@laylaparadise
|
🌹Merhaba arkadaşlar. Israrla kitabı okuyupta oylama yapmayan hayalet okuyuculara, 50 oylama yapılmadığı sürece yeni bölümü paylaşmayacağım... Desteklerini esirgemeyen arkadaşlarımada çok teşekkür ederim...
"Bazen karanlık, insana aydınlıkta asla söyleyemeyeceğimiz sözleri söyleme cesareti verir." Lynne Matson
"Karanlık" insanda neyi çağrıştırır? Korkuyu mu? Yoksa yalnızlığı mı? Bir çığlık koptu dudaklarımdan. Bu öyle bir çığlık ve feryattı ki, İçerisinde pişmanlık, bitmişlik ya da geç kalmışlık vardı. O bu çığlığımı duymadı, gitti ve beni bitirdi...
🌹🌹🌹🌹🌹🌹 Gözlerimi açtığımda gördüğüm kişi beni şaşırtmıştı. Bahar'ın ağabeyi, "Sungur." Gözlerimi açtığımı gördüğünde, gereksiz bir ilgiyle, "Kendini nasıl hissedersin, hatun?" dedi. Kalın sesi, geniş bedeniyle yattığım yere hafif eğilerek, "Neden konuşmazsın?" Silkelenerek kendimi biraz geri çektim. Rahatsız olduğumu anlamış olacak ki yüzünü yumuşatarak, " Yığılıp kalmışsın. Zümrüt hatunun feryadına koştum." Başımı aşağı yukarı sallayarak, "Anam nerededir? Tuğrul o nerede?" Endişeli hallerim hoşuna gitmiş olacak ki, "Adın nedir?" diye sordu. Yutkundum. Zira bu ailenin hiçbir bireyiyle konuşmak istemiyordum. Lakin bana yardımcı olmuş, şifahaneye taşımıştı, değil mi? Taşımıştı? Başımı hızla kaldırarak, "Beni sen mi getirdin şifahaneye?" dedim. Başını salladı. Yanaklarımın yandığına emindim. Bu gereksiz havayı dağıtmak için gözlerine bakarak, "İsmim Gülüm" dediğimde, gülümseyerek adım sessizce döküldü dudaklarından. Ve o an şifahanedeki çadırın eşiğinde, gözlerinden ateş çıkan, Sungur'un kafasını boynundan ayırmaya hazırlanırcasına, şakaklarındaki damarların attığına şu an yemin edebileceğim, Tuğrul. Nasıl yani ne zaman gelmişti ki Allah'ım. Ne olur beni sen mi taşıdın sorusundan sonra gelmiş olsun ne olur. Gözgöze geldiğimizde gözlerimin dolması, ona olan özlemimin yanı sıra, benim yüzümden belki de anasından ilk defa yediği tokattı. Canı yanmış mıydı? Zira sanki o tokadı ben yemişim gibi içim sızlamıştı. Gözlerimin dolduğunu gördüğünde, yüzü yumuşadı. Sungur'a dönerek zor da olsa, "Sağolasın, ben geldim sana lüzum yoktur." dedi. Tuğrul'u duymamazlıktan gelerek, "Daha iyi misin Gülüm?" diye sorduğunda, O an adıma lanet etmek geldi. Ailem öyle bir isim verdi ki bana, biri ismimi söylese sahiplenirmişçesine çıkıyordu. Başımı sallayarak, "Daha iyiyim Sungur ağabey saol." dediğimde yumruklarını sıkan Tuğrul ellerini gevşetmişti. Ona ağabey dememe bozulan Sungur, sahte bir gülümsemeyle başını sallayıp hızla çadırdan çıktı. Hâlâ daha cinayet işleyecekmiş gibi arkasından bakan Tuğrul' a seslenmemle hızla üzerime gelerek, "Sen nasıl elin adamı ile muhabbet edersin hatun? Sen beni delimi edeceksin?" Umursamazca omuz silktim ve gözlerine bakarak, "Sen zaten delisin," dedim. Bu