Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2. Bölüm: altın kalp

@m1sslav1n1a

Bir şey yapmadan da yorulabiliyor insan, düşündükleri ağır geliyor mesela.

-Octavio Paz-

 

 

Hayatınızın kötü olduğunu mu düşünüyorsunuz, bunu size düşündüren ne? On yaşınızda kansere mi yakalandınız? Daha henüz on dört yaşınızda en yakın arkadaşınızı mı kaybettiniz? Aileniz işleri yüzünden size ilgi vermeyi mi unuttu? Dışlandınız mı? Anne ve babanız gözlerinizin önünde eriyor ve siz hiçbir şey yapamıyor musunuz? Peki ya hiç ölmek için Allaha yalvardınız mı? Eğer cevabınız evet ise size bunu yaptıran neydi?

 

Fiziksel olarak canınızın çok acıması mı? Ya da psikolojik olarak tükenmiş olmanız mı?

 

Ben her ikisini de yaşadım, fakat duam her zaman yaşamak için oldu, yaşamalıydım bu hastalıktan kurtulmalıydım çünkü söz vermiştim..

 

Dokuz yaşımdan beri kanserle mücadele ediyorum, tam her şey bitti derken her şey daha da mahvoluyor, tam iyileştim artık bir şeyim kalmadı diyorum ama iş işten geçmiş oluyor..

 

Yusuf doktorun kapısının önünde bir sandalyeye oturdum, arkama iyice yaslandım, ayaklarım yere zar zor değiyordu.

 

Kansere yakalandığım ilk an geldi aklıma, hiç bir şeyden haberi olmayan ama yine de içinde huzursuzluk olan o kız çocuğu geldi aklıma, annesi ağladığı için öleceğini sanan o kız çocuğu, doktoru söz verdiği için arkadaşına hiç bir şey olmayacağına inanan o kız çocuğu, aptal ama mutlu olmak için elinde nedenleri olan o kız çocuğu..

 

Şimdi ise hayatta kalmam için tek nedenim verdiğim söz, Aras verdiği sözü tutamamış olsa da ben verdiğim sözleri tutardım.

 

tutabilirdim değil mi?

 

Kafamı kapıya doğru yaklaştırdım ve kapıyı dinlemeye çalıştım. "Açıkçası kızınızın bu zamana kadar yaşaması bir mucize diyebiliriz, fakat bu mucize ne zamana kadar devam eder bilemiyoruz." Yusuf doktor, kelimelerini oldukça özenli seçiyordu.

 

"Yani?" dedi annem titreyen sesiyle, sessizlik oldu, yerimde kıpırdandım, ben mi duyamıyordum yoksa onlar konuşmayı mı bırakmıştı? Kulağımı iyice kapıya yasladım. Yusuf doktor ilk önce içli içli bir nefes aldı, "Neşe'nin durumu hiç iyi değil Neslihan hanım."

 

Vay be doktor sen de ne yalancı çıktın, daha geçen gün turp gibi olduğumu söylemiyor muydun? Diye geçirdim içimden. "Motivasyonu bozulmasın, üzülüp durumunu daha kötüye sokmasın diye Neşeye henüz hiçbir şey söyleyemedik fakat başaramıyor Neslihan hanım." Annemin burnunu çektiğini duydum, kesin yine ağlıyordu.

 

Annem oldukça sulu gözlü bir insandır ve bende biraz ona çekmişim. karşımda ki insan bir tartışma esnasında bana sesini yükseltse oturur ağlardım karşısında ya da birine çok sinirlendiysem de ağlardım. ben genel olarak ağlıyorum, kendimi savunmaktan çekiniyorum, içimde hep ya karşımda ki insanı kırarsam hissi oluyor, bu yüzden her zaman sessiz kalıyorum.

 

"Kendinizi her şeye hazırlayın Neslihan hanım. Fakat güçlü durmaya da özen gösterin çünkü Neşe sizden de etkileniyor." Tekrar annemin burnunu çektiğini duydum. "Tamam." Dedi annemin ince bir sesi.

 

Daha demin öleceğimi öğrendim, verdiğim sözü tutamayacağımı öğrendim. Hayallerim ne olacaktı? Onca hayal çöpe mi gidecekti? Kurduğum onca düş yarım mı kalacaktı? Ben yarım mı kalacaktım? Daha bu hayatın tadını çıkartamadan ölecek miydim?

 

Gözümden akan bir damla yaşı elimin tersi ile sildim. kapının önünde hareketlilik hissetmiştim, hızla kafamı kapıdan çektim, yavaşça yanaklarıma vurdum kendime gelmem için. Tahmin ettiğim gibi annem odada ağlamıştı çünkü gözlerinin içi kızarmıştı.

 

"İyi misin anne?"

 

"Ben iyiyim kuzum asıl sen nasılsın?"

