Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm: SÖZCÜ

@leddyasteria




Güzel okumalar! ✨️🖤

---🥂

Hayatın zelzelesinde; dünyanın zor arbedelerinde yaşamaya devam etmeye çalışmak aptallık mıydı? Her şeyin düzeleceğine inanmak?

'Belki,' diye geçirmek içinden. 'Belki bir gün tekrar mutlu olunabilir? Belki bir gün çocuklar tekrar özgürce oynayabilir? Belki korkusuz bir güne uyanırız?'

'Keşke,' diye umut etmek tüm yüreğinle. 'Keşke tüm ipler benim elimde olsa. Keşke zamanı geri alabilsek. Keşke heyecan, mutluluk dolu günlere kucak açabilsek.'

Belkiler, keşkeler ve daha fazlası... Artık bunlara inanma kabiliyetini bulmak bile imkansızı istemekti. Çünkü dünyanın geldiği bu hâlde, uyurken bile diken üstünde duruyordunuz.

Ya savaşırdınız, ya ölürdünüz. Başka bir seçenek yoktu. Gerçi, savaşma yolunu seçenlerin sonu genelde ölümdü. Dolaylı yoldan tek bir şansımız vardı.

Amerikada bir bardaydım. Öylece bar taburesinde oturuyor, kadehteki viskiyi yudumluyordum. Yakamı bırakmak bilmeyen düşünceler beynimi tırmalıyordu. Etrafta tek tük insanlar vardı. Saatin geç olduğundan mıdır bilinmez havada farklı bir kasvet hakimdi.

Arka planda çalan arabesk şarkı modumu daha da düşürdüğünde bir miktar parayı barmene uzatıp ayağa kalktım. Türklerin genel olarak geldiği bu barda çoğunlukla Türkçe şarkılar açılıyordu. Ağır adımlarla dışarı çıkarken üşümeye de başlamıştım.

Telefonumun çalmasıyla irkildiğimde çağrıyı yanıtladım. "Vina," diye mırıldandı Kutay.

"Efendim?" diye sordum usulca.

"Uçak kalkacak."

"Geleceğim." Başka bir çarem varmış gibi yanıt vermem de ayrı bit saçmalıktı. Her şey gibi.

Telefonu yüzüne kapattığımda arabaya bindim. Fazla hızlanmadan aracı kullanırken uçağın kalkacağı piste ilerliyordum.

Rusya'ya, Sözcüsü olduğum örgüte gidiyordum. Dünyanın her ülkesinde birçok örgüt oluşmuştu. Bu çetelerin yöneticileri söz hakkında bulunamazdı. Devletin buna izni yoktu. Onları her daim bir günah keçesi gibi görüyorlardı. Eh, haksız da sayılmazlardı. Her örgütün kendine ait bir Sözcüsü vardı; onları her yerde temsil eden. Genel olarak işim çetedekileri aklamaktan ibaretti. Bu işi isteyerek yaptığım söylenemezdi. Zorunlulukların doğurduğu sonuçlardı bunun sebebi.

Radyoyu açmaya karar verdikten sonra camı da hafifçe araladım.

Haberler hiçbir şekilde değişmezken kulaklarım farklı bir şey duymak için can atıyordu.

"Başkana yapılan başkaldırıyı desteklemek amacıyla kurulmuş olan, maddi ve manevi hasarlar bırakan T Örgütü de başarısız oldu. Bire bin savaşıyorsunuz; vazgeçin." Vazgeçin ve kölemiz olun. Vazgeçin ki biz istediğimiz her şeyi yaparken siz kukla gibi yaşayın. Spikerin söylediklerinin altında bu yatıyordu. Böyle haberler son zamanlarda oldukça çoğalmıştı.

Her ne kadar suç liderlerde ve kurucularda olarak görülse dahi bir örgütü yakan kişi her zaman Sözcü olurdu. Kullandığı kelimeler, yanlış tabirler ve bilgileri ele verme... Bunların üçü bir araya geldiğinde ister istemez örgüt etkisiz hâle geliyordu.

"T Örgütü'nün Sözcüsü Kily Cassandra da öldürülmüş, bedeni yakılmıştır. Fakat siz hâlâ düşünemeyip saçma kararlar veriyorsunuz..." İlgimi çeken hiçbir yenilik yoktu. Hep aynı şeylerdi.

Örgütlere isim yerine harf verilirdi. Bu bazen bir sayı da olabilirdi. Üyelerin kararı doğrultusunda koyulan bu isimler, örgüt dağılıncaya kadar -ki dağılırsa ölürlerdi- değişemezdi.

Arabayı pistte durdurduğumda bir koruma hızla yanıma geldi. Kapımı açıp inmem için beklerken arabanın anahtarını almamıştım. Koruma araca bindi ve park etmek üzere harekete geçti.