umursamazlığım onu daha da deli etti ve kükrercesine, "Soruma cevap ver hatun sen beni duymaz mısın?" Tamam benden bu kadardı. O elalemin kızını kucaklarken sıkıntı yok. Ama bana gelince mevzu bu kadar uzayacak mıydı? Ben de hışımla yattığım yerden kalkarak, " Ne bağrıyorsun be! Bağırmayınca da seni duyabiliyorum biliyor musun?" Gözlerimi büyülterek konuşmam ona komik gelmiş, birden yüzü yumuşamıştı. Üzerime üzerime gelerek birden beni omuzuna aldı. " Sen iyileştin hatun, burada fazla durmaya lüzum yoktur." Diyerek beni bu pozisyonda götürmesi kesinlikle rüya olmalıydı. Allah aşkına, bu zamanda bu nasıl karşılanırdı? Bu adamın umrunda değildi tabi taşlanacak olan bendim. "Tuğrul " dedim. Sesimdeki korku tınısını duymuş olacak ki, durdu. Beni omuzundan indirerek soru dolu ifadesiyle, gözlerime baktı. "Bu şekilde çıkmak uygun değildir." Gözleri gözlerime takıldığında, dolan gözlerim kesinlikle psikolojimin iyi olmadığının kanıtıydı. Ben bu adamın gözlerinde kayboluyordum. Ellerimi yanağına götürdüğümde, yukundu. Bazen konuşmaya gerek yoktur sözünü daha iyi anlamıştım. O beni anlıyordu. Hızla şifahaneden çıktığımızda çınar ağacına doğru yola çıktık. Sessizdik. Onun zevcesi olmayı çok istiyordum. Ama işte hep bir ama vardı aklımda. Belirsizlik. Çınara geldiğimizde sabırsız bir şekilde, "Anlat " dedi. Anlamsızca bakmaya başladım. Neyi anlatacaktım ki? Halimden anlamış olacak ki eli nazikçe yanağımı okşadığın da, " Gözlerindeki kederin sebebini anlat hatunum. Bazen insan derdini anlatamaz ve onu sırtına yükler taşıyamaz. Zamanla o dert yükü ağır gelir insana, gözler hüzünlü kederli bakar. Senin derdin ney? Neden yük edersin anlatasın" Sanki bu sözleri bekliyormuşum gibi, sımsıkı sarıldım bu adama. Anlatacaktım, içimdeki yük hafifleyecekti ama Tuğrul o bunu kaldırabilecek miydi? Gözlerine baktım kederle, "Anlatsam anlayabilir misin ki Tuğrul, anlatacaklarım seni de kedere sokmaz mı?" Bu belki bencilceydi lakin anlatmaya ihtiyacım vardı. Merhametle baktı gözlerime, " Korkmayasın hatunum, ben ikimizin kederinide, yükünüde çekerim. Yeterki kurban olduğum o gözlerin bakmasın böyle." Derince bir nefes alarak anlatmaya başladım. "Ben bu zaman dan değilim" dedim. Tepkisini merak ederek gözlerine baktığım da, kaşlarını çatarak, "Anlamadım" dedi. Anlamazdı, lakin anlatacaklarım anlaşılır değildi. "Ben bu zamandan değilim. Geldiğim zamanda da kimsesiz değilim. Orada annem, babam ve ağabeyim var." Hışımla üzerime doğru gelerek, ellerini alnıma koydu. Ateşimin olmadığından emin olduğunda, elleriyle kafamı yoklamaya başladı. Napıyordu bu adam? Göğsünden iterek, "Napıyorsun be adam," dedim. Kaşları çatık bana bakarak, "Ateşin yok, kafanda şiş de yok. Hatunun sen neden meczup gibi şeyler anlatırsın.Nedemek bu zamandan değilim," dedi. Hak verdim. Şahsen