Yeni Üyelik
15.
Bölüm
@lavinia_x21

ALARCIN'DAN

Gözlerim kahve gözlere kenetlenmişti.

Yeşil, kahve ile iç içe geçmiş ortaya mükemmel bir renk çıkarmıştı.

Yüzbaşı Kutay Kurt...

Şüphesiz buna en büyük sebep oydu.

Elleri belimi sıkı sıkı tutarken dans etmesini bilmemesine rağmen bana mükemmel bir uyum sağlıyordu.

Siyah gömlek ve siyah kumaş pantolon içinde fazlası ile karizmatik duruyordu.

Yanıma gelip pat diye "Dans" deyince neye uğradığımı şaşırmıştım.

Ama içimde bir yer çoktan kabul etmiş ve titremişti.

Hala birbirimiz ile gözlerimizi ayırmadan dans ederken birden bir çığlık koptu.

Bu Gerçe'nin sesiydi.

İkimizinde gözleri aynı anda oraya dönünce Gerçe korku ile elini ağzına atmış yere bakıyordu çünkü yerde boylu boyunca uzanan bir Alp vardı.

Bismillahirrahmanirrahim, noluyor lan!

Bakışlarım Gerçe'nin yanıda duran kişiyi görünce şaşkınlık ile irileşti.

Ateş, yani abim.

Öfke ile Alp'e bakıyordu ve elini Gerçe'nin beline sarmıştı.

Onun hemen arkasında da Öke timi vardı ama en önde olanları Akgün'dü.

Büyük bir şok ile ikisine bakıyordu.

Ateş birden yere eğilip Alp'in yakalarını tutarak havaya kaldırdı.

Oha adam resmen havada duruyordu.

Övünmek gibi olmasın ama abimde ayı gücü vardı.

Yani bunu eski erkek arkadaşlarımın üstünde baya bir denediği için biliyordum.

"Kimsin lan sen?" Dedi öfke ile.

Alp korku ile karşısına bakarken ne diyeceğini bilemiyor gibiydi ve klasik soruyu sordu.

"Ne oluyor, sende kimsin?" Diye sordu.

"Belini tuttuğun kızın sevgilisiyim!" Dediğinde bıkkınlıkla bir nefes aldım.

Alp ile Gerçe'yi sevgili sanmıştı kesin yoksa bu yalanı yine söylemezdi.

Peki ben ve kutay'ın hala birbirimize yapışık olmasına ne demeli.

Hemen ondan ayrılıp benim içinde sevgilim demesinin önüne geçtim.

Ama Ateşin gözleri bana değmeden birden bı gürültü daha koptu.

Bu sefer ki çığlık güneş, sevda ve yine Gerçe'den gelmişti.

Sanırım biri bayılmıştı.

Yine gözlerim yere değdiğinde bayılanın bu sefer Akgün olduğunu gördüm.

Ney?

Bu niye bayıldı şimdi?, tövbe estağfurullah.

Tim hemen başının ucunda diz çöktü, başını dizine yaslayan Barlas korkmuş gibi değildi aksine eğleniyor gibiydi.

Akgün'ün yanağına bir sille çakıp,

"Ne oldu lan, dünyan mı karardı?"dedi.

Tim bir kahkaha krizine girerken gözlerim kutay'a değdi.

Oda gülmek üzereydi.

"Niye eğleniyorsun, o senin Timinden değil mi?" Diye sordum.

Adam bayılmış ama bunlar goy goy peşindeydi.

Peki doktor olarak ben neden adama bakmıyorum?

Allahım insanda akıl mi kaldı.

Hemen akgün'e doğru gidip kaan'ı itekleyerek başının dibinde diz çöktüm.

Bu arada Alp hala havada duruyordu, Ateşin bırakmaya niyeti yok gibiydi ve adamı tuttuğu yetmezmiş gibi birde sallıyordu.

Alp'in her an paçalardan salma gibi bir ihtimali vardı.

Akgün'ü kontrol ettiğimde bir sorun yoktu, tansiyonu düşmüş olmalı.

"Abi bırak artık şu adamı!" Diye cırlayarak bağıran Gerçe ile herkesin bakışları onu buldu.

Kısa bir süre sessizlik oldu, sonra

"Abi mi?" Diye sordu Barlas şaşkınlıkla.

"Adam yok yere mi bayıldı?" Diye sordu Berk'te ve hayal kırıklığına uğramış gibiydi.

"Akgün'de ki de şans" diyerek bir kahkaha attı İlay.

"Allahım gülmekten altıma işiyecem" dedi Serhat kahkahaları ile boğulmak üzereyken.

Bu arada gerçekten dizlerinin üzerinde durmuş bir elini yere bastırarak gülüyordu ve bacaklarını birbirine bastırdığına göre gerçekten işiyecekti.

"Gerizekalı hemen anlamadan dinlemeden bayıldı" dedi Asena bıkkınlıkla.

Neden bu Tim'deyim diye düşünüyor olmalı.

"Lan Akgün, uyan lan abisiymiş" diyerek Akgün'ün üzerine eğilip bir sille de Ayberk çaktı

Yüzüne.

"Yok bu böyle olmayacak" diyen Gerçe hemen bir masaya yönelip eline bir sürahi aldı.

Sonra gelip pat diye Akgün'ün üzerine boşaltınca herkes çil yavrusu gibi dağıldı çünkü aptal kız kardeşim hepimizi ıslatmıştı.

Adamın dibindeyiz görmüyor muydu yani?

"Akgün, beni duyuyor musun?" Diye seslendim ama cevap başka oldu.

"Kalbimin yolunu yordamını siki-" diye devam edecekken Barlas hemen iki eli ile ağzını kapattı.

Akgün yavaş yavaş gözlerini açtığında Ateş Alp'i yeni yere bırakıyordu çünkü Gözleri bendeydi.

Ya da Gerçe kolunu çimciklediği içinde olabilir di.

Akgün Barlas'ın ellerini ağzından çekip,

"Oğlum niye bunlar hep benim başıma geliyor" diye sordu sanki dünyası başına yıkılmış gibi.

"Kırk yılın başı bir afet gördüm ve ayaklarım yerden kesildi, tamam senin üzerine düştüm ama gerçeği öğrendikten sonra düşüşüm fenaydı yani" diye sitem etti.

Barlas ve Berk onu yerden kaldırdığında Akgün Gerçe'ye baktı sonra da "Şu bir defa geldiğim hayatın haline bak" dedi üzgünce.

Gerçe de ona bakıyordu.

Hepimiz ise saçma bir şekilde ikisine bakıyorduk.

