Yeni Üyelik
5.
Bölüm

4. NEFES KESEN HARELER

@lavesta_a

Herkese merhabaaa!!

Keyifli okumalarr🙃

🎧;

Soft Core, The Neighbourhood

People You Know, Selena Gomez

Control, Halsey

Bir şeylerin yoluna girmesi için, her şeyin raydan çıkması gerekir bazen.

Ts Eliot.

🍃

Dört bir yanımdan dökülen kodlar başımı döndürüyordu. Masaların arasında dolanırken istemsizce gülümsüyordum. Klavyelerin üstünde usulca parmaklarımı gezdirdim. Her bir tuş bana cesaret veriyordu. Bütün zorlukların nasıl üstesinden geldiysem bunun da gelirdim. 14 yaşımdan beri arkadaşım, sırdaşım olan bilgisayarlar hiçbir zaman beni yüzüstü bırakmamıştı.

12 yaşımdan bu yana hayal kurmayı yasaklamıştım. Ama bazen düşünmüyor değildim. Ailem yaşasaydı daha iyi yerlerde olur muydum diye. Gerçi şuan bulunduğum konumdan mutsuz değildim. Ama onlar olsaydı her şey daha legal olurdu büyük ihtimalle. Onlar yaşasaydı belkide üst düzey bir bilgisayar mühendisi olurdum... Kim bilir? Sırf bunları düşünmemek için hayal etmiyordum. Çünkü imkansızdı, ne onlar bir daha dirilebilirdi ne de ben eskisi gibi o masum kızları olabilirdim.

Bütün masaların arasından dolandıktan sonra projeksiyonun yansıtıldığı duvarın önüne geldim. Arkamı döndüğümde son masanın önünde kocaman bir vazo vardı. Gözlerim şaşkınlıkla kısıldı çünkü vazonun içinde taze Kara güller vardı.

Parmaklarımı yumuşacık yapraklarının üstünde gezdirdim. İç gıcıklayıcı dokusu içimi ürpertiyordu.

Gözlerimi güllerden ayırıp Araf'a diktim. En köşede duvara yaslanmış kollarını birbirine bağlamıştı. Ona doğru yürümeye başladım. "Bu kadar romantizme gerek yoktu Demirkan," dedim gözlerinin içine bakarak.

Duvarın yanından ayrıldı ve tam önümde durdu. "Romantik olsaydım Kara gül almazdım Gece, merak etme. Onlar senin simgen olduğu için ordalar," dedi kafasını eğip gözlerini kısarak. Ses tonu boğuktu.

Omzumu silkip etrafında dolandım. "Burasını yeni mi tasarladın yoksa uzun zamandan beri var olan bir yer mi?" diye sordum. Tekrardan bilgisayarların arasında gezmeye başlamıştım.

Araf üzerindeki ceketi çıkardı ve sandalyenin ucuna astı. "Hepsi senin için tasarlandı," dedi sigarasını yakarken. Sesi umursamaz geliyordu.

Hızla yanına yürüdüm. "Nasıl yani? Hepsi bir günde hazırlanmış olamaz," dedim kafamı iki yana sallayarak. Saçmalıktı bu. Aylar gerektiren bir hazırlık olduğu ortadaydı. "Kendinden çok emindin herhalde seninle çalışacağım konusunda?" diye sordum kaşlarımı çatarak.

"İleri görüşlü biriyimdir," dedi göz kırparak. Sigarasından kocaman bir duman aldı ve havaya doğru üfledi. "Ayrıca evet her şey çok hızlı bir şekilde hazırlandı. Çünkü zaman kaybetmemiz lazımdı. Ve ev zaten daha önce hazırdı sadece buranın tasarlanması biraz zamanımızı aldı." dedi dümdüz ses tonuyla. Köşede duran ve benim şimdi fark ettiğim lacivert koltuklara doğru yürüdü. Bende peşinden ilerledim. Dört koltuğun ortasına ahşap sehpa konulmuştu ve üstünede vazoda Kara gül eklenmişti. Geçip koltuklardan birine oturduğunda bende karşısına oturdum.

Öylece birbirimize bakıyorduk. Gözlerinde yorgunluk vardı. Bakışları baygındı ve gecenin başında parıldayan lacivertleri şimdi karanlığa gömülmüşlerdi. Hatta sanki ilk gördüğümden farklı şekilde göz rengi koyulaşmıştı. Bu nasıl oluyordu bilmiyordum ama ilk karşılaştığımızda daha açıktı. Lens olduğuna dair şüphelerim doğru çıkıyordu işte.

"Ee şimdiki planın ne?" dedim aramızdaki sessizliği bozarak. Gözlerimi kaçırıp vazodaki güllere baktım.

İnatla gözlerime bakmaya devam ediyordu. Öyle bi' bakıyordu ki, sanki içimdeki her şeyi görebiliyormuş gibi. Daha sonra hafifçe tebessüm etti ve sonunda bakışmamıza son verdi. "Bugünki olaydan sonra benim halletmem gereken birkaç işim var," dedi ses tonundaki hoşnutsuzlukla. Elinde tuttuğu çakmağı çeviriyordu. "Ama sen burda kalıp çalışabilirsin yani düzenini falan ayarlarsın. Ya da... hayır," dedi bi' anda. Etrafa hızlıca göz gezdirdi. Ve tekrar birkaç saniye gözlerime baktı. "Bence bugün çalışma. Yani etrafta koruma yok... Bende yokum. Burayı iyice koruma altına almam lazım o yüzden yarın gelip düzenini ayarlarsın," dedi hızlıca.

İki söylediğinden biri diğerine uymuyordu. Buna alışmam lazımdı herhalde. "Bunca yıl korumasız ve sensiz çalıştım Demirkan." dedim, özellikle sen kelimesine vurgu yaparak. Çünkü bunca zaman kimsenin yardımına ya da korumasına ihtiyaç duymamıştım. Minnet duygusundan nefret ediyordum. "Çalıştığım yeri sen de gördün, o kadar korunaklı değil. Sadece kimsenin tahmin edemeyeceği bir yerde," dedim tane tane.

"İşimi riske atamam o yüzden tam korumalı bi' alana ihtiyacım var. Sende bana ayak uydur," dedi yorgun olduğu belli ses tonuyla. Beni ikna etmek istiyor fakat zorlamak istemiyordu bunu bakışlarından anlayabiliyordum. Cebinden sigara paketini çıkardı. İçinden bir dal çıkarıp yaktı ve bana uzattı. Uzun ince parmaklarının arasında duran ve az sonra düşecekmiş gibi olan sigarayı alıp dudaklarıma götürdüm. Ben ciğerlerime öldürücü dumanı gönderirken kendisi konuşmaya devam etti.

"Gece bak; ben bu işin gerçekten bitmesini istiyorum. Bu yaptığın diğerlerinden daha zor, daha tehlikeli olacak çünkü bu sefer etraftaki piyonları değil vezirin kendisini yok etmeye çalışıyoruz." dedi kendinden emin ses tonuyla. Tekrar gözlerime baktı ama bu sefer hemen kaçırmıştı lacivertlerini. Ağzının ucuna bir şey gelmiş ve söylememişti. Daha sonra ayağa kalktı ve sandalyede duran ceketini eline aldı. "Hadi kalkalım artık saat geç oldu. Seni de eve bırakırım. Pazartesi de benimle aynı saatte şirkette olman lazım. Sana göstermelik bir kaç iş veririm sende o sırada güvenliğe sızmaya çalışırsın." dedi odanın kapısını açarken.

Bende hızla sigaramı söndürüp ona yetiştim. "Sen sızmaya çalışsana. Babanın şirketi değil mi? Sonuçta senin daha kolay yapabilmen lazım." dedim önüne geçip arka arkaya yürüyerek.

Kaşlarını şaşkınlıkla çattı. "Ben kod yazmaktan, kara para aklamaktan falan anlamam. Hem anlasaydım seninle çalışamazdım." dedi bir kapıyı daha açarken. "Yani çalışmamıza gerek kalmazdı." dedi cümlesini düzelterek. Kendine kendine konuşuyor gibiydi.

Tekrardan önüne geçtim ona yetişerek. "Nasıl yani, hiç mi bilmiyorsun?" diye sordum kaşlarımı kaldırarak. Bence kolay olan kodları yazmayı ya da düşük paraları aklamayı falan bilmeliydi. Araf Demirkan'ın illegal olan tarafını elbet bulacaktım.

"Sen ev çizip tasarlayabilir misin?" diye sordu dan diye. Üstelik kollarını bağlamış ciddiyetle bakıyordu. Şu an yüz ifadesi o kadar komikti ki tıpkı ona üstünlük taslamaya çalışan çocuklara kendini savunuyor gibi görünüyordu. Gülmemek için kendimi zar zor tutuyordum.

Saçlarımı tek omzuma aldım. "Hayır ama en azından çizim yapmasını biliyorum." dedim ciddi kalmaya çalışarak.

Tek kaşı havaya kalktı. "E tamam bende bir kaç tane bilgisayar oyunu oynamasını biliyorum. Sayılır mı?" dedi meydan okur tonda.

Daha fazla kendimi tutamayıp kahkaha atmaya başladım. Araf'ta bir anda benimle gülmeye başlamıştı. Sanırım üst üste gelen olaylar sinirimi bozmuştu. Neye güldüğümü bile unutmuştum bi' an. Ben hâlâ gülerken Araf durmuş beni izliyordu. Gözlerini kısmış dudaklarını birbirine bastırmıştı. Daha sonra kendime gelip kafamı iki yana salladım.

"İki kadeh şampanya çarpmış olamaz herhalde değil mi ?" dedi Araf hâlâ tebessüm ederek. Bilmiyordum olabilirdi. Çünkü uzun zamandır böylesine güldüğümü hatırlamıyordum. Belkide içkime ilaç atmışlardı. Ya da kafam güzel olmuştu ve ben saçmalıyordum.

"Gayette olabilir. Yani içkime ilaç atmış olabilirsin." dedim içimden geçeni söyleyerek. Şu söylediğime benim bile inanasım gelmemişti.

"Aynen, tanıştığımıza memnun oldum bende Nuri Alço." dedi Araf, bütün ciddiyeti bozarak kinayeyle. Daha sonra kafasını iki yana sallayıp en sondaki kapıyı açtı ve gizli kısımdan çıktı.

O kadar çok gülmüştüm ki şimdi şu söylediğine gülemiyordum. Üstelik pekte komik sayılmazdı. Ben ciddi manada sormuştum kendisi benimle dalga geçiyordu. Gözlerimi devirip peşinden ilerledim ve gizli kısımdan çıktım. Bende çıktığımda kitaplığı eski haline getirdi ve sol tarafta kalan merdivenden inmeye başladı. Bu seferde beni mahzen gibi bir yere falan mı götürüyordu? Olabilirdi, Demirkan soyundan gelen herkesten her şeyi beklerdim.

Bende hemen Araf'ı takip edip merdivenlerden inmeye başladım. Önden yürümesine rağmen nasıl beni görüyordu bilmiyordum ama tekrar "Dikkatli ol," demişti inerken.

Ama bu sefer indiğimiz yer sandığım gibi mahzen değil ufak bir botanik bahçeydi adeta. Ya da kış bahçesiydi. Burnuma dolan yasemin çiçeklerinin keskin kokusu başımı döndürmüştü. Sağ tarafta şömine vardı ve onun hemen yanına ahşap sallanan sandalye konulmuştu. Sol kısımdaysa ahşap masa ve sandalyeler dizilmişti. Orta alanda bej rengi koltuk takımı vardı ve ortada zigon sehpa üstünde de vazodan dışarı sarkan yaseminler vardı. Bahçenin kenarlarına birçok beyaz ortanca, karanfil ve kırmızı güller konulmuştu. İçerisi tamamen camdı ve üstlerinden sarkan yeşil süs bitkileri ayrı bir hava katıyordu. İnanılmaz görünüyordu, tıpkı farklı bir dünya gibi. Hatta dünyadan kopmuş birinin yaşayacağı bir yer gibi. Sanki benim gibi...

