Yeni Üyelik
17.
Bölüm

GÖKALP

@lavinia_x21

Öncelikle umarım hepiniz sağlıklısınızdır.

 

Arkadaşlar o kadar kötü bir devirde yaşıyoruz ki bu berbat bir şey.

İnsanlar acımadan, elleri bile titremeden bir diğerinin canını alabiliyor hemde dehşet verici şekillerde yapıyorlar bunu.

 

İkbal ve Ayşenur için o kadar yıkıldık ama bu bile cani insanların kalbini sızlatmadı ve onların acısını doğru dürüst yaşayamadan kadınlarımız öldürmeye devam ettiler.

 

Bu devirde yaşamak bizim suçumuz değil.

Kendinizi koruyun ve çaresiz gördüğünüz her kadına elinizi uzatın.

Bunun bedeli ne olursa olsun koruyun.

 

Çünkü bizim birbirimizden başka kimsemiz yok, erkek denen kavramın altına sığınan binlerce zavallı insan var ve ben bana zarar vermek isteyen onları gözümü bile kırpmadan yok edebilecek kadar cani olabilirim.

 

Sizde sakın ola korkmayın " benim canım yanacağına onun canı yansın" deyin ve asla çaresiz hissetmeyin.

 

Sonuçta beni onca yokluğun içinde bugüne kadar büyüten annem ve babam ağlayacağıma

"Oğlumun piskolojik sorunları vardı" cümlesinin altına sığınan anne ve baba ağlasın.

 

Herkesin evladı kendine özeldir, kendine tatlıdır.

Oğlunu piskopatlığı ile uğraşamıyorsan ve başkalarının canını yakacağını bildiğin halde susuyorsan, benim annem değil sen ağlayacaksın!

 

YAZARDAN

 

4 SENE ÖNCE

 

"Lan bak ağzını yüzünü sikerim, elin dursun lan!" diye parladı Gökalp bilmem kaçıncı kez.

 

Şuan dağlarda operasyon için yürüyorlardı ve ikizi'nin eli kolu durmuyordu.

 

"Lan ne var iki elledik!" Diye yine karşılık verdi Akgün.

 

"Akgün farkındaysan götümü elliyorsun" dedi Gökalp bıkkınlıkla.

 

Akgün sırıtarak, "çünkü en güzel yerin orası" dedi.

 

Gökalp başını geriye atarak Akgün'ün kıçına baktı sonra ona dönüp, "O halde senden 1.0 öndeyim" dedi.

 

Akgün'ün adımları durdu.

"Niye lan?" Dedi merakla.

 

"Sende güzel bir göt göremiyorum da ondan" diyerek devam etti yürümeye Gökalp.

 

Oldukları ekip ayrı yerlere dağılmıştı, sadece ikisi farklı yönde dolanıyorlardı.

Bulmaları gereken 25 terörist vardı, 10 kişilik ekip ile yola çıkmış ve ayrı ayrı yerlere dağılmışlardı.

 

Akgün kaşlarını çatarak aradaki mesafeyi kapatıp Gökalp'in kıçına bir tekme savurdu ama ikizi olduğu için vereceği tepkiyi hemen anlayan Gökalp hızla yana doğru kayarak kurtuldu vuruşundan.

 

"Kıçına sıkıp durumu eşitleme fikrini aklımdan çıkarman lazım" dedi Akgün homurdanarak.

 

Bir yandan etrafa göz atan Gökalp sırıttı.

"Akgün" diye seslendi.

 

"Ne var lan?" Dedi Akgün hala somurtarak.

 

"Kızma ikizim, senin de burnun güzel" diyen Gökalp ile Akgün'ün dudaklarında bir gülümseme oluştu.

 

"De Kuran" dedi hemen ikizinin yanına geçerek.

Egosu muhteşem derecede yüksekti, Gökalp hep sinirlendirir sonra da egosunu okşayarak gönlünü alırdı.

 

"Kuran beni çarpsın ki" dedi Gökalp.

Gökalp akgün'den 2 dakika önce doğmuştu.

 

İkisi de büyük bir aşiretin en büyük oğlunun tek çocuklarıydı.

Annelerini ise doğumda kaybettiği kan yüzünden hayata gözlerini yummuştu.

Bir yanları buruktu ikisininde.

Babaları ısrarla aşiretin başına geçip ağa olmalarını istese de Akgün kabul etmemiş ve çocukluk hayali olan askerliğin peşine düşmüştü.

 

Babaları annelerinden sonra evlenmemiş ve başka çocuk sahibi olmamıştı.

Varı yoğu ikizleriydi ve onları istemedikleri bir hayata mahkum etmemiş hep desteklemişti.

 

Biliyordu, Gökalp babasına karşı gelmezdi ama Akgün inatçıydı ve dediğini yapmadan durmazdı.

Gökalp ne kadar sakin ve tutumluysa, Akgün bir o kadar inatçı ve sinirliydi.

Tek yumurta ikizleriydi ikisi de ama huyları bir çok yönden ayrıydı.

Gökalp durgundu ama Akgün hırçındı.

 

Gökalp'in bir babası bir de ikizi vardı, tabi arkasında ki aşireti takmadığı için bu iki kişi onun hayatının merkeziydi.

 

Gökalp'in hayali ise doktor olmaktı ama Akgün için hayalinden vazgeçip asker olmuştu.

İkizinden ayrı kalamazdı.

 

Tek düşüncesi ise yıllardır "birgün dağlarda vurulup benim önüme tedavi etmem için katacaklarına ve ben o masada ikizimin ölü bedenini bırakacağıma , onunla beraber dağlarda yürür arkasını kollarım" olmuştu.

 

Öylede yapıyordu, Akgün'ü ne pahasına olursa olsun korumaya çalışıyordu.

Akgün ise bundan habersizdi.

 

"Oğlum bu itler nereye saklanmış?" Dedi Akgün etrafına bakarken.

 

"Bulacaz ikiz sabret, yerin dibine de girseler kurtuluşları yok" dedi Gökalp.

Mesafesi büyük olmayan bir tepecikten atladıklarında bir mağaraya rasladılar.

 

Onlardan az ilerde olan ve zifiri karanlıkta zor görülen mağaranın girişinde 4 kişi vardı.

 

"Aha valla bulduk" diyen Akgün'ü Gökalp kolundan tutarak önlerinde ki taşın arkasına sakladı.

