@lunadormir
|
1. BÖLÜM
Yalnızım. Uzun bir süredir. Aslında bir bakıma kendimi bildim bileli. Hep yalnızdım. Kendimi acınası göstermek için demiyorum ama hep kendi başıma, kendimi kendim büyütmek zorunda kaldım. Bu biraz üzücü ve biraz da trajedik. Anne sevgisi gördüm ve baba sevgisi de… Ama ilgiyi asla alamadım. Beni sevdiler ama uzaktan. Gerçekte ne hissettiğimi sormadılar, neden ağladığımı veya neden güldüğümü. Tek dertleri mutlu bir aile profili çizmekti. Yanlarında kendimi hep uyumsuz hissettim. Babam hep işe giderdi ve uzun bir süre eve dönmezdi. Annem evden çalışırdı ve sadece yemek saatleri beraberdik. Bütün gün tek başıma odamda oyuncaklarımla oynayıp durdum. Ama bir kere de gelip benimle beraber oynamadılar. Hep ama hep meşguldüler. Meşgul, meşgul, meşgul! Sadece ama sadece uyuma zamanım gelince bana arada sarılıp iyi geceler derlerdi. Bana hiç kötü davranmadılar. Aslında yakınma hakkım olmadığını biliyorum. Ama bazen okuldayken kendimi herkese karşı yabancı hissediyorum. Sınıf arkadaşlarım aileleri ile ne yaptıklarını konuşuyor, doyasıya anlatacakları anıları var. Bende ise sadece 5 yaşımda beraber gittiğimiz o lunapark anısı var. Onun dışında doğru düzgün hiç beraber olamıyoruz.
Eskiden, ben çok daha küçükken benimle daha ilgililerdi. Annem her zaman gülüyordu ve babam beni kucağına alıyordu. Ama her şey ben 5 yaşına geldiğimde bozuldu. Bir gün annemle babam çok büyük bir kavga etti. Neden ettiklerini hiç anlamadım, şimdi bile anlamıyorum. Ama o zaman bir şeyler bozuldu. Annem daha sessizleşti babam ise daha az eve uğramaya başladı ve beraber dışarıya artık çok az çıkmaya başladık. İkisi birbirlerine kırgındı, hissediyordum. Beni seviyorlardı, hala eskisi gibi beni seviyorlardı ama sanki pes etmişler gibi benimle ilgilenmeyi bıraktılar. Genelde tek başıma bazen de bakıcımla beraberdim. Ve hep tek olduğumdan sessizleştim. İçime kapandım. Ve düşünceler kafamın içine doluşmaya başladı. Yalnız kaldıkça daha çok, daha çok düşünmeye başladım. Ve bir gün artık anladım. Ben yaşıtlarımdan çok daha önce olgunlaştım ve en kötüsü sessizliğim yüzünden artık arkadaşım diyebileceğim kimse yoktu. Etrafıma baktıkça yalnızlığım somut bir hal aldı. Yalnızlık gibi soyut bir kavramın somutlaşabileceğini o zaman net bir şekilde anlamıştım. Ve sustum. Sustum. Sustum. Sustum. İçime attım. Attım. Attım. Ağlamadım, bağırmadım ve gülümsemedim. Somurtkan biri oldum.
Sonra bir gün telefon çaldı. Ben kitap okuyordum. Bir aslan ve fare ile alakalıydı. O sırada telefonu açan annemin keskin bir şekilde “Ne dediniz!” dediğini duymuştum. Kitabı kafamdan kaldırdığımda annemin dudaklarını ısırdığını ve elini sıktığını görmüştüm. Ters bir şey olduğu açıkça belliydi. Ama görmek istemedim. Benimle ilgilenmeyen ailemle artık ben de ilgilenmiyordum. Bu yüzden kitaba tekrar döndüm. Okumaya devam ettim. Bir süre sonra ise annem hışımla yanıma geldi.
“Anneciğim, ben kısa süreliğine dışarı çıkıyorum. Bakıcı abla ile uslu bir şekilde dur. Tamam mı?” Kafamı tekrardan kitaptan kaldırdığımda annemin göz pınarlarındaki gözyaşlarını gördüm. İçimi bir sıkıntı kapladı. Anneme sarılmak ve ne olduğunu sormak istedim. Onu bu kadar telaşa sokup üzen şeyin ne olduğunu sormak istedim. Ama yapmadım. Zaten yapamazdım. Çünkü hiç doğru düzgün sarılmamıştık ve nedendir bilinmez bu soruları bana hiç sormamıştı. O yüzden sadece ses çıkarmadan kafamı salladım.