"İyi misin?" Diye sordu Gerçe.

"Daha iyi olduğum günler olmuştu" diye homurdandı Akgün.

Sonra tiripli bir şekilde yüzünü çevirdi.

Neler oluyor bu aşağılık yerde?

"Bir de sevgilisinin yanında nasıl olduğumu soruyor" Diye mırıldandı yanımda ki Akgün.

"Küçüğüm kalkmayı düşünüyor musun?" Diyen Ateş ile hala yerde olduğumu hatırladım.

Bende neden bunları aşağıdan görüyorum diye düşünüyordum tamda.

Ateş bana doğru gelip elimi tutarak beni kaldırdı.

"Küçüğüm derken?" Diye sordu Akgün.

"Abileri kendisi" diye cevap verdi İlay.

Akgün bir kaç saniye boş boş baktı ama sonra birden sırıtmaya başladı.

"Vallaha mı?" Diye sordu.

Sonra birden Gerçe'ye doğru adım attı ama Barlas hemen ensesinden tutup yanına çekti onu.

"Oğlum napiyosun lan!" Dedi.

"Bırak lan! Bu hayatın bir işareti" diyerek Akgün yine bir adım atmaya çalıştı ama bu sefer Berk te hemen kolundan tutup onu durdurdurmaya çalıştılar.

Ateş anlamaz gözlerle bakıyordu herkese ama ben artık akgün'e alışmış gibiydim.

"Abi ne işin var burada?" Diye sordum.

"Sizi özledim hemen geldim, sarılmak yok mu?" Dedi özlemle.

O sırada Öke timi yanımızdan ayrılmış ve masalarına geçmişti.

Akgün onları zorluyordu ama Kutay gidip enik yavrusu gibi elini ensesine bastırıp onu yürüttüğünde büyük bir sakinlikle ona ayak uydurmuştu.

 

Sadece "komutanım ayıp oluyor ama" demişti ki "Kes lan!" Diyen Kutay ile susup yerine oturmuştu.

Güneş ve sevda ise Alp'i alarak patlayan dudağına bakmaya gitmişti.

Ben Gerçe ve abim vardık sadece.

Özlemle bakan abime baktım ve kollarımı boynuna doladım.

Hemen belimden sımsıkı sarılıp ayaklarımı yerden kesti.

Küçük bir kahkaha attım.

"Çok özledim seni" dedi.

"Bende öyle" diye karşılık verdiğimde beni yere indirip benden ayrıldı.

"Ne zaman geldin?" Diye sordum, o sırada Gerçe abimin kolunun altına girmişti.

"1 saat önce indim uçaktan, babamı aradığımda dışarıda olduğunuzu söyleyince hemen yerinizi bulup buraya geldim" dedi.

Onu onayladığımda yavaş yavaş masamıza gidiyorduk.

Yerimize oturduğumuz da abim ikimizin arasına oturmuştu, sonra birden Gerçe'ye dönüp,

"Kimdi o ırzını si-" devam edecekti ama,

"Abi!" Diye uyarınca derin bir nefes alıp,

"Kimdi o zibidi?" Diye sordu.

Ağzı çok bozuktu.

Gerçe masum masum bakarken, "Alp abi" diye cevap verdi.

"Abi mi?" Dedi Ateş tek kaşını kaldırıp.

"Evet abi, niye birden adama vuruyorsun?" Diye sordu Gerçe kaşları çatıp.

"Ne bilim kızım ben, sizi dans ederken görünce kan beynime sıçradı" dedi Ateş rahatlıkla.

"Abi kaç yaşına geldim, elbette hayatıma birisi girecek" dedi Gerçe bıkkınlıkla.

"Yok öyle bir şey" diye itiraz edip ikimizi de kolları ile sardı Ateş.

"Siz sadece bana aitsiniz" diye devam etti.

"Kalıcı olarak mı geldin?" Diye sordum konuyu dağıtmak adına çünkü biraz daha üstelerse Gerçe ondan kurtulmak için beni satabilirdi.

"Hayır yarın dönmem gerektiyor, büyük bir görev var oraya gideceğiz. Bende sizi görüp öyle gitmek istedim" dedi sıkıntı ile.

"Ateş neden huzursuzsun?" Diyerek kollarından çıkıp ona baktım.

"Uzun sürecek Alarcın, onun için ailelerimiz ile görüşelim diye 2 gün izin verdiler. Biliyorsun geleceğim kesin olsaydı bu izin verilmezdi" dediğinde gerildim.

"Saçmalama elbette geri geleceksin, bence Komutanın da anladı beni özlediğini onun için toplu izin vermiştir" dediğimde ufak bir kahkaha attı.

"Kesin öyledir güzelim" dedi saçlarımı öperken.

Ama uzun süreceği için izin verdiklerini ikimiz de biliyorduk.

"Gidelim artık, babamla da görüşmem lazım" dedi Ateş.

Onu onayladığımda, "Burçe'ye hediyesini verip geliyorum" diyerek ayağı kalktım.

Yanlarından uzaklaşırken Ateş Gerçe'yi yine dibine çekmiş ve etrafa ölüm bakışları atıyordu.

Burçe anne ve babası ile bir masada oturuyordu bende onlara doğru yürüdüm hediyem ile.

Yanlarına vardığında üçünün de gözleri beni buldu.

"Alarcın?" Diyerek güneş ayağı kalktı.

"Benim gitmem gerekiyor, Burçe ye hediyesini vermek için geldim" dediğimde Burçe yine dibimde bitmişti.

"Bana hediye mi aldın?" Diye sordu sevinçle.

Boyuna gelmek için diz çöktüm ve,

"Elbette hediye aldım" dedim onunki gibi bir sevinçle.

"Ne aldın, ne aldın?" Diye üst üste sorup zıplamaya başladığında Ayberk ve Güneş kahkaha attı.

Hediye paketimi poşetinden çıkarıp ona verdiğimde oturup heyecanla açmaya başladı.

Sonunda babasının da yardımı ile açtığında gözleri şaşkınlık ile irileşti ve bana baktı.

"Pusula mı?" Diye sordu.

Berk ve Güneşte bana baktığında bir sandalye ye oturup onu kucağıma aldım.

"Bak şimdi altın kız" dedim pusulayı elime alıp.

"Bu pusula yönleri gösteriyor, eğer bir gün ihtiyacın olursa ki umarım olmaz. Arkasında gördüğün harfler ile yönünü bulabilirsin, unutma ne kadar çok yol aldığından daha önemlisi doğru yönde olmandır bu yüzden herkesin pusulası olmalı altın kız" dedim tebessüm ederek.