"Burası... Burası çok güzel." dedim yutkunma ihtiyacı hissederek. Mest olmuştum. İnkar edemeyeceğim kadar kendimi buraya ait hissetmiştim.

"Öyle. Her detayına ayrı uğraşıldı çünkü." dedi Araf boğuk ses tonuyla. Bana bakmıyor arkasını dönmüş beyaz ortancaların yapraklarını okşuyordu. "Çalıştıktan sonra tekrardan yukarı çıkmana gerek yok. Buranın kapısından garaj kısmına çıkabilirsin. Çok yorulursan ya da orası seni çok sıkarsa gelip burda da dinlenebilirsin," dedi. Hâlâ bana bakmıyor gülleri kokluyordu.

Bir şey söylemeyip taze olan yaseminlerin kokusunu içime çektim. Bazı an' lar çok tuhaf davranıyordu. Daha onu tanıyalı bir gün bile olmamıştı, bakışlarından ne anlam çıkarmam gerektiğini bilmiyordum. Onu çözmem uzun sürecek gibi geliyordu. Bana döndüğünde cam kapıyı açtı ve geçmem için yol verdi.

Kış bahçesinden çıktığımızda hafif yağmur çiseliyordu. Garaj kısmına geçtik ve Araf köşede duran gri Bentley'e doğru yürüdü. Binmem için kapıyı açtı, ben bindikten sonra kendiside yerleşti ve arabayı garajdan çıkardı.

Yol boyunca yine sessizdik. Cama vuran yağmur damlaları ve radyodan gelen klasik müzik sesi bize eşlik ediyordu. Arabanın içi acımsı karanfil kokuyordu ve bu koku beni sakinleştirip mayıştırıyordu. Her zaman öyle olmuştu zaten. Anılarım beynimin kıvramlarına hücum etmeye başlamışlardı fakat ben buna izin vermeyecektim. Hatırlamayacaktım. Yasaktı, acıydı, özlemdi, pişmanlıktı. Kalpsizin tekine dönüşmek isterdim. Öyle olsaydım... Yani her histen kendimi mahrum bırakıp ruhsuz bir robota dönüşseydim, her şey daha kolay olurdu. Kaybettiklerimi özlemez, ihanetleri çabuk affederdim.

Siteye giriş yaptığımızı görünce kendimi toparladım. Araf yol boyunca yüzüme hiç bakmamış hiç konuşmamıştı, bakışları dalgındı. Hatta bence bi' an yanında oturduğumu unutmuştu. Niyeyse ne düşündüğünü, içinden neler geçtiğini çok merak ediyordum. Bugün yaşadığı olaydan sonra bana karşı hiçbir şey yaşanmamış gibi davranmıştı ama olayı atlatamadığını biliyordum. Babasının Melis Ataman'la nişanlandığını duyurduğu an ki o şoka uğramış surat ifadesi gözümün önünden gitmiyordu. Aile meseleleri beni ilgilendirmiyordu sadece bu durumun benim işimi zorlaştıracağından kuşkulanıyordum. Umarım Araf Demirkan kafasını bir an önce toparlardı.

Arabayı durduğunda lacivertlerini benimle buluşturdu. "Gece," dedi tok sesiyle. Gözlerimin tam içine bakıyordu. Sanki uzun zamandır adımı söylememişti ve sanki ben adımı ilk kez zikretmiş gibi hissetmiştim. "Bugün sana arabada bağırdığım için kusura bakma. Sinirlerim gerilmişti tutamadım kendimi. Bir daha olmaz." dedi sanki kendine söz verir gibi.

Yutkundum. "Önemli değil," dedim sakince. Gözlerimizi ayıramıyordum. "Yaşadığın olayın şokuna bağlıyorum. Sorun yok." dedim omuzlarımı kaldırıp indirerek. Belli belirsiz gülümsedi ve kafasını salladı. "Ben gideyim artık, pazartesi şirkette görüşürüz." dedim sonunda gözlerimizi ayırarak. Arabanın kapısını açıp indim.

"İyi geceler rose noire." dedi ve göz kırptı kapıyı kapatmadan önce.

"İyi geceler Ortak." dedim ve kapıyı kapattım. Binaya doğru yürümeye başladığımda Araf hâlâ gitmemişti. Yürürken içime derince toprak kokusunu çektim. Binaya girdiğim an arabanın çalıştığını duydum. Sanırım şimdi gitmişti.

Asansöre bindim ve kendi katıma çıktım. Asansörden indiğim gibi hemen kapıyı açıp içeri girdim. Çabucak ayakkabılarımdan kurtulup salona geçtim. Direkt kendimi tekli koltuğa bıraktım ve önümdeki pufa ayaklarımı uzattım. Işıklar kapalı olmasına rağmen bu saate kadar neden açık olduğunu anlamadığım televizyonun ışığı bütün odayı aydınlatıyordu. Ayağa kalkıp kumandayı aldığım sırada köşedeki L koltukta uyuyan kardeşimi gördüm. Televizyonu kapattım ve odasından battaniye getirip üzerini örttüm. Büyük ihtimalle benim eve gelmemi beklemişti. Erken uyumaya alışık olduğu içinde dayanamamış ve uykuya dalmıştı. O kadar güzel uyuyordu ki yatağına kaldırmaya bile kıyamıyordum. Yanından kalktım ve duş almak için kendi odama gittim.

Duş almış, lacivert geceliğimi giyinmiş mutfakta kahve yapıyordum. Makineden çıkan sıcacık kahveyi bardağa boşalttım ve tekrar odama gittim. Kahveyi yanımdaki komedinin üzerine bıraktım ve sırtımı yatak başlığına yaslayıp labtop'umu dizlerimin üzerine çektim. Ufaktan planlarıma başlamam lazımdı. Boynumu iki yana çıtlattım ve parmaklarımı artık ezbere bildiğim sihirli harflerin üzerinde gezdirmeye başladım.

 

     🌑       

​​​​​​Sabahın ilk ışıkları pencereden sızınca bende son rötuşlarımı yapıyordum. Kahvemden son bir yudum alıp bilgisayarımı kapattım. Bütün vücudum hareketsiz kaldığım için uyuşmuştu. Ayağa kalkıp esneme hareketleri yaptım ve perdelerimi sonuna kadar açtım. Etrafı toplarken odamın kapısı hafifçe açıldı ve arkasında Luna göründü. Saçları dağılmış, gözlerini ovuşturuyordu.

"Günaydın," dedim gülümseyerek. "Saat daha çok erken. Neden bu saatte uyandın?" Yatağımı düzeltirken Luna kapıya yaslanmıştı.

"Ne zaman geldin?" diye sordu direkt. Rolleri değiştirmiştik herhalde.

"Gece yarısını çoktan geçmisti. Geldiğimde yatıyordun bende uyandırmak istemedim." dedim saçlarımı topuz yaparken. Üstüme lacivert sabahlığımı giyindim.

"Yine bütün gece uyumadın mı?" diye sordu kuşkuyla bakarken.

"Uyudum," dedim direkt yalan söyleyerek. "Bende senin gibi yeni uyandım zaten." dedim ve sabahlığın kuşağını bağladıktan sonra onu arkamda bırakıp odamdan çıktım. Bu kadar yalan söyledikten sonra gözlerine bakmak istemiyordum. Gözleri tıpkı anneminki gibi masum ve her şeye inanıyormuş gibi bakıyordu.

Salona geçtiğimde telefonumu çıkarıp Çağlar'ın numarasını tuşladım. Birkaç uzun çalış sonrasında sonunda açabilmişti. "Bizim yerde kahve içmeye gidiyoruz. Çabuk hazırlan, ben çıkıyorum." dedim açtığı gibi.

"Ne diyorsun Gece?" diye sordu uykulu sesiyle. "Daha kargalar kahvaltılarını etmedi ne kahvesi ya? Git kendin iç ne içeceksen." Pürüzlü sesinden dolayı söylediklerini zar zor anlıyordum.

"Ben gelip kaldırırsam fena olur. Gelmemi ister misin?" diye sordum tehditkar tonda.

"Hayır hayır gelme!" dedi telaşla. "Tamam kalkıp hazırlanıyorum. Yarım saate her zamanki yerdeyim." dedi ve telefonu suratıma kapattı. Bugünlerde herkeste bi' haller vardı.

Telefonumu koltuğa fırlatıp tekrar odama geçtim. Geceliğimi çıkarıp altıma siyah tayt, üstüme de siyah crop ve siyah hırka giyindim. Saçlarımı açıp taradım ve göz altlarımla ellerimdeki yaraları kapatıcı sürerek kapatıp odadan çıktım. Salona gidip telefonumu alacağım sırada Luna koltuğa uzanmış televizyon izliyordu.

"Luna ben çıkıyorum. Çağlar'la buluşup kahve içeceğiz." dedim telefonumu alıp hırkanın cebine koyarken. Luna sadece kafasını sallamakla yetinmişti. "Döndüğümde hazırlanmış ol yemeğe çıkacağız." Bana tekrar cevap vermemiş televizyon izlemeye devam etmişti. En sonunda pes edip vestiyere yürüdüm. Spor ayakkabılarımı giydim ve kapıyı kapatıp evden çıktım.

Binadan çıkıp arabama doğru yürüdüm. Bulutlar birleşmeye başlamış güneşi kapatmışlardı. Sanırım tekrar yağmur yağacaktı. Hızlıca arabaya binip gaza bastım.

🌑

Denizin hırçın dalgaları geçen gördüğüm kâbusu hatırlatıyordu. Gözlerimi kapattım ve keskin iyot kokusunu içime çekip ciğerlerimi açmasına izin verdim. Hiçbir şey düşünmek istemiyordum. Ne Kaya'nın bana ihanetini, ne Araf Demirkan'ın gizemli hallerini, ne de Luna'nın nazlı davranışlarını. Hiçbirini düşünmek istemiyordum. Her şey üst üste geliyor tıpkı bir çığ gibi büyüyordu. Hissediyordum bir gün o kocaman çığ üstüme yıkılacaktı.

Hayatıma bu sıralar tek bir kelime sığdıracak olsaydım bu kessinlikle yorgunluk olurdu. Yaşım genç olmasına rağmen yaşadıklarım beni çok çabuk yoruyordu. Ve bunlara rağmen ayakta durmamı sağlayan tek şey intikamdı. İntikam aldıkça içim soğuyor, içim soğudukça kalbimdeki ateş büyüyordu. Ve ben bu tuhaf paradoksun içinde sürekli dönüp duruyordum.

"Cafe au lait," dedi Çağlar düşüncelerimi bölerek. "Yani ne anlıyorsun ki bu kahveden? Her defasında senin için şehrin diğer ucuna geliyoruz." Elindeki sıcak kahve bardağını avuçlarıma bıraktı.

"Ne yapayım?" dedim omuzlarımı kaldırıp indirerek. "En iyisini burası yapıyor. Başka yerden içemiyorum." Gülümsedim ve kahvemden kocaman bir yudum aldım. Yoğun kahve tadıyla sütün muhteşem yumuşaklığı damağımı şenlendirmişti. Hayatına sadece kahveyle devam edeceksin deseler asla hayır demezdim.

