Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm

@laviniyam

*** 

 

 

Bölüm Bir : Kim?

 

 

 "Neyi bastırdıysan göğsüne, göğsünü soludukça büyüyen odur." İsmet ÖZEL 

 

 

" Bir damla göz yaşı akıt, senin zehirli damlaların yaşatacak bu satırları. Evet unuttun, unutacağını da biliyordun. Hatırlamak zorundasın, küçük kız. Çünkü artık büyüdün."

 

*** 

 

Ayakları durmaksızın ilerliyordu. kollarından tutan iki polis memuru, Karakolun ön kapısına geldiğinde durdu. kendisi de bu hamleyle durmuş oldu. Yüzünde garip bir gülümseme vardı. Gözleri baygın bakıyordu. Üstüne giymiş olduğu bol hastane giysisinin kollarını çekerek avuç içine hapsetmişti. Tüm üstü kan içerisindeydi. Yüzünde birçok kesik vardı.  Alnındaki yarık kanıyordu.

 

Ayakları tekrar hareket etmeye başladığın da tek görebildiği boşluktu. Bilinçsizdi. Ama bilinçliydi de bir yandan. Bilemiyordu. Hissedemeyecek kadar garip bir durumun içerisindeydi.

 

karakolun giriş kapısına geldiler. İçeriyi gören gözleri, bir polis memuruyla konuşan Sevil komiseri gördü. Kendisini henüz fark etmeyen kadın, üstündeki keskin bakışları hissetmiş gibi irkilerek kapıya doğru döndü. Gördüğü yüzle şaşırmıştı. "Duru?" fısıldadı. Sadece kendisi duymuştu.

 

Duru sensörlü kapıdan, polis memurları ile geçerek içeriye girdi. Dedektörden geçerken ötmüş olsa bile aldırmadı. Sevil komiser, Kendisine doğru gelen kıza bakıyordu. Gördüğü hali ile gözleri irice açıldı. Etraftaki polislerinde ondan kalır yanı yoktu. Hepsi kızın bu berbat haline bakıyordu.

 

 Duru, tüm bakışları hissetmeyerek sadece tek odak noktası olan kadının tam karşısında durdu. "Bitti artık, " dedi düz bir sesle. Tek bir cümle ama bu cümlenin altında yatan olaylar silsilesi o kadar uzun ve derindi ki, sırtına bir yük olsa yürüyemezdin bile. Kambur olurdun. Bu cümle ile Aynı ağırlığını sevil de hissetmişti.

 

"Duru nasıl bu hale geldin sen?" diye sordu sevil, kızın cümlesini es geçerek. Merak ediyordu fakat şuan önemli olan bu kızın başına ne geldiğiydi

 

Duru ise yüzüne kocaman bir gülümseme yerleştirdi ve sevilin sorusunu es geçerek "Her şeyi bitirdim!" diyerek yineledi. Sevil sinirle bir nefes çekti.  "Ne olduğu soruyorun sana Duru! Onu söyle önce!" dedi yükselen sesiyle. Fakat Duru dinlemiyordu. Transa geçmişti.

 

Sevil, Duru'yu es geçerek birlikte geldikleri polislere döndü. "olay nedir?" diyerek soruyu yöneltti. 

 

"Komiserim, Ormanlık yolda bir araç yolu kapatmıştı bizde bu ihbar üzerine olay yerine gittik. araç sahibini ararken çevredeki binaya olayı sormaya karar vererek oraya yöneldik. " durdu, nefes aldı. gözleri gördüklerini unutamıyordu. " Kapıyı daha çalamadan kendiliğinden açıldı. Yerde kan vardı. bizde bunun üzerine binanın içerisine girdik. etrafı tararken, sayısı henüz belli olmayan cesetler tespit ettik. Bedenlerin uvuzları kesilerek ayrılmıştı!" dedi ürkmüş bir ses tonuyla. Sevilin gözlerini bir polis memuruna dokundu birde Duru'ya. İçinden bir ses lütfen olmasın dese de bir yanı da olduğunu söylüyordü.