Bu pusula benimdi ama ihtiyacım yoktu.

Zaten büyük değildi ama bunu Burçe ye göre yine de ayarlamıştım.

Güneşin dediğine göre yön duygusu küvetli bir çocukmuş ve yönlerle ilgili herşeye meraklıymış o yüzden bunu ona vermek istedim.

Heyecanla alıp boynuna taktığında tam olmuştu ona.

"Teşekkürler hiç çıkarmayacağım" deyip yanaklarımı öpünce kahkaha attım.

Ayberk ve Güneş te bize bakıp güldüler.

Onu yere indirip ayağı kalktığımda Güneş ve Ayberk'te ayaklandılar.

Sonra yanımıza gelen İlay ile bakışlarımız onu buldu.

"Ayberk gitmeliyiz" dedi.

Güneş dönüp Ayberk'e baktı.

"Baba gidiyor musun?" Diye sordu Burçe dudaklarını büzüp.

Ayberk kızının boyuna gelmek için onu kucağına alıp saçlarını öptü.

"Gidiyorum ama geleceğim çiçeğim" dedi Ayberk.

"Uzun sürecek mi peki?" Diye sordu bu sefer Burçe.

"Bilmiyorum ama erken gelmeye çalışırım" dedi Ayberk.

Burçe babasına sıkı sıkı sarılınca Ayberk diğer kolunun altına karısını alıp onunda alnından öptü.

Kısa bir vedalaşmadan sonra Tim bir araya gelip çıkışa doğru yürüdü.

Ben hala güneş ve Burçe'nin yanında duruyordum.

İkisi de dolu gözler ile Ayberk'e bakıyordu.

Güneşe yaklaşıp "Üzülme, bak Burçe de üzülüyor" dedim kısık bir sesle.

"Kaç sene oldu ama alışamadım hala" dediğinde yanağına doğru bir damla sessizce süzüldü.

Tekrar Time baktığımda aynı yerde değillerdi çünkü gitmişlerdi.

"Allah'a emanet ol sevgilim" diye fısıldadığını duydum Güneşin.

"Allah'a emanet olun" diye içimden geçirdim bende.

 

YAZARDAN

"Ya komutanım kurban olayım gelmesin o!" Diye yalvardı Akgün.

Kutay gülmemek için kendini sıkarken Tim kahkaha attı.

"Gölge, Akgün abin seni özlemiş!" Diyen Kutay ile Akgün hemen bir çığlık atıp Barlas'ın sırtına atlayıp ona ulaşmasını engellemek için ayaklarının iletişimini yerle kesti.

"Lan napiyorsun!" Diye sırtını sirkeledi Barlas ama Akgün bacaklarını da beline dolayıp daha sıkı sarıldı Barlas'a.

Birden ayakkabısını tutan gölge ile bir çığlık daha atıp ellerini Barlas'ın başına sardı ve omuzuna çıkmaya çalıştı.

"İmdat, adam yiyorlar!" Diye bağırdı.

Tim artık birbirine yaşlanmış bir şekilde kahkaha atarken Asena bıkkınlıkla bakıyordu bu görsele.

"Komutanım vallaha ısırdı!" Diye bağırdı Kutay'ın onu geri çekmesi için.

Sonra bir an bayılır gibi olduğunda son çare olarak "Aha şimdi kan kaybından öleceğim, komutanım ben olmazsam Tim perişan olur" dedi yalvararak.

Sözde erkekliğine bok sürdürmemek için Timi bahane etti ama herkes gerçeği biliyordu.

Gölge ne kadar Akgün'ü sevse de, Akgün gölgeden korkuyordu.

Gölge, Kutay'ın (Great Dane) Danua cinsi köpeğiydi.

Yıllardır kutay'ın yanındaydı ve ona sadık bir köpekti.

Kutay ara ara onu göreve götürürdü ve hiç pişman olmazdı.

Özel eğitimde 1 sene kalmıştı gölge ve hâlâ ara sıra formdan düşmesin diye Kutay yine de gönderirdi.

Gözlerine kadar simsiyahtı gölge.

Gölge ismini layığıyla taşıyordu.

Hep kutay'ın bacakları arasında yürüdü ve asla varlığını belli etmezdi.

Kutay onun bir hayvana göre fazla olan zekasına hayrandı.

Hatta bir kere kutay'ın arkasından saldıran bir adamı haklamakta ona düşmüştü.

Arkasından gizlice gelen adamın elbette farkındaydı Kutay ama gölge'nin performansını görmek için ölüm ile oyun oynamıştı ve cevabını fazlası ile almıştı.

Gölge Kutay'ın bacakları arasında dururken tehlikeyi görmemişti ama duymuştu.

Hızla bacakları arasından çıkarak yanından uzaklaşmıştı.

Zaten zifiri olan tüyleri ve vücudu ile asla belli olmuyordu varlığı ve fazla sessizdi.

Kutay hayal kırıklığına uğrayıp "korkak" diye homurdanarak tam arkasını dönecekti ki arkasından gelen haykırış ile dudakları yukarıya doğru kıvrılmıştı.

Arkasını döndüğünde adamın yerde yatan bedenini ve üstünde ki gölge yı görmüştü.

Zorlanırdı görmekte ama öfke ile dişlerini çıkaran ve gördüğü beyaz sivri dişlerle hemen yerini bulmuştu.

Boyu uzunken, bedeni de ağırdı gölgenin.

Bacakları ile belini kıstırıp önde ki bir patisini adamın boğazına yaslamışken diğerini göğüsüne yaslamıştı ve öfke ile yüzünü eğip hırlıyordu adamın yüzüne.

Sonra başını kaldirip Kutay'a baktı, izin ister gibi.

Kutay gülerek arkasını döndüğünde "Senindir!" Dedi ve daha birinci adımında dağları inleten adamın acı dolu haykırışını duydu.

Gölge, Parçalayıcıydı.

Tek bir kişiden izin alırdı ve onun izni iki kapıyı açardı.

Ya Yerinde dur ve sessiz ol! Ya da

Gürle ve parçala!

İzin aldığı ve sadık olduğu tek kişi ise ona yuva olan Yüzbaşı kutay Kurt'tu.

Kutay daha fazla vakit kaybetmemek için ve bu dersin Akgün'e yeterli olduğunu anladığı için,

"Gölge bagaja!" Dedi.

Gölge son bir kez akgün'e bakıp üzgünce sesler çıkararak hızla bagaja girerek yerine yerleşti.

Akgün giden Gölgenin arkasindan bir kaç saniye baktı sonra "Lan o bana tirip mi attı?" Dedi şaşkınca.