Çağlar kafasını iki yana sallayıp oturduğum bankta yanıma yerleşti. İkimizde bir süre sessiz kalıp denizin dalgaları eşliğinde kahvelerimizi içtik. Sabahın erken saatleri olduğu için ve bizim geldiğimiz sahil kısmı izbe bir yerde olduğu için henüz kimseler yoktu. Sadece biraz ilerimizde duran siyah filmle çevrili araba dikkatimi çekmişti. Biz geldiğimizden beri oradaydı ve içindeki kişi bizi izliyor gibi hissetmiştim. Ama sonra umursamayıp burda duran arabalardan biri olduğuna kanaat getirdim.

"Nasılsın?" diye sordu Çağlar, en sonunda sessizliğimizi bölerek. Ama herhangi bir insanın bana öylesine nasılsın? demesi gibi sormamıştı. Gerçekten nasıl olduğumu merak ediyordu. Gülümsedim. Tanıştığımız günden beri gerçekten nasıl olduğumu merak eden tek kişiydi.

"Yorgunum," dedim, tek nefeste gerçeği söyleyerek. Ona yalan söyleyemezdim. Bugüne dek İkimizin arasındaki her şey şeffaftı. Ama Kaya'nın bana yaptığından sonra aramızdaki gerçekler bulanıklaşmaya başlıyordu.

"Fark ettim," dedi beni sakinleştiren ses tonuyla. Yüzünü tamamen bana döndü. "Seni tanıdığım günden beri hayatın hiç kolay olmadı ki. Her zaman yorucuydu. Ama inan bana bunların hepsi geçecek, bitecek." dedi söz verir gibi.

"Bitecek değil mi? Yani her şey bitecek." dedim umutla. Sözüne güveniyordum.

"Tabi ki," dedi gülümseyerek. Beni kollarının arasına aldı. Sıkıca boynuna sarıldım. "Sen yeter ki savaşmaya devam et. Çok güçlüsün Gece, ve ben bunu bazen çok kıskanıyorum." dedi beni daha sıkı sararken. İkimizin de kaybettikleri ortaktı. Ve zaten bizi en başından beri arkadaş yapan şey de acılarımızdı. İkimizinde ailesinden geriye kalan tek bir sığınamız vardı. Onun çok güçlü bir amcası, benimse çok nazlı bir kardeşim kalmıştı geriye.

Bir süre denize karşı sarılmaya devam ettik. Daha sonra ben başımı kaldırdım ve ona doğru döndüm. "Çağlar ben bir süreliğine başka biriyle çalışacağım biliyorsun. Ve bir süre kuru temizlemeye gelmeyeceğim." dedim ciddiyetle.

Şaşkınlıkla kaşlarını çattı. "Ne alaka ya? Böyle bir şeye gerek yok!" dedi tek seferde keskin ses tonuyla. Sözünü kesmeme müsade etmeden devam etti. "Kendi bölgende yap ne yapacaksan. Hem çalıştığın o herifi daha tanımıyorsun bile. Kimseye güvenemeyiz Gece. İptal et bu işi olmaz." dedi sinirle.

"Çağlar," dedim sakinlikle. "Kaya'nın kesin talimatı var. Ve bende bu durumdan mutsuz değilim. Kabul ettim, bunun geri dönüşü yok. Hem sen ne zaman başladığım işi yarım bıraktığı mı gördün?" dedim kendinden emin ses tonumla. İşte başlıyorduk, yıllardır dürüst olduğum kişiye yalan söylüyordum.

Kafasını iki yana salladı hızla. "Ben amcamla konuşurum merak etme. İlla o zengin züppesiyle çalışacaksanda kendi mekanında çalış, başka yere gitmene lüzum yok."

Gözlerimi devirdim. "Hayır gerek yok Kaya'yla falan konuşma. Ben kendim gitmek istiyorum Çağlar. Benim kararım. Sende kararıma saygı duy lütfen. Hem merak etme Araf Demirkan babasına benzemiyor bana bir şey yapmaz. Yapamaz." dedim kesin konuşarak.

"İnatçının tekisin," dedi Çağlar gözlerini devirerek. Yüzünü tekrar denize çevirdi. "Git ne yaparsan yap. Ama ben bizden başka kimseye güvenmiyorum bunu da unutma." dedi. Keşke amcasına da güvenmemesi gerektiğini bilseydi.

Kafamı omzuna yatırdım. "Ama sen bu inatçı kıza kıyamazsın ki," dedim şımarık bi' tavırla. "Bu işin üstesinden de elbet geleceğim merak etme. Hiçbirimize zarar gelmeyecek." dedim güven veren sesimle. Gözlerim denizin durgun dalgalarına kaydı. Az önceki hırçınlığı, yerini sakinliğe bırakmıştı.

Bir süre daha denize karşı oturduk. Kafamdaki düşünceler birbirini kovalıyordu ve asla sonu gelmiyordu. Kendimi başka işlerle meşgul etmem gerekiyordu çünkü beynimin içindeki kurtçuklar beni asla rahat bırakmayacaklardı.

Banktan tozlanmış üstümü silkeleyip ayağa kalktım. Çağlar'da benim kalktığımı görünce ayaklandı. Birlikte arabalarımıza doğru yürüdük.

Çağlar bana arabamın yanına kadar eşlik etti. "Daha sonra konuşacağız kara kedi. Şimdi uyku sersemi olduğum için fazla üstüne gelmedim ama bu konu burda kapanmadı." dedi ciddiyetle. Sonra gülümseyip "Gel buraya," dedi ve bana sıkıca sarıldı.

"Ne zaman senden kaçtığımı gördün? Eninde sonunda beni bulur ağzımdaki baklaları zorla çıkarırsın." dedim kolları arasından ayrılırken. Arabanın kapısını açarken tekrar gülümsedim. "İyi ki varsın," dedim.

"Sende iyi ki varsın kara kedicik," dedi şakacı bir tavırla. "Hadi tamam git artık. Bu kadar duygusallık bünyeme fazla geliyor." dedi elini havada sallarken.

Sadece gülümsedim ve kafamı sallamakla yetindim. Daha sonra arabaya bindim ve hızlıca gaza basıp eve doğru sürdüm.

 

                               🌑

Garson bardaklarımıza kırmızı şarap doldururken Luna'ya baktım. Yüzünü boğazın ışıklı görüntüsüne dikmişti. Açık kahve saçları dalgalar halinde omzuna dökülüyordu. Ve vücudunu tamamen saran saten, ince askılı bordo elbisesi kusursuz görünüyordu. Bense üstüme elime ilk geçen dümdüz siyah bir elbise giymiştim. Üsendiğim içinde saçlarımı kurutmamış nemli bir şekilde bırakmıştım.

Yemeklerimiz de geldiğinde Luna sonunda yüzünü bana çevirdi. "Burası muhteşem. Her zaman buraya gelelim artık." dedi şarabından yudumlarken. Yüzünde ki ışıl ışıl ifadeye bakınca gülümsedim.

"Sen yeter ki iste, ne zaman istersen geliriz," dedim. Ellerimi birbirine kenetledim. "Şimdi dökül bakalım Luna Hanım." dedim ciddiyetle.

Tabağındaki etten bir parça koparıp ağzına attı. Anlıyordum, zaman kazanmaya çalışıyordu. Önündeki sudan bir yudum alıp boğazını temizledi. "Şimdi şöyle ki... Benim hayatımda biri var." dedi tek seferde. Bunu zaten bende tahmin etmiştim. Cevap bekler gibi ilgiyle gözlerimin içine bakıyordu.

"Kimmiş bakalım bu şanslı kişi?" diye sordum ve arkama yaslandım. Çantamdan sigara çıkarıp ucunu alevlendirdim. Luna'nın içini rahatlatmak için sakince gülümsemiştim.

"Pazartesi okula gidince tanıştıracağım sizi. Sürpriz olsun," dedi heyecanla.

"Öyle olsun," dedim sigara dumanını içime çekerken. "Peki nasıl birisi?" diye sordum sıcak tavrımla.

Gülümseyerek iç geçirdi. "Aşırı kibar, aşırı centilmen, aşırı cömert... Kısacası asilliğin vücut bulmuş hâli gibi. Onu gördüğüm an kalbim çok hızlı atıyor, yerinden çıkacakmış gibi... Daha önce hayatımda böyle bir duygu yaşamamıştım. Her an onu görmek istiyorum, yanımda olsun istiyorum. Abla sanırım ben aşık oluyorum ya..." dedi elini yanağına yaslayarak. Hülyalı gözleri uzaklara dalmıştı.

"Ablacığım geçmiş olsun," dedim içten bi' şekilde gülerek. "Aşk kapını çalmış hatta çoktan içeri girmiş bile." Masada olan ellerini sıkıca tuttum. Mutluluğu, mutluluğum oluyordu.

Luna ellerini çekmeden dolu gözleriyle yüzüme baktı. "Seni çok seviyorum ablaların en güzeli. İyi ki varsın... Hep ol." dedi duygu dolu ses tonuyla. Yutkunmaya çalıştım.

"Tamam yeter bu kadar, makyajımın akmasını istemiyorum." dedim şakacı tavrımla. Luna'da dolu olan gözlerine gülerek hava yapmaya başladı. Daha sonra yemeğini yemeye geri döndü.

Bende önümdeki tabaktan bir kaç lokma yemeye çalıştım. Ama bu aralar olmayan iştahım hepten kesilmişti. Yaşam fonksiyonlarım sadece kahve, sigara ve su üçlüsüyle çalışıyordu. Her yemek yemeye çalıştığımda aklıma hemen hemen her gün gördüğüm kabuslar geliyordu ve bu yüzden midem bulanıyordu. Bu da Allah'ın bana olan cezalarından biriydi bence.

Daha fazla yiyemediğimi anladığımda elimdeki çatal bıçağı bıraktım ve yanımdaki şarap kadehini elime alıp kafama diktim. Luna iki saniye başını kaldırıp bana bakmış daha sonra tekrar yemeğine dönmüştü. Kadehlerimizi yenilemesi için garsonu çağıracağım sırada en köşe masalardan birinde oturan ikiliye gözüm çarptı. Gözlerimi iki saniye kapayıp tekrar açtığımda hâlâ orada olduklarını gördüm. Hayat beni çok fena sınıyordu. Araf Demirkan ve yaveri Toprak Korlu'nun, İstanbul'da o kadar restoran varken bizim geldiğimiz mekanda ne işi vardı? Benzetmiş falan olmalıyım demek isterdim fakat Araf Demirkan'ın iki metreden dikkat çeken canlı safirleri yanıldığımı söylüyordu.

Burdan hemen kalkmalıydık çünkü ben Luna'nın kimseyle tanışmasını istemiyordum. Sandalyeden çantamı alıp kalkmaya hazırlandığım sırada o kadifemsi sesi duydum.

"İyi akşamlar," dedi, Allah'ın cezası, kadife ses tonuna sahip olan kişi.

Dudaklarımı birbirine bastırdım. Sakin olmalıydım. Gözlerimi kaldırıp safirlerine baktığımda yapmacık bir şekilde gülümsedim. "İyi akşamlar Araf Bey." dedim sondaki bey'i bastırarak. Sinirli olduğumu anlasın istiyordum.

"Gece, bu ne tesadüf böyle?" dedi Demirkan, bozuntuya vermeden.

Luna anlamamış gözlerle bize bakıyordu. Ya yine yalan söyliyecektim ya da gerçeğin bir kısmını. Hemen karar vermem lazımdı. Madem buraya kadar gelmişlerdi birazcık gerçekten zarar gelmezdi herhalde.

Gülümseyip ayağa kalktım. "Tanıştırayım sizi. Patronum Araf Demirkan." dedim Luna'ya doğru. Luna hemen ayağa kalkıp Araf'a doğru elini uzattı. "Kız kardeşim Luna." dedim Araf'a dönerek. Ama Demirkan hiç şaşırmamış Luna'nın uzattığı elini hemen tutup sıkmıştı.

