Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2. İHANETİN BEDELİ

@lavesta_a

Herkese Merhabalarr:)

Keyifli okumalar!!!

🎧;

Beach House, Space Song

NF, Remember This

Yasemin Mori, Aslında Bir Konu Var

 

Güvenin kırıldığı bir ihanetin gölgesi, Kalpte açan yara, acıyla örülü öykü. Gözlerde hüzün saklı, bir gülmeye başlıyor, İhanetin yitik izi, kalpte derin bir çatlak.

Yazların kışa dönüştüğü, güneşin yağmurlarla döküldüğü bir hikaye bu; Adı İhanet! Bu öyle bir şeydir ki bildiğin inandığın bütün değerler baştan aşağı yıkılır, öyle ki değerlerini tekrar inşa etmeye başladığında özünden eksilen masumiyetin yerini artık bir parça acımasızlıkla yamarsın. İhanet ekildiği toprakta sessizce filizlenir ve zamanı gelince çiçek açar.

Tepeden tırnağa bütün vücudum karıncalanıyordu, ilk ihanetimle karşı karşıyaydım. Beni yıllardır yetiştiren, eğiten, abim yerine koyduğum adam karşıma geçmiş beni tehdit ediyordu.

Kimseye güvenmemem gerektiğini O bana öğretmişti ama ben güvenmiş ve hata yapmıştım.

Ellerimi yumruk haline getirip sıktım, tırnaklarım avuçlarıma batıyordu. Gözlerimi sıkıca yumdum ve bir süre öyle kaldım. Ona boyun eğmek istemiyordum, hiçbir zaman eğmemiştim. Sakin olmalıydım, sakin olmak zorundaydım. Korkmayacaktım. Tırnaklarımı daha çok batırdım avuçlarıma. Hisettiğim ıslaklık hissi kanadığına işaretti. Sakin olmak için içime derin bir nefes çektim. Gözlerimi açtım ve yavaş hareketlerle ondan tarafa döndüm.

Kafamı kaldırdığımda gözlerimiz kesişti. Daha önce hiç tanımadığım keskin bakışları gözlerimi delip geçiyordu. Ellerini ceplerine sokmuş tek kaşı havada alaylı bakışlarıyla beni izliyordu. Onu bu kadar iyi tanımasam blöf yaptığını düşünebilirdim ama gözlerinde gördüğüm acımasızlık tam tersini söylüyordu.

Yapardı, ifşa ederdi beni. Peki ben buna hazır mıydım? Hiç şüphesiz değildim. Çünkü eğer ifşa olursam yalnız cezaevine girmekle kalmaz öldürülürdüm, hem de bir kişi değil bir çok kişi tarafından. Hapise girmekten veya ölümden korkmuyordum, zaten eninde sonunda olacak buydu ama Luna vardı. O benim tek yaşama kaynağımdı. Onu arkamda bırakamazdım, benimde ölümümü kaldıramazdı. Yaşamak zorundaydım... Kardeşim için.

Kaya'ya doğru adım attığım an dudağının bir kenarı yukarı doğru kıvrıldı. Kabul ettiğimi anlamıştı. İkimizde birbirimizi çok iyi tanıyorduk. Tam önünde durdum; gözlerimde hayal kırıklığıyla öfkenin harmanlanmış hali vardı.

"Sen tanıdığım en aşağılık insansın," dedim her kelimem de parmağımla göğsüne vurarak. "Merak ediyorum Kaya, iki yüzlü olmak ağır gelmedi mi, yoksa seni tanıdığım günden beri ihanet eden şerefsizin teki misin?"

Kaşlarını çatıp bir adım geri gitti. "Terbiyeni takın Gece, karşında kim olduğunu unutma," dedi sertçe. Ama malesef bu ses tonu bana işlemiyordu.

"Karşımda hain, utanmaz, yüzsüz bir adam var!" diye bağırdım. Öfkem tekrar gün yüzüne çıkmıştı. Nefretle suratına baktığımda sesli bir şekilde nefesini verdi

"Peki öyle olsun. Söyle. Ne istiyorsan söyle. Dök içini ama bu sonucu değiştirmeyecek. Başka şansın yok Gece, benimle çalışmak zorundasın. Şimdi biraz sakinleş," dedi. Yüzsüzlüğü yüzünden kafamı duvarlara vurmak istiyordum.

