@korelimmoments
|
Takım elbisesinin üzerine tam oturan ceketini çıkarıp kesimi ile vücudunun tüm hatlarını olduğundan daha güzel göstermeyi başarabilen bembeyaz gömleğinin kollarını katladığını görüyordum. Gümüş rengi saati, ne aşırı büyük ne aşırı küçük. Parlıyor desem değil, gösterişsiz desem değil. Bir kol saati bile zevkle düşünülmüş ve özenle seçilmiş. Üzerindeki her parça, bedeninin her uzvu gibi bir ahend içinde. Bunların hepsinin uyum içinde olması fizikle açıklanabilecek bir durum değil sadece. İşin içinde kimya da olmalı. Aura dedikleri şey budur belki de. Ruh, karizma, enerji dedikleri şey her ne ise. Saniyenin onda biri kadar süre içinde beynimden geçen Güney görüntüleri. Hepsinde birbirinden daha etkileyici. Hepsinde bana karşı mesafeli, kızgın, ama aynı zamanda korumacı… Hayallerimin hepsinde bir eli belimdeyken bir ayağı da kapının dışında. Hayal gördüğümü biliyorum. Tüm bunların zihnimin bir oyunu olduğunu biliyorum ama kendimi ona dalmaktan alıkoyamıyorum. Yaşadığım durumun ne kadar tehlikeli olduğu gerçeğiyle ilgilenmektense hayallere dalmak zihnime daha kolay geliyor. Daha güvenli. Hayatta kalma içgüdüsü ile beynim uzaklara gidiyor. Ama aynı zamanda vücudumda yavaş yavaş yükselen adrenalin beni olduğum ortama çağırmaya çalışıyor. Yavaş yavaş uyanıyorum. En son hatırladığım şey… Beste ile Onurcan’ın işbirliği yaptığını sonunda anlayabilmem. Bu kadar burnumuzun ucunda olan bir şeyi biz bunca zamandır nasıl göremedik ki. Yaşanan tüm olumsuzlukların içinde tereyağından kıl çeker gibi sıyrılan ve Onurcan’dan nasibini almayan tek bir kişi vardı o da Beste. Aramızdan onunla işbirliği yapıp herkesin tüm özelini genelini ifşa edenin o olduğunu anlamak neden bu kadar imkansız olmuştu hepimiz için? Sebebi belliydi. Bizler kötü insanlar değildik… Anlayamıyorduk örneğin Beste kadar kalbi kararmış, Onurcan gibi gözü dönmüş bir insanı. Tamamiyle anlayamıyorduk. Kötülerle iyilerin savaşı işte bu yüzden hiç bir zaman adil bir savaş olmuyordu. Kötü olmadan ben de anlayamayacaktım o da belli olmuştu. Beste’nin beni mekandan çıkarmasına izin vermiştim. Hiç konuşmamıştık karşılaşmamızın ardından. Her şeyi gözlerinden anlamıştım. Onurcan’la işbirliği yapıyordu. Benden nefret ediyordu. Güney’e hala kafayı takmış haldeydi. Yanıma gelmişti çünkü Onurcan kendisini gösteremiyordu ve onun adına yanıma gelmişti. Bana gözleriyle hadi diyordu. Dedektifin Onurcan’ı arıyordu, aradığını buldun. Gel seni belanın kaynağına götürmeye geldim diyordu. Aslanın ağzına düşmüş bir kuzu gibi çaresizce onunla birlikte yürüdüm o yolu. Herkes salonun içinde olduğu için ve ben de tuvalette sanıldığım için arkamdan gelen olmamıştı. Ne kusursuz bir plan. Kaan da yoktu ya o gece yakınımda… Demek ki beni, hatta bizi uzun zamandır takip ediyorlardı. Hala Beste ile konuşmuyordum. Yavaş yavaş, hiç bir sorun yokmuş da iki arkadaş kahve içmeye gidiyormuşuz gibi uzaklaştık ve bir arabaya bindik. Araba vetoydu, simsiyah bir veto. Çok güzel diye geçirdim içimden. İçi de görünmeyecek şimdi. Ve kuzu gibi arabanın arka tarafına geçtim. Onurcan’ı karşımda gördüm. Beste’nin ise şoför koltuğuna geçişini dinledim. Onurcan elindeki bezi ağzıma götürdü ve ben ne yaptığının bilincinde olarak onunla son defa göz teması kurmama rağmen direnmedim. Gittiğimiz yolu görmemi istemeyeceklerdi tabi ki. Beni bayıltıp telefonumu elimden alacaklardı tabi ki. Direnmenin hiç mi hiç alemi yoktu. Kendimi eterin çaresiz kokusuna teslim etmiştim. —---------------- “Uyanma vakti Miray Hanım,” dedi rahatsız edici bir ses tonuyla Onurcan. Hoşuma gitmeyecek kadar yakınımda olduğunu hissediyor ve gözlerimi açmaktan çekiniyordum. “Ne yaptığını biliyor gibi davranıyor ama aptalın teki ya, kıyamayacağım ona,” diye miyavladı yapmacık bir sesle Beste. Belli ki beni tahrik ederek ayıltmaya çalışıyordu. Bir elimle yerden kendimi desteklerken diğer elimle şakağımı ovuşturarak doğrulmaya çalıştım. “Ah canım benim başını mı ağrıttık yoksa,” diye burnundan konuşmaya devam etti Beste. Benim için sinek vızırtısından farksızdı ve bunu bilmek onu daha çok rahatsız ediyordu. O