"Çok memnun oldum." dedi, çakma safirlere sahip olan kişi.

"Asıl ben memnun oldum." dedi Luna kocaman gülümseyerek. Neye bu kadar sevinmişti ki? Altı üstü patronum dediğim adamla tanıştırmıştım. Yanımda daha önce hiç insan görmemiş gibi davranıyordu.

Gözlerimi Araf'tan çekip Toprak Korlu'ya çevirdim. Fakat o bana değil doğrudan kız kardeşime bakıyordu. Hemde soluk almadan, gözlerini kırpmadan ve ağzı yarım açık şekilde. Donmuş gibi görünüyordu. Luna'ya baktığımda utangaç ve şaşkın bir şekilde gülümseyerek Toprak'a baktığını gördüm.

Kendine gelmesi için öksürmüş gibi yaptım. Araf ne yaptığımı anlamış ve Toprak'ı dürtüklemişti. "Toprak Bey, benim bir diğer patronum sayılır." dedim Luna'ya doğru. Toprak sesimi duyduğu an sanki transtan çıkmış gibi gözlerini kırpıştırdı. Daha sonra otuz iki diş gülümseyip Luna'ya elini uzattı. Acilen aynadan kendini görmeliydi, çünkü çok komik görünüyordu. Luna uzatılan eli utangaç bir şekilde tutup hafifçe sıktı.

"Bize eşlik etmez misiniz?" dedim ve anında dilimi ısırdım. Neden bizimle oturmaları için teklif sunmuştum ki? Tanışmadan ibaret olmalıydı her şey, hemen gitmeliydik burdan. Luna, iki tehlikeli aileye sahip olan kişiyle aynı masada bulunmamalıydı.

"Olur. Zaten bizde tam siparişlerimizi veriyorduk." dedi, Araf Demirkan hiç düşünmeden. İnsan biraz naz falan yapardı!

Gülümsemeye çalıştım. Zorla gülmeye çalışmaktan çenem yerinden çıkacaktı artık. Araf Demirkan benim karşıma geçmiş Luna'nın yanına oturmuştu. Toprak'sa hemen yanıma yerleşmişti. O da arkadaşı gibi ayrı bir yüzsüzdü. Hâlâ gözlerini kardeşimden çekmiyordu ve ben biraz daha yavşak gibi bakmaya devam ederse o gözlerini oymak zorunda kalacaktım.

Hepimiz masaya yerleştiğimizde Araf garsonu çağırmış ve kendileri için yemek siparişi vermişti. Üstüne yeni bir şişe kırmızı şarap açtırmış kadehlerimizi yeniletmişti. Üstündeki bej rengi olan kumaş ceketi çıkardı ve garsona uzattı. İçinde sadece ceketiyle aynı renk olan tişörtü kalmıştı. Sağ kolunda siyah bir saat vardı ve parmaklarına birkaç tane yüzük takmıştı. Sol kolunda yine bir şey yoktu. Yanımda oturan Toprak'ın üstünde ise; koyu yeşil salaş bir kazak vardı ve altına aynı renk bol kargo pantolon giymişti. Boynuna taktığı birbirine geçirilmiş gümüş kolyeler yerli yerindeydi. Kaşındaki siyah piercin'gi de değişmiş yerine gümüş rengini takmıştı.

"Sen okuyor musun Luna?" diye sordu Araf. Sesini duyunca yüzümü ondan tarafa çevirdim. Gözlerinde samimiyet dolu bir gülüş vardı.

"Evet... Hukuk okuyorum," dedi Luna saçını kulağının arkasına sıkıştırırken. Utangaç gülümsemesi tüm yüzünü kaplamıştı.

"Öyle mi? Çok güzel bir meslek seçimi. Bence sana çok yakışır." dedi Toprak lafa atlayarak. Ses tonundan hayranlık akıyordu.

"Teşekkür ederim," dedi Luna. Bakışlarını bana değdirip Araf Demirkan'a çevirdi. "Peki siz ne işle uğraşıyorsunuz?"

"Öncelikle Lunacığım... Bu kadar resmiyete gerek yok." dedi Araf ellerini birbirine kenetleneyerek. "Bana sadece Araf... Ya da için rahat edecekse Araf abi de diyebilirsin."

"Bana demesin," dedi Toprak, ters bi' tavırla. "Yani... Bana abi demene gerek yok sadece Toprak, kafi." dedi mahçup bir şekilde Luna'ya gülümseyerek.

Luna ilk başta kaşlarını çatmış daha sonra gülümsemişti. "Peki... Toprak," dedi kibarca. "Ve Araf abi..." Araf'a baktığında yüzünde güller açıyordu.

"Toprak'la ben mimarız. Kendi şirketimizde çalışıyoruz." dedi Araf, Luna'nın önceki sorusuna cevap vererek.

Luna kafasını salladı ve "Peki Ablam ne iş yapıyor yanınızda?" diye bir soru daha yöneltti. Soru sorma mesaisi başlamıştı, sabaha kadar burdaydık anlaşılan.

Sıkıntı dolu bir nefes verdiğimde Araf'ın bakışları bana döndü. Gözlerini açıp kapattı sakin ol der gibi. "Yanımda staj yapıyor. Ayrıca asistanlık..." dedi Luna'ya dönerek. Hay asistanın batsın!

Sıkılmaya başlamıştım. Kadehimde kalan son şarabıda kafama diktim. Luna bir başladı mı sorularının sonu asla gelmiyordu. O yüzden artık bu geceyi bitirmeliydik. "Kalkalım mı artık?" dedim Luna'ya. Sesimde itiraz kabul etmeyen bir ton vardı.

"Olur," dedi ve çantasını alıp ayağa kalktı. "Tanıştığımıza çok memnun oldum." Araf'a doğru elini uzattı.

"Bende Luna. Ne zaman istersen şirkete gelebilirsin seni misafir etmekten mutluluk duyarım." dedi Araf elini sıkıp, samimiyetle.

"Evet evet! Mutlaka gel." dedi Toprak Korlu heyecanla. Ayağa kalkmış Luna'nın elini tutup öpmüştü. Gözlerimi devirip masadan kalktım.

"Gelirim elbette," dedi Luna elini çekerken. Utançtan yanakları kıpkırmızı olmuştu. "Size iyi geceler." dedi ve masadan ayrılıp önden yürümeye başladı.

Ben hiçbir şey söylemeden geçecekken Araf önümü kesti. Burnuma çarpan acımsı karanfil kokusu boğazımı düğümlüyordu. "Pazartesi görüşürüz," dedi kirpiklerinin arasından bakarken. Ses tonu uzaklardan geliyordu sanki.

"Görüşeceğiz Demirkan." dedim gözlerinin tam içine bakarak. Sesimin çok sert çıkmasını ummuştum fakat o kadar sakin çıkmıştı ki kendi sesimin bana ait olduğunu anlamadım. Safirleri beni içine alıp yok edecekmiş gibi bakıyordu. "İyi geceler Toprak Bey," dedim aramızdaki bakışmayı keserek. Toprak gülümseyerek kafasını salladı sadece. Aralarından ayrılıp dışarda beni bekleyen Luna'nın yanına indim. Arabın önünde telefonuyla uğraşıyordu.

Beni gördüğü an koluma yapıştı. "Abla! Bana gördüklerimin hayal olduğunu söyle." dedi yüksek çıkan sesiyle. Hatta dememiş bağırmıştı. Neyden bahsettiğini anlamadığım için yüzüne kaşlarımı çatıp öylece baktım. "Araf Bey'i diyorum. Adam sadece hayallerde olduğu gibi!" dedi gözlerini kocaman açarak.

Gözlerimi devirip ofladım. "Saçmalamaya başladın yine. Hadi bin arabaya." dedim. Arabanın kapısını açıp bindiğimizde Luna beni umursamamış hala konuşmaya devam etmişti.

"Edward Cullen yanında halt etmiş," dedi kahkaha atarak. "Ama gözleri lens gibi değil mi sence de? Gerçek olamayacak kadar güzeller çünkü."

"Bilemiyorum ama bana da öyle geliyor bazen." dedim bu konuda gerçeği itiraf ederek. Bir gün lens olup olmadığını çözecektim.

"İnsanı hipnoz ediyormuş gibi bakıyor... Değişik." dedi Luna arabanın klimasında ellerini ısıtırken.

"Çok beğendiysen ayarlayalım sana Araf Bey'i." dedim sinirle. Canıma tak etmişti artık.

"Ay tövbe hâşâ!" diye bağırdı tiz sesiyle. "Allah sahibine bağışlasın. Onun için söylemedim ben. Ama görünen köyde klavuz istemez ablacığım." dedi göz kırparak. "Hem benim mükemmel ötesi bi' sevgilim var zaten. Geri kalanlar beni ilgilendirmiyor."

"Öyle mi? Pazartesi tanışalım bakalım, ne kadar mükemmelmiş." dedim kaşlarımı kaldırarak. Gaza biraz daha bastım. Ama Luna yanımdayken istediğim gibi hız yapamıyordum.

"Aklıma takılan bir şey var," dedi huzursuzca. "Toprak'ın bakışları tuhaf geldi mi sana da?"

"Hayır gelmedi." dedim yalan söyleyerek. "Yoksa rahatsız mı oldun?"

"Yok hayır, rahatsız etmedi sadece... Biraz tuhaftı işte. İlk defa bana öyle bakan birini gördüm." Ses tonu bi' an da çok yumuşamıştı.

"Nasıl bakan?" diye sordum merakla.

"Boşver, her neyse." dedi geçiştirerek. Kafasını cama çevirmiş yolu izlemeye başlamıştı.

Üstüne gitmemeyi tercih ettim. Nasıl olsa er ya geç öğrenecektim. Müziğin sesini biraz daha yükselttim ve boğazın ışıkları arasından geçerek eve sürdüm.

 

                               🌑                  

Günlerden Pazartesiydi. Hiç istemediğim şirkette işe başlayacağım ilk gün. Dünden beri evden çıkmamıştım. Bütün günüm Lunay'la zaman geçirmekle geçmişti. Çünkü bunu ona borçluydum. Bütün gün film izlemiş, yemek yapmış ve sohbet etmiştik. Dün, birkaç yıldır geçirdiğim en iyi gündü sanırım. Normal biri gibi davranmıştım, olması gereken gibi. Tabi gece tekrar uyuyamamıştım. Üzerimde bugünün stresi vardı ve uyumamı engellemişti. Bütün gece, kafamda planlar kurup geri silmiştim. Sonra da en iyisinin oluruna bırakmak olduğuna karar verdim. Çünkü en iyisi bu olacaktı. Başıma ne gelecekse sanırım hazırdım artık.

Akşam Luna'yla sohbet ederken bana sevgilisiyle nasıl tanıştığını anlatmıştı ve dinlediğime pişman etmişti. Okulda çarpışarak tanışmışlardı ve Luna "Tam filmlerdeki gibiydi abla..." demişti hülyalı gözleriyle bana bakarak. Çarpıştıkların da adamın üstüne kahve dökmüştü ve söylediğine göre üstünü temizlemeye çalışırken göz göze gelmiş oracıkta da aşık olmuştu. Adamda kendini suçlamış ve Luna'nın döktüğü kahveyi telafi etmek için onu kafeye davet etmişti. Anlattıkları o kadar klişeydi ki dinlerken hiç gelmeyen uykum gelmiş ve gözlerim kapanacak gibi olmuştu. Yaklaşık üç aydır birliktelerdi ve ben hala nasıl olur da bunu fark etmediğimi sorguluyordum.