"Vina," diye seslendi Kutay, uçağın kapısından. Ağır adımlarla uçağa yaklaştım. Bindikten sonra bedenimi koltuğa attım. Ayakkabılarımı çıkardıktan sonra bedenime bir rahatlık gelmişti. Elimle saçlarımı düzletirken Kutay yanıma oturdu. "Uyumak yerine yine bardasın." Sessiz kaldığımda başını iki yana salladı. "Kendi bu kadar ihmal etme. Öleceksin bir gün uykusuzluktan."

"Sabah işim oluyor, Kutay; biliyorsun." Gözlerimi kapattım. "Gece bari kendime zaman ayırayım, öyle değil mi?"

"Vina," sesini çaresizlik bürümüştü. Gelen yoğun uykuyu hissettiğimde üzerimdeki elbiseyi umursamadan koltuğa uzandım. Kafamı Kutay'ın bacaklarına koyduğumda elleri saçlarımı buldu. "Elimden bir şey gelmiyor, özür dilerim." Kutay ile tanıştığımda henüz 6 yaşındaydım. O, 9 yaşındaydı fakat aramızda çok yaş farkı varmış gibi olgundu. Her daim yanımda olup, bana destek çıkmıştı.

"Kutay?" Mayışmış bir biçimde konuşurken devam etmemi ister gibi birkaç mırıltı çıkardı. "Rusya'ya gitmekle doğru bir karar mı veriyoruz?" Kısa bir an düşündü, sesli bir şekilde yutkundu.

"Bilmem." Alayla güldü. "Verdiğimiz hangi karar doğru ki, Vina? Ne farkeder? Birbirimizden başka kaybedecek pek bir şeyimiz yok. Ancak geride kalacak insanların çok hayalleri, kıymetlileri var."

"Orası öyle." Ben de güldüm. "Bazen salak gibi hissediyorum, biliyor musun?" Uyku her hücremi ele geçirmeye çalışırken yanıt vermiş miydi, bilmiyordum.

Bedenimin sarsılmasıyla gözlerim aralandığında Kutay ile karşılaşıp derin bir nefes aldım. Uyuduğum için beni kucaklamış, eve ilerliyordu. Bu durum işime geldiğinde gözlerimi kapatıp uyumuş gibi yaptım.

Sırtım yatakla buluştuğunda derin bir uykuya dalacağımın farkındaydım.

Yüzüme vuran güneş uyanmamı sağlarken hayıflanarak ayağa kalktım. Başımın ağrısını hissettiğimde olmayan modumda düşmüştü.

Bu ev birkaç sene önce, henüz içsavaş gündeme gelmemişken Kutay tarafından yaptırılmıştı. Aslında kendisi için değil kız kardeşi için yaptırmıştı. Kardeşiyle de aram iyiydi. Sık sık görüşürür, birbirimizde kalırdık. Bu yüzden de onların evinde kendime ait bir odam vardı

Yeşilin her tonunu barındıran odaya kısa bir bakış attım ve dolaba ilerledim. Kıyafetler bıraktığım gibi duruyordu. Rastgele bir eşofman ile tişört giydim. Uzun kahverengi saçlarımı gelişigüzel tarayıp serbest bıraktım.

"Kutay," diye seslendim merdivenlerden inerken.

"Mutfaktayım," diye karşılık verdi. Krem rengi ağırlıklı salondan geçip mutfağa girdim.

Kutay, 2 sandviç hazırlamıştı. Masaya bıraktığında oturmam için eliyle işaret etti. "Acıkmışsındır, saat 15:00'e geliyor." Bu kadar uzun süre uyumam normal sayılamazdı fakat birkaç gündür doğru düzgün uyumuyordum. "Ben çıkacağım şimdi. 2 saat sonra bi' açıklama yapılacakmış. Önemli sayılabilecek bir konu."

"Olay ne?" bir yandan dinlerken bir yandan da sandviçimi yemeye başladım.

"Son yapılan başkaldırıda 3 sivil hayatını kaybetmiş, Vina." Kafasını iki yana salladı. "Yanlışlıkla olmuş ama içlerinde 1 tane çocuk varmış."

"Saat kaç sularında böyle bir olay yaşanmış ki?"

"Gece 10."

"Kolay iş, Kutay. O saatde dışarı çıkmak yasak zaten."

"Vina," kısa bir an düşündü. "Ya aile çıkmak zorunda kaldıysa?"

"Matt'den detayları öğrenirim ben."

"Peki," usulca mutfaktan ayrıldı ve evden çıktı. Matt, sözcüsü olduğum örgütün lideriydi. Rusyada doğmuştu ve kendisini ülkesindeki insanlara adamıştı. Çoğu hamlesi doğru ve kusursuz olduğundan bana pek iş kalmazdı. Hatalara izin vermezdi çünkü başta ben olmak üzere her bir üyenin onun gözünde değeri vardı. Kişisel hayatlarımız birbirinden bağımsız olsa dahi lideri sevdiğimi söyleyebilirdim.

Telefonumu uzun uğraşlar sonucunda buldum ve Matt'in sekreterini aradım.

