@leddyasteria
|
Selam!
Keyifli okumalar.
Bölüm şarkısı yok, modunuza göre bir şeyler seçebilirsiniz.
Karışık bir bölüm olacak, 3. bölümde see you yaniiii. :)🖤
---🫶🏼🪷
Açtığı kapıya boş boş baktığımda seslice nefesini verdi. "Binecek misin artık?" Oflayarak arabaya bindim ve kapıyı kapattım. Somurtarak oturduğumda arabayı çalıştırdı.
"Nereye gidiyoruz?"
"Sözcüler ve liderler nerede kalırlar?"
"Evde," dedim safa yatarak. Bir şey söylemediğinde yola çıkmıştık.
"Kemerini tak," dedi otoriter bir sesle.
"İstemiyorum." Normalde takardım fakat emir cümlelerine itaat etmeyi sevmiyordum.
"Alvina," gözü trafikteydi. "Benim takmamı istemiyorsan şu kemeri tak."
Gözlerimi devirip kemeri taktım. En azından trafik kazasında ölmezdim.
"Tek bir şey soracağım," parmaklarımla oynamaya başladım. "Neden ben?"
"Bunun cevabı sence de net değil mi?" Aval aval yüzüne bakmaya devam ettim. "Başkanın akrabası değil misin sen? Her sözüne inanılır, masum ve temiz birisin; adın kötü yönde çıkmamış." Yüzüme bakıp göz kırptı. "Bana böylesi lazımdı."
"Ne güzel ya, eşya gibi bahsediyorsun benden!" Bir nebze haklıydı fakat zor kullanmasını gerektirecek bir şey yoktu.
"Bağırma!" Sesi fazla yüksek değildi ancak sertti.
"Banane! Madem beni istiyorsun çekeceksin her şeyimi!" Kafasını iki yana sallayıp hafifçe camı araladı. Sigarasını yakıp dudaklarına götürdüğünde kısa bir an duraksadı.
"Rahatsız olur musun?" Bu adam keşke kamera şakası olsaydı. En azından gülebilirdik.
"He, olurum!" dedim paketten bir izmarit alırken. Çakmağı da parmaklarının ucundan aldım ve sigarayı yaktım. İçime derin bir nefes çekerken camı biraz da ben araladım. Bağımlı değildim, nadiren canım isterse içerdim. "Levent'in benden daha çok tecrübesi var. Ayrıca biraz aptal. Para teklif etsen kabul edebilirdi." Kafasını iki yana salladı.
Aslında beni seçmesi bir yandan da büyük bir avantajdı. İntikam almamda yardımcı olacak bir basamağa daha çıkmıştım.
"Dediğin gibi, Levent aptal. Diğerleri de direkt yakalanma kapasitesine sahipler. Sen?"
"Şam şeytanı," diye fısıldadım. Anlamamış gibi yüzüme baktı. "Öyle derler."
"2 gün sonra basına açıklama yapılacak. O zamana kadar evimde kalacaksın, sonrası sana kalmış."
"Biliyorum," dedim sigarayı söndürürken. "Aklıma takılan bir şey daha var," gözlerimi gözlerine çevirdim.
"Her sorunu cevaplayacak mıyım sence?"
"Karar senin," diyerek sırıttım. "Her şey basındaki bir cümleme bakar."
"Sanmıyorum," dedi alayla. Bir şeyler bildiği aşikardı.
"Oflaz," dedim uzun bir sürenin ardından. İfadesiz yüzüyle bana döndü.
"Ne?" Gözlerini yola çevirdi.
"Yok bir şey." Üşüdüğümü hissettiğimde camı kapattım. Çok geçmeden o da kapatmıştı.
Araba büyük bir evin önünde durdu. Hayır villa, hayır saray. Cidden aşırı büyüktü. Her yanı korumalarla çevriliydi, evin bahçesini kaplayan uzun sütunlar vardı.
Arabadan indiğinde onu taklit ettim. Kapıya geldiğinde, onu gören korumalar direkt kapıyı açtı. Benim yüzüme bakmazlarken eve doğru ilerliyorduk.
Devasa kapıyı açtı ve içerisinin de dışarıdan farksız olduğunu gördüm. Kasvet kokan bu yer, grinin ve yeşilin her tonunu barındırıyordu. Tablolar, biblolar o kadar fazlaydı ki nereye bakacağımı şaşırmıştım.
Fazla incelemeden gözlerimle odayı taradım. Büyük bir koltuk, kocaman bir televizyon ve geniş bir yemek masası. Tahminime göre burayı misafirleri için ayırmıştı.
"Otursana," dedi köşe takımına oturduğunda. Elimde tuttuğum telefona düşen çağrıyı reddettim, usulca koltuğa oturdum. "Matt ile konuşabilirsin."