Şimdi ise okulun kampüsüne doğru süslü kardeşimle birlikte yürüyorduk. Bugün sabahın kör vaktinde kalkmış ve hazırlanmıştı. Aslında bende ondan birkaç saat sonra hazırlanmıştım çünkü şirkete gidecektim. Ve ordaki çoğu kişinin göze batacak kadar bakımlı olduğunu görmüştüm. Saçlarımı zorlansam da güzelce düzleştirmis ve yüzüme her zaman olduğundan biraz daha fazla makyaj yapmıştım. Üzerime ince, siyah bir ipek gömlek altıma da diz üstü siyah kalem etek giymiş ve ayaklarıma da yüksek topuklu stiletto geçirmiştim. İş kombini değilde daha çok yas kombinine benziyordu.

"Abla neden yumurtanın üzerinde yürüyormuş gibi yavaşsın?" diye sordu Luna. O benim aksime neredeyse zıplayarak yürüyordu.

Birbirimize o kadar zıt giyinmiştik ki görenler birimizi cenazeye diğerimizi partiye gider zannederdi. Ben ne kadar siyahsam Luna o kadar pembeydi. Üstüne minicik, fırfırlı pembe bir elbise giyinmiş onun üstüne de elbisesiyle aynı renk olan şişme mont giymişti. Dediğini yapıp biraz daha hızlı yürüdüm.

"Gelmiş mi sevgilin, burada mı?" diye sordum Luna'ya dönerek. Kampüsün tam önümde durmuştuk. Kollarımı birbirine bağladım.

"Buralarda olması lazım," dedi eliyle saçına şekil vererek. "Nasıl görünüyorum? Lütfen objektif ol." dedi kendi etrafında dönerek. Yolda gelirken elli kere aynı soruyu sormuştu ve ben her seferinde onu üzmemek için sabırla cevap vermiştim.

"Şeker kız Candy gibi olmuşsun," dedim gülümseyerek.

"Yani güzelim değil mi?"

"Evet Luna, harika görünüyorsun." dedim sabır çeker gibi.

Luna'ya baktığım sırada kendisi iki metre ötemizde duran arkası dönük adama bakıyordu. "İşte orada," dedi parmağıyla göstererek. "Yağız, sevgilim!" diye bağırdı elini sallayarak.

Adam bize doğru döndüğünde beynimin bana oyun oynadığını düşündüm çünkü bu kadarı çok fazlaydı. Hayır göz yanılması olmalıydı. Karıştırıyor olmalıydım. Adam bize doğru yürüdükçe kanım tiksintiyle damarlarımdan çekiliyordu. Tenefüs ettiğim hava az geliyordu, nefes alamıyordum.

Adam tam önümüzde durduğunda Luna kollarına atılıp sıkıca sarıldı. "Sevgilim, nerede kaldın?" dedi şımarık tavrıyla. Daha sonra buz kesmiş bana döndü ve gülümsedi. "Yağız, seni ablam Gece'yle tanıştırmak istiyorum. Kendisi hayattaki şansım." dedi masum bi' şekilde.

Karşımdaki adam bana doğru kocaman gülümseyerek elini uzattı. "Yağız Ataman," dedi, duymak istemediğim ses tonuyla. Üstünde tek bir kırışıklığı olmayan jilet gibi takım elbisesi vardı. Altın rengi saçlarını arkadan sımsıkı toplamıştı. Fakat göz altları ten rengine tezat şekilde koyuydu. Üzerinden gelen çikolata kokulu parfümü midemi bulandırmaya yetmişti. "Tanıştığımıza çok memnun oldum." Soğuk yeşil gözleri yüzümde dolanıyordu. Yüzündeki kocaman gülümseme şeytani gelmişti.

Yutkundum ve kendimi tutarak elimi uzattım. Ucundan sıkıp hemen geri çekmiştim. Elleride kendisi gibi buz gibiydi. "Ben de memnun oldum." dedim, histen mahrum ses tonumla.

"Sizinle daha önce bir yerde karşılaştık mı? Simanız bana yabancı gelmiyor." dedi gözlerini kısarak. Geçenki davette görmüş olmalıydı. Rahatsız edici gözleri beni tepeden tırnağa süzüyordu.

"Evet, Harun Demirkan'ın davetinde karşılaşmış olabiliriz." dedim dümdüz. Gözlerimi soğuk yeşillerinden kaçırmıştım.

"Evet hatırladım şimdi," dedi kelimeleri uzatarak. "Araf'ın yanındaydınız sanırım." Sinsi gülüşü silinmiyordu suratından.

"Araf Bey'in yeni asistanıyım," dedim ifadesizce.

"Yağız sen Araf Bey'i tanıyor musun?" diye sordu Luna. Yağız'ın koluna girdi.

"Tabi ki hayatım. Hem de çocukluğumdan beri tanıyorum. Babalarımız ortak." dedi Yağız gülümseyerek. Luna'nın saçlarına ufacık bir öpücük kondurmuştu.

Bu sahneyi görmemek için gözlerimi kapatmak istemiş fakat yapamamıştım. Kardeşimi çekip almak istiyordum kirli ellerinden.

"Ne güzel! O zaman sende ablamın üçüncü patronu sayılıyorsun." dedi Luna keyifle. Bu adam benim hiçbir şeyim sayılmıyordu.

"İkincisi kim peki?" diye sordu Yağız tek kaşını kaldırarak.

"Toprak herhalde. Çünkü ablam onun için ikinci patronum sayılır demişti." dedi omzunu silkerek. Yağız'a daha çok sarılmıştı. Gözlerimi kısmış ikisinin arasındaki uyumsuzluğu seyrediyordum.

"Aslında ikinci patronu ben sayılıyorum, Toprak değil." dedi Yağız Ataman ciddiyetle. Gözlerimi yüzüne çıkardığımda soğuk yeşilleri ifadesiz bakıyordu.

"Lafın gelişi öyle söylemiştim aslında," dedim Luna'ya doğru. "Yoksa benim tek patronum Araf Bey." dedim Yağız'ın gözlerinin içine bakarak. Ses tonum buz gibiydi. Ağzımdan çıkanı kulağım duymuyordu artık. Az önce tek patronum Araf diye, onu sahiplenmiştim resmen.

Yağız Ataman kaşlarını kaldırarak genişce gülümsedi. Ama gülüşü asla samimi değil alay eder gibiydi. "Tabi ki öyledir," dedi.

Bu sohbet çok uzamaya başlamıştı. "Benim okuldan almam gereken birkaç belge var. Onları aldıktan sonra da şirkete geçeceğim. Sende direkt eve geçersin." dedim bakışlarımı Luna'ya çevirerek. Aslında onu bu adamla yalnız bırakmak istemiyordum ama eğer üç ayda bir şey olmadıysa şimdi de olmazdı herhalde. Daha fazla Ataman köpeğinin suratına bakmak istemiyordum.

"Olur ablacığım merak etme." dedi Luna. Yağız'ın kolundan çıkıp bana sıkıca sarıldı. "Hayırlı işler o zaman." dedi muzipçe. Işıldayan açık kahve gözlerine baktım birkaç saniye. O aydınlığın sönmesine asla izin vermezdim.

Kafamı sallamakla yetindim. Daha sonra Ataman'a döndüm ve soğuk bir şekilde gülümsedim. "İyi günler Yağız." dedim sadece. Sizi süründüreceğim falan da demek isterdim fakat onun da sırası gelecekti.

"Sana da Gece. Yeni işin hayırlı olsun." dedi samimi olmaya çalışırak. Yüzündeki o sinsi gülüş bir türlü silinmiyor ve beni rahatsız ediyordu.

Hiçbir tepki vermeden kampüsün içine girdim. Sinirden delirmek üzereydim. Benim kardeşim savaş açtığım kişinin oğlunu seviyordu. Olamazdı. Hayat beni sınıyordu cidden. Bir an kafamda şimşekler çaktı. Ya da bana çok fena oyunlar oynanıyordu.

Kampüsteki işlerimi bitirip direkt şirkete gitmem lazımdı o yüzden aceleyle rektörün odasına yürümeye başladım. Eğer bana oyun oynuyorlarsa ve kardeşime zarar verirlerse o şirketi içinde onlarla birlikte başlarına yıkardım.

Ben Ateş'tim. Yıkmakla kalmaz yakardım. Yakmakla da kalmaz, küle çevirip dört bir yana savururdum. Benden korkmaları değil intikamımın gazabından korkmaları gerekiyordu.

 

🌑

Topuklu ayakkabılarım yere çarpa çarpa Demirkan Holding'in koridorlarında yürüyordum. Yirmi beşinci kata geldiğimde adımlarımı yavaşlattım. İlk geldiğim günden daha sakindi ortalık. Her şey yerli yerine oturmuştu. İlk katlardan buraya çıkınca sadelik ve şıklık aynı anda karşılıyordu beni. Araf'ın odasına doğru yürüdüğüm sırada içeriden bağırtı sesleri duydum. Tam kapının önüne geldiğimde sesler fazlalaşmıştı. Kulağımı dayayıp dinlemek istedim fakat diğer çalışanlarda bağırma seslerini duymuş olacakki bu tarafa doğru bakıyorlardı bu yüzden dinleyemedim.

Kapıyı hafifçe tıklatıp direkt açtım. "Çıkın dışarı!" dedi Araf neredeyse bağırarak. Ses tonu korkutucuydu. Benim geldiğimi fark etmemişti bile. Önünde üç adet, el pençe duran adam vardı ve başları eğikti. Araf Demirkan'ın talimatını duyar duymaz ikiletmeden yanımdan geçmiş ve dışarı çıkmışlardı.

"Sorun mu var? Sesin odanın dışından geliyor." dedim yanına ilerleyerek.

"Sorun yok." dedi tek nefeste. Ellerini saçlarının arasından geçirip düzeltti. Gözlerimizi buluşturduğun da bi' an öylece kalmıştı. Tam karşısında duruyordum. Safirleri baştan aşağı beni süzdü ve tekrar yüzüme bakıp gözlerini kırpıştırdı.

"Ama benim var," dedim kaşlarımı çatarak. Buraya ne için geldiğimi unutmamalıydım.

Geçip masasına oturdu ve arkasına yaslandı. "Yine ters taraftan uyanmışız herhalde. Bu kadar agresiflik bünyene fazla gelmiyor mu?" dedi rahat tavrıyla. Dalga geçiyordu herhalde.

"Bunu sen mi söylüyorsun? Az önce dışarıya kadar sesi gelen dedemdi zaten." dedim sinirle. Tam bir kaçıktı bu adam. Demek benden delileri de vardı bu dünyada.

"Sorun neymiş?" diye sordu, söylediklerimi önemsemeyerek. Kollarını masaya dayamış, gözlerini kısmıştı.

"Şu joker gülüşlü herif seninle mi çalışıyor?" diye sordum öfkeyle. Zihnime Yağız Ataman'ın o iğrenç gülüşü düşmüştü. Çantamı koltuğa bırakıp Araf'ın masasına doğru yürüdüm ve ellerimi masaya koyup kafamı eğdim. "Bana bak Demirkan; eğer bana oyun oynuyorsanız ve eğer sevdiklerime zarar vermeye çalışırsanız sizi bitiririm," dedim hırsla. Öfkem içimden taşmak üzereydi. Kendimi zar zor zaptediyordum.

Araf şaşkınlıkla yüzünü buruşturdu. "Joker gülüşlü herif kim? Ne oyunu?" diye sordu ardı sıra. "Sakin ol ve her şeyi düzgünce anlat." Kafası karışmış gibi görünüyordu.