"Alvina hanım?" dedi kadın Rusça konuşarak.

"Matt nerede?" Arkadan birkaç koşuşturma sesi geldi. Muhtemelen telefonu Matt'e götürmüştü.

"Efendim Alvina?" dedi Türkçe konuşmayı tercih ederek.

"Duruşmada mı öğrenecektim olayı?" Sitemkar sesimle beraber kısa bir sessizlik oluştu. "Baştan sona anlatabilir misin şunu?" Boğazını temizleyip cümlesine başladı.

"Başkanın bir makam aracına suikast düzenlendi, aslında o saatler yasak başladığı için kimsenin dışarı çıkmaması gerekirdi." Haklıydı. "Ufak bir çatışma çıkınca siviller yaralanmış. Her açıdan onlar haksız oluyor fakat kabul etmeyeceklerine adım gibi eminim." Biraz dinlenip soluklandı. "Araçta başkan yoktu, bu da bir avantaj."

"Matt, duruşma nerede olacak?"

"Basın katılmayacağı için rastgele bir büroda olacakmış."

"Tamam, görüşürüz." Onun yanıtını beklemeden telefonu kapattım.

Hazırlanmak amacıyla odama çıktım. Dolaptan elime ilk geçen pantolonu aldım. Beyaz, kısa bir gömlek ile bel hizzamda biten ceketimi giydim. Duruşmada basın olamayabilirdi fakat yolda yürürken bile gazeteciler gelebilirdi. Bu ihtimali göz önünde bulundurarak genelde resmi giyinirdim.

Kahverengi saçlarımı sıkı bir at kuyruğu yaptıktan sonra temiz, doğal bir makyaj yaptım. Saçımın sonunda oluşan bukleyi parmağımla düzeltip parfüm sıktım.

Spor ayakkabıları tercih ederken yanıma küçük bir çanta da almıştım.

Arabanın anahtarıyla elimde oynarken garaja ilerliyordum. Kendi arabama bindiğimde çantamı yanımdaki koltuğa attım. Her şeyin olabileceğinden dolayı yanımda bir silah almıştım. Fakat kontrol sırasında alabiliyorlardı. Bu yüzden göğsüme ve çorabıma küçük neşterler yerleştirmiştim. Ne kadar işe yarayacağı tartışılırdı. Hem gerekli hem gereksizdi.

Arabadan inmeden önce son kez yakamı düzelttim. Parfümümü tekrar sıkıp rujumu da tazeledim.

Matt yüzündeki kızgın ifadeyle sigarasını içiyordu. Gece uyumayı tercih etmediğinden sabah uyurdu. Normalde bu saatlerde eşek gibi uyuması gerekirdi. Onun aksine neşeyle yanına ilerledim.

"Selam lider," diye mırıldandım elimi sıkması için uzatırken.

"Selam, sözcü." Elimi usulca sıktı. Bakışlarım binaya döndüğünde olduğu yerde hareketlendi. "Hadi." Kendimden emin bir şekilde dimdik yürüyordum. En önden iki koruma, arkalarında ben ve benim arkamda Matt. Tabii onun arkasında da korumalar mevcuttu. Büroya yaklaştığımızda biri kadın biri erkek olmak üzere iki güvenlik geldi. İşlerini çabucak halledebilmeleri için kollarımı hafifçe havaya kaldırdım. Kadın olan elleriyle silah olup olmadığını kontrol etti, bir şey bulamadı; doğrusu biraz salaklardı.

"Buyurun," dedi eliyle kapıyı işaret ederken. Matt'e baktığımda gözlerini yavaşça açıp kapattı.

Kapıya üç kez elimle vurdum. İçeriden herhangi bir yanıt alamadığımda kapıyı araladım. Mesafeli bakışlar atarak bize ayrılan yere geçtim. Arkamdan Matt ve erkek bir avukat gelmişti.

"M örgütü, lideri." Matt yavaşça ayağa kalktı. "Avukatı." Avukat da aynısını tekrarladı. "Sayın sözcü hanım." Ayağa kalkmak yerine hafifçe gülümsedim. "İsminiz?" Orta yaşlı adamın gözleri üzerimdeydi.

"Alvina Ladin," dedim boğazımı temizleyerek.

"Sayın Ladin, bir açıklamanız var mı? Sivil 2 kişi hayatını kaybederken bir aile parçalanmış." Sanki umurlarındaydı. "6 yaşında bir çocuk ise ölümden döndü." Gözlüğünün camlarını temizledi. "Başkana açıkca yapılan bir suikast bir nebze."

"Öncelikle," dedim beynimden yalanları sıralarken. "Başkanın arabada olmayacağını M örgütünün üyeleri biliyordu." Sahte bir üzüntüyle konuştum. "Ölen kişilere gelirsek, o gün o saatte yasak vardı, sayın hakim." Kafasını iki yana salladı.

"Başkan arabada olmadığı hâlde neden çatışma çıkarıldı?"

