@lavinia_x21
|
ALARCIN'DAN
Gözlerime vuran güneş yüzünden yine uyanmak zorunda kaldım. Bilincim kendine yavaş yavaş gelirken belimde feci bir ağrı vardı.
Gözlerimi açıp nerde oldugumu anlamaya çalıştım bir kaç saniye. Dağ gibi geniş bir gövdeye yaslıydım, bu öyle bir gövdeydi ki hiçbir şey beni buradan çekip alamazdı.
Babamın gövdesi. Fırtına Albay Demir İzgi'nin gövdesi.
"Uyandın mı kızım" diye sordu gözlerimi açtığımı görünce.
Belimin neden ağırdığını anladım, yan yatmiştım ve belim aynı pozisyon durduğu için tutulmuş olmalı.
"Günaydın baba" diye mırıldandım kendimi düzeltmeye çalışarak.
"Günaydın kızım" diye cevap verdi.
Belimi gerdirip kendime gelmeye çalıştım, ama zordu fena tutulmuştu.
"Ne oldu?" Diye sordu babam.
"Belim tutulmuş galiba" diye cevap verdim.
"Öyle mi?" Diye sordu.
"Evet" dedim ayağı kalkıp ama babamın ne tarafta oturduğunu görünce bakışlarım onu buldu.
Babam beni kolunda mı uyutmuştu ilk defa?
"Ben rahat olursun sanmıştım" dedi bakışlarını kaçırarak.
Onun bu hali içimi parçalıyordu.
"Rahattım baba, uzun zaman sonra deliksiz bir uyku çektim" dedim tebessüm edip yanağından öperken.
"Hadi ordan, sürekli konuşup durdun" dediğinde anlamadığım bir hüzün çöktü gözlerine.
Rüyamda ne gördüğümü hatırlamaya çalıştım ama bomboştu.
"Ne dedim peki?" Diye sordum merakla. Umarım yanlış bir şey söylememişimdir.
"Boşver şimdi, bugün izinli misin?" Diye sordu.
"Evet izinliyim" diye cevap verdim mutfağa doğru ilerlerken.
"O halde bugün beraber vakit geçirelim" dedi özlemle.
"Olur babacım" dedim üstüne çay için su katarken.
Sonra aklıma gelenlerde durdum.
Babam da arkamdan mutfağa geldiğinde yüzüme bakıp, "Sorun ne?" Diye sordu tek kaşını kaldırıp.
"Baba bugün, hastaneden bir arkadaşımın kızının doğum günü, onun için söz vermiştim" dedim mahçup bir şekilde.
"Asma yüzünü, artık hep beraberiz daha sonra da yapabiliriz" dedi beni rahatlatmaya çalışarak.
"Teşekkür ederim" dedim kollarımı boynuna dolarken.
Ufak bir kahkaha atıp oda tek kolunu sardı bana. Yeterde artardı bile.
Ondan ayrıldığımda, "Gerçe uyuyor mu hala?" Diye sordum.
"Evet uykucu olduğunu biliyorsun" dedi. Evet Gerçe gerçekten de uykuya çok düşkündü.
Babamla bir kere sabah evden ayrılmak zorunda kalmıştık ve Gerçeyi uyandırmamıştık. Akşam eve geldiğimizde Gerçe hala uyuyordu. Öyle bir uyku delisiydi.
"Ben şimdi uyandırırım onu, sonra da kahvaltı yaparız" dedim.
"Tamam kızım" diyerek salona gitti.
Bende Gerçenin odasına gittiğimde bir yastık kolunun altındayken diğer yastık bacağının altındaydı. Onun bu haline gülmeden edemedim.
Odasından çıkıp lavaboya giderek elimi ve yüzümü yıkadım. Oradan odama geçip kısa siyah bir etek bir de bol bir tişört giydim. Ayaklarım ise çıplak kalacaktı tabiki. Saçlarımı da tepemde topuz yapıp önden küçük tutamlar bıraktım. Makyaj yapmama gerek yoktu.
