Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1. TEHLİKENİN KUCAĞI

@lavesta_a

Herkese Selammm:)

Keyifli okumalar dilerimm!!

🎧;

CLAAN, I Hold You

Alan Walker, Faded

 

 

Gölgeler arasında korku süzülür, Kan'ın acı melodisi çalınır. Pişmanlıkla örülü bir öykü bu, Kalbinin derinliklerinde yankı bulan.

🩸

Yaz günüydü. Hamakta gözlerim kapalı bir şekilde uzanmış denizden gelen dalga seslerini dinliyor, burnuma dolan iyot kokusunu içime çekiyordum. İçim hiç olmayacak kadar huzurla doluydu. Bütün kötülüklerden arınmış ve uzaktaydım. Rüzgar hafif hafif esiyor, ağaçların yapraklarını usul bir biçimde sallandırıyordu.

Gözlerimi açıp gökyüzüne baktım; Pürüzsüz bir mavilikteydi. Tek bir tane bile bulut yok, güneş en tepede bütün zerafetiyle parlıyordu. Bir an gözlerimi kapattım ve tekrar açtım. Gördüğüm manzara karşısında kaşlarım çatılmıştı. Bulutlar birleşmeye ve kararmaya başladılar. Yağmur yağacak düşüncesiyle hamaktan kalktım ve biraz ilerideki eve doğru yürümeye başladım. Her adımımda rüzgar kuvvetini arttırıyor ağaçları hızlı bir şekilde sallıyordu. Koşmaya çalıştım ama ayağım taşa çarpmış ve sert şekilde yere düşmüştüm. Ellerimi topraktan kaldıracağım sırada üzerlerine damlayan kırmızı damlacıklara baktım ve kafamı gökyüzüne çevirdim. Bulutlar kıpkırmızı bir hâl almıştı. Bakışlarımı tekrar ellerime çevirdiğimde kırmızlıktan görünmüyorlardı.

Yağmur değil kan yağıyordu.

Ayağa kalkmaya çalıştım, üstüm başım kan olmuştu. Ağzımda demir tadını hissediyordum ve kokusu midemi bulandırıyordu. Kandan artık görünmeyen, uzun beyaz elbisemin eteklerinden tutup denize doğru koşmaya başladım. Kumlar kandan görünemez hâle gelmişti. Denize ulaştığımda masmavi olan su kızıla boyanmıştı. Dalgalar ayaklarıma vuruyor ve her seferinde beni biraz daha ileriye çekiyordu. Çığlık atmaya başladım ama sesimi çıkartamıyordum o sırada denizin suyu dizimi geçmeye başlamıştı ve gittikçe yükseliyordu. Kurtulmaya çalıştım fakat daha dibe çekildiğimi hissediyordum. Kanlar göğsüme kadar gelmişti, boğuluyordum.

"Yardım edin boğuluyorum!" diye çığlık atmaya çalıştım ama nafileydi. Kanlar ağzıma dolmaya başlamıştı ve beni yutuyordu.

"Boğuluyorum!" diye bir feryat koptu dudaklarımdan yataktan fırlarken. Etrafıma bakındım hemen, yatağımdaydım ve pencereden sızan gün ışığına bakılırsa sabah olmuştu. Kâbustu. Yine. Nefesimi düzene sokmaya çalıştım ama kalbim öyle bir hızla atıyordu ki yerinden çıkacaktı sanki. Hızlıca kafamı ellerime indirip baktım; kan yoktu. Bir daha nefes alamayacakmış gibi derin nefes aldım. Yataktan zorlukla doğrulurken midemin bulantısıyla banyoya koştum. Klozetin kapağını açıp ellerimle iki tarafına tutundum ve içimde ne varsa çıkarmaya çalıştım ama her zaman olduğu gibi sadece öğürüyordum. Ağzımdaki safran tadını gidermek için birkaç defa suyla çalkaladım ve sabunla ellerimi yıkamaya başladım. Ellerimi parçalarcasına tırnaklarımı geçirerek sabunluyordum. Henüz kabuk bile bağlamamış olan yaralara yenilerini ekliyordum. Ne kadar sabunlasamda ellerimdeki kanlar gitmiyordu. Suyu kapattım ve aynadaki tersimle göz göze geldim.