Alaycı ve sinirli bir kahkaha çıktı dudaklarımdan. Ellerimi saçlarımın arasından geçirdim. "Beni ifşa ettin ve şimdi de benden sakin kalmamı mı istiyorsun?! Hangi ara gözünü bu kadar hırs bürüdü Kaya?"

"Ben hep böyleydim Gece, her zaman hırslıydım. Bunca yıldır beni tanımamışsan bu senin sorunun," dedi, koltuklara doğru yürürken.

Ellerimi tekrar saçlarımın arasından geçirip karıştırdım. Sinirden delirmek üzereydim. "Ben sana abi dedim ya! Nasıl ihanet edebildin bana?" dedim. Sonlara doğru sesimi sabit tutmaya çalışmıştım. Ellerimdeki çantayı ve montu yere atıp yanına doğru yürüdüm. "Anlat Kaya! Anlat, nasıl sakladın videoyu? Neden sakladın? Hepsini duymak istiyorum."

Kafasını kaldırıp öfkeli yüzüme baktı, sakallarını sıvazladı ve kara gözlerini gözlerime sabitledi. "Hepsini yok ederken bir tanesini sakladım," dedi ve bir süre sessiz kaldı.

"Neden sakladın?! Neden?"

"Bu hayatta kendi evladım dahi olsa güvenmem bunu sende çok iyi biliyorsun. İleriki zamanlar için saklamıştım ne olur ne olmaz diye. İyi ki saklamışım bak işimize yaradı," dedi yüzsüzce.

Yüzümü buruşturup kafamı iki yana salladım. "Yıllarca sana nasıl inanıp güvendim hâlâ aklım almıyor. Ben seni abim yerine koyup yardım istedim. Bana 'hepsini yok ettim, korkmana gerek yok,' dedin ve bende güvendim sana." Elimle alnıma vurdum. "Aptallık etmişim! İyi güldün mü bari sırtımdan bıçaklarken?"

"Fazla abartıyorsun Gece. Kişisel algılama bunu, bende herkesin bir açığı vardır. Zamanın ne göstereceğini bilemeyiz öyle değil mi?" dedi ve bacak bacak üstüne atıp arkasına yaslandı.

Tırnaklarımı tekrar avuçlarıma batırdım sakinleşmek için. İhanetin affı olmaz Gece öldür onu! Kafamın içindeki canavar konuşmaya başlamıştı. Ellerimi şakaklarıma götürüp ovaladım bir süre. Daha sonra tekrar öfkeyle Kaya'ya döndüm

"Ben senin düşmanın mıydım Kaya?" Sesim titremişti. Lanet olsun!

"Değildin tabiki Gece. Seni ben eğittim bunca sene. Ama insanoğlu çiğ süt emmiş ne zaman ne yapacağı belli olmaz."

Sinirle bir kahkaha attım. "Ha sende dedin ki o bana ihanet etmeden önce ben edeyim öyle mi?"

"Öyle değil anla-" Sözünü bitirmeden ellerimi kaldırıp susturdum.

"Kes sesini artık! Hiçbir açıklamanı duymak istemiyorum." Kollarımı bağlayıp önünde durdum. "Bu ihanetinin bedeli olacak bunuda sen çok iyi biliyorsun değil mi?"

"Bu iş bitmeden hiçbir şey yapamazsın hem videon hâlâ bende unutma," dedi tek kaşını havaya kaldırarak.

"Hâlâ yüzsüz gibi tehdit ediyorsun beni inanamıyorum!" Yüzüne tükürmek istedim ama kendimi tuttum.

Omuzlarını silkti. "Bana başka çare bırakmadın." Cebinden sigarasını çıkarıp ateşledi ve içine kocaman bir duman çekti. Keşke şimdi boğulsaydı da benim bir şey yapmama gerek kalmasaydı.

Sinirle arkamı dönüp masamdaki sandalyelerden birine oturdum ve elime bir kalem alıp çevirmeye başladım. Kafamı dağıtmam lazımdı çünkü her an karşımdaki adamı boğabilirdim. "Bir şartla kabul ederim," dedim. Sandalyem ondan tarafa dönük olmadığı için yüzünü göremiyordum.

"Sence şu an şart koşacak durumda mısın?" dedi alayla.