 

"On yaşımda nasılsam şuan da öyleyim anne ama bakıyorum da sende o gün ki gibisin." Annem yalandan güldü, "saçmaladın sende iyice Neşe, yürü hadi odaya." Gülümsedim çünkü gülümsüyordu, güçlü durdum çünkü güçlü duruyordu.

 

odama girerken bakışlarım benim odamın karşısında olan Eylül'ün odasına kaydı, annem odamın kapısını açtı "hadi kızım geç neyi bekliyorsun?" Omuzlarımı silktim "anne ben biraz Eylül'ün yanına gideceğim sen geç." Dedim annem olumlu anlamda kafasını salladı "tamam geç kalma sakın bak bekliyorum." Kafamla annemi onayladım "kalmam merak etme."

 

Annem odaya girip kapıyı kapattığında bende Eylül'ün odasının kapısını tıklattım "gel" diye seslendi, içeriye girdim. Eylül heyecanlı ve oldukça mutlu duruyordu.

 

"Nasıl sonuçlar bakalım?" Diye sordum gülümsemeye çalışarak, hızla yataktan kalktı, hevesle "çok iyi, çok iyi Neşe." Hızla adımlarla yanıma geldi, ellerimi tuttu. "Neşe ben galiba başarıyorum." Dedi olduğu yerden zıplayarak, sevincine ve neşesine gülümsemeden edemedim.

 

"Senin adına çok sevinden balım." Dedim Eylül'ü kendime çekip sarıldım. "Senin ki nasılmış?" Diye sordu umutlu gözlerle bana baktı. Hayatım boyunca Eylül'e yalan söylememiştim, söyleyeceğim gerçek onu ağlatsa da doğruları söylemiştim hep, şimdi ise Aras'ın ölümünü söylediğim gibi kendi ölümümü ona söyleyecektim. Evet canı belki çok yanacaktı ama söz vermiştik yalan söyleyemezdik. Şu hayatta önemsediğim tek şey sözler, biri söz verildiyse o söz tutulmalıydı.

 

"Annen burada mı?" Annem, öleceğimi bildiğimden haberi yoktu ve Eylülün annesi bildiğimi duyarsa anında anneme söylerdi. Kafasını hayır anlamında salladı, "annem kafeterya da babamla keyif çayı içiyorlar gelmezler şuan." Kafamı tamam anlamında sallayıp derin bir nefes aldım.

 

Derin bir nefes daha aldım kafamı aşağıya eğdim, "Eylül ben başaramıyorum." Dedim gözlerim dolmuştu, ağlamamak için gözlerimi oda da dolaştırdım. "Ne demek başaramıyorum Neşe? Gözlerime bak Neşe, açıklama yap!" Benim aksime Eylül ise duygulanınca sinirlenirdi, ve şuan oldukça sinirli gözüküyordu.

 

Kafamı kaldırıp Eylül'ün gözlerine kenetledim gözlerimi "başaramıyorum işte Eylül, ölecekmişim, güçsüzmüşüm, başarısızmışım Eylül." Eylül'ün gözlerinin içine bakarken gözümden bir damla yaş yanağıma süzüldü, Eylül ise karşımda dona kaldı.

 

"Saçmalıyorsun Neşe, sen benden daha güçlü, daha zekisin ne demek başaramamışım, gerçekten saçmalıyorsun. Kim dedi sana bunu?" Elleri yanaklarıma ulaştı baş parmağı ile yanağımdan akan gözyaşımı sildi, şefkatle yanağımı okşadı.

 

"Yusuf doktor annemle konuşurken duydum Eylül, bu zamana kadar yaşamam bile mucizeymiş, durumum çok kötüymüş, anneme kendini her duruma karşı alıştırmasını söyledi." Kendimi tutamayarak ağlamaya başladım, gözlerimden boşalan gözyaşlarım yanaklarımdan süzüldü. Eylül beni kendine çekip sarıldı, kafamı Eylül'ün göğsüne yerleştirdim, Eylül'ün çenesi boynumdaydı aldığı nefesi hissedebiliyordum ve sanırım ağlıyordu. fısıltıyla konuşmaya başladım.

 

"Ölmek istemiyorum Eylül, ölmek istemiyorum, çok korkuyorum." Eylül'ün elleri yavaşça kısacık olan saçlarıma çıktı, narin elleriyle okşadı başımı. konuşmadı tek kelime edemedi, ne diyebilirdi ki? En sevdiği arkadaşlarından birisini kaybetmişti ve şimdi birisini daha kaybedecekti.

 

Ağlamam daha fazla şiddetlenirken konuşmaya başladım "sözümü tutamadım Eylül." Eylül'ün gözyaşı akıp enseme düştü. Eylül sarılmayı bırakarak kendini benden ayırdı, hızla gözyaşlarını sildi, "ölmek istemiyorum." Dedim gözümden düşen gözyaşlarını hiçe sayarak. "Hayır" dedi Eylül bana karşı koyarak kafasını iki yana salladı.