Geri çekilip kollarımı birbirine bağladım. "Yağız Ataman'ı diyorum." dedim sertçe. "Kardeşimle birliktelermiş... Ya Allah kahretsin! Nasıl dolaplar çeviriyorsunuz anlat Demirkan?!" Sesim normalden daha yüksek çıkmıştı. "Yoksa Kaya beni babanın bütün çalışalarınlarına mı ifşa etti? Öldürecekseniz böyle entiriklara gerek yok mertçe karşıma çıkın. Ama sakın... Sakın kardeşime dokunmayın sizi mahvederim! Yemin olsun kökünüzü kazırım Demirkan!" Kendimi durduramıyordum, ellerim titremeye başlamıştı.

Hayır şimdi sırası değildi. Kontrolümü kaybedemezdim. Kaça kadar saymam gerekiyordu. On mu yoksa yirmi mi? Hatırlamıyordum. Nefes al, nefes ver. Bir, iki, üç, dört, beş. Ellerimi birinin tutup koltuğu oturtmasıyla kendime geldim. Acımsı karanfil kokusu başımı döndürüyordu. Saymaya ihtiyacım kalmamıştı. Gözlerimi kapattım, nefes alış verişlerim düzene giriyordu.

"Şşt tamam geçti. Sakin ol," dedi uzaklardan gelen kadifemsi ses. Kulaklarım uğulduyordu. "Bana bak Gece. Gözlerime bak, lütfen." Sıcak ellerin, buz kesmiş ellerimi tutmasıyla irkildim. Görüş alanımı netleştirmek için gözleri kırpıştırmıştım. Karşımdaki lacivert gözler hangi zaman diliminde olduğumu unutturuyordu bana.

Aklım 'güvenme asla, kimseye güvenemezsin!' diyordu. Fakat kalbim bu lacivert gözleri gördüğü günden beri 'bu gözler sana yalan söylemez, güven Gece!' diyordu.

"Sana güvenebilir miyim?" diye sordum kısık sesimle. Gücüm çekilmiş gibiydi. Omuzlarımı dik tutamıyordum.

Araf Demirkan, endişe fışkıran gözlerini kıstı. "Evet." dedi hiç düşünmeden. Tek kelime, dört harf. Bu kadardı işte. Sanki hayatı boyunca bu an'ı bekliyormuş gibi sıfır tereddütle evet demişti. Ellerimi daha çok sıktı. Gözleri ruhumu okuyor gibiydi.

Güvenmiştim. Son kez birine güvenmeyi seçmiştim. Belki aptallıktı, belki saflıktı bu yaptığım fakat kalbim seçimi yapmıştı. Aklıma mahçup olmak istemiyordum.

"Kardeşimin Yağız Ataman'la ne işi var o zaman?" diye sordum Araf'a.

Sıcak ellerini, ellerimden ayırdı ve ayağa kalktı. "Bilmiyorum Gece. Bu konu hakkında tek bir bilgim bile yok." dedi odanın içinde volta atarken. Daha sonra gidip pencereleri sonuna kadar açıp, içeriye temiz havanın girmesine izin verdi.

"Nasıl bilgin olmaz Demirkan? Çocukluğundan beri tanıyorsun onu." dedim kaşlarımı çatarak. Sonunda beynime oksijen gidiyordu. Yavaş yavaş kendime geliyordum.

"Evet çocukluğumdan beri tanıyorum fakat ben buralarda değildim ki. Her ilişkisinden nasıl haberim olsun? Ayrıca biz Yağızla'la yakın falan değiliz. Haz etmiyorum kendisinden." dedi tiksinir şekilde. Masasından sigara paketi aldı ve iki dal çıkardı. Birini yaktıktan sonra bana uzatmıştı. Daha sonra kendi sigarasını yaktı ve karşıma oturdu.

Derince bir nefes çekip ciğerlerime duman hapsettim. "Neden hoşlanmıyorsun peki? Ailesinin pis olduğunu biliyorum. Seninde ailen kirli ama sen onları yok etmeye çalışıyorsun. Peki ya Yağız? Kendiside bu işlerin içinde sanırım." diye sıraladım merak ettiklerimi.

Araf sözümü kesmemiş sabırla bitirmemi beklemişti. "Ben ve Toprak onlara ve yaptıklarına karşıyız, hep öyleydik ama Yağız... Babasının köpeği olmayı seçti." dedi sigara külünü dökerken. Sıkıntı dolu bir nefes vermişti. "Yağız'ın tertemiz bir geçmişi var, daha doğrusu bence öyle görünüyor. Karda yürüyen ama izini belli etmeyen cinsten." dedi sıkıntıyla.

"Herkesin illaki bir açığı vardır," dedim ve sigaramı söndürüp Araf'ın gözlerinin tam içine baktım.

Kafasını iki yana salladı. "Olsa bile, ki bence çok net var. Bu açığı bulmak çok zamanımızı alır ve malesef bizim kaybedecek zamanımız yok." dedi, ses tonu ciddiydi.

"O zamana kadar kardeşimle birlikte olmasına nasıl dayanacağım? Üstelik benim saf kardeşim o it'e deli divane aşıkken. Yağız Ataman'ın çok iğrenç bir enerjisi var... Suratına bakarken bile midem bulanıyor. O bebek yüzü sahte, herkese iyi olduğunu yedirebilir ama bana asla." dedim ellerimi saçlarımın arasından geçirirken.

"Yağız'ın kardeşine zarar vereceğini düşünmüyorum," dedi Araf kesin konuşarak. "Merak etme her şey bittiğinde Luna'da gerçek yüzünü görecek." Umut verir gibi gözleriyle tebessüm etti.

Benimse zihnime, eğer Luna bunları öğrenirse gerçekleşecek olan yıkım görüntüleri düşmüştü. En az hasarla sıyırmalıydım onu bu aşkın içinden.

Neden normal birine aşık olmamıştı ki? Belkide hissettiği şey aşk değildi, sadece hoşlantıydı ve uzun sürmezdi. Şimdilik bu düşünceye tutunarak işlerimi sürdürecektim. Yoksa diğer türlü aklım sürekli Luna'da olacaktı.

"Hadi gel sana odanı göstereyim, öfkeli asistanım. Kafan dağılır biraz." dedi Araf gülerek. Ayağa kalktı ve bana elini uzattı.

Gözlerimi devirdim ve elini tutmayıp kendim ayağa kalktım. "Bana bak Demirkan; burda az önce yaşanılanlar aramızda kalacak." dedim. Arada bir yaşanan kontrolsüzlüğüm lanet olsun ki Araf'a denk gelmişti.

"Bu oda da her ne yaşanırsa yaşansın burda kalacak zaten. Burayı mezar farz et." dedi ve göz kırptı. Daha sonra çıkmam için kapıyı benim için açtı.

Dışarı çıktığımızda beni odasının hemen solunda kalan koridora doğru yürüttü. Burda sadece bir oda görünüyordu. Tamamıyla camdan olan, şefaf, büyükçe bir oda. O kapıyı da benim için açmıştı. İkimizde geçtiğimizde kapıyı kapattı.

Dümdüz herkesin çalıştığı bir odaydı. Araf'ın beni götürdüğü, villanın içinde olan çalışma yerim daha havalıydı burdan. Oraya bir daha gitmek için sabırsızlanıyordum.

"Burası da mı benim için hazırlandı yoksa?" diye sordum hınzırca.

"Tam olarak sayılmaz," dedi Araf kafasını yana eğerek. "Herhangi bir çalışma odası işte. Tabi yerini odama en yakın olsun diye özel olarak ben seçtim." Gözleri parlıyordu.

"Peki şimdi ne yapıyoruz?" diye sordum geçip masama yerleşerek. Çok göz önünde gibiydim, gelen geçen bana bakacaktı. Rahatsız ediciydi.

"Masanın üzerinde dosyalar var ama onlar sadece göstermelik." dedi dümdüz. Kollarını birbirine bağladı. "Asıl işin orda," Göz kırptı ve bakışlarıyla masadaki bilgisayarı gösterdi.

Kıkırdadım. "Bu bilgisayarda göstermelik değil mi?" diye sordum. Araf gülümseyerek kafasını aşağı yukarı salladı. "O zaman iyi ki kendi kullandığımı yanımda getirmişim." dedim etrafa göz gezdirerek.

Araf kollarını çözdü ve masaya yaklaştı. "Hemen başlamanı öneririm," dedi ciddiyetle. "Çünkü belli ki hiç kolay olmayacak." Gözleri yüzümde dolanıyordu.

Gözlerimi kaçırıp ellerimi çırptım. "Herkes kendi işine o zaman," dedim masadan kalkarken. "Gidip, arabamdan bilgisayarımı getireceğim."

Araf odamın kapısını çıkmam için açtı. Dışarı çıktığımızda önüme geçmişti. "Sana kolay gelsin ortak." dedi, kadife ses tonuyla. Elini sıkmam için uzattı. Sıcak ellerini tutup sıktım. Keşke soba niyetine ellerini kullanabilseydim, iyi iş görürlerdi.

Kafamı sakince salladım. Ben asansör tarafına yürürken, Araf bana göz kırpmış ve kendi odasına dönmüştü. Hızla aşağı inip arabamdan bilgisayarımı ve telefonlarımı aldım. Aynı hızla tekrar yukarı çıkıp odama geçtim.

Artık başlamaya hazırdım. İntikamımın son demleriydi. İçimi yiyip bitiren ateş, Demirkanlar'ın alt edilmesiyle sönecek; sonsuz bir huzura kavuşacaktı. Kanımca, her şey henüz daha yeni başlıyordu.

Bilgisayarımın kapağını yavaşça kaldırdım ve açtım. Daha önce sistemlerine sızmaya çalışmıştım ama o zamanlar henüz yeniydim ve bu yüzden başarısız olmuştum. Ayrıca o zamandan bu zamana çok fazla zaman geçmişti ve bence sistemlerini daha çok güçlendirmişlerdi.

Ekran aydınlandığında kendi dosyalarıma girdim ve daha önce denediğim taktiği tekrar denemeye karar verdim. Rus yatırımcılarla olan görüşmeler, İtalyan yatırımcılarla olan görüşmler, Fransız iş adamlarıyla yapılan anlaşmalar... Her şey gayet yasal görünüyordu. Tüm görüşmeleri tek tek okudum. Alınan malzemeler, ihraç edilen ürünler vardı. Ve zaten bu ürünlerde inşaat malzemeleri, boyalar falandı. Sözde, yapılan görüşmeleri gizli göstermişlerdi fakat gayet legaldı yapılanlar. Oyun oynuyorlardı. Sisteme sızmaya çalışan kişileri kandırıyorlardı ama ben yemezdim. Bu kata sızanların bilgisi eminim ki ulaşmıyordu onlara çünkü umurlarında bile değildi.

Akkılarınca kat sistemi kurmuşlardı. İkinci kata sızmaya çalışıyordum ama eğer başarısız olursam sistem güvenliği haber uçuracaktı. Ve eğer haber uçarsa alanı daha çok sağlam yapacaklardı. Derin bir nefes alıp ikinci kata girmeye çalıştım.

Ve Bingo! İki saatin sonunda güvenlik haber uçurmadan sızmayı başarmıştım. Alnımdan boncuk boncuk terler akıyordu. Kafamı ellerimin arasına aldım. Beklediğimdem daha çok zorlanmıştım. Tamam, şirketin içinde olmak avantajlı bir durumdu ama aynı zamanda yakalanacak olma endişesi bütün vücudumu sarıyor beni strese sokuyordu.

Saçlarımı yolmak istiyordum çünkü zor bela sızdığım ikinci katta kayda değer hiçbir halt yoktu. Kafamı kaldırıp etrafa baktım, kimseler görünmüyordu. Belkide çalışanların işi çoktan bitmişti. Başıma aniden keskin bir sızı girdi. Kahve ve sigaraya ihtiyacım vardı. Ama inat etmiştim üçüncü kata da sızacaktım, ondan sonra mola verebilirdim.

