Yeni Üyelik
20.
Bölüm

11-ATEŞ VE BARUT

@lavinia_x21

"Seni öldürürüm Akgün!" Diye bağırdım sinirle Amaliyathane de.

Elim de ayağım da ayrı titriyordu.

"Senden önce ben öldüreceğim!" Diye bağıran Güneş hızla Akgün'ün boğazına sarıldı.

Hak etmişti.

Diğer doktorlar ve hemşireler ise şok olmuş bir şekilde bize bakıyordu.

Çünkü aptal Akgün, şuan kanlar içindeyken bir sedye de yatıyordu ve sırıtarak bize bakıyordu.

Onu öyle cansız görünce beynimi kaybedecektim ama aptal tam ona narkoz verecekken birden gözlerini açmış ve "Böh!" Diye saçma bir şekilde bağırmıştı.

Altıma edecektim az kalsın, korkudan.

"Hocam durun" diyen hemşire hızla güneşi tutmaya çalıştı ama Güneş şuan kimseyi takmayacak kadar sinirliydi, kendisi Ankaralı'ydı.

"Bırak beni, bu haydutu öldüreceğim!" Diyen Güneş boğazını daha da sıktı.

Akgün can havli ile "Dur yenge kurban olayım!" Diye çırpınsa da Güneş durmuyordu.

Elim ayağım titreyerek onu izliyordum ve ondan sonra kesinlikle Akgün'ün kafasını neşter ile açıp beynini kontrol edecektim.

Sonra uyanırsa da "Ey kul, rabbin kimdir?" Diye soracaktım, evet bunu yapacaktım.

Aptal herif, ödümüz kopmuştu.

"Yenge, yenge boğul...uyorum" diye çırpınmaya devam ederken bir kaç hemşire daha Güneşi tuttuğunda onu zorla Akgün'ün üstünden almayı başarmışlardı.

Akgün öksürük krizine girerken nefes almaya çalıştı ama "Esra neşteri ver" dediğimde gözleri irice açılarak bana baktı.

"Ne için hocam?" Diye soran Esra ile Akgün'ün gözlerinin içine bakarak "Kontrol etmem gereken bir beyin var" dediğimde alacağı nefes yine boğazına takılı kalırken daha şiddetli öksürmeye başladı.

Nefesini zorla toparladiktan sonra "Ne!" Diye adeta çığlık atarak hemen sedyeden kalkıp ayakları üzerinde durdu ve "Yapma kurban olayım valla şakaydı" dedi panikle.

Bordo bereli Askere bak, utanmasa paçalardan bırakacaktı.

"Neden, amacın seni kesmemiz değil miydi?" Diye sordum tek kaşımı kaldırıp.

"Kesinlikle oydu, hadi onu parçalarına ayıralım" diyen Güneş ona doğru bir adım attığında Akgün hemen iki hemşireyi önüne çekerek arkalarına saklandı.

"Yok yok, ben 1 Nisan şakası yaptım size" diye saçma bir açıklama yaptı.

Aptal herif.

"Gerizekalı biz Ekim ayındayız!" Diye bağıran Güneş ile,

"Bende unutkanlık var yenge" dedi ağlamaklı bir sesle.

O sırada içeriye hazırlanmış bir şekilde Sevda girdi, gözleri Akgün'ü görmeden,

"Duyduklarım doğru mu? Akgün kaza mı yapmış" diye sordu tedirginlikle.

Yüzü bembeyaz olmuştu, ne diyebilirim ki bizim de öyleydi.

"Ne kadar sevenim varmış" diye sırıtan Akgün ile hemen masada ki neşteri alıp ona doğrultuğumda ağırca yutkundu.

Ve sevda onu şimdi görerek gür bir çığlık attı korku ile, çığlığı ile hepimiz yüzümüzü buruşturunca "Akgün!" Dedi.

Akgün sevimli sandığı bir tebessüm yolladı ona ama daha çok saklandı hemşirelerin arkasına.

"Neden böyle bir şey yaptın?" Diye sorduğumda

Derin bir nefes alıp hemşireleri kollarından tutarak geriye çekti ve onlara bakarak,

"Niye önüme geçiyorsunuz, kızlar ben bordo bereliyim. Bana bir şey olmaz" diye bir hava attı üstünlükle bakıp ama,

"Akgün!" Diye cırlayan Güneş ile,

"İnsanız sonuçta, hepimizde biraz korku vardır" dedi.

Sonra da hepimize tek tek bakarak anlatmaya başladı.

Bu Akgün gerçekten insanı öldürürdü, ben hayatımda böyle kin görmemiştim.

