Yeni Üyelik
30.
Bölüm

30. Bölüm

@korelimmoments

3 yıl…

3 koca yıl…

İyi olsunlar, huzurlu olsunlar diye arkamda bıraktığım, sevdiğim herkes…

3 koca yıl boyunca benden her saniye nefret eden sevdiklerim.

Şimdi her şey açığa çıkmıştı işte. Olacak iş değildi ya, ama olmuştu. Başından aşağı kaynar sular inmesini kısmen yaşıyordum. Sanki beynim yanıyor, bu yeni bilgiyi kabul etmek istemiyor gibiydi.

“Siz değildiniz yani bunların sorumlusu…” dedi Yasemin. Evet, o da diğer herkes gibi benden şüphelenmişti ama verdiğim tepkiyi görünce kuşkusuz bir aydınlanma yaşamıştı. Dedektifti neticede. Kendi gözlemlerine güvendiği belliydi.

“Yasemin, ben Kanada’ya atım attığımdan beri kimseyle görüşmedim ki,” derken sesim ağlamaklıydı.

Elini omzuma koymak için şefkatle yanıma yaklaştı Yasemin. Elinin sıcacık dokunuşunun ardından ellerimle yüzümü kapatıp kafamı dizime gömerek hüngür hüngür ağlamaya başladım.

Eğer burada herkes benden nefret ediyorsa dönmenin ne anlamı vardı ki. Ben Türkiye sınırları içinde bir ölüydüm zaten. Hayatım yoktu, sevdiklerim yoktu, anılarım elimden alınmıştı. Kanada’da ise en azından küçük ama huzurlu bir hayatım vardı. Ah baba! Ne vardı şimdi emekli olacak!

Ağlamamı susturamadığımı gören Yasemin bana içecek ve yiyecek bir şeyler getirmek için hızlı hızlı mutfağa gidip geliyordu. Her turda elinde yeni bir ürünle geliyordu. Suyu içmiştim, kahveden bir yudum alabilmiştim ama hala haykırarak ağlamaya devam ediyordum ve öyle ki aramda sadece iş ilişkisi olan ve bana tamamen yabancı olan bu kadın korkmaya başlıyordu.

“Korkmana gerek yok Yasemin, birazdan sakinleşirim,” diyebildim baştan sona çatallaşan bir sesle.

Bir şey söylememi beklemiş olacak ki başını biraz yana eğip sakinlemiş bir şekilde bana kafa salladı.

“Arayabileceğim kimse var mı Miray Hanım,” diye sordu çekine çekine.

Bu sorunun ardından kısa bir süre duraksadım.

“Allah aşkına Yasemin, az önce olanları anlatan sen değil miydin? Hiç mi kendi ağzından çıkanları kulağın duymadı. Türkiye sınırları içinde anne babam dışında tüm tanıdıklarım benden nefret ediyor dedik ya hani!” diye isyan ederek haykırmaya devam ettim.

Yasemin cevap vermedi. Haklı olduğumu biliyordu.

“Daha fazla detay istiyorum, lütfen bana sansürlemeden her şeyi anlat. Bir kerede tüm yaralarımı deşeceğiz bugün. Asla ama asla sansürlemek yok tamam mı?” diye onu ikna etmeye çalıştım. Yasemin korkuyla başını sallayıp anlatmaya devam etti. Onurcan’ın başta Güney olmak üzere tüm çevremize yaptığı büyüklü küçüklü saldırıları ve işkenceleri dinlemeye devam ettim. Sinem mesela uzun bir süre Onurcan’ın peşine taktığı bir adam tarafından takip edilmişti. Bu şekilde kendisini sürekli tedirgin hissetmekten yorulmuş ve bir süre sonra evden bile çıkamaz olmuştu. Güney’in yanında, azıcık yakınında bile görünse bir kadın hemen hayatı kararıyordu. Bu yüzden Güney yıllardır ne arkadaş edinebilmişti ne de bir ilişkisi olmuştu.

“Peki,” dedim Yasemin’e. “Bu şeytan Onurcan şimdi ne yapıyor? Tüm bu yaşananlar bitti mi, azaldı mı, mola mı verdi? Nedir yani bu kısma istinaden bir fikrin var mı?”

“İşte onu kimse bilmiyor Miray Hanım. Bir süre önce Onurcan’dan ses çıkmamaya başlamış. Herkes de bunu fırsat bilerek kendi hayatına odaklanmaya başlamış. Belki Güney Bey sonunda bu sorunu çözecek bir şey bulmuş olabilir. Öğrendiğim kadarıyla yıllardır zaten yememiş içmemiş Onurcan Bey’i zapt edecek yollar üretmeye çalışmış sürekli,” dedi.