Belime kadar uzanan siyah dalgalı saçlarım dağılmış ve terden alnıma yapışmışlardı. Uykusuzluktan dolayı gözlerimin içi kırmızı, altlarındaysa mor halkalar oluşmuştu. Burnum ve yanaklarım kızarmış, dudaklarım kurumuştu. İçler acısı bir haldeydim. Aynadaki yansımama gözlerimi devirip musluğu tekar açtım ve yüzüme birkaç defa su çarptım. Soğuk su alev gibi yanan tenime her değişinde daha iyi hissettiriyordu. Yüzümü kurulayıp odama geçtim, komedinin üzerindeki telefonumu elime alıp saate baktığımdaysa henüz dokuzdu. Eve saat altı da gelmiştim ve sadece bir kaç saat uyuyabilmiştim.

Odamdan çıkıp salona doğru yürüdüm. Yüksek çıkan televizyon sesi kulaklarımı tırmalıyordu. Salona geçtiğimde hazırlanmış olan kahvaltı sofrası gözüme ilişti.

"Günaydın ablaların en güzeli!" diye coşkuyla bağırdı Luna. Elindeki çaydanlığı masaya bırakıp yanağıma öpücük kondurdu.

Gülümseyerek sandalyeye yerleştim. Hayatımın karanlık tarafını ışığıyla aydınlatan tek kişiydi.

Üstünde tavşan figürleri olan pijaması, saçındaysa aynı figürden olan uyku bandı vardı. Açık kahve saçlarını tepede gelişi güzel topuz yapmıştı. Gözlerinin içi benim aksime ışıl ışıldı.

"Hayırdır Luna, bu güzel sofrayı neye borçluyum?" dedim tabağıma birkaç kahvaltılık alırken. Gördüğüm kâbustan dolayı hâlâ midem bulanıyordu. Burnumun dibinde kanın o igrenç kokusunu hissediyordum.

Luna ekmekleri masaya koyduktan sonra sandalyesini çekip oturdu. Çayları bardağa doldururken, "Her zamanki halim ablacığım," dedi gözlerini kaçırıp tatlı çıkan ses tonuyla. Bugünlerde bi' tuhaftı. Gözlerindeki heyecan kırıntılarını bir tek ben anlayabilirdim. Bakışları, duruşu farklıydı.

Çatalımı elimden bırakıp arkama yaslandım. "Farklı bir şeyler var sende hissediyorum. Tuhaf davranıyorsun. Neden heyecanlısın bugün?"

Sorduğum soruyla beraber gözleri fal taşı gibi açıldı. Eminim ki şu an içinden, onu nasıl olurda bu kadar iyi tanıdığımı sorguluyordu. Gözlerini birkaç kez kırpıştırdı ve uzanıp ağzına bir parça peynir attı. "Zihin falan mı okuyorsun? Korkmaya başladım artık senden," dedi ağzındaki lokmayı çiğnerken.

Ufak bir kahkaha atıp kafamı iki yana salladım. "Hareketlerinle kendini ele veriyorsun zaten. Bunun için zihnini okumama gerek yok. Şimdi söyle bakalım nedir bu heyecanının sebebi?" dedim göz kırparak. Uzanıp sıcak çaydan bir yudum aldım. Boğazımdan inen sıcak sıvı bütün bedenimi ısıtmıştı.

Gözlerimin içine şüpheyle baktı daha sonra pes edercesine derin bir nefes çekip arkasına yaslandı. "Aslında bir şeyler var ama sana tam emin olmadan söylemek istemiyorum," dedi kedi gibi mırıldanarak. "Lütfen sende şu anlık bir şey sorma."

"He durum o kadar vahim yani? Peki tamam senin dediğin gibi olsun," dedim kaşlarımı kaldırarak. Üstüne gitmek istemiyordum ama içimde istemsizce bir sıkıntı oluşmuştu. Korkuyordum ve bu benim en doğal hakkımdı.

"Sen dünyanın en muhteşem ablasısın!" dedi eliyle bana öpücük atarken.

"Biliyorum," dedim kendimi beğenmiş bir tavırla.

"Of abla! Ne olur yani az mütavazi olsan, ölür müsün? Senin bu egon bütün iştahımı kaçırdı."