 

"Sende beni bırakıp gidemezsin, yapamazsın bunu bana duydun mu?" Gözyaşlarımı hızla elimin tersiyle sildim. "Özür dilerim." Diyebildim sadece. Fiziksel olarak canının acıtmasam da şuan kalbinin sızladığına yemin edebilirim. "Dileme özür." Gözünden bir damla yaş süzüldü. kalın demirden duvarları yıkılmak üzereydi.

 

Aras'ın ölümünden sonra kendine demirden duvarlar örmüştü. O zamandan beri ağladığını hatırlamıyorum ama şuan benim yüzümden ağlıyordu. "Eylül ben ölmek istemiyorum." Dedim tekrardan, içimde olan his kalbimi deşecek gibiydi. "Ben hayallerimi yaşamadan ölmek istemiyorum Eylül, kurduğumuz o kadar hayal varken hiç birini yaşamadan ölmek istemiyorum." Eylül hızla eliyle gözyaşlarımı sildi "hepsini yaşayacaksın hepsini yaşatacağım sana hiç merak etme." Dedi ardından beni kolumdan tutup yatağa oturttu.

 

Komodinin üzerinden iki tane kağıt ve kalem aldı, yanıma oturup kağıtlardan bir tanesini önüme koydu ardından kalemi kağıdın üzerine bıraktı. "Ne yapacağız bunlarla?" Diye sordum bakışlarımı kağıt ve kalemden alıp Eylül'e baktım "yaz bütün hayallerin, hepsini gerçekleştireceğiz." Burukça gülümsedim.

 

"Ya zamanımız yetmezse hepsini tamamlamaya?" Diye sordun bu kez, cevap veremedi. "Zamanımız yetmezse kalan hayalleri sen gerçekleştir" dedim bu kez, gülümsedi "kes duygusallığı, yetecek zamanımız konu kapandı. Şimdi yaz bakalım hayallerini" kalemi elime aldım ve biraz düşündüm.

 

"Başımız belaya girse de yapacağız değil mi?" Diye sordum çünkü yapmak istediğim şeyler hiç normal şeyler değildi.

 

"Yaparız yaparız ne de olsa ölmeyecek miyiz, her şeyi yapabiliriz." Dedi bu kez bakışlarımı kağıttan çekip Eylül'e baktım "ben öleceğim sen değil, sen yaşayacaksın benim ve Aras'ın ismini yaşatacaksın." Dedim Eylül'ün yüz ifadesini incelerken. "Kes sesini." Mimikleri oynamadan çok net bir şekilde söylemişti bunu, ben ise kavgaya devam etmek istemediğim için susmuştum.

 

"Lunaparka gidelim, eskiden hayal ettiğimizden biraz daha farklı ama.." Eylül tek kaşını kaldırıp bana baktı. "Nasıl bir farkla?" Diye sorduğunda gülümsedim "Lunapark kapandığında, hiç kimse yokken, sen ve ben aletleri kendi kendimize çalıştıralım." Dedim bu sefer. Eylül'ün iki kaşı birden havaya kalktı.

 

"Her şeyi yapabileceğimizi söylemiştin." Dedim bu sefer dudak büzerek. Eylül derin bir nefes aldı "yaz hadi bükme dudağını." Dedi, gülümsedim gözlerimin içi parıldadı, hevesle kalemi elime alıp güzelce özene özene yazdım.

 

'Gece lunapark kapandığı vakit kendi kendimize aletleri çalıştırıp eğlenmek'

 

Özenle yazdığım kağıda bakıp gülümsedim. "Başka neler hayallerin?" Diye sordu bu sefer. "Hani şu yasa dışı, bahisle oynanan boks maçları oluyor ya..." Eylül'ün gözleri büyüdü, "ölmek için bu kadar sabırsız olma." Dedi hayret eder gibi. "Ne olur izlemeye gitsek, lütfen." Dedim boncuk boncuk gözlerimle Eylül'e baktım.

 

"En azından sadece izlemek istiyorsun, bir an katılmak isteyeceksin sandım." Dedi, güldüm hatta minik bir kahkaha attım. "Gideriz değil mi?" Diye sordum tekrar şirin şirin. "Gidelim bakalım bir dayak yiyip geri gelelim." Dedi bu sefer, daha çok güldüm, burnumu çektim. Elimde olan kalemi hızla kağıda götürüp yazmaya başladım.

 

'Yasa dışı boks maçına gitmek'

 

Tekrar gülümseyerek kağıda baktım.

 

"Yok mu başka başımızı belaya sokacak hayallerin?" Diye sordu, kahkaha attım "olmaz olur mu hiç, daha yeni başlıyoruz." Yandık der gibi elini alnına yasladı.