"Al işte kırdın hayvanın kalbini, salak herif" diyen Kaan ile Akgün gözlerini devirdi.

"Aman ne üzüldüm" dediğinde boşluğundan yararlanan Barlas onu hızla sırtından savurdu.

"Lan!" Diye tekrar bağırıp kıçının üstüne düştü Akgün.

"Korkak herif!" Dedi Barlas.

Sanki kendisi düşürmemiş gibi nazikçe yakalarından tutup ayağa kaldırdı Akgün'ü.

Akgün hala gölge ile ilgili dert yanıyordu.

"Akgün seni gölge ile aynı bagaja katmamı ister misin?" Dedi Kutay tehtitkar bir tavırla.

Akgün hemen kafasını sağa sola sallayıp istemediğini belli etti.

Kutay derin bir nefes alarak Timine baktı.

Yeni bir görev yeni bir tehlike ve koruması gereken 8 candan oluşan bir Tim'i ve esirler vardı.

"Herkes tamam mı?" Dedi Kutay time bakıp.

"Tamam komutanım" dedi Tim hep birlikte.

"Bin Öke timi" dediğinde Tim sırası ile Zırhlı araca binip yola koyuldu.

6 saatlik bir yol vardı önlerinde, bu sefer ki görevleri çakalların inine girip esir tutulan kadınları ve çocukları kurtarmaktı.

"Komutanım sizce Alarcın'ın abisi görevden haberdar mı?" Diye sordu Akgün.

Bu soru ile Tim Kutay'a baktı.

"Umarım değildir" diye mırıldandı Kutay.

Çünkü bu görev bittiğinde Alarcın ağlayacak bir omuz arayacaktı ve Kutay biliyordu ki bu kesinlikle babasının omzu olmayacaktı.

En azından abisi olsun isterdi.

"Neden öyle söylediniz komutanım?" Diye sordu İlay.

"Çünkü bu görev bittiğinde arkasından iş çevirmeyen birilerine ihtiyacı olacak" diye cevap verdi sadece.

Herkes anlamayarak ona baktı ama o başını çevirip başka yere bakmayı tercih ettiğinde daha fazla bir şey söylemeyeceğini anladı herkes ve derin bir sessizliğe gömüldüler.

Akgün başını Barlas'a yaslayıp gözlerini kapatıp uyumayı hayal etti ama Barlas'ın eli ile itilen başı önüne düşmeseydi.

"Lan vicdansız, bir gün kafamı koparacaksın!" Diye sitem etti Akgün hemen.

"Nerde o günler" dedi Barlas ama içinden,

"Tırnağına taş değmesin" demeyi ihmal etmeyip bedduasının kabul olmamasını diledi.

"Bak şimdi böyle söylüyorsun ama bir gün bana bir şey olursa en çok sen ağlarsın" dedi Akgün sırıtıp.

"Siktir lan oradan! Ne ağlayacağım senin için" diye öfkelenip tersledi Barlas.

Ofkelendigi Akgün'ün onun için ağlayacagını düşünmesi değildi, bu bir gerçekti zaten ama Akgün'e bir şey olma ihtimali onu öfkelendirmişti.

Şüphesiz o zaman barlas'ı kimse tutamazdı.

Akgün'ü hep iter kalkardı ama ilk o koşardı ona doğru, ondan başkasının ona vurmasına izin vermezdi.

En çok o yanardı Akgün'ün canına.

Akgün onun öz kardeşi gibiydi.

Tim birbirlerini kardeş olarak bilirdi, Barlas'ta öyle severdi hepsini ama Akgün onun için ayrıydı.

Akgün'ü ne kadar terslerse terslesin Akgün bumerang gibi yine ona doğru döner, yönü hep Barlas'a çıkardı.

Mesela Akgün ona tirip atıp arkasını dönerek uyuduğunda, az önce itmesine rağmen yine Barlas başını tutarak omzuna yasladı rahat uyusun diye.

İşte böyle de kıyamazdı ona.

"Lan oğlum, az önce ittiğin adamı şimdi niye kendine yaslıyorsun" dedi Kaan anlamayarak.

"Başını yan bir şekilde koltuğa yaslayıp uyursa boynu tutulur sonra bütün gün baş ağrısı çeker" diyemedi onun yerine,

"Uyanıkken yapsaydım götü kalkardı, en azından uyurken yaptım ki boynu tutulduğunda başım ağrıyor diye bana bela olmasın sonra" dedi.

Baş ağrısına karşılık umursamaz dursa da gidip ilaç alıp, hep başka askerlerle de yollayan Barlas'tı.

