@mahinehar
|
BÖLÜM 37: MAİDE SULTAN ALARMI
Tarihin en şanslı kadını, Violet Jessop gibi hissediyorum şu anda millet. Titanic, Olypmpic, Britannic adlı gemilerde görev almış ve bu gemiler batmış olmasına rağmen hepsinden sağ çıkmıştır. Ben de meteliğe kurşun attığımız, açlık oyunlarına dönen kampımızdan defalarca sağ kurtularak hayata çaresizce tutunan gariban bir öğrenciydim; ne yazık ki. Öyle ne diyor bu deli demeyin sakın. Zira annemin gelişiyle birlikte sağ çıkmam biraz imkânsız gibi bir şey oluyordu şu saatten sonra. Göz devirme...
İpekle hızla eve geldiğimizde son sürat çıktığımız merdivenleri meşakkatle aştıktan sonra kapıya varmıştık nihayet. Doruk ardımızdan nefes nefese kalmış bir şekilde, "Hadi Leyla'yı anladım, bize ne oluyor İpek? Koşturması gereken kişi o. Biz neden sürü psikolojisi hissi yaşayarak deli dana gibi koşturuyoruz ardından?" dedi eliyle göğsünü kapatırken.
"Hacker, mezar taşında QR kodunu okuttuğum anda hayatının kısa bir tanıtım videosu yapılmış olsaydı, ben direkt hazırlayan kişiye engel olup ömrümden çalıp götürdüğün o anları ve bu merdiven ıstırabındaki trajikomik yakınmanı eklerdim biliyor musun?" dedim dişlerimin arasından tıslarken. Piyangodan çıkmayan paranın üzüntüsü ile Havuç' un burada gevelemesine harcadığım zamanın üzüntüsü bir değil arkadaşlar. Lütfen altı kırmızı kalemle çizilmiş ek parantez açalım şu mükemmel bilgiye...
"Vay, canına! Böyle bir şey var mı cidden Leyla? Eğer olsaydı, İpek ile ne kadar güzel anılarım varsa eklemek isterdim ben mezar taşıma." demişti Uğur böceğime bu karışıklık ortasında bile aşkla kur yapma çabasına girişen Kara mamba. Ulan Aşk Tanrısı Eros bile bu kadar yetenekli çıkmazdı be! Püüü... Arkadaşlar, Japonya'da mezar taşlarında QR kodları ile karşılaşabilirsiniz. Kodu taradıktan sonra kişinin hayatının bir videosunu izlersiniz. Eros o yolda müthiş bir kararlılıkla ilerliyor bilmem farkında mısınız? Göz devirme...
"Seni hakkın rahmetine kavuşturmadan önce, toz mu olsan diyorum bir anda küçük enişte?" Hokus-Pokus, Eros'u yok edikus! KESTİK! Ne hayal, ama...
Bir adım geri atan Doruk, "Sevgili Baldızcım bu ne hiddet bu ne celal?" der demez ona doğru hareket edecekken, birdenbire bizim kapı açılıvermişti. Kırk Haramilerin o ürkütücü kapısı aralandığında bile ben bu kadar heyecan yapmamıştım. Neler oluyordu sayın seyirciler? KAPAN SUSAM KAPAN! Annecim...
"Leyla, ne diye kapının önünde dikiliyorsun sen öyle?" diyen Selin'e ödü kopmuş bir kedi gibi bakmıştım. Özgürlük Heykeline karşı rakip olmayı düşünüyorum Bilge küpüm. İkinci bir Viking Gözlem Kulesi olacağım dünya çapında. Göz devirme...
"Ömrümden bir on sene gitti sayende Bombacı." dediğimde annemin sesi duyulmuştu içeriden. Es, sela...
"Kimmiş gelen kızım?"
"Şey, Maide annecim..." diyerek benim kaş göz işaretim yüzünden geveleyen Selin, tekleyerek ne diyeceğini durup düşünmüştü korkuyla.
Annem kapı ağzına şüpheyle gelince benim şekilden şekle giren yüzümü bulmuştu. "Leyla Hanım?" Elektrik akımına kapılıp çarpıldı dersiniz! HIK...
"Maide Sultan..." diyerek sevinçle anneme sarılmak için şirinlikler yapmaya başlamıştım. Hasta geri döndü...
"Sana ulaşabilmek için kalkıp onca yolu gelmeme ne gerek vardı? Hiç öyle miyav miyav modunu aktif etme yemezler!" Aha, bu sefer boku yedin Leyla!
"Ama annecim, sultanım bir dinlesen mi?" dediğimde rahminde can bulduğum kadın ardımda bize bakan Eros'a dikkat kesilmişti.
"Siz kimsiniz, ne için burada durmuş bizi dinliyorsunuz?" Kötek vermede üzerine tanımam annemin. Geçmiş olmasın kızıl kafalı Eros!