"Dinlemeyecektir," dedim hızla. Dinlemeyip, onları yüz üstü bıraktığıma inanacaktı. "Dinlese ne söyleyeceğim? X örgütünün yeni sözcüsüyüm, artık sizle çalışmıyorum falan mı?" Sesime oturan sinirle ekledim. "Bunun cezası ölüm! Sözcüler, keyfe keder tim değiştiremez."
"Beni dinleyecek misin?" Boş gözlerle suratına baktım. "Alvina, lider ile ilişkiniz farklıydı. Bu da örgütten ayrılman için bir sebep," kafamı iki yana salladım.
"Bunu yapmak istemiyorum."
"Kalbin istemiyor, aklın istiyor," dedi beynimi okumuş gibi. "İntikamın ateşi içinde korlandıkça büyümüyor mu, Alvina?"
"Oflaz," deyip yüzüme bakmasını sağladım. "Çoktan ölüm emrim verilmiştir."
"Başkan böyle bir şey yapmaz."
"Başkan her kuralı indirgeyerek uygulayamaz, Oflaz. Konu en yakını bile olsa. Kural, stabildir. Değiştirilemez." Dilini damağına vurarak tok bir ses çıkardı.
"Konu ben olduğum zaman her şey değişebilir, stabil kalmaz." Gözlerini gözlerime dikti. "Sana bir şey olmasına izin vereceğimi mi sanıyorsun?" dedi ifadesizce. Ruhsuz gibiydi, gözleri boş bakıyordu.
Sus, dedi iç sesim. Sus, Vina. Seni koruyabileceğini, ona ihtiyacın olduğunu düşünsün. Dinledim, sessizce oturmaya başladım.
"Sadece," diye fısıldadım sessizce. "Çok şey mantığıma uymuyor." Doğruydu. Saçma, olağanüstü ve daha nicesi... Tüm değişik olaylar beni bulmaya and içmiş gibi davranıyordu. "Uykum geldi," dedim hayıflanarak. "Nerede yatacağım ben?"
"Gel," ayağa kalktı, merdivenlere yöneldi. Uykusuzluğa karşı direncim yoktu. Ki uyumadığımda çekilmez bir insana dönüştüğüm oluyordu.
Merdivenler mermerden yapılmıştı fakat sıcaklığı yüksekti, muhtemelen ısıtmak için bir sistem yaptırmıştı. Üst kata çıktığımızda rastgele bir odanın kapısını açtı. Bir şey söylemediğinde içeri girdim, kapıyı yüzüne kapattım. Büyük bir odaydı, yine yeşil ve gri tonları hakimdi. Çift kişilik bir yatak, gardolap ve komidin dışında bir şey yoktu. Tabii, üstü dolu bir makyaj masası da vardı.
Üzerime göre kıyafetler bulmayı ümit ederek dolabı açtım. İçi tıkabasa doluydu. Üstelik hepsi kaliteli markalara ait, değerli parçalardı. Bedenime göre olması da farklı bir detaydı.
Üzerimdeki elbiseyle rahat yatamazdım. Yumuşak yatağa oturup birkaç dakika öylece durdum, olayları hazmetmeye de ihtiyacım vardı.
"Alvina," diye seslendi Oflaz kapıyı çalarken. Hiçbir şey söylemediğimde kapıyı açtı. Elinde küçük bir poşet vardı. Poşeti elime tutuşturduğunda yüzüne baktım. "Elbiseyle yatacak hâlin yok ya?" Umursamaz bir tavırla konuşmuştu fakat gözleri ilgiliydi. "Dolapta gecelik olmayabilir." Konuşmayacağımı anladığında odadan çıktı.
Ne olur, ne olmaz diye düşünerekten kapıyı arkasından kilitlemiştim. Tanımadığım, hatta ismini az önce öğrendiğim bir adamın evinde kalacaktım. Ne aklıma uyuyordu ne de mantığıma.
Odadaki lavaboya girip kısa bir kontrol yapmıştım. Kamera olmadığına kanaat getirsem de hızlıca poşetteki kıyafetleri giydim. Eşofmanlı bir gecelik takımıydı ve bedenime tam olmuştu. Bu ayrıntıyla fazla kafamı yormak istemedim çünkü çorap söküğü misali, düşünceler kafamı yoracaktı.
Yataktaki saten yorganı kaldırdım, yatağın her yeri gri renkti. Usulca yatağa uzandığımda gözlerimi tavana diktim. Telefonumu sessize almak yerine direkt kapattım. Kimseye hesap vermek istemiyordum. Öyle olması gerekti, demeyi istiyordum fakat ortada geçerli bir gereklilik bile yoktu.
Ülkede 6 farklı örgüt vardı, bunlar bilinenlerdi. Ki bilinenlerin saçtığı tehlike bile çok fazlaydı.
