışıyordu. Duştan yeni çıkmış gibi nemli saçları ve bana benzer şekilde giydiği kot pantolonuyla beni karşılıyordu. Arkasını döndüğünde beni gördüğüne şaşırmış gibi küçük bir irkilme yaşadı. Kendi dünyasına dalmış yemek yapıyor olduğu için dikkatini dağıtmak istememiştim. “Çok hoş görünüyorsun,” diyerek beni olağan halimden bir anda uzaklaştırdı. Hoş mu görünüyordum? Bu nereden çıkmıştı şimdi. “T-t-eşekkür ederim,” derken kendimi küçük bir kız gibi hissetmiştim. Sağ elimle saçımın arka tarafını hafifçe kaşımaya başladığımda utançtan gerildiğimi hissettim. ne zaman bir şeyler düşünmeye dalsam ya da ne zaman utanıp gerilsem elimle böyle saçımın arkasını istemsizce kaşıdığımı Güney’in bilmesini asla istemezdim. Güney’in yemeği pişirmesini ve sunuma hazır etmesini beklerken ayaklarımı karnıma doğru çekip sabırla bekledim. Masaya son tabakla döndüğünde ziyafete hazır gibiydik. Onu beklerken aç karnına çoktan bitirdiğim ilk kadehimi harika hazırlanmış et yemeği ve meze tabağı takip etti. Onun da benim gibi iştahla yediğini görmek rahatlatmıştı. Müzik ve şarap eşliğinde yankılanan çatal bıçak seslerini yemeklerin bitmesi ve tabakların masadan kalkması takip etmişti. Sonunda masada yalnızca ikimiz kalmıştık. “Karantina iki gün içinde sonlanıyor, ne yapacağımızı senle konuşmak istedim Miray,” dedi. “Ne yapacağımızın tek karar mercii sen değilsin Güney,” diye onu nazikçe sınırları hakkında uyardım. Güney kolay vazgeçecek gibi görünmüyordu. Verdiğim bu pasif agresif yanıt hakkında yüzünde tek bir mimik bile oynamadı. Kararlılığı beni ürkütüyordu. “Onurcan’ın ne kadar tehlikeli olduğunu bilmiyorsun. Bana acı çektirmeyi hayatının merkezi haline getirmiş durumda ve şimdi üstüne bir de sen yakınımdasın. Babanın birlikte olduğumuzu öğrenmiş olmasının sebebinin Onurcan’ın bizi takip etmesi ya da ettirmesi olduğunu tahmin ettiğini düşünüyorum,” dedi sakince. “Evet zihnimde bu bağlantıyı kuracak kadar konu hakkında düşünme fırsatım oldu son birkaç sessiz günde,” diye yapıştırdım. Sessizlik her ne kadar benim tercihim olsa da bunu onu suçlamak için bir fırsata dönüştürmeyeceğimin garantisini vermemiştim. Sadece Onurcan’ın bu kadar tehlikeli olduğuna inanmıyordum. “Miray, anlamıyorsun. Onurcan lisede aşık olduğum kız arkadaşımın peşine birkaç serseri taktırıp kızı taciz ettirecek kadar ileri gitmiş birisi. Bana yaptıklarını ya da yapmaya çalıştıklarını geçiyorum bir süredir etrafımdaki insanlara zarar verecek kadar bana hayatı zehir etmeyi kafasına takmış durumda,” dedi. Duyduklarım beni şok etmişti. Kızı taciz ettirecek kadar gözü dönmüş olan Onurcan kim bilir bana neler yapardı. Neticede ortak bir geçmişimiz vardı. Güney’in eli dişimle kemirdiğim alt dudağıma uzandı ve dudağımı yumuşak bir hareketle serbest bırakmamı sağladı. “Endişelendiğini görebiliyorum, sadece bizi unutana kadar gözden uzak olmamız gerek,” diye ekledi. “Onurcan sana neden bu kadar kafayı takmış durumda Güney,” diye sordum. Cevabı duymak isteyip istemediğimden tam olarak emin değildim ancak artık bana konfor sağlayan bu cehaletimden sıyrılıp olayın kaynağına inmem gerekiyordu. “Zamanla anlatacağım türlü sebepleri var. En bariz sebebi benim ona yardımcı olmaya çalışan insanların başında gelmem olabilir sanırım. O dostla düşmanı ayırt edemeyecek kadar bilincini kaybetmiş duruma geldiğinde yanında yalnızca ben vardım ve bir şekilde hayal dünyasında hayatında yanlış giden her şeyin sorumlusu olarak beni belirledi.” dedi. “Tedavi alması için bir şeyler denediniz mi,” diye sordum. Tüm tedavi girişimlerinin Onurcan’ın hastaneden kaçmasıyla sonuçlandığını öğrendiğimde tüm umutlarım yıkılmaya başlamıştı bile. “Bana zarar verme ihtimalinin yüksek olduğunu neden düşündüğünü yeniden sormak istiyorum,” dedim. O gün bana olayları ilk kez anlattığında üstün kötü bahsetmişti ama benim neden bu olayın merkezinde olduğuma dair sebepler kafamda pek oturmuş değildi. “Çünkü Miray, seni benim evimdeyken görmüş olması ona aramızda bir şeyler olduğunu düşündürmüştür. Zaten sana önceden beri ilgisi bana da düşmanlığı olan bir adamdan bahsediyoruz,” diye yarıda bıraktı ki sonunu ben kafamda birleştirebileyim. Şimdi daha iyi anlamıştım. “Neden o zaman sana ilk geldiğimde bana hayır evinde kal demedin Güney, neden beni kendinden uzak tutmadın o zaman seni gerçekten anlayamıyorum!” derken ister istemez ellerim masanın köşelerini sinirle kavramıştı. Güney’in yüzü haklı olduğumu düşündüğünü belli edercesine düşmüştü. “Sana gelme diyemedim çünkü bir süredir başından geçenleri üzüntüyle izliyordum. Neticede karşılıklı oturuyoruz Miray, gerçekten kötü görünüyordun,” dedi. Dışardan o kadar kötü görünüyor olduğuma inanmak istemiyordum. Sıkıntılarımı yalnızca kendi dünyamda yaşadığımı düşünüyordum. Yine de bu yanıt yeterli gelmiyordu. “Madem kötü olduğum için bana yardım etmek istedin başka bir yol bulunabilirdi Güney. ne bileyim bir arkadaş, bir aile üyesi devreye sokulabilirdi. Madem bu kadar risk altındaydık neden sende kalmama izin verdin,” diye üsteledim. Ona çıkışmamın ardından bir süre sessizlik oldu. Anlam ararcasına gözlerimi yüzünden ayırmadan ona bakıyordum. Kafam çok karışıktı. Kısa bir süre cümlelerini toparlamak için düşünmesine izin verdim ve ardından sessizliği bozarak o cümleyi söyleyiverdi. “Seni kendimden yeteri kadar uzak tuttum Miray. Artık benim de elimden başka bir şey gelmedi,” dedikten sonra masayı ve konuşmayı bir anda terk etti. |
0% |