"Şey, Maide annecim o..."
Annem çattığı kaşlarını bir anda İpek'in sesiyle eski ayarlarına çevirmişti iki dakika içerisinde. "Oy kuzum benim. Nasılsın yavrucum?" dedi sanki İpek'i o doğurmuşta asıl çocuğu ben değilmişim gibi.
"İyiyim, efendim. Siz nasılsınız?"
"Leyla beni her seferinde sinir edip tansiyonumu arşı alaya çıkarmasa çok daha iyi olabilirdim yavrucum." der demez yeniden Eros'a bakmıştı. "Dilini mi yuttun çocuğum. Kimsin, necisin sen?" Anasına bak, kızını al diye boşuna dememişler...
Eros otobüs pistonu gibi tuhaf sesler çıkarmadan önce dudaklarını araladı. "Şey, efendim ben, ben..."
"Cabir o anne Cabir." dedim elimi boş verir gibi savuştururken.
"Cabir mi?" dedi beni tekrar eden sultanım. "O ne demek kızım? Yoksa çocuğun adı mı Cabir?"
"Bir çeşit virüs efendim." dedi Eros Doruk ağzı bir karış açık kalarak bana doğru bakarken. Gülümse, çekiyorum!
"Virüs mü?" dedi annemin gözleri bu yerden bitmeler yine ne saçmalıyor der gibi bakarken. Çatlak kızının yanına hoş geldin annecim...
"Evet, anne. Bilinen ilk telefon virüsü. Cabir 2004'te ortaya çıktı. Tıpkı şu Kızıl'ın binamızda ilk virüs olarak aniden ortaya çıkması gibi. Yıl 2021 ve gelinen noktaya bak. Baya gelişmiş öyle değil mi?" dediğimde hepsi bana tuhaf tuhaf bakmıştı. Ana ne dedim ki ben sanki?
"Görüyorsunuz değil mi? Baldızcım nasılda şakacı. Hahahaha! Benimle uğraşmayı çok severde." dedi Eros anneme doğru bir-iki adım atıp elini iyi bir halt yiyormuş gibi uzatırken. "Merhaba efendim, benim adım Doruk. İpek'in erkek arkadaşıyım." Kendi topuğuna sıkanı da ilk defa görüyorum deseydim keşke millet, ama nerde? Bu salak Eros' un mezhebi de baya genişmiş onu öğrendik topluca...
Annem bir bana bir İpek'e bir de kendini tanıtarak elini uzatan Eros'a tuhaf bir şekilde bakmıştı. "Sahiden mi?" dedi onay dolu bir cevap beklerken. "Sanırım bundan hoşlanmayan tek kişi Fettah olacak İpekçi'm." diyerek Eros' un elini havada asılı bırakmıştı Validem. Babacım sana biraz ayıp olacak, ama sanırım ben sahip olduğum eksantrik huyumun yarısından fazlasını, annemin genlerinden almışım. Bu bariz belli! Göz kapama...
"Fettah mı? O kim?" diye sormuştu Doruk bize bakıp elini hızla indirirken.
İpek sevgilisinin kolundan tutup, "Leyla'nın küçük erkek kardeşi." dedi gerginliğin zirve yapmak üzere olduğu ortamda. "Beni çok seviyor da." Ah Fettah'ım ah! Acın yüreğimde hâlâ taze kurban olduğum...
"Küçük bir çocuğun bizi kıskanacak hali yok herhalde?" diyerek gülmeye başlamıştı Doruk. Bizim ona katılmadığımızı gören girişimci birdenbire durup, "Öyle değil mi?" dedi kızarıp bozarmaya yakın, sesi saklanacak delik ararken.
"Söz konusu benim küçük oğlum Fettah ise, evet evladım. Sen onu bırakta çocuğum, neden buradasın sen? Eve mi geliyordun, yoksa?" diye sormuştu annem şak diye. Alarm bells are ringing millet!
"Hayır, öyle şey mi olur Maide annecim? Doruk tam karşımızdaki dairede oturuyor. O da kendi evine gidiyordu zaten." dedi Selin araya girerken. "Öyle değil mi Doruk?"
Selin'e arka çıkıp Doruk'u ortadan kaldırmak için ben de kaş göz işareti yapmaya çalışmıştım. Sonunda ne yapmaya çalıştığımızı idrak eden Eros, "Ha? Evet, evet. Ben de tam kendi evime gidiyordum. Size iyi günler dilerim efendim." diyerek kapısına yanaşıp hızla anahtarı çevirip eve dalmıştı Doruk. Hergele ne olacak!