Bakışlarım usulca avukata döndü. "Göz dağı vermekti amaç." Derin bir nefes soludum. "Devlet, uzun bir süredir M örgütünden üyeler öldürüyor; normal olmayan bir şekilde. Buna karşın ufak bir suikasttı."

"Matt Edın," diye seslendi kabaca. "Açıklama yapmayacak mısın?"

"Sayın hakim, sözcümüzün de dediği gibi amaç göz dağı vermekti."

"Gereken ceza size söylenecektir." Herkes ayağa kalktı. "Çıkabilirsiniz."

Binadan çıktığımız an büyük bir kahkaha attım. O sırada Kutay da gelmişti ve delirmişim gibi bakıyordu.

"Bayılıyorum salaklıklarına!" Matt'e doğru çak işareti yaptım. Hevesimi kursağımda bırakmayıp istediğimi yaptı. Saçlarım uçmaya başladığında yüzümü buruşturdum.

"Vina," dedi Kutay rahatsız olmuş gibi.

"Kutay, kimse ölmedi." Kaşları çatıldığında kafamı iki yana salladım. "Anlatırım."

Geldiğim arabaya binmek üzere oraya ilerliyordum. Kutay da peşimdeydi ve arabaya bindiğimiz an sorguya çekileceğimi hissediyordum.

"Alvina," gözleri gözlerime döndü. Arabayı gazlarken konuşmaya başladım.

"Kutay, 3 kişiden 2 kişi yaralandı. Fakat ağır bir yaralanma değil. Devlet şimdilik öldü olarak biliyor, böylesi daha iyi."

"Öldüğünü düşündükleri için-," gülümseyerek lafını böldüm.

"Ceza verecekler falan filan." Kafamı iki yana salladım. "Önemli detaylar değil."

"Akşamki yemeğe katılıyorsun, değil mi?"

Akşam ülkedeki tüm örgütlerin olacağı bir yemek düzenleniyordu. 7 büyük örgütün hepsi katılacaktı. Çok kalabalık olduğundan 3 kişi sınırı koyulmuştu. Sözcü, lider ve bir koruma. Devletin haberi olmadığından dolayı dağ başında gizli bir yerdeydi.

"Katılmak zorundayım."

Ezbere bildiğim sokaklarda arabayı sürerken eve yaklaşmıştık. Sokağın başında durduğumda Kutay kaşlarını çattı.

"Ne oldu?"

"Alışverişe çıkacağım, elbise falan bakarım." Kısa bir an reddedeceğini düşünsemde üstelemeden arabadan indi.

"Aradığımda telefonunu açmazsan herkese kayıp ilanını duyurabilirim." Sevimlice gülümsedikten sonra hızla gideceğim yere sürdüm. Elbise bahaneydi. Kutay'a her şeyi anlatmamın imkanı yoktu, bu yüzden arada yalanlar söylemek zorunda oluyordum.

Sözcülerin katıldığı, başkasının girmesinin ve bilmesinin yasak olduğu bir ortamdı. Lider dışında hiçbir kimse bu konu hakkında bir şey bilmemeliydi.

Büyük binanın girişindeki korumalara kartımı gösterdim. Kısa bir bakış atıp incelediler ardından kapıyı açtılar.

Kaybolma kapasitemin tavan olduğu geniş binada yürüyordum. Cidden aşırı büyük bir alandı. Yürüyen merdivenle üst kata çıktım. Oradaki korumalar da kartıma bakıp kapıyı açtılar.

"Selam," diyerek içeri girdim. 4 kadın, 2 erkek sözcü sandalyeye oturmuş bekliyordu. Boş kalan tek yere yavaşça oturdum. Yine geç kalmıştım. Bu çoğunlukla bile isteye oluyordu. Erken gidip beklemektense geç kalıp azar işitmek cazip geliyordu.

"Alvina da geldiğine göre başlayabiliriz." Kızıl saçlı, kısa boylu bir kadın konuşuyordu. "Son zamanlarda, örgüt üyeleri çok sık duruşmaya çağırılmıyor mu sizce de?"

"Evet," dedi esmer adam. "Neredeyse her gün hesap veriyoruz." Kafasını iki yana salladı. "Düzen değişmeli."

Diğer üyeler de kafasını sallayıp onayladılar. Tepki göstermeyen tek ben kalmıştım.

Kumral kadın kuşkuyla "Alvina?" diye seslendi. "Sence?"

"Değişen tek şey bu değil." Bir tutam saçı kulağımın arkasına sıkıştırdım. "Sözcülere duyulan zaaf ve saygı artıyor. Hakimler bile hanım/bey diye hitap ediyor." Şişedeki sudan bir yudum aldım. "Aslına bakarsanız işler fazlasıyka kızışacak."

"Şu yer altı mafyası mıdır nedir," dedi hiç sevmediğim bir adam. Çoğu hareketi saçmaydı, boş boş konuşup insanları kendinden bıktırıyordu. "Açığa çıkacaksa çıksın ya! Biz diken üstünde yaşamak zorunda mıyız?"