 

"Özel yapılan balolar oluyor ya, onlara da katılmak istiyorum." Eylül tepki vermeden yüzüme baktı. "Hani şu özel davetiyeleri oluyor, herkes abiyeleri giyiniyor, makyajlar yapıyor, saçlarına güzel güzel şekiller veriyorlar." Dedim açıklama yaparak. "Bizim saçlarımız mı var? Hadi onu geçtim daha hastane masraflarını zar zor karşılıyoruz onların ki gibi elbiseyi nerede bulacağız?" Diye sordu, omuzlarımı silktim. "Peruk takarız, hani her şeyi yapacaktık Eylül ya" dedim bu sefer mızmız çocuklar gibi.

 

"Yapalım yapmasına kuzum da hiç normal şeyler istemiyorsun ki.." yine omuzlarımı silktim. "Normal bireyler değiliz ki normal şeyler isteyeyim" Eylül haklısın der gibi kafasını salladı. "Maalesef bu konuda haklısın" güldüm daha sonra kalemi elimde çevirdim. "Gidiyoruz değil mi?" Diye sordum, kafasını aşağıya yukarıya salladı bende hevesle kağıda yazdım.

 

'Özel bir baloya katılmak'

 

Kalemi dudaklarıma yasladım ve hayallerimi hatırlamaya çalıştım..

 

"Bir çok hayalin var Neşe neyi düşünüyorsun, yardım etmek amacı ile ben sayayım sana. Aşık olmak, bir tane kız çocuğunun olması, yüzmeyi öğrenmek, şu Kapadokya da olan uçan balonlara binmek, kitaplarla kolu bir odan olması ve bir kedinin olması mesela, bunlar sadece bir kısmı, daha Allah bilir ne tür hayallerin var." Gülümsedim.

 

Hayatım boyunca kimseye aşık olamamıştım, bir iki tane platoniğim olmuştu fakat onları da 1 2 güne unutmuştum. Bir tane kız çocuğumun olmasını hala çok istiyorum fakat bu imkansız onu doğurana kadar ölürüm. En son 6 yaşında yüzmüştüm o zamandan beri ne havuza ne de denize girmiştim. Aras bana söz vermişti bana yüzmeyi öğretecekti fakat sözünü tutamamıştı. Uçan balonlara binmeyi ve kitaplarla dolu bir odamın olmasını en büyük hayallerimden birisi ve kedi, beyaz mavi gözlü bir kedimin olmasını istiyorum, kızımla birlikte kedimi de büyütmek istiyorum hatta ismini ne koyacağını bile biliyordum 'mucize' ismini 'mucize' koymak istiyordum.

 

"Tamam bu dediklerini de ekleyelim o halde, fakat bir sorunumuz var bebeği doğurana kadar ölürüm ben onu yazmasak da olur." Gözlerime beni öldürecek gibi baktı "bir daha ölüm kelimesini kullanırsan seni kanser değil ben öldürürüm Neşe, duydun mu?" Sırıtarak kafamı aşağıya yukarıya salladım "iyi, yaz o halde" kalemi elime aldım, özene özene hayallerimi yazmaya başladım.

 

'Aşık olmak.

 

Bir tane kız çocuğumun olması.

 

Yüzmeyi öğrenmek.

 

Uçan balonlara binmek.

 

Kitaplarla dolu bir odamın olması.

 

Kedimin olması.'

 

"Ee bu kadarcık mı?" Diye sordu kafamı hayır anlamında salladım. "Yıldızlara daha yakından bakmak istiyorum, teleskopla mesela..." Olumlu anlamda kafasını salladı gülümseyerek kağıda yazdım.

 

'Teleskop ile yıldızları seyretmek'

 

Eylül kağıda göz ucuyla baktı "başka?" Diye sordu "grafiti de yapalım." Yine olumlu anlamda kafasını salladı, eğilip kağıda geçirdim.

 

'Grafiti çizmek.'

 

Tekrardan düşünmeye başladım, Eylül ise beni sabırla bekliyordu. "Bara gitmek." Dedim birden, Eylül'ün kaşlarını çattı. "Alkol alamayız." Dedi hızla, kafamı kaldırıp Eylül'e baktım. "Ne yapacağız bara gidip 'zemzem suyu var mı?' diye mi soracağız?" Dedim ona karşı gelerek. Eylül gülmeye başladı. "Mantıklı, yaz bunu, bara gidip barmene zemzem suyu var mı diye sormak" odanın içinde Eylül'ün kahkaha sesleri yankılandı, bende istemsizce güldüm.

 

"Yazarım bak cidden" dedim gülerken, amacım tehdit etmekti fakat Eylül "yazmadın mı hala, yazsana" dedi işaret parmağı ile kağıdı göstererek. Ciddiydi bu manyak..

 

O manyaksa bizde manyağız, yaz kızım dedi içsesim, içsesime gülümseyerek onu da kağıda yazmaya başladım.

