Yeni Üyelik
13.
Bölüm

13. Bölüm

@madrabazbiryazar

Adamın odaya girmesiyle ağzı açık kalan kız şaşırmıştı: "Araf Bey burada ne işiniz var?"

Adam öfkeyle konuştu: "Konuşmanız bitti mi, gece gece kimle konuşuyorsun bir türlü bitmiyor muhabbettiniz! Senin yüzünden okuduğumu anlamıyorum!"

"Ses diğer odaya geliyor muydu?"

"Ses odaya gelmiyor sesin direkt odamda!"

"Özür dilerim, sizi rahatsız etmek istememiştim."

Sanki küfür etmişim gibi birden bana baktı: "Özür dileme demedim mi ben?"

"Alışmışım ne yapayım!"

Araf küçümser gibi olan ses tonuyla konuştu: "Özür dilemeye alıştın demek..." devamını getirmesine gerek yoktu, her şey ses tonundan anlaşılıyordu.

Altta kalmamak adına: "Sizde deneyebilirsiniz çok zor bir şey değil, ama sizde nerede o anlayış! Ayrıca ne demişler özür dilemek büyük erdemliktir."

Araf, meydan okurcasına dalga geçerek konuştu: "Yapma ya, kim söylemiş o sözü?"

"Ne bileyim ben kimin sözü, bilmem mi gerekiyor?" Diye geçiştirdim.

" Özür dilemek büyük erdemdir, sözü, filozof Benjamin Franklin'e aittir."

Bu saçma bilgi akışından sonra ben de dalga geçtim: "Karanlık gecemi aydınlattınız, sağ olun!"

Hiç bozuntuya vermedi: "Rica ederim.."

"Ben de sizi affettim. Odama kapıyı çalmadan girdiğiniz için..."

Hep o mu ukalalık yapacak, hadi bakalım Araf Bey buna da cevap ver!

"Bu evin her köşesi bana ait. İstediğim yere girerim. Kimseden izin almam!"

Onu sinirlendirdiğime göre doğru yoldayım. Şimdi ben seninle uğraşayım da gör! Konuşmaya devam ettim: "Çok yanlış düşünüyorsunuz. Bu ev sizin olabilir ama sonuçta bu odada ben kalıyorum ve buraya ben izin vermeden giremezsiniz. Giyiniyor olabilirdim."

"Ben gelmeden önce telefonla konuşuyordun ve ışık kapalıydı. Hem karanlıkta giyinip hem de arkadaşınla konuşuyor olamazsın!"

Son bir bahane hakkım kaldı. Bunu iyi kullanmalıydım. Aklıma geleni söyledim: "Giyinmesem bile beni korkuttunuz."

"Korkmanın sebebi benmişim gibi konuşuyorsun!"

"Odaya bir ânda girdiğiniz için olabilir belki!" Diyerek suçunu kabul etmesini bekledim.

"Karanlıktan korktuğunu söyleyip ışıkları kapalı uyumaya çalıştığın için olabilir belki!"

"Işık açıkken uyuyamıyorum! Hem şu an uykum geldi lütfen odamdan çıkar mısınız uyuyacağım?"

Söyleyecek bir şey bulamayıp sinirle "İyi!" Dedi.

Araf kapıdan çıkmadan hemen önce duraksadı ve geri dönüp bana bakarak konuştu: "Gecenin üçünde telefonda konuşacak kimi buldun gerçekten merak ediyorum?!"

Boş bulunup cevap verdim: "Arkadaşımla önemli bir şey konuşuyordum."

"Önemli işlerini ses yapmadan hallet!"

"Olur!" 

Araf, odadan çıkınca üstümdeki örtüyü hırsla kendime doğru çektim. Birkaç dakika sonra nefes alamadığım için yüzümü açtım. Camdan dışarısı görünüyordu. Ormanın karanlık görüntüsüne odaklanmıştım ve gözümü oradan ayırmıyordum.

Gözlerim kapanıyordu, aradan ne kadar geçtiğini bilmiyordum ama gözümü açtığımda kan ter içindeydim. Soğuktan titreyince açık cama gözlerim takıldı. Kalkıp perdeyi kapatmak istedim, yataktan doğrulup pencere doğru gittim. Telefonumu elime alıp saatin kaç olduğuna baktım. Sabah olmasına iki saat kalmıştı. Etraf oldukça sessizdi. Perdeyi kapatıp yatağıma geri döndüm. Tam uyuyacağım sırada bir ses duydum.