"Of, Levent başlama yine." Alaylı bir şekilde ona baktım. "Sence açığa çıkarsa yaşayabilir misin?"

"Bu kız yine haklı," diye homurdandı. Göz kırptığımda sabır dilenir gibi yüzünü sıvazladı.

"Kendisine bir sözcü arıyormuş. Çıkacakmış sanırım ortaya." Aynen, bir bu eksikti.

"Sanmam," dedi gri saçlı kadın. Henüz yirmili yaşlarındaydı.

"Çok kaba bir adam diye duydum," dedi Levent.

"Lan, belki kadın!" Salaklığı karşısında sesim ister istemez alaylı çıkıyordu. Gülümseyerek ona baktığım sıralarda telefonuma bir mesaj düştü. Gelen maile kaşlarımı çatarak baktığımda usulca ayağa kalktım. Cam kenarına ilerleyip mesajı açtım.

Gelen mesajın etkisinden uzun bir süre çıkabileceğimi sanmıyordum. Afallamıştım, uzun bir süre sonra ciddi anlamda şok olmuştum. Gözlerimin yanılma ihtimaline karşın tekrar okudum.

O:Cinsiyetim erkek.

Şaka olma ihtimaline inanmayı yeğledim. Aksi hâli mümkün bile değildi. Telefonumun korunmasına rağmen dinlenmesi de ayrı bir saçmalıktı. Sertçe yutkundum ve araştırmak amacıyla eve gitmeye karar verdim. Masadan kiçük çantamı alırken diğerlerine sahte bir mahcubiyetle baktım. "Akşam görüşürüz." Birkaçı gülümseyerek el sallarken kimisi yüzüme bile bakmamıştı.

Eve geçeli yarım saat olmuştu, üzerimdeki kıyafetlerden kurtulup rahat bir tişört giymiştim. Kutay evde değildi, muhtemelen dışarı çıkmıştı. Bir fincan kahve yaptıkdan sonra bilgisayarların olduğu odaya oturmuş, mesajın kaynağını arıyordum. Fakat bulabildiğim tek şey gönderilme tarihiydi. Uzun bir süre uğraşmama rağmen bulamamam iyi bir şey sayılmazdı. Kullandığım sistem normal bir sistem değildi. Genel olarak her bilgiye kolayca ulaşmamı sağlardı.

Çok fazla kafama takmamaya karar verdiğimde bilgisayarı kapattım. Akşama giyebileceğim bir şey seçmek için dolabımın yanına gittim. Şarap kırmızısı, straplez bir elbise seçtim. Elbise, belimden aşağı hafifçe bollaşıyordu ve kalçamın hemen altında bitiyordu.

Elbiseyi giydikten sonra aynanın karşısına geçtim ve bedenimi süzdüm. Bu rengi cidden seviyordum. Makyaj masasına oturup hafif, temiz bir makyaj yaptım. Yüzümdeki en renkli parça elbisemle aynı renk ruj sürdüğüm dudaklarımdı.

Bebek kumralı saçlarımdaki hafif dalgaları daha da belirginleştirmiş, salık bırakmıştım. Siyah, topuklu bandajlı ayakkabıları da giydim. Krem rengi paltomu üzerime geçirdiğimde hazırdım.

Son olarak, güvenlik amaçlı küçük bir silahı elime aldım, sudyenin köşesine yerleştirdim. Elbisenin bollaşmaya başlayan kısmına da küçük bir bıçak yerleştirdim. Attığın adımın gölgesinden bile şüphe duymalısın, Alvina. Bu, kendi gölgem olsa dahi geçerliydi, kimseye güvenmemeliydim.

Matt'e hazır olduğuma dair bir mesaj attım ve beklemeye başladım. Çalan kapıyla beraber oraya yöneldim. Kutay gelmişti.

"Vina, yaz gelmedi daha." Sevimlice gülümsedim ve el sallayıp evden çıktım. Kutay arkamdan homurdanarak konuşmuştu ancak pek umrumda olmamıştı.

Matt'in arabasını gördüğümde oraya ilerledim. Yan yolcu koltuğuna oturup klimayı açtım. "Hava göt dondurmaya müsait!" Hiçbir şey söylemediğinde arabayı çalıştırdı. Plaka, temiz bir insana aitti. Gördüklerinde arama yapmak istemeyecekleri, sorgulamayacakları bir plakaydı.

Gözlerim ezbere bildiğim yolları tekrar zihnime kazırken radyodan kısık sesli bir şarkı çalıyordu.

"Alvina," dedi Matt sakince.

"Efendim?"

"Şu mafya bozuntusu hakkında yeni bilgiler var mı?" Mafya bozuntusu, diye tekrarladı iç sesim. Bahsettikleri mafya bunu duyarsa cidden büyük bir çatışma çıkabilirdi.