 

'Bar'a gidip zemzem suyu var mı diye sormak'

 

"Hazır bunu yapmışken kasaba gidip et var mı diye de mi sorsak?" Dedim güldü "onu da yapalım hadi yaz." Dedi gülüşlerimiz kahkahaya dönüştü.

 

Sanki yarım saat önce öleceği için salya sümük ağlayan ben değilmişim gibi şuan kişneye kişneye kahkaha atıyorduk.

 

Onu da yazdım şaka olarak desem de Eylül yazmamı söylemişti.

 

'Kasap'a gidip et var mı diye sormak'

 

Aklıma gelen başka bir şeyle, hevesle "Kampa da gidelim." Dedim oturuşumu dikleştirdim. "Gidelim kız onu da yaz." Kafamı salladım ve onu da listeye geçirdim.

 

'Kampa gitmek.'

 

"Motor yarışı." Dedim bu kez Eylül bana değişik değişik baktı "Ulan bizim motorunuz mu var, nereden bulacağız motoru?" Omuzlarımı silktim "her şeyi yapabileceğimizi söylemiştin." Diye savunmaya geçtim hızla, bıkkınca ofladı "iyi tamam yaz" sırıtarak onu da listeye ekledim.

 

'Motor yarışına katılmak.'

 

"Piyano da çalmak istiyorum." Anlayışla kafasını salladı, gülümsedim onu da yazdım. Bu listenin çoğunu yapamayacaktık, çünkü o kadar zengin değildik, fakat yazmak bile iyi geliyordu.

 

'Piyano çalmak'

 

"Kız kulesine de gidelim." bu sefer. "Gidelim tabi istemen yeterli." güldüm hatta kahkaha attım. Ölmek belki de düşündüğüm kadar kötü bir şey değildir, Eylül Bile her istediğime olur diyorsa kesin bir iyi yanı vardır. Hızlı bir şekilde onu da kağıda yazdım.

 

'Kız kulesini gez'

 

"Başka var mı?" Diye sordu kafamı evet anlamında salladım. "Bilardo oynamak ve yağmurun altında deliler gibi dans etmek." Kafasını olumlu anlamda salladı "yaz bakalım." Eğilip dediklerimi de kağıda geçirdim.

 

'Bilardo oynamak

 

Yağmurun altında eğlenmek'

 

Dikleşip Eylül'e baktım "daha sonra aklıma gelirse yazabilir miyim?" Diye sordum kafasını evet anlamında aşağıya yukarıya salladı. Listeye baştan aşağıya baktım.

 

'Gece lunapark kapandığı vakit kendi kendimize aletleri çalıştırıp eğlenmek.

 

Yasa dışı boks maçına gitmek.

 

Özel bir baloya katılmak.

 

Aşık olmak.

 

Bir tane kız çocuğumun olması.

 

Yüzmeyi öğrenmek.

 

Uçan balonlara binmek.

 

Kitaplarla dolu bir odamın olması.

 

Kedimin olması.

 

Teleskop ile yıldızları seyretmek.

 

Grafiti çizmek.

 

Bar'a gidip zemzem suyu var mı diye sormak.

 

Kasap'a gidip et var mı diye sormak.

 

Kampa gitmek.

 

Motor yarışına katılmak.

 

Piyano çalmak.

 

Kız kulesini gez.

 

Bilardo oynamak.

 

Yağmurun altında eğlenmek.'

 

Eylül'ün bana bu denli iyi davranması garbime gidiyordu yalan yok ama bir yandan da hoşuma gidiyordu. Ölümü oldukça yakınlarda olan biri için oldukça mutluydum şuan, hayallerimi yaşayacaktım çünkü.

 

Odanın kapısı açıldığında bakışlarımız kapıya döndü Eylül'ün annesi ve babası gelmişti.

 

"Aa sende mi buradaydın boncuk gözlüm." Dedi Semra teyze, gülümsedim "buradayım tabi Semra teyze, baktım siz yoksunuz Eylül ile biraz dedikodu yaptık." Gülümsedim. Kesinlikle sadece dedikodu yaptık. "Yine kimin arkasından çekiştirdiniz bakalım." Dedi Eylül'ün babası Hüseyin amca.

 

"Öyle genel, bütün hastanenin arkasından konuştuk." Dedim gülerek. Ardından oturduğum yerden kalktım. Hüseyin amca ve Semra teyze gülerken ben de kapıya yaklaştım. Kol saatime baktım 22.09 kafamı kaldırıp Semra teyzeye baktım.

 

"Ben kaçıyorum artık saat baya geç olmuş."

 

Tamam güzel kızım dikkat et kendine." Ufak bir sarılışın ardından Hüseyin abi sanki bir erkek çocuğunun saçlarını sever gibi sevdi saçımı gülmeden edemedim.

 

"Bir gün uzayacak bu saçlar sonra nasıl bu şekilde seveceğim bilemiyorum, bu beni üzüyor." dedi yalandan hüzünle.