benim de ilk tepkilerim bu olurdu. "Sadece dinle, benim içinde kolay değil." Sabırsızca, "Nasıl geldin buraya o zaman? " Sorduğu soruyla dumura uğradım. Anlatmalımıydım, başıma gelenleri? Yani tam tersi olsaydı, onunda bana dos doğru anlatmasını isterdim. Gözlerimi kaçırarak, "Kendi zamanım da, sevdiğimi sandığım biri vardı." Yutkundum. Ama cesaret edip gözlerine bakamadım. Sanki bulunduğumuz bu yerde zaman durmuştu. Devam ettim. " Adı Aslan dı. Mahallemizde hoşlanmadığım bir kız ona aşırı ilgiliydi. Bu durum beni rahatsız etti ve onu o kadar uyarmama rağmen o kızı kendinden uzaklaştırmadı. Bir gece arkadaşımdan gelen bir mesaj ile, evden çıktım. Ona artık olamayacağımızı söylemek için." Derin bir nefes aldım. Anlam veremediğim bir şekilde vücudum sıtma tutuyor gibi titriyordu. Lakin Tuğrul'un gözlerine yine bakamadım ve devam ettim. " Ona söyledim. Bittiğini ve bir daha asla birlikte olamayacağımızı." O anları tekrar yaşıyordum sanki. " Evimden çok uzaklaştığımı anladım. Hızla eve doğru yol alırken, ne oldu bilmiyorum. Gözlerimi açtığımda buradaydım." Bir cesaret gözlerine baktığımda, gözleri kan çanağına dönmüş, hışımla üzerime doğru gelerek, kendiyle ağaç arasında kaldım. Alnını alnıma yaslayarak, "Orada sevdiğim vardı da ne demek hatun?" dedi. Sadece oraya takılması beni iyice korkutmuştu. Tam konuşuyordum ki, ağacın kalın dalına yumruğunu vurduğunda, irkildim. O kanlanan elinin acısının farkında değil di lakin, acısını ben hissettim. Kanlı elliyle elimi tutarak, tam gözlerimin içine bakarak, "Geldiğin zaman da sevda nasıl yaşanır bilmem. Lakin burada bir kere atar." dedi kendi kalbini işaret ederek. Sonra benim kalbimi göstererek, "Benim için değil, başkası için attı," dedi. Konuşmama müsade etmiyordu. "Ben bunu kaldıramam hatun. Anlıyorsun değil mi? Benim hatunumun kalbi başkası için attıysa, bunu kaldıramam." Uzunca gözlerime bakarak, hışımla atına binerek bulunduğumuz yerden ayrıldı. Ne olmuştu? Beni bırakmış mıydı? Dizlerim daha fazla ayakta durmama izin vermedi, ve olduğum yere yıldım. Hani sevdalıydı bana Bitmiş miydi o sevdası bir anda. Hışımla arkasından yürüyerek, eve doğru adımladım. Birde gözlerimin içine bakarak konuşsun istedim, artık olmayacağımızı. Eve doğru yaklaştığım da kapının hemen önünde, Zümrüt anamın ağladığını gördüğümde, korkarak yanına vardım. Sımsıkı sarıldım ana bildiğim bu kadına. Göz yaşlarinı silerek, "Hayırolsun anam neden ağlarsın" Sorduğum soruyla beni yeni farketmiş gibiydi. "Tuğrul," dedi. Derin bir nefes aldı. "Sultanın emri ile sefere gitti" dediğinde kaskatı kesildim Tuğrul beni böyle yaralı bir şekilde bırakıp, gitmişti. O gitmişti, benide bitirmişti. Zümrüt anamın arkamdan seslenmeleri bile durduramadı. Burada duramazdım ne yapmalıydım. Kendi zamanımda gitmek bile zorken, bilmediğim bu zamanda nereye gidebilirdim. Çınar ağacının ilerisindeki uçuruma doğru attığım çığlığımı kimse duymadı. O kadar acı durumdaydım ki, bedenim ayakta zor duruyordu. Zorda olsa kendimi ana ocağıma attığım da, bundan sonrasını artık bende düşünmeyecektim. 🌹🌹🌹