Eski başkanın ölmesiyle beraber kardeşi yönetimi ele almıştı. Yasaklar, zorunluluklar ve onlara göre gereken çok şey vardı. Yapmama şansına sahip bile değildiniz. Fazladan bir göz kırpsanız sorgulanıp, ceza alıyordunuz. Halktan kimsenin buna karşı çıkmaya mecali yoktu.
Ta ki o güne kadar.
Tarih; 1 Ocak 2017.
O gün bir katliam olmuştu. Aslında katliam demek devletin yaptığına hakaretti. Büyük bir başkaldırı düzenlenmişti.
Haber kanallarından, radyolardan, hoparlörlerden bir ses duyulmuştu. Yetmemiş, her yere o cümleler yazılmış; kazınmıştı. Bir grup çok sevinirken bir grup yasa bürünmüştü.
Kurtulacağımızı söylüyordu robota ait mekanik ses. 15 dakika boyunca bu sayıklanmıştı. Birçok kişi ezberlemişti.
2 Ocak günü 6 kişiye mesaj gelmişti. Hepsinin tehdit edilme şekli farklıydı. Kimi ailesiyle, kimi işiyle, kimi hayatıyla. Herkesin bir zaafı bulunmuştu. Bunları bulan kişi, herkesin zaafı olmuştu.
Bir örgüt kurulmuştu, 6 temel kola ayrılan. En büyüklerinden birisi Matt'e aitti. Onu kardeşleriyle tehdit etmişlerdi.
Bu kişilere adanan sözcüler vardı. Daha da doğrusu adanmak zorunda kalan. Her lider kendisi için istediğini seçmişti. Matt ise beni asla zorlamamış, sadece teklif etmekle kalmıştı. Kabul etmiştim. Hayata tutunmak için bir sebebe ihtiyacım vardı.
O günden sonra hiçbir şey aynı olmamıştı. Düzen komple değişmişti. Kimi iyi, kimi kötü yönde olan değişiklerden biri, gece sokağa çıkma yasağıydı. Örgütleri kuran kişi bunu yapmıştı. Dışarı çıkabilen nadir kişiler mevcuttu. Saat değişiyordu fakat çoğunlukla 22:00 civarı yasak başlıyordu.
Bana kalsa bu durum iyiydi, her şeyiyle. En azından düzene biraz olsun sağlam temeller atılmaya başlanmıştı.
İlk zamanlar çok kişi reddetmişti. Fakat sonradan kabul etmekte zorunlu kılınmışlardı. Kalabalık bir topluluktuk, haberleri tam olarak yoktu.
Şimdi ise her örgütün, her hareketi devlet tarafından sorgulanıyordu. En azından o tarafı destekleyeneler öyle sanıyordu. Verecekleri maksimum ceza para cezası oluyordu.
Hâlâ bunları yapan kişiyi tanımamamız, ismini bilmememiz ise en trajikomik olandı. Öyle ki bazı liderler bunun hayal ürünümüz olabileceğini düşünüyordu. Saçmalıktı, her şey büsbütünüyle saçmalıktı ama gerçekti de.
Kapının çalınmasıyla uykumdan uyandım, esneyerek yerimde doğruldum. Tabir-i caizse deli yatıyordum. Üzerimdeki kıyafetlerin şekli şemali kaymıştı, elimle düzeltebildiğim kadarını hallettim. Telefonumu açtıktan sonra kapıyı da açtım.
Karşımdaki yeşil gözler, Oflaz'a aitti. Kaşları hafif çatılmıştı. Yeni uyandığı belli oluyordu.
"Günaydın," kaşlarım havalandığında dudaklarımı araladım. Normal koşullardaymışız gibi selamlaşacak mıydık?
"Günaydın," dedim o gibi soğukça. Gözleri gözlerimden başka bir yere bakmazken aşağıdan bir ses geldi. Bakışlarımızı birbirimizden ayırdığımızda aşağı inen merdivenlere yöneldi.
"Oflaz!" Gür, tok bir erkek sesiydi. İçime düşen merakla merdivenleri daha hızlı indim. "Ne?" Beni gördüğü gibi şoka girmişti. Eh, haksız da sayılmazdı. Saçım başım dağınıktı, üzerimde gecelik vardı üstelik Oflaz ile ard arda aşağı inmiştik. Kollarımı önümde kavuşturup rahat bir tavır takındım. "Sen... Alvina?"
"Evet," dedim ve elimi sıkması için ona uzattım. "Alvina. Alvina Ladin." Oflaz'a kısa bir bakış attım. "X örgütünün yeni sözcüsü." Etrafımdaki en çok şaşırtan şeylerden biri de olaylara kolay adapte olmamdı. Her şeyi kabullenip, her senaryoya ayak uydurabilirdim. Tabii işime gelirse.
"Yekta Tansel." Bu ismi daha önce duymuştum. Fakat bir tepki vermedim, hafifçe gülümsemekle yetindim.