 

Tek sorun saçımın uzaması ise korkma Hüseyin amca, saçlarım hiç bir zaman uzayamayacak çünkü ben henüz saçlarım uzayamamışken öleceğim. Bir kere daha iç sesimin susması için yalvardım, yoksa ağlayacaktım.

 

"Uzasın da sen yine seversin Hüseyin amca." Dedim burukça gülümseyerek, Hüseyin amca sırtımı sıvazladı. "Uzayacak kızım uzayacak, bozma moralini." Kafamı yavaşça yukarı aşağıya salladım. "Bana müsaade artık." Diyerek kendimi odadan dışarıya attım. Ardından gözyaşlarım akmaya başladı. Babamın yerine Hüseyin amcanın bana destek vermesi bile acıtmıştı canımı.

 

Sanırım listeye bir şey daha ekleyecektim. Up uzun saçlarımın olması. Hızla gözyaşlarımı sildim. Ne kadar canım acısa da annem beni ağlarken görmemeliydi.

 

Yavaşça odanın kapısını açıp içeriye girdim, annem tek kişilik koltukta ayakkabılarını çıkartmış bağdaş kurarak televizyon izliyordu. İçeriye girince bakışları bana döndü.

 

"Erken gelmişsin canım." Dedi gözleri televizyondayken, tebessüm ettim. "Evet öyle oldu bu günlük." Dedim gülümsemeye çalışarak.

 

"Bir sorun mu var bebeğim? Bir yerin mi acıyor? Yorgun musun?" Diye sordu annem koltukta dikleşip yüzümü inceledi.

 

Yorgunum anne, çok yorgunum, sadece yorgun da değilim korkuyorum anne, ölmekten çok korkuyorum. Seni ve Eylül'ü bırakmaktan çok korkuyorum. Verdiğim sözleri tutamamaktan çok korkuyorum, hayallerimi gerçekleştiremeden ölmekten çok korkuyorum. Yalnız kalmak da çok korkuyorum anne, en çok yalnız kalmaktan korkuyorum. Aras yalnız kalmaktan korktuğunu söyleyince dalga geçmiştim ama çok haklıymış, şimdi anlıyorum anne. Çok kötü bir his anne, içimi kemiriyor bu lanet his, anlatmaya kelimeler yetmiyor anne, öleceğini bilmek çok kötü bir his...

 

"İyiyim bir sorun yok, sanırım ayakta kaldığım için." Diye bir yalan uydurdum.

 

İçimde depremler olurken herkese gülmek en zoru, ve ben buna daha ne zamana kadar devam ederim bilmiyorum.

 

"Otur yavrum ayakta kalma daha fazla, betin benzin atmış." Annemi başımla onayladım. Yatağımın üzerinde olan kulaklıklarımı alıp telefonuma taktım. "Cam kenarında dışarıyı izleyeceğim biraz, babam rahatsız ederse haber ver, görüşmeyeli uzun zaman oldu." Annem yorgun bakışlarını benden çekip televizyona döndürdü. "Tabi ederse." Dedim bu sefer bezgin bir sesle.

 

Kulaklıklarımı kulağıma yerleştirip camın kenarında ki mermere oturdum. Telefonumdan hızla en çok dinlediğim şarkıyı açtım.

 

'Cem Adrian - Herkes gider mi?'

 

Camdan dışarıyı izlemeye başladım. Uçan kuşları, parlayan yıldızları, bahçenin ortasında kocaman duran süs havuzu. Bir kere daha düşüncelere daldım.

 

Ormanın ortasında bir hastanede yaşadım senelerce.

 

Kanserden kurtuldum, üç sene boyunca hiç bir şeyim yoktu fakat hastalık yine tekrarladı, o zaman yıkılmıştım. üç sene boyunca özene özene uzattığım saçlarım yine gitmişti, saçlarım bile terk etmişti beni, ilk terk edişleri değildi ama bu sefer daha çok acıtmıştı canımı.

 

Sadece saçlarım değil, babam da terk etmişti bizi. Babam bizi her zaman çok severdi, bizi hiç bir zaman bırakmayacağını söylerdi, ama gitmişti. Bıkmıştı benim hastalığımdan, her gece ağlaya ağlaya kalkmamdan. Annemin bütün zamanını bana ayırmasından, kısacası bizden bıkmıştı. Bizi hastanede bırakıp başka bir kadının yanına gitmişti. Beni en çok üzen de benden başka bir kızı olmasıydı ve onu beni sevdiği gibi sevmesiydi.

 

Hem de sağlıklı bir kızdı, benim gibi değil, koşup eğlenebilen, her gece ağlaya ağlaya kalkmayan, uzun sarı saçları olan ve mutlu olan bir kızı vardı. Yaşamak için mücadele etmek zorunda kalan bir kız değil. normal bir kız

 

Hastanenin bahçesine siyah bir Maserati girdi, "oha arabaya bak." Dedim istemsizce, kızım fakir olduğunu bu kadar belli etme dedi iç sesim, haklıydı ama yapacak bir şey yok fakiriz kabullenelim şunu bir iç sesciğim.

