Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm

@korelimmoments

Yaklaşık iki dakikalık bir sessizlik olmuştu. Ben Güney’e bakıyordum, Güney bana. Yargılamıyordu... Duruşundan anladığım kadarıyla gergin ya da isteksiz de değildi. Gözlerinde isteksizlik yerine gördüğüm şey sanırım endişeydi. Endişe mi? Benim için mi?

“Her şey yolunda mı Miray.” diye soğukça yanıt verdi. Daha sıcak bir karşılama beklediğimi fark ettim. Bunca yıldır ilk kez tüm cesaretimi toplamış ondan yardım istiyordum. Buyur gel, tabi nasıl istersen demek yerine tek verdiği cevap bu muydu şimdi? Çok mu şımarıktım? Çok mu şey bekliyordum? Anksiyete atağı mı geçiriyordum yine yoksa?

“Kendimi karantinaya hazır hissetmiyorum Güney.” diye kısaca yanıt verdim. Biraz empati yeteneği gelişmiş biri çökmüş omuzlarıma ya da tipime bakarak umutsuz halde olduğumu anlayabilirdi. Anlamasını bekledim…

Kafasını merak edermiş gibi yana yatırdı ve hafifçe geri çekilirken sakalını kaşıdı. Bu esnada kapıyı da ardına kadar açmıştı. Eliyle evin içini göstererek “Eşyalarını toplamana yardım etmemi ister misin?” diye sordu. Şimdi sesi biraz daha sıcak geliyordu ya da ben çok özgüvensiz olduğum için fazlaca duygu taraması yapıyordum. Derin bir nefes alıp kafamdaki saçmalıklardan kurtulmaya çalıştım.

“Eşyalarımı tek başıma toplayabilecek kadar iyi durumdayım, o kısmı hallederim teşekkürler.” dedim.

Bir beş saniye daha kuşkulu gözlerle bana baktı ve “Olsun sanırım ımmm ben de gelip girişte falan otursam iyi olur. Miray sapığın falan yok değil mi?” diye ekledi. Son cümleyi diğer cümlelerinin üç katı bir hızla tek solukta eklemişti.

Sapığım mı… Deniz ayrıldıktan sonra tek bir mesaj dahi atmamıştı. Biraz pişman olsa kapıma dayansa iyi olurdu aslında.

“Sapığım falan yok merak etme başına bir şey gelmez benim yüzümden.” diye soğukça cevap verdim.

Kapının arkasında asılı duran anahtarını almak için uzunca bir adım atarken mırıldandığını duydum: “Bana bir şey yapabilir de sanki…”

“Bir şey mi dedin Güney tam duyamadım” diye şansımı zorladım. Çok çok tartışıp bu birlikte kalma olayından vazgeçerdik ve evde tek başıma şarabımı içerdim.

“Yok bişey hadi sana geçelim.” derken spor ayakkabılarını geçirmişti bile. Ortamı germeye niyeti yoktu.

Evime geçtiğimizde mumlarımdan yayılan vanilya kokusunun etrafı sarması beni gururlandırdı. Aslında Güney’i de buraya davet edebileceğim aklıma geldi. Ancak bu düşünceden hemen kurtuldum. 15 günlük karantinada, evden hiç çıkamıyorken Deniz ile bu evde yaşadığım anılar hayalet gibi peşimi kovalasın istemiyordum. Kendimi bunaltmak istemiyordum. Ağlamak istemiyordum. Sağlıksız beslenmeye ve hareketsizliğe daha fazla dayanamayacaktım. Beni kovalayan bunalımımdan kurtulmak için yardım çığlığı atıyordum. Güney belki bunu duymayacak kadar sığdı ama yine de ona sığınmaktan başka bir seçenek aklıma gelmiyordu. O hayatım boyunca tanıdığım biriydi. Güvenliydi. Kendimi onun yanına atacaktım. Hem zaten onun evinden ayrılmak isteyeceğini bana düşündüren neydi?

