Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6. Bölüm

@korelimmoments

Güney’le aynı evin içinde yaşamaya çalışma gerginliğimiz devam ediyordu. Son yaşanan olayın üzerine çok gitmemeye karar vermiştim. Muhtemelen arkadaş çevresi bir kızla yaşadığını görmesin istiyordu ki bu gayet anlaşılır bir durumdu. Bana davranışından sonra içime kapandım ve umursamamaya çalıştım.

Olayın üzerinden 3 gün geçmişti. Sabah uyanıp mis kokulu kahve aynı saatte salonu ve mutfağı doldurmaya devam etmişti. Uydurmasyon kahvaltılarla mideyi yatıştırma, ardından Güney’in bodrum katında mutlaka bir saat spor yapması, Netflix, eğer varsa online derslere girme ve telefon ekranına bakarak uyuya kalma şeklinde devam etmişti. Hayatımda kendimi hiç bu kadar verimsiz hissetmemiştim. Kafayı dinlemek, Güney’e kurulmak, o spor yapıyor diye kıskanmak ve homurdanarak yatmak dışında hiç bir şey yapmıyordum.

Bunun yanı sıra arkadaşlarım sosyal medyada sürekli pozitif paylaşımlar yaparak bana kendimi eksik hissettirmeye devam ediyorlardı. Kimisi yoga kimisi pilates yapıyordu. Matcha çayı yudumlayanlar avokado tost yapanlarla yarışa giriyordu. Cilt bakımı makyaj videolarını takip ediyordu. Evde kalmak herkesin tüm çakralarını açmışken beni bunalıma sokmuş gibi görünüyordu. Üstelik en azından yalnız kalıp panik atak geçirmeyeyim diye Güney’le aynı evde kalmak istemişken didişip durmuştuk ve evde yalnız olacağım halimden daha çok moralim bozuktu.

Odama çıkıp bir şeyler yazmaya karar verdim. Biraz içimi dökmem gerekiyordu. Masamın başına geçtiğimde kalemimden neler döküleceğinden habersizdim ama beş dakika içinde Deniz’e olan nefretimi yazmaya başlamıştım bile. Olanları aştığımı düşünüyordum ama ne zaman kendimle başbaşa kalsam aynı nefretle yeniden yüzleşiyordum işte. Duygularımı yok sayıp hasta olacağıma kalemimin beni rahatlatmasına izin vermiştim. Bir kaç sayfa sonra işte konu Güney’e gelmişti.

“Güney’i gerçekten anlayamıyorum def. Bu centilmen ve nazik görüntüsünün altında klasik bir erkek olması çok canımı sıkıyor. Keşke yeniden irtibata girmeseydik. Hem kendimi ona rezil ettim, yani Deniz’in beni rezil etmesine izin verdim, hem de onun o eril gıcıklığına tamam demek zorunda kaldım. Ama on beş gün evde yalnız kalmak için de çok uzun bir süreydi. Ne yapabilirdim ki! Bazen mutfağa gidiyorum ve aramızdaki fiziksel mesafe yanlışlıkla azalmış oluyor çünkü o da orada oluyor. Ona kırgın olduğumun farkında olduğu için çok konuşmuyor ama onun yanında kendimi çok savunmasız küçük bir kız gibi hissediyorum. Yıllardır tanıdığım bir insanın yanında şimdi bambaşka hissetmek farklı bir duygu. Sanki yeniden tanışmış gibiyiz. Ayrıca spordan sonra çok yakışıklı olması da sinirimi bozuyor. Hayatım boyunca bir daha böylesine kaba ve eril biriyle birlikte olmayacağıma emin olmasam belki ondan hoşlanabilirdim bile. Ama o kendini çok beğenmiş, çok da kibirli. Onun adına adeta ben utanıyorum. Sanki beni görmemeye ve olduğum yöne bakmamaya çalışıyor. Bu şekilde kendimi çok değersiz hissediyorum def. Erkekler neden böyle olmak zorunda. İyi anlaşsak, birlikte playstation oynasak, mutfakta birlikte yemekler yapıp birlikte yesek ve sonra birlikte film izlesek zaman daha kaliteli geçmez miydi? Ama o hep kendi dünyasında. Sanki kendi evimde olacağımdan daha yalnızmış gibi hissediyorum.”