Belki Araf hâlâ uyumamış olabilir, diye düşündüm. Aşağıdan sesler gelmeye devam ediyordu. Neler olduğuna bakmak için tekrar yatağımdan kalktım. Önce kapımı açıp aşağıdan gelen sesleri dinledim. Bir şeyin düşme sesi gelince kalbim hızla çarptı.

Evde bizden başka kimsenin olmadığına kendimi ikna etmeye çalışıyordum. İçimi bir korku kapladı. Aşağı gidip bakacak cesarete sahip olmadığım için odama geri dönecekken Araf'ın sesini duydum: "Alisa neden hâlâ uyumadın?"

Kısık sesle konuştum: "Aynı soruyu ben soracaktım, sen neden uyumadın? Aşağıda ne kırıldı? Sen miydin o? Ben de eve biri girdi zannettim."

"Bir saniye ne dedin, ben bir şey kırmadım. Ayrıca aşağı falan gitmedim."

Kızın kalbi Araf'ın söylediklerinden sonra daha da hızlı çarpmaya başladı. Kısık sesle konuşarak "O zaman kesin eve biri girdi. Hemen polisi aramalıyız." dedim.

Arafın benimle aynı düşünmediğini çatılan kaşlarından anladım. Aşağı doğru gidecekken kolundan tutup gitmesine engel olarak kısık sesle konuştum: "Delirdin mi sen, aşağıda biri var diyorum. Sen ise polisi aramak yerine belanın üstüne üstüne gidiyorsun. Belki tehlikeli biri, belki silahı var o zaman ne yapacaksın?"

Araf kısa bir süre düşünür gibi baktıktan sonra kolunu tuttuğumu görünce kolunu ellerimden kurtarıp cevap verdi: "O zaman gidip aşağıdakiyle tanışalım!"

Odama hızla gidip polisi aramayı düşündüm ama Araf'ı yalnız bırakmak istemediğim için ben de aşağı indim. Ya hırsızla önce ben karşılaşırsam o zaman ne yapacaktım? Evi dolaşırken sessiz olmaya dikkat ediyordum. Araf'ın nerede olduğunu göremeyince açık olan bahçeden dışarı çıktım. Burada kimse yoktu, içeri geçip mutfağa gittiğimde gördüğüm manzarayla hem korkmuş hem de heyecanlanmıştım.

Araf, yüzü maskeli olan adamı masaya oturtmuş kaçmasına engel olmak için elleriyle adamın omzundan tutup sıkıyordu. Yanlarına fazla yaklaşmadan telefonumu elime aldım ve polisin numarasını tuşladım. Polisi aradığımı anlayan Araf telefonu kapatmamı söyledi.

"Ama..." diyecekken sinirle uyardı: "Sana o telefonu kapat dedim!"

Polisi aramayı reddedip ne olacağına bakıyordum. Yalvarır gibi bir sesle konuşan adam, benden yardım istiyordu: "Lütfen polisi ara, beni bunun eline bırakma. Teslim olacağım." diyerek ağlar gibi oldu.

Araf, adamın omuzlarına elleriyle sıkmaya devam ederken canı yandığı için ağzından çıkan inlemesini umursamadan daha da sıktı: "Kimsin lan sen, ne işin var gecenin bir vakti benim evimde? Kim gönderdi seni, söyle çabuk!"

Yüzü maskeli adam omuzlarını Araf'ın ellerinden kurtarmaya çalıştı ama başarısız olunca kıvranmayı bıraktı ve bıkkınlıkla cevap verdi: "Ben hırsızım abi. Kimse beni göndermedi, ne dediğini anlamıyorum!"

Araf, adama inanmadığı için bırakmadı. "Konuşana kadar buradan sağ çıkamazsın!"

"Abi kemiklerim kırılacak Allah aşkına bırak beni gideyim!"

Adamın söylediklerini doğrulayıp söze karıştım: "Hırsızmış işte, polisi arayalım hırsızı gelip alsınlar!"

Araf söylediklerime ikna olmuş gibi değildi: "O zaman hırsız olduğunu kanıtla!"