"Sikeceğim mafyayı ya! Ben neyim, bir numaralı hacker falan mı? Herkes gelmiş bana soruyor." Yüksek çıkan sesimle yüzünü buruşturdu.

"Kim herkes?" dedi ilgiyle. Alayla gülümseyip göz kırptım.

"Özel hayatım seni ilgilendirmez, patron." Hayatımdaki her detayı bildiğini sanıyordu fakat hayatımda öylesine karışık şeyler vardı ki, bazen ben bile bilemiyordum. Diğer sözcüler ve liderler arasında olan ilişki bizde mevcut değildi. Resmiyet duvarları yıkılmıştı.

"Özel hayatın benim işlerimi etkiliyorsa, ilgilendirir sayın sözcü."

"O örgütle bir alakan bile yok, Matt." Araba iki katlı bir binanın önünde durduğunda aşağı indim. Dışarıdan klasik bir ev gibi duruyordu. Soğuk hava tenimi yalayıp geçerken ağır adımlarla kapıya ilerledim. Kapıda herhangi bir koruma denetimi yoktu.

İçeri girdiğimde kulaklarıma keman senfonisi doldu. 6 örgütte gelmiş, masaya oturmuşlardı. 7. örgüt olan biz yine geç kalmıştık.

"Alvina, bunun hesabını soracağım," Matt dişlerinin arasından gülümserken konuşmuştu. Matt'in oturduğu sandalyenin sağına oturduğumda liderler kısa bir an bakıştılar.

Daveti düzenleyen adam parmağını şıklattı ve birkaç garson yemek servisi yapmaya başladılar. Her örgütten birer koruma vardı ve yanımızda, ayakta duruyorlardı.

Havadan sudan konuşmaya başlarken bir yandan da yemeklerini yiyorlardı. Tabağımdaki yemekleri çatalımla karıştırmaya başladığımda H örgütünün lideri, Jack boğazını temizledi. Bakışlarımı ona çevirdiğimde ayağa kalktı, hafifçe öksürmesiyle herkes ona döndü.

"Burada toplanmamızın asıl sebeplerinden biri de şu X örgütü." X, bilinmeyendi. "Son zamanlarda birçok korumam paket yapılıp kapıma yollandı, hepsinde dövme ile kazınmış X harfi vardı." Kravatını çekiştirip derin bir nefes aldı. "Normal değil, çözmeliyiz."

"Ben de katılıyorum," dedi Julia. Tek kadın örgüt lideriydi. "İşler çığırından çıkmaya başladı."

"Bay Robert da katılırlar," Robert genel olarak konuşmamayı tercih ederdi. Zeki bir adamdı ve ortamda konuşulacak konuyu gelmeden düşünürdü. Vereceği yanıtı sözcüsüne söyledikten sonra yalnızca otururdu.

"Karara uyarım." 5. örgüt başkanı.

Bütün örgütlerden olumlu yanıt çıkarken tek konuşmayan bizdik. Matt ile kısa bir bakışmanın ardından sözü üstelendim.

"Varlığından bile emin olmadığımız bir kişiden bahsettiğinizin farkında mısınız?" Saygıyı bir kenara atıp gözlerimi devirdim. "Hadi ama, yerini bilmediğiniz bir insanı nasıl vurguna uğratacaksınız? Sizin aklınız ve mantığınız buna uyuyor mu gerçekten?"

"Sen-," Levent'in hiddetle ayağa kalkmasıyla beraber koruma yan tarafıma geçti.

"Otur," dedi Jack, sözcüsüne doğru. Kravatını düzeltirken beni öldürmek ister gibi bakıyordu. Sevimlice gülümsediğimde kaşları iyice çatıldı.

"Bir şeyler mi biliyorsun, Ladin?" dedi Julia kuşkuyla.

"Evet, elbette. İsmini, evini, eşini... Tanıyorum ve Matt'e söylemiyorum." Julia sertçe yutkundu.

"Her şeyi beklerim senden," dedi Levent. Öldürse miydim onu?

"Levent, sınırı aşma bence." Gözlerini kararlılık bürüdüğünde konuşmaya devam ettim. "Aştığında olanları gördük," alayla konuştuğumda yüzü kızarmıştı. En son dövüştüğümüzde kolunda ciddi hasarlar bırakmıştım.

"Tamam," diye mırıldandı evin sahibi ayağa kalkarken. "Evinize gidebilirsiniz." Ciddi anlamda kovuluyorduk.

"Matt, kovulduk." Matt hiçbir şey söylemeden ayağa kalktı. "Herkese iyi geceler," dedim kibarca. "Sana berbat geceler, Levent." Arkamı dönüp gittiğimde söylendiğini duyabiliyordum.

"Alvina, eve mi geçeceksin?" Kafamı iki yana salladım ve arabaya bindim.

"Matt, beni galeriye bırakır mısın?" Şüpheyle baktığında sevimlice gülümsedim. "Sadece motor, söz!"