"Kahvaltı," dedi Oflaz mutfağa ilerlerken. Üzerinde siyah bir eşofman, düz bir tişört vardı. Geniş omuzları içimde dokunma isteği açığa çıkardığında kafamı iki yana salladım.
Büyük bir masa, üzerinde enva-i çeşit yiyecek... Yekta iştahla masadakilere baktı, hatta derin bir iç çekti. Rastgele bir sandalyeye oturdum ve masaya göz atmaya başladım. Canım bir şey istemiyordu, çay veya kahve içsem yeriydi. Tabağımın kenarındaki bardağa çay dökülmüştü. Bu detaya sevinirken bardağı elime alıp arkama yaslandım.
"Matt ne diyecek, Alvina?" diye sordu Yekta. Bu sorunun cevabını ben de bilmiyordum. Kahverengi gözlü, siyah saçlı adama bakarak komuştum.
"Düşünmek bile istemiyorum." Çaydan bir yudum aldım. "Sinirlenir, kırılır," gözlerimi kıstım. "Muhtemelen beni öldürmek için elinden geleni ardına koymaz. Ki haklı da."
Kimse konuşmadığında büyük bir sessizlik oluşmuştu. Tek ses onların çatal ve bıçağından geliyordu. İkisi de iştahla yiyordu, 2. tabaklarına bile geçmişlerdi.
"Zehir yok," kaşlarımı çatıp Oflaz'a döndüm. Ne demek istiyordu? "Yiyeceklerde. Zehir yok." Gözleriyle boş tabağımı işaret etti. "Hiçbir şey yememişsin, Alvina."
"İçine zehir koyacağını düşünsem çay içer miydim sence?" Evet, Alvina. Var sende o inat.
"E o zaman niye yemek yemiyorsun?" Bu kez Yekta konuşmuştu.
"Bilmem," omuz silktim. "Canım istemedi." Ayağa kalktım, elimdeki telefona bir bakış attım.
"Nereye?" dedi Oflaz.
"Düğüne. Gelmek ister misin sen de?" Eğlenmediği yüz ifadesinden belliydi.
"Alvina."
"Madem burada kalacağım... Yarın için kıyafete ihtiyacım var, öyle değil mi?" Kısa bir an düşünüp parmağını şıklattı. Sanırım bu hareketi sık sık yapıyordu.
"Bekle," ayağa kalktı. "Poyraz!" diye seslendi içeri doğru. Çok geçmeden iri yarı bir koruma gelmişti. "Arabamı hazırlasınlar."
"Peki abi." Adam yanımızdan ayrıldığında gözlerimi devirdim.
"Alışverişe mi geleceksin benimle?" dedim alayla.
"Evet," son derece ciddiydi.
"Ben nasıl geleceğim?" Anlamamış gibi yüzüme baktı. Kaşlarını çattı, bedenimi süzdü fakat hiçbir soruna rastlamadı. "Gecelikle mi geleyim?"
"Ne olacak?"
"Saçmalama!" Kendimi rezil etme gibi bir planım yoktu. "Evimden bir şeyler giyeceğim."
"Alvina."
"Efendim?" dedim sevimlice. Sadece kafasını iki yana salladı. "Hadi!"
Dolaptaki kıyafetleri şimdilik es geçmiştim. Onları daha sonra da giyebilirdim. Şimdi evime gitmek istiyordum, daha da doğrusu mecburdum.
Evin kapısından çıktık, korumalarla dolu bahçeye giriş yaptık. Hepsi saygıyla yerinde doğruldu. Geneli gençti. İçlerinden biri peşimizden geliyordu. Değişik bakışları üzerimdeydi. Hoş haksız da sayılmazdı. Üzerimde hâlâ gecelik vardı. Üstelik ayağımda topuklu ayakkabılar...
Lüks bir aracın önünde durduğumuzda elindeki anahtarı bana doğru attı. Çevik bir hareketle havada yakaladım. Sorgular gibi ona baktığımda sürücü koltuğunu işaret etti.
"Sürmek istemez misin?" Kapıyı açtım, yavaşça bindim.
"İstemez miyim..." Ellerimle sıkıca direksiyonu kavradım. Kemerimi de hızlıca taktım. Gazı köklerken bir yandan da radyoyu açtım. "Bebeğim gibi," diye mırıldandım parmaklarım şarkının ritmine ayak uydururken.
"Evine mi gidiyoruz?" Kafamı sallayıp onayladım.
"Başka bir amaç için gitmek de vardı tabii," çapkınca göz kırptım. "Evime gidiyoruz, Oflaz. Başka nerede üstümü değiştireceğim?" Sadece sustu.
Uzun sayılacak bir yolun ardından evime gelmiştik. Aslında 'evim' değildi. Yalnızca eşyalarımın olduğu, göstermelik bir lokasyondu.