"Çok konuşma Luna yemeğini ye," dedim sandalyeden kalkarken. Daha fazla tabaktakilere işkence edemezdim. "Ben hazırlanmaya gidiyorum sende yemeğini ye ve hızlıca hazırlan yoksa okula metroyla gitmek zorunda kalırsın," dedim ve masanın etrafından dolanıp kendi odama doğru yürüdüm.

Sıcak bir duş almış, gördüğüm kâbusun etkisinden sıyrılmaya çalışmıştım ama her gözümü kapattığımda kan görüyordum. Bornozumu bir kenara atıp çekmeceden siyah iç çamaşır takımı çıkardım ve giyindim. Gardırobun önüne geldiğimde karar vermem uzun sürmedi. Siyah tayt ve siyah kazakta karar kılmıştım. Askıdan çıkardılarımı üzerime geçirdim ve makyaj masamın önüne geçtim. Kurutma makinasını fişe takıp saçlarımı kurutmaya başladım ama saçlarım çok uzamıştı ve zorlanıyordum bu yüzden nemli bırakmaya karar verdim. Kurutma makinasının fişini çektikten sonra fondoteni çıkarıp ellerimin üzerindeki yaraları kapattım ve üzerlerine birkaç yüzük taktım. Mor göz altlarımıda kapattıktan sonra bütün makyajımı tamamladım ve masadan kalktım.

Odadan çıkmadan önce kol çantamın içine iki telefonumuda attım ve bilgisayar çantamı diğer koluma takıp odadan çıktım. Luna ortalıklarda görünmüyordu. Adım kadar iyi biliyordum ki hâlâ süslenmekle meşguldü. Ama artık hiç kusura bakmayacaktı çünkü ben daha fazla bekleyemezdim. Vestiyerden montumu ve botlarımı alıp giyinmeye başladım.

Botumun fermuarını çekerken "Luna!" diye bağırdım odasına doğru. Sabrımın son demlerindeydim artık.

"Geldim!" diye bağırdı tiz sesiyle. Ben bu kızı neden hergün bekliyordum ki?

Odadan çıktığında bir eliyle rujunu sürüyor diğer eliyle parfüm sıkıyordu. Üstünde ince belini tamamen saran siyah, mini bir elbise vardı. Parmaklarında birkaç gümüş yüzük boynunda ona doğum gününde aldığım ve hiç çıkarmadığı ay taşlı kolyesi vardı. Saçlarını düzleştirmiş ve omuzlarına salmıştı. İtiraf etmek gerekirse kusursuz görünüyordu ama sanırım bugün biraz fazla süslenmişti.

"Luna, giy artık şu montunla ayakkabılarını!" dedim sinirle. Aynı zamanda üzerime kadar gelen fazla parfümü dağıtıyordum.

"Tamam abla tamam. Ne şikayet ettin ya!" dedi montunu giyerken. Ayağa kalkıp aynadan saçlarını düzelteceği sırada kapıyı açtım ve omuzlarından dışarıya itekledim. Hafif sendelese de hemen kendini toparladı. Luna'nın ardından bende çıktım ve kapıyı kapatıp kilitledim. Önüme döndüğümde çatık kaşlarla beni izliyordu. "Sen delirdin mi?! Neden öyle itiyorsun beni? Düşebilirdim," dedi carlayarak.

"Abartma bir şey olmadı. Turp gibisin işte," dedim gözlerimi devirerek. Önünden geçip asansörü çağırdım. Luna'ya doğru baktığımdaysa kollarını bağlamış hâlâ çatık kaşlarla beni izliyordu. "Bakma bana öyle. Seni sabaha kadar bekleymezdim."

"Düşüp ölseydim kardeş katili olacaktın," dedi abartılı ses tonuyla. Asansör geldiğinde gözlerimi devirip geçmesi için yol verdim. Bazı olayları o kadar çok abartıyordu ki bazen kardeşim olduğundan şüpheleniyordum. Hiç bana çekmemişti.

Arabama doğru yürürken cebimdeki anahatarı çıkarıp kilidini açtım. Ben direksiyona geçerken Luna hemen yanıma oturmuştu. Hava çok soğuk olduğu için ilk başta klimaları açtım. Arabayı çalıştırırken Luna radyodan şarkı açmakla meşguldü.