"Abi, valla hırsızım, yemin ederim kimsenin adamı falan değilim, ben tek başıma çalışıyorum."

"Yalan söyleme, seni kim gönderdi?"

"Abi nolur bırak beni evime gideyim. Yeminle bir daha hırsızlık yapmayacağım. Ben kimsenin adamı falan değilim. Yenge bir şey söyle şuna, yoksa kemiklerimi kıracak!"

Yenge demesine mi şaşırayım yoksa adamın can çekişip kendini hırsız olduğuna ikna etmesine mi?

"Sen bizi yanlış anladın..." diye açıklama yaparken Araf alayla karışık öfke ile bana bakarak sözümü kesti:

"Konumuz şu an bizi yanlış anlaması mı, eve biri girmiş senin takıldığın konu bu mu?"

"Araf bırakalım adamı, polisi arayalım gelsinler, hem sen de boşuna katil olmamış olursun."

Can havliyle konuşan adam: "Hay ağızını öpeyim yenge!" Deyince Araf gözlerini açıldı. Sinirle nefes alıp daha çok eziyet etmek için bu sefer adamın omzuna sertçe vurdu: "Sen az önce ne dedin?"

"Pardon abi valla öyle söylemek istemedim. Birden ağzından kaçtı. Yoksa o benim dünya ahiret bacımdır! Değil mi yenge? Ahh, yenge bir şeyler yap!"

Adamın hâline acıdığımdan mıdır bilinmez hırsızı bırakması için onu ikna etmeye çalıştım: "Araf, bıraksana adamı öldürecek misin? Yanlışlıkla söyledi işte, hem noluyor sana, neden buna bu kadar sinirlendin ki?"

Araf'a bir ânlık sorduğum soruyu cevaplamak yerine düşüncelere daldı. Elleri hâlâ adamın omuzlarındaydı. Bırakmamıştı ama parmaklarını biraz gevşetmişti. Rahat bir nefes alan adam bana dua ederek "Allah razı olsun yenge. Hayatımı kurtardın. Rahatladım valla. Omzumu koparacaktı az kalsın! Keşke bu soruyu daha önce sorsaydın."

Yüzü maskeli adam, Araf'tan kurtardığı omuzlarını ileri geri hareket ettirdi. Tehlike geçtiğini zannetti. Hırsız tam kalkacakken daldığı düşüncelerden sıyrılan Araf, tekrar adamın omuzlarından tutup sertçe sandalyeye geri oturttu. Ağlayacak gibi olan adam eve girdiğine pişman olmuştu.

"Abi kaç defa daha söyleyeceğim. Ben hırsızım. Yemin ederim ki hırsızım. Hırsızlık kimliği gibi bir şeyim de yok ki göstereyim. Hırsızım ben hırsız! Lütfen bırak beni gideyim!"

Adama acımaya başlamıştım yardım etmek istedim. Bu adamın gerçekten hırsız olduğunu kanıtlamazsak Araf, adamı bırakmayacaktı: "Bir düşünün belki yanınızda getirdiğiniz bir şeyler vardır."

Hırsız, aklına parlak bir fikir gelmiş gibi heyecanla bağırdı:"Hah, buldum dur! Cebimde öteki evden çaldığım cumhuriyet altını göstereyim. Valla sadece hırsızım. Bakın bu da kanıtım. Bir de sağ cebimde nişan yüzü vardı."

Adam cebinden çıkarıp altını ve yüzüğü masaya bıraktı. Elinde sağlam kanıtları varken onu bırakacağımızı düşünüyordu:

"Ben kanıtımı gösterdim. İşte çaldıklarım bunlar.. şimdi beni bırakın gideyim."

"O kadar kolay mı sandın? Bu yüzüğün senin olmadığını nereden bileceğiz?"

"Ben evli değilim ki abi. Valla evden çaldım bunu. Yengemin yüzüğü bu. Değil mi yenge?"

"Benim nişan yüzüğüm yok." Dedim hırsıza bakarak.

"Olur mu yenge senin yüzüğündü. Ben onu senin parmağından çıkarttım. Öyle derin uyuyordun ki ruhun bile duymadı.."

Adamın söyledikleriyle gözlerim kocaman açılmıştı. Doğruyu bilmesem yalanına inanacağım.