Ellerimi çıtlattım ve parmaklarımı klavyenin üzerinde gezdirmeye başladım. Emindim ki yasa dışı işleri üçüncü kattan başlıyordu. Gözlerimi kısmak zorunda kalmıştım. Bir süre sonra başımı masaya koydum, olmuyordu yapamıyordum. Tek bir yanlış hareketim güvenliği alarma geçirirdi. Ve ben şirkette yeni olduğum için benden şüphelenmeleri gayet olasıydı.

Kapının tıklatılmasıyla kafamı kaldırdım. Araf Demirkan'ın meraklı gözleri yüzümde geziniyordu. İçeri gelmesi için elimle işaret verdim. Yavaşça kapıyı açtı. "Kapıyı kapat Demirkan," dedim mutsuz çıkan sesimle.

"Beş saattir sesin çıkmıyor, kaçtığını falan düşünmüştüm." dedi yumuşacık ses tonuyla. Masanın önündeki koltuklardan birine oturdu.

"Hiç şaka yapacak havada değilim Demirkan," dedim oflayarak. Bilgisayarın kapağını kapattım.

"Sorun ne Gece?" dedi ciddiyete bürünerek. İsmimi her söylediğinde göz bebekleri büyüyordu sanki.

"Babanlar kat sistemi oluşturmuş. Biliyor muydun?" diye sordum. Kollarımı bağlayıp arkama yaslanmıştım.

Kafasını salladı. "Evet biliyorum, haberim vardı. Ama sen halledersin diye söylemedim." dedi omuz silkip.

Uzun süre ekrana bakmaktan gözlerim kaşınıyordu. "Halledemedim Demirkan," dedim keskin sesimle. Başarısızlığı kendime yediremiyordum. "İlk iki kata sızdım ama hiçbir işe yaramadı. Üçüncü katın yarısına kadar da geldim ama... Olmuyor. En ufak yanlışımda güvenlik alarm vereceği için ve ben şirketin içinden bulunduğumdan dolayı strese giriyorum." Gözlerimi ovuşturmaktan canım yanıyordu.

"Peki ben bu konuda sana nasıl yardımcı olabilirim?" diye sordu merakla.

"Bütün katların sistemine girsen mükemmel olurdu aslında," dedim kendi kendime konuşarak. Parmaklarımı masanın üstüne çıkarıp ritim tutmaya başladım. "Hangi katta illegal işlerin başladığını öğrenebilirsin mesela," dedim en uygun öneriyi sunarak. "Bence üçüncü katla başlıyor her şey ama... Biz yinede emin olalım."

"Elimden geleni yapacağım, merak etme." dedi, safirlerini gözlerime dikerek. Ses tonu kendinden emindi. "Bence bugünlük bu kadar yeter," Ayağa kalktı. "Benimle bir yere kadar gelmen gerekiyor." dedi.

"Nereye? Bir davet daha kaldıramam ben." dedim kaşlarımı çatarak. Zenginlerin ortak özellikleri her gün davet vermeleriydi herhalde.

"Yo, hayır davet değil," dedi elini kaldırarak. "İnşaat yapılan bir bölgeye gitmem lazım. Ve sende benim... Asistanımsın ya hani. Yani ben ilgi çekmeyelim diye..." dedi mahçup ifadesiyle. Gözlerini kısmış ne diyeceğimi bekliyordu.

"Anladım Demirkan." dedim sertçe. Her an asistan olduğumu hatırlatmasa olmazdı zaten. "Buraları topladıktan sonra aşağıya, yanına gelirim."

"Tamam ben arabada seni bekliyor olacağım... Özletme kendini," dedi alay ederek. Dümdüz ona baktığımı görünce göz kırpıp arkasını döndü ve odadan çıktı.

Herkesin kuklası olmuş gibi hissediyordum. Nereye isterlerse oraya sürüklüyorlardı ve benim çıtım bile çıkmıyordu. Ağzımı mühürlemişler kilidini de denize atmışlardı sanki. Bu da başlangıcı olan sona ilerlediğimizin bir kanıtıydı.

Eşyalarımı toparlamış, aşağıya iniyordum. Gözlerim çifterli görüyordu herkesi. Normal zamanda çalıştığımda bu kadar yorulmazdım çünkü arada molalar verirdim. Şimdi ise beş saate yakın bir odanın içinde ara vermeden tıkalı kalmıştım. Kahvesizlikten başım çatlıyordu.

Dışarı çıktığımda Araf arabasına yaslanmış telefonuyla ilgileniyordu. Çuval giyse yakışacak bir fiziğe sahipti gerçekten. Üstündeki zümrüt yeşili kazak omuzlarını daha geniş gösteriyordu. Kafasını eğdiği için siyah saçlarından birkaç tutam önüne düşmüştü. Ve etrafımda yürüyen kadın çalışanlar nefesi kesilmişcesine ona bakıyordu. Biraz daha ilerlediğimde kafasını kaldırıp lacivert gözleriyle tebessüm etti. Böyle gülünce gözleri dinginlikle kısılıyordu. Arabanın yanına gelince benim kapımı açmış daha sonra kendiside şoför koltuğuna oturmuştu.

Şirketin içinden çıktığımızda derin bir nefes vermiştim. Bütün kaslarım sinirden gerilmişti. Arabanın sıcak klimasıyla karışan acımsı karanfil kokusu sinirlerimi anında gevşetiyordu. Yol boyunca yine sessizdik. Araf Demirkan araba kullanırken konuşmaktan hoşlanmıyordu sanırım. Yan profilden görünen yüzü kusursuzdu. Beyaz yüzünü şekillendiren kıvrık siyah kirpikleri sürekli hareket ediyordu. Parmakları direksiyonu sürekli sıkıyor bazense hafifçe ritim tutuyordu. Direksiyonu her çevirdiğinde hareket eden kol kaslarına bakıp anında gözlerimi kaçırdım. Bu kadarı tacize girerdi bence.

Lacivert gözleri bi' an da bana döndü. Öylece kalmıştım. "Alıcı gözüyle mi bakıyorsun?" diye sordu gülerek. İnci gibi sıralı dişleri gözlerimin önüne serilmişti. Dudaklarını birbirine bastırıp tekrar yola döndü.

"Ne münasebet? Ben şey... Dalmışım sadece." dedim kollarımı birbirine bağlayarak. Konuşurken sözcükler birbirine takılmıştı. Hepsi bu koku yüzündendi. Beynimi uyuşturuyor konuşmamı engelliyordu. Yoksa neden takılsın ki kelimelerim? Hem zaten ben ona bakmıyordum, inceleme yapıyordum. İkisi farklı şeylerdi. Yol boyunca onun tarafına bir daha dönmeyecektim.

Yoğun trafikten dolayı iki saattir yoldaydık. Sonunda sırayla dizilmiş olan inşaat halindeki rezidanslar'ın yanına gelmiştik. İki saattir Araf'la göz göze bile gelmemiştim. Ama arada kafasını çevirip bana baktığını biliyordum. Arabayı park ettiği sırada kendimi koltukta toparladım. Sonunda dönüp Araf' baktığımda yüzü asıktı. Kapılarımız iki kişi tarafından açıldı ve arabadan ikimizde aynı anda indik.

"Hoş geldiniz Araf Bey. Bu ne güzel sürpriz, şeref verdiniz." dedi adam yalaka tavrıyla. Üstündeki takım elbisenin önünü ilikliyordu. Yaşı en fazla otuzlarında olan esmer tenli adam bizimle inşaata doğru yürümeye başladı.

"Hiç hoş gelmedim Çetin!" dedi Araf öfkeli sesiyle. Kaşları derince çatılmıştı. "Şimdi gidiyorsun, bana burda çalışan ne kadar mühendis, mimar, müteahhit varsa hepsini çağırıyorsun. Hızlı olun, bekletilmeyi sevmem. Ayrıca burda çıkarılan bütün dosyaları istiyorum... Ama gerçeklerini istiyorum Çetin. Hadi kaybol." dedi soğuk sesiyle. Bakışları ürkütücüydü. Lacivert gözleri sinirden daha koyu hale geliyordu sanki.

Çetin denilen adam Araf'ın sözünü ikiletmeden arkasını dönerek koşar adımlarla uzaklaştı. Araf tam bir patron edasına bürünmüştü. Elleri paltosunun içinde doğrudan karşıya bakıyordu. İki dakika sonra hızlı adımlarla ellerinde dosyalar olan başka bir adam göründü. Adam elindeki dosyaları Araf'a verip geri çekilmişti. Çatık kaşlarıyla sayfaları çevirmeye başladığı sırada bende merak edip ona biraz daha yaklaştım. Araf, yakınlaştığımı görünce dosyayı ortamızda tuttu. Ama yazılanlardan hiçbir şey anlamıyordum. Ve Araf sayfaları hızlı hızlı çeviriyordu. Çevirdiği her sayfada öfkeyle solumaya başladı. En sonunda dosyanın kapağını sertçe kapattı. Neye bu kadar öfkelendiğini anlamamıştım. Sormak istiyordum ama çekiniyordum. Sonuçta beni ilgilendirmiyordu bu meseleler.

Beklerken sonunda görüş alanımıza altı tane takım elbiseli adam girmişti. Hepsi aynı hizada yürüyordu. Çoğu yaklaşık otuz yaşlarında gösteriyordu. Sırayla Araf'ın önünde dizildiler. Araf, tam karşılarında duran adamlara biraz daha yaklaştı ve elinde tutuğu dosyayı öfkeyle suratlarına fırlattı. Böyle bir hareketi beklemediğim için yerimden sıçradım.

"Bunlar ne?!" diye bağırdı öfke taşan sesiyle. Adamlar sesini çıkaramıyordu. "Size soruyorum, bana cevap verin. Burda yazılan miktarlarla neden oynanıyor?!"

"Araf Bey," dedi içlerinden en genç olanı. "Harun Bey'in bize olan talimatı bu." dedi mahçup tavrıyla.

"Malzemeden kaçırıyorsunuz, ne talimatı bu?!" dedi sinirle. "İnşaa ettiğiniz yapılar tek sarsıntıda yıkılacak cinsten. İnsanlar burdan mezar değil ev alıyorlar!" Güçlü sesi boş inşaatta yankılanıyordu. "Burda yaşayan kişiler sizin sevdiklerinizden biri de olabilir. Vicdanınız bu yapılana nasıl el veriyor?"

"Ama Araf Bey, bizde emir kuluyuz. Sadece söyleneni yapıyoruz." dedi diğer adam utana sıkıla.

"Kes sesini! Üç kuruş fazla para alıyorsunuz diye hepiniz köpek olmuşsunuz." dedi Araf, tiksintiyle. Bu halini ilk defa görüyordum. Öfkeden gözü dönmüştü. "Her söyleneni yapmak zorunda değildiniz. Hepinizin itiraz etme hakkı vardı. Peki siz ne yaptınız? Olan bu haksızlık ve hile karşısında kör, sağır olmayı seçtiniz." Sesi deminden biraz daha sakin çıkmıştı.

Karşımdaki altı adam utançla başlarını öne eğmişlerdi. Araf onlar cevap vermeyince tekrar konuştu. "Madem işinizi şerefinizle yapmayacaksınız o zaman siktir olun gidin!" diye bağırdı tekrar. "Hepiniz kovuldunuz. Defolun gidin şimdi!"

Çetin denen ve diğer altı adam şok içinde Araf Demirkan' bakıyorlardı. "Ya işçiler ne olacak Araf Bey?" diye sordu Çetin üzgün çıkan sesiyle.

