Yeni Üyelik
23.
Bölüm

12-SANA BAĞLANIYORUM!

@lavinia_x21

2 AY SONRA

ALARCIN'DAN

 

elimde kalem önümde ki dosya ya bomboş bakıyordum, aklım her düşünce ile sarsılırken derin bir nefes alıp kalemi sertçe masaya bıraktım.

 

Başım çatlıyordu resmen!

 

Ellerim ile başımı ovduğum sırada kapı çalınınca "Gel!" Diye seslendim.

 

Gül yavaşça içeriye süzülüp, "Acile gelmeniz gerekiyor" dedi gözleri beni bulurken.

 

"Ne oldu?" Diye sorup ayağı kalktım.

 

Bugün kaçıncı hastaydı bilmiyorum ama baş ağrım yüzünden bayılmak uzereydim ve eve gitmek için dakika sayıyordum.

 

"Yaşlı bir amca var ve çok huysuz, doktor beğenmiyor. Bekleyen hastalar da onun yüzünden isyan etmek üzere" dedi bıkkınlıkla.

 

Evet yaşlılar burada çok huysuz ve nazlıydı.

 

"Gidelim" diyerek hızla çıktım odamdan, Gül de peşimden geldiğinde yükselen sesler yüzünden adımlarımı hızlandırdım.

 

Evet bir amca sedyeye boylu boyunca uzanmış ve kalkmayacak gibi yayılmıştı.

 

"Offf amca kalk artık şuradan, hiç bir şeyin yok sırf genç kadinlar için ölmüş numarası yapıyorsun" diyen bir genç ile Amca sinirle gözlerini açıp,

"Ulan yerden bitme! Senin gibi 10 Tane cebimden çıkarırım, ne amcası lan!" Diye çıkıştı çocuğa.

 

"Çıkarırsın da paçalardan amca, kalk şurdan artık! Bak kaç kişi sıra bekliyoruz" dedi başka bir kadın.

 

"Gidip başka yerlere yatın" diyen amca istifini bozmadan uzanmaya devam etti.

 

Gözlerim acili hızla taradığında hiç boş bir sedye bulamadım.

 

Toplu hastalığa mi yakalandı herkes? Bu ne doluluk şimdi.

 

"Şikayetiniz nedir?" Diyerek öne çıkıp amcaya yaklaştım.

 

Gözlerini açıp bana baktığında yüzünde ki kırışıklıktan bile zerre utanmadi ve,

"Valla seni görünce kalp ağrım olduğuna emin oldum, bak nasıl da hızlandı vicdansız" diyerek çapkın bir gülüş gönderdi bana.

 

Tövbe estağfurullah, amca kudurmuş.

 

Yanımda ki Gül kıkırdadığında ona ters bakışlar atınca hemen dudaklarını birbirine bastırdı.

 

"Beyfendi, kalbiniz mi ağrıyor?" Diye sordum tam bir doktor edasıyla.

 

"Evet" dediğinde,

"Lütfen sedyeden kalkıp hemşire arkadaşımı takip edin, bir kaç test yapması gerekiyor. Sonra da kalp cerrahisinin odasına gideceksiniz ve daha detaylı bir bilgi alacaksınız" diyerek tebessüm ettim.

 

Gözleri Gül'ü bulunca yine çapkın bir gülüş eşliğinde toparlanıp ayağı kalktı.

Gül bana bakıp yutkundu ve "Beni yemez değil mi?" Diye sordu kısık bir sesle.

 

Gülüşümü zorla bastırıp "hayatında biri mi var?" Diye sordum sahte bir merakla.

Olmadığını biliyordum.

 

"Hayır" diye fısıldadı.

"O halde mutluluklar" dediğimde hemen gözleri başka bir hasta ile ilgilenen Alp'i buldu.

 

Hızla ona doğru giderken merakla onu izliyordum.

Yanına varıp bir şeyler söylediğinde Alp bize doğru bakıp kafasını salladı ve buraya doğru gelmeye başladı.

 

Gül bana bakıp sırtınca kaşlarımı çattım, ne yaptı bu Allah'ın cezası?

 

"Sorun ne?" Diye soran Alp ile,

"Ne sorunu?" Diye sordum bende.

 

"Gül, beni çağırdığını söyledi" dediğinde Güle en ters bakışlarımı atıyordum.

"Beyfendi'nin kalbi ağrıyormuş galiba, benim uzmanlık alanım olmadığı için bakmanı istedim" diye bir yalan uydurdum ama tam yalan da sayılmazdı.

Alp aynı zamanda Kalp cerrahisiydı.

 

Ve abimin adama attığı yumruktan sonra onu gördüğümde baya mutsuz ve utançla bana bakıyordu, gidip insanlıktan nasibini almamış abim yüzünden özür diledim de adamı depresyonun ucundan çekip aldım.

 

Şuan daha iyiydi aramız.

 

Gözleri amca'yı bulduğunda ona ters ters bakan gözler ile karşılaştı.

Sanırım amca Alp'i beğenmemişti.

 

"Buyrun benimle gelin" deyip amcaya yöneldi Alp ama amca birden ayağı kalıp,

"Uzak dur benden! Kendim giderim" diyerek adeta tiripli tiripli uzaklaştı yanımızdan.

 

Alp derin bir nefes eşliğinde arkasından gittiğinde onunda gününün yorucu geçtiğini anlamıştım.

 

Hastalar arası bir hareketlilik olunca gözlerim onlari buldu.

Bir başka amca "Önce ben girecem!" Diye bağırdı.

 

Başka bir teyze de "Yanlış gelmişsin amca, mezar değil burası" diye cevap verince ortamda ölüm sessizliği oldu.

 

Az önce ki genç büyük bir kahkaha atıp "Öyle ölmez teyze, füze atsaydın" deyince herkes gülmeye başladı.

 

Amcanın yüzü morarırken gencin ensesinden tuttuğu gibi iki büklüm yaptı onu.