Barlas'ın ona yaptığı bir şaka yüzünden şuan hepimiz Amaliyathane de sudan çıkmış balık gibi duruyorduk.

"İşte böyle" dediğinde tekrar sedyeye oturup bize baktı, biz ise birbirimize baktık.

"Şimdi ne olacak?" Diye soran Güneş ile Sevda sırıtmaya başladığında 4'ümüz dışında herkes dışarıya çıkmıştı.

Tabi Akgün'ün uyarıları eşliğinde.

"Doktorlar açıklama yapacak deyin yeter" şekilinde bir uyarı yapmıştı.

"Ne var canım, adam şaka yapmış. Yardım etmeyelim mi?" Diye sinsice Sırıtan sevda ile ona baktık.

"Hayır, Ayberk çok üzülür" dedi Güneş anında dudaklarını büzerek.

"Evet, içeri girdiğimizde hepsi perişan durumdaydı. Bu ağır olur" dedim bende.

Üstelik böyle bir şeye bizim alet olmamız doğru olmazdı.

"Ben yaparım" dedi Sevda anında.

Akgün sırıtarak ona baktığında aynı sırıtış ile karşılık verdi.

"Hadi yapalım şunu!" Diyen Sevda arkasını dönerek çıkışa doğru yürüdü.

Bizde onu takip ettiğimizde Akgün hemen hemşirelerin çıkardığı kiyafetleri üstüne geçirmekle meşguldü.

Kafasına bir bone ve yüzüne maske geçirdiğinde gerçekten de dikkatli bakmayan biri onu tanıyamazdı.