 

"Olay yerine ekipler gönderilsin hemen!" dedi sevil. aklında ise bin bir türlü soru dönüyordu.

 

Duru'ya döndüğünde kızın yüzünün garip bir hal aldığını fark etti. Ve tamda bu esnada Duru'nun gözleri karanlık bir çukura dönüştü. Yok oldu. Polisler tarafından bırakılan bedeni ise boş bir çuval gibi karakolun zemine yığıldı. Avucundaki bir adet kağıt, gevşeyen parmaklarından yere düştü. Bir el bu kağıdı aldı ve açtı.

 

"Her şey işte şimdi bitti, unutma vaktin geldi küçük kız. Artık büyük değilsin. Kimse seni suçlayamayacak!" 

 

*** 

Aynı sıralar terk edilen bina

*** 

 

Kayıplar bulvarının biraz ilerisinde kaybolmuş cesetler, arkadan çalan senfoni ile aranıyor, bir işaret umuyorlardı. Tüm bu olağandışı olaylar silsileleri olurken, içeride bir yerlerde, saklanmış zihni ile oturan bir genç vardı. Genç bir kız. Neyin ne olduğunu idrak edememiş bir kız.

 

Kimdi? Neresiydi burası? Bu kanlarda neyin nesiydi?

 

Zihninin içinde dönüp duran sorulardan yalnızca bir kaçıydı bunlar. Gözlerini açalı çok kısa bir süre olsa dahi, beyni direk düşünme eylemine başlamıştı. Hatırlamıyordu. Hiçbir şey. Ne ismini, ne adresini ne de niçin burada olduğunu. Tek anladığı ve tek gözlemleyebildiği, pekte iyi şeyler olmadığıydı.

 

Uyandığı yer bir hastane odasını andırıyordu. Tek fark, tüm aletlerin, masaların yerlere saçılmış olmasıydı. İşin en ilginç kısmı ise yerde sadece aletlerin olmayışıydı. Cesetlerde vardı yerde. Vücut parçalarının hunlarca saçıldığı bir odaydı burası. Yakınında bir kadın başı görüyordu ama kalan bedeninin nerede olduğunu kestiremiyordu. Hangi beden hangi başa aitti? Midesi bulanıyordu. Gördüğü bu görüntüler inanılacak cinsten değildi. Hangi cani yapmıştı bunu? Nasıl bir sebep bunu tetiklemiş olabilirdi?

 

Gözlerini açıp kapadı. Kafası yerinde değildi, midesi bulanıyordu. Ne düşüneceğini bilmiyor dahası ne hissedilir onu bile bilmiyordu. Tüm kötülükler bir aradaydı sanki.

Ellerini kaldırdı ve avuç içlerini sertçe şakaklarına yasladı. Bastırdı. Gücü yettiğince acı çektirdi kendine. Ama işe yaramadı. Ne hatırladı ne de bir rüya çıktı bu olanlar.

 

Gözlerini tekrar açtı. Bulanık görüntü yavaş yavaş netleşirken artık gerçek hayata dönme vaktinin geldiğini hissediyordu. Daha fazla oyalanamazdı. Yapmalıydı bunu. Ömrünün sonuna kadar bir fare gibi kısılıp kalamazdı bu deliğe. Yapmalıydı ve yapacaktı da. Güçlü olup olmadığından da emin değildi, fakat bu yerde daha fazla kalırsa kafayı yiyeceğini tahmin edebiliyordu. Bir kan gölünün üzerinde daha ne kadar oturmaya devam edebilirdi ki?