"Lan sen benim torunumsun!" Dediğinde Gençte bunu yeni fark etmiş gibi kaşlarını çatıp az önce destek verdiği teyzeye baktı.

"Teyze istersen bı mezarda sana kazalım, yoksa fosil diye müzeye alacaklar seni" diye dedesine destek çıktı bu sefer.

 

Kumral ve zayıf bir gençti ve sanırım biraz... Neyse.

 

Teyze kimseyi takmadan sedyeye oturup kafasında ki beyaz türbenti düzeltti ve bana baktı.

 

Ona yaklaşıp "Buyrun, şikayetiniz ne?" Diye sordum.

 

"Kızım bana diş lazım, bana diş takın" dedi melül melül bakarken.

 

Bu saatte!

 

Evet dişleri yoktu, yüzünde ki kırışıklıklar ve gözlerinde ki yorgunluk ile baya bir yaşı olduğu belli oluyordu zaten.

 

Yemek yiyemiyor olmalı.

 

"Tamam, siz şimdi göndereceğim hemşire ile gidin,o sizinle ilgilenecektir" deyip tebessüm ettim.

 

"Kızım vaktim yok, sen yapıver işte" diye sitem edince ne yapacağımı şaşırdım.

 

İyi ama ben dişçi değildim ki.

 

"Aceleniz nedir?"Diye sordum.

 

Gözleri kısa bir an etrafta dolaştı ve bana eli ile yaklaş işareti yaptı.

Ona biraz daha yaklaştığımda,

"Kocaya kaçacam, bana diş tak!"Dediğinde yerimde dikleştip şokla ona baktım.

 

Ne dedi o? Kocaya kaçacam mı?

 

Kimse kusura bakmasın ama tutamayacağım, ortaya sesli bir kahkaha bırakınca bu sefer o bana şokla baktı, diğer herkes gibi.

Allahım muhteşem bir macera.

 

"Teyze sen evli degil misin?" Diye sordum gülüşlerimin arasında.

 

Morali bozulup "vicdansız babam vermedi beni kimseye, evlenmek istiyorum" dediğinde kıyamadım ona.

 

Nedense kadında geleceğimi görüyordum.

 

Hemen başka bir hemşireyi çağırıp nereye götürmesi gerektiğini söyledim ve onlar yanımdan uzaklaştığında hala gülüyordum.

 

Az önce ki amca'yı muayene ettiğimde tansiyonun çıktığını öğrendik, bir başka hasta grip olmuştu, bir başkası ise kabız.

Acilde işim bitince odama doğru yöneldim, mesaim bitmişti ve eve gidecektim.

 

Telefonuma bildirim gelince cebimden çıkarıp ekrana baktım.

Saat gece yarısına geliyordu ve ben hala hastanedeydim.

 

Üstelik 4 günlük bir nöbet geçmişti üstümden.

Burçe biraz üşüttüğü için Güneşin nöbet saatlerini ben ve sevda üstlenmiştik.

 

Fırsat bulduğum yerde yarım saat uyuyordum ama nafileydi.

Hastalar sanki gözlerimi kapatmamı bekliyordu.

Şu 4 günde toplam 12 saat uyumuş olmam gerekiyor.

 

Burçe biraz daha iyi olduğu için birazdan Güneş gelecekti ve eve gidecektim.

Ona biraz daha yanında kalmasını söyledim ama ısrarla kabul etmemişti.

 

İyi etmişti.

 

Mesaja baktığımda atan kişi ile kaşlarım havalandı.

 

2 aydır benden köşe bucak kaçan Yüzbaşı.

 

Yüzbaşı ~"Portakal çiçeği?"

 

Güneş Ayberk'e ulaşamayınca benim telefonumdan Kutay'ı aramıştı, kendinden neden aramadığını sorduğumda "Belki müsait değildir, utanırım ben" diye saçma bir açıklama yapmıştı.

 

Laf arasında bana utanmaz dediği de gözümden kaçmamıştı.

 

Herhalde Kutay da o sıra da kaydetmişti numaramı.

Onu 2 aydır doğru dürüst görmüyordum, Burçe bir ara yine hastalanmıştı ve onu görmeye gitmiştim, orada görmüştüm ama beni görür görmez hemen gitmişti.

 

Bir kere de İlay ve Kaan ile hastaneye gelmişlerdi, İlay kolunu sıyıran bir kurşun yüzünden gelmişti buraya. Kaan ve Kutay da onunla beraber ama Kutay hiç benimle konuşmamıştı bile.

 

Son konuşmamızdan beri aramızada büyük duvarlar oluşmuştu.

Söylediği şeylerin karmaşasındaydım hala.

Bir türlü anlam veremiyorum söylediği sözlere.

 

Portakal çiçeği~"Efendim?"

Yazıp hemen odama girdim.

 

Saçma bir şekilde o günden sonra içim onu görmediği için buruktu.

 

Ona açıkça beni kendine bağlarsan ve sonra bir hata yapıp ayırmaya mecbur bırakırsan yandığım kadar seni de yakarım demiştim ve o da saçma cümleler kurup gitmişti.

 

Zaten kabul etmesini beklemiyordum ama şimdiden hata yapmış gibi konuşmuştu.

Anlamadığım ve anlasamda bir yerlere oturtamadığım şeyler vardı.

 

Kutay benim hayatımın neresindeydi?

Bu kadar kısa sürede gözlerimin bir yerden çıkar umudu ile etrafına bakması hayra alamet değildi.

 

Korkuyordum, hem yanmaktan hem de yakmaktan.

Umarım ne beni alev almaya ne de kendini kül etmeye niyeti yoktu.

Tekrara bildirim geldiğinde üstümü değiştirmiştim.

 

Yüzbaşı ~"Nasılsın?"

 

Çok umurundaymış gibi sorması yok mu.

 

Portakal çiçeği~"İyiyim sen nasılsın?"