"Ne diye kapıda dikiliyorsun İpekçi'm? Gel bakalım şöyle, biraz hasret giderelim seninle de." dedi gülümseyerek baktığında. Bana doğru dönüp, "Eve girmek için davetiye mi bekliyorsun Leyla Hanım? Hadi sen de gel peşimizden." diyerek içeriye doğru süzülmüştü annem. Cidden ben üvey evlat mıydım ne bu dramın içinde? Tövbe, tövbe...
Annem İpek ile de hoş-beş iki çift laf ettikten sonra bana doğru ters ters bakmıştı. "Bu inadını kimden aldın bilmiyorum isyankâr Viking, ama bana sökmez!" dedi çayından bir yudum aldıktan hemen sonra. "Baban ne kadar kızdı biliyor musun?" İsyankâr Viking... Evde bana hep böyle seslenirdi annem millet. No panik...
Çiçek şeklinde doladığım kollarımı serbest bırakıp, "Eminim onun kızgınlığı bana değil, sanadır anne." dedim vurdumduymaz bir tavırla. LEYLA YAPMA! Relaks, relaks...
"Bu da ne demek şimdi?"
"Kızı yine sıkboğaz etme hanım. Kendi ayakları üzerinde durmak istiyorsa ona yardımcı olmamız gerekiyor, engel değil demiştir." dedim babam gibi konuşmayı bırakıp, beni her an dövecekmiş gibi bakan anneme dikkat kesilirken. Yo, ne kaşınması canım?
"Babasının kızı ne olacak. Sen hiç bana çekmemişsin Leyla. Şahika benim kopyam, ama sen tıpkı baban gibisin." Oysa ben bunun tam aksini düşünüyordum sevgili Validecim! İç ses atakta...
"Babam en azından büyüdüğüm farkında anne. Senin tarafından hâlâ küçük bir kız çocuğuymuşum gibi muamele görmek beni deli ediyor anlıyor musun?"
"Büyümediğin şu saçma sapan sözlerinden bile belli küçük hanım. Sen benim gözümde hâlâ küçük bir kız çocuğusun. O yüzden şikâyet etmeyi bırak. Üzerine titreyeceğim, endişe edeceğim, korkacağım tabii ki. Asıl sen şu gariban anneni anla biraz."
"Korkulacak bir şey yok anne. Ben artık büyüdüm. Okuyorum, çalışıyorum kendi paramı kendim kazanıyorum. Neden bana biraz olsun güvenmiyorsun?"
"O nasıl söz? Benim güvenmediğin sen değilsin ki. Dış dünya Leyla. Ayrıca sen hâlâ büyümedin." diyerek sinir olmamı sağlamaya başlamıştı annem yeniden.
"Büyüdüm!"
"Büyümedin!"
"Büyüdüm!"
"Büyümedin!"
"Büyüdüm dedim anne!" diyerek ayağa kalkmıştım olduğum yerden tahrik edilmiş bir şekilde. Selin ve İpek bir valideme bir de bana bakarak beklemeye başladılar bu işin sonu nereye varacak diye. Alo, kule duyuyor musun kule? Göz devirme...
"Ben de sana büyümedin diyorum." dedikten sonra ayağa fırlayan beni tuttu ve kulağımı çekmişti birden annem. Gafil avlanmadık millet. Biliyorduk böyle olacağını...
Ben veryansın ederken, "Anne sözü dinle biraz." diye kulağımı sert bir şekilde tutmaya devam etmişti Maide Sultanım. Eve gelen diğer üyeler salonda yankılanan acı dolu sesimi işitir işitmez dalmışlardı içeriye. E-e, bir siz eksiktiniz zaten!
Pelin, "Ne oluyor yine bu evde? Leyla neden bağırıyorsun?" dediğinde beni ve annemi o mükemmel duruşla, sanat eseri tablolara aday olacak bir hareketle basmıştı. "Maide annecim, sen mi geldin?" Oradan bakınca kimi görüyordu bu acaba? Kaç numara gözlük istersin Baytarcım, çekinmede söyle? Senin gözler miyopluğun zirvesine adayda!
"Hoş geldin Pelin kuzum." Şuna kuzum deme valla yakarım ortalığı he!
Bize tuhaf tuhaf bakan diğer bir kişi ise Selvi'ydi. "Leyla'nın neden kulağını çekiyor? Kim ki bu teyze?" diye söylenince annem ona bakmış, kulağımı tuttuğu elini hafifletmişti biraz. İstersen al kopar anne senin olsun! Kökten temizle şöyle. Hıh! Kulağım, canım kulağım...
"Ben Leyla'nın annesiyim." dedikten sonra kulağımı çekmeyi bırakmış, yeni gördüğü yüze odaklanmıştı annem. "Bu Hanım kızımız kim?" Ömür bitiren! Başka adı yok Mami...
"Bizim yeni taşınan ev arkadaşımız Maide annecim." demişti Pelin ayaküstü. "Adı Selvi..." Bir ara hatırlatın da Baytar'ı köşeye sıkıştırayım millet. İyice Avukatlığa sardı da!