Evin içinde bir aşağı bir yukarı koşturup duruyordum. Spor çantamın içine iki pijama takımı, pofuduk ev terliğim, bir bornoz, bir kot pantolon atayım derken kampa gitsem yanıma almazsam olmaz diyeceğim şeylerle kendimi kısıtlı tutmaya çalışıyordum. En son kamp anımız aklıma geldi ve anıları zihnimden kovalamaya çalıştım. İçinde hatırlamak istemediğim kişiler vardı. En güzel anılarımın böylesine zehirlenmesi çok yazıktı.

Cilt bakım ürünlerini biraz abarttığımı gören Güney mimiksiz bir şekilde beni izliyordu. Mimik yoktu ama şu an gözlerinde gördüğüm şey yargılayıcılıktı. Elimdeki tonik şişesini göstererek “Yıllar boyunca edindiğim bilgi birikimimi bir günde çöpe atmayacağım.” diye konuya açıklama getirdim.

“Bir şey demedim Miray istersen her şeyi alabilirsin. Sadece evlerimizin arasında gerçek anlamda 20 adım olduğunu biliyorsun değil mi?” diye ilgisizce ekledi. Gözleri artık telefonunun ekranındaydı. Tek eliyle kapıya yaslanmış, bir ayağını diğerinin önünde hafifçe katlamıştı. Hem çok havalıydı hem de İlgisiz!

Cevap vermedim. Her dakika eve girip çıkmak istemiyordum. Kaç gece bu evde karabasan gördüğümü kaç gece korkudan duş bile alamadığımı anlatacak durumda değildim. Bu ilgisizliğiyle vereceğim herhangi bir cevabı da hak etmiyordu.

Yaklaşık 20 dakika sonra vanilya kokulu evime veda edip Güney’e geçtik. Kapıyı kapatırken gözlerimin dolduğunu görecek kadar yüzüme bakmıştı. Bu durum beni biraz utandırmıştı. Neden böylesin diye sorsa durumu açıklarken daha da çok utanabilirdim. Sevgilimin beni arkadaşımla aldatışını, bunu gözlerimle görme şeklimi anlatıp kendimi küçük düşürmek isteyeceğim son şeydi. Mutlaka çenemi tutamayıp bir yerde döküleceğimden emin bir şekilde bunu da sonraya attım.

Uzun zaman sonra ilk kez içine adım attığım bu ev benimkiyle aynı dizayn edilmiş olsa da dekorasyonu çok daha sade ve çok daha softtu. Her şey beyaz, gri ya da siyahtı. Benim evim buraya göre biraz daha sıcak kalıyordu ama buraya da zevksiz demezdim. Farklı bir havası vardı. Güney’in ve belki birazcık da annesinin? ruhunu yansıtıyor olmalıydı.

“Evin güzelmiş.” diye bir eve hoşgeldim cümlesi eklemeye çalıştım. Beceriksiz bir sohbet girişimiydi.

“Teşekkürler, kendini evinde hisset. Hemen her şey aynı mimarın elinden çıktığı için çok zorlanmazsın.” diye cevap verdi.

Güney’in bu ben bir şey sormadan ya da eklemeden cümle kurmama durumu daha beni ilk bir saatin içinde rahatsız etmeye başlamıştı. Kendimi yetersiz hissediyordum ve sıradan… Onu görmeyeli biraz ukalalaşmış mıydı? Tamam son zamanlarda inanılmaz ölçüde erkeksileşmiş, çekicileşmiş, yani bişey olmuş o belliydi ama bu kadar kibre ne gerek vardı?

“Kız arkadaşın falan var mı? Burada kalmam seni zor durumda bırakacaksa ona gerekli açıklamayı yapabilirim.” diye hınzırca cevap arayışına girdim. Neden merak ediyordum ki? Ben de bir garipleşmiştim.

“Bu eve çok fazla kişinin girip çıkmadığını görmüş olman lazım Miray.” diye yeniden ve bıkmadan beni tersledi. Bu esnada mutfakta bir şeyler topluyordu. Ortalık dağınık olmamasına rağmen bu toplama girişimi onun da gergin olduğunu gösteriyor olabilir miydi?