Türkiye’ye gelişim de bu döneme denk gelmişti demek ki. Zavallı Güney… Hem benden nefret edip hem Kanada’ya ayağıma kadar gelmek zorunda kalması çok üzücüydü. Şimdi tüm taşlar yerine oturmuştu. Güney’in yerinde olsam ben de kendimden nefret ederdim. Keza bir yanım zaten kendimden soğumuştu bile.

Bu sabah yanağıma kondurduğu öpücüğün büyüsüyle aylarca mutlu gezebileceğimi sanıyordum. Demek ki ben artık ağlamayayım diye çocuk kandırır gibi kandırmıştı beni… Onun için çok zor olmalıydı. Her şey onun için çok zor olmalıydı… Bundan sonra beni avutmak zorunda bırakamazdım onu. Yeterince çekmişti. Kaç yıl? 3 mü? 5 mi? Hatta belki 15 mi? Kaç yıldır hayatı zindan oluyordu Güney’in… Artık bu ıstıraptan kurtulmasına engel olmayacaktım. Ben Kanada’da 3 yıl boyunca cennet gibi bir hayat yaşamıştım. Şimdi sıkıntı çekme sırası bendeydi.

Telefonumun titremesiyle birlikte düştüğüm derin düşüncelerden ayrılmak zorunda kalmıştım. Arayan Güney’di.

Bu bile gözlerimin dolması için yetmişti. Onunla ilgili hayal kuramazdım artık, onunla alakalı umutlanamazdım. Bu adam periyodik olarak benden nefret ettirilmişti. Onun gözünde ben, kendi hayatıyla başla çıkamadığı gibi başkalarının kötü şeyler yaşamasını umursamayacak kadar bencil birisiydim. Bu nefret öyle iki üç cümle ‘ben yapmadım’ demeyle düzelecek bir nefret değildi. Eğer Güney’e bunun da Onurcan’ın oyununun bir parçası olduğunu söylersem kim bilir artık belki onu öldürmeye bile yeltenebilirdi.

“Güney Bey düzenli olarak psikolog desteği alarak öfkesini kontrol altında tutmaya çalışmış Miray Hanım,” demişti Yasemin.

Cesaretimi toplayıp telefonu kısa ve soğuk bir ‘evet’ ile açtım.

“İşe ne zaman gelmeyi düşünüyorsun,” dedi kısa ve net bir şekilde.

“Bugün işe gelebilecek durumda değilim,” dedim sesimin çatallanmasını önlemeye çalışarak. Kendimi gerçekten zorluyordum.

Telefonun ucunda kısa bir sessizlik oldu. Yeni tanıdığım Güney bir laf sokma makinesiydi, o yüzden duraksamak pek onluk bir harekete benzemiyordu.

“Yine ne oldu,” dedi. Merak ettiği sesinden gerçekten de anlaşılıyordu.

“Bir şey yok, kendimi yeterince iyi hissetmiyorum. Bir gün gelmesem Dünya yanmaz heralde değil mi,” dedim umursamaz olmaya çalışarak.

“Ama bu sabah..” derken onun lafını böldüm. “Bu sabah diye bir şey yok. Benim moralim bozuktu geçti gitti işte olur öyle bana hep,” diye hızlıca saçmaladım. Bu sabah aramızda yaşanan yakınlaşmanın bir an önce tarih olması gerekiyordu. Canım çok acıyordu ama Güney’i artık daha fazla zorlayamazdım. Kendimi öylesine sıkıyordum ki tırnaklarım avuç içlerimi yaralamaya başlamak üzereydi.

Güney bana karşı yumuşarsa, Onurcan ile hiçbir alakam olmadığını ve tamamen iftiraya uğradığımı öğrenirse artık sinirlerine hakim olamayabilirdi. Artık zıvanadan çıkabilirdi. Ya da Onurcan hangi delikte huzur içinde saklanıyorsa oradan çıkabilir ve olayları tekrar başlatabilirdi. Yaşanan her şeyde suçum olmasının düşünülmesine katlanmak zor olacaktı ama işlerin şu anki gibi ilerlemesinin tek yolu buydu.

“Evde kal,” dedi Güney kararlı bir şekilde. “Yanına geliyorum,” ve telefonu kapattı.