Hadi bakalım, umarım Kutay daha gelmemiştir çünkü ona bakarak bu yalanı soyleyeceğimi sanmıyorum.

~~~

Şansıma tüküreyim, gelmişti ve baya gergin görünüyordu.

Biz kızlar önde dururken Akgün arkamızda duruyordu ve karşımızda Üzgün duran bir Tim vardı.

Öke Timi.

"Durumu nasıl?" Diye öne çıkan Kutay, gözleri dolu olan Barlas'ın yanında durdu.

Hepsi umutla bize bakıyordu, Allah bu Akgün ve Sevda yı bildiği gibi yapsındı.

Kutay gözlerimin içine bakarken dudaklarımı ısırdım tedirginlikle.

Gözleri dudaklarıma kayınca Yutkundu.

Ne?

Şaka yapıyor olmalı, bu durumda dudaklarıma neden bakıyor bu hayvan herif?

"Güneş, Akgün?" Diye sordu Ayberk.

Güneş bakışlarını kaçırınca bu sefer gözler Sevda ya kaydı.

Dudaklarında maske vardı ama ben Barlas'a baktığında o sinsi sırıtışı görür gibiydim.

"Üzgünüm, iç kanama sonucu kaybettik" dedi büyük bir soğuk kanlılıkla.

Oyuncu.

Herkes donmuş bir şekilde Sevdaya bakarken sadece Kutay arkamızda sırık gibi dikilen Akgün'e bakıyordu.

Anlamıştı değil mi?

Ulan yoksa hepsi mi anladı?

Çünkü hiç bir tepki vermiyorlardı,

"Akgün" diye fısıldayan Barlas ile herkes kendine gelmiş gibi irkildi.

Ortamda derin bir sessizlik oldu ve ilk tepki İlay'dan geldi.

"Ne?" Diye fısıldadı şokla ve küt diye Kaan'ın kollarına yığıldı.

Kaan onu muhteşem bir hızla kucağına alıp kolları ile sımsıkı sardı.

Kutay hariç diğerleri ise sanki deprem olmuş gibi sarsılmışlardı.

"Ne dedin sen?" Dedi Barlas, dudakları titriyordu.

"Üzgünüm" dedi Sevda gözlerine bakarken ama hiçte üzgün değildi çünkü dudaklarında hala sinsi bir gülüş vardı.

"Allah rahmet eylesin" dedi Kutay rahat bir tavırla, onun bu rahatlığı ile herkesin bakışları ona döndü çünkü sanki başından büyük bir bela gitmiş gibi söylemişti.

Akgün arkamdan birşeyler homurdandı ama maske yüzünden boğuk cıkan sesi ile anlamamıştım.

"Eee Portakal çiçeği, ne zaman bindiririz dört kolluya" diye sorunda gözlerim irice açılarak ona baktım.

Dört kollu derken?

"Komutanım?" Dedi Berk kırgın bir şekilde.

"Ne var oğlum, zaten çok konuşuyordu" diyen Kutay ellerini ceplerine yerleştirerek arkama bakmaya devam etti.

Bu arada efsane yakışıklı görünüyordu.

Altında siyah kot pantolonu ve üstünde de kaslarını fazla belli eden beyaz bir tişört vardı.

Kumral Saçları dağınıkken kahve gözleri yeni uykudan kalkmış gibi hafif şişti.

Kesinlikle anlamıştı çünkü birden yataktan fırlayıp eline ne geçtiyse giyip buraya gelmiş gibiydi.

Asena herkese tek tek bakarken gözleri bir an arkama takıldı ama tam bana bakmıştı ki hızla gözleri yine arkama döndü.

Gözlerine yer edinen sis dağıldı yavaş yavaş ve çenesi kasıldı.

Elleri yumruk olduğunda kaşları çatıldı ve ben onun da anladığını anladım.

Canımızı okuyacaktı.

"Demek öldü ha?" Dedi dişlerinin arasından.

Gözleri kutay'a değdiğinde onunda akgün'e bakıyor olması ile kaşları düzeldi.

"Komutanım" diye seslendi, kutay'ın bakışları onu bulduğunda "Bu şerefsizin bana 20 bin TL borcu vardı, şimdi babası aşiret ağası olduğu için verirler değil mi?" Diye sorduğunda bu sefer bütün şok dolu bakışlar onu buldu.

Akgün'ün"Cimri Kara tavuk" diyen homurtusunu bu sefer duymuştum.

Anlaşılan, Akgün kendi tuzağına kendi düşmüştü.

Oh olmuştu ama bana da vah olmaması için hemen tüymem gerekiyordu buradan.

Tam o sırada "Abla!" Diyen neşeli ses ile bakışlarımız koridorun sonuna değdi.

Gerçe elinde bir saklama kabı ile gülerek bana bakıyordu.

Sonra gözleri tek tek Timin üzerinde dolaştı.

Gülüşü yavaş yavaş solarken, bize doğru gelmeye başladı.

Yanımıza vardığında "Neler oluyor?" Diye sordu.

Önce Barlas'ın titreyen dudaklarına, sonra Kaan'ın kollarında baygın yatan İlay'a, sonra ağlayan Serhat'a ve sonra kendini ağlamamak için sıkan Berk ve Ayberk'e baktı.

