@liyanepenthy
|
1 hafta önce, Ärmilla, Alacien. Ärmilla’nın yerel saati öğlen üçü gösterdiğinde, son dersimi bitirmiş, evime gitmek için arabama binmiştim. Elimi yorgunlukla saçlarımın arasından geçirdim, arabanın küçük aynasından morarmış gözaltlarıma baktım. İyi uyumayalı çok olmuştu. Saatlerce baksam da aynadaki görüntünün değişmeyeceğini düşünerek bileğimdeki anahtarın düğmesine basarak arabayı çalıştırdım. “Havada yolculuk, Sweria’da kayıtlı adresime, otuz dakika.” Komutları algıladığını belirten robot kadın sesi konuşurken camdan dışarıyı izlemeye başladım, araba yükseldikçe görüş açıma diğer arabalar da giriyordu. Haftanın son iş gününde deniz yolunun bile -ticaret işleri dışında tercih edilmemesine rağmen- trafikle boğuştuğuna emindim. “Radyoyu aç.” diyerek komut verdim bu sefer, kaba sayılabilecek bir şekilde. Aklıma yüzyıllar önce yaşayan insanların robotların dünyayı ele geçireceğine dair teorileri geldiğinde kendimi tutamadan güldüm. Yani, kim bu saçmalığı öne sürmüştü ki? Üstelik çözüm olarak yapay zekayı yok etmeye çalışmışlardı. Sanırım insanlık, binlerce yıl geçse de bir şeylerden yasaklar yoluyla kurtulmaktan vazgeçmiyordu. Düşüncelerimden sıyrılıp dikkatimi arabanım içini dolduran haberlerin sesine verdim. Luzanna için yapılan yenilikler ve yaşlılara sunulan harika "fırsatlardan" söz etmeye başladıkça yüzümü buruşturarak başka bir kanalı açtım. Yani, herkes devletlerin yaşlılar gezegenini bir gram bile önemsemediğini biliyordu. Uçan arabalar ve mini roketlerin, hatta hologram teknolojisinin bile orada olduğunu sanmıyordum. Gerçi onlar için pek bir farkı yoktu, insanların çoğu yaşlandıkça eskiye daha çok bağlanıyordu. Kulağıma son dakika haberi duyurusu ve haber spikerinin telaşlı sesi ulaştığında meraklanmıştım, haberi dinlemeye başladım. “Elimize yeni bir haber ulaştı,” dedi korku içindeki spiker. “Şu anda sistemimizin yıldızı Frei’ye en yakın gezegen Ňviezda’nın radarlarına ne olduğu bilinmeyen canlı ve ya canlılar takıldığına dair rapor aldık. Tam olarak sayıları bilinmemesine ve ne olduklarına dair bir açıklama gelmese de, sistemimize düşük bir hızla yaklaştıklarını biliyoruz. Hükümetten alacağımız her bir haberde...” Uzanıp radyonun düğmesini kapattım, kafam allak bullak olmuştu. Böyle bir şey varsa abim neden şimdiye kadar bana haber vermemişti? Tüm gezegenlerin gözdesi olan bir bilim kuruluşunda önemli bir konuma sahipti, yani bunları daha haberler yayınlamadan önce biliyor olması gerekirdi. Bilekliğimi aktif hale getirip önümde açılan hologramı aşağı kaydırdım, abimin üzerine tıkladım. Yaklaşık beş saniye sonra abimin görüntüsü önümde belirdi. “Selam, Ryker. Nasılsın?” “Bana abi demeyi öğrenirsen çok daha iyi olacağım,” dedi laboratuvar giysilerinden kurtulurken. Bu tepkiyi beklediğim için sırıttım. “Hem asıl sen nasılsın? Kafana taş falan mı düştü, ben seni aramadan aradın?” “Yok, henüz değil. Kampüste bir iki drone beni zorladı ama iyiyim. Her neyse, yine de seni aramamın bir sebebi var. Haberleri gördün mü?” Saçlarını geriye atarken gururla gülümsedi. “Ha, yeni çalışmamın haberlerini şimdiden verdiler mi? Tüm Frei halkı bana hayran.” “Kimse senden veya çalışmalarından