Odamdan çıkıp tekrar Gerçe'nin odasına girdim.
Hala aynı şekilde yatıyordu. Yanına gidip saçlarını okşayarak bir öpücük kondurdum yanağına. Öptüğüm yanağını yastığa bastırıp gitmem için bir takım şeyler söyledi ama anlamadım.
"Uyan artık uykucu" diye seslendim bacağının altında ki yastığı çekip alırken.
"Ya abla biraz daha" diye ağlamaklı bir sesle yalvardı.
"Gerçe hadi ablacım, beraber kahvaltı yapalım" dedim.
"Hıhı" diyerek beni geçiştirdi ama bu sefer kolunun altında ki yastığı aldığımda,
"Ya abla!" Diye dertlendi.
"Gerçe babam bizi bekliyor hadi" dediğimde yavaş yavaş gözlerini açtı.
Bir kaç saniye tavanla bakıştığında gözleri bana değdi.
"Abla?" Diye seslendi uykulu sesi ile. "Efendim" dediğimde beklemediğim bir hareketle kolumu tutup beni yatağa çekti.
Beklemediğim için ağzımdan ufak bir çığlık kaçarken boş bulunup hemen yanına düştüm. Sonra hızla karnımın üstüne oturarak bacaklarını iki yandan sarkıtıp belimi kıstırdı.
"Sakın!" Dedim geleni bildiğim için.
"Artık çok geç, beni uyandırmadan düşünecektin" deyip parmakları karnıma değince bı sefer ki çığlığım büyüktü.
Kahkahalarımız odayı doldururken hala, "Yapma!" Diye bağırıyordum.
Karnımdan gıdıklandığımı bildiği için sürekli böyle yapıyordu.
Son çare olarak "BABA!" diye bağırdım. Gözümden yaşlar akarken gözlerim kapıya değdi. Babam kapıya yaşlanmış yüzünde ki gülüş ile bizi izliyordu.
"Baba yar-dım et" dedim elimi ona uzatarak. Gözleri belli belirsiz titredi, hemen duruşunu düzeltip bize doğru geldi ve tek kolunu Gerçe'nin beline sardığı gibi onu üstümden kaldırdı.
Ellerinin üzerimden çekilmesi ile derin bir nefes aldım.
"Baba yaa ama hep ablamı tutuyorsun!" Diye dudaklarını büzüp babamın tutuşundan kurtulmaya çalıştı ama nafileydi.
Babamda ki güç kimsede yoktu.
"Ablanı kalpten mi götürmek istiyorsun Gerçe, şu kızı gıdıklama diyorum sana" diyerek Gerçe'yi hala belinden tutup odadan çıkardı babam.
Gerçe'nin hala sesi geliyordu, çırpınıyor olmalı.
"Deli gerçekten bir gün kalbime indirecek" diyerek ayaklanıp üstümü düzelttim. Ama yüzümde bir gülümseme vardı. Onları ne çok özlemişim. Ama hayır bu gıdıklama işini hiç özlemedim tabi ki de.
Mutfağa geçtiğimde Gerçe pijamaları ile masada oturuyordu, bir elini yanağına yaslamış ve gözlerini kapatmıştı yine.
"Önce elini yüzünü yıka ve kendine gel, sonra da omlet yapalım hadi" dedim ama duyuyor gibi değildi.
Ona arkamı dönüp dolaba yöneldim, dolap doluydu, büyük ihtimal ile babam gelmeden halletmişti hepsini.
"Alarcın kaçtaydı doğum günü?" Diye soran babam ile ona döndüm, oda geçip Gerçe'nin karşısında ki sandalyeye oturdu.
"Tam saati bilmiyorum, neden?" Diye sordum.
"Önemli değil, dışarı çıkmam gerekiyor seni bırakabilirim" dedi.
"Gerek yok, bir arkadaşım ile beraber gideceğiz" diye cevap verdim. "Peki" dedi.
"Bende gelebilir miyim?" Diye sordu Gerçe gözleri hala kapalıyken.