Sandalyeyi çevirerek ondan tarafa döndüm ve elimdeki kalemi sertçe masanın üzerine bıraktım. "Ben hapise girmekten veya ölmekten korkmuyorum Kaya ama biliyorum ki senin ödün kopuyor. Eğer beni ifşa edersen tek gitmem senide beraberimde götürürüm. Bu konularda acımasızlığımı en iyi sen bilirsin," dedim ve göz kırptım.

İnanmış olacakki gözlerinden geçen bir anlık endişeyi gördüm. Az önce yüzünde gördüğüm zafer dolu ifade şimdi bana geçmişti. "Bu hamleyi beklemiyordun değil mi? Susup öylece boyun eğeceğimi hatta hiç soru sormadan kabul edeceğimi düşündün." Kafamı geriye atıp ufak bir kahkaha attım ve dilimle damağımı şaklattım. "Bu sefer değil Kaya Canbay, bu sefer değil. Karşında ilk tanıdığın on dört yaşındaki kız yok bunu anla artık. Ya şimdi yapacağım teklifi kabul edersin ya da ikimiz birden önce hapise sonrada mezara gideriz. Ne dersin abiciğim?" Kinayem soğuk duvarlarda yankılanıp tekrar bana ulaşmıştı.

Kaya konuştuğum süre boyunca gözlerini benden ayırmadı. İçine derince bir nefes çekip başını eğdi daha sonra burnunun kemerini sıktı. Her hareketi zaman kazanabilmek için yavaşça yapıyordu. En sonunda kafasını kaldırıp gözlerimizi buluşturdu. Gözlerinde hayal kırıklığı mı vardı? Benim gözlerimde olması gereken o ifade şimdi tıpkı bir sis dalgası gibi yüzüne yayılmıştı. Bir gram üzülmüyordum çünkü adım kadar emindim ki o bana ihanet ederken hiç üzülmemişti.

Yutkundu ve konuşmak için dudaklarını araladı. "Tamam söyle... Teklifin ne söyle?" Konuşurken öfkeli çıkan sesini bastıramamıştı ama aynı zamanda kendi tutuyor gibi bir hâli vardı.

"Heh şöyle yola gel," dedim kollarımı birleştirip arkama yaslanırken. "İş bittiğinde video yedekleriyle birlikte benim olacak. Sözünde duran bir adam olduğunu biliyorum, he durmazsan da sonuçlarına katlanırsın."

Ellerini gözlerine götürüp ovaladı. "Tamam dediğin gibi olsun iş bittiği an video yedekleriyle birlikte senin," dedi, kafasını kaldırıp zift rengi gözleriyle bana bakarken. Ellerini aşağıda yumruk haline getirmişti. Bu haline bakıp sinsice gülümsedim.

"Umarım Kaya, umarım öyle olur."

Ayağa kalkıp koltuktaki ceketini aldı ve bana doğru yürüyüp tam dibimde durdu. "Anlaştıysak ben çıkıyorum, sende rahat rahat çalış," dedi dümdüz.

Kafamı kaldırıp gözlerine baktım. Önceden güvenli hissettiren kara gözleri şimdi midemi bulandırıyordu. "Sana söyleyecek o kadar çok sözüm var ki... Ama yutuyorum hepsini çünkü bir başlarsam hiç iyi şeyler olmayacak. Bu iş bittiğinde yollarımızı ayıracağız Kaya Canbay. Ben intikamımı er ya da geç alırım ne pahasına olursa olsun, bunu da sakın unutma," dedim, gözümde öfke sesimde kin vardı.

Kaya elleriyle iki kez omzuma vurdu. "Senin dediğin gibi olsun Gece," dedi ve merdivenlere doğru yöneldi. Bu adamın bu kadar sakin olması hayra alamet değildi.

Tam merdivenlerden çıkacakken durdu ve tekrar bana döndü. "Bu arada söylemeyi unuttum, çalışacağın kişi Araf Demirkan. Demirkan imparatorluğunun tek varisi ve en büyük düşmanı."

 

🌑

Kaya'nın gidişinin üstünden tam bir saat geçmişti ve ben tam bir saattir gri duvarları izliyordum. Kafamı bir an önce toplamam gerekiyordu. Beynimin içi darmadağınık ve bulanıktı. Ne düşüneceğimi bilmiyordum fakat ne hissedeceğimi gayet iyi biliyordum. Öfke, kin, intikam. Kanımda dolaşan bilindik duygular şakaklarımda zonklamaya neden oluyordu. Geçmiş gözümün önünden hızla geçti ve beni şimdiki zamana bıraktı. Vücudum buz gibi olmasına rağmen ensemden akan terleri hissettim. Havasız ortamda olmanın siniriyle ellerimi hızla masaya vurup ayağa kalktım. Masadaki kalemlerden birini aldım ve saçlarımı hızla topuz yaptım.