Annem yağmurluğunu ve botlarını giyip dışarı çıktı. Yavaş bir şekilde kanepeden kalkıp salonun penceresine ilerledim. Annem çoktan arabaya binmişti. Ve çok geçmeden kırmızı arabayı çalıştırıp uzaklaştı. ‘Acaba,’ dedim kendi kendime, ‘acaba bu kötü olay beni de etkilecek mi?’ Yavaş adımlarla oturduğum kanepeye tekrardan oturdum. Kitap okuyasım yoktu. Bu yüzden kanepeye uzanıp gözlerimi kapattım. Zihnimi esir alan düşüncülerden kurtulmak için gözlerimi kapattım. Sakin ve mutlu olduğum bir dünyaya yelken açmak için gözlerimi kapattım. Ve uykuya daldım.
Sarsılarak uyandım. Daha doğrusu birinin beni sarsmasıyla uyandım. Annemdi. Hala yağmurluğuylaydı. Yağmurluğu ıslaktı ve hava kararmıştı. Ama annemin yüzü de ıslaktı. Gözleri kırmızıydı. Elleri titriyordu. Ne olduğunu bilmediğim bir olaydan kokmaya başlamıştım. Sakin annem şuan telaş içindeydi. Annem zorlukla yutkundu. Bana keder içinde bakıyordu ve kollarımı sımsıkı tutuyordu. “Lotte,” diyerek bana baktı ve tekrar yutkundu. “Beni sakince dinlemeni istiyorum.” Sonra onu dinleyip dinlemediğimi tartarmış gibi gözlerime baktı. En sonunda bir karara varmış gibi söze başladı. “Öğlen civarı beni biri aradı. Arayan kişi hastanedendi. Baban, bugün sabah otelde…” annem sonra sustu. Sanki söylemeye dili varmıyordu. Ama ben parçaları birleştirmekte iyiydim. Şu zamana kadar hayatımı susarak ve birilerini izleyerek geçirmiştim. O yüzden bir şeyleri yakalamakta iyiydim. Ama bu sefer yanılmak istedim. Annemin diyeceği şeyi doğru tahmin etmek istemedim. Çünkü ben, ben… ben onu çok uzun bir süredir görmüyordum. Sesini uzun zamandır duymuyordum. Ama annem derin bir nefes alıp devam etti. “…baygın bulunmuş. Acele ile hastaneye götürseler bile baban nefes almıyormuş. Kalbi atmıyormuş. Şuan anlamakta zorlandığını biliyorum. Ama gerçek şu ki, baban yıldız oldu. O artık bizi hep gökyüzünden izleyecek.”
Anneme sarsılmış bir şekilde bakıyordum. Bu terimin ne olduğunu, ne demeye çalıştığını anlamıştım. Ama ilk defa yaşıtlarımdan daha olgun olmam canımı bu kadar yaktı. Titreyen dudağımla fısıldayarak “Yani, öldü mü?” diye sordum. Annem bu sözlerin ağzımdan çıktığını duyunca gözlerimin önünde ağlamaya başladı. Sonra ise uzun süredir ilk defa bana sımsıkı sarıldı. Saçlarımı okşayıp benden defalarca kez özür diledi. Neden dilediğini anlamadım. Sadece bende sessizce anneme eşlik edip ağladım. Ağladım. Ağladık. Ve o gün çok uzun süredir ilk defa beraber uyuduk - onun kolları arasında.
***
Gel zaman git zaman babam öldüğünden beri iki yıl geçti. On yaşındaydım. Annemle beraber eskisinden daha küçük ve sıcak bir evde yaşıyorduk. Annem benimle daha ilgiliydi ve ben eskisine kıyasla daha çok gülümsüyordum. Ama babamın eksikliği ikimize de yansıyordu. Ama ben daha kolay atlattım. Belki yaşım küçük olduğundan belki de herkes gibi bana babalık yapamadığından. Beni hep yalnız bıraktığından. Annem ise o zamandan beri biraz çöktü ve zayıfladı. Eskisine göre yorgun. Artık hep benim için çabalamaya çalışıyor ama hep yorgun. Gözlerinin altı her geçen gün çöküyor. Zaten annem bir gün gözlerimin önünde bayıldı. O an beynim durdu. Ben mutfağa su almak için girmiştim annem ise yemek yapıyordu. Su içtikten sonra bardağı tezgaha bırakıp arkamı döndüğümde annemi yerde yatar halde buldum. Başta ne olduğunu anlayamadım. Sonra beynim durdu. Ama uzun süre geçmeden hızla yanı başına çömelip annemi sarsmaya başladım. Ama hiç hareket etmedi. Boğazım yırtılırcasına anneme seslendim ama hareket etmedi. Gözlerini açmadı. Sadece o şekilde yatmaya devam etti. Korkuyla yan komşunun kapısını yumruklayıp ziline basıyordum. Kapı açıldığında yüzüm ne haldeyse azarlanmak yerine neyim olduğu soruldu. Kapıyı açan teyze çok nazik bir teyzeydi. Ona yaşadığım olayı anlattım ama sonrasını hatırlamıyorum. Büyük ihtimalle o sıra şok geçiriyordum. Kendime geldiğimde hastanedeydik ve annemin uyanmasını bekliyorduk. Teyze de benimle beraber bekliyordu. Ara sıra hastanenin kafeterya bölümünden bana tost alıp getiriyordu.