Bir süre sonra def diye hitap ettiğim sarı kaplı defterime yazmak ellerimi acıtmaya başladığı için burada bir mola vermeye karar verdim. Asla bilgisayara yazmazdım çünkü aynı hissi vermiyordu. Defterime yazarken harflerin elimden çıkışı duygularımı yansıtıyormuş gibi hissediyordum. Böylece bir gün yazdıklarımı yeniden okumak istersem ne hissettiğimi daha iyi hatırlayabilirdim. Bazen defterime bir kahve dökülürdü ya da tükenmez kalemin mürekkebi taşardı. Bu da o deftere bir yaşanmışlık katardı. Ama bilgisayar ekranında her şey mükemmel görünürken böyle bir doğallığı yaşamak imkansızdı. O yüzden de hoşuma gitmiyordu.

Tam odamda bir aşağı bir yukarı yürüyüp belimi ve bacaklarımı açmaya çalışıyorken (benim de maksimum sporum bu kadardı) Güney’in odamın kapısını tıklatmasıyla irkildim.

“Güney, girebilirsin.” diye seslendikten sonra kafasını meraklı kediler gibi içeri uzatmıştı.

“Gelebilir miyim Miray?” dedi.

“Gel tabii ki.” dememin ardından tüm heybetiyle odama girdi, kendi evinde olmasına rağmen odama utana sıkıla girmesi ve utangaç vücut dili bana çok tatlı gelmişti.

“Biraz sıkıldım, birlikte bir şeyler yapalım mı?” diye sordu.

“Ne gibi bir şeylerden bahsediyorsun?”

Bilmem, eğer istersen birlikte yemek hazırlayabiliriz ve akşam yanına şarap açarız, ya da belki birlikte kokteyl falan hazırlamayı deneyebiliriz, en azından zaman çabuk geçer.” derken oldukça umursamaz görünüyordu. Ben değil başkası da olsa bunları teklif edeceğini anlamak bana kendimi sıradan biri gibi hissettirmişti. İtiraf edelim şimdi kimse kendisini bu kadar sıradan hissetmek istemezdi. Bu çocuk bana bu tarifeyi sürekli uyguluyordu ve bu durum canımı sıkmaya başlamıştı. Ama bir diğer yandan gerçekten zaman geçmiyordu. Onlinedaki tüm dizileri ve filmleri izlesek ve tüm şınavları çeksek dahi karantinanın biteceği yoktu. Daha sadece 4. ya da 5. gündeydik. Artık günleri bile umursamıyordum ki kaçıncı günde olduğumuzun bir önemi yoktu. Bu iş uzun sürecek gibi görünüyordu.

“Yapalım Güney, tüm aktiviteleri yapsak dahi zaman zaten geçmiyor ne kadar yeni şeyler üretirsek o kadar iyi sanırım. Kokteylden gidelim istersen” diye teklifte bulundum.

Anlaştık o zaman derken bana göz kırptı. Bana göz kırpmasıyla birlikte içimde bir şeylerin kıpırdandığını hissettim. Bu his neydi, neden böyle hissediyordum. Karizmasını her kullandığında gözlerim dudaklarına, omuzlarına, kollarına kayıyordu ve karnımda bir kıpırdanma oluyordu. Bu histen hoşlanmıyordum. Ona karşı kontrolü kaybedebilirmişim gibi hissetmek beni delirtiyordu.

“Anlaştık” derken kocaman ellerini havada birbirine çarptı. Çok basketbol oynamış birinin reflekslerine sahipti. Eli kolu bir garip oynuyordu benim içim de bir garip oluyordu özetle.

“10 dakika sonra aşağıda buluşalım” diye komut verdi. Bu komutla birlikte artık eşofmanlarımdan kurtulup biraz daha harekete geçirecek bir şeyler giymeye karar verdim. Amacım kendimi biraz hareketlendirmek ve moda girmekti. Altıma uçuk pembe taytımı geçirip üstüme bir crop top giydim. Aynadaki görüntüm spora gidecek birisi gibi görününce kalçamı da hafif kapatsın diye belime ince bir hırka bağladım. Saçlarımı da tepede topladıktan ve sürekli evde olduğumuz için sürekli kuruyan dudaklarımı nemlendirdikten sonra işte hazırdım.