Bilgisayarların arasında volta atmaya başladım, aynı zamanda zonklayan şakaklarımı ovalıyordum. Sana ihanetin affı olmaz demiştim Gece! Kafamdaki canavar bazen beni çok zorluyordu. Kaya'nın videoyu nasıl sakladığını düşünmeye başladım. Nasıl bu kadar aptallaşmıştım? Kesinlikle boşluğumdan faydalanmıştı şerefsiz herif! O zamanlar bir yıl boyunca kendime gelememiştim. Ne bir şeyler yiyip içiyor ne de uyuyordum. Bir yıl boyunca sadece duvarları izlemiştim. Üstlerinde oluşan her şekli ezbere biliyordum. Sonra bir gün Kaya bana intikamımın burda bitmediğini daha iyi fikirleri olduğunu söylemişti. Beni hangi duygudan vuracağını o kadar iyi biliyordu ki hemen toparlanmış ve kabul etmiştim.

Kaya videoyu bir gün bile sürmeden, her nasıl olduysa yok etmeyi başarmıştı. O zamanlar Luna'yı görmeye gidemiyordum. Benim için Çağlar gidiyor ve ona benim iyi olmadığımı, Güneş'in ölümünü kaldıramadığımı söylüyordu. Kendimi toparladıktan hemen sonra videoyu aramıştım. Her tarafı o kadar güzel temizlemişti ki hiçbir iz bırakmamıştı. Bende ona güvenip unutmaya çalışmış ve sadece işime odaklanmıştım.

Geçmişin hiçbir zaman peşini bırakmayacak Gece! Tıpkı bir gölge gibi her zaman seni takip edecek.

Kafamı hızla iki yana salladım. Daha fazla düşünmemeliydim. Ufak bir araştırma kafamı dağıtmama yardımcı olabilirdi. Bilgisayar başına geçtim ve parmaklarımı klavyeye dokundurup; Araf Demirkan yazdım.

Demirkanlar benim en büyük avımdı. Onları bitirmek için ilk başta etraflarında ki onlara çalışan pislikleri temizlemem gerekiyordu ve bende bunu başarıyla yapıyordum. Demirkanlar inşaat sektörü altında, onlara çalışan birçok paravan şirket gibi uyuşturucu kaçakçılığı yapıyordu. En büyükleri Harun Demirkan ve üç ortağıydı. Yaptıkları sevkiyatların haddi hesabı yoktu. Kara parayı aklayıp servetlerine servet katıyorlardı ve yıllar geçtikçe güçleniyorlardı. Başlarında olan Harun Demirkan kirli bir iş adamıydı ve her türlü pis işi şirketlerini kullanarak yapıyordu. Ama bir oğlu olduğunu henüz daha yeni hatırlıyordum.

Bütün bilgisayarlarım da ayrı şekilde resimler ve bilgiler dökülmeye başladı. Önüme düşen bilgilerde dikkatle gözlerimi gezdirdim. Ama hiçbir halt yoktu.

Önüme düşen bilgilerde sadece Mimar Araf Demirkan yazıyordu. Kaşlarımı çattım. Hakkında hiçbir haber yapılmamıştı.

Acaba Araf Demirkan'da babası gibi işini paravan olarak mı kullanıyordu? Ama Kaya en büyük düşmanı demişti. Ne oyunlar dönüyordu acaba?

Bütün soruları bir kenara atıp ayağımla sandalyeyi kaydırarak bir diğer bilgisayara geçtim. Sonunda birkaç fotoğrafını bulmuştum. Gözlerimi kısıp incelemeye başladım.