"Abla?" Dedi sorgular bir şekilde.

Kutay Gerçe'ye baktığında dudaklarını birbirine bastırıp Akgün'e baktı ve gözlerinden sinsi bir parıltı geçti.

Gerçe ye tekrar bakıp, "Önemli bir şey değil ya, Akgün ölmüş de onun haberini aldık şimdi. Takdiri ilahi elden ne gelir, gider iki kürekte biz atarız" dedi Kutay büyük bir rahatlıkla.

Çok vicdansızdı.

Gerçe önce dondu, sonra bembeyaz kesildi ve sonra elinde ki kabı büyük bir şiddetle düşürdü.

Ve kendisinin de düşmesi kaçınılmaz oldu.

Allah'tan Kutay hızla ona doğru atılarak düşmesini engelleyip eli ile belini tutmuştu.

"Gerçe!" Diyerek hızla ona doğru gittim.

Herkesin bakışları bu sefer endişe ile onu bulunca Akgün artık dayanamamış olacak ki,

"Aha valla gitti kız!" Diye bağırarak Gerçe'ye doğru koştu.

Tim Gerçe'nin başında dururken önce Akgün'ün sesini işittiler sonra ise daha büyük bir şokla birbirlerine baktılar.

İşte şimdi boku yemişti.

Kutay ve Asena zaten anladığı için gözlerini devirdiler ama diğerleri gözlerini deviremeyecek kadar şoktaydılaar.

Barlas hemen yerinde dikleştip benim yanımda duran ve "Kız uyan valla ölmedim!" Diye Gerçe'yi sarsan Akgün'e baktı.

Bu hayvan kardeşimi mi sarsıyordu, üstelik halı sirkeler gibi.

"Lan, bırak kızın beyni akacak!" Diye bağırmam ile irkilerek bana baktı.

"Akgün" diyen ses ile bakışlarını benden çekip arkasına döndü.

Barlas ona şokla bakarak, maskenin altında ki yüzü kontrol etmeye çalışıyordu.

Akgün'ün yutkunuşunu herkes duymuştu.

Barlas'ın gözleri timi bulduğunda "yanlış duydum değil mi?" Diye sordu.

Diğerleri de yavaş yavaş ne olduğunu anladıklarında hepsi öfke ile Akgün'e bakıyorlardı.

Güneş, hemşireler ile beraber iki tane sedye getirdiğinde birine İlay'ı birine de Gerçe'yi uzandirdik.

Üzüntüden bayıldıkları için hemşireler onlarla ilgileniyordu, Gerçe böyle şeylere alışık değildi o yüzden biraz endişelenmiştim ama birazdan kendine gelirdi.

Arkamda bir hareketlilik olunca hızla döndüm ve Serhat'ın bir hışım Akgün'ün yüzünde ki maskeyi ve saçında ki boneyi çekip aldığını gördüm.

 

"Piç herif!" Diyen Berk hızla akgün'ün karnına bir yumruk atınca ağzımızdan bir çığlık kaçtı.

O nasıl bir yumruktu lan?

Sonra Ayberk devreye girdi ve Akgün'ün karnına dizini bükerek bir tekme geçirdi.

Akgün'le beraber bende inledim çünkü gördüğünde bile acıtan bir darbeydi.

Kaan da toparlanmasına izin vermeden ileriye atıldı ve bir tekme de o attı karnına.

Akgün geriye doğru sendelediğinde ben, Sevda ve Güneş biraz şok biraz da korku ile onlara bakıyorduk.

Kutay ve Asena arkada onları izlerken baya keyifli duruyorlardı.

Bunların vurdum duymazlıkları canımı sıkıyordu.

İlay baygın olduğu için geriye sadece Serhat ve Barlas kaldı.

Akgün serhat'a bakarak sırıttı ve "Ne o, sen vurmayacak mısın lan?" Diye sordu.

Keyfe bak, sanki o değilde sevmediği biri dayak yiyordu.

Serhat karşısına geçip dimdik durduğunda,

"Ben nereliyim komutanım?" Diye sordu sakinlikle.

Kutay ve Asena sırtınca dikkatle onları izlemeye başladım.

Nereliyidi ki?

"Ordu" diyen Akgün hala sırıtıyordu ama birden aklına ne gelmişse sırıtışı dudaklarında donup kaldı.

"Evet, aynen öyle" diyen Serhat bir adım daha atarak ona yaklaştı.

"Ve sinirimi çıkarmak için ne yapacağımı biliyorsunuz değil mi?" Diye sordu.

"Olmaz, istediğin yere vur ama yüzüm olmaz!" Dedi Akgün panikle ama Serhat birden yakalarını tutarak kendine çekti ve öyle bir kafa attı ki bir adım geriye gitmem kaçınılmaz oldu.

 

Yemin ederim muhteşem bir kafaydı.

Akgün inleyerek burnunu tutunca "Şerefini sikim senin ben!" Diye bağırdı.

Serhat büyük bir rahatlıkla arkasını döndüğünde ona şaşkınca bakan bakışlarımı gördü ve masum bir gülüş yolladı bana sonra da "Güzel burun görünce dayanamıyorum, huy yapay" diye bir açıklama yaptı sonunda ordu şivesi kullanarak.