"Gelebilirsin tabi" dedim tekrar dolaba dönüp kahvaltı hazırlarken.
Kahvaltı hazır olduğunda sohbet ve kahkahalar ile kahvaltımızı yaptık. Doğum günü için Güneşi aradığımda öğlen yapılacağını ve eşinin işe gitmesi gerektiği için çalıştığı yere yakın bir mekanda yapılacağını söylediğinde onu onayladım ve Gerçe'nin de geleceğini söyleyerek kapattım telefonu.
Saat 11 di ve hâlâ Gerçe kıyafet bakıyordu dolaptan kendine. Ben kırmızı dizimde biten askılı bir elbise giymiştim ve saçlarımı açık bırakmıştım. Yüzümde sadece dudaklarımı öne çıkararak kırmızı parlak bir ruj sürmüştüm ve gözlerimi geri planda bırakarak maskara sürmüştüm sadece.
"Gerçe hadi ama geç kalacağız" diye sitem ettim en sonunda.
"Tamam tamam buldum" diyerek lacivert, kısa ve kalın askılı bir elbise alarak giyinmeye başladı. Kardeşim fıstık gibiydi maşallah, yalan yok benden güzeldi. Tam 45 dakika sonra hazır olduğunda, Alp 15 dakikadır aşağıda bizi bekliyordu.
Adama ilk dakikadan mahcup olmuştum.
"Yürü artık" diye kolundan tutup asansöre bindirdim.
Babam bizden 1.30 saat önce çıkmıştı ve bizde şimdi çıkıyorduk. Sonunda kapıya çıktığımızda Alp arabaya yaslı bir şekilde bizi bekliyordu.
Gözleri bizi bulduğunda önce beni baştan aşağıya süzdü ve beğendiğini belli eden bir tebessüm oluştu yüzünde.
Gerçe koluma vurarak, "Abla bu yakışıklı da kim?" Diye sordu.
"Kes sesini!" Diye uyarıp Alp'e doğru ilerledik ve kısa bir tanışma sürecinden sonra sonunda yola çıkmıştık.
YAZAR'DAN
Güneş gelen misafirler ile ilgilenirken eşi de ona destek oluyordu. Eşi Ayberk Doğan.
Aşkla bakıyordu misafirler ile ilgilenen karısına ve pembe elbise içinde ortalıkta arkadaşları ile oynayan kızına.
"Ulan ne zaman be ne zaman?" Diyerek Akgün dert yandı hemen.
Allah şahit aile olan insanları görünce içi kıpır kıpır oluyordu. Evlilik ona göre erkendi tabi ama aşk dolu bir ilişkiye asla hayır demezdi. Onunla sevgili olmak isteyen kızların haddi hesabı yoktu ama o sadece takılıyordu kimisine.
Kalbi yıllardır ona, "Bekle, daha zamanı değil. Öyle biri gelecek ki senin ayaklarını yerden kesecek" diyor gibiydi. Oda amansızca kalbine uyuyordu ve kimseyi kalbine almıyordu.
Sabırsızlıkla o günü bekliyordu ama yaşlanmak üzereydi artık.
26 yaşındaydı.
"Akgün ne olur bugün sus çünkü sana vurup, vahşi biri gibi görünmek istemiyordum" dedi Barlas.
2 saattir eli kaşınıyordu ve etrafta ki hanımlara öküz gibi görünmemek icin kendini tutuyordu. Sonuçta bekar bir babaydı. Ve yavrusunun anneye ihtiyacı vardı, tabi onunda sıcak bir gövdeye sarılıp uyumaya.
"Yakında biz de böyle olacağız değil mi Kaan" diye sordu İlay derin bir iç çekip. Kaan komutanını kontrol edip sevdiğinin başının ustune bir öpücük kondurdu.
"Biz daha mutlu olacağız söz veriyorum" diye fısıldadı kulağına. İlay ona bakıp aşkla gülümsedi ve karşılığını da aynı saniye de aldı.
Berk çaktırmadan Asena'ya bakıp onu süzdü. Ne güzel olmuştu sevdiceği.