Barlas Akgün'ün arkasında ki gözüydü.

~~~~

"Gölge sakin yaklaşma bana bak!" Diye uyaran Akgün ile Gölge ona,

"Sanki çok umurumdasın" bakışı atınca Akgün bir an durup ona baktı, zaten zor görünüyordu ama Akgün nedense bu bakışı attığını hissetti.

Hep beraber dağların üstünde yürüyorlardı ve hedefe ulaşmalarına birkaç kilometre kalmıştı.

"Herkes planı biliyor değil mi?" Diye sordu Kutay.

"Evet komutanım!" Diyen Timi ile başını sallayarak onayladı onları.

"Dikkatli olun, esirleri ne pahasına olursa olsun sağ götüreceğiz, kimse olanın dışına çıkmayacak!" Dedi Kutay uyarı dolu bakışlarla hepsine bakarken.

"Emredersiniz komutanım" dedi Tim yine hep bir ağızdan .

Bir kaç dakika daha sessizlikle yürüdüklerinde Akgün'ün mırıldandığı şarkıya kulak verdi.

İçi burkuldu Kutay'ın.

Babasının hep onu alıp dizinde oturtuğunda söylediği türküydü bu.

Oğlunun hep Asker olmasını istiyordu, vatanı için.

Kutay ise Askerlik değil, kaptan olup denizlere açılmak istiyordu.

Ama hayat ona öyle bir tokat atmıştı ki, aklında ne deniz kalmıştı ne de en büyük hayali olan kaptanlık.

Tek hedefi vardı, asker olacaktı.

Onu annesinden ve babasından ayıranların celladı.

Olmuştu, bakışları karanlık olan gökyüzüne değdi.

İki yıldız aynı anda kaydı,özlem içinden taşıp diline vurdu ve sessizce eşlik etti Akgün'e.

"Çabuk büyü çabuk yetiş tez oğlum"

"Çakal gezen şu dağlarda gez oğlum"

"Çabuk büyü çabuk yetiş tez oğlum"

"Hain gezen şu dağlarda gez oğlum"

 

"Baba, ben asker olmazsam üzülür müsün?" Diye sormuştu.

Babası saçlarına bir öpücük kondurup dizlerinde oturan oğluna baktı, "üzülmem" demesi için yalvarıyordu gözleri adeta.

İçi gitti oğluna, şimdi eğer "üzülürüm" derse oğlu hemen kabul edecekti asker olmayı.

Halbuki sırf o istedi diye olsun istemiyordu.

Oğlunun en büyük hayali Kaptan olmaktı, eline her geçen para ile küçük gemiler almasından biliyordu.

"Üzülmem aslanım, sen mutlu olursan bende olurum ama eğer bir gün Asker olmak istersen seninle duyduğum gurur gökleri aşar çünkü bu vatan senin gibi yiğitler sayesinde ayakta duruyor, eğer bir gün ben ölürsem benim gibi herkes seninle gurur duysun isterim. Yok eğer asker olmazsan da kendi hayallerin peşinden gittiğinde yine gurur duyarım seninle ama bir gün sana bir şey olursa" dedi ama devam edemedi, dili varmadı.

Oğlunun cesedini denizlerde aramak istemiyordu, eğer kaderinde erken ölüm varsa oğlunun cenazesini ay yıldızlı bayrağa sarılı bir şekilde görmek istiyordu.

Bu onun için gururdu işte.

"Sen mutlu olacaksan, istediğin gibi biri ol ben hep senin yanındayım" dediğinde oğlu sevince

"O zaman kaptan olacağım!" Diye bağırmıştı.

Halbuki ikisi de bilmiyordu, babasının ölümünden sonra Kutay'ın aklına denizlerle ilgili hiç bir hayal gelmeyecekti.

Tek evi vardı, vatan.

Tek yolu vardı, şahadet.

Hayali denizlerken, kendini toprağa ve dağlara mahkum etmişti.

Kutay, kara'ya son nefesine kadar mahkumdu.

"Gez oğlum"

"Vatanına göz dikeni ez oğlum"

"Dostun kim düşmanın kim sez oğlum"

"Tarihini şerefinle yaz oğlum"

"Yaz oğlum"

"Sen bunları bir kenara yaz oğlum"

Babası eve her geldiğinde önce gözleri oğlunu arardı.

Ne çok severdi oğlunu, dağlarda dolaşırken hasret kaldırdı ona, şimdi ise oğlu babasına hasretti.

Babası elinde sonunda eve gelir hasretini giderirdi ama Kutay eve gittiğinde hasret giderecek bir baba bulamıyordu ve en acısı ise asla bulamayacak olmasıydı.

"Senden gider sonsuzluğa yol oğlum"

"Dört bir yana salmalısın kol oğlum"

"Ekmeğini aç olanla böl oğlum"

"Haram yeme hak yolunda öl oğlum"

 

"Lan komutanım türkü mü söylüyor!" Diyen Akgün bütün anbiyansı bozmuştu yine.

Kutay'ın genzi tam sızlama ya başlamıştı ama yanında bir tane mal olduğunu unutmuştu ve aptallık edip az biraz duygusallaşmak istemişti.

"Gölge" diyen Kutay ile gölge hemen hırladı.

Bu Akgün için bir uyarı mesajıydı ve Akgün mesajı hemen havada yakalayıp İlay'ı gölgeye doğru iterek aralarına duvar örmeye çalıştı.

Yani düşüncesi şuydu ki Gölge saldırırsa önce İlay yem olacaktı ve kendisi topuklarını kıçına vura vura kaçacaktı.

Ama kıçına Kaan tarafından gelen tekme ile Gölgeye biraz daha yaklaştı ve malesef ki aralarında ki duvar Kaan tarafından geriye çekilerek silinmişti.

Akgün bu sefer Barlas'a yaklaştı, yani son durağına.

"Barlas, Kaan beni nasıl sattı gördün mü? İlk fırsatta kıçından vuracağım bu hanım köylüyü" diye şikayet etti Kaan'a ters bakışlar atarken.

"Dikkat ette ben seni münasip bir yerlerinden vurmayayım" diye aynı ters bakışı attı İlay.

Akgün yüzünü buruşturup Kaan'a baktı ve,

"Kılıbık seni, birde kızın arkasına mı saklanıyorsun lan, millet görse dağların aslanı der birde" diye kınadı onu.

Kaan ve İlay aynı anda ona gözlerini devirince, Akgün hemen İlay'a yaklaşıp,

"Sen bırak bu kılıbığı, bu yarın bir gün evlenirseniz ekmek almaya seni gönderir, bunun bir sürü kusuru vardır" dedi kahkaha atıp.

İlay'ın dudakları yukarıya doğru kıvrıldığında dönüp akgün'e bakti ve,

"Akgün bilmez misin ki , el iti ile övünürken ben aslanım'da kusur aramam" diye cevabını yapıştırınca Akgün'ün bozulan yüzü ile bir kahkaha tufanı koptu.

İlk tepki gölge den geldi.

Sanki anlamış gibi hırıltılı bir ses çıkardı, bu onun deyimi ile gülmekti.