Annem uyandığında çoktan bir gün geçmişti. Doktorlar bana annemin yorgunluktan halsiz düştüğünü bu yüzden uzun bir süre uyuduğunu söylemişlerdi. Ama sonra teyzeyle özel olarak konuştular. Benim duymamam gereken bir şeyi teyzeme anlattıklarını biliyordum. Ama kafamda komplo teorileri kurarak yalnızca kendimi yaralayacağımı bildiğimden bu olayı umursamadım ve sadece annemin kollarına ilerledim. Ona sımsıkı sarıldım. Annem çok halsizdi ama bana gülümsemeye çalıştı. Gülümseyerek endişelenmemem gerektiğini söyledi. Yakında iyileşeceğini ve her zamanki hayatımıza döneceğini söyledi. Ona inandım daha doğrusu inanmak istedim.
Çok uzun bir süre hastanede kaldık. Ve her geçen gün annemi daha az görmeye başladım. Her geçen gün biraz daha az. Biraz daha az. Biraz daha az. Ve sonra bir baktım ki 3 gündür annemi göremiyordum. Sesini duyamıyordum. Kokusunu içime çekemiyordum. Bana sarılan sıcak ve kendimi güvende hissettiren kollarına ulaşamıyordum. Sadece bekliyordum. İyileşmesini, ayağa kalkmasını ve eve dönmemizi…
Sonra bir gün teyze yanıma geldi. Beni hastaneye yakın bir parka götürdü. Oradaki banklardan birine otururken parka gelmeden önce aldığımız dondurmayı yedik. Ve en sonunda teyze söze başladı. “Charlotte, canım, annenin durumu biraz ağırlaştı. Endişelenme, iyileşecek. Sadece bu süre biraz uzun sürecek. Ve hem annenin hem de benim senin çocukluğunu burada geçirmene içimiz el vermiyor. Daha iyi bir ortamda bir süre kafa dinlemeni istiyoruz. Orada yarım kaldığın derslere de devam edeceksin hem de. Annenin bir çocukluk arkadaşı var. Annen babanla evlenene kadar hep çok yakınlarmış, aralarında su sızmazmış. Ama şartlar gereği mesafeden dolayı uzaklaşmışlar. Annen seni oraya göndermemi istedi. Şuan eskisi kadar yakın olmasalar bile merak etme yine de onlar çocukluk arkadaşları. Hatta duyduğuma göre senin yaşlarında oğlu da varmış. Annen iyileştiğinde seni oradan almaya gelecek. Çok uzun sürmeyecek, merak etme. Senin düşüncen ne bu konuda, canım? Gitmek ister misin?”
Teyze sözlerini bitirdikten sonra bana anlayışla bakmaya başladı. Sanki kararım ne olursa olsun bunu anlayışla karşılayacağını söylüyordu. Uzun süre görüşmeme izin verilmeyen annemle teyzem konuşmuştu. Konuşabilmişti. Ona izin vardı. Demek ki annem benim görmemem, bilmemem gereken bir şekilde. O kadar hasta. Evet, hasta. Neyi var hala bilmiyorum. Ama hasta. Belki babam öldüğünden beri. Belki de daha önceden beri. Annemi seviyorum. Ama yine yalnızım. Yalnızlığa alışkınım. Ama yalnızlıktan korkuyorum. Babam gibi annem de gidecek mi? Tamamıyla yalnız kalacak mıyım? Hayır, olumsuz düşünmeyeceğim. Şimdi olmaz. Teyzeye güveneceğim, iyiliğimi düşünen anneme güveneceğim. Annemle daha yeni toparlanmışken tekrar her şeyin mahvolmasına izin vermeyeceğim. Hayır, annem istiyorsa tamam o zaman. Benim iyiliğimi düşünen annem için ve benim için endişelenen teyze için, evet gideceğim. Uzun süre düşüncülerle boğuştuktan sonra teyzeye hafifçe kafamı sallayıp gözlerime sızan güvenle “Tamam, giderim. Yeter ki annem iyileşsin.” dedim. Teyze bu sözlerimi duyduktan sonra bana sımsıkı sarılıp “Her şey geçecek, yavrum.” diye sayıkladı.