 

"Sessiz ol " diye uyarıp hemen yardım istedi.

Ekip onların bulundukları yere hızla ilerlerken Akgün'ün sabrı yoktu.

 

"Biz halledebiliriz" dedi Gökalp'e bakıp.

 

"Evet ama ekibi bekleyeceğiz Akgün, sakın kendi başına iş yapma" dedi Gökalp kaşlarını çatarak.

 

"Oğlum, bunların kaç tanesi gelse bize güçleri yeter, gidip bitirelim işlerini" dedi hırsla Akgün.

 

"Sakin ol" diyerek çantasından dürbünü çıkararak girişe baktı Gökalp.

 

"Lan Gökalp, ölmene izin vermem korkma" dedi Akgün sırıtarak.

 

Tehlike anında bile sırıtacak ve eğlenecek bir şey bulurdu.

"Biliyorum ama biraz daha konuşursan kafama sıkarak senden kurtulmak isteyebilirim" dedi Gökalp bıkkınlıkla.

 

Sonra dönüp Akgün'e baktı.

"Hepsi içeride olmalı, hareketlilik var" dedi.

 

Akgün elinde ki dürbünü alarak, girişe doğru baktı.

"Halledebiliriz" dedi yine aynı hırsla.

 

"Akgün!" Diye uyardı Gökalp onu.

 

Birden bir çığlık sesi gelince ikisininde gözleri mağaraya kaydı.

Teröristler'in tuttuğu kadına değdi gözleri.

İki kişi ayaklarından tutarken iki kişi de kollarından tutarak kadını mağaradan uzaklaştırmaya çalışıyorlardı.

 

Kadının üstünde siyah bir elbise vardı ama paramparça olmuştu.

Simsiyah saçları gecenin içinde parlarken yüzünden akan kanı ikisi de görmüştü.

 

Aynı anda çatıldı kaşları, aynı anda çeneleri seğirdi ve ellleri yumruk oldu.

"Şerefini siktiklerim" diye hırladı Gökalp.

 

"Şimdi siktim belalarını!" Diyen Akgün ayaklandı ama Gökalp yine kolundan tutarak durdurdu onu.

 

Akgün bir hışım ona dönüp,

"İzliyecek miyiz!" Dedi öfke ile.

 

Gökalp sıkıntılı bir nefes alıp, "hayır ama bak kızı başka yere götürüyorlar. Yavaşça sağdan ilerle önce onu kurtarmalıyız, birden dalarsak zarar görebilir" dedi Gökalp.

 

Akgün dönüp tekrar kadına baktığında şerefsizlerin elinden kurtulmaya çalıştığını gördü ve ikizi haklıydı.

Yavaşça sağa doğru yürümeye başladı, Gökalp'te arkasından.

 

Bir kaç dakika sonra mağaradan uzaklaştılarında teröristler kadını yere fırlatıp kahkaha attılar.

 

Akgün ve Gökalp ise tüm heybetleri ile yan yana durup silahlarına davrandılar.

Adamların 4 'ünde arkası dönüktü onlara.

 

Kadın can havli ile arkaya doğru emeklemeye çalıştı ama bir tane terörist hızla saçlarından kavrayarak önlerine geri getirdi.

 

"Bırakın beni!" Diye çığlık attı kadın.

 

"Eğlenelim biraz" diyen adam ile Gökalp hızla ona doğru atıldı.

 

Önce kadının saçını tutan adamın elini tuttu sonra da ona şaşkınca dönen yüze kafasını gömdü.

 

Diğerleri de şaşkınlıkla onlara baktı ama kisa sürdü şaşkınlıkları , adamların gözleri Gökalp'in kolunda ki armaya değdiğinde hızla ona doğru atıldılar ama Akgün ikisinin ensesinden tutarak,

"Hayırdır, nereye?" Diye sordu sırıtarak.

 

Sonra hiç beklemeden ikisinin de kafasını birbirine şiddetle çarpıp ileriye savurdu.

Kadın birbirine çarpan ve kırıldığı belli olan kafalarla bir çığlık daha attı.

 

Gökalp ise tuttuğu adamın münasip yerine bir tekme atıp yere düşürdü.

"Irzını siktiğim!" Diye yerde uzanan adamın üstüne oturdu.

 

Yumruklarını üst üste geçirdiğinde ikizi için endişelenmiyordu çünkü şuan Akgün ne kadar gülerse gülsün icinin öfke ile dolu olduğunu biliyordu.

 

Güvendiği şey ise Akgün sinirlendiği zaman hiç bir güç onunla baş edemezdi.

Zaten şuan Akgün ikisinin işini çoktan bitirmiş diğeri ile de oyun oynuyordu.

 

Kadın ise şaşkınca birbirine tıpatıp benzeyen asker üniforma içinde ki adamlara bakıyordu.

Gökalp'in gözleri kadına değdiğinde korku ve şaşkınlık ile onlara baktığını gördü.

 

Baygın olan adamın üstünden kalkıp kadına döndü tekrar.

"Türkçe biliyorsun değil mi?" Diye sordu yumuşak çıkarmaya çalıştığı sesi ile.

 

Akgün hala adamın yüzüne şaplak atmakla meşguldü.

 

Kadın hızla kafasını sallayıp onayladı onu.

Bir yandan da eli ile yırtık olan elbisesini düzeltmeye çalışıyordu.

İçi acıdı Gökalp'in.

 

"Arkanı döner misin?" Diye sordu tebessüm edip.

 

Kadın anlamayarak ona baktığında,

" bir şey yapmam lazım ve senin görmemen lazım" diyerek küçük bir açıklama yaptı.

 

Kadın karşısında onu ürkütmemeye çalışan adama güvenmek istedi ve arkasını dönerek istediğini yaptı.

"Şimdi kulaklarını kapat" dedi Gökalp.

 

Kadın bacaklarını kendine çekerek kulaklarını sımsıkı kapattı.

 

Gökalp hızla susturucu taktığı silahı çıkarıp adamın iki bacağının arasına üst üste ateş etti.

Adam haykırarak böğürünce Akgün başını kaldırıp ikizine baktı.

 

Gözleri simsiyah olmuş ve öfke ile yerde iki büklüm olan aynı zamanda bağıran adama bakıyordu.

 

Sonra bağırışı kadını ürkütmesin diye biraz acı çektirdikten sonra kafasına sıktı.

