Eli poşete uzandı, bir çift spor ayakkabı çıkardı.
Sorgulayarak ona baktım.
"Ayağındaki ayakkabılar ile rahat koşamayacağını biliyorum." Yere eğildi, topuklunun kopçasını açtı.
"Ama..." Basına kaçamak bakışlar attım.
"Kameralar umrumda değil." Spor ayakkabıyı ayağıma giydirdi, nazikçe bağcığını bağladı.
Basına düşecekti...
Herkesin korktuğu mafya, sevgilisinin önünde diz çöküp ayakkabılarını giydirmişti...
---
"Bana anlatabilirdin," dedim kırgınca.
"Anlatmamamı istedi."
"Benimle konuşabilirdin." Kafasını iki yana salladı.
"Konuşamazdım."
"Bana yalan söylemeyebilirdin." Gözümden akan yaşı sildim. "Susabilirdin."
"Sorgulardın."
"Gitseydin o zaman!" diye avazım çıktığı kadar bağırdım. "Niye geri dönüyorsun? Canımı acıtmak sana keyif mi veriyor? Zevk mi alıyorsun?"
"Onu da ben istemedim..." Yutkundum. "Gidemezdim. Kalbimin izni yoktu."
---
"Niye Lotus?" diye mırıldandım.
"Güzel bir çiçek."
"Yeterli bir açıklama değil." Elim göğsündeydi.
"Seviyorum."
"Oflaz," dedim uykulu bir sesle.
"Lotus, bataklığın ortasında açar; temiz ortamlarda yaşamaz." Kafamı salladım. "Sen de öylesin mesela." Gözlerime baktı. "Hayatımda hiçbir güzel detay yoktu, bataklığın en ücra köşesindeydim." Gülümsedim. "Sonra sen geldin, hayatımdaki en güzel değil; tek güzel detay oldun."
"Bu... Çok anlamlı."
"Gözlerin gibi."
Yutkundum, içimdeki sevinçle ona daha da sarıldım.
---
İmkansızlığın sıcağından, cazibesinden doğacak bir güneş.
Adı aşk.
Bu güneşin ışınlarına yabancı olan iki birey.
Zamanla güneşin önüne geçmeye çalışacak bulutlar...
Fırtınaya ve kasvetli havaya rağmen beraberlerini koruyabilecek, mutlu olabilecekler miydi?
Onlar başkaydı. Onlar dengesizdi. Onlar absürttü.
Ama onlar çok sevmişlerdi.
Maalesef.
---