 

                               🌑

Okulun önüne geldiğimde arabayı durdurup Luna'ya döndüm. "Hadi bakalım Avukat Hanım size iyi dersler," dedim gülerek.

"Kulağa çok havalı geliyor değil mi?" dedi kıkırdayarak. Aynaya bakarak son kez saçlarını düzeltti ve benden tarafa döndü. "Akşam sana çok güzel yemekler yapacağım, parmaklarını yiyeceksin." Gözleri sevinçle parladı.

"Akşam işlerim var gecikebilirim, hatta belki gece bile gelebilirim. Sen beni bekleme ye yemeğini," dedim. Bu hayatta üzmek istediğim son kişiydi fakat şartlar çalışmamı gerektiriyordu. Çalışmak zorundaydım.

"Her gece ne işi abla? Yurttan geldiğimden beri doğru düzgün akşam yemeği bile yiyemedik," dedi hüzünlü ses tonuyla.

"Haklısın," dedim, uzanıp elini tutarken. "Ama sana söz veriyorum telafi edeceğim. Hatta hafta sonu seni yemeğe çıkarayım, hem her şeyi de konuşmuş oluruz, ne dersin?"

"Tamam abla olur," dedi ama bana kırıldığını biliyordum. Yüzüme bakıp zoraki gülümsedi ve arabadan indi.

Yetimhaneden ayrılalı ve benim yanıma taşınalı sekiz ayı geçiyordu. Benimse yedinci yılım olacaktı. Her ne kadar sürekli Luna'yı görmeye gitsemde birlikte yaşayacağımız günü iple çekerdim. Onun için her şeyin en güzelini istiyor ve elimden geldiğince yapmaya çalışıyordum.

En küçüğümüz olduğu için annemle babam hep üstüne titrerdi. Onları kaybettikten sonra aynısını Güneş'le ben yapmaya başlamıştık. Biraz şımarık yetişmişti farkındaydım, tabi buna ne kadar şımarıklık denirse. Aramızda 5 yaş olmasına rağmen kardeşim değil kızım gibiydi. Gözümden bile sakınıyordum çünkü o bana annemle babamın emanetiydi. Zaten Luna'dan başka kimsem de kalmamıştı. On dokuz yaşında olmasına rağmen gözümde hala o küçük kız çocuğuydu.

Arabamı okulun bahçesine park ettikten sonra inip sınıfa doğru yürümeye başladım. Luna'nın yüzünden on dakika geç kalmıştım. Adımlarımı hızlandırıp kampüse girdim.

Sınıfın önüne geldiğimde kapıyı hafifçe tıklatıp içeri girdim. Herkes pür dikkat ders anlatan öğretmeni dinliyordu. Adamın yaptığı tek şey slayttan okuyup geçmekti. Sınav zamanı geldiğinde de düşük puanı yapıştırıyordu. Aldığı parayı asla hak ettiğini düşünmüyordum.

"Kusura bakmayın hocam biraz geciktim," dedim gülümseyerek ama karşımdaki adam hiçte gülüyor gibi değildi.

"Biraz mı? Tam on üç dakika geç kaldın," dedi sinirle. Tamam işte, biraz geç kalmıştım. Oldukça uyuz bir adamdı. Kırışık yüzü sinirle gerildi. Uzun ve yanlarından beyaz teller görünen saçlarını sıkıca toplamıştı.

"Üzgünüm bir daha olmaz," dedim gülümsemeye çalışarak. İşim başımdan aşkın olmasaydı bir daha bu okula adım dahi atamazdı ama dua etsin şu an bu tür ufak şeylerle uğraşmazdım.

Öğretmen kaşları çatık bir şekilde bana bakarken sessizce yerime oturup bilgisayarımı çıkardım. O da kaldığı yerden anlatmaya devam etti.

"Şşt Gece!" dedi Ecem kolumdan dürtüklerken. Arkamı dönüp kendisine baktım; sarı bukleli saçları omuzlarına dökülmüş, abartılı göz makyajı ve kırmızı rujuyla yine bütün dikkati üstüne topluyordu. Dikkat çekici yeşil gözlerine baktığımda gülümsedim. "Günaydın. Sana şey diyecektim, tipografi notları varsa bana verebilir misin?"

