@korelimmoments
|
İlerleyen günlerde gözlerimin altındaki morlukları kapatmaya hiçbir kapatıcı yetmiyordu. Her sabah uyanıp kahverengi saçlarımı iri maşayla şekillendiriyordum ve yarı spor yarı klasik bir şeylerin içine girip kulaklıklarımı takıp ofise gidiyordum. Sonbahar geliyordu artık ve ister istemez havanın değişimi ve ruh halim makyajıma yansımaya başlıyordu. Dış görünüşüm hep ruh halimden etkilenirdi ve ben bunu çok olağan bulurdum. Artık sonbaharın renklerinde bakır ve kahveydim, bir yandan melankolinin renklerinde gri ve siyahtım. Tabi ki her şey dış görünüşten ibaret değildi. Bana tahsis edilen ofisime yavaştan yerleşmeye başlamıştım. Dekore ettirmeye gerek yoktu. Her yerde okuyacak çeşitli sözleşmeler, renkli renkli kalemler ve kağıt bardaklarda içilip yarım bırakılmış kahveler vardı. Dekorasyon şu an son önceliğimdi. Kafamda planımı şöyle yapmıştım. İşlerin nasıl yürüdüğünü anlayana kadar iyice ders çalışır gibi çalışacaktım. Güney’e soracağım şeyleri gün sonunda ya da hafta sonunda biriktirerek mail atacaktım. Aldığım cevaplardan öğrenebildiğim kadarını öğrenerek yavaş yavaş işlere dahil olacaktım. Tabi bu süre zarfında bir şeyler okumak kendimi odama kapatıp hayatla yüzleşmemek için bahane de oluyordu bunu inkar etmiyordum. Ama neticede olması gereken buydu. İşleri biraz olsun çözdükten sonra geçtiğimiz üç yılda neler olduğunun izlerini sürmeye başlayacaktım. Ancak sonradan bir şeyi fark etmiştim. Babam işleri bana devretmişti yani paranın yönetimi büyük oranda bendeydi. Artık kendi kararlarımı alabileceğim yani kendi adamımı tutabileceğim anlamına geliyordu bu. Benim durumda kadın tutmaktı pardon. Yasemin birkaç referans bağlantı sayesinde tanıştığım araştırmacı bir kişilikti. Yani benim dosyada ona dedektif diyebilirdik. Onunla bir buluşma ayarlayıp Onurcan meselesini ve 3 yıl önce yaşananları detaylıca anlattım ve bu süre zarfında ben İzmir’de değilken neler olduğuna dair bulabileceği tüm bilgileri bana kronolojik olarak getirmesi için onunla anlaştım. Aslında bu konuyu kendim didiklesem daha başarılı olacağıma emindim ama ne yazık ki vaktim yoktu. Çok fazla cephede savaşmaya başlamıştım. Güney’i günde maksimum bir ya da hadi bilemedin iki kere görüyordum. Her birinde çok yakışıklı oluyordu. Kendimi onu köşeden izleyen bir ezik gibi hissetsem de ben de dış görünüşüme oldukça özen gösterdiğim için altta kalır yanım yoktu. Stajyer patrondum işte, yakında tam patron olacaktım. Kendimi buna hazırlamak için elimden gelen herşeyi yapmak zorundaydım. Gonca’dan bana da bir asistan bulmasını istemiştim. Bekleyen adaylar listesinde pek çok isim olduğunu söyleyip bana bir asistan buldu. “İsmi Kaan Miray Hanım. Güney Bey özellikle onu seçmemizi tavsiye etti,” dedi. “Güney mi? Güney benim asistanıma neden karışsın ki Gonca? Bu kadar umursayacak ne var bunda?” diye gerçekten de şaşırarak sordum. “Güney Bey aynı zamanda güvenliğinizden sorumlu birinin olmasının daha iyi olacağını düşündü Miray Hanım,” diye ekledi duru bir sesle Gonca. İçimde hem Güney’in işime burnumu sokarqak beni küçümsemesine duyduğum öfke hem de beni hala düşünmesinin bende yarattığı umut filizleniyordu. Küçücük şeylerden bile çok fazla duygu hissetmeye başlıyor olmak beni korkutuyordu. “Güney Bey’in bu kadar düşünceli olduğunu bilmiyordum. Senin fikrini sormak istiyorum. Çocuk güvenebileceğim birisi mi?” diye gözlerinin içine baktım Gonca’nın. “Ön görüşme çok iyi geçti Miray Hanım bence pişman olmayacaksınız,” diye cevap verdi. Böylelikle Kaan asistanım ve biraz da korumam olarak görevine başlamıştı. Neredeyse birlikte yaşıyor gibiydik ama pek de iletişim kuruyor sayılmazdık. O da