İlk gördüğüm fotoğrafta bütün Paris ayaklarının altındaydı ve arkasına aldığı Eyfel Kule'si ışıl ışıl parlıyordu. Özenle yana yatırılmış gür saçları, şekilli kaşları, uzun ve sık kirpikleri simsiyahtı. Hafif kalkık burnu ona ayrı bir hava katıyordu ve gözleri... Gözleri bütün siyahlığına tezat şekilde maviydi ve fotoğrafta bakışları kısık olsa da parlaklığı bana kadar ulaşıyordu. Siyah boğazlı kazağın üstüne bir kaç tane gümüş kolye takılmıştı, altında siyah pantolon ve siyah spor ayakkabılar vardı. İki elini arkasındaki tırabzana ters bir şekilde yaslamış, bir ayağını diğer ayağının üstüne getirmiş gülümseyerek poz veriyordu.

Etkileyici bir görüntüsü vardı ve insanın baktıkça bakası geliyordu. Gözlerinde lens var gibi gelmişti. Gözlerinden bananeydi ya!

Kafamı iki yana sallayıp sandalyeyi kaydırarak diğer bilgisayarın önüne geldim. Çok ufak birkaç bilgiye daha ulaşmıştım. Liseyi ve Üniversiteyi Fransa'da okumuş ve birinciliklerle bitirmişti. Ayrıca Paris'te mimarlık bölümünü dereceyle bitirmişti. Sanırım soyadının vermiş olduğu torpille, bütün bilgileri gizleniyordu.

Oflayarak diğer bilgisayara geçtim, burda da istediğim detaylar yoktu. Kendi araştırma yöntemlerimi kullanacaktım. Bu kadar bilgi yeterli değildi, bunları zaten herhangi biri de girip bulabilirdi. Ben daha derine inmek istiyordum. Araf Demirkan sıradan bir mimar değildi, bu kadar kirli işlerle uğraşan bir aileye sahip olupta temiz kalmak pek mümkün görünmüyordu ve ben hislerimde kolay kolay yanılmazdım.

Birkaç saatin sonunda bütün vücüdum uyuşmuştu. Yaptığım detaylı araştırma hem beynimi hemde gözlerimi yormuştu. Spor salonuna gidecektim ve Araf Demirkan sporumdan daha önemli değildi. Araştırmayı bir kenara bırakıp sandalyeden kalktım, her tarafım tutulduğu için kollarımı açıp birkaç esneme hareketi yaptım daha sonra yere attığım montumla çantamı aldım ve çıkmak için merdivenlere yöneldim.

Askılığı kenara itip çıktığımda ışıklar kapalıydı. Gizli kapıyı kapattım ve askılığı tekrar eski haline getirdim. Kolumdaki saate baktığımda kapatmak için henüz erken olduğunu fark ettim. Çantamdan telefonumu çıkradım ve Çağlar'ı aradım. Birkaç çalış sonunda açılmıştı ama açtığı an sesi nefes nefese geliyordu.

"Efendim Gece, bir şey mi oldu?" dedi, nefesini düzene sokmaya çalışarak tane tane.

"Asıl benim sana sormam lazım. Erken kapatmışsın bir sorun mu var?" dedim çıkış kapısına doğru yürürken.

"Bugün antreman günüm o yüzden biraz erken kapattım," dedi, hızlı nefesler alıyordu. Sanırım koşu bandındaydı.

"Tamam, bekle o zaman bende geliyoru," dedim.

"Bekliyorum güzelim çabuk gel," dedi ve telefonu kapattı.

Düğmeye basıp kepengi geçebileceğim kadar yukarı çıkarttım ve kuru temizlemeden çıktım. Yürürken çantamdan anahtarları çıkarıyordum. Arabam görüş alanıma girdiği an kapıları açtım. Sürücü koltuğuna yerleştiğim gibi hava çok soğuk olduğu için direkt klimaları açtım. Radyoyu da açtığım da gaza basıp spor salonuna sürdüm.

🌑

"Kızım manyak mısın?! Yeter artık çürüttün torbayı," dedi Çağlar. Kum torbasının arkasına geçmiş sıkıca tutuyordu ve vurduğum her darbede kendisi de kum torbasıyla birlikte geriye savruluyordu.

"Daha sıkı tut," dedim ve bütün gücümle bir darbe daha indirdim. Yaklaşık dört saattir burdaydım ve iki saatini kum torbasıyla geçirmiştim. Fazlasıyla yorulmuştum, bacaklarım ve ellerim acımaya başlamıştı ama durmak istemiyordum. Her vuruşumda kafamın içindeki kibirli canavar biraz da olsa susup beni rahat bırakıyordu ve karşı konulamaz öfkem diniyordu. Bir darbe daha indirdim. Karşımdaki kum torbasını Kaya olarak hayal ediyor ve daha kuvvetli vuruyordum. Kimse beni tehdit edemezdi. Bir darbe daha. Kimse bana ihanet edemezdi. Bir darbe daha. Kimse benim arkamdan iş çeviremezdi. Bir darbe daha ve bir darbe daha...