"Tabi ki veririm. Bekle şimdi bilgisayardan atarım sana," dedim. Bilgisayarın kapağını açtıktan sonra Ecem'in istediği notları ona yolladım. Neredeyse hiç ders çalışmama rağmen bütün notlarım bilgisayarımda mevcuttu.

Ders bittiğinde kendimi hemen dışarı attım. Adam o kadar sıkıcı anlatıyorduki içim şişmişti. Telefondan saatime bakarken Ecem'le, Işıl'da sınıftan çıkmıştı. Yanıma yaklaştıklarında gülümsedim. Her ne kadar dışarıya karşı soğuk görünselerde tatlı kızlardı. Ortaokuldan beri tanışıyorlardı ve o zamandan bu zamana hiç ayrılmamışlardı.

"Dışarı çıkıp bir şeyler içelim, valla daraldım," dedi Işıl sarı saçlarını elleriyle savururken.

"Bence de," diyerek ona katıldı Ecem. Tek yumurta ikizi gibiydiler.

"Bana da uyar," diye tebessüm ederek onlara katıldım.

Dışarıya çıkmaktan vazgeçerek okulun kafeteryasından kahve alıp bir masaya geçip oturmuştuk. Etrafta kahve içen, ders çalışan ve flörtleşen öğrenciler vardı. Çantamdan sigara çıkartacağım sırada aklıma yasak olduğu geldi. Her gün neredeyse aynı döngüyü yaşıyordum. Elimi çantamdan çıkarıp sinirle fermuarı çektim.

"Dışarı çıkmadığımıza pişman oldum. Sigara içemiyoruz burda," dedi Ecem oflayarak. Düşündüğümü dile getirmişti. Onlar aralarında tartışırken cebimdeki telefonum titredi. Ekranda bir mesaj bildirisi vardı ve o da Kaya'dan gelmişti. Günlük hayatta kullandığım telefonuma ilk defa mesaj gönderiyordu.

Derslerin bitince yanıma gel.

​​​​​​Konuşacaklarımız var.

Mesajı okuduktan sonra gözlerimi devirdim. Emir kiplerinden nefret ettiğimi bin defa söylememe rağmen hâlâ ısrar ve inatla emir kipiyle konuşuyordu. Bu saatte beni yanına çağıracak ne olmuştu acaba? Dün aldığım işle ilgili olduğunu düşünmüyordum çünkü henüz araştırma aşamasındaydım. Sanırım derslerin bitmesini beklemeyecek ve gidecektim.

Koluma bir elin dokunmasıyla irkildim. "Sana diyoruz Gece, duymuyor musun?" dedi Işıl.

"Ha yok dalmışım öyle ya. Ne diyordunuz siz?" diye sordum ve sıcak kahvemden yudumladım.

Işıl'dan önce Ecem sözü aldı. "Biz bu akşam Mert'in evindeki partiye gidiyoruz. Sen de bizimle gelir misin?"

Ev partisini duyunca yüzümü ekşittim. Geçmiş gözlerimin önünden tıpkı bir film şeridi gibi hızla geçti. Olduğum yerin bana dar geldiğini hissediyordum. Kafamı kaldırıp iki kıza baktığımda gözleri benden bir cevap bekliyormuş gibi kısılmıştı. Konuşmak için kurumuş dudaklarımı ıslattım. "Ben gelemem işlerim var," dedim geçiştirerek. Bir nevi gerçeği söylemiştim aslında.

"Peki, sen bilirsin," dedi Ecem. İyi ki fazla zorlamamıştı.

Nefes almam lazımdı. Çantamı sandalyeden alıp ayağa kalktım. "Ben diğer derslere kalmayacağım. Önemli bir işim çıktı gitmem gerek. Sonra görüşürüz kızlar," dedim onlara dönerek. El sallayarak yanlarından ayrıldım.

Kaya tek mesajıyla aklımı bulandırmıştı. Bu saatte beni yanına çağıracak kadar önemli ne olmuş olabilirdi ki? Yanına gitmeden asla öğrenemeyecektim. Arabam görüş alanıma girdiği an adımlarımı hızlandırdım. Aklımdaki teorilerle sürücü koltuğuna yerleştim ve gaza basıp kuru temizlemeye sürdüm.