Yazıp gönderdim.

 

WhatsApp'tan yazmıştı.

 

Profil fotoğrafına baktığımda afalladım.

Üzerinde üniforması vardı ve ejderha gibi bir köpek ile alınlarını birbirine yaslamış bir sekilde gözlerini kapatmışlardı.

 

Köpek simsiyah ve asil duruyordu, Kutay ise fazlası ile güzel ve karizmatik.

Hele ki o uzun kirpikleri.

 

Onun uzun kipikleri ve köpeğin aynı uzunlukta ki kirpikleri birbirine değiyordu resmen.

 

Hayatımda bir köpeği kıskanacağımı söyleselerdi onlara götüm ile gülerdim ama şuan fena yükselmiştim bu fotoğrafa.

 

Fotoğraf yakın mesafeden çekilmişti, kutay'ın elleri köpeğin yanağında duruyordu ve serçe parmaklari da ağzından taşmış dişlerin üstünde.

 

Sorun şu ki köpeğin beyaz ve sivri dişinden kan akıyordu.

 

Yapay zekaya versen böyle bir fotoğraf çıkmazdı ortaya.

Bir damla kan tam akarken çekilmişti.

 

Köpek büyük bir rahatlık ve sadakat ile ona alnını yaslamış gibi huzurlu görünüyordu.

 

Fevkalade duruyordu ikisi de.

 

Acaba bende bu köpeğin tersi olan beyaz ve tüylü, küçük süs köpeği ile aynı fotoğrafı çekip profil fotoğrafı mı yapsam?

 

Çünkü böyle bir köpeği asla guvenip te yanıma yaklaştırmazdım.

Öyle bir fotoğraf çektiğimi düşününce kahkahama engel olamadım.

 

Yüzbaşı~"İdare eder"

yazdığında,

 

Portakal çiçeği~"Neden idare eder, sorun ne?" diye Yazıp gönderdim.

 

Bir şey mi oldu ki?

Gerçi beni o halde bırakıp gittiğinde ufak tatlı beddualar etmiştim ama canını fazla yakmazdi.

 

En büyük ettiğim beddua,

"Duş alırken götün başın soğuk fayansa değer inşallah" tı.

 

İrkilirdi ama bir şey olmazdı.

 

Yüzbaşı~"Aklımı işgal eden biri var" Diye gelen mesaj ile Bön bön baktım telefona.

 

Bu herif bana aşk acısını anlatmayacaktı değil mi?

Bir dakika, bu adam aşık'mıydı?

 

Artık ne kadar baktıysam mesaja,

 

Yüzbaşı~"Orda mısın?"

Diye tekrar mesaj atmıştı.

 

Portakal çiçeği~"Evet buradayım" yazıp gönderim ve artık soğumaya başlayan havalar yüzünden montumu giydim ve çantamı alıp çıktım odadan.

 

Yüzbaşı~ "Kim diye sormayacak mısın?" Diye yazmıştı.

 

Evet deli gibi merak etmiştim ama sormayacaktım.

 

Portakal çiçeği~"Kim??"

 

Attığım mesaj yüzünden adımlarım pat diye durdu.

 

Aklım ile ellerim farklı çalışıyordu kesinlikle yoksa ben asla sormazdım.

 

Geri de çekemedim çünkü anında görüldü olmuştu.

Gözlerim telefondayken yürümeye devam ettim.

 

Kimdi ki acaba?

 

Peki bu hayvan neden hayatında biri olmasına rağmen bana öyle yakın davranmıştı?

 

Gerçi 2 aydır konuşmuyorduk ve bu arada yapmış olabilirdi.

 

Adımlarım yavaş yavaş ilerlerken pat diye duvara carpmanın şiddeti ile inleyip telefonu elimden düşürdüm.

 

Bir dakika?

 

Duvarın kolu olmadığına göre beni birden tutup kendine çeken el neydi?

 

Duvara değilde birine çarptığımı anlamıştım.

 

Gözlerim önce spor ayakkabılara değdi ama kim olduğunu anlamam için burnuma dolan koku yetti.

 

Barut kokusu ama deniz ile karışık barut kokusu.

 

Kutay...

 

Evet Kutay yoğun bir şekilde barut kokuyordu ama yanında deniz de kokuyordu.

 

Bunu son yakınlaşmamızda anlamıştım.

Başımı geriye atıp ona baktığımda önce kahve gözler karşıladı beni, sonra da hafiften siyahlaşmış göz altları.

 

Kirpikleri bana bir selam verirken, dudakları gülümsedi.

 

Kalbim heyecan ile küt küt atmaya başlayınca yutkundum.

 

Karnımda onu her gördüğünde oluşan ağrı yine baş gösterip bütün vücuduma yayıldı.

 

"Yüzbaşı " diye fısıldadığımda yüzümde saçma bir tebessüm oluştu.

 

Gözleri dudaklarımda hala yerini koruyan tebessüme baktığında derin bir nefes aldı.

 

Sonra bir eli ensemde topladığım saçlara uzandı ve saçlarımın dağılmasını engelleyen tokayı çekip aldı.

 

Saçlarım omuzlarıma dağılırken gözleri pür dikkat onlardaydı.

Başını eğip saçlarıma yaklaştığında çarpma yüzünden göğüsünde duran ellerim kollarına tutundu.

 

Gözleri sanki ne yaptığını ve şuan nerede olduğunu bilmiyor gibi dalmıştı.

 

Bu kalbim fena hızlanmaya başladı!

 

Hala belimi tutan eli sıkılaşıp beni kendine daha çok yasladığında diğer eli ensemde ki saçların arasına karıştı ve bana sarıldı.

 

Yüzbaşı bana sarıldı, hemde sıkı sıkı.

 

Kollarım bana sarıldığında yine göğüsüne tutundu ve şuan aramızda sıkışmış bir şekilde duruyordu.