 

Akgün ayağı kalkıp "ee bu bayıldı, ne anladım bu işten ben" diye dertlendi.

 

Gökalp gözlerini devirip "zaten 3 'ünü sana bıraktım, boş yapma" diye tersledikten sonra arkası dönük olan ve kuş gibi titreyen kadına baktı.

 

Siyah saçları sırtını komple kapatmıştı, hem uzunluğu ile hemde yoğunluğu ile.

Yavaşça ona yaklaştı.

 

Akgün ise adamları köşeye taşıyordu ve bıraktığı her bir adamın münasip yerlerine bir tekme atıp yüzlerine tükürmeyi de unutmuyordu.

 

Son adama geldiğinde tam ayağını kaldırmıştı ki gördükleri ile ayağı havada kaldı.

"Sen zaten belanı ikizimden bulmuşsun, benamus" diye homurdanıp yüzüne tükürdü sadece.

 

Gökalp yavaşça kadının önünde diz çöktüğünde birden irkilen kadın ile ellerini kaldırdı.

"Korkma" dedi yavaşça.

 

Kadın gördüğü adam ile ellerini kulağından çekip ona baktı.

En fazla 23 yaşında diye düşündü Gökalp.

Haline bakılırsa iyi şeyler yaşamadığını da tahmin etti.

 

Gözleri ise koyu kahveydi.

Karanlıktan dolayı siyah görünüyordu ama anlamıştı rengini.

Gökalp'in bakışları gözlerinde oyalandı.

Etrafında kırmızı damarlar oluşmuş ve ıslak gözlere uzunca baktı.

 

"Biz Türk askeriyiz, şimdi seni güvenli bir yere götüreceğiz tamam mı?" Dedi sakince.

 

Kadın ondan biraz uzaklaştı korku ile, Gökalp korktuğunu anladığında derin bir nefes alarak akgün'e baktı.

Akgün de sıkıntılı bir nefes vererek etrafına göz gezdirdi.

 

Kadının üzerine bakamıyordu çünkü elbisesi parçalanmıştı.

Rahatsız olmasından ve daha da korkmasından tedirgin oldu.

Gözlerini tekrar kahve gözlerle birleştirdi.

 

Korkmayacağını bilse yaralarına bakabilirdi ama tuttu kendini.

 

"Tamam şöyle yapalım" diyerek belinde ki küçük silahı çıkarıp kadına uzattı.

 

Kadın anlamayarak eline baktığında" biz önden gideceğiz, sende bir adım arkamızdan geleceksin, eğer sana zarar vereceğimizi düşünürsen hiç düşünme silahı ateşle" dedi güvenle.

 

Akgün ile birlikte kadında "ne?" Dedi şaşkınca.

 

"Bacım bak onu vurabilirsin ama beni vurma ben daha gencim" diyerek Akgün onlara doğru bir adım attı.

 

Sonuçta ikizi bı teklifi ona sunmuştu ve biri vurulacaksa o vurulsundu.

 

"Hadi al" dedi Gökalp tekrar.

 

Kadın titreyen elini uzatıp silahı aldı, sonra Gökalp'e bakarak başını sallayıp onu onayladı.

 

"Gökalp ekip geldi" diyen Akgün ile Gökalp ayağı kalkıp mağaraya doğru baktı.

Ekip yavaşça mağaraya doğru yürüyordu.

 

"Burada kal, biz geleceğiz" dedi Gökalp yeni ayağı kalkan kadına bakıp.

 

Kadın korku ile hemen kolundan tuttuğunda Gökalp ürkek ama sıkı sıkı kolunu tutan ele baktı.

"Gitmem gerekiyor, bir şey olmayacak hemen gelip alacağım seni" dedi Gökalp onu sakinleştirmek adına.

 

Kadın kafasını sallayarak onu reddettiğinde bir damla gözyaşı aktı yanağına doğru.

Gökalp'in gözleri o yavaşca ama içten akan gözyaşına değdi.

 

Başını çevirip akgün'e baktı, "git ve dikkatli ol" dedi.

 

Bu kadını tek bırakmazdı burda.

 

"Tamam" diyen Akgün hızla mağaraya doğru yürüdü.

 

Gökalp kadına baktığında ona minnetle bakan gözlerle karşılaştı.

"Sakin ol" dediğinde kadın kolunu yavaşca birakip kalktığı yere oturdu tekrar.

 

Gökalp titreyen omuzlarına tek bakabildi, üstünde ki kalın ceketi çıkararak ona uzattı.

"Giy üstüne, üşüme" dediğinde kahve gözler tekrar onu buldu.

 

"Teşekkür ederim" diyerek ceketi alıp omuzlarına attı.

 

Bir damla daha aktı kahve gözlerinden, bir damla daha Sonra hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlayınca içi titredi Gökalp'in.

 

Dizlerinin üstüne çökerek arada mesafe bırakıp yüzüne baktı.

"Ne işin var burada?" Diye sordu.

 

Kadın omuzları sarsılarak ağlamaya başladığında Gökalp cebinden bir peçete çıkarıp ona verdi.

 

O anda silah sesleri doldurdu her yeri, dağlar silah sesleri ile inledi.

Kadın irkilerek Gökalp'in ona mendil uzatan elini tuttu.

Korku ile tırnaklarını geçirdiğinden habersizdi.

 

"Sakin ol bir şey yok" dedi Gökalp.

Kadın tanımadığı adamın gözlerine baktığında en ufak kötülük görmedi, aksine sakin ve güvenilir bir adamın gözleriydi bu gözler.

 

Eli hala elindeyken güvenilecek bir şeye tutunması gerekiyordu, öyle de yapıp anlatmaya başladı.

"Hastane çıkışı kaçırıldım, ilk senem nöbete kalmıştım. Geç bir saatti" diye anlatmaya başladı.

 

Gökalp dikkatle dinledi onu.

"Evim tenha bir yerde, eve varamadan kaçırıldım. 2 gündür burada tutuyorlar beni" dedi ağlayarak.

 

"Sana zarar verdiler mi?" Dedi Gökalp üzgünce.

 

Zarardan kastı, şiddet değildi malesef. Yani sana tecavüz ettiler mi diye sormak istiyordu ama hem onu kırmaktan hem de utandırmaktan korktu.