Şimdi ise uzun bir süredir arabadaydım. Bu yolları tanımıyordum. Şoförü tanımıyorum. Sadece annemin arkadaşına gittiğimi biliyorum. Hastaneden ayrılalı bir saatten fazla olmuştu. Yanımda hastaneden getirdiğim birkaç eşyam dışında hiçbir şey yoktu bu yüzden canım dehşet sıkılmıştı. Uzun bir süredir tarla yollardan geçiyorduk, ovalardan, çayırlardan, yeşilliklerden. Şoför hiç konuşmuyordu ve radyoyu açmamıştı. Uzun yolu sessiz bir şekilde geçiriyorduk. Bir on dakikadır ormanlı yolun içinden geçmeye başladık. İstemsiz bir şekilde kafamda felaket senaryoları kurmaya başlamıştım bile. Ama nihayet araba durduğunda kafamı camdan kaldırdım. Şoför çevik bir şekilde kapımı açtı. Sırt çantamla beraber arabadan indim. Kafamı kaldırdığımda olağanüstü görüntü karşısında şaşkına döndüm. Bir ormanda gizlenmiş kocaman bir villanın önündeydik. Her tarafta rengarenk çiçekler vardı. Villa çitlerle çevrilmişti. Villanın rengi beyaz-griydi. Ve villanın önünde büyük bir havuz vardı. Kocaman kapıdan içeri girip villanın önündeki bahçeleri geçtik ve en sonunda villanın önünde duran iki insanla karşılaştım. Biri uzun biri kısa. Biri annem yaşlarında bir kadın, diğeri benim yaşlarımda bir oğlan. Kadın kumral saçlı, buğday tenliydi ve gözleri kahverengiydi. Oğlan ise siyah saçlı ve açık tenliydi. Gözleri ise yeşil renkteydi. Aslında pek benzemiyorlardı. Şoför bey beni bu ikilinin yanına götürüp ansızın uzaklaştı. Karşımda tanımadığım iki yabancı vardı bu yüzden stresten dudağımı kemiriyordum. Kadın bana sıcak bir şekilde bakıyordu. Oğlan ise yeşil gözlerini kısarak beni inceliyordu. Ve oğlanın gözleri her saniye daha da parlıyor gibiydi. Tam bu sırada kadın konuşmaya başladı.
“Merhaba, Charlotte. Senin için eminim uzun ve sıkıcı bir yolculuktu. Ama buraya sağ salim gelebildiğin için çok mutluyum. Ben annenin arkadaşı Hannah. Bu da oğlum Noah. Şuan eminim çok acıkmışsındır, istersen içeriye geçip yemek yiyelim. Sonra yorgunluğunu atmak için odanda dinlenirsin.”
Kadının sözlerinde hiçbir alay yoktu her sözünde samimiydi. Bana şefkatle bakıyordu. Bu sırada oğlu araya girdi.
“Annem de dedi, ben Noah. Duyduğuma göre benden bir yaş küçükmüşsün. Bir süre bizimle kalacaksın bu yüzden umarım anlaşabiliriz.” Sözlerini tamamladıktan sonra sol elini tutmam için uzattı. Bana rahat bir şekilde gülümsüyordu. Kötü bir insana benzemiyordu. Sınıftaki erkeklere göre çok olgun duruyordu. Belki de benden bir yaş büyük olmasının da bir etkisi vardır. Ben de gülümseyip “Benim de dileğim bu.” diye karşılık verdim. Ardından uzattığı elini sıktım. Ama ellerimiz hemen ayrılmadı çünkü Noah’ın elini sıktıktan sonra Noah elimi bırakmayacakmış gibi tutmaya başladı. Aynı zamanda yüzündeki gülümsemede ufak bir çatlak oluştu. Yeşil gözleri ise bir anlık kararır gibi oldu. Ama sonra anında kendine çeki düzen verip elimi bıraktı. Ardından evin içine girdik. |
0% |