bahsetmiyor, aptal. Şu.. ‘canlılar’ meselesi.” Kaşlarını çatarken bilmediğini belli ederek başını iki yana salladı. “Duymadım, saatlerdir laboratuvardayım. Ne canlısı?” “Ňviezda’nın radarlarında fark edilmişler, ne oldukları bilinmiyor. Sisteme doğru yaklaşıyorlarmış. Gerçekten bahsetmediler mi size?” “Hayır, buraya haber gelmedi. Hangi haber kanalıydı?” “FMA. Mornual'ın yerel haber kanalı, biliyorsun. Muhtemelen yayınlamak için izin bile istememişlerdir.” “Şu sözde cesur sanatçılar...” yüzünü buruşturdu. “Her neyse Maya, gidip olayın aslını öğrenirim şimdi. Duruma göre haber veririm.” “Tamam abi, görüşürüz.” Abimin görüntüsü yok olduğunda araba çoktan öğrenci binasının önünde durmuştu. Ben inip gökdelene yürürken araba da otoparka gitmek için havalanmıştı. Kendi katıma ait asansörün önünde durup beklemeye başladım, önümden bir kaç öğrenci geçip gitse de çoğunluk hala derslerde olduğu için etraf sakindi. Asansör nihayet geldiğinde söylenerek bindim. Cidden, neden hala ışınlanma teknolojisi yoktu ki? Yaklaşık on saniye sonra en yüksek kata ulaşmıştım. Öğrenci dairelerinin kaliteleri kat sayılarına göre değişirdi. İlk on kat genelde durumu olmayan içindi, otuzuncu kata kadar orta durumlular kalırdı, kırkıncı kata kadar durumu iyi öğrenciler ve en yüksek on katta genelde benim gibi ailesi önemli kişiler kalırdı. Ah, birde üstün zekalı kişiler. Ben abim sayesinde burada kalıyordum. Ailemin durumu iyi sayılsa da annem de babam da çok popüler kişiler değildi. Zaten şimdi Luzanna’da yaşıyorlardı, yaz aylarında görüşürdük. Yüz taraması beni onayladıktan sonra kapı açıldı, içeri girdiğimde arkamdan kapandı. Küçük sayılabilecek mutfağıma girip malzemeleri mutfak robotuna koydum, ekrandan istediğim yemeği seçtikten sonra aramalarımı kontrol etmeye başladım. Abim hala dönmemişti, arkadaşlarım Stew ve Meila’dan bir kaç mesaj ve arama gelmişti ama daha sonra cevap vermeye karar verdim. Yemeğin hazır olduğuna dair ses geldiğinde dolabımdan bir tabak çıkardım. Patatesli, basit bir yemek olsa da bu yemeğe bayılıyordum. Zaten haplarla beslenmek yaygınlaşıyordu, ki ben bundan nefret ediyordum, bu yüzden bu kadar kolay yemekler bile ziyafet gibiydi. İnsanlar neden bazı şeyleri olduğu gibi bırakmıyordu! Haplarla aldığım proteinler beni ilgilendirmiyordu, kesinlikle yemek yemenin ayrı bir zevki vardı. Salondaki koltuklarımdan birine oturduğumda abimden umudumu kesmiştim, televizyonu açtım. Bir kaç eğlence programını atladıktan sonra bir haber kanalına denk geldim, “GİZEMLİ CANLILARIN SIRRI ÇÖZÜLDÜ!” başlığı dikkatimi çekti. “Sesi artır.” diye emir verdim, hemen sonra sunucunun seni yükselmeye başladı. “Bu sabah Ňviezda’nın radarlarına takıldığı iddia edilen canlılar hakkında en yeni gelişmelere eriştik, sevgili izleyenlerimiz. Ňviezda onur kurulu temsilcisi Tyr Blaine ve bilim insanlarının son açıklamasına göre, bu canlılar tamamen radarlarda oluşan sorun nedeniyle ortaya çıkmış yanlış haberler. Bilim insanları bunun yalnızca bir kuyruklu yıldız olduğunu, bunun gibi bir olayın geçen yüzyılda da yaşandığını belirtirken, Bay Blaine yanlış anlaşılma için halkımızdan özür diliyor...” Kanalı değiştirdim, başka bir sunucu yine kuyruklu yıldızlardan