Araf, sandalyede oturan adamın yalan söylediğini ortaya çıkarmak için uğraşıyordu. Adamın kulağına eğilerek "Hadi ya, peki ben neredeydim?" Diye sordu.

"Sen de yanında yatıyordun. Valla ikiniz de deve gibi uyuyordunuz." Diye karşılık verdi.

Araf'la göz göze gelince adama ne yapacağını karar vermiş gibiydi. Son kez adama doğruyu söyletmek için fırsat tanıdı:

"Yalan söylüyorsun.."

"Kur'an çarpsın ki.."

Araf, adamın gözünün içine baka baka yalan yere yemin etmesine sinirlenmişti: "Şimdi ben sana bir çarparım bir yerden alırsın, bir de benden!"

"Niye inanmıyorsunuz bana?"

Araf sabır diler gibi tepesinde dikilip adamın kafasına bakınca dudaklarımı birbirine bastırıp gülmeme engel oldum.

Araf, adama bağırarak hesap soruyordu: "DEMEK YAN YANA UYUYORDUK ÖYLE Mİ?!"

"E.. evet abi." 

Hırsız bizim evli olduğumuzu düşünüp yalan söylüyordu ama bu onun hırsız olmadığı anlamına gelmiyordu. O yüzden söylediklerini doğrulamak ister gibi masaya yaklaştım ve altını elime alıp Araf'ın gözüne sokarcasına yaklaştırdım: "Adam gerçekten hırsız. Baksana işte altını çalmış! Polisi aramak için neyi bekliyoruz?" dedim.

Sonunda pes eden Araf, adamı rahat bıraktı. Yüzündeki maskeyi çıkaran adam derin bir nefes aldı. Araf, hırsızın tepesinde ayakta dikilmek yerine sandalyeden birini çekip oturdu. Gözlerini adamdan ayırmadı: "Rahat dur kıpırdarsan seni parçalarım. Yenge diyip durduğun kız bile seni elimden alamaz! Sen de ara polisi gelsinler." Diyince vazgeçmesine fırsat vermeden hızla telefonumu çıkarıp polisi aradım. Olanları anlatıp adresi tarif ettikten sonra kapattım.

Masada oturan iki adama bakarak konuştum: "Bir saate gelirlermiş peki şimdi ne yapacağız böyle oturup bekleyecek miyiz?"

"Aslında ben biraz açım." Dedi hırsız.

Hırsız öyle bir rahatlıkla söylemişti ki ikimizde adama tuhaf tuhaf baktık. Ya sabır dileyerek tavana bakan Araf'la tekrar göz göze gelince kahkaha atmamak için kendimi zor tuttum.

"Çay içer misin kardeşim?" Diye sordum hırsıza. Araf delirmiş olduğumu düşündüğünü belli eden bakışıyla karşılaşsamda umursamadım.

"Madem polisler bir saate geleceklermiş o zaman bir demli çayını içerim yenge. Tabii size zahmet olmazsa..."

Hırsızın rahatlığıyla dalga geçer gibi konuştum: "Hemen demliyorum."

Araf, hırsızla beni kendi hâlimize bırakmıştı. Çay demledikten sonra bardağa doldurup adama uzattım. Minnettar bir ifadeyle konuştu: "Yenge sana da zahmet oldu be! Ellerine sağlık."

Anlamadığım şey adamın sürekli bana yenge demesine Araf'ın hiçbir şey söylememesiydi.

Gözlerimi Araf'tan ayırıp hırsıza dönerek "Beyefendi bana yenge demezseniz sevinirim. Biz evli değiliz. O benim-" O benim patronum dememe fırsat vermeden adam birden Araf'a bakarak sitem eder gibi konuştu: "Aşk olsun be abi, şu güzelim kızla gönül mü eğlendiriyorsun?"

Araf, adamın söylediklerine alay eder gibi bakmakla yetindi. Adam ağzını tekrar açıp bir şey söyleyecek olunca Araf yerinden kalkmak üzereyken ondan hızlı davranıp işaretimle onu durdurdum. Araf, hırsızı parçalayacak gibi bakıyordu.

Hırsızla konuşmaya devam ederek söze karıştım. Onu sakinleştirdiğime göre sıra abuk subuk konuşan adamı uyarmaya gelmişti: "Bizim aramızda bir şey yok. Yine yanlış anladınız. Lütfen bu bahsi kapatalım."