Nefesim kesilene kadar yumruklarımı geçirdim. En sonunda artık ellerimi acıtmaya başlayan eldivenleri bir kenara attım ve yerdeki şu şişesini alıp kana kana içtim o sırada Çağlar kum torbasının arkasından ayrılmıştı.

"Sen harbiden kafayı yemişsin!" dedi havluyu uzatırken. Koyu kahve saçları terden alnına yapışmıştı. Üstünde yapılı vücudunu gösteren siyah tişört altında ise siyah şort vardı. Koşu bandındayken sayamadığım kadar kız yanına gelip sorular sorduğu için doğru düzgün konuşamamıştık. Bende en sonunda daha fazla dayanamayıp kulaklığımı takmış ve müzik dinlemiştim.

Elindeki beyaz havluyu alıp boynumdan aşağıya doğru akan terleri sildim. "Baya iyi geldi," dedim gülerek. Hayluyu çantama koyup kalktığımda Çağlar tam önümde durmuştu.

"Amcamla ne konuştunuz?" dedi dan diye. Kollarını göğsünde kavuşturmuş gözleri merakla kısılmıştı.

Şu an da ona anlatamazdım neler olduğunu ama bir gün her şey bittiğinde amcasının ne mal olduğunu söyleyecektim. Eğer şimdi anlatırsam gidip Kaya'dan hesap soracağını biliyordum.

Kenardan çıkmış saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdım ve konuşmak için boğazımı temizledim. "En son yaptığımız iş için konuştuk. Ufak bir pürüz çıkmış ama hallettim sorun yok," dedim dümdüz sesimle.

Gözleri şüpheyle biraz daha kısıldı, dudakları içe doğru kıvrıldı ve kafasını salladı. "Yardıma ihtiyacın var mı?" dedi omuzlarımı tutarak.

Kafamı iki yana salladım. "Yok, hallettim dedim ya," dedim gülümseyerek. Benim için her zaman endişelendiğini ve bir gün ifşa olmamdan korktuğunu biliyordum. "Ben eve gideyim artık, yorgunluktan bayılacağım neredeyse," dedim. Çantamı yerden alıp içindeki hırkayı üzerime geçirdim ve çantayı omuzlarıma taktım.

"Birlikte çıkalım," dedi, kendi çantasını yerden alıp omuzlarına takarken.

Dışarı çıktığımızda kuvvetli bir rüzgar vardı. İçimde siyah sporcu atleti altımdaysa siyah tayt vardı ve ben donuyordum. Ellerimi hırkamın cebine soktuktan sonra Çağlar'a döndüm. Hiçte üşüyormuş gibi görünmüyor, halinden memnun bir şekilde yürüyordu.

"Niye üstüne bir şey almadın?Donacaksın öyle," dedim, hızla arabaların olduğu kısıma yürürken.

Ufak bir kahkaha attı ve saçlarını elleriyle havaya kaldırdı. "Ben donmam güzelim, baksana şu kaslara," dedi, kollarını kaldırıp pazularını göstererek.

"Kaslarının seni ısıtıyor olmasını düşünmen çok komik," dedim, yaptığı harekete gözlerimi devirerek.

"Kosloronon sono ısotoyor olmosono döşönmön çok komok," dedi ağzını şekilden şekile sokup benim taklidimi yaparak.

Kaşlarımı çatıp ona baktım. Soğuktan kızarmış olan ellerimi hırkamdan çıkardım ve omzuna hızla yumruk geçirdim. "Siktir git Çağlar!" diye bağırdım sinirle.

Arabaların yanına gelmiştik. Kendi kapımı açaçağım sırada Çağlar yanıma yaklaşıp yanağımdan makas aldı. "Tamam, tamam kızma hemen kara kedi," dedi ve hızla yanımdan ayrılıp kendi arabasına bindi. Eğer soğuktan donmuyor olsaydım kara kedi ne demekmiş gösterirdim ben ona. Liseden beri bana böyle sesleniyordu ve beni deli ediyordu. Sinirle arabaya binip çalıştırdım ve eve sürdüm.