“Evine kimin girip çıktığına dikkat edemeyecek kadar kendi dünyama boğulmuş durumdaydım. Özür dilerim.” diye yanıt verdim. Yanıtımda dürüsttüm, gerçekten üzgündüm. Aklı bir karış havada bir üniversite öğrencisi olmuş olmalıydım. Ondan yaşça küçük olduğum için belki bunu doğal karşılamıştı. Ancak evinde ne yaptığına, nasıl olduğuna bile göz atmayacak kadar Güney’i nasıl yok saymıştım? İlgi alanlarını bilmiyordum. Evine kimlerin gelip gidebileceğini bilmiyordum. Onun da benimkileri bildiğini hiç sanmıyordum.

“Önemli değil, burada olduğun süre boyunca arayı kapatmak için fırsat yakalamış olabiliriz.” derken yanıma gelmiş hafif kolumu sıvazlamıştı. Şimdi de abilik mi taslıyordu? Oldu olacak saçlarımı da karıştır diye geçirdim içimden. Utançtan yanaklarımın kızardığına emindim. Çoğu utanç duygusuna karşılık verdiğim gibi dudaklarımı büzerek ellerimi arkada bağlayıp şöyle bir saçma ev turu atmaya başladım.

“Üst kattaki odalardan birinde mi kalacağım?” diye sordum. Üst katta karşılıklı iki oda olmalıydı. Tıpkı benim evimde olduğu gibi. Bir de banyonun yanında yer alması gereken giyinme odası. belki Güney orayı farklı bir amaçla kullanıyordur diye kendi kendime düşünüyordum.

“Benim odamın tam karşısındaki odada kalabilirsin, her zaman misafire hazırdır zaten.” diye seslendi. Bu sırada ben çoktan trabzanlara tutunarak yukarıya çıkmaya başlamıştım. Bir kaç saniye sonra arkamdan çantamı taşıdığını görmek bana kendimi özel hissettirmişti. Bunu öyle, hiçbir şey yapmıyormuş gibi zayifçe yapıp misafir yatak odasının girişine bırakmıştı.

“Banyo hemen burası, onu ortak kullanmamız gerekecek. Yanındaki odayı ben spor odası olarak kullanıyorum, bazen de giyinme odası işte bildiğin gibi.” diye sıkılgan açıklamalara girdi.

Gözümün ucuyla onun odasına baktığımda yerlere döşenmiş spotlardan yayılan loş sarı ışıkların içimi ısıttığını fark etmiştim. Koyu renkli döşenmiş olsa da mobilyaların ahşap olmasından dolayı sıcak bir odası vardı. Yatağın tam karşısında koca bir TV olmasına şaşırmamıştım. Ben uyku odamda televizyon olmasından hoşlanmıyordum ama aynı şeyi Güney için sorsalar odasında kocaman bir televizyon olduğuna zaten bahse girerdim. Küçüklüğünden beri sinema hayranıydı.

Kendi kalacağım odaya girdiğimde taze çiçek kokusu karşıladı beni.

“Eve gelen yardımcın mı burayı bu kadar temiz tutuyor Güney, çok güzel kokuyor bu oda.” diye merakımı ortaya koydum.

“Annem gelince orada kalıyor o yüzden hep görmek istediği gibi bırakmaya çalışıyoruz.” diye merakımı giderdi. Ortamda garip bir gerginlik vardı. Ben elimi kolumu nereye koyacağımı bilmiyordum, Güney ne söyleyeceğinden emin olamıyordu. Işığı kapatıp aşağı dönmeye niyetlendiğimde onun da aynı şeyi yapmaya yeltendiğini anlamıştım. Lambaya doğru uzanan ellerimiz hedefe ulaştığında birbirine dokunmuştu ve elektriklenme beni yerimden sıçratmıştı.