 

"Ne arabası kız, ne diyorsun?" Diye sordu annem. "Anne bahçeye bir araba girmiş uf..." Dedim abarta abarta. Annem hevesle oturduğu koltuktan kalktı, ayakkabılarını yarım bir şekilde giydi, ayağını yere süre süre yanıma geldi.

 

Arabanın içinden siyah takım elbiseli bir adam indi, kucağında ufak bir kız çocuğu vardı, çocuk çok korkmuş gözüküyordu. küçücük elleriyle adamın ceketine yapışmıştı adeta. Adam büyük ve hızlı adımlarla hastaneye girdi. Onun ardından arabanın içinden başka takım giyen bir adam çıktı, o da kucağında çocuk olan adamın peşinden koştu.

 

Annem içli bir nefes aldı. "Yazık, kesin çocuğun durumu kötüleşmiş, nasıl da koşuyor adam korkuyla." Dedi kafamı kaldırıp anneme baktım. "Adamın korkuyor olması çocuğu daha çok korkutuyor." Dedim, kafamı yine pencereye çevirdim. Annem cevap vermeden koltuğuna geri oturdu.

 

Camdan bahçeyi izlemeye devam ettim. Yaklaşık otuz dakika sonra iki takım elbiseli adam da dışarıya çıktı. Siyah uzun saçlı, kucağında çocuk ile koşan adam merdivenlere oturdu, kafasını ellerinin arasına aldı. Siyah kısa saçlı onun peşinden koşan adam da, onun yanına oturup elini omzuna koydu. Bir şeyler konuştular ama anlayamadım.

 

Canım o kadar çok sıkılıyordu ki daha fazla sabredemedim. "Anne ben çok sıkıldım ya." Dedim oturduğum mermerin üzerinden ayaklarımı aşağıya sarkıttım. "Kantine git bebeğim, Eylül uyumadıysa onun yanına git ya da." Omuzlarımı silktim. "Uyumuştur o ya." Dedim umutsuzca, oturduğum mermerden kalktım. "Gideyim de Nazlı hemşireyi darlıyayım. Belki dedikodu vardır." Dedim kapıya doğru yöneldim. "Dedikodu bulursan bana söylemeyi unutma bak." Dedi annem izlediği filmden kafasını kaldırmadan. Güldüm, maskemi ve bandanamı alıp odadan çıktım.

 

Çoğu kişi taktığımız maskeyi onlara hastalık geçirmeyelim diye taktığımızı sanıyor, ama alakası yok. Bizim bünyemin çok güçsüz olduğu için her an hasta olabiliriz, bu yüzden bir yerlere giderken maske takarız, eğer onlarda hastalık varsa bize de geçmesin diye.

 

Merdivenlerden seke seke inerken yine o iki takım elbiseliyi görmüştüm. Umursamadan ilerlemeye devam ettim. Etrafta dolana dolana yavaş yavaş Yusuf doktorun odasına ilerlerdim çünkü Nazlı hemşire genelde Yusuf doktorun odasında olurdu. Kapının önünde bir kız çocuğu vardı, sanırım bu benim camdan gördüğüm kız çocuğuydu.

 

"İçerisi dolu mu?" Diye sordum kıza, kız yorgunca kafasını kaldırıp bana baktı, kafasını aşağıya yukarıya salladı. Eğilip onunla aynı boya geldim. "İyi misin?" Diye sordum bu kez, konuşmadan kafasını iki yana salladı bu sefer.

 

"Korkuyor musun benden? Yoksa utanıyor musun?" Diye sordum, gözlerime baktı. "Senden değil." Dedi, göğsünü hafif aralayıp, göğsünde ki kitleyi gösterdi.

 

"Bundan korkuyorum." Dedi ardından göğsünü geri kapattı. "Canımı çok acıtıyor." Dedi daha sonra, gülümsedim.

 

"Korkma ondan, o senden korksun." Dedim ardından bende göğsümde olan kitleyi gösterdim.

 

"Bak bende de var ve korkulacak hiç bir şey yok." Dedim gülümseyerek.

 

"Senin canın acımıyor mu?" Diye sordu bu sefer.

 

"Yalan yok bazen acıyor ama geçiyor." Kafasını onaylar gibi salladı.

 

"Saçların nerede senin?" Diye sordu, gülümsedim.

 

"Göğsümde ki kitle saçlarımı da aldı." Dedim, korkuyla kaşları çatıldım

 

"Benim de saçlarımı alacak mı?" Diye sordu, maalesef der gibi kafamı salladım.

 

"Ama korkma sonra geri geliyor saçların." Dedim hızla, onu korkutmak istemezdim. Gözleri doldu yalan söylediğimi düşündü.