bahsediyordu. FMA’nın kanalını bulana kadar diğerlerini geçtim, ancak oradaki spikerde aynı şeyden bahsediyordu. “Saçmalık,” dedim kendi kendime. Tamam, yıldız kayması izlemeye bayılırdım ama bir kuyruklu yıldızı, meteor parçasını canlı olarak algılayacak kadar dandik bir teknolojimiz yoktu. Gerçi bilim insanları her şeyi robotlara kilitleyip paydos ediyorsa olabilirdi tabii... ✵ Abim sonunda beni aradığında odamda oturmuş, proje ödevime çalışıyordum. Abimin sırıtan ifadesi ekranda belirdiğinde iyi haberleri olduğunu çoktan anlamıştım. “Şu canlı meselesi palavraymış, Maya. Acemi insanları o karmaşık sistemlerin başına koyarlarsa böyle olur...” “Kuyruklu yıldız mı gerçekten?” dedim inanmaz bir ifadeyle. “Evet, kuyruklu yıldız. Üstelik, daha iyi bir haber, Ärmilla’dan oldukça net bir şekilde izlenecek.” “Sweria, başkent Alacien kadar hava kirliliğine sahip, biliyorsun. Buradan yıldız kayması falan izleyemem.” Bunu bekliyormuş gibi parmağını şıklattı. “İşte tam da bu yüzden sana Ärmilla’nın sessiz bir sahil köşesinden ev tuttum. İstersen bundan sonra orada da kalabilirsin...” Gözlerim kocaman açılmış, abimin ciddi olup olmadığını anlamaya çalışıyordum “Ryker, şaka yapmıyorsun değil mi?” gerçekten heyecanlanmıştım, deniz kenarında bir ev yıllardır hayalimdi ama hep okulumu bitirmeyi beklemiştim. “Tamamen ciddiyim, ev anahtarlarını bizzat kendim vermek istiyordum ama biliyorsun, şu fosil hayvanlarla uğraşıyorum. Posta için gelecek ilk roketle göndereceğim ama, merak etme.” “Çok, çok teşekkür ederim Ry- abi! Tatilde görüşelim. Ayrıca hayvanları rahat bırak, ölmüşlerse bir sebebi vardır.” Dinlemeyeceğinin elbette farkındaydım, abim kafayı asırlar önce yok olmuş bir gezegende, Dünya’da yaşamış canlıları hayata geçirmekle bozmuştu. Bir kaç tanesinin fotoğraflarını görmüştüm ve kesinlikle gereksiz olduğundan emindim. O kocaman fillere neden ihtiyacımız olsun ki? Su ejderhaları onlardan çok daha güzel gözüküyorlardı. Abim aramayı sonlandırdıktan sonra ıslık çalarak projemin başına döndüm, artık burayı işgal edecek bilinmeyen canlıların ya da can sıkıcı trafiğin pek bir önemi yoktu... ✵ Günümüz, Aviòna, Dwarka. Dwarka. Aviòna’da yer alan, yüzeyi suyla kaplı bir şehir. Bir deniz veya okyanus gibi değil, sokakların ortasında bir karış yüksekliğinde sulardan bahsediyorum. Muhtemelen bu yüzden adını sular altında kalmış eski bir kayıp şehirden almıştı. Nüfusu son yıllarda azalmıştı, bizim gibi bir çok aile farklı yerlere taşınmıştı ve bu muhteşem şehir günler geçtikçe yalnızlaşıyordu. Aviòna gibi kalabalık bir gezegende bulunmasına rağmen. Bizim eski evimiz de buradaydı. Tarihi bir yapı gibi görünen eski bir binada yaşardık, sonra abim ve ben Ärmilla’ya okumaya; annem ve babam da Luzanna’da akrabalarının yanına gitti. Yüksek sesle itiraf edemeyecek olsam da burayı, ailemizi deli gibi özlüyordum ve buraya gelmek anılarımı yeniden hayata geçirmişti. Yürürken bir dondurma makinesi çarptı gözüme, artık çalışmıyordu ama küçükken abimle ilk kim dondurma alacak kavgaları yaptığımı hatırlıyordum hala. Tüm çocuklar uçan scooter’larıyla gezerken ben ve abim sokaklar boyunca koştururduk, tuhaf tuhaf bakarlardı bize, anlamazdım. Yaşadığımızı