"Öyle mi? Hoş geldin o zaman kızım. Benim adımda Maide. Tanıştığımıza memnun oldum." dedi yerine geçip hiçbir şey yokmuş gibi davranan Valide sultan. "Leyla ile aran nasıl? Güzel anlaşıyor musunuz bakalım?" dedikten sonra anneme gözlerimi kocaman açıp bakmıştım. Ben senin kızınım be kadın kızın! Beni hiç mi tanımıyorsun sen? Göz devirme...
"Tabii-"
"Tabii ki iyi anlaşıyoruz Maide teyzecim." diyen Selvi'ye öldürücü bakışlarımı iletmiştim. "Öyle değil mi canım?" Canım mı? Sen şimdi görürsün Yasal soyguncu!
"Ne diyorsun sen Selvi?" diyerek yanına doğru gitmiştim. Bu seni son görüşüm karayılan. Ya, hak!
"Ahahaha! Canım, canım." diyerek birdenbire sarılmıştı bana koala gibi Selvi. "Annenin bu evde üçüncü dünya savaşı olduğunu bilmesini istemezsin herhalde değil mi Leylacım?" Fırsatçı çıngıraklı karayılan!
"Seni öldüreceğim!"
"Annen burada olduğu sürece bana hiçbir şey yapamazsın Leyla. Ayrıca ağzına hiç yakışmıyor böyle kelimeler." diyerek beni kendinden uzaklaştırmıştı annemin yanına doğru giden Selvi.
İpek yerinden kalkıp, "Herkeste geldiğine göre, ben en iyisi bir şeyler hazır edeyim yemek için. Malum, Maide annemiz yol yorgunudur. Üstelik acıkmıştır da şimdi." diyerek mutfağın yolunu tutmak için hareket etmişti.
"Kızım ben yemeniz için bir şeyler getirmiştim zaten. Sağ olsun, Selin kızım yardım etti de beraber yerleştirdik dolaba."
"Ya zahmet etmişsin Maide annecim. Ne gerek vardı?" diye atlamıştı Pelin.
İpek, "Haklı, zahmet etmişsin cidden Maide annecim. O kadar şey yaptınız bizim için zaten. Ne gerek vardı ki? Hakkınızı nasıl öderiz biz?" demişti mahcup bir şekilde Uğur böceğim.
"Anneyim ben evladım. Size yapmayacağım da başka kime yapacağım ben?" dedi bu ironi görseli huşu olmayan bir şekilde epeyce uzaktan izleyen bana baktığında. "Leyla orada öyle dikilme çocuğum. İpek kızıma yardım ette sofrayı kur. Hem Pelincim ile Selvi kızımda açtırlar yesinler yavrucaklar güzel güzel." Zıkkım yesinler! Ben ne diye onlar için sofra kuracakmışım? 'VİKİNG LEYLA ANNE SÖZÜ DİNLEMEZSE NE OLUR OYNAT BAKALIM!' adlı neon yazılar utanmadan zirveye! E-e, aşk olmasın ama millet! Göz devirme...
Selvi sırıtıp, "Şu an nasıl keyifliyim anlatamam. Leyla'nın elinde zehir olsa bile yerim o derece." demişti pişkin pişkin. Abi bir de barışmaya çalışıyordu sözde bu benimle, ama yemezler! Yasal soyguncu anca kalbi saf Baytarcığımı kandırabilir. Beni ne yapsa ne etse asla kafalayamaz!
"Ne iyi söyledin. Hangisini istersin Selvicim?" dediğimde sırıtması aniden solan Yasal soyguncu bana doğru bakmıştı.
"Ne olarak hangisi Leyla?" dedi afallayan Selvi.
"Zehir diyorum zehir. Çeşit çeşit var sen hangisini istersin? Digoksin, Hidrojen Peroksit, Etilen Glikol, Sodyum Siyanit, Striknin, Tabun. Bak favorin Tabun olabilir. Meyve tadında bir kokuya sahip nasılsa. Diğerlerine nazaran pek zorluk çektirmez sana ne güzel!" dedim dişlerim arasından tıslarken.
"Sana deli diye boşuna demiyormuş kızlar şimdi anladım Leyla." diyerek gülmüştü yeniden Selvi. Cidden şaka yapar gibi bir halim mi var şu an? "Duyanda seni kimyager falan sanır valla he. Ne diye Sosyoloji okuyorsun anlamam ki?" Aman eksik kal!
"Sayende öğrendim teferruatlıca zehir çeşitlerini Selvi Hanım. Ayrıca sosyoloji okumanın sebebini bilmeyen mi kaldı?" diyerek mutfağa doğru yol almıştım yarı sinir ve öfke karışımıyla. Gelsin bakalım bol ekşınlı anne steyle günleri... |
0% |