 

Ayağa kalktı. Ayakkabısı yoktu. Üstünde, beyaz bir hastane elbisesi vardı. Dizlerin biraz altına gelen bu giysi, beyazlıktan çıkmış, âdeta kızıl renge bürünmüştü. Dizleri titriyordu. Sabit tutamıyordu. Bir adım atmayı denedi fakat titreyen dizleri yüzünden sendeledi ve kalktığı yere yeniden düştü. Avuç içleri kan gölünün içine batmıştı. Saç uçları yere sürtüyordu. Derince bir nefes aldı, Titreyen çenesi ile geri verdi. Neler olduğunu anlayamadığı bu dakikalar içinde, ne yapacağını bilemez haldeydi.

Yavaşça ayağa kalktı, tekrar yürümeye çalıştı. Adımları yeni doğmuş bir bebeğin ilk adımı gibi, yavaş ve tedirgindi. Ama pes edemezdi. Bunca ceset ve kan dolu bir odada daha fazla kalamazdı. Gitgide artan koku, yanıp sönen kırmızı led ışıklar, sessiz bir ortam buranın güvenli olmadığını bağırıyordu âdeta. Onu orada canlı bırakan her ne ise geri gelmeyeceği ne malumdu?

 

Adımları sonunda odanın cam kapısına gelince durdu. Kapının bir tarafı boydan boya devrilmiş ve küçük parçalara bölünmüştü. Kapının tam yanında ise yanıp sönen ve 'dikkat' sesi çıkaran bir aparat vardı. Her ne olduysa kilitli kapıyı açamamış olmalıydılar ki açmak için camı kırmışlardı. Ama nasıl kendisi hayattaydı? Aklındaki sorulara eklenen bir diğer soru da buydu. Yoksa ölmüş müydü? Geriye dönüp cesedinin hala yerde olup olmadığına bakacak cesareti kendinde bulamadı. Parçalanmış bedenlere bakmak istemiyordu. Başını eğdi ve gözlerini kapadı. Hızlı nefes alıp vermeye başladı. Başındaki sızı daha da belirgin hale gelmişti bile. Düşünmesini engelleyen şeyin korku mu yoksa bu ağrı mı olduğundan emin değildi. Sanki düşünmesini engelleyen biri vardı içinde ve buna engel oluyordu.

 

Başını kaldırdı. Yanıp sönen kırmızı ışıklar eşliğinde kırık taraftan dikkatlice çıktı. Camlara basmamak için parmak uçlarında hareket etmiş, olabildiğince parçasız yere basmıştı. En sonunda ise yaralanmadan çıkabilmişti. Artık koridordaydı ve gördüğü görüntü, tıpkı uyandığı oda gibiydi. Her yerde kan vardı. İnsanların vücut parçaları yerlere saçılmıştı. Gözünün ilk değdiği ceset ile öğürdü. Boğazından ağzına dolan safra tadı ile daha fazla dayanamadı, dizleri üstüne çökerek içindekileri dışarıya çıkardı. Bu kadarı fazla gelmişti. Gördüğü onca ceset, onca kan, onca parçaların nedeni neydi? Kim ne için yapardı bu caniliği?

 

Tekrar gelen kusma isteğini bastırarak ayağa kalktı. Kolu ile ağzını sildi. Hala tattığı bu iğrenç tat ile suya ne kadar ihtiyacı olduğu geldi aklına.

'Dayan, dayan!' diyerek telkin etti. Ama işe yaramıyordu. Böyle bir ortamda olmuyordu. Koşarak kaçmak istiyordu ama buna ne bedeni ne de zihni izin vermiyordu.

 

Adımlarını olabildiğince hızlandırarak koridorun dönüş yerine geldi. Tam dönüyordu ki uzaktan yansıyan bir kaç fener ışığı ile olduğu yerde kaldı. ne yapması gerektiğini bilmiyordu fakat gitgide yaklaşan ışık yansıması ve ayak sesleri korkmasına sebep oluyordu. Kaçarsa yakalanırdı. Ama yakalayacak kişi de kimdi? İyiler mi, kötüler mi? Asla bilemeyeceği bir şeydi bu. Risk almaya değeceğine de emin değildi.