5 ay sonra, Karanlık girdaplar da kaybolan ruhum, Tuğrul'un gidişiyle daha da karanlığa batmıştı. Halbuki ben karanlıktan hep korkardım. Işığım belki de hiç olmayacak, karanlığa alışacaktım. Korktum! Cennet olan ocağımız, matemleşmiş ruhlarımıza resmen cehennemi yaşatıyordu. Artık gözlerimde yaş bile kalmamıştı. Ben sevdamı onun gidişiyle anlamıştım. İyice zayıflamış, yemek yiyemez olmuştum. Zümrüt annem, benim durumuma üzülmekten, belkide Tuğrul'u düşünemiyordu. Gideli neredeyse beş ay olmuştu. Ve hiçbir haber gelmiyordu. Ordumuzda kayıplarımız olduğunu, handa konuşan esnaflardan duymuştum. Tuğrul, gittiğinden beri her gece çınar ağacına gidip ona sevdamı anlatıyordum. O belki yoktu ama ben sevdamı anlattığımda o buradaymış ve beni dinliyormuş gibi hissediyordum. Sevdalanmıştım, ama kalbimdeki kırgınlığı bir türlü atamıyordum. Nasıl beni bir kalemde silebilirdi? Bir hıçkırık koptu dudaklarımdan. Ben ona teslim olmuştum; kalbimi emanet etmiştim. O ki beni sildi,ben de kendi yoluma bakardım. O ki beni karanlığa mahkum etmişti, bundan böyle yalan sevdalara kalbimde, gönlümde kapalıydı. Hızla gözyaşlarımı silip ayaklandım. Zira Zümrüt annem, gecenin bu saatinde benim dışarı çıktığımı anlarsa bana neler yapacağını kestiremiyordum.
🌹🌹🌹 Sonrasında, Sevdam gideli dokuz ay olmuştu. Zaman hızla geçiyordu. Geçiyordu da, içimdeki bu sevda ve kırgınlık olduğu gibi duruyordu. Bu dokuz ay içerisinde, "Çiçek Sultanımızın" emriyle, genç kızlara kendilerini savunmaları adına talim alanları oluşturulmuştu. Ben de talimlere katılarak,kılıç kullanmayı, ok atmayı ve en önemlisi ata binmeyi öğrenmiştim. Zümrüt anam her talime gittiğimde beni yalnız bırakmamış, her bir başarımda bana gururla bakmıştı. Bu kadını çok seviyordum. Yapılan bu talimlerde birinci olmuş. "Çiçek sultanımızın takdirini almıştım. Bana hediye edilen karbeyazı atla çok mutlu olmuştum. Düşüncelerimi bölen evin kapısının vurulmasıydı. Kaşlarımı çatarak aşağı indiğimde, Zümrüt anam "Hayır olsun" diye fısıldayarak kapıyı açtığında, gelen kişi ile yerimizde çivilendik. Tuğrul gelmişti. Heybetli vücudu ile içeri adımladığında Zümrüt anam ağlayarak sımsıkı sarıldı. Ayrıldıklarında ellerini semaya kaldırarak Allah'a şükürler etti. İçimden binlerce kez şükrettim. Tekrar sarıldıklarında gözlerimiz buluştu. Bana hasretle bakan bu adama kırgın gözlerle baktım. Bana hüzünlü gözlerle bakan Zümrüt anamla gözlerimiz kesiştiğinde, merhametle bana baktığını gördüm. Ana dediğim bu kadına herşeyi anlatmıştım. İnanamazca beni dinleyen bu