Ağzına da pek yakışıyormuş.

Serhat yeşil gözlü ve açık kumral saçlara sahipti, diğerleri gibi uzun ve kalıplıydı ve kaşının üstünde derin bir çizik vardı.

Dayanamayıp güldüğümde bu sefer bakışlarım Barlas'a değdi.

Oda öfkeli görünüyordu ama üstünden büyük bir yük kalkmış gibi mutlu gibiydi de.

Akgün hala burnunu ovarken Barlas karşısına geçti bu sefer.

Akgün gözlerini devirince "Yüzüme vurursan götüne sıkarım!" Diye bir uyardı yaptı ama Barlas kimsenin beklemediği bir şey yapıp Akgün'e sımsıkı sarıldı.

Ben bir kafa da ondan bekliyordum halbuki.

Sanırım Barlas onu kandırmasına öfkelendiğinden çok ölmediği için mutluydu.

Onlar birbirine sarıldığında herkes derin bir nefes aldı.

Ama "Asıl ben senin götüne sıkacağım!" Diye bağıran İlay ile herkesin bakışları onu buldu.

 

Sedye de oturmuş pozisyonda ve yüzü sinirden kıpkırmızı olmuş bir şekilde sinirle Akgün'e bakıyordu.

Sorun şuydu ki elinde de bir silah vardı.

"Bismillahirrahmanirrahim" diyen Akgün hemen Barlas'ın arkasına geçince bu sefer diğerleri sırıtıyordu.

Sevda ve Güneş bana daha çok yaklaşırken her an kaçacak gibiydiler.

Ve tabi ki bende aynı şeyi düşünüyordum.

"İlay" diyen Kaan ona doğru bir adım attı ama "sakin yaklaşma, bu sefer bu şerefsizi geberteceğim!" Diye bağıran İlay ile adımları durdu.

Al işte, Barlas yerine İlay'ı delirti.

Valla ne yapsalar haklıydılar, ben olsam şimdi Akgün'ü büyük ihtimalle çatıdan sarkıtarak beynini akıtıyor olurdum.

"Komutanım, bir şey yapın! Ben ölmek için genç ve çok yakışıklıyım!" Diye bağırdı Akgün.

Kutay ise çok rahat bir şekilde "en az 3 kurşun sık İlay" dedi ve Akgün dehşet ile ona baktı.

"Emredersiniz komutanım!" Diyen İlay emniyet kilidini indirince kızlar bir çığlık atarken erkekler hareketlendi ve Akgün'ün önüne geçtiler.

Sanırım hepsi gerçekten vuracağına emindi.

Minnoş kızı ne hale getirdiler.

"İlay dur, onu operasyon sırasında vurur teröristlerin üstüne atarız, ve sana zarar gelmez" diye bir çözüm yönelten Kaan herkesin şok dolu bakışlarına maruz kaldı.

Şaka gibiydi ama nişanlısı için makul bir çözümdü.

"Umrumda değil! Onu geberteceğim!" Diye bağırdı İlay sedyeden inip dimdik dururken.

Herkes birbirine tedirginlikle bakarken,

"İlay, indir silahını" diyen Kutay'a değdi gözlerim ve oda bana bakıyordu.

Sanırım benim de tedirgin olduğumu görmüştü.

İlay derin bir nefes alıp silahını indirince herkes Akgün'ün önünden çekildi ama İlay'ın hızla ona ilerleyip yüzüne attığı tokat kaçınılmaz olmuştu.

"Ödüm koptu, gerizekalı!" Diye bağırdı sinirle.

Akgün ona baktığında yüzü yumuşadı ve küçük bir tebessüm etti.

Sonra da ona sımsıkı sarılarak "Özür dilerim ama arkamda ki antiloptan intikam almam gerekiyordu" dedi Yumuşacık sesi ile.

"Antilop" kelimesinin üstüne basarak konuşmuştu.

İlay ondan ayrıldığında daha iyi gibiydi ama Barlas'ın Akgün'ün ensesine attığı şaplak ile daha da iyi olmuştu.

Güldüğünde herkes ona katılarak güldü.

Gerçe'nin sesini duyduğumda bakışlarım onu buldu ve yavaş yavaş kendine geldiğini gördüm.

Gözlerini yavaş yavaş açtığında diğerleri de yanıma gelip başına dikildi.

"Abla" dediğinde bakışları beni buldu, ona tebessüm edip saçlarına bir öpücük kondurdum.

Sanırım kardeşimi bayıltığı için Akgün'ü götünden kesinlikle ben vuracaktım.

"Ablacım, iyi misin?" Diye sordum yavaşça onu kaldırırken.

"İyiyim de ne oldu bana?" Diye sordu bakışları herkesin üzerinde dolaşarak.

"Bir şey yok, bir tane eşşeğin ölüm haberini alınca bayıldın" dedi Kaan sinirle Akgün'e ters bakışlar atarak.

"Sanırım fazla hayvan seversin" diye Kaan'a katıldığını belli etti İlay.

"Eşşek mi?" Diye sordu Gerçe anlamayarak.