Zihninde tarttığı kısa bir süre sonra kararını yere uzanmaktan yana kullandı. Etraftaki cesetlerden fark edilmemeyi umuyordu. O insanlar geçince, sessizce köşeyi dönecek ve çıkacaktı. Elini ağzına kapadı ve nefeslerini olabildiğince sessiz almaya çalıştı. Bu esnada daha çok yaklaşan ayak sesleri ile kalbini daha da hızlandırıyordu.

 

Durduğu bu pozisyonda ne saklanıyordu ne de görünmemeye çalışıyordu. Direk ortadaydı. Biraz etrafında dönerek yerdeki kanı üstüne ve bacaklarına bulaştırdı. Zaten yeteri kadar kirlenmişi ama yetmeyecek olabilirdi. Risk alınacak durum değildi. Bunun dışında risk alıp ilerlemeye çalışsa, hareketlendiği an ayak seslerinin duyulacağı belliydi. Yer o derece kanla ıslanmıştı. O yüzden elinde olan tek alternatif yol buydu. Olduğu yerde kalmak.

 

İçinden saymaya başladı. Rakamlar artarken, ritmik bir hareketle kalbi de tekliyordu.

 

Ve sonunda beklediği an geldi. Ayak sesleri bulunduğu koridorun köşesindeydi. Fenerin ışığı daha geniş alanları kaplıyordu. Kaçış yoktu artık. Görüş alanına giren iki büyük beden ile erkek olduklarını anladı. İri cüsselere sahiplerdi. Ellerinde bir silah tutuyorlardı ve o elinin üstüne de fener tutan elini yerleştirmişlerdi. Çapraz bir komumdaydı. Adımları ise yan şeklindeydi.

 

Fark etmemelerini umduğu dakikalar tedirginlik içinde geçti. Ama başarmıştı. Adamların dikkatini çekmemişti. Daha doğrusu o noktaya fener tutmamışlardı. Şimdi ise kendinden biraz uzakta olan iki bedeni görebiliyordu. Kaçmak için en iyi fırsatın bu olduğuna karar verdiği an, sessizce hareket etmeye başladı.

Duvara kendini sürterek ilerliyordu. Ayağının çıplak olması da ses çıkarmaması yönünde bir nebze daha iyiydi fakat kanlı zeminler yüzünden her bastığı yerde küçük bir ses çıkmasına da engel olamıyordu.

 

Köşeyi döndü. Derin bir nefes alıp verdi. Tehlike azalmıştı. Ayağa kalkarak sırtını duvara yasladı. Bir elini göğsüne koydu ve nefeslendi. Artık ayak sesleri duymuyordu. Sanıyordu ki daha ileriye gitmişlerdi. Ama kontrol etmenin faydalı olacağını düşünerek yavaş bir hareketle başını koridorun dönüş yerine çevirdi.

 

Fakat gördüğü görüntü ile dondu. Kısa bir çığlık attı.

 

Karşısında o iki adam vardı.

 

"Nereye gidiyorsunuz hanımefendi?"

 

*** 

 

Unuttuğu şeyler vardı. Sildiği, silinen... Boş bir zihin ile nefes alıyordu. Sanki yeni doğmuş bir bebekti ve bildiği tek şey anlamsız sesler ile cümleler kurmaktı. İlginç geliyordu. Çünkü şu an karşısında oturmuş ve ellerinde tuttukları bir tomar evrak ve kalem ile kendisine bakan iki surat vardı. İkisinde ağzından çıkan tek cümle şuydu: " Gerçeği anlat!" Gerçek neydi? Ne ile itham ediliyordu bilmiyordu. Gözünü açtığı andan itibaren sürüklenerek getirildiği bu oda, samimiyetin getirdiği sıcaklığa sahip değildi. Aksine fazla soğuk ve samimiyetsizdi. Lakin bunun nedeninin ne olduğunu da bilmiyordu. Elleri kelepçeli bir masada oturuyor, karşısında Kızgın suratların ithamları ile ne olduğunu idrak etmeye çalışıyordu.