 

Çenesini başımın üstünde hissettiğimde kemiklerime kadar titredim.

Sonra burnunu hissettim, saçlarımı mı kokluyordu?

 

Allah aşkına neler oluyor burada?!

 

"Yüzbaşı" diye tekrar fısıldadığımda birden irkilip saçlarımda ki elini ve belimde ki elini gevşetti.

 

"Ne yapıyorsun?" Diye fısıldadım aynı şekilde ve benden ayrılmasına sebep oldum.

 

Benden biraz daha ayrılmasaydı kalp krizi geçirebilirdim.

Ama bir yanımda ayrıldı diye bana küsmüş gibiydi.

 

Yüzüme alık alık bakarken ne diyeceğini bilmiyor gibiydi.

 

"Neden buradasın?" Diye başka bir soru sordum.

 

Yutkunduğunda "Bilmiyorum" diye mırıldandı.

 

Bilmiyorum mu?

Birşeye canı sıkkın gibiydi ve gözlerim sürekli göz altlarında ki karaltıya kayıyordu.

 

Nerdeyse günlerdir hiç uyumamış gibiydi.

 

Ama yine de harika bir karizma ve yakışıklık ile gözlerimi kamaştırıyordu.

 

Sanırım Asker manita işini düşünecektim.

 

"Yaralı mısın?" Diye sordum ona doğru bir adım atıp, bu istemsizce ve aklıma gelen düşünce yüzünden oldu.

 

Gözleri yüzümün her zerresinde dolaşırken "Sanırım yaralıyım ve bunun bir çaresi yok" dedi.

 

Ona anlamayarak baktığımda gözlerim aynı hız ile vücudunda dolaştı.

 

Yaralıyım ve çaresi yok...

 

"Neden bahsediyorsun?" Diye sordum, görünürde bir yarası yoktu.

 

"Portakal çiçeği ben..." Diye devam edecekti ki birden yanımızda beliren Alp ile kaşları hızla çatıldı ve ona baktı.

 

Yani gerçekten Alp sırası mı şimdi gelmenin?!

 

"Merhaba" diyerek Kutay'a küçük bir selam veren Alp gözlerini bana çevirdi.

 

"Demir amca ile konuştuk, seni bırakmamı istedi. Gidelim mi?" Deyince ona ne saçmalıyorsun bakışı attık.

 

Alp ve babam tanışmıştı, Doğum gününde yaşanan olay yüzünden Alp özür dilemek için bizim eve gelmişti, Gerçe'yi bilmeden incittigini ve üzgün olduğunu söylediğinde babam ile sıkı bir tanışma gerçekleştirmişlerdi.

 

Ve babam sanırım Alpi doktor olarak değil de korumam olarak görüyordu çünkü ne zaman eve geç dönecek olsam Alp sürekli babamın beni ondan bırakmasını rica ettiğini söylüyordu.

 

Babam galiba beni hala çocuk olarak görüyordu, üstelik arabam vardı ve babam yüzünden sürekli hastanede bırakmak zorunda kalıyordum.

 

Arabam burada kaldığı zamanda Alp'e fırsat verip sabah beni götürme işini de ona veriyordu.

 

Bu durum canımı fazla sıkmaya başlamıştı ve korkarım babam ile

tartışmak zorunda kalacaktım.

 

"Bırakmanı derken?" Diye sordu Kutay, sesinde ki siniri ve tahditi kim olsa anlardı.

 

Alp bozuntuya vermeden "Eve bırakmamı istedi, bende hergun olduğu gibi onu gönül rahatlığı ile evine bırakacağım" diye cevap verdi.

 

Derdi neydi bunun?

Neydi bu nispet yapar gibi konuşmanın amacı?

 

"Her gün?" Diye soran Kutay bu soru ile bana baktığında yutkunmak zorunda kaldım.

 

Saçma bir kahkaha atıp "Babam biraz pimpirikli o yüzden bazen Alp beni eve bırakıyordu ama bugün hiç gerek yok buna" diyerek Alp'e uyaran bir bakış attım.

 

Her gün de neydi?

Bir kere ben koskoca 4 gündür hastanedeydim!

 

"Bence de gerek yok çünkü ben bugün buradayım" diyen Kutay Alp'e ters bir bakış atınca istemsizce aralarına girdim.

 

Bir doktorun ve bir Yüzbaşı'nın benim için kavga etmesi her ne kadar beni onurlandırsa da bunu kaldırabileceğimi sanmıyorum.

 

"Evet Alp, teşekkür ederim ben babam ile konuşurum. Hem arabam var merak etme" dediğimde o gözlerini bir an bile kutay'dan çekmiyordu.

 

Kutay da aynı şekilde.

 

Acaba bayılsam dikkatleri bana kayar mı? Yoksa bu meydan okuma dolu bakışlar iyi yere gitmiyordu.

 

"Emin misin? Seni ben götürebilirim, hem yine eve gitmeden bir şeyler içeriz" dediğinde gözleri hala Kutay'ın üstündeydi.

 

Bu Alp fena kaşınıyordu, sadece bir kez (oda ısrarı yüzünden) bir bardak çay içmiştik ama bana olan bakışları yüzünden bir bahane uydurup kalkmıştım.

 

Kutay'ın elleri yumruk olduğunda ona doğru bir adım attı ama elimi göğüsüne yerleştirip ona baktığımda gözlerimde ki endişe ile durup derin bir nefes aldı.

 

Hadi ama! Bu kavgayı kaldıramam.

Alp ile ikisinin arasında durduğum için onun attığı adım yüzünden Alp'e yaklaşmıştım ve kolum koluna değiyordu.

 

Kutay bunu anında fark edip kalbimin şaha kalkmasına sebep olacak o hareketi yaptı ve elimi tutup koca ve nasırlı elinin içine hapsetti.

 

Avucunda ki pürüzlere rağmen tutuşu ve dokunuşu bebeği tutar gibi nazikti.