benim gibi yeni mezun, oldukça yapılı, güvenilir bir suratı olan biriydi. Zihni hem beni kağıt işlerinde ve günlük takvimimde asiste edecek gibi düzenli çalışıyor hem de sürekli güvenlik kontrolleri yapabiliyordu. Kaan’a bir hafta gibi kısa bir sürede alışmıştım. Ancak neden hala korunmaya ihtiyacım olduğunu bilmeliydim. Yasemin’den araştırmalarını hızlandırmasını istedim. Belki Güney’inki eskiden kalma bir alışkanlıktı. Belki de sadece temkinli oluyordu. Belki de bu işin raconu buydu. Konuşmadığımız için bilemiyordum. O günkü mailimi yazmaya koyuldum: “Güney merhaba. Umarım bugünkü sorularımı yanıtlayacak vaktin vardır. Aksan Makina ile imzalanan sözleşmenin 13. maddesinde şirketin bize ödeme yapma koşullarının ucu çok açık bırakılmış. Bunun sebeplerini öğrenebilir miyim? Aynı zamanda kişisel asistanım olarak neden Kaan’ın seçilmesini önerdiğini merak ediyorum. Hala güvende olmamızı gerektirecek bir durum mu var? Bu konuyu konuşabilir miyiz? Teşekkürler, M.” Yarım saat ekrandan gözümü ayırmadan cevap beklediğim halde gelmemişti. Demek ki ekrana enerji yollamak işe yaramıyordu. Tuvalete gitme bahanesiyle koridora çıkıp Güney’in odasının önünden geçtim. Kapısı camdan olduğu için arada bir onu ayakta volta atarken görüyordum. Ancak bu sefer ofisinde duran ikili koltuğa yaslanmış eliyle alnını ovuştururken gözüme çarpmıştı. Uzaktan da olsa iyi görünmediğini seçebiliyordum. Gözlerim müdahale etmesi için Goncayı aradı. Ancak Gonca’nın odasına girdiğimde yemeğe çıktığını anlamam uzun sürmedi çünkü masasına aynen böyle yazan bir not bırakmıştı. Tekrar sinsice Güney’in odasını uzaktan kesebileceğim yere döndüm. Güney sendeliyordu. Hiç düşünmeden odasına daldım. “Güney! İyi misin?” diye haykırdım. Fazla tepki verdiğimi düşünmüyordum çünkü içeri girdiğimde bayılmak üzereydi. Daha iyi olup olmadığına yanıt vermeden eliyle benden uzak dur hareketi yaparak beni yanına yaklaşamadan durdurmuş oldu. “Odama bu şekilde dalman uygun değil Miray,” dedi. “Sen ne saçmalıyorsun kendi sesini duymuyor musun şu anda. İyi değilsin Güney!” diyerek tüm ret mekanizmasına rağmen inatçı adımlarla yanına gittim. Hala beni kendisinden uzaklaştırmaya çalışıyor ama bir yandan gözlerini yine de açamıyordu. “Miray, ben iyiyim sadece migrenim tuttu lütfen tepemde ciyaklamayı keser misin,” dedi hala alnını ovuşturmaya çalışırken. Söylediklerine kulak asmayarak onu kolundan tutup yavaşça koltuğa oturtmaya çalıştım. Oda çok ışıklıydı. Migreni olmayanın bile başını ağrıtabilirdi. Bilgisayarı kapattım ve aynı zamanda pencereleri kararttım. Tam sessizlik ve tam karanlık sağlandıktan sonra gidip çekmecelerinden ağrı kesici bulma umuduyla masasını karıştırmaya başladım. Çok sessiz olmama ve Güney’in gözleri kapalı olmasına rağmen yine azarı işitmiştim. “Masamı karıştırmayı kes! Odamdan derhal çık Miray. Bunu son kez söylüyorum!” diye haykırdı. Bağırmak için doğru bir zaman değildi. Eğer migreni tutmamış olsa bana bağırmasına kesinlikle bağırışla cevap verirdim. Onun yerine fısıldayan ses tonumla ona yanıt verdim: “Bana bak Güney, eğer bir daha bana sesini yükseltirsen bu ayağımdaki topuğu görüyor musun, onu kafana yiyeceksin. Gonca burada olmadığı için sana ben yardımcı olmak zorundayım. Unutma ki ben burada senin eş pozisyonundayım ve bana saygı duymak zorundasın. Şimdi bu psikolojik şiddetine bir son ver ve ağrı kesicinin nerede olduğunu söyle yoksa tüm kişisel eşyalarını karıştırırım.” dedim. Uzun zamandır yaptığımız en uzun sohbet böylelikle bu olmuştu. Ben bile kendime inanamıyordum. Aynı şekilde gözü kapalı, kafası hala yere dönük olan Güney’in hafif gülümsediğini gördüğüme de inanamıyordum. |
0% |