 

Elinde değildi, tırnaklarını masaya ritmik hareketler ile vuruyordu. Bunu hep yapar mıydı? Emin değildi. Fakat şuan ki stresini bir nebze engellediği bariz ortadaydı çünkü dikkati vurduğu ritimlerdeydi.

 

" Kes şunu artık!" Yükselen ses ile elleri aniden durdu. Yüzünü dakikalardır sabitlediği ellerinden ayırarak, bunu söyleyen kişiye baktı. Saçları ve boyu uzun, bakımlı bir kadındı. Dışarıdan gören birinin naif biri sancağı kesindi. Lakin az evvelki ses tonuna ve sertliğine sahip, kesinlikle naif, çıtkırıldım olmayan biriydi. En azından ilk izlenimi böyleydi. Hiç tahmin edemezdi mesela.  Ama bu onu güçlü gösteriyordu. İçinden taktir etti.

 

"Orada ne olduğunu anlat artık!" Sıkılmıştı. Kendisi de sıkılmıştı ama onlara sunacak yalandan bir senaryo yazacak kafada değildi. Ne anlatmasını bekliyorlardı? Bilmediğini bildiğini söylese yeterli olur muydu? Ya da kaç kere daha bunu tekrar etmesi gerekiyordu?

 

"Size daha öncede söyledim, Hiçbir şey hatırlamıyorum! Uyandığımda odadaydım ve neler olduğunu anlamama fırsat olmadan beni zorla alıkoydunuz!" Sesi beklediğinden sert çıkmıştı. Dakikalardır zorla psikolojik bir baskıya maruz bırakılan kendisi değilmiş gibi iğrenerek bakan bu insana daha fazla tahammül edemiyordu. Bilmediğini daha kaç farklı yollardan anlatabilirdi ki?

 

Kadın güldü. Hatta kahkaha attı fakat içten değildi. İliklerine kadar soğukluğu hissetmişti. Bir anda yüzü sert haline geri döndü. "Oradan bakıldığında aptal gibi mi duruyorum?" dedi. Bu esnada işaret parmağı ile yüzüne hayali bir daire çizmişti. "Hatırlamıyor olabilirsin, bunu teyit ettireceğiz lakin atlamamamız gereken detay ise şu; katil her kimse, seni olay yerinde tek bir çizik dahi almadan bırakacak bir aptal olamaz. Ayrıca bu kadar temiz çalışan ve ardında senden başka tek bir delil dahi bırakmayan bir katilinde olması neredeyse imkansız. O zaman geriye sadece iki şey kalıyor, ya katil sensin ya da katilin tuzağına düşmüş aptal ortağısın!" sonlara doğru sesi sertleşmişti.

 

"Fakat bu yine beni katil yapmaz öyle değil mi? Ne olduğuna dair tek bir şey hatırlamıyorum. Belki katil bilerek beni hayatta bıraktı, olamaz mı? Belki bana bir mesaj bıraktı ama ben onu bile hatırlamıyorum? Belki olay yerinde sizin bile fark edemediğiniz izler var? Her şey ihtimal dahilinde, benim katil olduğumda öyle. Bunu inkar etmiyorum. Fakat bu beni katil yapmaz. Çünkü hatırlamıyorum!" Kendini olabildiğince düzgün açıklamaya çalışmıştı. Fakat bu girişimi karşısında oturan kadını sinirlendirmiş olacak ki önündeki dosyaları sertçe topladı ve avuç içini sesli bir ritimle masaya vurdu. "Sorgu bitmiştir! " Sonrada kapıyı ardından çekerek çıktı. Neyeydi bu siniri, kimeydi bilmiyordu lakin bu sinirin kendisiyle sınırlı kalmadığını da anlamıştı. Başka bir şey vardı.