 

Utanması gereken o değildi biliyordu Gökalp ama kadınlarımız onlara bu iğrençliği yapanlar yerine utanıp susuyordu ve onun da öyle olacağını düşündü.

 

Hiç bir sik olamayan erkeklere maalesef ki bazı kadınlarımızın gücü yetmiyordu ama elinde sonunda dize gelecek ve kadınlara boyun eğmeyi, onlara dokunmamaları gerektiğini öğreneceklerdi.

 

Yaa seve seve ya da sike sike.

 

Kadın ıslak gözlerini Gökalp'in gözleri ile birleştirdi.

Kadın ne demek istediğini anlamıştı.

 

"Hayır beni bir adamı tedavi etmem için kaçırdılar" dedi gözlerini ayırmadan.

 

Gözyaşları ise hala sessizce yol çiziyordu yüzünde.

 

"Ettin mi?" Diye sordu Gökalp şimdi de.

Amacı silah seslerinden uzaklaştırmaktı onu.

 

"Etmedim, onun için 2 gündür her reddetiğimde dövdüler" dedi.

Gökalp, kaşından ve burnundan gelen kandan anlamıştı bunu zaten.

Yanağında ise büyük bir morluk vardı.

 

"Sonra ne oldu?" Diye sordu.

 

"Etmeyeceğimi anladılar, adam öldürün dediğinde beni oradan uzaklaştırıp buraya getirdiler amaçları tecavüz etmekti ama sen geldin sonra" dedi kadın minneti sesine yansırken.

 

Dayak onun için bir şey ifade etmiyordu ama eğer tecavüze ugrasaydı bu soysuzlar tarafından işte hayatı orada biterdi.

Gökalp tecavüz kelimesini birden kullanmasını beklemiyordu ama belli etmedi.

 

Gördüğü şiddet yüzünden üzgündü ama tecavüz edilmediği için ve tam zamanında buldukları için derin bir nefes alışına engel olamadı.

 

"Doktor musun?" Diye sordu Gökalp, o sırada silah sesleri azalmıştı.

 

"Hayır hemşireyim" diye cevap verdi.

 

"Adın ne?" Diye sordu bu sefer.

 

Kadın gözlerinin içine bakarken "Gül" dedi.

 

"Gül" diye onaylatmak ihtiyacı duydu Gökalp.

Kadın başını sallayarak onu onayladığında gözlerini kaçırdı.

Annesinin adı da Gül'dü.

Hiç görmedikleri ve hiç kokularını almadıkları anneleri.

 

"Peki senin adın?" Diye ilk defa soru soran kadına baktı tekrar.

 

Ona gözlerine bakarak "Gökalp" diye cevap verdi.

 

"Gökalp" diye onaylattı Gül.

 

Birden bı öksürük sesi duyulunca ikisinin de gözleri oraya döndü.

Ve Akgün...

 

Sırıtarak onlara bakıyordu, ikizine olan bakışları seni gidi seni der gibiydi.

Gökalp gözlerini devirerek ayağı kalktı.

 

"Bitti mi?" Diye sordu.

 

"Bitti bitti, gidiyoruz" dedi Akgün.

 

Gökalp Gül'e bakıp "hadi gidelim" dedi.

 

Gül ayağı kalktığında titreyen bacakları ile sendeledi ama Gökalp hemen kolundan tutarak onu kendine yasladı.

 

Gözleri birbirine değerken vücutları birbirine yaslıydı.

 

"Yardım edeyim mi?" Diye sordu Gökalp.

 

Gül normalde birinin ona dokunmasına tahammül edemezdi hele ki bu bir erkekse ama Gökalp'in tutuşu onu rahatsız etmedi o yüzden utançla elini koluna dolayıp onu onayladı.

 

Akgün hemen arkasını dönerken kahkahasını bastırmaya çalışıyordu.

"Dağda aşk ha, iyimiş" diye söylenip önden gitti.

 

Gül ve Gökalp ise onu takip etti.

Gökalp Gül'ün kendini rahatsız hissetmemesi için en köşeye onu oturttu ve kendisi de yanında oturdu.

 

Tek araba gelmişlerdi ve hepsi erkekti, Gül'ün bacaklarının yırtık elbiseden dolayı görüldüğünü görünce Akgün'e bakıp üstünde ki ceketi işaret etti.

Arkadaşlarına güveni sonsuzdu ama Gül tedirgin olabilirdi.

 

Kendi ceketini omuzlarına örtmesi için vermişti ve başka ceketi yoktu o yüzden Akgün'ün kini istemişti.

 

Akgün de kaş göz isareti yapıp ona baktığında tekrar üstünde ki ceketi gösterdi gözleri ile.

 

Akgün tam karşılarında oturuyordu.

Yine saçma bir kaş göz işareti yapan Akgün'e Gökalp dayanamayarak bacağına tekmesini geçirdi.

 

Akgün ani gelen darbe ile bacağını tutup inledi.

"Ne vuruyorsun lan!" Diye parlayınca bütün gözler onu buldu.

 

Gül dışarıda dolaşan bakışlarını anlamayarak onlara çevirdiğinde,

"İkizim ceketini verir misin?" Dedi.

 

Gökalp sana sonra gösterecem bakışı atarak.

 

"Öyle desene lan, bende küçükken oynadığımız oyunu oynuyoruz sandım" diyerek üstünde ki ceketi çıkarıp ona fırlattı.

O oyunda da Akgün berbattı.

 

Diğer herkes yine kendi halinde takılmaya başladığında Gökalp elinde ki ceketle kaldı bir kaç saniye.

 

Sonra usulca "bunu dizlerine ört, üşüme" dedi Gül'e karşı.

 

Gül elinde ki cekete baktığında yüzünde bir tebessüm oluştu.

İki gün sonra ilk tebessümdü bu.

 

Yavaşça aldı elinden ve dizlerine örttü.

"Teşekkür ederim" diye fısıldadı.

 

Gül'ün gözleri yorgunluk ile bakıyordu, o iki gün uyumadığını tahmin ediyordu Gökalp.

 

"Eğer rahatsız olmayacaksan başını omuzuma katıp biraz uyu, yol uzun ben seni uyandırırım" dedi bakışlarını kaçırarak.

 

Hayır derse ne diyeceğini bilmiyordu.

Birkaç saniye sessizlik olduğunda Gökalp istemediğini anlayıp etrafına baktı ama omuzuna yavaşca yerleşen baş ile yüzünde belli olmayan bir tebessüm oldu.