Akgün hemen İlay'ı geriye çekerek sedyeye Gerçe'nin yanına oturup sırıttı.

"Ama nasıl yakışıklı bir eşşek" diye araya girdi.

Çıldıracağım şimdi.

Adam hakaret yerken bile, kendini övmenin bir yolunu buluyordu.

Gerçe'nin bakışları onu bulduğunda bir çığlık attı ve gözleri tam kayacakti ki Akgün hızla kollarından tutarak onu yine sarstı ve şöyle dedi.

"Kız bayılma, valla ölmedim!"

Gerçe anında sarsılmanın etkisi ile kendine gelince çatık kaşlarım ile Akgün'e baktım.

Resmen ayak üstü, birini bayılmanın eşiğinden nasıl kendine getirildiğini bulmuştu.

"Ölmedin mi?" Diye sordu Gerçe şaşkınca.

"Yok valla ölmedim" dedi Akgün.

"Ama öldüğünü söylediler" dedi Gerçe anlamayarak.

"Şaka yapmıştım" dedi Akgün cevap olarak.

"Şaka mı?" Diye sordu Gerçe masumca.

"Başını mı vurdun acaba? Niye anlamıyorsun" dedi Akgün tedirginlikle Gerçe'nin başına elini katıp ovarak

"Anlamıyor muyum?" Diye sordu Gerçe ağlamaklı sesi ile.

Lan ne oluyor?

Hepimiz saçma bir şekilde sanki dünyanın en önemli konusu olan bu boş sohbeti dinliyorduk.

"Çek elini" diye Akgün'ün eline vurarak itekledim onu.

Kızı salak etti resmen, avukat olacaktı bu kız.

"Hadi ablacım kalk, benim de mesaim bitti eve gidelim" diyerek Gerçe'yi yavaşça kaldırdım.

Gerçe'yi alıp arkamı döndüğümde herkes pür dikkat bize bakıyordu.

"Ne oldu?" Diye sordum.

"Ulan bunlar nasıl kardeş?" Diyen şaşkın sesi duydum ve yine Akgün'dü.

Sanırım ilk defa bu kadar birbirine benzemeyen kardeş görüyorlardı.

"Gerçe ve abim babama benziyor" dedim açıklama olarak.

Ama dilim benim kime benzediğimi söylemeye varmadı.

Kimse de benim kime benzediğimi sormadığı için rahatlamıştım.

"Portakal çiçeği" diyen Kutay'a değdi bakışlarım.

"Efendim" dedim.

Bana portakal çiçeği demesine alışmışım artık, şaşırmıyorum bile.

"Konuşalım mı biraz?" Dediğinde gözlerim diğerlerinin üstünde gezindi.

"Ne konuda?" Diye sordum.

"Önemli" dediğinde İlay Gerçe'yi tutarak onunla beraber sedyeye oturdu.

Bende kafamı olumlu anlamada salladığımda Kutay arkasını dönüp yürümeye başladı ve bende onu takip ettim.

Bir kaç adım attığında durup yanında varmamı bekledi.

Yanına gittiğimde tekrar yürümeye başladık.

Boş bir odaya girdiğimizde arkamdan bir ıslık sesi ve aynı saniyelerde bir şaplak sesi geldi.

Kimlere ait olduğu tahmin edilirdi.

İçeriye girdiğimizde Kutay kapıyı kapatıp bana baktı, bende ona.

Karnıma saçma ama bir o kadar tatlı bir kramp girince yutkundum.

Bana doğru bir adım atarak arada ki mesafeyi azalttı.

Beni yavaş yavaş sıcak basınca acele ile "Ne konuşacaksın?" Diye sordum.

Sesim fazla aceleci çıkmış olacak ki Kutay ağzının içini ısırıp gülüşünü bastırdı.

"Sakin ol" dediğinde gözlerim aşağılara kayıp belli olan kaslarla fingirdemesin diye baya bir çaba sarf ediyordum.

"Sakinim zaten" diye cevap verdim derin bir nefes alarak.

"Belli oluyor" dedi alaylı bir sesle.

Kaşlarımı çattığımda "Beni sakinleştirmek için mi çağırdın?" Diye sordum.

Ne söyleyecekse hemen söylemeliydi yoksa her an Gerçe ve İlay gibi bayilabilirdim ve bu gece için 2 tane vaka yeterdi.

"Ne zamandır görüşmüyoruz, nasılsın?" Diye sorunca afalladım.

Bu mu yani?

"Yüzbaşı, daha 2 gün oldu" dedim gözlerimi devirerek.

"Fark eder mi?" Diye sordu tek kaşını kaldırıp.

Evet ederdi.

"Hayır" deyiverdim birden, tutumun harikaydı.

"Bence de" dediğinde bir adım daha yaklaştı.

Her an çığlık atıp "İmdat!" Diye bağırarak kaçabilirdim.

Üstüme gelmemeliydi, kramp her saniye artıyordu.

"Portakal çiçeği" dediğinde sesinde ki değişim ile kalbim tekledi.

"Efendim" diye mırıldandım.

"Bir şey soracağım" dediğinde bir adım daha attı ve ben başımı geriye atmak zorunda kaldım.

"Sor" dediğimde ağırca yutkundum.

Gözleri dudaklarıma kaydığında oda yutkundu.