Arabadan indim, Oflaz'a kısa bir bakış attım. "Gelecek misin?"
"Geleyim mi?"
"İstersen arabada bekle." Ciddiydim, hazırlanmam uzun sürebilirdi. Beni beklerken evimde yapabileceği hiçbir şey yoktu.
Peşimden gelmediğinde evime girdim. Anahtarım yoktu, şifre ile girmiştim. Kaldığım odaya girdiğimde direkt üzerimdekileri çıkardım. Banyoya girdim, kısa bir duş aldım. Saçlarımı ıslatmadan yalnızca vücudumu yıkamıştım. Tekrar odama döndüğümde hızlıca bir kombin yaptım. Mini bir etek, kısa bir kazak ve bel hizzamda biten deri ceketimi giydim.
Gittiğim yerlere kıyafet götürmek huyum değildi. Yenilerini almak tercihimdi. Bu yüzden evimdeki 3 oda full kıyafet doluydu. Ayakkabılara değinmiyordum bile... Tam bir ayakkabı aşığıydım.
Aynanın karşısına geçtim ve abartmadan makyaj yaptım. Yüzüme gözüme renk gelsindi. Beni en çok uğraştıran saçlarım olacaktı. Önce taradım, sonra birçok krem, yağ sürdüm. En son şekillendirdiğimde sade bir at kuyruğu yapmıştım. Çizmelerimi de ayağıma geçirip aynanın karşısında kendimi süzdüm. Güzel bir kadındım, öyle söylerlerdi.
Saat öğlen 3 olmuştu. Cidden saçlarımla fazla oyalanmıştım. Oflaz'ı daha fazla bekletmemek adına evden çıktım.
Kalçasını arabanın kaputuna yaslamış, sigara içiyordu. Onu süzmeye karar verdiğimde sertçe yutkundum. Cidden yakışıklı bir adamdı. Sert çehresi, geniş omuzları, belirgin yüz hatları... Sigarasından derin bir soluk daha aldı, ardından biçimli dudaklarıyla üfledi. Geldiğimi farkettiğinde yerinden doğruldu.
"Kendini asma ihtimalin var mı?" diye söylendi kendi kendine. Geç kaldığımdan dolayı lafı çarptırmaya çalışıyordu.
"Yok," dedim ve arabaya doğru ilerledim. Yolcu koltuğuna oturmayı tercih ettiğimde çok geçmeden o da oturdu.
Bakışlarım yoldaydı, aklımda binbir türlü düşünce vardı. Telefonuma düşen sayısız bildirim olsa da içimden bakmak gelmiyordu. İnsanlara hesap vermek istemiyordum.
Harelerim yalnızca yoldayken araba bir yerde durdu. Burası büyük bir pastaneydi. Anlamadığımı belli ederek Oflaz'a baktım. O ise usulca arabadan indi. Burada ne işi vardı?
Çok geçmeden elinde büyük bir poşetle geri döndü. Benim kapımı da açtı ve poşeti kucağıma bıraktı.
"Oflaz?" dedim sorgulayarak.
"Kahvaltı etmemiştin," dedi. Umursamaz gibi hareketleri vardı fakat gözleri ilgi doluydu. Bir şey diyemediğimde poşetin içine göz attım. O kadar çok şey almıştı ki, bunları yersem hastanelik olabilirdim.
"Ben bunları nasıl yiyeceğim?" Arabayı çalıştırdı.
"Ağzın ile."
"Oha! Ciddi misin?" Boş boş yüzüme baktı. "Oflaz, camış mıyım ben hepsini yiyeceğim?"
"Alvina," dedi bıkkınnıkla. "Hangisini seveceğini bilmediğim için bu kadar fazlalar."
"Teşekkür ederim," diye mırıldandım. Bu kadarını beklemediğimden afallamıştım. Poşetin içinden rastgele bir simit aldım ve yemeye başladım. Kırıklamamak adına ekstra çaba sarf ediyordum. "İster misin?" diye sorum araba hâlâ hareket ederken.
Hiç beklemediğim bir anda, tahmin edemeyeceğim bir atakda bulundu. Yolu kontrol ettikten sonra hafifçe eğilip simitten ısırmıştı. Benim yediğim simitten... Tepki vermedim ve yemeye devam ettim.
5 dakika kadar sonra araba büyük bir butiğin önünde durdu. Pahalılığıyla ün salmış bir yerdi, tasarım olmayan hiçbir ürünleri yoktu.
Yarın giyebilmek için birçok elbisem, takımım vardı fakat absürt durmasından çekiniyordum. Hiçbir hataya yer olmamalıydı, açık verirsem cidden bazı şeylerde zorunlu tutulacaktım.
Arabadan indim, dimdik durarak butiğe ilerledim. Rahat bir tavrım, kaygısız bir yüz ifadem vardı. Oflaz yanıma geldi, omzu omzuma değerken mağazaya girdik.