—-----------------------------------------

Yaklaşık 30 dakika sonra Yasemin evimden ayrılmış, Güney evime ulaşmıştı. Bu arada tabi ki üzerimi başımı ve kendimi biraz toparmaya vaktim olmuştu. Güney’in bana yeniden ısınmasına izin vermeyecektim. Eğer Güney ve ben yeniden yakınlaşırsak ya da aramız iyi olursa tüm kabus tekrar başlayacaktı. Buna izin vermeyecektim.

“Kafana her estiğinde evime gelemezsin,” diye karşıladım Güney’i. Soran gözlerle bana bakarken emin olmayan adımlarla eve girdi. Siyah deri ceketinin altına beyaz bir tişört giymişti ve çok ama çok yakışıklı görünüyordu. o dimdik duruşunu 500 metreden tanıyacak hale gelmiştim artık, ama kendisi tam dibimde, evimdeydi. Buna sevinmeyi çok istiyordum.

“Onurcan mı ulaştı sana,” dedi direk konuya girerek.

“Ne Onurcan’ı Güney ne saçmalıyorsun şimdi,” diye sordum. Çok saçma bir tahminde bulunmuştu.

Ben daha ne olduğunu anlamadan aniden kollarımdan tutup beni kendine çekti. Bu hareketi daha önce de yapmıştı ve yine bu şekilde canımı yakmıştı.

“Çabuk söyle bana Miray Onurcan’ın nerede olduğunu biliyor musun?” dedi.

“Güney, daha önce de kollarımı böyle sıktın gerçekten polis çağırırım bak bırak dedim!” diye kendimi ellerinden kurtardım. Yaptığından utanmış gibi ellerini yavaşça arkasında birleştirip gözlerini kapatarak derin nefesler almaya başladı.

Kısa bir süre sonra “sana bir şey oldu sandım,” dedi usulca.

“Bana bir şey olup olmaması senin sorunun zaten değil. Hem de gördüğün gibi turp gibiyim,” dedim. Biraz fazla ters çıkmıştı bu sefer sesim.

“Sana bir şey olup olmaması benim sorunum,” dedi yanıma iyice yaklaşarak.

“Bu kadar nefret ettiğin birinin iyilik halinden sorumlu olman için hiçbir sebep yok,” diye terslemeye devam ettim. Şu anda ona sarılması aslında o kadar istiyordum ki. Geniş kollarında kaybolarak geçmişime ve belki biraz da geleceğime ağlayabilseydim keşke.

“Nefret mi? Ne saçmalıyorsun Miray? Ne oldu sana bu sabahtan beri çabuk anlat bana,” diye üsteledi. Gözlerinde kısa bir süre hüzün görmüştüm. “Ne olur anlat,” derken sesi yavaşça kısılmıştı.

“Benden nefret etmen ikimiz için de daha sağlıklı,” derken arkamı döndüm. Ona ağlamaya başladığımı gösteremezdim. Gözlerimden resmen sessiz yaşlar boşalmaya başlamıştı. Arkamdan geldiğini duyar gibi olduğumda acı içinde gözlerimi kapattım. İçimden bir ses ondan kaçarak uzaklaşmamı, bir ses de kollarında uyuyakalmamı söylerken kafayı yemek üzereydim. Sinirden artık iyice titremeye başlamıştım.

Arkamdan önce kokusu geldi, sonra nefesi geldi, sonra elleri kollarımı sardı ve beni kendisine doğru çekti. Saçlarımın arasına dayadığı yüzünden mırıldanmalarını duyuyordum:

“Ben senden nefret etmek için kaç gece sabahlara kadar kendime yeminler ettim sen bilmiyorsun. İntikam yeminleri, nefret yeminleri, kendimi ikna etme çabaları… Hepsi yıllar sonra o yüzünü gördüğüm anda yıkıldı gitti. Neden sanki senden nefret edemiyorum diye kendimi ne kadar sorguladım sen biliyor musun? Bir insan daha ne kadar gurursuz olabilir diye ne kadar kendimden tiksindiğimi hiç düşünebiliyor musun?.”

Beni sıkı sıkı saran kollarına kendimi bırakmış ağlamaya devam ediyordum. Ona gerçeği mi anlatmalıydım yoksa her şeyi olduğu gibi mi bırakmalıydım artık bilmiyordum. Güçlü kollarından kurtulup arkama döndüm ve gözyaşlarımla ıslanmış dudaklarımla dudaklarına yapıştım. Ona deli gibi ihtiyacım vardı. Ne yapmam gerektiğine sonra karar verecektim.

Loading...
0%