🌑

Kuru temizlemenin önündeydim. Burası benim için bastırdığım intikam duygumun ateşlendiği yerdi. Bu korkunç intikam duygusuna her geçen gün hırs ve öfkede eklenmişti. Ve gün geçtikçe içimdeki bu duygular kibirli canavarımı oluşturmuştu.

Burdan dönüş olmadığını sende biliyorsun Gece! İçten içe bittiğimin farkındaydım ama asla pes etmeyecektim. İçimdeki kibirli canavarı beslemeye devam edecektim.

Dışarısı soğuk olduğu için hemen içeriye girmeye karar verdim. Şeffaf kapıyı elimle itekleyip içeriye geçtim, yüzüme vuran sıcak hava dalgası buz gibi olmuş yanaklarıma ve soğuktan kızarmış burnuma iyi gelmişti. Ellerimi ağzıma götürüp birkaç kere üfledim ve birbirlerine sürttüm. Ellerim kışın asla ısınmak bilmiyordu.

Gözlerim kıyafetleri düzenleyen Çağlar'a kaydı. Koyu renk saçları alnına dağılmış ciddiyetle işini yapıyordu. Yaptığımız işte bize yardım ediyor fakat desteklemiyordu. Oysaki çok başarılıydı onun yardımıyla daha hızlı hareket ediyordum ama benimle çalışması için zorlayamıyordum.

Yanına ilerleyip omzuna dokundum, varlığımı fark edince kulağındaki kulaklığı çıkarıp gülümsedi. "N'aber yakışıklı?" diye sordum gülümseyerek.

"İyi de sen hayırdır bu saatte gelmezdin. Bir şey mi oldu?" dedi şaşkınlıkla. Bende bunu sorguluyordum zaten.

Kafamı iki yana salladım. "Sevgili amcan çağırdı bende geldim, konuşacaklarımız varmış. Aşağıda mı?"

"Aşağıda odasına çekildi. Bugün hiç konuşmadık biliyor musun ne olduğunu?" dedi, askıdaki kıyafetin üzerine bir poşet daha geçirerek.

"Bende bilmiyorum. Gidip öğrenelim bakalım."

"İşlerde bir sıkıntı yok değil mi?" dedi kaşlarını çatarak.

"Hayır gayet iyi gidiyor. Başka bir durumla ilgilidir," dedim. "Neyse ben aşağıya iniyorum, sana kolay gelsin." Ellerimle omzuna iki kez vurdum ve gülümseyerek yanından ayrıldım.

Kıyafetlerin yıkandığı yere geçtim. Burası yıllar önce yapılmış gizli bir yerdi. Ben bile hâlâ nasıl, ne şekilde ve neden yapıldığını bilmiyordum. En köşede çeşitli renkte kıyafetlerin oluştuğu ve duvarın gözükmediği askılığa doğru yürüdüm. Buradaki kıyafetler sadece arkasındaki duvarı gizlemek için duruyordu. Askılığı kenara çekip duvarı tamamen ortaya çıkardım. Gizli kapı duvarla aynı renk olduğu için görünmüyordu, ellerimle ittirip yavaşça açtım. Eğilip ilk başta ayaklarımı sonra tüm bedenimi geçirdim. Kapıyı kapatmadan önce ellerimle askıya uzandım ve kendime çektim.Daha sonra kapıyı da kapatıp tamamen gizli bölüme geçtim.

Artık aşinası olduğum çürük merdivenlerden inerken zorlanmıyor ya da korkmuyordum. Aşağı indiğimde ellerimle üstümdeki tozları silkeleyip bilgisayarların olduğu kısıma yürüdüm. Ortalıkta kimseler görünmüyordu. Odasında olduğunu düşündüğüm için kendi masama doğru yürüdüm. Montumu çıkarıp sandalyenin bir köşesine bıraktım. Çantamdan sigara paketiyle çakmağımı çıkardım ve içinden bir dal sigara alıp dudaklarımın arasına götürdüm, siyah çakmağımla sigaranın ucunu ateşe verdim.