Bizi karşılayan görevliler gülümseyerek bana baktı. "Hoşgeldiniz, efendim." Hafifçe gülümseyip elbiselere kısa bir bakış attım.
"Fazla ağır olmasa," diye kendi kendime konuşarak elbise standlarına yaklaştım. Gözüm lacivert elbiselere gitse de siyah olanı almalıydım. Oflaz ve 2 çalışan arkamdan gelirken rastgele bir elbiseyi elime aldım. Miniydi. Hatta extra miniydi. Üstelik kısalığı yetmiyormuş gibi derin bir göğüs dekoltesi de vardı.
Gözlerim Oflaz'a döndüğünde kaşlarının çatılı olduğunu gördüm. Yüzünün ifadesizlik maskesini geri taktığında kaşlarımı kaldırdım. "Nasıl?"
"İsterseniz deneyebilirsiniz," dedi kadın çalışan sevimlice. Kafamı sallayarak anladığımı belirttim. Fakat ilk gördüğümü alma zorunluluğum da yoktu. Elim diğer elbiselerde gezdi. Hatta mağazadaki bütün elbiselere bakmıştım. En son 3 tane siyah elbiseyle kabine ilerledim. Oflaz artık bıkmış olacak ki, kaşları sürekli çatılıydı.
Önce en kapalı olanı giydim. Bileklerime kadar uzanıyordu ve derin bir sırt yırtmacı dışında dekoltesi yoktu. Beğenmiştim ama bayıldığımı da söyleyemezdim.
Perdeyi açtım ve dışarı çıktım. Oflaz, kollarını birbirine dolamış bir şekilde duvara yaslanmıştı. Geldiğimi gördüğünde gözleri acelesizce bedenimi süzdü.
"Çıkıyor muyuz?" dedi bileğindeki saati kontrol ederken.
"Hayır," dedim huysuzca. Son bir kez aynaya baktım, oflayarak kabine girdim.
2. elbisenin göğsünden beline kadar inen kısım transparandı. Diz kapaklarımın üstünde bitiyordu. Güzeldi, ama aklım ilk beğendiğimde kalmıştı.
"Bu nasıl?" diye fısıldadım dışarı çıkarken. Bakışları aynı şekilde bedenimi süzdü, kalbimde bir yer korlanıp ateşe dönüştü. "Beğenmedim," onun cevap vermesine bile fırsat vermemiştim. Tekrar kabine girdim, acele etmeden diğer elbiseyi giydim.
Pekâlâ... Bu cidden fazla açıktı. Ama çok beğenmiştim. Bedenime tam oturmuştu, ki kumaşının duruşu bile farklı bir güzelliğe sahipti. Bu kez gülümseyerek çıktım.
"Nasıl?" Hevesle kendi etrafımda döndüm.
"Çok güzel olmuş efendim." Bunu söyleyen erkek personeldi. Oflaz ters ters ona bakınca yutkundu, bakışlarını kaçırdı.
"Alvina," devamını söylemesini beklesem dahi susmuştu.
"Bunu alabiliriz." Aynaya baktım. "Şu güzelliğine bak!"
"Alvina. Bu mu cidden?"
"Güzel değil mi?" Hayır dese de umrumda olmayacaktı. Ben beğenmiştim.
"Güzel," derin bir nefes verdi. "Ama." Kafasını iki yana salladı, yaslandığı yerden doğruldu. "Aması yok işte. Öyle."
Kendi kıyafetlerimi giydim. Elbiseyi çalışanlara verip, bir poşete koymalarını istemiştim. Dışarı çıktığımda ise Oflaz'ı elindeki poşetlerle gördüm. Elinde 4 ayrı poşet vardı. Kendisine kıyafet alma ihtimalini göz önünde bulundurduğumda sorgulamak istemedim.
Muhtemelen elbisenin ücretini çoktan ödemişti. Ücreti geri ödemeyi teklif etsem de kabul edeceğini sanmıyordum. Hoş bunları düşünecek olsam evdeki her şeyin ücretini ödemem gerekirdi.
Gerekenleri yapmayı kimi zaman severdim. Bu yüzden onunla işim bittiğinde borcumu ödemeyi aklımın bi' kenarına not aldım.
Bir şey söylemeden arabaya binmiştik. Arabaları sollayarak trafikte ilerliyorduk. Arabaya bindiğimde uyarmasına müsaade etmeden kemerimi takmıştım.
Elime telefonu aldım, Helen'i aramaya karar verdim. En azından onunla konuşabilirdim.
"Alvina!" diye cırladı hattın diğer ucundan. Telefonu kulağımdan uzaklaştırdım, bu gidişle kulak zarı denilen kavram bende olmayacaktı.
"Efendim?"
"Efendim mi?! Saatler boyunca haber vermedin ve sadece bunu mu diyorsun?" Sitemkardı, ki haksız da sayılmazdı.