Hırsız beni dinlemeyip Araf'a bakarak tavsiyede bulunur gibi konuştu: "Abi sen bu kızı kaçırma, valla çok iyi kız. Yufka gibi yüreği var."

Araf adamın söylediklerine sinirlendiği belli oluyordu ama arada ben olduğum için alayla dinlemek zorundaydı. Arada bana bakıp imâyla gülerek "Farkındayım. Hırsıza bile çay demleyecek kadar temiz kalplidir!" Dedi.

Yüzümün düştüğünü fark eden hırsız, benim iyi biri olduğumu Araf'a inandırmak ister gibiydi: "Öyle deme be abi, yengemin yüzü güzel olduğu kadar yüreği de temiz."

Hırsızdan aldığım iltifata karşılık: "Teşekkürler hırsız bey, gerçekten beni utandırıyorsunuz." Dedim.

Kapı çalınca yerimden kalktım. Polisler gelip hırsızı götürdüler. Biz de karakola gidip ifade verdikten sonra eve geri döndük. Bir hırsız için üzüleceğimi hiç düşünmezdim. Saat geç olduğundan arabada uyuyakalmıştım. Gözlerimi araladığımda çalan alarmı kapatmak istedim ama telefonum oldukça uzağımdaydı. Kalktığımda yatağımdaydım, hiç uyumamışım gibi gözlerim yanıyordu.

Geç yattığım zamanlarda baş ağrısıyla uyandığım günlerime tekrar geri dönmüştüm. Gözlerimi ovuşturup yataktan kalktım. Banyoya gidip yüzümü yıkadım.

Odadan çıkıp aşağı indim. Kahvaltı hazırlarken ayılmam için kendime çay demledim. Madem Araf Bey normal çay içmiyordu o zaman evde niye siyah çay vardı? Ben sessiz ortamda kendi düşüncelerimle boğuşurken gelen sesle yerimden sıçradım. Arkamı dönünce Araf Bey'in umursamaz bakışlarıyla karşılaştım. Benim uykusuzluğumun aksine o oldukça enerjik görünüyordu.

"Günaydın Araf Bey. Kahvaltı birazdan hazır olur."

Tabii ki yalan söylüyordum. Kahvaltıyı ancak yarım saate tamamlayabilirdim.

"Boş ver şimdi kahvaltıyı, koşudan gelince yaparız. Şimdi beraber koşuya gideceğiz." Demesin mi? Gözlerimdeki yorgunluk bir ân da uçup gitti.

"Dün gece hiç uyumadım ki hem eve hırsız girdi. Onun yüzünden geceyi karakolda geçirdik. Başka zaman koşsak. Çok yorgun ve uykusuzum."

"Ben de hiç uyumadım ama senin gibi bahane bulmuyorum."

"Araf Bey, uykusuzum ve açım! Biraz dinlensem olmaz mı? Hem benim koşarken tansiyonum düşüyor." Bahanelerim amatörce olduğunu biliyordum ama bence ikna ediciydi.

Söylediklerimi dinlemeden emir verir gibi konuştu: "Yürü, yukarı çıkıp hazırlanman için beş dakikan var!"

Üzerimdekilere bakıp hazır bahanem varken cevabı yapıştırdım: "Benim koşu kıyafetlerim yok! Bunlarla koşamam.." Sanırım vazgeçti. Oh bundan da kurtuldum.

"Yukarı çık ve kendine benimkilerden birini al!"

Ne inatçı adam illa beni de koşuya götürecek. Başka bir bahane bulmaya çalışıyordum: "Ben koşuya gelemem çünkü... Çünkü... Sizin kıyafetleriniz bana olmaz. Maşallahınız var!" Dedim yapılı vücudunu işaret ederek.

Şöyle bir baştan ayağı beni süzdükten sonra konuştu: "Çok zayıf görünmüyorsun."

"Siz bana şişman mı demek istediniz?"

Elindeki telefonu kahvaltı masasına bırakıp yüzüme bakarak konuştu: "Evet!"

"Çok kabasınız! Bir kadına şişman demek hiç hoş değil! Hem ben şişman değilim."

Kolundaki saatine bakarak "Konuşmayı bırakıp yukarı çıksan iyi olur çünkü dört dakikan kaldı." dedi.