 

"Bak." Dedim telefonumdan saçlarımın olduğu bir fotoğraf gösterdim.

 

"Gördün mü korkmana hiç gerek yok, geri geliyorlar." Gülümsedi.

 

"Vay canına saçların çok güzelmiş, keşke hiç gitmeseymiş." Dedi ardından kendi saçlarına götürdü ellerini.

 

"Benimkiler de güzel mi?" Diye sordu, gülümseyerek kafamı evet anlamında salladım.

 

"Çok güzel saçların var. Kısa bir an sessizlik oldu kafasını eğdi, ufak parmaklarıyla oynadı "Abim çok ağlıyor." Diye söze girdi.

 

"Senin ki de mi çok ağlıyor?" Dedim hızla gülerek. "Korkma ağlar ağlar susar." Dedim daha çok gülerek.

 

"Nasıl yani?" Diye sordu bu sefer.

 

"Benim de annem çok ağlamıştı ama şimdi odada çekirdek çitleyip dizisini izliyor." Dedim, güldü. "Senin abin, benimde annem çok ağlak, yapacak bir şey yok." Dedim gülümseyerek.

 

Yüzünde olan endişe hala yerindeydi başka biri olsa fark etmezdi belki ama ben o küçük kızın büyümüş hali olduğum için gayet iyi anlıyorum onu.

 

"Korkma altın kalpli çocuk. Geminin kaptanı sensin, sen istemediğin sürece batmaz gemin, öyle bir kullan ki gemiyi hiç bir zaman batmasın, diğer altın kalpli çocuklara da örnek ol."

 

Çocuk hayran gözlerle bana baktı, dediğim şeyi anlamamıştı belki ama yine de hayran gibi baktı bana. "Senin bana örnek olduğun gibi örnek olacağım onlara." Dedi, gülümsedim. Dediğim şeyi anlaması beni şaşırttı. Odanın kapısı açıldı, çocuk hızla odadan çıkan uzun saçlı adamın kucağına atladı.

 

Adam kızı kucağına aldı, saçlarını okşadı. Adamın gözleri anlık bir şekilde beni buldu. Biçimli burnu, aynı şekilde biçimli kaşları, dolgun dudakları, uzun saçları vardı. İstemsizce süzmüştüm onu.

 

"Abi biliyor musun benim kalbim altındanmış." Dedi küçük kız, gülümsedim. Adam gözlerini benden çekip küçük kıza baktı.

 

"Ayrıca sende çok ağlakmışsın." Dedi gözlerimi kaçırdım. Allah kahrı bela, asla öyle bir şey demedim. Adamın kaşları havalandı. "Öyle miymişim?" Dedi gözleri ilk önce siyah kısa saçlı adama gitti daha sonra bana. "Hıhı öyleymişsin." Elimi alnıma götürdüm. Benim dediğimi söylemese bari.

 

"Kim dedi bakayım sana bunu?" Diye sordu. Kız çocuğu bana doğru bakarken hızla elimi dudaklarıma götürüp susmasını işaret ettim, daha sonra hızla elimi geri çektim. "Söyleyemem, söylememi istemedi çünkü." Dedi bu sefer, derin bir nefes aldım.

 

Gözlerimi siyah kısa saçlı çocuğa çevirdiğimde gülüyordu, sanırım yaptığım hareketi görmüştü. Elimi hızla enseme götürdüm. Nereye düştüm ben anasını satayım dedi iç sesim.

 

Adam çocuğa bir şeyler fısıldadı ardından kucağından indirdi, elini tuttu.

 

"Görüşürüz güzel saçlı abla" dedi ardından elini salladı. Gülümsedim. "Görüşürüz altın kalpli çocuk." onun gibi bende elimi salladım.

 

Her iki takım elbiseli adamında gözleri beni süzdü ardından bir şey söylemeden ilerlediler.

 

Kantinden anneme çay ve bisküvi alıp odaya geri çıktım.

 

"Tch tch tch terbiyesiz, atsınlar şu çocuğu programdan." Dedi annem, televizyonla konuşuyordu. Ne izlediğine baktım. 'Kısmetse olur' yapma be anne.

 

"Yine mi be anne, hayır bir de eski bölümü, zaten izledin bu bölümü niye bir daha izliyorsun?" Dedim elimde ki çayı ve bisküviyi anneme verdim. "Sus kız karışma bana tch tch." Derin bir nefes aldım. Benim annemde böyle garip bir insan işte.

 

"Tamam sustum, ama bence şu şişko adama yazık, kaydırak burunlu buna çok çektirir." Dedim ayakkabılarımı çıkartıp yatağıma kuruldum.

 

"Çektiriyor zaten, yazık o adama gerçekten." Dedi annem, güldüm. Yorganı üzerime çektim. Yapmak istediğim başka hayalleri düşündüm.

 

Düşüncelerimin içinde yorgunluğumun da etkisiyle uyuyakaldım

Loading...
0%