@korelimmoments
|
Büyümenin zamanı gelmişti. İnsan her zaman gençliğinin baharında, kafası karışık ve hayaller peşinde dolaşabileceğini sansa da bir gün bir olay oluyor ve büyümek zorunda kalıyordu. Yetişkinlerin bize asla söylemediği o şey buydu sanırım. Bu sabah uyandığımda bunu ben de anlamıştım artık. Yan gelip yatma zamanı bitmişti, uyanma vaktiydi. Hayatımın iplerini eline alacak ve başkasının oyununda piyon olmaktan vazgeçecektim. Bu oyunu tersine çevirebilirsem her şey çok güzel olacaktı. O yüzden gerekirse uyumamaya bile hazırdım. Kendime çok sıkı bir plan yaptım. Bir haftadır işe gitmeden önce sabah saat 05:00’da kalkıyordum ve spor yapıyordum. İşin içinde Onurcan ve bu kadar drama varken her an dinç bir vücuda sahip olmam gerekebilirdi, hantallığa artık bir son verme zamanıydı. Saat 6’ya kadar sporumu bitirdikten sonra bir gün önce Yasemin’den gelen çalışmaları inceliyordum. Yasemin hayatımızdaki herkes dahil olmak üzere Onurcan’ı çembere almıştı ve bana daha somut bilgiler toplamaya çalışıyordu. Onurcan’ın hayatımızı etkilemeye başladığı 17-18 yaşlarımdan itibaren Güney’in ve benim yakınımızda olan herkese dair bilgiler vermiştim ona. Bu sayede araştırmasını derinleştirip günlük olarak benle paylaşıyordu. Tek sıkıntı bu raporlar çok uzun ve detaylı oluyordu ve notlar tutarak okumak gerekiyordu. O yüzden sabahları erken uyanarak odaklanmam gerekiyordu. Bu iş zor olacağa benziyordu. Bugünkü raporda Onurcan’ın sırf Güney’i yakından takip etmek için onun okuduğu bölümden dersler alabilmek adına rektör yardımcısına rüşvet verdiğinden tut da oturduğu evi tespit edemeyelim diye sürekli taşındığı yerlere kadar bulunuyordu. Raporlar sadece Onurcan hakkında değil Güney’in eskiden takıldığı kızlar hakkında da olabiliyordu ve bu kısımları okuması çok can yakıyordu. Duygularıma kapılmadan devam etmek zorundaydım. Objektif olmalıydım. Gün geçtikçe Onurcan’a ve ona yardım eden insanlara yaklaştığımı hissediyordum. Tek dileğim Yasemin’in izinin yakalanmamasıydı. Eğer onu ve yakınındakileri araştırdığımız açığa çıkarsa Onurcan yine oyun değiştirirdi ve her şeyi başa sarmamız gerekirdi. Raporu okumam bittikten sonra giyinip kuşanıp jilet gibi ofise gidiyordum. Moralimin düştüğünü asla kimseye çaktırmamam ve bu oyunumu sürdürmem gerekiyordu. Güney’den kaçıyormuş gibi değil ondan kendi isteğimle uzaklaşmış gibi davranmam gerekiyordu örneğin. Ona karşı buz gibi davranmam gerekiyordu. İşimle yüzde yüz ilgileniyormuşum ve odağımda kesinlikle başka bir iş yokmuş gibi davranmam gerekiyordu. Bir plan yapmıştım ve ona sadık kalıyordum. Bu sabah pastel tonlarda çiçekli bir elbisenin üzerine trençkot giymiştim. Uzun, kahverengi ve iri dalgalanmış saçlarımın trençkotumun sırtına düşen görüntüsünden ve çikolata rengi göz makyajımın sonbahara yakışan halinden memnun bir şekilde evden ayrılmıştım. Bir haftadır ofis binasına adım atar atmaz dimdik bir şekilde es vermeden yürüyor ve odama giriyordum. Bu sabah da aynısını yapmaya niyetliyken asansör kapısı kapanmak üzereyken bir el kapıyı durdurdu. İçeri giren Güney’di. “Günaydın,” dedi duygusuz bir ses tonuyla. Gözlerimi onun olduğu alandan tamamiyle uzak tutmak için kendimle savaş verirken “günaydın,” diyebildim. Ben de sesimi duygusuz tutmaya çalışıyordum. Bana bir şey sormasını istemiyordum. Elbette bir şeyler zırvalayabilirdim ama konuşmak için doğru zaman değildi. Asansöre yayılan kokusu tüm vücudumu titretirken ve kollarına dokunmamak her saniye daha da zorlaşırken bana ağzını açıp tek kelime soru sormasından korkuyordum. Benden nefret etmesi, Onurcan arayışında yalnız olmam ve kamufle olmam için en iyisiydi. Güney bunların hiçbirinden haberdar olmazsa artık zarar görmez ve hayatına devam ederdi. Ama asansör henüz ofisimizin katına gelemeden tekrar benimle konuşmaya başladı. “Bir hafta oldu Miray, kafanı karıştıran şey her neyse artık çözüme ulaştırmışsındır diye düşünüyorum. Ya da öyle düşünmek istiyorum,” dedi. Yüzü asansör kapısına dönüktü ve kasıtlı olarak bana bakmıyor gibiydi. “Kafayı karıştıran bir şey yok Güney, yaptığım şey hataydı. Yanından aniden uzaklaşarak bunu net bir şekilde belli ettiğimi düşündüğümden daha fazla açıklama yapma ihtiyacı duymadım,” dedim. Aniden kolumdan tutup beni asansörün duvarına yaslayarak burnumun dibine kadar