"Allah'a emanet kullandığın motor mu? Ölüp kalacaksın bir gün." Israrla bakmaya devam ettiğimde ofladı. "Tamam, Alvina."

Galeri, servet ya da gösteriş. Buraya hangisini söyleyeceğimi seçemiyordum. Büyük, siyah motorun yanına ilerledim. Anahtarını takıp kaskı çıkarttıktan sonra motoru çalıştırdım.

Matt'in yanından hızlıca uzaklaştığımda arkamdan yavaş olmam konusunda uyarılarda bulunmuştu.

Motorbisiklet yolda yağ gibi kayıp giderken hızımı biraz daha arttırdım. Önüme aniden bir araba çıksa muhtemelen öbür dünyayı boylardım. Üzerimdeki elbisenin etekleri hafiften havaya kalkıyordu. Kaskın altından çıkan saçlarım havayla birleşirken içimde üşüme hissi beliriyordu.

Eski, küçük bir bara gidiyordum. Nadir kişilerin bildiği bir yerdi. İşleten kadın bir Rustu. Gelirden ziyade zaman geçirmek için nesleğe devam ediyordu.

"Olga!" diye seslendim ahşap bara girerken. Yalnızca bir masa doluydu, bir adam oturuyordu ve arkası dönüktü.

"Vina," diyerek yanıma geldi orta yaşlı kadın. "Hoşgeldin," ana dili olan Rusçayı konuşuyordı. Kolları bedenimi sardığında hafifçe gülümsedim.

Rusça konuşarak "Uzun süre olmuştu," başka bir dil bilmiyordu.

"Nasılsın?" diye sordu nihayet bedenimi bıraktığında.

"Aynı. Bildiğin gibi," yüzünde hoşnutsuz bir ifade belirdi.

"Yorgunsun."

"Hep yorgundum, Olga." Bitkince gülümseyip dolaba doğru gitti. Bar tezgahının sandalyesine oturup yabancıyı incelemeye başladım.

Boyu cidden çok uzundu. Normalin de üstünde olduğunu düşünüyordum. Geniş omuzları, damarlı parmakları dışında bir yeri gözükmüyordu. Kafasındaki kapüşonluyu çıkarması için çok şey yapabilirdim. Merak her zaman ağır basardı.

"Alvina Ladin." Duyduklarımla beraber bedenim kasılmıştı ama bir mimik dahi değişmemişti. Yavaşça ayağa kalktı, arkası dönükken konuşmaya başladı. İsmimi nereden biliyordu? "M örgütü sözcüsü." Olumlar birkaç mırıltı çıkardım.

"Ve, siz?" Usulca önüne döndü. Gerçekten yakışıklıydı. Çirkin dersen çarpılırsın, Vina. Kumrala çalan dağınık saçları alnına dökülüyordu. Sert çehresini bir nebze olsun yumuşatmayan yeşil gözleri ifadesizdi. Kavisli burnunda silik çiller vardı ve dudakları dolgundu. "Arkanız dönükken beni tanıdığınıza göre bir tanışmışlığımız olmalı, öyle değil mi?"

"Tanışmışlığım değil, tanımışlığım var."

"Kimsin sen?" Ağız tadıyla kafa bulamayacak mıydım?

"Sizin dilinizde X örgütünün başkanı, lideri, kurucusu."

"Aynen, ben de Adriana Lima."

"Alvina," dedi sabırla.

"Ne ya? Yoldan her geçen örgüt başkanı mı?"

"Alvina," dedi kaşlarını çatarak. Kolunu hafifçe kaldırdığında bıçakla kazınmış olduğunu tahmin ettiğim izle karşılaştım. X harfini derisine kazıtmıştı. Dikkatle incelediğim sırada parmağını şıklattı. "Benimle geliyorsun."

"Emrin olur," dedim alay dolu sesimle.

"Alvina, benimle geliyorsun."

"O niyeymiş?"

"X örgütünün yeni sözcüsü olacaksın çünkü."

"Sebep?"

"Her şeyi sorgulayacak mısın?"

"Elbette," diye mırıldandım gülümseyerek. O sıralarda silahı nasıl çıkaracağımı düşünüyordum.

"Alvina, kaybetmek istemeyeceğin bir fırsat var elimde." Kaşlarımı kaldırdığımda merakla dinlemeye başladım, en azından o öyle sanıyordu. "F örgütü," dediğinde hiçbir tepki göstermemekte kararlıydım. "Alex Cardin. Bir süredir seni rahatsız edip, tehdit ediyor." Bunları nereden öğrenmişti? "Başkanın kardeşini öldürürken görüntülerin varmış."

"Bak sen, öyle miymiş?" dedim şaşırmış gibi.

"Alvina," dedi kafasını iki yana sallarken. "Şu an sustu ama bu konuşmayacağı anlamına gelmiyor." Elini bana doğru uzattı. "Elimde onu sonsuza kadar susturacak şeyler var." O konuyu zaten halletmiştim. Öyle bir görüntü elinde yoktu.