Dudaklarıma bakınca sürekli Yutkunuyordu ve bu ayrı bir şekilde hoşuma gidiyordu.

Lan valla kudurduk.

Allahım asker manita olmaz valla olmaz!

"Aranızda ne var?" Diye sorduğunda anlamayarak ona baktım.

Ne?

"Kiminle?" Diye sordum.

"Orus-"diye başlamıştı ki derin bir nefes alarak,

"Doktorla?" Diye sordu.

Doktor?

"Hangi doktor?" Diye sordum bu sefer.

Bana doğru bir adım daha atarak kalbimin hızlanmasına sebep oldu.

Hiç iyi şeyler olmuyordu şuan, bana bu kadar yaklaşmamalı.

"Alp" dediğinde sesi küfür eder gibi çıkmıştı.

Hangi Alp lan?

Bakışlarımı yere eğerek düşündüm, Alp, Alp Al-

Ha Alp.

"Sana aramızda bir şey olduğunu düşündüren nedir?" Diye sordum bakışlarım onu bulurken.

Sorduğu şey çok saçmaydı, ayrıca neden sormuştu ki bunu?

"Düşündüğümden değil, bir anlık merak" diye cevap verdi.

Hiçte merak olduğunu düşünmüyordum ama neyse.

"Sence ne var aramızda?" Diye sordum yapmacık bir merakla.

Oyun mu istiyordu, oynardık.

Çenesinde bir kas segiridiğinde "Bende sana soruyorum ya" dedi sakin çıkarmaya çalıştığı sesi ile.

Ağzımdan laf mı almaya çalışıyordu bu herif?

"Valla bir şeyler var ama ne olduğunu bende çözemedim" diye bir cevap verdim kafam karışmış gibi.

Kaşları çatıldıgında bana doğru bir adım daha atarak mesafeyi sıfırladı.

Başını eğerek yüzüme denk düşürdü yüzünü.

"Bir şeyler var derken?" Diye sordu dişlerini sıkarak.

Valla tam bayılma zamanıydı, o halde bana müsade.

Tam bayılmak için role girmiştim ki,

"Bu sorudan kaçamazsın!" Diyerek hemen kollarımdan tutup hafifçe bir sarsıntı yaşatmıştı bana.

Aptal Akgün!

"Ne kaçacağım be! Tansiyonum düştü" dedim çirkefleşerek.

"Başlarım tansiyonuna, düzgünce cevap ver. Ne var o gavat ile aranda?" Dedi sinirli sesi ile.

Af buyursun, bana hesap mı soruyordu?

"Bana baksana sen!" Dedim ondan bir adım uzaklaşıp tutuşundan kurtularak.

"Sen bana hesap mı soruyorsun?" Dedim ayağımı yere vurarak.

"Hesap sormuyorum sadece bir soru!" Diye bastırdı.

"Öyle bile olsa benim özel hayatım seni ilgilendirmez" dedim.

Kahveleri derince yeşillerimde oyalandığında bir süre sessizlik oldu.

Hayır yani, ne hakla bana bunu sorardı?

Kiminle beraber olduğum kimseyi ilgilendirmez.

"Portakal çiçeği" dediğinde yine bana doğru bir adım attı.

Ama yeter artık boynum kopacak.

"Ben aslında seni-" diye konuşmaya başlamıştı ki gözlerim açık olan kollarına değdi ve gördüklerim ile göz bebeklerim irileşti.

"Kollarına ne oldu?" Diye sordum hemen elim sağ kolunu tutarken.

Kollarının belli olan yerlerinde derin çizikler vardı ama aynı anda yapılmış gibi değil, kimisi daha eski görünürken kimisi yeni gibiydi.

Kolunu hızla elimden çekmeye çalıştı ama diğer elimle de tutarak kendine çektim.

"Önemli değil, görevde oldu" dedi.

"Benim bildiğim, görevde bıçaklar değil silahlar kullanılıyor" dedim gözlerim hala kollarında oyalanırken.

"Her an her şey kullanabiliriz" diye bir açıklama yaptı.

"Yüzbaşı, her görevde böyle çizikler mi oluyor sende?" Diye sordum.

içimde bir yerlerin burkulduğunu hissettim.

Kollarında belirli yerlerde vardı ama içimden bir ses sadece kollarında olmadığını söylüyordu.

"Her an her şey olabilir, oyun oynamaya gitmiyoruz oralara. Ortaya canımızı koyuyoruz" dedi sesindeki gurur ile.

Haklıydı ama yeterli değildi.

Kolunu tekrar elimden çekmeye çalıştığında bu sefer ona engel olamadım ve serbest bıraktım.

"Öyle olsun" diye mırıldandım.

Bakışlarım onu bulduğunda pür dikkat bana bakıyordu.

İnşallah rimelim akmamiş ve rujum taşmamıştı.

"Ne?" Dedim tek kaşımı kaldırarak.

Niye bu kadar dikkatli bakıyordu bana şimdi?

"Çok güzelsin" dediğinde kalbime ağır bir darbe yedim.

Bu cümle ağzından birden kaçmış gibi o da ne dediğini fark edince şaşkınlıkla yutkundu.