Araf ellerini paltosunun cebine soktu. "İsçilerin parası burda ne kadar süre çalışacaklarsa misliyle ödenecek. Hemde sizin cebinizden." dedi ifadesiz sesiyle. Adamlar tam itiraz edecekken Araf onlara izin vermemişti. "Burdaki inşaatların hepsini durduruyorum. Bir daha dokunulmayacak buraya. Sizide bir daha gözüm görmesin." dedi tehditkar tavrıyla. Adamların hepsi sakince başlarını salladı. Araf'ın gözleri o kadar korkutucu görünüyordu ki hiçbiri yüzünü kaldırıp bakamıyordu.

Onların tersine ben soluksuz bir şekilde Araf'a bakmıştım. Suça karşı direnişimiz farklı yollarla da olsa aynıydı. Dimdik duruşu, sinirle kasılmış beyaz çehresi, her soluk alıp verdiğinde kabaran göğsü her türlü zorluğun üstesinden gelirmiş gibi görünüyordu. Lacivert gözleri her şeyi ezip geçecekmiş gibi bakıyordu. Bana baktığında çatık olan kaşları düz bir hal aldı. Gözlerini usulca kapatıp açtı ve içine derin bir nefes çekti.

"Gidelim mi?" diye sordu sakinlikle. Az önceki korkutucu kişiyle, şimdi bana bakan bu safirlerin sahibi aynı kişi olamazdı.

Gözlerimizi ayırmadan kafamı salladım. Arkamızı dönerek arabaya doğru yürüdük. Benim için araba kapısını açtı. Daha sonra kendiside binip gaza bastı.

Ellerim buz gibi olmuştu yine. Klimanın önüne getirip ısıtmaya çalıştım. Araf bana baktı daha sonra ısıyı biraz daha arttırdı. "Baban bu yaptığına sinirlenmez mi? Yani onun güvenini kazanmak varken damarına basıyorsun sanki," diye sordum merakıma yenik düşerek. Acımsı karanfil ciğerlerime nüfuz ediyordu.

"Hiçbir şey yapamaz. Zaten bu yaptığıma o değil ortağı öfkelenecektir," dedi keyifli çıkan ses tonuyla. "Harun Demirkan beni az çok tanıyor, yapacağım şeyi tahmin etmiştir önceden. Ama tabiki yine de sorguya çekileceğim. O zamanda güvenini kazanmak için güzel planlarım olacak."

"Ne gibi planlar?" diye sordum meraksız görünmeye çalışarak. Ellerimi ısıtmakla meşguldüm.

"Meraklıyız," dedi alayla. İki saniye gözlerime bakıp tekrar yola çevirmişti bakışlarını.

"Hayır ortağız." dedim ciddiyetle. Gerçekten asistanı zannediyordu herhalde beni.

Kaşlarını kaldırdı ve gülerek kafasını salladı. "Haklısın ortağız... Sanada anlatmam lazım planlarımı değil mi?" diye sordu. Yüzündeki gülüş silinmemişti.

Heyecanla kafamı aşağı yukarı salladım. "Ama önce benim sana anlatmam gereken bir planım var." dedim ellerimi ovuşturarak.

"Dinliyorum ortak," dedi meraklı tavrıyla. Gözleri ciddiyetle kısılmıştı.

"Bugünlük Demirkan'lar işine ara verip, uzun zamandır planladığım kendi işimi yapmaya karar verdim." dedim arkama yaslanarak. "Kıraç'lar Yönetim Kurulu'nu sende biliyorsundur." Araf kafasını evet anlamında salladı. "Heh işte onların bugün çok önemli bir sevkiyatları var. Ben akladıkları parayı kendi üzerime geçirdim haberleri olmadan. Gece olunca da sevkiyatlarını patlatacağım. Yani yarına büyük olay olacak." dedim mutlu çıkan sesimle.

"Bugün çok yorucu olmadı mı senin için? Dinlenseydin biraz," dedi düşünceli ses tonuyla.

"Hayır, dinlenmek yok. Bu gece babana çalışanlardan birinin daha fişini çekeceğim." dedim güçlü sesimle. Şimdiden içime işleyen intikam duygusu vücudumu yakmaya başlamıştı.

Bir süre sessizce yolu izledikten sonra Araf'ın kadifemsi sesiyle, bakışlarımı ondan tarafa çevirdim. "Neden özellikle uyuşturucu sevkiyatlarını patlatıyorsun?" Safirleri, benimle yol arasında mekik dokuyordu.

İntikam yemini ettiğim ilk gün aklıma gelmişti. Sadece bir kişi için açtığım savaşı, şimdi onlarcası için veriyordum. "Fazla merak... ruh sağlığını bozar diye duymuştum. Haberin olsun Demirkan." dedim, kinayeyle. Yüzüne bakmıyor, doğruca yolu izliyordum. Amacım konuyu değiştirmekti.

"Halbuki sen gayet sağlıklı görünüyorsun." dedi kaşlarını kaldırarak. Alayla gözlerime bakıyordu. Bana laf mı çarpmıştı o? Fazla yüz verirsen sonuç bu olurdu işte.

"Ayağını denk al Demirkan. Benim sinirlerimi bozma," dedim sinirle gülümseyerek. Ruh sağlığım yerindeyse bile onun yüzünden yakında bozulacaktı.

Öfkeli halimi takmamış yüzüme tatlı tatlı gülümsemişti. Harbiden dengesiz herifin tekiydi. Bende normal biri değildim sonuçta. Ama ikimiz yan yana gelince kafamızda bi' hunimiz eksik gibi hissediyordum.

"Evine sürüyorum?" dedi sorar şekilde. Kafamı tamam anlamında salladım. "Çok yoruldun bugün. Sana avans vermemi ister misin öfkeli asistanım?" dedi dalga geçerek. Lacivert gözleri parıldıyordu.

Gözlerimi sinirle devirdim. "Bir de bana diyordun mizah seviyen düşük diye. Dikkat edersen hiç gülmedim," dedim yüzümü buruşturarak.

"Benim espirim daha masumca, en azından. Senin yaptığın gibi bel altı değil," dedi imayla. Sonra ufak 'bi kahkaha attı. "Yani eşşeğin aklına karpuz kabuğu sokuyorsun. O söylediğinden sonra oyuncak odası yapmayı falan düşündüm... Aslında fena fikir de değilmiş." dedi eğlenerek.

Şoka girmiş bir şekilde yüzüne bakıyordum. Grey'in oyuncak odasını yapmayı düşünüyordu ve bunu aklına ben sokmuştum. "Ne?" diyebildim sadece. Surat ifadem nasıl görünüyordu bilmiyordum ama kıpkırmızı olduğu kesindi. Zihnime, kadınlara o odada yapacağı türlü fanteziler düştü. Kafamı iki yana sallayıp yüzümü ekşittim. Ufak bir şakadan olay nerelere gelmişti. Bu sevdadan vazgeçmesi lazımdı. Yani ne işi vardı onca kadınla oyuncak odasında? Sonuçta bir Chiristian Grey değildi, oyuncak odası ona özel kalmalıydı.

"Gece, tamam şaka yaptım öyle bakma." dedi Araf ciddileşerek. Önümde parmağını şıklattı. "Belli ki aklından saçma sapan görüntüler geçiriyorsun, sil onları çabuk beyninden.... Ben asla öyle bir şey yapmam. Şakana karşılık şakaydı sadece." Gittikçe ses tonu daha çok ciddileşmişti.

"Bana ne canım? Git ne istiyorsan onu yap... İstiyorsan oyuncak odaları kur," dedim kendimi toparlayarak. Umursamaz görünmeye çalıştım. Tuttğum nefesimi dışarı verdim. Bi' an söylediğini gerçek sanmıştım, iyi ki şaka yapmıştı.

"Hayır kessinlikle yapmam," dedi sinirle. "Öyle şeyler sakın düşünme... Ben ihanet etmem." dedi baskın çıkan sesiyle. Lacivert gözleri buğulanmıştı.

"Kime ihanet etmezsin?" diye sordum meraklı tavrımla. Bedenimi tamamıyla ona çevirdim.

"Tamam Gece. Neyse... Boşver," dedi safirlerini kaçırarak. Parmakları direksiyonu sıkıca kavramıştı.

Beni meraklandırıp öylece kestirip atamazdı. Öfkeyle önüme döndüm tekrar. Söylemesindi, istemiyordum. Kollarımı birbirine bağladım. Kime ihanet etmem demişti ki? Bence hayatında biri olmalıydı. Çünkü babası nişanlanacağını duyurduğu an'da aynı şekil öfkelenmişti. Hayatındaki kişiyi çok seviyor ve ona ihanet etmek istemiyordu demek ki.

Sitenin önüne gelmiştik. Kollarımı çözüp çantamı elime aldım. "Yarın görüşürüz." dedim ve kapıyı açıp indim.

"Hoşcakal rose noire." dedi Araf kadife sesiyle. Bana her böyle hitap ettiğinde istemeden gülümsüyordum. Daha sonra göz kırptı ve ben kapıyı kapatınca arabayı çalıştırdı.

Binaya doğru ilerlediğim sırada şirketin önünde bıraktığım arabamı gördüm. Her zamanki yerine park edilmişti. İlerleyip içinden bilgisayarımı ve telefonlarımı aldım. Gece ki patlama için tam olarak hazırlanmalıydım. Eğlenceli olacaktı. Hızla binadan içeri girip eve çıktım.

Uzun zamandır alev kokusu almamıştım. Ciğerlerimin acımsı karanfile değil, ateş kokusuna ihtiyacı vardı. Ve bu gece bütün bedenimin ihtiyacı olan her şeyi ona verecektim.

🌑

Binadan ufak adımlarla çıktım. Gecenin ayazından bütün vücudum titriyordu. Bütün hazırlıklarımı tamamlamıştım. Luna'nın uykuya dalmasını beklemiştim dışarıya çıkmak için. Kapüşonumu kafama biraz daha indirdim ve hızla siteden çıktım. Sırt çantam ağırlık yapsada artık alışmıştım.

Kendime bu soğukta siyah, kot şort giydiğim için lanet ediyordum. Rüzgarın çıplak bacaklarıma her değişinde tüylerim ürperiyordu. Üstüme geçirdiğim uzun hırkaya biraz daha sarıldım.

Kendi sokağımdan köşeyi döndüğüm an bir elin ağzıma kapanmasıyla araya çekilmiştim. Göğsüm hızla inip kalkıyordu. Elin sahibi bedenimi koca cüssesine bastırmıştı. Aklımdan türlü senaryolar geçiyordu. Yolun sonuna gelmiştim sanırım. Nasıl kurtulacağımı düşünürken beynim bi' an da adamın elini ısırmam için komut verdi. Dişlerimi koca eline geçirmiştim ama hiçbir tepki vermemişti. Ellerim hırkamın cebindeki çakıya gideceği sırada adamın kafasını kulağımın dibinde hissettim.

"Şimdi elimi çekeceğim," dedi fısıltıyla. Kalbimin gümbürtüsünden sesleri ayırt edemiyordum. "Ama bağırmayacaksın." Komutuyla birlikte kafamı hızlıca salladım.

Elini dudaklarımdan ayırmasıyla birlikte hızla ona dönmüştüm. Şaskınlıkla titrek bir nefes verdim. Gördüğüm gözler hayatım boyunca bir daha karşılaşamayacağım gözlerdi. Yolun sonuna bugün değilse bile bir gün bu gözler yüzünden gelecektim.

...

Bölüm sonunu nasıl buldunuz? Düşüncelerinizi buraya yazabilirsiniz.

Bir sonraki bölüme kadar sağlıcakla kalın!

                           

                               

 

                                    

                           

 

 

Loading...
0%