"İyiyim, Helen. Merak etme."
"Ettim, ettik." Bir şeylerin düşme sesi geldi. "Kutay her yerde seni arıyor."
"Matt," diye mırıldandım suçlu gibi hissederken.
"Kırgın. Yalnızca kırgın." Derin bir nefes aldım. "Sinirli de değil. Ama haber vermeni beklemiş, Alvina. En azından bunu yapabileceğini sayıklayıp durdu." İlk defa bu kadar haklı olduğunu görüyordum.
"Olsun, Helen. Olsun." Gözlerimi yola çevirdim. "Hallederim ben." Hallederim ben. Bazen halledemezdim. Ama kimsenin haberi olmazdı. Bilmiyordum, belki de ben istemiyordum ama hakkımda çoğu şeyi bilemiyorlardı.
"Alvina..."
"Görüşürüz, Helen." Telefonu bir şey demesine fırsat vermeden kapattım. "Eve mi geçiyoruz?"
"Evet."
"Ben gelmesem?" Kaşlarını kaldırıp yüzüme baktı. Anlamsız bir istek olarak görmüştü muhtemelen.
"Konuşmamız gereken detaylar var."
"Peki," üsteleyip kendi canımı da sıkmak istemiyordum. Çok istemediğim şeylerden kolayca vazgeçebiliyordum.
Çok geçmeden eve dönmüştük. Saat iyice geç olmuştu ve birkaç gündür uyumadığımdan mıdır bilinmez, aşırı uykulu hissediyordum. Salondaki koltukta boş boş otururken bir yandan da etrafı inceliyordum.
Evde kasvet eksik olmuyordu. Sanki yalnızca kötü olayları barındırıyor gibiydi.
Belki de öyleydi.
Başımın ağrımasıyla beraber ellerimi şakkalarıma bastırdım, ovalamaya başladım.
"Başın mı ağrıyor?" diye sordu Oflaz. Elinde bir şişe votka vardı.
"Ben de içebilir miyim?" Çenemle votkayı işaret ettim. "Baş ağrısına iyi gelebilir."
"Emin misin?" Sevimlice gülümseyip kafamı salladım. "Birkaç yudum," dedi otoriter bir sesle. Elindeki şişeyi aldım, hızlıca dudaklarıma yasladım. Damağımda güzel bir şölen oluşurken keyifle gülümsedim.
"Teknik olarak öpüştük şu an, öyle değil mi?" Ses tonumda bariz bir alay vardı.
"Alvina." Başka bir şey söylemedi ama rahatsız olduğu belliydi. Sözde birkaç yudum alacağım şişeyi bitirmiştim. Bu durum onu sinirlendirmişti. Psikolojik olduğundan mıdır bilinmez, başımın ağrısı da hafiflemişti.
"Ben uyuyacağım." Usulca ayağa kalktım, kaldığım odaya girdim. Geceliklerimi giydikten kısa süre sonra uykuya dalmıştım. Bu durumu seviyordum. İstediğim her koşulda uyuyabileceğim bir bünyeye sahiptim.
Kapıya şiddetle vurulmasıyla gözlerimi araladım. Bu kez kapıyı kilitlememiştim fakat kapı yine de alacaklı gibi çalınıyordu. Sık dişini, Alvina. Son saatler.
Üstümdeki kısa geceliğin uçlarını düzelttim. Saçım başım yolunmuş gibi olmuştu. Dışarıdan gören büyük bir kavgadan çıktığımı bile düşünebilirdi.
"Ne oldu?" diye sitem ederken kapıyı açtım. Yekta, üzerinde gecelikleriyle karşımda duruyordu.
"Öğlen oldu, öğlen! Siz hani açıklama yapacaktınız?" Elimi başıma yerleştirip sıvazladım. Böyle şeyleri sevmiyordum. Neyse, Alvina. Eğleneceksin en azından.
"Hazırlanıp geliyorum." Kapıyı kilitledim ve elbisenin olduğu poşeti elime aldım. 3 ayrı elbise vardı... Biri benim deneyip beğendiğimdi. Diğerlerini görmem ise beni büyük bir şaşkınlığa uğratmıştı. Sadece göz ucuyla baktığım iki lacivert elbiseyi de almıştı. Gözlerim hayretle açıldığında kafamı iki yana salladım. Düşünürsem, başaramazdım.
Üzerimi giydim, iddialı sayılmayacak bir makyaj yaptım. En son ise kırmızı bir ruj sürmüştüm. Kahverengi saçlarım yine salıktı, hafif bukleler belimden aşağı dökülüyordu. İnce topuklu ayakkabılarımı ayağıma geçirdim, eve gittiğimde yanımda getirdiğim parfümümden birkaç fıs sıktım.