 

Yüzbaşı elimi mi tuttu lan?!

 

Elimi tutarak Alp'ten uzağa yani arkasına alarak ona ölümcül bakışlar atmaya devam etti.

 

"Sana ben burdayım dedim!" Dediğinde Alp birbirine kenetlenmiş ellerimize öfke ile bakıyordu.

 

Gözlerim ellerimize kaydığında tutuşu fazla sahipleniciydi.

 

Kutay beni kıskanıyor muydu?

Varlıklarından şimdi haberdar olduğum kelebekler onun tutuşu ile içimde bir şölen uygulamaya başlayınca avucunda ki elim terlemeye başlamıştı.

 

Yemin ederim bayılacağım!

 

"Onunla aranda bir şey olmadığını biliyorum! İzni olmadan nasıl elini tutarsın!" Diye sesini yükselten Alp'e şaşkınca baktım.

 

Alp sakin ve duyulu biriydi ama şuan yaptığı ve gösterdiği tavırda ne oluyor ?

Gözlerinin beyazı kızarmaya başladığında yutkundum, Alp iyi değildi.

 

Beni birkaç aydır tanıyor olmasına rağmen bana karşı böyle kendini kaybedecek kadar delirmiş olamazdı.

 

Kutay ona alayla bakıp "Sana girip çıkan ne?" Diye sorduğunda korkmuyor değildim.

 

İkisi de delirmiş gibiydi.

 

Elimi yavaşca Kutay'ın elinden çekmeye çalıştım ama daha da sıkı tuttu.

 

"Yüzbaşı" diye fısıldadığımda beni daha çok arkasına sakladı çünkü Alp delirmiş gibi bir öfke ile bana bakıyordu.

 

İçim sıkıntı ile dolduğunda etrafta ki insanları daha yeni fark etmiştim.

Birkaç hemşire ve hasta dikkatle bize bakıyordu.

 

Alp'i bu halde görmek hemşireleri de şoka sokmuştu.

Kutay her ne kadar sakin duruyorsa Alp o kadar sinirden titriyordu.

 

Koridorda birden Sevda ve Güneşi görünce endişe ile onlara baktım.

 

İkisinin de gözleri Alp ve Kutay arasında endişe ile dolaşıyordu.

 

"Yüzbaşı, fazla karşıma çıkmaya başladın! Seni uyarıyorum beni karşına alma yoksa ne ünvanın ne de Timin bana mani olamaz" diyen Alp ile hayret dolu bakışlarım onu buldu.

 

Ne saçmalıyordu?

Sırf elimi tuttuğu için onu tehdit mi ediyordu?

 

Kutay ufak bir kahkaha attığında bu sefer hayretli bakışlarım onu buldu.

 

Evet gülmüştü ama o gülüşün altında kendini tutmak için verilen büyük bir çaba vardı.

 

"Elinden geleni ardına koyarsan adam değilsin ama unutmaman gereken bir şey var" diyerek Alp'e doğru bir adım daha yaklaşınca diğer elimde koluna tutundu.

 

Alp'e üsten üsten bakıp " Sırf gölgem ile bile seni un ufak ederim!" Dediğinde sesinde öldürdüğü leşlerin çığlıkları vardı.

 

Bu ses tonu beni ürpertince gözlerim yüzüne tırmandı.

 

Çenesinde bir kas segiridiğinde hala Alp'e üsten bakıyordu.

Kendini tuttuğunu biliyordum çünkü her saniye elimi tutan eli vücudu ile birlikte kasılıyordu.

 

Şuan ne yaşanıyordu bilmiyorum ama beni insanların içinde bu duruma soktukları için sinir bütün vücuduma yayıldı.

 

İnsanlar merakla ve endişe ile bize bakıyorlardı, ikisi de nerde olduklarını bilmiyor gibiydiler.

 

Bu çok utanç verici bir hale döndü artık.

 

"İkiniz de kesin şunu!" Diye sesimi yükseltince Alp daha yeni kendine gelmiş gibi irkilerek bana baktı ama Kutay şüpheli bakışları ile onu süzüyordu.

 

Bir hışım elimi kutay'ın avucundan çektiğimde bu sefer engel olmayarak bıraktı.

 

"Derdiniz ne sizin? Hastanede olduğumuzun farkında mısınız?" Dediğimde kaşlarımı çatmış ikisine de öfke ile bakıyordum.

 

"Alarcın ben-" diye başlayan Alp'i elimi kaldırarak susturdum.

 

"Karşında çocuk yok! İstediğim yere tek de gidebilirim biri ile de. Sana hesap verecek değilim Alp! Kendine gel şuan saçma tavırlar uyguladığın yer hastalarla dolu ve sen bir doktorsun!" Diye onu uyardım.

 

Yutkunarak etrafına baktığında bir çok bakış görmüştü.

 

Ne yaptığını daha yeni anlamış gibi gözlerine pişmanlık oturdu.

Bu duygu değişimleri insanı tedirgin ediyordu.

 

Gözlerim kutay'a döndüğünde gözlerinde saklamaya zerre çaba sarfetmediği bir begeni ile bana yani dudaklarıma bakıyordu.

 

Azgın yüzbaşı!

 

" Burası bir hastane ve burada böyle şeyler yapamazsın" diye ona da böyle küçük bir sitem etmekten başka bir şey yapamadım.

 

Kaşlarım bile çatılmadı, hadi ama Alarcın şaka yapıyor olmalısın!

 

Dudaklarını birbirine bastırdığına karşısında çocuk gibi duruyordum muhtemelen.

 

Alp yanımızdan bana gönderdiği hayal kırıklığı dolu bakışları ile ayrıldı.

 

Herkes yavaş yavaş işine döndüğünde Sevda ve Güneş te ufak bir baş hareketi ile gözden kayboldular.

 

Kutay'ın eli birden bana uzanınca telefonumu yerden alıp bana uzattığını gördüm ve sinirle elinden aldım.