"İlgilenmiyorum," yanından geçmek için hamle yaptım fakat kolumdan tutup buna engel oldu.

"İlgilenmelisin," dedi cebinden bir flaş bellek çıkartırken. Elimi tuttu, avcuma belleği bırakıp parmaklarımı geri kapattı. "Yarın, saat 23:30'da evinin otoparkına in."

"Buna gerek kalmayacak," rahat tavrım beni bile bozguna uğratmıştı. Karşımda gerçekten X örgütünün lideri varsa hayatımın tamamen değişeceği o döneme girmiş sayılırdım. Ama kopyası, sahtesi çoktu.

Zamanın akış hızı devam ederken sabah olmuştu. Eve gider gitmez uyumuştum. Öğlene doğru kalkmıştım. Kahvaltı sofrasındayken bir yandan da bilgisayarla uğraşıyordum.

"Ne yapıyorsun sabahtan beri?" Helen ve Kutay yanımdaydı.

"Hiç," dedim Helen'e doğru. "Hiçbir şey."

"Akşam meyhaneye gidelim mi?" diye sordu konudan konuya atlarken. "Lütfen! Biraz vakit geçiririz." Kutay cevap vermek yerine bana baktı.

"Olur, Helen." Bir parça peynir daha aldım. "23:30 gibi gideriz."

"Tamam," dedi ve hevesle ayağa kalktı. "Senin yeşil elbiseni giyiyorum," göz kırpıp öpücük attığında gülümsedim. Enerjisine yetişmek zordu.

"Ayakkabılar aşağıda," diye seslendim arkasından.

"Vina," Kutay'a doğru döndüm. "Emin misin?"

"Evet. Ne olacaksa olsun artık." Hayatım her an uçurumun eşiğine gelebiliyordu.

Kutay ile beraber kahvaltılıkları toparladık ve o evden ayrıldı.

Hâlâ bilgisayarla uğraşıyordum ve saat 22:30 olmuştu. Gözlerim acımaya başlasa dahi X örgütü hakkında bilgi toplamaya devam etmiştim. En azından denemiştim. Kapalı kutuydu. Ulaşabileceğim hiçbir bilgi yoktu.

"Geç kalacaksın bak yine!" Helen'in isyanıyla bilgisayarı kapattım.

Odama girip dolaba kısa bir bakış attım. Lacivert, mini saten elbiseyi seçtiğimde onay ister gibi Helen'e baktım.

"Vina, bu güzel olur," dedikten sonra aşağıdan getirdiği ayakkabıları önüme bıraktı. Onları da giydim ve makyaj masasına oturdum. Elbiseme uygun bir makyaj yaptığımda Helen yüzüme bakmaya başladı. "Saçlarını ben yapabilir miyim?" Kafamı sallayarak onu onayladım. Çoğu zaman izin vermezdim fakat bu kez kırmak istememiştim.

Saçımdaki parmaklar sesi duymasıyla duraksamıştı. Beni bozguna uğratan ses dün akşam gördüğüm yabancıya aitti.

"X örgütünden hepinize sevgiler." Dalga mı grçiyordu. "Yeni sözcümüzü hepinize duyurmak amacıyla bu konuşmayı yapıyorum. Bendeniz, örgüt lideri." Aynı anda derin bir nefes aldık. "Sayın Alvina Ladin. Yeni sözcümüz. 2 gün sonra gerekli açıklama yapılacaktır." Ben?

"Ne?!" diye cırladı Helen.

"Sikeyim ya!" Elime çekmeceden bir silah alıp koşar adım otoparka indim. Orada olacağını biliyordum.

"Gelmeyeceksin sandım," dedi alaylı bir tınıyla. Kapüşonu hâlâ üzerindeydi. Kollarını önünde bağladığında ona doğru yaklaştım.

"Sen şaka mısın! Ne demek yeni sözcü!"

"Yok," diye mırıldandı omuz silkerek. "Gerçeğim."

Silahın emniyet kemerini açıp ona doğrulttum. Korku, kuşku üzerimde yoktu. Ta ki üzerime gelen kırmızı ışınlara kadar. Muhtemelen keskin nişancılara aitti. Kalbimde korkuyu hissetsemde yüzümde buna yer yoktu.

"Kimsin sen?" dedim dişlerimin arasından. Elini öne doğru uzattı.

"Tanışalım." Gülümseyip şapkasını çıkardı. "X örgütü kurucusu, Oflaz Rajova." Sertçe yutkunduğumda arabasının kapısını açtı. "Memnun oldum, sözcü."

---🥂

Selamlar, nasılsınız?🥹

Buraya kadar gelen herkese cidden çok teşekkür ederim, ilk okurlarımdan olduğunuz için:)

Gelecek bölümde görüşmek üzere biriciklerim🖤

Kendinize harika bakın, bunu hakediyorsunuz! :)✨️

Instagram: @LeddyAsteria

 

 

Loading...
0%