🌑

Sabah güneşi o muhteşem güzelliğiyle dağların ardından ışıldamaya başlıyordu. Herkes için yeni bir gün ve yeni umutlar... Benimse güneşim yıllar evvel batmış bir daha da doğmamıştı. Gece'nin karanlığını aydınlatan ve her doğuşunda insanı biraz daha büyüleyen Güneş, bir gece vakti bir daha hiç doğmamak üzere batmış, beni tamamen karanlığa hapsetmişti. Artık sadece geceler vardı, karanlık ve soğuk geceler...

Elimdeki kahvenin sıcak dumanı burnuma ulaşıyor ciğerlerime yayılıyordu. Boydan aşağı cam olan pencerenin önünde durmuş ayaklarımın altındaki manzarayı seyrediyordum. Sabaha kadar gözümü dahi kırpmamıştım. Kaçıncı kahve bardağıydı elimde tuttuğum bilmiyordum bile. Küllüğün içindeki sönmüş sigara izmaritleri bir paketi geçmişti. Kâbuslar uyumama müsade etmiyordu, bende bayılma kıvamına gelene kadar uyumuyordum.

Dün eve gelir gelmez sıcak bir duş almıs pencerenin karşısındaki puf koltukta sabaha kadar oturmuştum. Luna çocukluğundan beri erken yatmaya alışık olduğundan hemen uyumuştu.

Omuzlarımın üstündeki ince pikeyi yavaşca koltuğun kenarına bıraktım. Kolumdaki saate baktım; Luna'nın uyanmasına biraz daha zaman vardı. Telefondan müzik açtım ve tezgahın üzerine bıraktım. Kollarımı sıvayıp kahvaltıyı hazırlamaya başladım.

Çaydanlığı masaya bırakırken gözlerimi sofrada gezdirdim o sırada televizyonu açan Luna'yı gördüm.

"Televizyonu açmazsan olmaz mı?" dedim mutfağa geçip ekmekleri getirirken.

"Sana da günaydın abla!" diye tiz sesiyle bağırdı arkamdan.

Ekmekleri de masaya koyduğumda elimle oturması için işaret ettim. "Otur bakalım prenses," dedim, kendi sandalyemi çekip otururken.

"Eline sağlık ablaların en muhteşemi!" dedi ve eliyle öpücük yolladı. Tabağına kahvaltılıkları doldururken bir an çatalını bırakıp bana baktı. "Sen yine sabaha kadar uyumadın değil mi? Abla psikolojik tedavi alman lazım. Yatağından bağırarak uyanıyorsun, neredeyse her sabah kusuyorsun bunlar normal şeyler değil," dedi. Gözlerine endişe bulaşmıştı.

"İyiyim ben sıkıntı yok." Tabağıma bir kaç kahvaltılık aldım. Bu konuda konuşmak istemiyordum.

"İyi falan değilsin. Birlikte yaşadığımız zamandan beri eve gece geç saatlerde geliyorsun, hatta bazen sabahları geliyorsun. Uyuduğun zamanlarda kâbuslarla uyanıyorsun, kusuyorsun. Bunlar iyi mi sence abla?" dedi. Sesindeki tınıyı ve gözlerindeki bakışı anlamıştım; sonumun diğer ablası gibi olmasından korkuyordu.

"Ne konuştun be Luna! Yemeğini ye hadi," dedim her zamanki gibi geçiştirerek.

"Yine aynı şeyi yapıyorsun!" Yüksek sesi karşısında kaşlarımı kaldırdığımda oflayıp yemeğine geri döndü.

"Bana anlatacağın şey konusunda emin oldun mu yoksa hala kararsız mısın?" dedim çatalımla tabağından peynir alırken. Aramızın bozuk olmasına dayanamıyordum. Kafasını kaldırıp bana baktığında gülümsedim.

"Emin oldum ama yemeğe çıktığımız gün söyleyeceğim," dedi, soğuk çıkan ses tonuyla. Çayından bir yudum alıp arkasına yaslandı.

"Peki," dedim sandalyeden kalkarken. "Yemeğe çıktığımızda konuşalım. Benim şimdi hazırlanıp çıkmam lazım." Masanın etrafında dolanıp yanağına öpücük bıraktım.