"Geri sayım devam mı ediyor?"

"Bu kıyafetlerle koşmaya kararlısın sanki!"

"Hemen geliyorum." 

Kız koşarak yukarı çıktı. Bir şeyin düşme sesi gelince Araf, Alisa'nın düştüğünü anladı ve kahkahalarla güldü: "İyi misin?" Diye az önce gelen sesten kızın durumu yokladı.

Yukarıdan aynı şekilde bağırarak cevap geldi: "Sanırım ayağım koptu!"

Alisa da gülmeye başladı.

"Tamam on dakika sonra bahçede ol." Dedi.

Adam bahçeye çıkınca Alisa yerden kalkıp odaya girdi.

"Ayağım koptu diyorum, on dakika sonra bahçeye gel diyor! İnsanlıktan nasibini almamış iguana seni!"

Son söylediği cümleyi biraz kısık sesle söyledi. Araf'ın duymasından korkuyordu. Hatta arkasına bakıp kimsenin olmadığını görünce gülmeye başladı.

"Şizofren oldum bunun yüzünden!"

Dolabın kapağını açıp çeşit çeşit kıyafet arasından eşofmanları eline aldı.

Kıyafetlerini değiştirdikten sonra hızla aşağı indi.

Araf bahçe koltuklarına oturmuş güneş gözlüklerini takmış uzaklara bakıyordu.

"Araf Bey, ben hazırım!"

Başını eğip gelenin ben olduğuna kanaat getirdikten sonra sordu: "En fazla ne kadar koşabilirsin?"

Maratona mı katılacağız bu nasıl soru diyemedim. Canımızı çıkaracağı bugün belli oldu. Hadi bakalım sen misin eve geri dönen!

"Alisa! Ne kadar koşabilirsin diyorum duymuyor musun?"

Adımı duymamla düşüncelerime bir son verip cevap verdim: "Kovalanmadığım sürece koşmayı tercih etmiyorum."

"Koşarsın koşar." Dedi bilmiş bilmiş "İki km koşabilir misin?"

Yürümeye mecalim yok adam iki km diyor. Onu bu fikirden vazgeçirmeliyim. O yüzden "Koşamam!" Diye direttim.

Umursamayarak "Yani?" Dedi.

"Ben iki dakika bile koşamam gözüm kararır, düşüp kalırım yerlerde hem sizde merhamet de yok, bırakır gidersiniz beni hiçbir şey olmamış gibi!"

Araf, Alisa'nın söylediklerini dinlemedi: "Bana yetişmeye çalış, sakın geri de kalayım deme, daha hava tam aydınlanmadı. Saat çok erken... Hızlı koş ki ormandakilerin ana yemeği olmayasın!"

"Ha ha ha çok komiksiniz!"

Akşamki köpekler umarım orada değillerdir. Yine karşıma çıkarlarsa kesin korktuğumu anlar. Hiçbir şey çaktırmamalıyım yoksa bu adam her gün benimle dalga geçer.

"Beni takip et, ormanın sonuna kadar koşup geri geleceğiz!"

"Niye deli miyiz?" 

Koşmaya hazırlanmadan önce ısınma hareketleri yapan Araf: "Asla ara vermeyeceğiz!" dedi.

"Siz ne yapıyorsunuz?" diye merakla sordum.

"Bakmayı bırakıp harekete geç! Öyle direkt koşarsan ertesi gün bacağını dahi kımıldatamazsın, ben ne yapıyorsam sen de onu yap!"

"Araf Bey, bizim bunu bu saatte yapmamız şart mı?"

Hareketlerini aksatmadan cevapladı: "Günün en verimli saatlerinde koşmaya alışmadığın için sana tuhaf geliyor olabilir."

"Bence uyku daha önemli, sadece yirmi dakika uyumuşum! Gözlerimin içi yanıyor. Gözümün önünü göremiyorum. Hem siz de hiç uyumadınız."

"Ah, evet hatırladım. Senin şu 'komşunun kızı düğünden kaçmıştı' diye uyuyamamıştım! Sadece bu kadarla kalsaydı iyiydi. Yetmedi bütün gece bir de hırsızla uğraştık."

Alisa şok olmuşçasına Araf'ın yüzüne bakıyordu: "Siz konuşmalarımızın hepsini duydunuz mu?"

Loading...
0%