Halbuki Asena siyah bir gömlek ve siyah bir pantolon giymişti ve yüzünde hiç makyaj yoktu.
Ama yine de en güzeli oydu Berk için.
Asena ise Berke bakan bir kaç kadına ölümcül bakış atıp önlerine dönmelerini sağladığı için huzurluydu.
Serhat ise sakin sakin çocuklara bakıyordu.
"Komutanım da ne yakışıklı olmuş değil mi Barlas" diye sordu Akgün sırıtıp.
Barlas hemen kafasını sallayıp, "He valla, maşallah" diyerek ufak bir tükürük yolladı komutanına doğru ama korkudan o tükürük sadece akgün'e kadar gitmişti.
Akgün öğürerek eli ile yüzünü silip, "Allah seni mermisiz bırakıp bana muhtaç etsin kütük herif" diyerek güzel bir sitemde bulundu.
Barlas hemen elini kulağına katıp "Allah korusun lan" diyerek masaya vurdu sonra.
Akgün'e muhtaç olmak, denizde yılana sarılmak gibiydi. Allah yazdıysa bozsundu.
Kutay herkesi duyuyordu ama sakinlikle etrafına bakiyordu.
Üzerinde siyah bir gömlek, altında da siyah kumaş pantolon giymişti ve endamı ile etrafta ki güneşin bir çok doktor arkadaşının dikkatini çekmişti ama onun dikkatini çeken tek bir doktordu ve onun buraya geleceğine ihtimal vermiyordu.
"Ne alaka, nerden tanısın güneşi" diye geçirdi içinden.
Halbuki Güneşin hangi hastanede bile çalıştığını bilmiyordu. Tim hepsi bir masada oturmuş kendi aralarında sohbet ediyordu.
Sonra mekanda birden bir şarkı çalmaya başladı. Doğum gününün başladığını anladıkları için sohpeti kesip kalkıp ortada oynayan insanlara bakıyorlardı.
Güneş kızının her doğum gününü büyük partilere çeviriyordu ve Tim ise ona ayak uyduruyordu.
Akgün ayağı kalkıp lavaboya gitmek için bir adım attı ama girişte gördüğü afet yüzünden daha fazla ileriye gidemeyerek geriye doğru sendeleyip Barlas'ın üstüne düştü.
"Lan oğlum ne yapıyorsun aptal herif!" Diye en sonunda beyfendiliğini bozup ona vuran barlas'ı duymadı bile.
"O ney lan" Diye mırıldandı şaşkınca sadece.
Şuan kalbine ulaşabilse tutup alnından öpecekti onu çünkü gelen kişi gerçekten de ayaklarını yerden kesmiş ve tüm heybeti ile Barlas' ın üstüne düşmesine sebep olmuştu.
Tek sevindiği şey yumuşak bir düşüş olmasıydı.
Kutay onun şaşkınlığını sebebini anlamak için baktığı yere baktı ve bir darbe de o yedi kalbine.
Göz bebekleri büyüdüğünde "ne alaka diyen dilimi sikeyim" diye mırıldandı.
Şuan kapıda gördüğü kırmızılar içinde bir Alarcın vardı ve bu ne guzellikti ona göre.
Sonra büyülenmiş gözlerini çatık kaşları kapattı çünkü Alarcın'ın beline elini yerleştiren adam ile keyfi kaçmıştı.
Bu hastanede gördüğü adamdı. Beraber gidecekleri yer burası mıydı yani?
Alarcın ve Gerçe içeriye adım attığında Tim'in gözleri onları buldu.
Güneş te en sonunda onları gördüğünde hızlı adımlar ile kapıya gitmiş ve Alarcın'a sımsıkı sarılmıştı. Sonra Gerçe ve Alp ile tanışarak onları ayırdığı masaya yerleştirmişti.
Ayberk eşinin gittigi yere baktığında şaşkınlıkla Time döndü ve onların da şaşkın olduğunu gördü.
Güneş ve Alarcın tanışıyor mu? Diye sordu kendi kendine.