 

"Hadi gel bakalım," dedi odadaki diğer kadın. Sesi sakindi. Diğeri kadar sinirli olmadığını anlamıştı böylece. Kadın yanına gelerek masadaki demir çubuğa kelepçelenmiş elini cebinden çıkardığı bir anahtar ile açmış, sonra yine kilitlemişti. En azından artık demir çubuğa bağlı değildi. Oturduğu yerden kalktı, kadın ile birlikte yürümeye başlamışlardı. İlk önce odadan çıktılar sonra ise düzinelerce meraklı gözün önünden geçtiler. Sanki bir film dönüyor gibiydi. Oysa olan tek şey yaşadığı olayın zalimliğiydi. İlgi odağı olmak için belki geçerli bir sebepti fakat magazine düşecek haberi muhtemelen 'katil' diyerek yazılacaktı. Acabalar ya da belkiler bu sıfatı arka plana da atamayacaktı. Muhtemelen sokağa çıkamayacak, her buldukları fırsatta röportaj için kapımı çalacaklardı. Evet hatırlamıyordu. Yaşını bile hatırlamıyordu.

 

"Benim yaşım kaç?" adımları durdu. Bakışları kendisine döndü. Anlık duraksamasının ardından yürümeye devam etti. "Sistemde kaydını bulamadık. Elimizdeki tek şey cebinden çıkan bir kağıt parçası"  Şaşırmamıştı.  Bugün olanların yanında sistemde bulunmamak en normal şeymiş gibi geliyordu aksine.

 

Denilene göre bu katliamda tek bir çizik ya da darbe almayan dahası sadece hayatta olan kendisi vardı. Ceset sayısını henüz belirleyememişlerdi. O kadar çok parçalanmış vücut parçası vardı ki, hangi uvuzun hangi bedene ait olduğunu bulmaları epey zaman alacak gibiydi.  Korkunçtu. Fakat herkesin aklında olan o soru gibi, tek bir darbe almayan kendisinin nasıl hala yaşıyor oluşuydu. Kafasına darbe almamıştı. Vücudu tek parçaydı. Sanki biri onu getirmiş ve oraya tüm olaylar bittiğinde bırakmıştı. İlginç.

 

Kafasına darbe almamış olması, hafıza kaybının darbe kaynaklı olmadığını ortaya koyuyordu. Bu olasılık ise hafıza kaybının o andan daha evvelde gerçekleştiğini öne sürüyordu fakat nasıl oluyordu da olay gecesini hatırlamıyordu? İşte ilginç tarafı buydu. Gerçekten katil olabilir miydi? Buna meyilli bir potansiyeli var mıydı? Aklında o kadar çok soru dönüyordu ki cevaplarını bulana kadar kendini didik didik edecek gibiydi. Polislerden önce de bulabilirdi olayı belki de. Fakat önce bu göz altı gecesini tamamlaması gerekiyordu. Prosedür böyleydi demek ki.

 

Kadın ile birlikte alt kata inerek parmaklıklar ile kaplanmış odaların önüne geldiler. Görevliden boş bir kilidi açmasını istedi ve aynı anda  kelepçelerini de açtı. Aralanan demir kapı ile kendisini beklediklerini anlamak zor olmadı. Onlara arkasını dönerek içeriye girdi. Yüzünü bir daha dönmedi. Duvardaki çatlaklara baktı, bileklerini ovaladı. Kapı kilitlendi. Yere baktı, adım sesleri uzaklaştı. Arkasını döndü, Etraf boşluktu.

 

O gece düşünceler ile daldı uykuya. Kabuslar gördü. Uyandı. Geceyi gündüz yaptı, güneşle birlikte doğdu.