 

İçi saçma bir şekilde titredi, ona güvenmesi hoşuna gitmişti.

 

Yol sessiz sakin düşünceler ile geçmişti.

Gökalp Gül'ü kendi elleri ile evine bırakmış oradan da hızla merkezde olan evlere bakmıştı.

 

Tekrar aynı şeyleri yaşamasın diye günlerce Akgün'ün alaylarına rağmen sağlam ve güvenilir bir yerde bir ev almıştı Gül'e.

 

Ama ona bunu nasıl söyleyeceğini hiç düşünmemişti.

Bu konu da Akgün'e kalmıştı, her zamanki gibi.

 

Malum kendisinde utanma namına bir şey yoktu ve Gül hastanedeyken evinin arka tarafını ateşe verip "o evde artık kalamazsın" bahanesi ile apar topar yeni aldıkları eve yerleştirmişti kadını.

 

"Sen evimin yandığını nereden biliyorsun" diyen Gül'e ise cevap olarak "Ben herşeyi bilirim, boşuna asker olmadım" havası atarak uzaklaşmıştı yanından.

 

Tabi bunun dışında önce kundaklama şikayeti ile karakolluk olmuş ve Gökalp'ten sağlam bir dayak yemişti ama gayet havalı bir çözümdü.

 

~~~

 

ALARCIN'DAN

 

"Kızım bı dur sana" diye sitem ettim en sonunda.

 

Güneş ve sevda ile kafeterya da oturuyorduk ve Sevda şuan elime gözlerini belertmiş bakıyordu.

Neymiş, el falı bakıyormuş.

 

Yersen, hiç inanmazdım böyle fal olaylarına.

 

"Kızım bak burada bir adam var, vallahi upuzun" diye yine başladı.

 

Gözlerim bıkkınlıkla güneşi bulduğunda dudaklarını birbirine bastırmış zavallı benim çırpınışlarıma bakıyordu.

 

"Bak bak, burada bir harf var" diye sevinçle konuşan Sevdaya döndü bakışlarım.

 

"Hı Sevda, hangi harfmiş o?" Diye sordum sahte bir merakla.

 

"Vallahi K" dediğinde bende dudaklarımı birbirine bastırıp kahkahamı engellemek isterdim ama hiç öyle bir zahmete girmeyip ortaya sesli bir kahkaha saldım.

 

Ne dedi o? K mi?, tabi efendim.

 

"Kızım gülme, bak ben anlarım bu işten" dedi kızgınlıkla ama o kadar tatlıydı ki yanaklarına sulu öpücükler bırakmam kaçınılmazdı.

 

"Tamam canım bir şey demedim" dedim masum masum.

 

"Ay valla Alarcın inanmıyorsun diye araya girmedim ama Sevda gerçekten bu işten anlıyor" diye araya girdi Güneş.

 

Bakışlarım onu bulduğunda Sevda saçlarını geriye atıp havalı bir poz vermeye çalıştı ama eli saçında öyle kaldı çünkü saçlarını bugün topuz yapmıştı ve omuzlarında geriye savuracağı bir saç yoktu.

 

Gülerek tepki verdim bu haline.

 

"Emin misin? Çünkü ben K harfinde birini düşünemiyorum şuan" diye cevap verdim eğlenerek.

 

Onların yanında zaman muhteşem geçiyordu.

 

"Evet ben daha hamile değilken Sevda bana benzeyen bir kızım olacağını söylemişti ve biliyorsun senin deyimin ile altın bir kızım var" dedi bize biraz daha yaklaşırken.

 

Sevda ve Güneşin dostluğu baya eskiydi, liseden beri arkadaşlarmış ve hiç ayrılmamak için hep aynı yere tahinlerini aldırmışlar.

 

Sevda bekar olduğu için onunda bir yere gitmesi tamamen Ayberk'e bağlıydı yani , malum Güneş Ayberk neredeyse oradaydı.

 

"Hadi ya?" Dediğimde merak etmedim değil.

 

Bu kız biliyor mu böyle şeyleri gerçekten?

 

"Evet" diye cevap veren Güneş ile bakışlarım tekrar Sevda'yı buldu.

 

"Bak bakım başka neler görüyorsun" diye elimi uzattığımda bu sefer ikisi bana karşı bir kahkaha attılar.

 

"Merak ettim" diye mırıldandım.

 

"Ver bakalım" diyen Sevda tekrar elimi tutarak gözleri ile sanki hazine ararmış gibi elime bakmaya başladı.

 

Sol elime bakıyordu çünkü kalbim ile aynı taraftaydı, sol elimde gördüğü her şeyi kalbim onaylıyormuş.

 

"Kader çizgin uzun, ve belli olan bir K harfi var bu kişi ile uzun bir birlikteliğin olacak" diye tekrar anlatmaya başladığında K harfi ile etrafımda kim olduğunu düşünmeye çalıştım.

 

Eeee, kimse yoktu.

 

"İyi de ben K harfinde kimseyi tanımıyorum, erkek olarak yani taniyorum da imkansız kişiler hepsi" dedim.

 

"Dur bir de kahve falına bakayım" diyerek elimi bıraktı evet bir de kahve içirmişti zorla.

 

Sabırla fala bakmasını, ağzını şaşkınlık ile açmasını, kendi kendine gözlerini devirmesini izledim.

 

Tam 45 dakika sürmüştü bunlar.

 

Hatta bir ara hasta gelmişti ve ona bakmaya gitmiştim, geldiğimde Sevda hala fincana bakıyordu.

 

Bütün ömrümü gördüğünü düşünüyorum çünkü eğer bir gün ölürsem hayatımda yaşadığım her an bile gözlerimin önünden bu kadar sürede geçmezdi.

 

En son Güneş ile sosyal medyada ünlüleri eleştiriyorduk.

 

Tam Seda Sayan'ın sunduğu sabah programında olmadığını fark etmiştik ki Sevda

"Ay ben şok!" Diye sesini yükseltti.

 

İkimizin de gözleri ona dönünce şokla kahve fincanına bakıyordu.

"Ne oldu?" Diye sordum merakla, yani 45 dakika boyunca o falda ne gördüğünü merak etmiştim.

 

Umarım çocukken tiner içtiğimi falan görmemiştir.

 

"Kızım bu ne" dedi şaşkınlıkla.

 