 

"Kaşınmadığını söyleyemezsin" dedi tek kaşını kaldırıp kollarını önünde bağlarken.

 

Kol kasları gözüme girecek kadar şişince yutkundum.

 

"Yüzbaşı, onunla derdin ne?" Diye sordum.

 

İlk günden beri adama eceli gibi bakıyordu.

 

"Benim onunla bir derdim yok ama onun ikimizi yan yana görmekle ilgili büyük bir derdi var gibi" dediğinde ona hak vermedim değil.

 

Evet Alp ne zaman Kutay'ı görse deliriyor gibiydi.

 

"Olabilir ama sende alttan almıyorsun, o böyle davrandıkça sen daha beter oluyorsun" diye sitem ettim.

 

"Portakal çiçeği, sence ben alttan alacak birimiyim? Ona bu kadar tahammül etmemin tek sebebi yine sensin! Yoksa şimdiye onun o dilini siker, kulağından çıkarırdım" dediğinde kaşlarımı çatarak ona baktım.

 

"Terbiyesiz komutan" dediğimde bana bir adım yaklaşarak gözlerimin içine baktı.

 

"Emin ol daha bir şey duymadın ve görmedin" dedi sırıtarak.

 

"Onun üstünde deneyeceğin ahlaksız şeyleri mümkünse duymayayım" dedim onun gibi kollarımı önünde bağlarken.

 

"Siktir et onu şimdi, bu at hırsızı hakkında daha fazla konuşmayacağım yoksa kendimi tutamam ve gider onun sağa sola sallanan götünü-" diye devam edecekti ki öfkeli bakışlarımı görünce sustu.

 

Gözlerine sinirle baktığımda"Gidiyorum ve seninle de gelemeyeceğim!" Diyerek bir adım attım ama aniden yine elimden yakalayıp beni çekiştirerek çıktığım odaya geri girmemi sağladı.

 

Naptı şimdi bu?!

 

"Sen ne-" diye devam edecektim ama yine kendimi kapıya yaslı ve onu dibimde bulunca şok olmuştum.

 

Bu adamda ki hız şaşılmayacak gibi değildi.

Resmen dejavu yaşıyorduk.

 

Umarım yine saçma sapan kelimeler söyleyip pat diye gitmezdi.

 

"Bana bak asker bozuntusu! Bana böyle istediğin zaman yaklaşıp sonra saçma sapan kelimeler söyleyip gidemezsin, yettin artık be!" Diye en sonunda cırladığımda sadece yüzümü izlemekle meşguldü.

 

Gözleri sinirden kızardığına emin olduğum çillerimin üstünde her dolaştığında gözlerinde devasa bir hayranlık oluşuyordu.

 

"Fazla güzelsin, her kadın güzeldir ama sen fazla abartmışsın" diye mırıldandığında şokla ona baktım.

 

İltifat etti.

 

"Kafamı karıştırıp durma" dediğimde kaşlarım çatılmıştı.

 

"Neden kafan karışıyor?" Diye sordu imalı bir şekilde.

 

"Yüzbaşı, yanmak mı istiyorsun?" Diye sordum dişlerimin arasından.

 

"Portakal çiçeği -" diye devam edecekti ama izin vermeden "Yeter dedim, şimdi yakınlaşıyorsun ama birazdan yine gideceksin. Anlamıyor musun yüzbaşı? Sana bağlanmaya başlıyorum!" Diye bağırdığımda etraf buz kesti.

 

Ne dedim lan ben şimdi?!

 

Hayır hayır bunu söylemiş olamam, yapmadım bunu bağırarak soylemedim ben!

 

Kalbim de dediklerimi onaylar gibi sertçe göğüs kafesime vurmaya başladı.

 

Kutay'ın kalbimden gelen sesleri duyduğuna eminim çünkü odada derin bir sessizlik vardı ve benim öfkeli nefes alış verişlerime kalbimin sesi karışıyordu.

 

Kutay ise sanki nefesi kesilmiş gibi sadece bana bakıyordu.

 

Sanırım gerçekten nefes almıyordu!

Allah beni bildiği gibi yapsın, naptım ben?!

 

Göz bebekleri büyürken nutku tutulmuş gibiydi.

 

Yani biri benim karşıma geçip adeta haykırarak bağlandığını söylerse ben büyük ihtimalle bayılırdım.

 

Onun için endişelendim çünkü hiç bir tepki vermiyordu.

 

"Yüzbaşı" diye fısıldadığımda bir kaç saniye göz kırpıştırıp bana bir tepki verdi.

 

Evet gelelim asıl meseleye, şimdi ben bunu nasıl açıklayacaktım.

 

Açıkçası böyle bağıracak kadar beni bırakıp gitmesini içerleyeceğimi düşünmemiştim.

 

Demek ki içimde bir yerlerin baya zoruna gitmiş ki, haddini aşarak bu kelimeyi kullandı.

 

Bu işten sıyrılır sıyrılmaz o organımı bulup onu yok edecek bir ilaç içecektim.

 

Biri şu halimizi bilse bana bakarak "Ulan daha ne oldu ki bağlandın!" Diye hayretlere düşebilirdi ama bilmiyorlar ki gözlerime baktığında bile içimde kaç fırtına kopardığını.

 

Yüzbaşı Kutay Kurt bambaşka hislere gebe bırakıyordu, bir bakışıyla bile.

 

O yüzden arkadaşlar lütfen şaşırmayın ve destekleyin beni, sizin de böyle hisler yaşamanız için dua edeceğim söz.

 

Şimdi de içimden Hızır efendiye sesleniyorum!

"Kul sıkışmazsa gelmem dedin, sıkıştık. Bakalım bu sefer ne bahane uyduracaksın, bekliyorum!"

 

"Yetiş ya hızır ya da müsait değilsen başkasını gönder, lütfen hemen!"