 

*** 

 

12 saat sonra

 

Parmaklıkların kilidi açıldı. Gelenlere bakıyordu. Sabah olmuş olmalıydı. Sanırım psikolojik ve genel kontrol için hastaneye gideceklerdi. Şu an belki de korkuyor olması gerekiyordu. Belki de suçlu kendisiydi fakat çok rahattı. Hatırlamadığı içinde olabilirdi bu rahatlık kim bilir...

 

Ayağa kalktı. Açılan kapı ile dışarıya çıkarak daha onlar demeden bileklerini öne doğru uzattı. Kelepçeye ince gelen bilekleri, içeride kendi özgürlüklerini ilan etmişlerdi bile. Şimdiden alışmıştı. Alışmaması gereken bir şeye bu kadar kısa sürede teslim oluyor olması bile bazı şeylerin yolunda gitmediğinin habercisiydi onun için. Zihni sanki işlevini yitirmişti. 

 

Geceden bu yana aklında dönüp duran aynı sahneler ve tekrar eden kanlı fotoğraf kareleri yavaş yavaş gidiyordu aklından. Kendi ile baş başa kaldığı an üstüne bir karabasan gibi çöküyorlardı. belki intikam istiyorlardı? Katilleri olduğu için?

 

Ne ilginçtir ki katil olabilme ihtimalini o kadar çok enine ve boyuna tartmıştı ki satırlar buna yetmezdi. Gecenin bu denli uzun olduğunu hiç sanmazdı lakin bırakın güneşin doğmuş olmasını, hala bile doğmuş gibi değildi. Demek ki önce insan, içindeki güneşi doğurmalıymış. İlk için aydınlanmalıymış  ki görüşümüz ışıldasın. Sebep buymuş. Zifir gibi karanlık bakışların da sebebi buymuş...

 

Polisler eşliğinde karakoldan çıkmış, polis arabasına binmiştiler. Sağ ve sol yanında birer kadın polis, önde ise dün sorgusuna gelen soğuk kişilikli polis vardı. Yolculuk uzun sürmedi. Tam yirmi bir dakikaya vardılar. Arabadan indiler. Kimse konuşmuyordu. Göz teması ile anlaşıyorlardı. Kendisi de anlıyordum ne demek istediklerini. Mesela az evvel sağ tarafında oturan orta yaşlı kadın, sol tarafında kalan kadına gözleriyle "Önden bir kontrol et" bakışıyla bakmıştı. Kadın ise içeriye gitmişti. Sonra ise soğuk kadın devreye girmiş, siyahlar içindeki kıyafetleri ile adeta bir kuğu gibi süzülerek hastaneye girmişti. Geriye sadece iki kişi ve birde arabayı kullanan erkek polis kalmışlardı. Beklediler bir süre. Gereken işlemler hallolmuş olsa gerek ki, içeriye giren kadın dışarıya çıkmış, soğuk kadın ise ellerini göğüs hizasında bağlamış, merdivenlerin üstünden kendilerine bakıyordu. Artık içerisinin hazır olduğunu anlamıştılar.

 

Merdivenleri çıkarak kapıdan içeriye girdiler. Etraf sessizdi. Hatta o kadar sessizdi ki topuklu ayakkabının mermere değme sesi net şekilde duyuluyordu.

 

Gitmeleri gereken yerin nerede olduğunu bilmediği için sadece takip ediyordu. Zaten bileğinde takılı olan kelepçe ile kaçma ihtimali yoktu bile. Azılı bir suçlu gibi etrafta dolaşması mantıksız olurdu.

 

Önden giden kadınların durması ile oda durdu. Görüş açısına bir kapı ve bu kapının üstündeki isim çarptı. Dr. Esma Ata. Sanırım konuşacağı kişi kendisiydi. Tedirgin değildi, sanki prosedürlerin hızla uygulanmasını ve bitip gitmeyi istiyordu. Yoksa bunun başka bir açıklaması olamaz. Olmamalıydı. 

Loading...
0%