Güney beni rahatsız edeceğini sanmış olsa gerek hemen elini çekerek pardon dedi ve hızlıca aşağı indi. O gider gitmez tuttuğum nefesimi bırakarak odaya girdim ve kapıyı kapattım. İki kişilik bir yatak, tatlı renkleri olan soft bir nevresim, iki tarafta komidin, bana yetecek kadar büyük bir gardırop ve bir çalışma masası vardı. Çalışma masasının üzerine yerleştirilmiş ses sistemi benim için umut vericiydi. Onları kullanabilirdim.

Peki neden kendi evimde kocaman alanımı ve rahatımı bırakıp buraya gelmiştim. Belki de artık psikolojik olarak kendime daha fazla zarar vermekten korkuyordum. 15 gün karantina fikri canımı çok sıkmıştı. Panik atak geçirmek istemiyordum. Deniz ile İrem’i bastığım günkü gibi ölecekmişim hissi tüm vücudumu sarsın istemiyordum. Ben hayat dolu bir kızdım ve o hallerimi özlediğim için yardıma ihtiyacım vardı.

Aileme ya da arkadaşlarıma yardıma ihtiyacım olduğunu söylemekten çekiniyordum. Ama Güney’in bunu bilmesinde bir sakınca yoktu. Nasılsa birbirimizin hayatlarına dahil değildik.

Yatakta sırt üstü uzanmış ve düşüncelere dalmıştım. Uzun zamandır kendimi böylesine güvende hissetmemiştim. Bu odayı sevmiştim. Bana güzel bir yuva olacaktı. Burayı otel gibi düşünebilirdim. Hafif uykuya dalmak üzereyken aşağıdan gelen kalın, tok bir sesle kendime geldim.

“Miray senin evin kapısında bir eleman var bir bakmak isteyebilirsin.” diye seslenmişti aşağıdan.

Suratımı ekşiterek belki kargo gelmiştir diye esneye esneye aşağı indim. Mutfağın penceresinden başımı benim evin kapısını görmek için uzattığımda derhal geri çekilip tezgaha tutundum. Kaskatı kesildiğimi gören Güney sapığın mı geldi diye sataşmıştı bana. Ona çok ters bir bakış gönderdim. Hala kanepede oturmuş telefonuyla oynarken bir de benim sinirlerimi zorluyordu.

“Güney benim sapığım falan yok, bu kendi evimde kendi yatağımda kendi arkadaşımla sevişirken yakaladığım eski sevgilim Deniz.” diye hınçla soludum. Derhal ayağa kalkıp yanıma geldi ve “bu sürekli senin eve gelen denyo mu” derken farkında olmadan bana çok yakın durmuş, o da benimle karşı kapıyı kesiyordu.

Ne yani Güney Deniz’i tanıyor muydu? Görüyor muydu?

“Hikayenin ne kadarını biliyorsun sen öyle.” diye şaşırmışça suratımı ekşiterek yüzüne baktım.

“Bir şey bilmiyorum ama gidip konuşalım bakalım şu delikanlıyla.” diyerek kapıya yönelmişti.

“Güney dur lütfen! Kendim halledebilirim. Olay çıkarmaya gerek yok, olan her şey geçmişte kaldı.” diye onu durdurdum. Kapıyı hınçla açıp yolun karşısına doğru sinirle koşturdum.

“Deniz senin burada ne işin var!” diye tüm hıncımla çemkirdim. Kapımın ziline dokunması gereken son kişi olduğunu biliyor olmalıydı. Daha fazla canımı yakmak için mi buradaydı? Hayat neden bu kadar adaletsizdi ki!

“Miray ben sensiz yapamıyorum.” diye ağlamaklı sümük gibi bir cümle duydum. Ne?

Tam cevap vermeye kendimi hazırlamış bir yandan sinirlendiğimde yaptığım gibi saçlarımı tepede topluyordum ki yavaş adımlarla gelen Güney’i arkamda hissettim.

Sen kimsin, ne yapıyorsun burada falan gibi bir şeylerle beni destekleyeceğini ve Deniz’i göndermemde bana yardımcı olacağını düşünürken Deniz’i omuzlarından şöyle bir güzelce tutup gerinerek güzel bir kafa atmıştı.

Loading...
0%