2 saatte hazırlanabilmiştim. Oflaz aşağıda küplere binmiş olmalıydı. Acelesiz adımlarla merdivenleri indim.
Oflaz... Fazla yakışıklıydı. Baştan aşağı simsiyah giymişti, tek renkli parça yeşil gözleriydi. İstemsizce kalbimde bir yer yangına çevrilmişti. Beni fark etmesiyle bakışlarımı kaçırdım.
"Hazırsın," dedi. Daha çok sorar gibiydi. Yavaşça bedenimi süzdü, yutkunduğunda ademelması hareketlendi. Kafamı sallayıp onayladım. "Çıkalım."
"Geç kalmadık değil mi?" Onun büyük adımlarına ayak uydurmak adına resmen koşuyordum. Büyük bir araca bindiğinde ardından ben de bindim.
"Hayır." Yanındaki koltuğa oturdum. Gözleriyle kemerimi işaret ettiğinde sesli bir şekilde nefesimi verdim. "Alvina." Yalnızca ismimi söylüyordu. Devamı yoktu. Alvina, Alvina, Alvina.
"Of of." Kemeri takıp başımı cama yasladım. Hava buz gibiydi fakat arabada klima açık olduğu için üşümüyordum.
Araba sorunsuz bir hâlde ilerlerken Oflaz aniden hareketlendi. Kaşlarımı çatarak ona döndüğümde ne olduğunu anladım. Takip ediliyorduk, üstelik kimse onu tanımıyorken. Şimdiden güçlü düşmanları var olmalıydı.
"Sıçtık mı?" diye sordum muzip bir ifadeyle.
"Hayır." Şakadan da mı anlamıyordu?
"Neyse sıvamadığımız sürece bir sıkıntı yok." Koltuğun kenarından çıkardığı silahı elime yerleştirdi.
"Nasıl kullanacağını biliyorsundur herhalde."
"Elbette," diye mırıldandım rahatça.
Dışarıdan silah sesleri gelmeye başladığında yerimde doğruldum. Arabadan inmek için atakda bulunacaktım ki Oflaz belimden tutup buna engel oldu.
"Ne oldu?" diye fısıldadım eli hâlâ belimdeyken.
"Ayakkabıların ile koşamazsın." Karşımızdaki koltuğun yanındaki küçük dolabı açtı. Bir çift beyaz spor ayakkabı çıkartmıştı. "Bunları giy."
Yüz ifadem muhtemelen 'far görmüş tavşan' gibiydi.
Onun beni düşünmesi tuhaf hissettirmişti.
Aynı zamanda da içimde suçluluk duygusu uyandırmıştı.
Benim ona yaptığımın yanında...
Ayakkabıları almadım, sadece öyle durdum.
Ona nasıl söyleyecektim ki...
'Bu suikastı ben düzenledim,' demek beni epey zorlayacaktı.
Sertçe yutkundum.
Pişman değildim.
Oflaz, elinde tuttuğu ayakkabılarla bıkkınca duruyordu.
Ayakkabıları almak yerine sırıttım, kapıyı açıp arabadan indim. Benim inmemle ayarladığım adamlar kurşun yağdırmaya bir son verdi, Oflaz'ın elini kaldırmasıyla diğer adamlar da silahlarını beline yerleştirdi.
Tam karşıma geçti, yüzümdeki gülümsemeye baktı. İfadesizdi. En azından şaşırabilme ihtimali olduğunu düşünmüştüm.
Bir adım daha yaklaştım ve aramızda bir karış mesafe kaldı. Elimi uzattım sıkması adına.
"Bendeniz, Leyna." Gözlerimi kıstım. "Ve sen bunu en başından beri biliyorsun..."
"Leyna," diye mırıldandı hoşuna gitmiş gibi. "En başından beri biliyorum." Elimi sıktı. "Karar senin." Gözlerime baktı meydan okur gibi. "İfşa olmak istemezsin..." İsmimi bilmiyor olsaydı onu öldürme gibi planlarım vardı.
"Elbette," diye fısıldadım hâlâ gülümserken.
"O hâlde, resmi olarak sözcü ilan edildin."
"Gidelim, patron." Omzuna çarparak arabaya ilerledim. "Öldürmemiz gereken bir başkan var."
"Patron," diye yuvarladı ağzının içinde.
"Sözcü," alayla göz kırptım, kafamı cama yasladım. "Alış bana, Bay Rajova. Aksi taktirde ikimizde ölüyüz."
---🫶🏼🪷
Selamlar, güzellerim! Nasılsınız?
Bunu Alvinadan ben bile beklemeyebilirdim hdmshdmdhdhd.
Buraya kadar gelen ve kurguma bir şans veren herkese teşekkür ederim.
Yeni bölümde görüşmek üzere, kendinize güzel bakın.
Okuyarak kalın bi'tanemler. :)🖤
Instagram: @LeddyAsteria
|
0% |