hisseden, adrenalini damarlarımızda koşturmaktan korkmayan bizken neden tuhaf bakanlar onlardı? İnsanlığını unutmanın neresi güzeldi? Açık kahverengi eski binaya vardığımda önce etrafımı kontrol ettim, eski komşularımızdan birine rastlama umuduyla ama kimse yok gibi gözüküyordu. Daha fazla beklemeden parmak izimi okutup binaya girdim. Asansöre ilerledim önce, sonra vazgeçip kullanılmayan o merdivenlere yöneldim. Kim bilir üzerine insan basmayalı kaç yıl olmuştu? Küçük, yirmi katlı bir binaydı ve biz altıncı kattaydık. Altıncı katta yaşayan mütevazı bir insandan, öğrenci binalarının zirvesini beğenmeyen birine... Zaman bize ne yapmıştı? Altıncı kata çıktığımda büyük koridorda sekiz dairenin birincisine ilerledim. Ortadaki büyük ayna bana yansımamı sundu, toplu kızıl saçlarım ve hüzünlü gözlerim. Ne saçma bir tablo... Kendime bakmayı bırakarak bir kez daha parmağımı okuttum ve içeri girdim. İçerisi havasız değildi, demek ki abim çoktan gelmişti. Doğrudan salona ilerledim, abimi ise resimlerinizi başında buldum. “Ben geldim.” dedim abimin yanına yürürken. Elinde ikimizin havuzda boğuştuğu ve abimin elinde kırmızı bir gülün durduğu anın fotoğrafı vardı. Hatırlıyordum, onlarca güzel çiçek beğendirmeye çalışmıştım abime ama o Aviòna’da doğru düzgün yetişmeyen, annem ve babamdan yalvararak istediğim için laboratuvarda yaptırdıkları gülü istemişti. Hala kırmızı gül dışında hiçbir çiçeği sevmiyordu. Resmi yerine bırakarak bana döndü. “Sonunda geldin,” beni salona yönlendirirken rahatlamış bir nefes verdi. “Anlatmam gerekenler var.” Salondaki deri koltuklardan birine oturduk, konuşmasını bekleyerek ona baktım. “Haberin yalan olduğunu bende bilmiyordum,” diye başladı. “Kuyruklu yıldız olayını gerçek sanıyordum. Zaten haberler gizli tutuluyormuş, bilen kişi sayısı on falandı.” “Neden? Aptal mı bunlar, daha çok kişinin haberi olsaydı belki çözüm yolu bulurlardı!” “Çözüm yolunu zaten biliyorlardı. Daha o... ‘canlıları’ sisteme girdiği anda imha etmeleri gerekirdi.” “Öyleyse neden yapmadılar?” “Bilmiyorum ki!” endişeyle yüzünü ellerinin arasına aldı. “Belki uzaylıları keşfettiklerini düşünüp bir hamle yapmadılar. Yine de yeşil, siyah gözlü yaratıkların ‘Merhaba Frei’ halkı! Biz dostuz’ demeyeceklerinden eminim.” “Biraz sakin olmalısın, Ryker. Belki yalnızca uzayın bir taraflarında yaşayan hayvanlardır?” “Buna sen bile inanmadın,” diye cevap verdi. Eh, haklıydı, tamamen onu rahatlatmak için söylemiştim. Uzayda uçan tek boynuzlu atlar falan olduğunu sanmıyordum. “Olsun, sonuçta daha ne olduklarını bilmiyoruz. Belki bize hiçbir zararı dokunamayacak gelişmemiş canlılardır.” “Gelişmediklerini mi sanıyorsun?” kesik bir nefes vererek güldü. “Yıllardır, hatta yüzyıllardır insanlar kendilerinden başka canlılar, uzayda yaşayan bir şeyler bulabilmek için çalışıyor, ve gelen ‘şeyler’ her neyse bizden ne tür canlılar olduklarını bile gizleyebiliyorlar. Ve o aptal yöneticiler aileleriyle beraber kaçmak dışında hiçbir bok yapmıyor!” Ayağa kalkıp sinirle ayağını masaya vurdu. İlk defa sakinliğini kaybettiğine şahit oluyordum. “Sence neden Ärmilla’ya gidiyorlar?” diye devam etti. “Çünkü genç nüfus orada! Her şeyin bir nedeni var Maya, onlar zararsız