Ayberk yavaş adımlar ile eşinin yanına gidip, "Hoşgeldiniz" dedi ama şaşkınlığı sesinden belli oluyordu.
Alarcın duyduğu ses ile başını çantasından kaldırıp Ayberke baktı ve oda şaşkın şaşkın göz kırpıştırdı. "Ayberk?" Dedi sorar bir şekilde.
Güneş bir an nereden tanıdıklarını sorguladı ve, "Siz tanışıyor musunuz?" Diye dile getirdi.
Ayberk eşine bakıp "evet hayatım, tanışıyoruz, Alarcın Asena'nın ev arkadaşıydı ve bir kere askeriye de karşılaştık" diye cevap verdi.
Güneş kafasını sallayıp tebessüm edip onayladı onu.
"Siz peki?" Diye sordu Alarcın.
"Ayberk benim eşim" diye cevap verdi güneş.
"Tesadüfe bak" dedi Alarcın gülerek ama aklıma gelen soru ile gülüşü dudaklarında soldu.
"Ayberk, Tim de burada mı?" Diye sordu.
Ayberk kafasını sallayarak onayladı onu ve,"Tam olarak iki masa var aranızda" dedi.
"O peki?" Diye sordu. Ayberk kutay'dan bahsettiğini anlayıp,"Evet" diye cevap verdi.
Alarcın gözlerini yumdu, onunla tekrar karşılaşmayı beklemiyordu, hele ki aklında şüpheler varken.
"Abla, kimden bahsediyorsunuz?" Diye sordu Gerçe. "Boşver" diyerek gözlerini açtı Alarcın ama oldukları yere bakmamak için kendini zorluyordu.
"Peki prenses nerede?" Diye sordu Alarcın çocukları göstererek.
Güneş tebessum edip, "Pembe kabarık elbise giyen" diye kızını gösterdi.
Alarcın baktığında tek bir pembe elbise giyen vardı ve hayranlık dolu bakışlarına engel olamadı.
"Çok güzel" dedi hayranlığı dile dökülürken.
Ayberk ve güneş kızlarına bakıp güldüler. "Teşekkür ederiz" dedi güneş.
Bir süre daha sohbet ettikten sonra diğer misafirler ile ilgilenmek için ayrıldılar yanlarından Ayberk ve güneş.
Barlas artık dayanamayarak Akgün'ün ensesine bir şaplak atıp, "Kalk lan üstümden, kısmetimi kapatıyorsun!" Diye parladı.
Onun bu sitemine Tim gülerek cevap verdi ve Akgün hala Barlas'ın kucağında oturduğunu fark edince birden ayağı kalktı ama gördüğü güzellik onu fazla sarsmış gibi tekrar tökezledi.
Gerçe hareketlilikten dolayı oraya döndüğünde sarışın ve oldukça tatlı yüzlü bir adamı gördü.
Meraklı bakışları Akgün üzerinde dolaşırken, Akgün artık terlemeye başlamıştı.
"Lan tut şunu bayılacak" dedi Kaan gülerek.
"Tövbe estağfurullah, sanki yıllardır kadın görmüyor şerefsiz" diyerek kolunu tutup Akgün'ü yerine oturttu Barlas.
Akgün'e kalsa sabaha kadar tutulmuş bir şekilde Gerçe ye bakacaktı. Bak bak da doyulmazdı ona göre şuan.
Serhat gülerek "Sanırım ilk görüş dedikleri bu" dedi.
"Bismillahirrahmanirrahim" dedi Akgün yine.
Sonra Barlas'a dönüp, "lan o neydi öyle?" Diye sordu hayretle.
"Sana sormak lazım, ne gördün de öyle kalakaldın?" Diye sordu Barlas.
"Valla anlamadım ki, kalbim atmayı bıraktı sanki" diye şaşkın şaşkın cevap verdi Akgün.
"Akgün?" Diye seslendi İlay.
Akgün ona döndüğünde, "ha canım?" dedi.