Kutay birden benden bir adım uzağa gittiğinde içimin ezildiğini hissettim.

 

Haklıydı, şimdi bana "Ne alaka" veya "Ne saçmalıyorsun?" Derse ne diyeceğimi bilmiyordum.

 

"Yüzbaşı ben-" dediğimde bana arkasını döndü.

 

Ona bağlanıyor olmam bu kadar kötü müydü onun için?

 

Genzim sızladığında bu halime bir anlam veremedim.

 

İlk defa birine bu kadar hızlı çekildim ve bu kadar çabuk açık verdim ama ilk defa da biri bunu duyduğu gibi bana sırtını dönüyordu.

 

Ben anlamadan ona bağlanmışım bile.

 

"Özür dilerim" diye fısıldayıp arkamı dönerek kapının kulpuna uzandım.

O kadar utanmıştım ki bir süre yüzüne bakabileceğimi sanmıyordum.

 

Bu berbat bir şeydi.

 

Kapıyı açtım ama kapı birden şiddetle kapandı ve bende kollarımdan tutulup sertçe kapıya yaşlandım.

 

Daha ona bakmaya fırsat bile bulamadan yüzümde önce sıcak bir nefes hissettim sonra da burnuma sürtünen burnunu.

 

"Bir daha söyle" dediğinde dudakları dudaklarıma sürtündü ve ben kemiklerime kadar titredim.

 

Onun etkisinde olduğum için "Ne?" Diye sordum aptal gibi, sanırım sesim de titremişti.

 

"Portakal çiçeği, yanlış duymadığımı söyle!" dediğinde sesi daha baskındı.

 

Sesinde ki heyecan mıydı yoksa ben dudaklarıma değen dudaklarının etkisi yüzünden yanlış mı duyuyordum.

 

"Söyle!" Diyerek sesini yükseltince yutkundum.

 

"Sana bağlanıyorum" diye fısıldadığımda kolumu tutan eli aniden belime sarılıp beni kendine yasladı.

 

Ona aşık olduğumu ya da sevdiğimi söylemedim, sadece bağlandığımı söyledim ama o sanki ona dünyanın en imkansız şeyini söylemişim gibi bakıyordu.

 

Bu iyi mi kötü mü anlamamıştım ama gözlerinde ki küçük mutluluk pırıltılarını gördüğümde iyi bir şey olduğunu anladım.

 

Oda aynı şeyleri hissediyordu değil mi?

Kirpikleri kaşlarıma değecek kadar bana yaklaştığında nefesim kesildi.

 

"Bana acilen durmam için bir şey söylemen lazım" dediğinde kendi ile savaşıyor gibiydi.

 

"Ne gibi?" Diye sordum anlamayarak.

Sesim içime kaçmış olabilirdi, beni duyduğundan şüphe ettim.

 

"Seni şuan deli gibi öpmemem için bana bir şey söyle" dediğinde kesinlikle ayaklarımın bağı çözülmüştü çünkü beni kendine daha fazla yaslamasının başka açıklaması olamazdı.

 

Beni öpmek mi istiyordu?

Peki ben bunu istiyor muydum?

Evet kesinlikle istiyordum!

 

Libidom Kutay yüzünden arşa çıkmış

durumdaydı.

 

Yanaklarım daha da kızardığı için dudakları kıvrıldı, beni utandırmaktan zevk mi alıyordu.

 

Burnu yanaklarımın üstünde ki çillere sürtündüğünde onu öpmeyeceğimden emin gibiydi.

 

Gerçekten öpmek istiyordu ama yanaklarım ona daha fazla zevk veriyormuş gibi sadece onlarla ilgilenmeye başladı.

 

Amacı beni kıpkırmızı yaparak eğlenmekti.

Beni öpmek için zorlamadı çünkü bunu henüz istemediğimi düşündü.

 

Benden bir adım uzaklaşarak aramıza mesafe koydu ve gözleri hala yanaklarımda duruyordu.

 

"Niye öyle yapayım dediğim her şeyi yaptım yüzbaşı, o yüzden bunu da yapacağım!" dediğim gibi ellerim yüzüne tutundu.

 

Parmak uçlarımda yükselerek adeta dudağına yapıştım, mecazi anlamda değil bildiğiniz yapıştım.

 

O bana kaskatı ve şokla bakarken durmaya niyetim yoktu.

 

Bu iki ayda onu görmemenin hasreti vardı sanırım içimde.

Hala göz bebekleri kocaman olmuş şekilde tepkisiz bana bakarken alt dudağını dişlerimin arasına alarak ısırdım.

 

Bana acilen karşılık vermesi gerekiyordu!

 

Ağzıma gelen mekanik tat ile dudağını kanattığımı anladım.

 

Şuan vücudumda ki bugün kanın yanaklarıma toplanıp çillerimi fazlası ile meydana çıkardığına emindim .

 

Canını aniden yakmış oldugum için kendine gelerek boğazından hırıltılı bir ses ortaya bıraktı ve işte olan o an oldu.

 

Kendini bana bastırarak kapı ile bütün olmamı sağladı.

Bir eli sıkıca belimi kavrarken diğer eli saçlarımın arasına karıştı.

 

Başını eğerek bana karşılık vermesi sert olmuştu.

Dudakları alt dudağımı talan ederken ellerim yüzünden ensesine kaydı ve sıkıca oraya tutundu.

 

Dudakları rotasını değiştirerek bu sefer üst dudağıma yöneldi.

Öpüşü sert olduğu kadar tutkuluydu da.

İçim kıpır kıpır oynaşırken başka boyutlara atlamıştım.

 

Ben Aslan burcuydum ve libidom fazlası ile yüksekti.

Bana verdiği fazla karşılık ile de onun da libidosu yüksek bir burçtan olduğunu anlamıştım.

 

Her hareketine anında uyum sağlıyordum, her hareketime muhteşem bir uyum sağlıyordu.