Kutay önde gidiyordu, kimse onu görmedi ama onunda dudakları gururla kıvrıldı.

"Akgün, girerken zorlandı mi lan?" Diye dalga geçti Berk.

"Oğlum benim bile zoruma gitti" dedi Ayberk.

"Valla bunun ucu bana bile girdi" dedi serhat.

Akgün dönüp serhat'a bir tekme savurdu ama Barlas ensesinden tutarak vurmasına izin vermedi.

"Yerinde dur lan, hakettin!" Diye uyardı üstüne.

Kaan dönüp gururla İlay'a baktı ve komutanını kontrol ettikten sonra yaklaşıp yanağına bir öpücük kondurdu.

Akgün bunu gördüğünde yine yüzünü buruşturdu ama aklına doğum gününde gördüğü güzellik gelince sırıtmaya başladı.

Yapış yapış ilişkiyi bir tek etrafında sevmiyordu , halbuki kendisi neler yapacaktı bundan habersizdi.

Yine de laf atmaktan vazgeçmedi ve,

"Hareketlere bak, sanki başı göklere değdi" dedi cık cıklayarak.

Sonra"Aptal kız" diyerek yine Barlas'a yaklaştı Akgün.

"Kesin artık! Geldik" diyen Kutay ile herkes ciddiyetle önünde ki hedefe baktılar.

"Ayberk, Berk ve Asena arka taraf sizde" dedi elinde ki dürbün ile mağarayı gözlemlerken.

"Emredersiniz komutanım" diyen üçlü yanlarından ayrılarak harekete geçti.

"Akgün yerine geç" diyen Kutay ile Akgün de hemen keskin nişancı tüfeği ile kendine yer bulmak için ayrıldı yanlarından.

"Barlas, İlay, Kaan, serhat mağaraya giriyoruz" dedi Kutay silahını eline alırken.

"Emredersiniz komutanım" diye gelen cevap ile mağaraya doğru sessizce ilerlemeye başladılar.

Dağlarda sessizce gezen Aslanlardı her biri.

Yine sessizce yürüdüler, tüm heybetleri ile.

Kimse varlıklarını fark etmedi bile.

Gölge ise yine Kutay'ın bacakları arasında büyük bir sakinlik ile ilerliyordu.

 

"Komutanım" diyen Akgün'ün sesi kulaklıktan ulaştı her birine.

İzin istiyordu.

"Bekle!" Dedi Kutay, Akgün sabır dolu bir nefes aldı.

Gözleri her birini parçalamak ister gibi kararmıştı.

"Ayberk, orda ne durumdasınız?" Dedi Kutay kulaklığa doğru sessizce.

"Burası temiz komutanım, birkaç kişi tek vardı başlarında, şimdi esirleri çıkarıyoruz" diye bilgi verdi Ayberk.

"Acele edin!" Dediğinde durdular.

Şimdi saldırırlarsa öncelik esirlere koşacaklardı, onlar çıkana kadar beklemek zorundaydı hepsi.

Onları saklayacak bir dağın arkasında eğildiler.

Akgün'ün durduğu yer fazla yüksekti ve şuan Tim arkadaşları da dahil herkesi görüyordu.

"Komutanım" dedi Akgün tekrar.

"Sana bekle dedim!" Diye uyardı Kutay.

"Ama komutanım-" diye devam edecekti ki

"Kes lan artık, esirler çıkmadan kimse harekete geçmeyecek" diye yükseldi.

Tam o anda başının üstünden geçen kurşun ve bir yerlerden yuvarlanan adamın iniltisi ile,

"Senin o zürriyetini sikim!" Diye gürledi ve ayağı kalktı Kutay.

"Öke Timi atış emri serbest!" Diye emir verdikten sonra mağaraya doğru ilerledi.

Tim de arkasından.

Kurşunlar hızla her bir leşi yere devirdi, gölge ise kutay'ın bacakları arasından hızla uzaklaştı.

Endişelenmedi Kutay, yine zekasına güvendi.

Ama aklında olan tek şey Akgün'dü.

Ona neler yapacağını düşünüyordu şuan.

"Akgün, vücudunda kaç mermi olsun istersin?" Diye sordu Kutay.

Akgün'den gelen cevap ile yutkunmak dışında bir şey yapmadı.

O girişte ki adama sıktığını düşünmüştü ama tepeden onlara sinsice bakan ve silahını dogrultan adamı görmemişlerdi.

"Bilmiyorum komutanım, vurduğum adam sizde kaç tane açmayı hayal ettiyse o kadar açabilirsiniz çünkü ben onu vurmasaydım şuan hepimiz başınızda ağlıyor olurduk ve gerçekten sizi dinlemediğimi düşünmeniz beni fazlası ile üzdü" dedi asil bir şekilde.

Herkes şaşkınlık ile Akgün'ün nasıl böyle sakin ve asil bir şekilde cevap verdiğini sorguladı.

Ağzı biraz bozuktu ve bazen şive ile konuşuyordu.

Ama şaşkınlıkları fazla sürmemişti.

"Burda görevini en iyi yapan benim ama azardan başka bir şey yok" diyen homurtusu ile kahkaha attı herkes.

Kutay bile sırıtmaya başladı.

Tim hızla mağaranın girişine yöneldi, acımadan ve gözlerini kırpmadan sıktılar her birine.

Ayberk, Asena ve Berk esirleri hızla mağaranın arka tarafından çıkarıp güvenli bir yere yerleştirdikten sonra mağaranın içine, Tim'in yanına döndüler.

Mağara büyüktü ve sanki özenle her bir tarafından yol açılıyordu.

"Akgün, dikkat et bir tane bile kaçmayacak!" Dedi Kutay kulaklığa doğru, o sırada birini tam alnının ortasından vurup yere devirmişti.

"Komutanım, ayıp ediyorsunuz ama bizde ne karadan ne havadan kaçan olur sanki bilmiyormuş gibi tövbe tövbe" dedi Akgün cevap olarak.

"Çok konuşma, işini yap!" Diyen Kutay Berk'in arkasından çıkan birini daha indirdi.

Timinden kimseyi bu itlere yedirmeye niyeti yoktu.

Sonra girişten giren gölge'yi gördü, yanılmıyorsa ağzında bir tane parmak vardı.

Köpeği bile asildi, parmağı yana savurup hırladı , Kutay anladı ki köpeğinin bile midesi almıyordu bu leşleri.

Gölge koşarak yine bacaklarının arasına girdi yine.

Kendi halinde o da bir kaç leş sermişti yere.

Bakışları Timi'ni tek tek dolaştı en son

Gözleri Barlas'ın hemen yan tarafından çıkan haini buldu.

Silahını ona doğrultunda "BARLAS!" diye bağırdı.

Barlas'ın arkasını dönmesi ile kurşunun kolunu sıyırması bir oldu.

Ona kurşun sıkan adama değdi gözleri, çenesi seğirdi.

"Bana mı sıktın lan sen!" Diye silahını kaldırdığı gibi adamın alnına sıktı.