"Kız ne oldu söylesene?" Diye sordu bu sefer Güneş.

 

"Ayyy, burada bir balık var yani kısmet" dediğinde gözlerimi devirdim.

 

"Sevda teyzelerin hep dediği gibi yok deve, yok kuş, yok yılan diye hayvanları saymayacaksın inşallah" dedim.

 

"Sus kız, dinle" diye beni azarlayınca el mecbur sustum çünkü 45 dakikam boşuna gitmiş olamazdı.

 

"Kızım çok göz var üzerinde senin ama normal kıskançlık değil bu" dedi düşünceli düşünceli.

 

Yani?

 

"Yani?" Diyerek dışımdan bir tepki verdim.

 

"Tehlikeli, simsiyah" dediğinde güneşe baktım.

 

Oda pür dikkat Sevdaya bakıyordu.

"Boylu boyunca uzanan biri var yerde erkek mi kız mı belli degil ama baş ucunda da 3 tane adam dikiliyor. Bak yukarıdan da böyle küçük benekler var yani kar ama uzanan kişinin etrafı yoğun bir kanla kaplı" dediğinde bedenimden bir ürperti geçti.

 

Bu ne demekti şimdi.

Kan, kar, biri yerde yatıyor ve başında 3 adam.

 

"O ne kız öyle?" Dedi Güneş ama tedirgin gibiydi.

 

Fala inanacak değildim, sadece merak etmiştim ama böyle bir şey de beklemiyordum.

 

"Her birinin simgelediği bir şey var, bunu resmen hissettim" dedi Sevda gözleri ikimiz arasında dolaşırken.

 

"Peki neyi simgeliyorlar?" Diye sordum.

 

"Yerde yatan masumiyet, tam başının üstünde duran çaresizlik, onun yanında duran korku ve ikisinin karşısında duran da... Ölüm" dediğinde tırsmadım değil.

 

Peki bunların benimle ilgisi neydi?

 

"Emin misin?" Diye kendini kaptıran Güneşe baktım.

 

"Evet" diyen Sevda ile,

"Eee yani?" Diye sordum.

 

"Alarcın gerçekten elimin tersindesin!" Diyen Sevda ile üstüme iyilik sağlık bakışı atarak kınadım onu ama sustumda.

 

"İyi bir şeyler yok mu?" Diye sordu Güneş.

 

Allahım sanki elinden gelse o kötü seyleri alıp bütün güzellikleri fala yüklüyecek gibi bakıyordu.

Safım benim.

 

"Var var" dedi Sevda gülerek.

 

"Bak bir oğlan var, ne pahasına olursa olsun peşinden ayrılmayacak. Aranız pek iyi değil ama bu K harfi her şeyi düzeltecek" dedi.

 

Çok şükür bekar ölmeyecek mişim?

Bunu anladım.

 

"Araları bir zaman sonra fena açılacak ama düzelecek mi belli değil, sadece başının güzel olduğunu görebildim" dedi dudakları büzüp.

 

"Son olarak bir tane çiçek var, böyle ikisinin üzerinde tüm güzelliği ile açılmış ve ikisini gölgesine almış sanki onları her şeyden korumak ister gibi" dediğinde fincanı kapatıp bize baktı.

 

Güneş'i düşünceli görürken, beni boş boş bakarak gördüğünde gözlerini devirmeden yapamadı.

 

"O küçük cam parçasında nasıl bu kadar şey gördün, pes yani" dedim.

 

Hakikatten nasıl gördü lan o kadar şeyi?

 

Bu falcılar görmek için acaba bir rütiel falan mı yapıyorlar?

 

Lan yoksa bu Sevda üç harflileri de görüyor mu?

 

Abartama Alarcın, yok kadına tepeden vahiy de iniyor.

 

"Kız niye öyle bakıyorsun?" Diye sordu Sevda eli ile yüzünü yoklarken.

 

Doğru söylüyordu niye kadına cadı'ymış gibi bakıyorsam.

 

Bakışlarımı hemen düzeltip derin bir nefes aldım.

"Güneş!" Diyen ses ile gözlerimiz sesin geldiği yere döndü.

 

Güneş hemen ayağı kalkıp tebessüm etti çünkü Ayberk gelmişti ama aynı anda gülüşü soldu çünkü yanında Barlas vardı ve kolu kanıyordu.

 

Vurulmuş mu ?

 

Sanki buraya zorla gelmiş gibiydi çünkü etrafa yılgın bakışlar atıyordu.

En son göreve gitmişlerdi, anlaşılan kısa sürmüştü.

 

"Barlas" diye fısıldayan Sevda'ya baktım.

 

Yok ebenin...

Gözleri mi dolmuş onun?

 

"Sevda iyi misin?" Diye sordum elim ile koluna dokunurken ama beni duymamış gibi hemen ayağı kalktı.

 

Gözlerini Barlas'tan ve kanayan kolundan ayırmıyordu.

 

Lan Yoksa?

Ulan ne ara oldu bu?

 

Hızla ona doğru giderken Barlas'ın da gözleri onu buldu, bir kaç saniye boş boş baktı ama sonra gözlerinde bariz olan bir şaşkınlık oluştu.

 

Sevda onu hep tanıyormuş gibi bakıyordu ama Barlas onu kesinlikle burda görmeyi bekliyor gibi değildi.

 

Bende ayağı kalkıp onlara doğru yürüdüm, Güneş Ayberk'in yanında dururken Sevda hemen Barlas'ın karşısında durup elini koluna uzattı.

 

Barlas donmuş gibi hareket bile etmiyordu.

 

Yanlarına vardığımda Güneş ile göz göze geldik, ona "neler oluyor?" Bakışı attığımda anında "sonra anlatırım" bakışı attı.

 

Kesin bir boklar dönüyordu ama benim yine haberim yoktu.

 

"Nasıl oldu bu?" Diye soran Sevda ile bir kaç saniye sesizlik oldu.

 

Mal arkadaşım, sence nasıl olmuş olabilir? Diye sorardım ama ortamda ki ambiyansı bozmak istemedim.

 

Bildiğin kurşun yarasıydı ama sıyırmıştı.

 

"Görevde vuruldu" diyerek Ayberk cevap verdi.

 

"Gel benimle" diyen Sevda Barlas'ın kolunu tuttuğu gibi ilerlemeye başladı.

 