"Çaktırma ama kız şuan sana bakıyor" dedi İlay elini ağzına kapatıp.
Akgün hemen dönüp Gerçe ye baktığında ilay'ın ağzında ki eli alnına gitti.
"Allah'ın cezası, Allah'tan çaktırma dedi" dedi Berk sırıtarak.
Gerçe aniden ona dönen bakış ile hemen gözlerini çekti ve önüne döndü. Yakalanmış olmak utandırdı onu ve yanaklarına hafif bir pembelik ekledi.
Akgün bunu hemen fark etmişti, sırıtarak "Bak bak nasıl da utandı" dedi Barlas'a vurup.
"Kudurdun mu lan!" Diye sordu hafif endişeli bir sesle Kaan.
Akgün tam olarak kudurmuş gibi davranıyordu çünkü.
Akgün gülüşünü hemen kesip, "Yok daha neler reşo" dedi ama ateş vücudunda dolanıyordu. Kudurmuş muydu ki?
"Kesin artık lan!" Diye parladı Kutay birden.
Zaten anlamadığı bir sinirden dolayı köpürmek üzereydi ve nereye çatacağını bilmiyordu.
Bu adam neden Alarcın'ın yanında oturuyordu ki? Aralarında bir şey mi vardı?
Akgün hemen Kutay'ın neden sinirlendiğini anlayıp, "Alarcın'ın yanında oturan yakışıklı da kim acaba?" Diye sordu sahte bir merakla.
Kutay'ın delici bakışları onu bulduğunda yutkunup Barlas'a yaklaştı.
"Yakışıklı derken?" Diye sordu.
Akgün hemen, "Komutanım biliyorsunuz ben uzağı fazla görmem gözlerimde sorun var benim" diye cevap verdi.
Şuan Yüzbaşı kutay olduğunu biliyordu ve ona bulaşmak istemezdi.
Kutay bu cevaptan memnun olarak yakalarını düzeltip yerinde dikleşti. "Götüme benziyor" dedi içinden.
Sonra bakışları Alarcın'a doğru koşan Burçe'yi buldu.
Elbisesini ve sarı saçlarını savurarak portakal çiçeğine koşuyordu.
Alarcın ona doğru koşan Burçe ile bir an şaşırdı ama sonra gülerek kollarını açtı. Bir kaç kez görüntülü konuşmuşlardı.
"Alarcın abla" diye sevinçle bağırıp kucağına atladı Burçe.
Alarcın hemen kolları arasına alıp dizine oturttu ve öpücüklere boğdu Burçe yı.
"Altın kız" dedi oda Burçe gibi sevinçle. Burçe öpücüklere kahkaha atarak karşılık verdi.
"Sen beni nasıl tanıdın bakalım?" Diye sordu Alarcın.
Burçe mavi gözlerini kırpıştırıp elini saçlarına uzattı Alarcın'ın. "Ateş gibi olan saçlarından tabiki" diye cevap verdi.
"Öyle mi?" Dedi Alarcın ellerini Burçe'nin karnına katıp gıdıklayarak. Burçe tekrar kahkaha atarken Alarcın'ın tutuşundan kurtulmaya çalışıyordu ama ikisi de habersizdi onları hayranlıkla izleyen iki kişiden.
O iki kişi de aynı anda göz göze geldiğinde hayranlık yerine öfke oturdu.
Alp ve Kutay.
İkisi de birbirine öfke ile bakarken Alarcın ve Burçe hala gülüyordu.
Tim ise gerginlikle birbirlerine baktılar. "Allah'ım sen bizi koru" diye dua eden Akgün'e herkes kısık bir şekilde "amin" diyerek katıldı.
Alarcın Burçe'yi bıraktığında Burçe ona arkadaşlarını anlattı tek tek göstererek. Alarcın ilgi ile dinledi onu.
Sonra yanlarına yaklaşan küçük bir erkek çocuğu ile ikisinin de gözleri onu buldu.
Kıvırcık saçlı uzun kirpikli esmer bir çocuktu.