Gri sigara dumanı havasız ortamda yayılırken etrafıma baktım; köşede kahverengi, deri koltuk takımı, onun hemen yanında içinde türlü içkilerin bulunduğu eski bir vitrin vardı. Vitrinin karşısında benim masam ve bilgisayarım kuruluydu. Masanın tam karşısındaysa Kaya'nın odası vardı. Duvarlar gri olduğu için içerisi kasvetli ve boğucu bir görüntüye sahipti. Tavanda sadece küçücük ve sürekli cızırdayan bir ampul vardı. Çünkü sürekli bilgisayarlar açıktı ve onların ışığı burayı aydınlatmaya yetiyordu.

Daha fazla beklemeyip "Kaya!" diye seslendim odasına doğru. Ona abi demeyeli yıllar oluyordu. Çünkü artık karşında ilk gördüğü, on dört yaşındaki zavallı kız çocuğu yoktu.

Odasından çıktığında kapkara gözleri beni buldu. Üzerine giydiği desenli lacivert kazak onu yaşından daha genç gösteriyordu. Kırk iki yaşında olmasına rağmen hala saçında tek tel beyazı yoktu, hâlâ onu ilk gördüğüm gün ki gibi simsiyahtı. Bazen boyattığını düşünüyordum ya da fazla gamsızdı. Yanıma yaklaşırken cebinden sigarasını çıkarıp dudaklarına yerleştirdi, diğer cebinden siyah Zippo çakmağını çıkardı ve ateşledi. Adı gibi bir duruşu ve kişiliği vardı: yıkılmaz, sarsılmaz, kaya gibi...

"Sana derslerin bitince gel demiştim Gece. Daha çıkış saatine vardı," dedi sigarasını üflerken her zamanki otoriter sesiyle.

Kollarımı birleştirdim. "Merakım ağır bastı, huyum kurusun." dedim ifadesiz ses tonumla. "Hem sende biliyorsun ki grafik tasarımcılığını zevk için okuyorum asıl işim bu değil." Sigaradan son bir duman alıp söndürdüm.

Kıstığı kara gözleriyle bir süre bana baktı ve daha sonra ilerleyip deri olan koltuklardan birine oturdu. "Hobi bile olsa okul aksatılmamalı," dedi kolunu kolçağa koyarken. Sesli bir nefes verdim. Nefret ettiğim o öğüt verici konuşmasını dinleyemezdim şimdi. "Neyse biz senin merakını giderelim şimdi," dedi ve gözleriyle oturmam için karşıdaki tekli koltuğu gösterdi.

Kollarımı çözüp koltuğa ilerledim ve bacak bacak üstüne atarak oturdum. "Evet dinliyorum. Beni bu saatte buraya getirtecek kadar önemli ne konuşacaksın," dedim dümdüz çıkan sesimle.

"Yeni bir iş var," dedi. Bakışlarımı tarttı ve dudaklarını ıslattı. "Biraz tehlikeli... Hatta biraz değil baya tehlikeli, yakalanırsak biteriz."

"Elimizde aylarımı alacak olan bir iş var zaten. Birini bitirmeden diğerine geçemeyiz," dedim kaşlarımı çatarak. Beni robot mu zannediyordu acaba? Her seferinde benimde insan olduğumu ve yorulduğumu unutuyordu.

"Sen şimdi onu boşver, bu işe odaklanacağız," dedi ve bacaklarını indirip biraz öne doğru eğildi. "Bu iş çok önemli... Ama şöyle bir detay var: bu sefer tek değil başka biriyle çalışacaksın."

"Nasıl yani? Hiçbir şey anlamadım doğru düzgün anlat şunu," dedim sabırsızca.

"Bir adam var ve bu adam kendi ailesini bitirmek için seninle çalışmak istiyor. Tanıştım adamla çok güçlü biri, seninle çalıştığımı söylediğimde bana inanmadı," dedi. Son sözünde gözlerini devirmişti. Daha sonra yavaşca gözlerini gözlerime kilitledi ve beni dumura uğratacak o cümleyi kurdu. "Bende ona... Zamanında karanlık ağda yayınlamaya çalıştığın cinayet videonu gösterdim."