Adam yeri boyladığında "piç kurusu" diye homurdandı.

"Lan Barlas, vuruldun mu?" Diye soran Akgün'ün endişeli sesini duydu.

Berk ve Asena hızla ona gittiğinde mağara temizlenmişti.

"Lan cevap versene?" Dedi Akgün.

Tam "iyiyim" diyecekti ki,

"Akgün" dedi sesinin acılı çıkmasına dikkat ederek.

Ayberk ve Kaan da yanına gittiğinde ne yapmaya çalıştığını anladılar ve sırıtmaya başladılar.

"Lan, sesin niye öyle geliyor?" Dedi Akgün telaşı artarken.

"Hakkını helal et, bu piç beni fena yerden vurdu" dedi Barlas sanki can çekişiyormuş gibi.

Sonra dönüp Ayberk'e bakıp kaş göz işareti yaptı.

İlay uyaran gözlerle onlara baksa da onu takmadılar.

"Yardım edin, yarası ağır!" Diye bağıran Ayberk ile Akgün kaskatı kesildi.

"Geliyorum, geliyorum bekle !" Diyerek hemen yerinden uzaklaştı.

Koşa koşa, hatta bir ara ayağı takılıp düştü ama mağaranın girişine varmayı başarmıştı.

Korku her uzvunu uyuşturunca genzi sızladı.

Mağaranın girişine girmesi ile bir tane çakal ile burun buruna gelmesi bir oldu.

Gördüğü adam ile öfke tüm damarlarında dolaştı.

Akgün Kürt'tü ve kafası atınca malesef kimseyi görmüyordu.

Adam korku ile silahını kaldırdı ama Akgün hemen eli ile silahı tutarak bir güçle çekip yana savurdu.

Kendisi baya güçlüydü.

Adam korku ile bir adım geriye gitti.

"Benim kardeşime mi sıktınız lan!" Dediği gibi adamı tek eli ile yakasından yakaladı.

Tüfeği omuzuna asılıydı ve elleri boştu.

"Akgün!" Diyen kutay'ı duymadı bile.

"Benim yoldaşıma mı sıktınız lan!" Dediği gibi adamın yüzüne elinin tersini yapıştırması bir oldu.

Adam vurduğu tokadın şiddeti ile geriye savruldu ama düşmesine izin vermeden yakasına yine tek eli ile yapışarak geriletti onu.

Bir yandan tokat atıyordu, bir yandan da mağaranın içine yürütüyordu.

Tim Akgün'ün sesini duyuyordu, bu sefer Barlas endişelendi onun için.

Hepsi anlamıştı, biri ile burun buruna geldiğini.

Barlas onun için endişelenirken Tim yakaladığı adam için endişelendi.

Hepsi yanına gitmek için adım attı ama mağaranın içinde yankılanan tokat sesi ile hepsi yerinde durup girişe baktılar.

Akgün kaşları çatılmış bir şekilde bir eli ile adamın yakasını tutmuş diğer eli ile de adamı tokatlayarak havada sallıyordu.

Adamın bayıldığını bile fark etmemişti.

Sinirlendiğinde öyle bir güçlendiyordu ki gerçekten soy isiminin hakkını veriyordu.

Adamın ayakları yere bile değmiyordu.

Havada tutmuş tokatlıyordu şuan.

"Ulan ben sizin ecdadınızı sikmezmiyim!" Diye gürledi ve baygın adamın yüzüne kafasını gömdü.

Ve mağaranın içinde yankılanan küt sesi.

Herkes şaşkınlık ile ona bakarken, her defasında bu güç oranı onları şaşırtıyordu.

Barlas yutkunup Berk ve Ayberk'in arkasına saklandı.

"Lan beni sorarsa direk gömdük dersiniz, bu beni bu sinirle duvardan duvara vurur bu mağara'yı da bana mezar yapar" dedi.

Bu arada gerçekten yapardı çünkü Akgün ilk defa gülmüyordu ve baya sinirliydi.

Sonuçta onun yoldaşını vurmuşlardı.

"Akgün bırak artık şu ölüyü!" Dedi Kutay sıkıntı ile.

Timinde ki herkes ayrı bir sıkıntıydı.

"Daha ölmedi komutanım" diyen Akgün ile Kutay silahını kaldırdığı gibi havada salladığı adama sıktı ve işte şimdi adam bir ölüydü.

Akgün üstüne gelen kan ile dönüp kutay'a baktı.

Adamı yere savurduğu gibi etrafına baktı ama aradığını bulamadı.

"Barlas nerde?" Dediğinde endişe yine gün yüzüne çıkmıştı.

Ayberk ve Berk aynı anda sağa ve sola çekilip Barlas'ı meydana çıkardı.

Akgün ayakta gördüğü Barlas ile önce derin bir nefes aldı ama gerçeği anladığında beynine ağır bir darbe yedi.

Çenesi seğirdi, kaşları çatıldı ve elleri yumruk oldu.

"Yalan mı söyledin lan!" Dedi sinirle.

"Akgün!" Diyen Barlas'ı duymadı Akgün ve hızla ona doğru ilerleyip yüzü ile yumruğunu buluşturdu.

Üstüne oturduğunda "Nasıl korktuğumu biliyormusun lan sen!" Diye Gürleyip bu sefer çenesine geçirdi bir tane.

Barlas'ın dudağı patlarken sanıyordu ki çenesi de çıkmıştı.

Kutay Akgün'ün kendini kaybetmek üzere olduğunu anladığında

"Tutun şunu!" Dedi öfke ile, Asena ve Ayberk şaşkınlığı üzerinden atıp Akgün'e atıldılar.

Zorda olsa kaldırdılar ama Barlas şuan dehşet içinde Akgün'e bakıyordu ve yerden kalkmamıştı.

Onun bu kadar kötü durumda olmasını beklemiyordu.

"Piç herif!" Diyen Akgün yerde ki tüfeğini alıp arkasını dönerek uzaklaştı yanlarından.

"Serhat" diyen Kutay ile serhat hemen peşinden koştu.

"Lan o neydi öyle?" Dedi Kaan hala şoktayken.

"Kesin sesinizi, hak etti!" Diyen Kutay hepsine ters bir bakış atıp arkalarından gitti.

Aralarına girmezdi hiç bir zaman, yine öyle yapacaktı çünkü Akgün bu sefer Barlas'ı kolay kolay affetmeyecekti biliyordu.

Barlas hala yerdeydi.

"Evet kesinlikle hak ettin, ne kadar her şey ile eğlenen biri olsa da buna gülmeyecegini biliyorsun" dedi İlay sinirle ve Kaan'ı tutarak çıktılar oldukları yerden.

"Gel oğlum gel, valla bende bir an o yumruktan yiyeceğim diye tırsmadım değil " diyen Ayberk Barlas'ı sonunda yerden kaldırmıştı.

Sonuçta kendisi de işin içindeydi.

"Neye sinirlendi şimdi bu böyle ?" Diye soran Berk'e Asena bıkkın bir bakış atarak arkasını döndü ve gitti.

Barlas ve geri kalan ikili aklına geldikleri ile kaskatı kesildi.

Akgün, gözlerinin önünde ikizinin ölümünü görmüştü.