girdi. Kalp atışlarım neredeyse korkudan iki katına çıkmıştı. Bana zarar vermeyeceğini adım gibi biliyor olsam bile Güney’in bazen korkutucu olduğunu kabul etmeliydim. “Noluyor Güney,” dedim nefes nefese. “Sen beni delirtmeye mi çalışıyorsun Miray. B-ben,” derken asansör ofisimizin bulunduğu kata geldi ve Güney hızlı bir şekilde üzerimden kendisini geri çekti. “Canını acıttıysam özür dilerim,” derken takım elbisesinin ceketini düzelterek hışımla kendi ofisinden içeri girip beni ofis holünde yapayalnız bıraktı. Derin bir nefes alarak sakinleşmeye çalıştım. Buz gibi olmalıydım. Kalbimden başka hiç bir yer ağrımıyordu. Aynı adanmışlıkla ben de ofisimden içeri girdim ve sekiz saat boyunca başımı kaldırmadan çalışmaya kendimi adadım. Artık işimde çok daha iyiydim. Kendimi adamak işime de yaramıştı. Ne yaptığımızı, nasıl yaptığımızı kısa sürede kavramış ve sorumlulukların bir kısmını üzerime almıştım. Son bir haftada gözle görülür bir adanmışlık gösterdiğimden yoğunluğum da artmıştı. Bunu hem kafamı dağıtmak hem de kendimi işime ve hayatıma adama rolüme uymak için yapıyordum. Ve eğer Güney’in sorumluluklarını biraz olsun azaltabilirsem kendimle daha fazla gurur duyacaktım. Çoğu zaman öğle yemeklerini ofisimde yer olmuştum. Gün içinde yoğunlukla telefonla görüşüyordum. Bir iki kez toplantı ve yerinde iş ziyareti için dışarı çıkmam gerekmişti ve Kaan’la hızlıca dışarı çıkıp gelmiştik. Onun dışında ofis masam, sandalyem ve ben ayrılmaz bir bütün olmuştuk. Güney’le iş içinde birbirimize iletmemiz gereken mesajlar Gonca ve Kaan üzerinden ilerliyordu. Bu yüzden ikisi de gün içinde sıklıkla odama girip çıkıyorlardı. Gonca ve Kaan çok iyi anlaşıyor gibilerdi ve bu işleri daha da kolaylaştırıyordu. Öğleden sonra 4 sularında Gonca çekingen bir şekilde odama girdi. Kaygılı bir surat ifadesi vardı, bana bir şey söyleyecekmiş ama söylemekten çekiniyormuş gibiydi. “Ne oldu Gonca, ne kadar hızlı dökülürsen o kadar kolay olur,” dedim odaklanmış bir suratla. “Imm şey Miray Hanım,” dedi ve es vermeye devam etti. “Gonca gerçekten çok fazla vaktim yok,” dedim sabırsızca. Gonca’yı çok seviyordum ve onu kırmak en son isteyeceğim şeydi ama bir iş sözleşmesinin tam ortasındaydım. “Bu akşam bir ödül töreni var da,” “Ay ne ödül töreni ya,” “İşte yılın iş insanı ödülü gibi bir şey verilecek. Güney Bey’in babası adına ödülü Güney Bey teslim alacak,” dedi. Hala bir karın ağrısı vardı. “Eee ne güzel işte Gonca,” dedim yüzüm ışıldayarak. “Bu kadar güzel bir haber böyle ıkına sıkıla mı verilir,” dedim. “Babanız ve Güney Bey’in babası başkalarıyla adınız dedikoduya karışmasın diye ortak olarak birlikte katılmanızı istedi,” diye dökülüverdi birden. Hiç beklemediğim anda gelip planlarımı bozan bu bilgi karşısında şoka girdiğimden sessiz kalmıştım. Ağzım açık bir şekilde Gonca’ya bakarken elimdeki kalemi masaya düşürdüm. “Kavalye gibi mi yani,” diyebildim en sonunda. “Hah evet öyle tam olarak kavalye gibi yani,” dedi Gonca. “Iııı Güney ne düşünüyor bu konu hakkında?” dedim. Bir sonraki adımı merak etmemek imkansız gibiydi. “Güney Bey bir an önce cevap vermezseniz zaten başkasıyla katılacağını söyledi,” dedi. Hemen karar vermem gerekiyordu. Güney ile toplum içinde yanyana olmak isteyip istemediğimi bilmiyordum. Düşünme aşamasına girdiğimi fark eden Gonca hafifçe öksürerek dikkatimi kendisine çekti. “Miray Hanım babanız sizin katılımınız konusunda çok ama çok netti, biliyorsunuz ki kendisi çok kısıtlı net talimat verir bize,” derken el pençe divan çaresiz duruyordu. “Haklısın,” diyebildim. Babam eğer net bir şekilde bir şeyi buyurduysa arkasında bizim bilmediğimiz bir sebep olurdu. O yüzden böyle arada bir gelen taleplerini asla geri çevirip onu kırmazdık. “Tamam, sen Güney’e söyle mekanda onla buluşuruz. Bana da yer, saat ve kostüm gerekliliklerini hızlıca yollarsın,” dedim. Akşam Güney’le cemiyete gösteriş yapmamız gerekeceğinden hazırlanmak için hızlıca ofisten çıktım ve Kaan’a hemen kıyafet alışverişi için rota paylaştım. Hızlı olmamız gerekiyordu. Biz yoldayken telefonum gelen bir mesajın sesiyle titredi ve ekranda Güney’in ismi ve resmi göründü. Telefonu açıp mesajı gördüğümde kalbimde kelebeklerin uçmasını engelleyemedim. “Akşam benimle geliyor olman tahmin ettiğim anlama mı geliyor? Kararını verdin mi yoksa?” |
0% |