Yanlış mı duymuştum? Ağzından çıkanı kulağı duymuyor olmalıydı. Gerçi bende onu tam duyduğumdan ya da anladığımdan emin değildim çünkü şu an kulaklarım uğulduyordu. Kendimi toparlayıp bir an ayağa fırladım.

"Ne?! Sen ne saçmalıyorsun Kaya?" dedim dehşet içinde. Gözlerimi o kadar çok açmıştım ki yuvalarından fırlayacaklardı.

"Sakin ol Gece, otur yerine," dedi. Yerinden bir milim kıpırdamamış sakince konuşuyordu.

"Ne oturmasından bahsediyorsun? O videoyu yok ettiğini söylemiştin!" dedim neredeyse çığlık atarak. Vereceği cevaptan çok korkuyordum. Bunu bana yapmış olamazdı. Hayır bana ihanet etmiş olamazdı! Olamazdı değil mi?

"Biri hariç hepsini yok ettim, doğru. Hatta bütün insiyatifimi, elimdeki bütün imkanları kullandım senin için," dedi sakinlikle. "Ama böyle bir fırsat gelince de kaçırmak istemedim. Hem sen niye bu kadar yükseliyorsun anlamadım. Şu zamana kadar zaten tehlikenin kucağındaydın şimdi de hiçbir şey değişmedi." Kelimeler ağzından sakinlikle dökülüyordu bense delirmek üzereydim. Olmuştu. İhanet etmişti ve hiç çekinmeden söylüyordu.

"Beni önüne çıkan ilk teklifte ifşa mı ettin?!" diye bağırdım tüm gücümle. Kanımın vücudumdan çekildiğini hissediyordum.

"İfşa falan etmedim. Sakin ol otur şuraya!" dedi sinirle. "Sana her şeyi öğrettim ama bir türlü sakin kalmayı öğretemedim." Tekrar arkasına yaslandı ve bacak bacak üstüne attı.

Ağzım açık bir şekilde ona bakıyordum. Beynim işlevini yitirmişti sanki. Ne yaptığımın farkına bile varmadan üstüne yürüdüm. "Seni öldürürüm Kaya! Seni şuracıkta öldürürüm," dedim dişlerimin arasından. Ellerim titremeye başlamıştı.

Kara gözleri kısıldı ve dudakları alayla iki yana kıvrıldı. "Biliyorum sonuçta katilsin," dedi tek kaşını kaldırarak. Damarıma basıyordu, yapmayacağımı düşünüyordu hatta bundan emindi. Ben bile kendimden bu kadar emin değilken o neyine güveniyordu anlamamıştım.

"Ne oldu buraya kadar mıydı sahte abiliğin? İlk teklifte ihanet etmek mi abilik he?! Yalan söyleyip kardeşinin arkasından iş çevirmek mi abilik?" diye sordum, katran karası gözlerinin içine bakıp bağırarak.

Hiçbir şey söylemedi sadece gözlerimin içine bakmaya devam etti. Daha fazla dayanamadım ve hızla yürüyerek çantamla montumu sandalyenin üzerinden aldım ve tekrar Kaya'ya baktım; ayağa kalkmış öylece beni izliyordu. Usulca gülümsedim ama bu tehlike çanlarını titreten bir gülüştü. "Ben yokum artık! Bitti. Her şey bitti. Seninle daha sonra hesaplaşacağım ama şimdilik gidiyorum," dedim elimi tehditkar bir şekilde havada sallarken. Nereye gideceğimi bile bilmiyordum. "Siktiğimin işini de git kiminle yapıyorsan yap!" Tiksinircesine yüzüne baktım ve arkamı dönüp hızla merdivenlere yürüdüm.

İçimde karşı konulamaz bir nefret duygusu oluşmuştu ve ben bu duyguyu tanıyordum. Tam merdivenlerden çıkacağım sırada tekrardan yerimde çivilenmeme sebep olan o cümleyi kurdu.

"Eğer buradan çıkarsan Gece... Cinayet videonu tüm ülkeye yayarım, hemde gerçek sesin ve kimliğinle," dedi. Sesindeki katı ton bana yabancıydı. "Benden asla kaçamazsın Ateş!"

...

Yeni bölümde görüşmek üzere sağlıcakla kalın! <<3

 

🩸

Loading...
0%