yüzden ona cevap vermemeye kararlıydım. Ona hiç bir şey sormayışım, ondan zerre kadar etkilenmeyişim onu çok rahatsız etmişti ilk yeniden karşılaşmamızdan beri. Benden kendisine yönelik net bir tepki bekliyordu ama ona bunu vermeyecektim. Hepimize en büyük ihaneti yapmıştı ve Güney’e olan takıntısı bunca kötülük için yeterli bir sebep değildi. “Uzatmayalım Beste, bize Miray’la başbaşa zaman tanı,” dedi ellerini ovuşturarak Onurcan. Ondan korkmuyordum. İşin aslı, onunla yıllardır karşılaşmak ve hatta konuşmak istiyordum. Onurcan’ın derdini derinlemesine dinleyen kimse olduğunu sanmıyordum ve eğer gerçekten hastaysa bunun boyutlarını anlayabilmek için onunla iletişim kurmam lazımdı. Tamamen ayılıp gözlerim netleşmeye başlayınca gözlerinin içine baktım. Utanç duygusu içinde bakışlarını benden kaçırmasını beklerken delici bakışlarını yüzüme sabitledi. Beni korkutmaya çalışıyordu. Surat ifadesi bir psikopattan farksızdı. İlk konuşan ben olmayacaktım. “Beni aradığını duydum ve seni ayağıma getirmek istedim, kırıcı muamelemizden ötürü özür dileriz açıkçası başka çaremiz yoktu,” dedi histerik tavırlarla. “Yöntemin bir önemi yok Onurcan, yıllar içinde pek çok yanlış yöntemini gördük malum… Şimdi bunu sorgulama zamanı olduğunu sanmıyorum,” dedim umursamaz görünmeye çalışarak. Ölümün kıyısında da olsam kuyruğumu dik tutacaktım. Onurcan’a asla boyun eğmeyecektim. “Beni nereden arıyorsun,” diye direk konuya girdi. Zaman kaybetmeyecek olmamdan memnundum. “Hayatımızı neden mahvettin,” dedim kırgın bir ses tonuyla. Henüz kızgın yüzümü gösterme zamanı değildi. Önce onun duygularını anlamam gerekiyordu. “Çünkü Güney, benim olan her şeyi aldı. Ben de onun olan her şeyi aldım,” dedi omuz silkerek. “Biraz abarttığını düşünmüyor musun? Benima rkadaşlarım Güney’in değildi örneğin. Onların hayatını neden mahvettin?” dedim. “Çünkü senin kaçmana yardımcı oldular,” dedi. “Kontrol edemediğin her şeyden bu kadar nefret etmene inanamıyorum gerçekten,” dedim gözlerinin tam içine bakarak. Neyin kabadayılığının peşinde olduğumu ben de kestiremiyordum ama Onurcan’a tepkisiz kalmak gerçekten çok zordu. İsyan etmek, çığlık atmak, camları kırmak istiyordum ama tek yapabildiğim aptal sorular sormaktı. “Sen benimdin Miray, seni elimden alan her şeyi yolumdan çektim. Ve işte şimdi benlesin. Kazanan kimmiş?” dedi ellerini iki yana açarak. “Neden senin olduğumu anlamıyorum,” dedim. “Bence sen bana değil Güney’e kafayı takmışsın. Biz üçümüz çocukluk arkadaşı değil miyiz?” dedim. “Seni ilk ben görmüştüm,” dedi. “Ne saçmalıyorsun Onurcan? Biz tanıştığımızda hepimiz daha çocuktuk,” dedim. “Olsun, seni ilk ben görmüştüm. Aslında konu bu kadar basitti. Güney’in mükemmel bir ailesi, zengin bir çevresi, dadıları vardı. Herkes etrafında pervane oluyordu. Bizimse hayatımız yıkılmaya başlıyordu. Babam iflas ediyordu ve sanki benim elimden giden her şey Güney’in oluyordu. Son olarak sen… Seni ilk ben gördüm ve seninle arkadaş olmak için etrafında pervane olan küçücük bir çocuktum. Senin ilgini bile benden alması dakikalar sürdü,” dedi. “Ben çocuktum, sen çocuktun, o da çocuktu. Hepimiz miniciktik. Sence bu düşündüklerin ne kadar sağlıklı Onurcan,” dedim. Biraz mantık bekleyen gözlerle yüzüne bakıyordum. Adeta bakışlarımla yalvarıyordum. “Hayat adil değil Miray, senin baktığın pencereden gördüğün toz pembe hayat yok,” dedi. Onu dinlemek ve anlamak için kendimi tüm sınırlarıma kadar zorluyordum. “Yıllar içinde yavaş yavaş her şeyin ellerimizden kayışını izledim. Ama Güney’in hayatı bir filmin başrolüymüş gibi hep daha iyiye gidiyordu. Hayatın adaleti yoktu. Ben de kendi adaletimi sağlamaya karar verdim,” dedi. “Senin hayatını mahveden kişi Güney değildi ama bunun farkındasın değil mi?” dedim. “Yapma ya, kimdi peki?” diye tersledi beni. “Bendim,” diye cevap verdim. “Senin hayatını mahveden bendim! Ben olmasaydım bunların hiçbirisi böyle olmayacaktı. O yüzden bu sorunu benle çözmen için seni arıyordum.” Sesim tok ve pürüzsüz çıkmıştı ve dürüstlüğümün duru hali her şeyimden okunuyordu. Onurcan şok olmuş bir şekilde yüzüme bakıyordu. |
0% |