Bildiğin adama söz hakkı tanımadan kaçırdı lan!

 

Vay Sevda vay, saman altından su yürütürmüş te haberimiz yokmuş.

 

Gerçi sevda yürüyen aura'ydı.

Hem seksi hem de çapkın olduğu her halinden belli oluyordu ama Barlas'a bakışları duygu doluydu.

 

"Bizde oturalım bari" diyerek masaya yürüdüğümde Ayberk ve Güneş arkalarından bakıyordu hala.

 

"Umarım arkadaşın arkadaşımın ırzına geçmez" dediğini duydum Ayberk'in.

 

Valla geçebilirdi.

 

"Sevda geçerse Barlas üzülmez gibi" diyen Güneşe de hak vermedim değil.

 

Hadi bakalım, eğer Sevda yakında hamileyim diye karşıma çıkarsa ikisinin de kıçına sıkardım çünkü ben daha neler olduğunu bilmiyordum.

 

YAZARDAN

 

Barlas yürürken bile hala kolunu tutan ele şaşkınlık ile bakıyordu.

Bu kadının burada ne işi vardı ve neden kolunu tutarak hızla yürütmeye çalışıyordu?

 

"Dikkatsiz" diye homurdanan Sevda hemen odasına girerek Barlas'ı da arkasından içeriye çekti.

 

Elleri ile yürütüp sedye ye oturmasını sağladı, sonra hızla gerekli malzemeleri alarak sedyenin yanına bir sandalye çekerek karşısına oturdu.

 

Barlas'ın bakışları yüzünde dolaştı, uzun kumral saçlarını topuz yapan ve ince boynunu ortaya çıkaran kadının her zerresine dikkatle baktı.

 

Elinde ki malzemeleri karıştırırken kaşları çatık ve dudakları anlamsız kelimeler ile bir açılıp bir kapanıyordu.

Dudağının sol köşesinde küçük bir ben vardı.

 

Sevda homurdanarak kolunda ki kanı temizlemeye başladı önce.

Onu dikkatle izleyen kişiden habersiz.

 

"Neden dikkat etmezsin ki?" Diye sessiz bir şekilde homurdanan Sevda'yı duymuştu bu sefer.

 

"Bu ilk kurşun değil ve her zaman dikkatli olamazsın" diye cevap verdi.

 

Sevda ona hak vermiyor değildi ama kolunun kanadığını görünce içi korku ile dolmuştu.

 

Sonuçta yıllardır uzaktan aşık olduğu ve her göreve gittiğinde eve gidip onun için namaz kılıp dua ettiği adam vurulmuştu.

 

Barlas'ı kutay'ın emri üzerine Ayberk zorla getirmişti hastaneye.

 

Kutay Barlas'ın bu üzüntü ile kendini düşünmeyeceğini biliyordu o yüzden Ayberk'i arayıp,

"Hemen hastaneye götürmez isen çamaşırları yıkamak için hazır ol" deyip yüzüne kapatmıştı.

 

Ayberk ise bu tehtid ile neye uğradığını şaşırmış ve öylece telefona bakakalmıştı.

Sonra ise koşarak askeriyenin her yerinde Barlas'ı aramış ve en sonunda bayıltarak hastaneye getirmişti çünkü Barlas hastaneye kesin bir dille gitmeyeceğini söylemişti ama hiç bir kuvvet Ayberk'i çamaşır yıkamaya mecbur bırakamayacağı için Barlas'ın ensesine silahın kabzasını vurup bayıltmıştı ve hastaneye getirmişti.

 

Tabi sonrasında sağlam bir yumruk yemişti ama olsun en azından çamaşır yıkamamıştı.

 

Sevda hala korku içindeydi o yüzden acele ile silmek istedi ama elini biraz fazla bastırınca Barlas hafifçe inlemişti.

 

Sevda hemen başını kaldırıp Barlas'a baktı, yüzünün buruştuğunu görünce ise panikle hemen dudaklarını yaraya yaklaştırıp hafifçe üfledi.

 

Bir yandan da "Afedersin" diyordu ama Barlas şuan onu duyuyor gibi değildi çünkü şuan tek dikkati hafifçe büzülmüş kiraz gibi dudaklarda'ydı.

 

"Ya rabbi, sen aklıma mukayyet ol" diye mırıldandı.

 

Sevda hızlıca ama dikkat ederek hemen yarayı temizleyip dikiş attı koluna.

 

Barlas ise sadece hayranlıkla izledi onu.

İşini yaparken dudakları aralanıyor ve kaşları ara ara çatılıyordu.

 

Sevda elbette bu verdiği tepkilerin farkinda değildi ama Barlas hemen ezberlemişti bile.

Sevda son olarak kolunu sarıp ayağı kalktı.

 

"Bitti" diyerek gözlerini Barlas'a çevirdi ama onunda kendisine bakıyor olması içini titretti.

 

Gözlerini kaçırarak elinde ki eldivenleri çıkarıp masanın üstüne savurdu,

Sevda utanmış mıydı?

 

"Eyvallah" diyerek ayağı kalktı Barlas.

Zaten kısa kollu bir tişört giymişti ama yine de elini üzerinde dolaştırıp kıyafetini düzeltti.

 

Sonra tekrar Sevda'ya baktı, bir şeyler söylemek istedi ama yuttu.

Anlamsızca stres yaptı.

 

Ama "beni tanıdın mı?" Diye soran Sevda ile içinden bir çok şükür çekerek stresinden kurtuldu.

 

"Tanıdım" dedi anında.

 

"Öyle mi? Şaşırdım" diye mırıldandı Sevda çünkü daha önce de karşılaşmışlardı ama Barlas onu tanımamıştı ve hâlâ saçma bir şekilde içinde kırgınlık vardı.

 

"Neden şaşırdın?" Diye sordu Barlas.

 

"Hiç, öyle her şeyi hatırlayacak biri gibi durmuyorsun" dedi hafif Alayla.

 

İkisi de ayakta duruyordu ve aralarında iki adım vardı, Sevda Barlas'ın omuzuna denk geliyordu o yüzden başını kaldırıp konuşmaya devam etti.

 

"Yani öyle bir tipin var" diye geveledi.

Barlas'ın kaşları çatıldıgında ona doğru bir adım atarak aralarında ki mesafeyi azalttı.

 