"Burçe, hadi dans edelim" dedi tatlı tatlı. Alarcın gülümseyerek Burçe'ye baktı.
"Yiğit edelim ama Babam görmesin" dedi burçe cilveli cilveli.
Yiğit ona anlamayarak baktığında Burçe bir eli ile Alarcın'ın omuzuna tutunup Yiğit'e doğru eğildi ve kısık sandığı bir şekilde, "Babam biraz kıskanç biliyorsun" dediğinde Gerçe ve Alp kahkaha atarken Alarcın gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı.
"Evet Ayberk amca biraz kıskanç ama babam istediğin gibi oynayabilirsiniz ben onu hallederim dedi" diye cevap verdi Yiğit.
Yiğit, Barlas'ın evlat edindiği oğluydu. İkisi ne zaman yakınlaşma aşamasına gelse Ayberk deli olurken, Barlas keyifleniyordu.
"Peki madem, o halde dans edelim ama babam gelirse seni bırakır arkama bile bakmadan kaçarım ve sonra bozulmak yok" diye bir uyarıda bulunup yiğit ile beraber uzaklaştılar.
Gerçe bir kahkaha daha attığında Alarcın'dan da bir kahkaha geldi.
"Kızda ki akıl zehir" dedi Gerçe hala gülerken.
"Evet öyle" diye cevap veren Alp oldu.
İkili Burçe ve Yiğit'i izlemeye daldığında onlara hızla ilerleyen Ayberk'i gördüklerinde yine güldüler.
Ayberk kızı ile yiğit'i dans ederken görünce neye uğradığını şaşırmıştı.
Bu çocuk kızını hiç rahat bırakmıyordu.
Yanlarına vardığında Burçe nin beline ellerine yerleştiren Yiğit'i geriye çekip, "Küçük bey, kızım ile ben dans edeceğim" dedi.
Yiğit tam ağzını açıp inkar edecekti ki karşısında onun yanında dev kalan adamın bakışları ile dudaklarını büzerek babasının yanına gitti.
Burçe ise, "baba yeter ama, bu ne böyle çocuk muyum ben? Kiminle dans edeceğime ben karar verebilirim" diyerek ellerini göğüsünde birleştirip babasını pistin ortasında bırakarak annesine ilerledi.
Ayberk ise arkasından şaşkın şaşkın bakmakla yetindi. "Benim kızım, bana posta mı koydu lan!" Dediği tek şeydi.
Barlas ona doğru üzgünce gelen oğlu ile kollarını açtı. Yiğit dudakları hala büzülü dururken babasının kucağına oturup yüzünü göğüsüne sakladı.
Barlas elini oğlunun kıvırcık saçlarına atıp okşadı ve, "Aslanım ne oldu, neden üzgünsün?" Diye sordu.
"Baba, Ayberk amca Burçe ile dans etmeme izin vermedi" diye şikayet etti.
Barlas derin bir nefes alıp oğlunu teselli etmeye çalıştı. "Sen bakma şimdi ona, siz biraz daha büyüyünce sizi asla ayıramayacak" dedi.
Ayberk çok kıskançtı, içinde kötülük yoktu biliyordu o yüzden ona kızmıyordu, sadece kızını paylaşmak istemiyordu. Kızı hep ona kalsın istiyordu.
Burçe annesinin yanına gittiğinde her şeyi annesine anlatmıştı ve annesi ile bir plan yapmıştı.
Elbisesini savura savura kutay'ın yanına koştu.
Kutay amcasını çok seviyordu.
"Kutay amca" diyerek kollarını uzatıp onu kucağına almasını istedi.
"Prenses" diyerek Kutay bu istediğini geri çevirmeyerek hemen kucağına alıp dizine oturttu.
"Bugun benim doğum günüm" dedi Burçe.
"Evet güzelim, iyi ki doğdun" dedi Kutay saçlarına küçük bir öpücük kondurup.
Burçe usta bir oyunculuk ile dudaklarını büzüp gözlerini doldurdu, Kutay bir an birden böyle gözlerinin |
0% |