Bu cümleyi sık sık duyardım ama hiç kalbime böyle ağır bir darbe inmemişti.

Allahım, sen aklıma ve kalbime mukayyet ol.

O böyle şaşkınca bana bakarken ben nasıl bakıyorum ona hiç bir fikrim yoktu.

Şimdi pat diye "Güzel miyim gercekten?" Diye sorasım vardı ama bu isteğimi dilimi ısırarak geri gönderdim.

Kızım Alarcın, senin ipler elden gitmek üzere, dikkat et.

Kutay bana çok farklı geliyordu ve kabullenmek istemesem de onu gördüğümde kalbimde ufak çaplı sarsıntılar meydana geliyordu ama bu iyi bir şey değildi.

Hemde hiç iyi değildi.

"Gitsem iyi olacak" diyerek yanından geçip bir kaç adım atarak kapıya vardım ama elim kapının kulpunda öylece kaldı çünkü kolumdan tutularak geriye çekildim ve aynı hızla sırtım kapıya değdi.

Şaşkınlıkla ona baktığımda dibime girmişti, ağırca yutkundum.

"Ne yapıyorsun?" Diye sordum şaşkın sesim ile.

"Neden kaçıyorsun?" Diye bir soru da o yöneltti.

"Kaçmıyorum, neden kaçayım?" Diye sordum gözlerine bakarak.

"Portakal çiçeği, benden rahatsız mı oluyorsun?" Diye sordu öyle olmamasını ister gibi bir sesle.

Aklımı ve kalbimi bu soru ile yokladım ama en ufak bir rahatsızlık yoktu çünkü böyle bir ihtimal yoktu.

Ondan rahatsız olmuyordum ve yakınlığı hoşuma bile gitmeye başlıyordu.

Sadece kalbimin karanlık olan tarafında bir his vardı.

"Yapma!" Diye bağırıyordu.

"Canın yanacak yapma!" Diye haykırıyordu ama nedeni yoktu bende.

"Rahatsız mı olmalıyım?" Diye sordum.

"Hayır" dedi anında.

"O halde olmuyorum" diye cevap verdiğimde dudaklarında hafif bir tebessüm oluşurken gözleri farklı bir memnuniyet ile parladı.

"Yüzbaşı" dedim başımı geriye atarken, valla bu adam yüzünden bir gün boynumdan olacaktım.

"Evet" dediğinde boyu ile olan savaşımı görüp başını eğdi.

Nefesini yüzümde hissettigimde ensemden sırtıma bir damla soğuk ter akıp yol aldı.

"Bence benden uzaklaşmalısın" diye mırıldandım.

Ellerini iki yanımdan uzatarak kapıya yerleştirip yüzüme biraz daha eğildi.

"Neden?" Diye sordu kalbime indirmeye niyetli bir sesle.

"Çünkü ateş ve barut yan yana kalamaz" diye fısıldadım.

"Hangimiz ateş, hangimiz barut?" Diye sordu tek kaşını kaldırıp.

Yüzümde bir gülümseme olduğunda bakışları gülüşümde oyalandı.

"Ben ateşken, sen barutsun" dedim.

"Peki neden yan yana olamazlar?" Diye sordu.

"Sen patlamaya yatkın bir maddesin ve ben o patlamanın çıkmasından asla korkmayacak bir ısıyım, yani eğer benden uzak durmazsan senden kaçmam ve her şeyin yok olmasına sebep olurum. Sen kül olup giderken ben yanmaya devam ederim, kendimle beraber her şeyi de yakarım" dediğimde sesimde ki keskinlik ile kaskatı kesildi.

Gözlerinin ardından anlamadığım bir pişmanlık ve çaresizlik aynı anda geçti.

Ne olduğunu anlamadığım gibi de sormadım.

Ama dediğim şeylerin kesinlikle arkasındayım, biri beni yanmaya zorlar ve o patlamanın sebebi olmama teşvik ederse asla geri durmazdım. Bu uğurda ne olacaksa olurdu ve ben yine pişman olmazdım.

"Seni gördükten sonra ilk defa olduğum bir görevden nefret ettim" diye fısıldadığında gözlerimiz birbirine kenetlendi.

İçinde Benim olduğum bir görev mi vardı?

Varsa bile kendisi benimle beraber o görevin odak noktası mıydı?

Büyük bir kabullenmişlikle omuzlarının çöktüğünü gördüm.

Tam ağzımı açıp bu söylediğinin ne demek olduğunu soracaktım ki benden önce davranıp

"Özür dilerim" dedi ve beni kenara çekerek kapıya uzandı.

Ben arkasında ona anlamayarak bakarken o bir kere bile bana bakmayıp çıkıp gitti.

Bulacaktım, yemin ederim etrafımda neler dönüyorsa hepsini öğrenecek ve yaptıklarımdan bir an bile pişman olmadan kendimle beraber onunda yakacaktım!

 

ZAMANA KARŞI'NIN şerefine erken attım🌸

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen 🇹🇷❤️

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%