Sevda kendinden bahsediyordu ama Barlas'ın aklına Akgün gelmişti, onun yarasını da hatırlamamıştı.

 

"Gelecekte bana faydası olmayacak şeyleri hatırlamak ve onunla yaşamak zorunda değilim!" dedi sinirle.

 

Sevda birden neye sinirlendigini anlamadı ama içinde bir seylerin kırıldığını hissetti.

Halbuki öfkesi kimseye değil kendineydi Barlas'ın.

 

"Ayrıca, bir kere karşılaştık diye benim hakkımda ki düşünceleri öyle pat diye söyleyemezsin, fikrini kendine sakla!" diyerek arkasını döndü ama arkasında dolu gözlerle bıraktığı ve kırdığı kadından habersizdi.

 

Aklı tamamen Akgün'deydi ve Sevdanın tam da bu konu üzerine yorum yapması onu sinirlendirmişti.

 

Ve malesef ki bu yaptığının bedelini ileride misli ile ödeyecekti.

Çünkü bundan sonra Sevda onu arkasında bırakacak ve hiç hatırlamıyor gibi yapacaktı.

 

Allah'ta Barlas'ın yardımcısı olsundu, malesef ki karşısında ki kadın asla baş edemeyeceği kadar inatçı ve dik başlı bir kadındı ve Barlas'ın en büyük sınavı bu yaptıklarının bedeli olacaktı.

 

Kapıyı açıp dışarıya çıktığında aynı hızla geri kapattı.

"Hatırlamaz bir tipmişim" diye homurdandı yürüyerek.

 

Sonra birden adımları durdu, ne yaptığını anladığında ağır ağır yutkundu.

"Siktir" diye sinirle söylenip elini alnına attı.

 

"Kendi hatanın sinirini niye kadından çıkardın mal herif?" Diye sordu kendi kendine ve cevap çok geçmeden geldi.

"Çünkü malsın!" Diye bir ses duydu kafasının içinden.

 

"Kesinlikle öyleyim" diye kabul etti anında.

 

Tam arkasını dönüp yine odaya girecekti ki, Alarcın'ın bağıran sesini duyup hızla sağ tarafa baktı.

 

"ACİL KAN LAZIM, 10 NUMARALI AMELİYATHANEYE" diyerek bir sedye'yi tutarak koşuyordu.

 

Diğer tarafında da Güneşi gördü, yanılmıyorsa ağlıyordu.

Sedyenin etrafını saran doktorlar ile yatan kişiyi görmemişti ama sedyeden sarkan cansız eli zorla görebilmişti.

 

İkisi hızla Amaliyathane'ye girerken arkalarından koşarak kapıya gelen kişiler ile kaşlarını çattı.

 

Öke Timi...

 

Ayberk başta olmak üzere Kaan, İlay, Serhat, Berk ve Asena endişeli bir şekilde kapanan kapıya bakıyorlardı.

 

Barlas hızla onlara doğru yürürken içi sıkıntı ile doldu.

 

İlay ağlayarak Kaan'ın göğüsüne sindi.

Ağlayan Serhat'ın yanında Berk durdu ve onunda yüzü huzursuzlukla kasılmıştı.

Asena da gidip duvara yaslanarak gözlerini yumdu.

 

Bu sefer içini korku kapladı.

İki kişi eksikti aralarında, Akgün ve Komutanı.

 

Neden yoklardı?

 

Yanlarına vardığında durdu, ilk serhat fark etti onu ve iki koca adımda yanına giderek karşısında durdu.

 

"Abi" dedi acı ile.

 

Barlas'ın gözleri tekrar herkesin üzerinde durdu.

"Kim?" Diye sordu korku ile.

 

İlay daha çok ağlarken, Kaan'ın da gözleri dolmuştu.

 

Berk yanlarına gittiğinde "Barlas" diyerek elini omuzuna attı.

"Berko kim?" Dedi sabırsızca.

 

Berk yutkunarak "Akgün" dediğinde kaskatı kesildi, yutkunamadı bile.

"Kaza yapmış" dediğini uğultu ile duymuştu.

 

Bakışları hızla kapıyı bulduğunda o tarafa doğru ilerledi ama önüne geçen Berk ile adımları durdu.

 

"Sakin ol, bırak işlerini yapsınlar" diye uyardı onu ama durmadı, hızla yana doğru kayarak yürümeye başladı.

 

Elini kapalı kapının yanında ki düğmeye üst üste vurdu ama kart kabul ettiği için açılmadı.

 

"Yok, Akgün'ün bir şeyi yoktur!" Diye kapıya elini geçirdi.

 

Genzi sızladığında Berk önüne geçerek ona sarıldı, Barlas'ın Akgün'e nasıl düşkün olduğunu biliyordu.

 

"Berko, boşuna oraya aldılar onu" diyerek yine ileriye atılmaya çalıştı ama Berk'in onu daha da sıkı tutan kolları ile hareketi kısıtlandı.

 

Daha yeni atılan dikişlerin acısını ve kanadığını fark etmedi bile.

 

"Bırak lan! Akgün'ün ihtiyaci yok oraya!" Diye bağırdı en sonunda.

 

"Barlas, sakin ol!" Diyen Berk'i takmadı yine.

 

"Akgün!" Diye bağırdı.

 

İçi kavruldu, içinden binlerce lanet etti kendine.

Ne sik vardı da o şakayı yapmıştı.

 

"Benim yüzümden mi oldu?" Diye mırıldandı kendi kendine.

 

Onun yüzünden sinirlenerek ayrılmıştı Askeriyeden, yani canının yanmasına sebep olan kişi Barlas'mıydı?

 

"Sakin ol kardeşim, Akgün bu bak gör sırıtarak çıkacak oradan" diyerek Kaan da yanlarına gitti.

 

"Akgün! Andım olsun benim yüzümden sana

bir şey olursa yaşamam!" Diye bağırdığında boş koridoru bu yemin inletti.

 

Yapardı, eğer kılına onun yüzünden zarar gelirse, Barlas'ta yaşatmazdı kendini.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Arkadaşlar çok rica ediyorum, oy vermeyi ve yorum yapmayı çok görmeyin.

Eğer değer diyorsanız kitabımı paylaşın ve daha çok kişinin değer demesine sebep olun.

 

Sağlıkla ve sevgi ile kalın...🌸

 

Loading...
0%