 

Alt dudağımı ısırdığında az önce ki ısırışımın intikamını alır gibiydi.

Sonra ısırdığı yere derin bir öpücük kondurdu ve özür diledi.

 

Dili izin ister gibi dudaklarıma sürtündüğünde benim dudaklarım sanki bu komutu bekliyormuş gibi ikiye ayrıldı.

 

Dili sinsice içeriye sızarken damağımda ki bütün tatları almak ister gibiydi.

 

Ağzının içine doğru inlediğimde belimde ki tek eli ile ayaklarımın yerle bağlantısını kesti.

 

Bacaklarım anında beline dolanarak kendine rahat bir yer buldu.

 

Şiddetle sırtımı kapıya yasladığında belimin kırılmasına engel olan şey sırtımı komple saran koluydu.

 

Diğer eli kalçalarıma tutunurken ne ara bu hale geldiğimizi anlamadım bile ama sorgulamadımda.

 

Dedim ya,Niye yapayım dediğim her şeyi yapıyordum ve bu yaptıklarım arasında en guzeliydi.

 

Altta bir sertlik hissetim ama ben tam hissedilir olan karın kaslarının üstündeyim çünkü anca yüzüne yetişmiştim.

 

Boynunda ki damar şişerek mosmor olup nabız gibi atmaya başladığında ileri gitmek istiyordu ama kendini tutuyordu.

 

Ensesinde ki elim saçlarının arasına karışıp cekiştirince ondan da bir inleme koptu ama dudaklarım ile dışarı sızmasını engelledim.

 

Saçlarının arası nemlenince zevkle parmaklarım sert görüntüsü olan ama aslında yumuşacık saçların arasında dolaştı.

 

Bir elim köprücük kemiğinde yumuşak dokunuşlar yaparken diğeri saçlarını çekiştiriyordu.

Köprücük kemiği belirgindi ve oraya şimdiden meftun olduğumu söylemeliyim.

 

Parmaklarım fazlası ile şişen damarın üstünde gidip geldi, alt dudağım iki dudağının arasında ezilirken hiç bir şey umurunda değil gibiydi.

 

Komutan Kutay Kurt ile öpüşmek paha biçilmez duyguların en guzeliydi.

 

Ne kadar süre geçti bilmiyorum ama nefes almak için dudaklarımız ayrıldığında ikimizin de göğüsü şiddetle inip kalkıyordu ve bu da yakınlıktan dolayı birbirlerine sürtünmelerine sebep oluyordu.

 

Şişmiş ve kızarmış dudakları çillerimin üstüne öpücükler kondurmaya başladığında bir elim hala köprücük kemiği ile oyalanıyordu.

 

Beni öperek bile orgazm edebilirdi, çünkü bacak aramda oluşan ıslaklık onu gösteriyordu ve tabi onun da önün de ki şişliği fazlası ile kanıttı buna.

 

Görmem bile kasıklarımı sızlatırken ilerisini düşünmem aklımı yitirmeme sebep olabilirdi.

 

Dudakları çenemden boynuma ilerlediğinde başımı arkaya atarak kapıya yasladım ve ona daha çok yer açtım.

 

Allahım sen aklıma mukayyet ol!

 

"Portakal çiçeği" diyen sesi boğuktu.

 

"Yüzbaşı" deyişim onu dinlediğimi belirtme şeklimdi.

 

"Bundan sonra sikseler, burdan ayrılmam" dediğinde yüzümde can atan bir tebessüm oluştu.

 

Sanırım ona katılıyordum.

Burnu boynumdan kokusunu çalmak ister gibi derin bir nefes aldı.

 

"Beni bu kokuya bu kadar yaklaştırdığına pişman olsan da bunun dönüşü yok" dedikten sonra yüzünü yüzüme hizaladı ve dudaklarıma sesli bir öpücük kondurdu.

 

Her dokunuşu beni kendimden ederken sessizdim.

 

Bu kabullenişti.

 

"Bir yola girdik ama inşallah yok bize girmez yüzbaşı" dediğimde kalbimi titreten kahkahası odayı doldurdu.

 

Ona eşlik edip güldüğümde dudaklari bu sefer şakağıma değdi.

 

Benim kalp atışlarım zaten onu gördüğünde kulaklarımı dolduruyordu ama bana dokunduğundan beri onun kalp atışları benimkinin sesini kesecek kadar şiddetliydi.

 

Allah yardımcımız olsun artık!

 

İkimizin de duyguları birbirine karşı aynıydı ama emin olduğum şey bu duygu bağlanmaktan da ötesiydi.

 

Sakın ne ara olduğunu sorgulamayın, oldu işte!

 

 

 

 

 

~~~~~~~~~

Ay ay neler oluyor dhhdjdjd.

A​​​​​rkadaşlar kimi için erken olabilir böyle yakınlaşmaları ama ben bu hoşlantı işini ve ya birbirlerine uzak durmalarını uzatmak istemedim.

Asıl olaylara gelmem için ve birbirlerine olan Aşklarının sağlamlaşması için bazı olaylara erken giriş yaptım.

 

Çünkü takdir edersiniz ki ikisini bekleyen büyük olaylar var, birbirlerine olan sevgilerini ve ya Aşkalarını doyasıya yaşamaları için şans verdim, tabiki birden yakınlaşıp birden uzaklaşmayacaklar.

 

Daha ne olacağını ben bile bilmiyorum.

Belki Alarcın görevi öğrendikten sonra kalbine yenik düşüp affedecek, belki de kalbini söküp yaşadığı acıları kalbinin olduğu

yere sokup o boşluğu doldurarak herkese arkasını dönecek.

 

Kesin olan tek şey hiç bir sır saklı kalmaz ve Alarcın elbette içinde merkezi olduğu görevi öğrenecek.

 

Sevgi ile kalın ve kanalımızı takip edip herşeyden haberdar olun ❤️

 

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen 🇹🇷

Loading...
0%