olamaz!” “İyi de, Frei Halk Birliği’de buna göz yumamaz. Gençleri neden tehlikeye atsınlar?” İşte aklıma takılan nokta buydu. Tamam, bencil yöneticilerle dolu bir hükümete sahip olsakta bu öğrenciler için geçerli değildi. Ärmilla, neredeyse tamamı öğrencilerle ve üniversitelerle kaplıydı. Öğrenciler için imkanların harika olmasının yanı sıra bir çok araştırma laboratuvarı da kurulmuştu. Yani gençlere bu kadar değer verilirken onları ölüme terk etmeleri pek olası değildi. “Yirmi bilim insanını oraya gönderdiler. Bence misafirlerimizi onlar karşılayacak.” “Yani gelecek.. şeyleri inceleyeceklerini mi söylüyorsun?” “Aynen öyle.” Tahmin edilmesi pek zor değildi ama abimin endişelenme nedenini anlamamıştım. Bence özellikle onun gibi bir bilim insanı için heyecan verici bir gelişmeydi bu. Gerçekten uzaylıların gerçek olma olasılığı var mıydı? “Belki bu o kadar da kötü bir şey değildir.” abim şaşkınlık ve sinir karışımı bir ifadeyle bana baktı. “Ne demeye çalışıyorsun?” “Az önce sen de söyledin. İnsanlar yüzyıllardır başka canlılar bulabilmeyi umuyor. Belki gerçekten uzayda yalnız değilizdir. Hatta insanlara benzeyen canlılar bile olabilir, bir düşünsene!” “Bu kendimizi tehlikeye atmamızı gerektirmez, Maya.” başını iki yana saklarken odadan çıktı. Odada tek başıma kaldığımda arkadaşlarıma haber vermek ancak aklıma gelmişti. Bir tane Stew’e bir tane de Meila’ya mesaj atarak konumumu gönderdim. Tanıdığım herkese haber yollayamazdım, yoksa birilerinin Ärmilla’ya haber sızdırdığını anlarlardı. En yakın iki arkadaşıma haber vermek yeterliydi. Zaten bunun gibi durumlarda ikisine haber vermeye alışmıştım, çünkü artık arkadaştan öte kardeş sayılırdık. Stew’le arkadaşlığımız daha bu binada yaşadığımız zamanlara dayanıyordu, ben Ärmilla’ya gittikten iki sene sonra o da üniversite kazanıp gelmişti ve yeniden iletişim kurmuştuk. Meila ise sessiz bir öğrenci oluşuyla dikkatimi çekmişti, ona resmen kafayı takmış ve arkadaş olana kadar da rahat bırakmamıştım. Pişman değildim. Onları beklerken abime bakıp bakmamam gerektiğini düşündüm ama onu bir süre rahat bırakmak daha iyi bir seçim gibiydi. Bu yüzden boş kalmamak ve bir şeylerden haberdar olabilmek amacıyla televizyonu açtım. Bu sıralar çok fazla haber izliyordum, alışkanlık haline getirmesem iyi olurdu. Haberlerde abimin yeni projesi ve işlenen bir cinayet dışında elle tutulur bir şey yoktu. Sanki her şeyi kafamızda kurmuşuz, diğer herkes normal hayatına devam ediyor gibiydi. Saat gece ikiyi bulmuştu fakat hala Stew ve Meila’dan haber anlamamıştım. Onların mini roketi yoktu, gece yapılan uçuşlara yer kaldıysa gelirlerdi ama yine de bana haber verilerdi. Abimin isminin ekmeğini az yememiştik. Salondan çıkarken abimin eski odasına doğru yürümeye başladım. Kapı açıktı, odasındaki büyük camdan dışarıyı izlerken biriyle telefonda konuşuyordu. Konuşmayı bitirdiğinde sesindeki endişeyi çok net hissetmiştim. “Ne oldu?” diye sordum abim bana doğru dönerken. Derin bir nefes aldı. “Gelmişler.” dedi tek nefeste. “Ama uzaylı değiller.” “Nasıl yani? Uzaylı değilse ne bunlar?” “İnsan. Bizim gibiler...” Yutkundum. Bombanın pimi çekilmişti, bundan sonra hiçbir şeyin aynı olmayacağını biliyordum.
|
0% |