kadın, bir gün gitme ihtimalimle hastalanmış, zor toparlanmıştı. Tuğrul 'un bana dediklerini söylediğimde ise sinirlenmiş, kırgınlığıma hak vermişti. Gözlerini açıp kapatarak bir kez daha yanımda olduğunu anlamıştım. Aklıma gelenle gülmemek için kendimi zor tutmuştum. Tepkisini merak ediyordum. Tam gözlerinin içine bakarak, "Hoş gelmişsin,Tuğrul ağabey. Allah'a o kadar dua ettik ki anamla, dualarımız kabul oldu, şükür." Öyle bir surat ifadesi oluştu ki, yüzünde kahkaha atmamak için etlerimi sıkıyordum. Zümrüt anama baktığımda, o da çaktırmadan başındaki örtüyle gülüşünü saklamaya çalışıyordu. Kaşları çatık bana bakan adam, yerinde resmen çivilenmişti. Bir şeyler söyleyecek gibi oluyor ama anasının varlığıyla vazgeçiyor gibiydi. Hani bir söz vardı ya, "Kalp saftır, umut eder." Benim saf kalbim, o kadar kırgınlık yaşamasına rağmen, onu görmüş, umut etmişti. Bana ihanet eden kalbime ters bir şekilde baktım. Heyecandan resmen yerinden çıkacaktı. Neyse ki bundan sonra aklımı dost edinmiş, akıllı adımlar atacaktım. Herkes odasına çekildiğinde, biraz zaman bekledim. Bu gece son kez çınara gidecektim. Zira diğer zamanlar gitmem mümkün olacağını sanmıyordum. Yavaş adımlarla odadandan çıktığımda, hiç ses yoktu. Allah'tan ahır evin dışındaki bahçedeydi. İnşallah benim akça kızıma, o kara at bir şey yapmamıştır. Yavaşça avludan dışarı çıkıp atıma doğru yol aldım. Ahırdan gelen huzursuz kişneme sesleri ile o huysuz adamın, huysuz atı benim ak kızıma rahat vermeyecekti anlamıştım. İçeri girdiğimde, duyduklarımın aksine bunlar resmen aşk yaşıyordu. Kaşlarım çatıldı.
Hızla atımın yanına giderek, "Kızım, sen nadide bir çiçeksin, bu kara atamı kaldın. Hem bu da sahibi gibidir, kanma sakın kızım" diyerek okşadığımda, söylediklerimi anlamış gibi at resmen hırslı bir şekilde kişnedi. Yutkundum. Korkmuştum. Hızla ak kızımı da alıp, ahırdan çıktım. Atıma binerek, çınar ağacına doğru yola çıktım. Takip ediliyormuş gibi his geçti içimden ama arkama baktığımda hiç kimse yoktu. Yaşlı çınar ağacına geldiğimde atımı bağlayarak hemen oturup gövdesine yaslandım. Hani babalara çınar derler ya, ben bu ağaca anlatırken babamla dertleşiyormuş gibi rahatlıyordum. "O geldi," dedim. Akmaya hazır olan gözyaşlarımı tutamadım. Onun yanında ne kadar dik dursam da, koşup sarılamamak koymuştu. O gece, "Ben bunu sindiremem, bununla yaşayamam," demişti. Başımı babamın göğsüne yaslar gibi yaslamıştım. "Halbuki ben onun sindiremeyeceği bir şey yaşamadım ki." Hıçkırdım. "Ben ona sevdalandım." Bir çıtırtı sesi duyduğumda, kuşağımdaki hançere uzanarak, "Kim var orada?" diye seslendim. Bir çıtırdı sesi daha duyduğumda, korku tüm be denimi kaplamıştı. Çıtırtı sesinin geldiği yöne dikkatlice baktığımda karanlık içinde yavaşca üzerime gelen gölgeyle rüyada olmayı diledim...
|
0% |