"Okula gitmiyor musun?" dedi, şüpheci bir tavırla gözlerini kısarak. Anlaşılan bugün sorgu günüydü.

"Dışarda bir kaç işim var," dedim gülümseyerek. "Sende güzelce kahvaltını yap ve sonra masayı topla. Bir de bugün arkadaşlarınla git okula çünkü bugünlük seni bırakamayacağım." Arkamı dönüp hazırlanmak için odama yürüdüm.

"Of abla of !" Luna'nın sesini duydum ama cevap vermeyip hazırlanmaya gittim.

🌑

Vestiyerin yanındaki aynadan saçlarımı düzeltirken aynı zamanda saati kontrol ediyordum. Düzleştirdiğim saçlarım neredeyse kalçalarıma değiyordu. Üstümdeki siyah, kazak elbisenin kemerini düzelttim ve kabanımı alıp üzerime geçirdim. Oturup çizmelerimi de giydim ve son kez aynaya baktıktan sonra kapıyı kapatıp çıktım.

Evdeyken Kaya'dan mesaj gelmişti, sevgili Araf Demirkan teşrif etmişler ve beni bekliyorlarmış, bu yüzden arabaya bindim ve direkt kuru temizlemeye sürdüm.

Arabadan inip kapıları kilitleyeceğim sırada köşede duran siyah Rolls Royce dikkatimi çekti. Araf Demirkan bu arabayı buraya sokacak kadar salak olmalıydı herhalde çünkü etrafta koruma falanda görünmüyordu. Arabanın yanından geçip kuru temizlemeye girdim. Çağlar kasanın önünde elindeki telefona kaşları çatık bir şekilde bakıyordu.

Ses çıkarmadan yanına ilerleyip saçlarından çektim. Dünün intikamını almalıydım sonuçta. Şaşkınlıkla gözlerini açmış bana bakıyordu, özenle yaptığı saçlarını bozacaktım. "Dün söylediğin kelimeyi bir daha söyle bakayım!" dedim, hem saçlarını çekiyor hem de karıştırıyordum.

"Bıraksana kızım saçlarımı! Ben sabah kaç saat uğraştım onlarla biliyor musun?" diye bağırıp ellerimden kurtuldu.

"Oh! Bugün de kızlarla flört edemeyeceksin. Senin de cezan bu olsun. Bir daha da bana o kelimeyi kullanırsan seni hepten kel bırakırım," dedim tehditkar bir şekilde parmağımı sallarken.

Aynanın karşısına geçip saçlarını düzeltemeye çalışıyordu. "Sen onu bunu bırakta aşağıda bir adam var, kim o? "

"Yeni çalışanımız," dedim ve göz kırptım.

"Ne?!"

"Seni şok olmuş bir şekilde bırakıyor ve malesef aşağıya iniyorum. Daha fazla bekletmeyelim Beyfendileri," dedim gülerek. Çağlar'ı şaşkın bakan gözleriyle arkamda bıraktım ve gizli bölüme doğru yürüdüm.

Son basamak merdiveni de indiğimde arkamı döndüm ve koltukta oturan O'nu gördüm. Araf Demirkan'ı.

Topuklu çizmelerim yerde ses çıkarırken ikisinin de bakışları beni bulmuştu. Kaya'nın gülümseyerek bana baktığını gördüm. Araf Demirkan'sa kaşlarını çatmış mavi gözlerini kısmıştı. Omuzlarımı diklestirdim, kendinden emin ve sert adımlarla onlara doğru yürüdüm.

"Araf Demirkan, sizi burda görmek ne büyük şeref!" dedim abartılı çıkan ses tonumla.

"Tanışıyor muyuz?" dedi kibar ama aynı zamanda da baskın sesiyle. Sesi kadifemsi ve pürüzsüzdü, açıkçası böyle bir ses tonu beklemiyordum.

Gülümsedim, henüz beni tanımıyordu. Tam ağzımı açıp konuşacakken Kaya ayağa kalkıp yanıma geldi ve elini koluma sardı. "Ben tanıştırayım sizi," dedi keyifli çıkan sesiyle daha sonra eliyle beni gösterdi.

"Gece Yücesoy, nam-ı diğer Ateş."

...

Bölüm sonunu nasıl buldunuz? Düşüncelerinizi buraya yazabilirsiniz.

Bir sonraki bölüme kadar sağlıcakla kalın! <<3

 

 

Loading...
0%