Akgün bu mesleğe ilk ikizi ile beraber girmişti ama ikinci senelerinde ikizi bir operasyonda kalbinden vurularak şehit olmuştu.

O gün Akgün kalbinin diğer yarısını kaybetmişti.

Yani Gökalp Güçlü'yü.

Ondan sonra buraya, yani Öke Timi ne katılmıştı.

Sonra yoldaş olarak Barlas'ı seçmişti.

Barlas onun kaybettiği Gökalp'ti onun için.

Barlas'ın yanında Gökalp'in acısı bir nebze dinerdi ve o acı bu gece Barlas tarafından ortaya çıkmıştı tekrar.

"Allah bizim belamızı versin!" Dedi Ayberk.

Şuan elinde olsa kendi kendini yumrukladı.

Akgün bir gece beraber eğlenmeye gittikleri yerde sarhoş olup anlatmıştı Gökalp'i onlara ve hâlâ bunu bildiklerini bilmiyordu yani hatırlamıyordu.

Gökalp'in acısını bile kimse ile paylaşmamışti.

Zaten onu koruyamadığı için yıllardır mezarına bile gitmiyordu.

Utanıyordu.

En son gömmek için Diyarbakır'a gitmişti ve o zaman görmüştü gömüldüğü yeri.

Zira Akgün sırf ayakları diğer yarısına gitmesin diye yıllardır memleketine de gitmiyordu.

Göz bebekleri irileştiğinde "Lan ne yaptım ben?" Dedi Barlas kendine olan kızgınlığı ile.

Sonra birden "AKGÜN!" Diye bağırıp arkasından gitti.

Kolundan akan kanda acısı da umurunda değildi, çünkü Akgün için içi acımıştı ve ufak bir yara asla canına dokunmuyordu.

"AKGÜN BEKLE!" diye koşan Barlas'ın arkasından gitti kalan ikili.

Barlas mağaranın çıkışına geldiğinde Timi bir arada ayakta dururken gördü.

Akgün ise büyük bir taşın üstüne oturmuş gözlerini yere kenetlemişti ve dalgın dalgın bir şeyler düşünüyordu.

"Barlas, yarana bakalım hala kanıyor" diyen İlay'ı reddetti başını sallayarak.

Akgün bir an kafasını kaldırıp yarasına bakacak oldu ama kendini tuttu.

İçi hala korku ile doluydu.

Bir an Barlas'ın da gideceğini, gözlerinin önünde son nefesini vereceğini sandı.

Barlas yavaş adımlar ile ona doğru gittiğinde Akgün geldiğini anladı ama dönüp ona bakmadı.

Barlas yavaşça yanına oturdu.

"Akgün" dedi ama yine ona dönmeyen gözler ile derin bir nefes aldı.

Tim ise onları izliyordu.

"Lan Akgün, özür dilerim" diyen Barlas ile Akgün bir hışım ayağı kalkıp Kutay'a baktı.

"Komutanım burada işimiz bitti, gidelim" dediğinde Kutay başını sallayarak onayladı onu.

"Ayberk, esirleri getirin" diyen Kutay ile serhat ve Ayberk esirleri yerleştirdikleri yere gittiler.

"Lan abartma, şaka yaptım sadece" diyen Barlas sinirle ayağı kalkıp Akgün'ün koluna yapıştı.

Akgün ise aynı sinirle kolunu çekerek,

"Bir daha bana dokunursan, o şaka olan kurşunun gerçeğini yersin!" Diyerek ondan uzaklaştı.

Gözleri öfke ile parlıyordu.

Akgün tüfeğini alıp önden yürümeye başladı.

Barlas tam arkasından gidecekti ki,

"Yerinde kal Barlas, şuan sinirli ve sizin kavganız için vakit yok" diyen Kutay ile yerinde durdu ama gözleri öfke ile giden Akgün'den ayrılmadı.

Akgün'ün gidişi ile omuzları çöktü.

Berk Barlas'ın yanına gelip elini omuzuna attı.

"Sıkma canını, Akgün dayanamaz yine sana bir şebeklik yapar" dedi ama bu kadar kolay olmayacağını biliyordu.

"Sikeyim, bu beynimi sikeyim" dedi Barlas öfke ile.

Esirlerin gelmesi ile Tim yola çıkarak zırhlı araca doğru ilerlediler.

Esirler için arkalarından gelen araba esirleri alarak gidince kısa süre sonra onlarda arkalarından yola koyuldu.

Herkesin canı sıkkın dı.

Akgün ilk defa Barlas'ın yanına oturmamıştı ve gözlerini kimseye değdirmiyordu.

Akgün'ün bu kadar sessiz olması herkesi bunaltıyordu.

Şimdi birden ortaya bir laf atıp ona bıkkın bakışlar attırması gerekiyordu.

Ama akgün'de tık yoktu.

Yol sessiz sedasız geçmişti.

Askeriye ye vardıklarında esirler evlerine teslim edilmiş ve güvende oldukları bilgisi geçilmişti.

Herkes araçtan indiğinde Akgün,

"Komutanım, izniniz olursa eve gitmek istiyorum" dediğinde herkes ona baktı.

Sesinde ilk defa alay yoktu, ve yüzü asık, gözleri boş bakıyordu.

Barlas yine bir adım öne çıkmaya çalıştı ama Kaan kolundan tutarak izin vermedi.

Kutay Akgün'ün yalnız kalmayı istediğini anladığında,

"Gidip dinlen, 2 gün izinlisin" dedi.

"Sağolun komutanım" diyen Akgün askeriye ye bile girmedi.

Hemen çıkışa doğru gidip arabasına binerek gözden kayboldu.

"Komutanım bende-" diyecek oldu Barlas ama kutay'ın ona dönen öfkeli bakışları ile sustu.

"Barlas, siz düşman değilsiniz. Elbette aranızda şakalar olacak ama eğer bu şakalar bir diğerinin ağır yarası ise ondan kaçınmanız gerekiyor ve sen Akgün'ün bu güne kadar en ağır yarası ile ilgili bir şaka yaptın şimdi izin ver kendini toparlasın" dedi ve o da arabasına binerek askeriyeden uzaklaştı.

Barlas'ın genzi sızladı.

Gözleri dolduğunda hızla timin yanından uzaklaştı.

"Canımız bu aralar baya sıkılacak" diye homurdandı Kaan ve ilay'ın elini tutarak askeriye ye doğru gitti.

Sonra sırası ile Asena, serhat ve Berk te arkalarından gitti.

Sıkıcı zamanlar onları bekliyordu.

 

 

 

Devam edecek...

Diğer bölümde Akgün ve Gökalp'in küçük bir alıntısı olacak beklemede kalın.

Gökalp'i hemen unutturmayacağım, Akgün gibi hep aklımızda kalacak.

Oy vermeyi, yorum yapmayı ve kitabı paylaşmayı unutmayın lütfen.

Instagram hesabı olan ~ lavinia__x21 'den bana ulaşabilir ve kitap ile ilgili fikirlerinizi paylaşarak etiketleyebilirsiniz.

 

Sevgi ile kalın ve hep mutlu olun...🌸

 

 

Loading...
0%