Aşağıda beni mutfak önlüğü giymiş, barista-barmen-şef arası bir Güney bekliyordu. Bu görüntü bana hem komik gelmişti hem de beni biraz neşelendirmişti. Hafif neşeli bir sesle “napıyorsun sen şu anda, kendini yemekteyizde mi sanıyorsun” diye ona takıldım.

“Sana nasıl kokteyl yapılır onu öğretmeyi çok ciddiye aldım şu an, gel bakalım sana Amerika’da çalışırken öğrendiklerimi göstereyim.” derken bir yandan limonları ince ince doğramaya başlamıştı bile.

Güney’in Amerika’da work and travel yaptığını ve orada burada her bulduğu işte çalıştığını tamamen unutmuştum. Kim bilir ne maceralar yaşamıştı. Ben kıçımı Avrupa’dan çıkarıp da Amerika’nın kargaşa dolu ortamına gitmeyi hiç tercih etmeyen bir prenses gibi kalmıştım yanında. Sadece bir kez babamla bir haftalığına New York’a alışverişe gitmiştim o kadar. O da kara cuma indirimleriydi ve babamın bir dolu mili vardı. Mutlaka gitmek zorundaydık yani.

Güney buzdolabının yanındaki mutfak dolabını açtığında gözlerime inanamadım.

“Güney bunlar ne bu ne kadar çok içki” diye haykırdım. Her türden her kaliteden ve her yıldan içki vardı.

“Sık sık kokteyl yapıyorum, hem tarifleri unutmamak için hem de arkadaşlarla ev partisi verdiğimizde böylesi daha kullanışlı oluyor.” dedi. Eğlenceli hayatını öylesine bir rahatlıkla anlatıyordu ki içimden geçen kısa kıskançlık dalgalarını görmezden gelmek zor oluyordu. Benim arkadaşlarımın onunkiler kadar eğlenceli olmadığı çok barizdi.

“Neler yapıyorsunuz arkadaşlarınla mesela? Hiç sesinizi falan da duymadım bunca zamandır.” diye merakımı belirttim.

“Sırrımı bilmiyorsun o zaman.”

“Ne sırrı?”

“Bodrum kattan haberin yok mu?”

“Neden haberim yok mu?”

Tamam şu kokteylleri biraz tadalım sana aşağıyı gösteririm böylelikle büyük sırrımı öğrenmiş olursun” dedi. Hafif bir gülümseme sakallı suratına oturmuştu. Geniş omuzlarından dökülen beyaz tişörtünü mutfak önlüğü komik bir şekilde kapatıyordu. Farklı tatları olan 4-5 tane kokteyl hazırlamıştı. İçeriklerini tahmin etmeye çalışmıştım. Bu çilekli, bu naneli, bunda elma aroması var ama hoşuma gitmedi, bu vodka, bu gin derken en sevdiğim lezzetin nane limon aromalı acı ekşi kokteyller olduğunu tespit ettik.

“Çok ilginç, şekerli kokteyl seversin sanmıştım” derken bana satamadığı şekerli kokteyllerden birini içmeye çalışıyordu.

“Şekerli şeylerden pek hoşlanmam Güney” diye belirttim gereksizce. Çok da umrunda olacağını sanmıyordum ama ben acı, ekşi, tuzlu olmadan yaşayamayanlardandım.

“Bunu aklımda tutarım” derken gözleri boşluğa kaydı ve bir kaç saniyeliğine daldı. Sanki hüzünlenmiş gibiydi. Aklında tutacak ne vardı ki? Belki de aklına başka bir şey gelmişti.

Mutfakta bir saat geçirdikten sonra “hadi bodruma gidelim” diyerek bana gizemli konuyu tekrar hatırlattı.

“Gidelim bakalım neymiş senin sırrın.”

Loading...
0%